alara başvurmak da vazifemizdir. Hadîste dikkat çekilen hususlardan biri de, huzur ve sevincin kuvvetli îmana ve kadere rızaya bağlanmasıdır. Yukardaki hususlarla da alakası olan bu haki-kata bütün gönlüyle inanan insanın hayata küsmesi, hadiseler karşısında ümitsizliğe düşmesi, yıkılması mümkün değildir. Çünkü o güçlü îmanı ve kadere rıza ve teslimiyeti sayesinde moral bozucu, yıpratıcı, üzücü olaylarla karşılaştığında Rabbıne yönelir, "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler" deyip sabır ve tahammül eder. Musibetler sebebiyle gam yemez, nimetlerle karşılaştığında da sabır içinde şükreder. Ama, bu gerçeği gönlüne yerleştirememiş, herşeyin dizgininin Allah'ın elinde olduğunu tam kavrayamamış, Onun hikmeti ve büyüklüğü gereği herşeyi en güzel şekilde yarattığını, herşeyde sayısız hikmet ve gayeler gözettiğini tam his-sedememiş, aksine herşeyden şüphe eder bir pozisyona girmiş, kadere itiraz etmeye başlamış bir kimsenin bu huzuru duyması mümkün değildir. Dünyasını kendi eliyle karartmıştır. En ufacık baş ağrıtıcı bir durumla karşılaştığında ruhen yıkılma ve streslere girmekten kurtulamaz. Korkutucu bir hadise yoksa bile, olur olmaz şeylerden kaygı ve endişe duymaya başlar, hayatını zindana çevirir. Kadere inanan kederden kurtulurken, ona itiraz eden başını duvardan duvara vurur. Kırık elle intikam almaya kalkan kimse, diğer elinin de kırılmasına sebep olduğu gibi kadere itiraz eden kimse de ızdırabını arttırmış olur.
1390. [2:540, Hadîs No: 2494] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Allah'ın öyle kulları vardır ki, "Şu şöyle olacak" diye yemin etse, Allah onu yalancı çıkarmaz.[92]
1391. [2:540, Hadîs No: 2496] Huzeyfe'den (r.a.) rivayetle: Eski peygamberlerin sözlerinden insanlara ulaşan sözlerden biri de şudur: "Utanmadıktan sonra dilediğini yap."[93]
1392. [2:541, Hadîs No: 2498] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Bildiklerini, bilmediklerini öğrenerek arttırman, takvanın kay-naklarmdandır. Bildiklerini arttırmaman, bildiklerini de azaltman demektir. Kişiyi ancak bildiklerinden faydalanmaması öğrenmeye karşı isteksiz kılar.[94]
1393. [2:542, Hadîs No: 2499] Hâni bin Yezid'den rivayetle: Bol bol selâm vermek ve güzel söz söylemek Allah'ın günahları bağışlamasını gerektiren şeylerdendir.[95]
1394. [2:542, Hadîs No: 2500] Uz. Hasan rivayet ediyor: Müslüman kardeşini sevindirmen, Allah'ın bağışlamasını gerektiren şeylerdendir.[96]
1395. [2:542, Hadîs No: 2501] İbrahim en-Nehâî'den rivayetle: Allah'ın kuluna olan bir nimeti de çocuğunu kendisine benzetmesidir.[97]
1396. [2:543, Hadîs No: 2503] Aişe (r.a.) rivayet ediyor: Kadının istenmesinin kolay olması, mehrinin kolay ödenebilir olması ve kolay çocuk yapması onun bereketli oluşundandır.[98]
1397. |2:545, Hadîs No: 2510] İbni Mes'ûd'dan (r.aj rivayetle: Şu altın ve gümüş sizden öncekileri helak etmiştir. Sizi de helak edecektir.[99]
1398. [2:545, Hadîs No: 2411] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Şüphesiz bu ilim din ilmidir. Öyle ise dininizi kimden öğrendiğinize iyi bakın. [100]
1399. [2:546, Hadîs No: 2413] îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: Şüphesiz şu Kur'ân Allah'ın ziyafet sofrasıdır. Gücünüz yettiğince Onun sofrasından alın.[101]
Yeryüzünü maddî organlarımız için bir nimet sofrası haline getiren Rabbi-miz, Kur'ân'ı da manevî âlemimiz için bir nimet sofrası yapmıştır. Evet, Kur'ân Allah'ın kullarına verdiği eşsiz bir ziyafet sofrasıdır. O sofradan ruh ve kalbimizi doyurmak, herbiri birer manevî ilaç olan gıdaları almak için can atmak, her imanlı insanın vazgeçemeyeceği bir husustur. "Gücünüzün yettiğince o sofradan alın" buyuran Peygamberimiz (a.s.m.), bu güzel ziyafetten gerektiği gibi faydalanmamızı tavsiye buyuruyorlar. O haide Kur'ân'ı dilimizden hiç düşürmememiz gerekiyor. Fırsat buldukça, gelirken giderken ezbere bildiğimiz âyetleri, sûreleri okumak görevimiz olmalıdır. Mümkünse hergün sabah veya akşam onu okumaya vakit ayırabilmeliyiz. Aynı zamanda onun tefsirlerine müracaat ederek, Rabbimizin bu ziyafet sofra-sıyla bize neler ikram ettiğinin farkına varabilmeli, mânâsını içimize nüfuz ettirip anlayarak okumaya çalışmalıyız. Bilinmelidir ki Kur'ân anlaşılıp tatbik edilsin diye gönderilmiştir. Anlayarak okumaya çalıştığımızda o ziyafet sofrasından alacağımız lezzet o ölçüde büyük olacaktır.
ktır. Bir dünya büyüğünün ziyafetine katılabilmek için can atan insanların, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın manevî Kur'ân ziyafetine nasıl büyük bir gayret ve doymaz bir arzu ve^istekle yönelmesi gerektiğini anlamak zor olmasa gerek.
1400. [2:546, Hadîs No: 2514] Hâkim bin Hizam rivayet ediyor: Şu mal caziptir, tatlıdır. Kim onu hak ederek alırsa kendisi için mübarek kılınır. Kim de onu aç gözlülükle elde ederse bereketim görmez. Bu kişi yiyip de doymayan kişiye benzer. Veren el alan elden üstündür.[102]
1401. [2:552, Hadîs No: 2531] Cerir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor: Allah yaratılışım güzel yapmış. Öyle ise sen de ahlâkını güzelleştir.[103]
1402. [2:553, Hadîs No: 2533] Ebu'd-Derdadan (r.a.) rivayetle: Siz Kıyamet Gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın ismiyle çağrılacaksınız. Öyle ise kendinize güzel isim koyunuz.[104]
1403. |2:553, Hadîs No: 2535] Halid bin Urfata rivayet ediyor: Benden sonra Ehl-i Beytimle imtihan olunacaksınız.[105]
1404. [2:554, Hadîs No: 2438] Ebû Hüreyre'den (r,a.) rivayetle: Şüphesiz siz idareciliğe karşı hırs göstereceksiniz. Halbuki idarecilik Kıyamet Gününde pişmanlık ve hasret sebebi olacaktır. O, dünyada ne güzel süt anne, ölüm sonrası için ise ne kötü sütten kesendir.[106]
1405. [2:556, Hadîs No: 2542] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, sizden biri emrolunanm onda birini terk etse helak olur. Sonra öyle bir zaman gelecek ki, onlardan birisi kendisine emredilenin onda birini yapsa kurtulur.[107]
1406. [2:556, Hadîs No: 2543] Ebû Zerden (r.a.) rivayetle: Siz Allah'ın huzuruna Allah'tan gelenden, yâni Kur'ân'dan daha üstün bir şeyle varamazsınız.[108]
1407. [2:557, Hadîs No: 2544] Câbir (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Siz bugün sağlam bir din üzeresiniz. Ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı öğüneceğim. Öyle ise benden sonra gerisin geri dinden dönmeyiniz.[109]
1408. [2:557, Hadîs No: 2545] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Siz mallarınızla bütün insanları memnun edemezsiniz. Öyle ise güleryüzlülügünüz ve güzel huyunuzla onları memnun edin.[110]
1409. [2:558, Hadîs No: 2548] Muâviye (r.a.) rivayet ediyor: Ameller dolu kaplar gibidir. Altı güzel olduğu zaman üstü de güzel olur. Altı bozuk olduğu zaman üstü de bozuk olur.[111]
1410. [2:559, Hadîs No: 2550] Enes'den (r.a.) rivayetle: Ümit, ümmetime Allah'ın bir rahmetidir. Eğer ümit olmasaydı, hiçbir anne çocuğunu emzirmez. Hiçbir ağaç diken de dikmezdi.[112]
İnsan harika bir yaratıktır. Heyecan, sevgi, korku, şefkat, merhamet gibi enteresan duygularla yoğrulmuştur. Ondaki bu güzel duygulardan biri de ümiddir. İşte hadis-i şerifte ümid duygusuna dikkat çekilmekte, bunun Allah'ın bir rahmeti olduğu üzerinde durulmakta ve bir iki de örnek verilmektedir. Bu duygu birşeyler umarak, hedefleyerek yaşamaktır. İnsan bu ümidle yaşar. Bu duyguyla hayata bağlanır. İşlerine yönelir, şevkle sarılır. İnsanın ümidi olmazsa yıkılır, karamsarlık ve kötümserlik içerisinde boğulup gider. Hayatın tadını alamaz. Çiçek açan bitkilerde bu ümid vardır. Hayvanların koşuşmasında bu duygu vardır. Annenin çocuğunu şefkatle bağrına basması, emzirmesinde de aynı duygu vardır. O şevk ve ümit olmasaydı insan zevkle çalışamaz, istikbale güvenle baka-maz, içinden hiçbir iş yapmak gelmezdi. Eğer Allah, rahmetiyle bu hissi içimize koymasaydı, hayatın tadını, zevkini alamaz, hiçbir işe iştiyakla yönelemez, bıkkın, isteksiz, âdeta ölü hale gelirdik. Böyle bir duyguyu kalbimize yerleştirdiği için Rabbimize hamdolsun.
1411. [2:560, Hadîs No: 2552] İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Yemin, ya bozmayı veya pişmanlığı netice verir.[113]
Bu hadis yemin konusunda dikkatli olmayı nazara verir. Çünkü olur olmaz şeylere yemin etmeyi alışkanlık haline getiren insan güç durumlara düşer. Ba-zan geleceğe yönelik öyle yanlış bir yeminde bulunur ki, bu bir yaptırımı gerektirebilir. Bozsa keffaret ödemek zorunda kalır. Keffaret ödemese günahkâr olur. Ödese pişman olabilir. Aleyhine ise bozmadığı takdirde de pişmanlık duyabilir. Her ikisi de insanın aleyhinedir. Ne yeminini bozup keffaret ödemek zorunda kalmalı ve ne de yapamayacağı birşey için yemin edip de bozamayıp, "Niçin yemin ettim" diye pişmanlık duymalıdır.
1413. [ 2:562, Hadîs No: 2560] Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Kadın erkeğin benzeridir.[115]
Kadın herşeyden önce insan olduğu için erkeğin benzeridir. El, ayak, göz kulak gibi birçok uzuvda ona benzer. Birçok his ve duygu yönüyle de erkekle ortaktır. Sevgide, şefkatte, heyecanda, korkuda, ümidde aynı duyguları paylaşırlar. Hatta kadın erkeğe o kadar yakındır ki, bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerini tamamlarlar. Birbirlerine ünsiyet eder, yakınlık duyar, ısınır; neşe ve kederlerini paylaşır, maddeten ve manen birbirlerine destek olurlar. Tarihin bazı safhalarında kadının horlandığı, insan dahi kabul edilmediği veya birçok haklardan mahrum bırakıldığı düşünülünce, kadına bu bakış açısını getiren İslâm dininin ne kadar makul bir yaklaşım koyduğunu anlamak zor olmaz. Madem ki kadınla erkek böylesine birbirine benzer varlıklardır. O halde kadının da erkek gibi kendine mahsus bir kısım hak ve hürriyetlere sahip olduğunu kabul etmek gerekir.
1414. [2:563, Hadîs No: 2564] Sevbân'dan (r.a.j rivayetle: Ben ümmetim için ancak yoldan saptırıcı liderlerden korkuyorum. Günahları bağışlanan kimseler ancak rahata ermiştir.[116]
1415. [2:564, Hadîs No: 2566] Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor: Ben de ancak bir insanım. Siz bir dâvayı halletmek için" bana gelirsiniz. Bâzınız bâzınızdan delilini daha güzel bir ifâde ile getirebilir. Ben de işittiğime uygun hüküm veririm. Ben kime bir Müslümanın hakkını vermekle hükmetmiş sem, bilsin ki, bu ancak ateşten bir parçadır. Dilerse alsın, dilerse bıraksın.[117]
ir parçadır. Dilerse alsın, dilerse bıraksın.[117]
1416. [2:565, Hadîs No: 2567] Mcıhmud bin Lebld'den rivayetle: Ben ancak bir insanım. Göz yaşarır, kalb ürperir. Fakat biz Rabbi-mizin hoşnut olmadığı birşeyi söylemeyiz. Vallahi ey İbrahim, biz senin vefatından dolayı üzgünüz.[118]
1417. [2:569, Hadîs No: 2577] Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor: İlim ancak kendini zorlamakla öğrenilir. Hilim de ancak gayretle elde edilir. Kim hayrı araştırırsa ona verilir. Kim de serden sakınırsa ondan korunur.[119]
1418. [2:570, Hadîs No: 2580] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Ben sizin babanız yerindeyim. Biriniz tuvalete gittiğinde kıbleye karşı yönelmesin, sırtını da kıbleye dönmesin ve sağ eliyle temizlenmesin.[120]
Peygamberler, ümmetlerinin manen babası yerindedir. Nasıl bir baba çocuğuna öğretilmesi gereken şeyleri öğretmek durumundaysa, peygamberler de, ümmetlerine öğretmeleri gereken herşeyi öğretirler. Peygamberimizin bu hadislerinde öğüdüne böyle bir ifâde ile başlaması çok dikkat çekicidir. Bizlere güzel bir eğitim metodu vermektedir. Genelde insan bir büyüğünün böyle konulardaki öğütlerinden utanır, sıkılganlık hisseder. Bu da verilen öğütten istifade etmesine engel olur. İşte Peygamberimiz bu hadisin baş tarafındaki ifadesiyle bu mahzuru ortadan kaldırmayı ve öğüdünü ondan sonra vermeyi hedeflemiştir. Peygamberimiz, hadisin devamında ümmetine tuvalet adâbıyla ilgili iki hususu ders vermektedir. Bunlar da gerek sırtını, gerekse önünü kıbleye dönmemek ve sağ el ile taharetlenmemektir. Bununla beraber, tuvaletin yapılış şekli kıbleye karşı ise, artık bu bir zarurettir. Kıbleye karşı dönülmüş olmasında bir mahzu.' yoktur. Fakat eğer kişinin satın aldığı evde tuvalet yapılırken bu hususa dikkat edilmemişse, ve ev sahibi bunu değiştirebilecek imkâna sahipse, yönünü değiştirmesi daha iyi olur.
1419. [2:571, Hadîs No: 2581] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Ben ancak bir kulum, kullar gibi yer, kullar gibi içerim.[121]
1420. [2:571, Hadîs No: 2582] Muâviye'den (r.a.) rivayetle: Ben sadece tebliğ ediciyim. Hidâyet veren Allah'tır. Ben sadece taksim edenim, veren Allah'tır.[122]
1421. [2:572, Hadîs No: 2583] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Ben size ihsan edilmiş bir rahmetim.[123]
1422. [2:572, Hadîs No: 2584] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.[124]
1423. [2:573, Hadîs No: 2585] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Ben rahmet olarak gönderildim, azab olarak değil.[125]
1424. [2:573, Hadîs No: 2586] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Siz kolaylaştırıcı olarak gönderilmişsiniz. Zorlaştırıcı olarak gönderilmemişsiniz.[126]
1425. [2:573, Hadîs No: 2587] Hz. Âişe (r.a.) rivayet ediyor: Ben tebliğci olarak gönderildim, zorlaştırıcı olarak değil.[127]
1426. [2:573, Hadîs No: 2588] Abdullah bin Ebî Rebîa'dan (r.a.) rivayetle: Borcun karşılığı teşekkür etmek ve söz verilen vakitte vermektir.[128]
1427. [2:574, Hadîs No: 2590] Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor: İzin isteme, evin içindekilerini izinsiz görmemek içindir[129]
Hadîste isti'zanla ilgili bir adaba dikkat çekilmiştir. İsti'zan, bir başkasının evine veya odasına girerken kişinin izin istemesidir. Araplar Câhiliyye devrinde bir başkasının haremgâhına izinsiz bir şekilde, âdeta baskın yaparcasına girerlerdi. Fıtrata uymayan, çirkin olan her şeyi değiştiren Yüce dinimiz, o devrin bütün çirkinlikleri gibi, bunu da yasakladı, haram kıldı. Hayatın her safhasını tanzim etti, edebin en ince ayrıntılarını öğretti. İşte dinimizden öğrendiğimiz binlerce edepten birisi de başkalarının evine girerken izin isteme nezâketidir. Dinimize göre kapı açık da olsa yabancı birisinin evine girmeden önce izin almak gerekir. İzin almadan içeri girmek haramdır. Bu husus âyet-i kerime ile sabittir. İzin isteme ile ilgili âyetin inmesine sebep olan hadise şudur: Ensardan bir kadın Peygamberimize gelerek, "Ey Allah'ın Resulü, ben bazı zamanlar evimde açık bir halde bulunuyorum ki, o halde iken ne babamın, ne oğlumun hiç kimsenin beni görmesini istemem. Halbuki ben bu halde iken ailemden birisi yanıma çıka gelir. Ben ne yapayım?" diye sordu. Bunun üzerine şu iki âyet nazil oldu:[130] "Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, sahiplerinden izin alıp onlara selâm vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki, güzelce düşünüp öğüt alırsınız. "Orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilmedikçe oraya girmeyin, 'Dönün' denirse geri dönün; bu sizin için daha nezih bir harekettir. Yaptıklarınızı Allah hakkıyla görür.[131]
Bu âyetler nazil olunca, Şama pekçok ticâret seferi yapan Hz. Ebû Bekir Peygamberimize gelerek, "Yâ Resûlallah, Şam yolunda bâzı hanlar ve kervansaraylar var. Buralar kimsenin daimî meskeni olmayıp yol uğraklarıdır. Buralara girmek için de izin almak gerekir mi?" diye sordu. Onun bu suâli üzerine aynı sûrenin bir sonraki âyetiyle bu husus şöyle açıklandı: "Meskûn olmayıp umumun kullanımına açtk binalara girmenizde size bir günah yoktur." İzin istemenin âdaplarını da Peygamberimizden öğreniyoruz. Peygamberimiz Sa'd bin Ubâde'yi (r.a.) ziyarete gitmişti. Geldiğini bildirmek için selâm verdi, fakat içeriden bir cevap alamadı. Tekrar selâm verdi, yine bir cevap duymadı. Üçüncü defa selâm verdi, bu defa da cevap alamayınca döndü. Hz. Sa'd Resûlullahın uzaklaştığını görünce hemen koştu ve "Annem babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Selâmını işitiyor ve cevap veriyordum. Fakat bize verdiğin selâmların sayısını arttırmak için cevabımı size işittirmiyordum. Sonra Peygamberimizi evine davet etti, uzun müddet Resûlullahla sohbet etti.[132] 3u hadîsten izin isteme ile ilgili iki hususu öğreniyoruz. Birincisi, selâm vermek, aynı zamanda iz!n istemektir. Veya önce selâm verip sonra izin istenilmeli-dir. Nitekim bir defasında Sahabîlerden birisi "Girebilir miyim?" demişti. Peygamber Efendimiz de ondan "Selâmü'n-aleyküm, girebilir miyim?" demesini istemişti.[133] Günümüzde kapıyı tıklatmak, öksürmek eksik de olsa bir çeşit izin isteme sayılır. En azından içeridekilerin toparlanmalarına, kendilerine çeki düzen vermelerine sebep olur. Fakat kapıya vurmak veya öksürmek izin verilmek demek değildir. Kapıya vurduktan veya öksürdükten sonra izin verilmeden girilmemelidir. Hadîsten öğrendiğimiz ikinci âdâb, üçüncü defada da izin verilmediğinde dönüp gitmektir. Bir yere girmek için izin isterken, dikkat edilecek ikinci husus, kapının karşısında durmamak, kapı açılır açılmaz, içeriyi gözetlememektir. Bir defasında Peygamber Efendimizi (a.s.m.) ziyarete gelen Ebû Saîd el- Hudrî (r.a.), kapıya karşı durarak izin istemişti. Peygamberimiz (a.s.m.), izin isterken kapıya karşı değil, sağ veya sol tarafa durması gerektiğini ikaz etti.[134] İzahını yaptığımız hadiste de izin istemenin evin içindekileri İzinsiz görmemek için olduğuna dikkat çekmektedir. izin isteme ile ilgili üzerinde duracağımız son bir âdab da içeriden kim o?" diye sorulduğunda izin isteyenin "Ben" diye cevap vermeyip ismini söylemesidir. Hz. Câbir bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor: "Bir defasında Resûlullahı (a.s.m.) ziyarete gitmiştim. Kapıyı çaldım, Resûl-i Ekrem, "Kim o?" diye sordu. "Ben" cevabını verdim. Peygamberimiz (a.s.m.) bu cevabımdan hoşlanmayarak "Ben, ben" diye iğneli bir ifâdeyle beni tenkid etti.[135] Bununla "Ben, ben deme. Câbir de" buyurmuş oluyordu.
. "Ben" cevabını verdim. Peygamberimiz (a.s.m.) bu cevabımdan hoşlanmayarak "Ben, ben" diye iğneli bir ifâdeyle beni tenkid etti.[135] Bununla "Ben, ben deme. Câbir de" buyurmuş oluyordu. İzin istemek sadece yabancılara mahsus bir davranış değildir. Bir ailede çocukların da anne ve babalarının bulundukları odaya girerken izin istemeleri dinimizin âdâblanndandır. Bu konuyla ilgili âyet meâlleriyle konuyu bitirelim: "Ey îman edenler! Köle ve cariyeleriniz ve sizden olup da henüz buluğ çağına ermemiş çocuklarınız, yanınıza girmek için şu üç vakitte sizden izin istesinler: Sabah namazı öncesi, öğle vakti elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazı sonrası, sizin için üç mahrem vakittir. Bu vakitlerin haricinde yanınıza izinsiz girmelerinde ne size, ne de onlara bir günah yoktur; çünkü onlar sizin yanınıza sık sık girmek zorunda kalırlar, siz de birbirinizi sık sık dolaşırsınız. Âyetlerini Allah size böyle açıklıyor. Allah herşeyi hakkıyla bilen, her işi hikmetle yapandır. "Çocuklarınız bulûğ çağına erdiklerinde, kendilerinden önceki büyüklerin izin istemeleri gibi, bu üç vaktin dışında da yanınıza girmek için izin istesinler. Âyetlerini Allah size böyle açıklıyor. Allah herşeyi hakkıyla bilen, her İşi hikmetle yapandır."[136]
1428. [2:574, Hadîs No: 2592] îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Allah'ın iyi kimselere "ebrar" ismini vermesinin sebebi onların babalarına, annelerine ve çocuklarına iyilik yapmaları sebebiyledir. Anne ve babanın senin üzerinde hakkı olduğu gibi, çocuğunun da senin üzerinde hakkı vardır.[137]
Ebrar "iyiler" mânâsına gelir. Hadîste Allah'ın bir kısım kimseleri bu isimle anmasının sebebi açıkça anlatılmaktadır. Böyle kimseler anne, baba ve çocuklarına karşı İyi davranan insanlardır. Çünkü bunlar anne babanın değerini çok iyi bilmektedirler. Allah, onlara "Öf" bile denilmemesini emretmiştir. Onlarda buna uyarlar. Onlara şefkat kanatların! gerer, sevgi ve hürmette kusur etmez, gönüllerini kazanır, hayırlı dualarını alırlar. Onlar evlatlarına karşı da iyi davranırlar. Şefkat ve merhametle eğilirler. Maddî ve manevî tehlikelerden korurlar. Onları terbiyeli, ahlâklı, görgülü yetiştirir; sevgi, saygıyı, insanlığı öğretirler. İyi kimselerin anne, baba ve çocuklarına karşı iyi davrandıklarını söyleyen Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), anne babanın da, çocukların da bir kısım hakları olduğunu bildirmektedir. Anne babanın hakkı evladından sevgi, saygı ve iyilik beklemeleri, yardımlarına koşmalarıdır. Çocuğun da hakkı güzel bir isim verilmesi; dinine, inancına bağlı, ahlâklı, dürüst olarak yetiştirilmesi, bir meslek sahibi olmalarının sağlanması, evlenme çağına geldiğinde evlendirmesidir.
1429. [3:2, Hadîs No: 2596] Enes'den (r.a.) rivayetle: Ramazan ayına bu ismin verilmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.[138]
Ramazan, rahmet ayıdır, mağfiret ve bağışlanma ayıdır. Bu ayda Cenâb-ı Allah mü'min kullarını affeder. Peygamberimizin bir hadislerinde, Ramazan ayının bir önceki Ramazan'dan bu yana işlenen günahlara keffâret olacağı İfâde edilir.[139] Bu hadislerinde de bu ayda tuttukları oruç sayesinde, Allah'ın kullarının günahlarını yakıp yok ettiği için sözü geçen aya Ramazan ismini verdiğini belirtmiştir. Peygamberimiz Ramazan kelimesinin sözlük mânâsından hareketle oruç ayının bu özelliğine dikkat çekmiştir. Nitekim âlimler, başka mânâlarla birlikte bu kelimenin şu mânâya da geldiğini ifâde ederler: Arapçada "ramaz" kelimesi diğer mânâları yanında güneşin hararetinden taşların şiddetli olarak kızması mânâsına da gelir. Ramazan da, bu fiilin mastarı olarak kızgın yerde yalın ayak yürüyerek yanmak demektir. Oruç ayına bu ismin verilmesinin bir sebebi de, Ramazan'ın oruç hararetiyle günahları yakmasıdır.
1430. [3:2, Hadîs No: 2597] Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.nı.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Şaban ayına bu ismin verilmesi sebebi, bol hayırlar onda oruç tutan kimse Cennete girinceye kadar dallanıp budaklandığı içindir.[140]
Hicri ayların 8. ve mübarek üç ayların ikincisi olan Şaban'ın kelime mânâsı, çokça dallanıp budaklanarak büyüyüp gelişen demektir. Şaban ayının bu ismi almasının sebebi, hadiste de ifâde edildiği gibi, bu ayda oruç tutan kimse için hayırlar o kadar bollaşır ki tıpkı bu hayır Cennete girinceye kadar dallanıp budaklanan bir ağacı andırır. Bu ayda oruç tutmanın fazileti ile ilgili daha pekçok hadis vardır. Meselâ bunlardan birkaçının meali şöyledir: "Şaban Benim ayımdır," "Şaban günahları temizleyendir."[141] Bir defasında, "Ya Resûlailah, Ramazan'dan başka fazileti ençok olan oruç ayı hangi aydır?" diye sordular. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) "Ramazan'ı tazim için Şaban'da tutulan oruçtur" cevabını verdi.[142] Server-i Kâinat Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Ramazan'dan sonra en fazla Şaban ayı içerisinde oruç tutarlardı.
1431. [3:3, Hadîs No: 2599] Abdurrahman bin Ezher'den (r.a.) rivayetle: Ateşli hastalığa yakalanıp titrediğinde mü'minin durumu ateşe girip kiri, pası giden, geriye tertemiz olarak kalan demirin durumu gibidir.[143]
1432. [3:3, Hadîs No: 26001 tbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Kur'ân'ı ezberleyenin durumu, bağlı deve sahibinin durumu gibidir. Eğer ona göz kulak olursa, onu yerinde durdurmuş olur. İpini çözerse gider.[144]
1433. [3:4, Hadîs No: 2601] Ebû Mûsâ el-Eş'arî (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Dindar ve güzel ahlâklı bir sohbet arkadaşının durumu ile kötü bir sohbet arkadaşının durumu, misk taşıyanla körük çeken adamın durumu gibidir. Miski taşıyan ya sana hediye eder ya ondan satın alırsın veya onun güzel kokusundan istifade edersin. Körük çeken ise ya elbisem yakar veya ondan üzerine pis bir koku siner.[145]
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bu hadislerinde iyi ve kötü arkadaşın özelliklerini bize veciz bir şekilde anlatmaktadır. Dindar ve güzel ahlâklı kimse örnek bir kimsedir. Arkadaşına daima iyi şeyler telkin eder, iyi yola sevkeder, dünya ve âhiret saadetinin yollarını gösterir. Kısaca iyi arkadaşa takılan, sonunda bir oh çeker. Kötü arkadaşa gelince, o da körükçüye benzetilmektedir. Nasıl körükçünün yanında kalanın üzerine pis kokular siniyor veya sıçrayan bir kıvflcımla elbisesi dahi tutuşabiliyorsa, kötü arkadaş da insanın maddî ve manevî hayatı için bir tehlike unsuru olur. Atalarımız, "Üzüm üzüme baka baka kararır" diyerek kişinin beraber olduğu kimselerden bir kısım özellikler, huylar kapacağını bildirmişlerdir. İyi arkadaştan iyi şeyler öğrenen kimse, kötü arkadaştan da kötü şeyler kapar. Kötü arkadaş, âdeta bulaşıcı hastalık taşıyan mikrobu andırır. Ona kötü şeyler bulaştırır. Ahlâkını, hatta inancını dahi bozabilir. Sefahete, dalâlete atar. Meyhanelere, sefalethalere, kumarhanelere iter. Dünya hayatını zindana çevirmekle kalmaz, âhiret hayatını da mahveder. Cehenneme sürükler. Arkadaşları sebebiyle Cehenneme yuvarlanan insanların pişmanlık dolu ifadeleri Kur'ân'da anlatılır: "Keşke," denilir, 'lalanı arkadaş edinmeseydim. O beni hak yoldan saptırdı, Allah yolundan alıkoydu, günahlara götürdü."[146]
1434. [3:4, Hadîs No: 2604] ibniAmr (r.a.) rivayet ediyor: Sizden önceki ümmetler ancak kendilerine gönderilen kitap hakkında ayrılığa düştükleri için helak oldular.[147]
1435. [3:5, Hadîs No: 2606] tbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: îki önemli şey vardır: söz ve yol. En güzel söz, Allah'ın kelâmıdır. En güzel yol Muhammed'in yoludur. Dinde sonradan uydurulan şeylerden sakının. İşlerin en kötüsü dinde olmayıp da sonradan uydurulan şeylerdir. Her uydurulan şey bid'a, her bid'a ise sapıklıktır. Dikkat ediniz! Emel ve arzularınız uzayıp da kalbleriniz katılaşmasın. Dikkat ediniz! Gelmesi kesin olan herşey yakındır. Uzak olan sadece gelmeyecek olandır. Dikkat ediniz! Kötü kimse daha annesinin karnında iken belirle-nirfilerde iradesiyle kötülüğe gideceğini Allah sonsuz ilmiyle bilip öyle yazar.] Bahtiyar kimse başkasından ibret alandır. Dikkat ediniz! Mü'mini öldürmek kafirlerin, mü'mine sövmek fâ-sıkların vasfıdır. Bir mü'minin kardeşini üç günden fazla konuşmayarak terketmesi helâl değildir. Dikkat ediniz! Yalandan sakının. Çünkü ciddi de olsa, şaka yollu da olsa yalan söylemek caiz değildir. Kişi küçük çocuğuna söz verip de sonra onu yerine getirmemezlik etmesin. Çünkü yalan kötülüğe, kötülük de Cehenneme götürür. Doğruluk ise iyiliğe, iyilik de Cennete götürür. Doğru söyleyen kimseye "Doğru söyledi, hayır işledi" denir. Yalancı için de. "Yalan söyledi, günahkâr oldu" denir. Dikkat ediniz! Kul yalan söyleye söyleye nihayet Allah katında yalancı olarak yazılır.[148]
1436. [3:7, Hadîs No: 2607] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: İnsanlar niyetlerine göre diriltilecek ve hesaba çekileceklerdir.[149]
1437. [3:7, Hadîs No: 2609] îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Allah, insanoğluna ancak korktuğu kimseleri musallat eder. Eğer insanoğlu Allah'tan başkasından korkmazsa hiç kimseyi ona musallat etmez, insanoğlu, ümit bağladığı kimseye havale edilir. Eğer Allah'tan başkasına ümit bağlamazsa, Allah da onun işini kendi üzerine alır, başkasına havale etmez.[150]
1438. [3:7, Hadîs No: 2610] îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Cennete ancak onu ümit edenler girer, Cehennemden de ancak ondan korkanlar uzaklaştırılır. Allah ancak merhamet edenlere merhamet eder.[151]
1439. [3:10, Hadîs No: 2618] Hz. Ömer'den (r.a.) rivayetle: Dünyada, ancak âhiretten nasibi olmayan kimse ipek giyer.[152]
Hadîste her ne kadar umumî bir ifâde kullanılmışsa da, yasaklama sadece erkekler içindir. İpek giymek kadınlar için helâldir. Nitekim Hz. Ali'nin rivayet ettiği bir hadislerinde Peygamberimiz sol eline ipek kumaş, sağ eline bir parça altın alıp bunları yukarı kaldırarak, "Şu iki şey ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helâldir" buyurmuşlardır.[153] İzahını yaptığımız hadiste ipek giyen kimsenin âhiretten nasibi olmayacağının ifâde edilmesi, haramlığını inkâr eden veya Peygamberimizin yasağını hafife alan kimseler içindir. Dünyada Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak ipek giymeyen kimselerin âhi-rette Cennete lâyık ipekler giyeceklerini de burada hatırlatalım.
1440. [3:11, Hadîs No: 2620] Sa'd bin Ebî Vakkas (r.a.) rivayet ediyor: Allah bu ümmete ancak zayıfların duaları, namazları ve ihlâsları sayesinde yardım ediyor.[154]
1441. [3:11, Hadîs No: 2621] el-Eğizze 'l-Müzenî 'den rivayetle: Şüphesiz ben günde yüz defa Rabbimden bağışlanmamı dilerim.[155]
1442. [3:12, Hadîs No: 2622] Ebû Hüreyre rivayet ediyor: Şüphesiz Allah kendisinden birşey istemeyene gazab eder.[156]
1443. [3:12, Hadîs No: 2624] Hz. Âişe'den (r.a.) rivayetle: Ben cinnî ve insî şeytanları Hz. Ömer'den kaçarken görüyorum.[157]
1444. [3:13, Hadîs No: 2627] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Şüphesiz ben lanet edici olarak değil, ancak rahmet olarak gönderildim.[158]
1445. [3:13, Hadîs No: 2628] îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Şüphesiz ben şaka yaparım, fakat şaka yaparken doğru olandan başkasını söylemem.[159]
İnsan her zaman ciddî olamaz. Bâzı zamanlar şaka da yapmalıdır. Çünkü yüce Allah, insanın fıtratına gülmeyi, eğlenmeyi de koymuştur. Fakat şaka yapmak demek, gayr-i meşru, yalan yanlış şeyler yapmak ve söylemek demek değildir, işte insanlığa örnek olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, bu hususta da ümmetine en güzel ölçüyü veriyor. Sözle şaka yaparken dahi doğruyu söylediğini ifâde ederek, ümmetinden de böyle olmalarını istiyor. Şu iki hadise Peygamberimizin şakasına güzei bir örnektir: Dadısı Ümmü Eymen (r.a.) birgün Peygamberimizin huzuruna geldi ve "Bana bir binek temin ediniz" diye ricada bulundu. Peygamberimiz "Sana binek olarak bir deve yavrusu vereceğim" buyurdu. Ümmü Eymen, Resûlullahın ifâdesin-deki inceliği anlayamadı. "Ey Allah'ın Resulü, yavrunun beni taşımaya gücü yetmez. Hem ben deve yavrusu istemiyorum ki" dedi. Peygamberimiz sözünü tekrarladı. "Seni ancak bir devenin yavrusuna bindireceğim" buyurdu.[160] Evet, Peygamberimiz şaka yaparken dahi hakikati söylüyordu. Her deve, bir başka deveden doğması hasebiyle "deve yavrusu" değil miydi? Bir defasında da yaşiı bir kadın Peygamberimize gelerek "Duâ et de Cennete gireyim" ricasında bulunmuştu. Peygamberimiz, 'Yaşlı kadınlar Cennete girmeyecek" buyurdu. Kadın üzüldü, ağlamaya başladı. Peygamberimiz "Yaşlı kadınlar yaşlı olarak Cennete girmeyecekler" buyurarak onu teselli etti[161]
1446. [3:14, Hadîs No: 2631] Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor: Şüphesiz, ben sizin için yerime iki şey bırakıyorum. Allah'ın kitabı ki, gök ve yer arasında uzatılmış bir iptir. Ve ailem olan Ehl-i Beytim. Bu ikisi Kevser Havuzunun başına varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar.[162]
1448. [3:17, Hadîs No: 2637] Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor: Şüphesiz, ben insanların kalbini yarıp bakmakla ve göğüslerini açmakla emrolunmadım.[164]
1449. [3:17, Hadîs No: 2640] Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Şüphesiz, ben namaza dururum, namazı uzatmak isterken bir çocuğun ağladığını işitip annesinin bundan duyduğu şiddetli üzüntüyü bildiğimden namazımı kısa keserim.[165]
1450. [3:18, Hadîs No: 2642] Nu'man bin Beşir (r.a.) rivayet ediyor: Ben zulme şahitlik yapmam.[166]
Bu hadîsin baş tarafı vardır. Müslirrtöe geçtiği şekliyle hadîsin tamamı şöyledir: Amre binti Revâha, Beşir'den malının bir kısmını kendisinden doğan oğluna bağışlamasını istedi. Beşir, bu kadının isteğini bir sene geciktirdi. Bir sene sonra, kadının isteğini yerine getirmeye karar verdi. Kadın, "Oğluma yaptığın bu hibeye Resûiullah şahitlik etmedikçe buna inanmam" dedi. Bunun Üzerine Beşir, oğlu Nu'man'ın elinden tutarak Resûlullaha gitti. "Bu çocuğun annesi, oğluna yaptığım bir bağış için sent şahit göstermemi çok arzu ediyor" dedi. Peygamberimiz, "Ey Beşir, senin bundan başka çocuğun var mı?" diye sordu. Beşir, "Evet, var" cevabını verdi. Resûiullah (a.s.m.), "Onların her birine bu çocuğa yaptığın gibi birşeyler bağışladın mı?" diye sordu. Beşir, "Hayır, bağışlamadım" dedi. Bunun üzerine adalet güneşi Resûiullah (a.s.m.} şöyle buyurdu: "Öyle ise beni bu işe şahit tutma. Çünkü ben bir adaletsizliğe şahitlik etmem."[167] Bu hadis, mü'mine, çocukları arasında âdil davranmayı emretmektedir. Başka bir hadislerinde Peygamberimiz öpmeye varıncaya kadar çocuklar arasında adaletli davranmayı tavsiye eder. Çocuklar arasında adaletli davranmak çok mühimdir. Aksi durum çocukların anne ve babalarına karşı çıkmalarına, onlara karşı vazifelerini ihmal etmelerine sebep olur. Cemiyet hayatında bu Peygamber ölçüsünü nazara almamanın menfi tesirlerini görüyoruz. Bu hadisten alınacak bir başka ders de, bir mü'minin, hakkın ortaya çıkması hususunda göstereceği tavra ışık tutmasıdır.
1451. [3:18, Hadîs No: 2643] îbni Nâfi'den (r.a.) rivayetle: Ben âdilim. Ancak adaletle şahitlik ederim.[168]
1452. [3:19, Hadîs No: 2645] Câbir bin Semûre (r.a.) rivayet ediyor: Şüphesiz, ben Mekke'de bir taş tanıyorum ki, bana peygamberlik verilmeden önce bana selâm veriyordu.[169]
1454. [3:20, Hadîs No: 2650] Hüseyin bin Dahdah rivayet ediyor: Ben akrabalık bağlarım kesmek için gönderilmedim.[171]
Akrabalık haklarını gözetmek, yüce dinimizin emirlerindendir. Bununla ilgili pekçok âyet ve hadis vardır. Meselâ bu âyetlerden birisi şu mealdedir: "Allah adaleti, iyilik yapmayı ve iyi kullukta bulunmayı, akrabaya ikram etmeyi emreder; fuhşiyatı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar."[172] Akrabaltk hakları ile ilgili bir hadis de şu mealdedir: "Rahim [akrabalık] kelimesi, Allah'ın Rahman isminden gelir. Allah da, 'Kim akraba haklarını yerine getirirse, Ben de o kimseye iyilik ve lütufla davranırım. Kim bunu yapmazsa, Ben de ona iyilik ve lütufta bulunmam' buyurmuştur."[173] İşte Peygamberimiz, İzahını yaptığımız hadislerinde de kendisinin akrabalık bağlarını kesmek için gönderilmediğine dikkat çekmektedir. Bu hadisin söylenmesine sebep kısaca şuydu: Ebû Talha isimli genç Müslüman olmuştu. Peygamberimiz onun teslimiyetini ölçmek için gidip babasını öldürüp öldürmeyeceğini sordu. Genç hemen ayağa kalktı, bu emri yerine getirmek için evlerinin yolunu tuttu. Peygamberimiz onun bu itaatinden dolayı memnun olmuştu. Çağırdı ve "Ben, akrabalık bağını kesmek için gönderilmedim" buyurdu.
1455. [3:20, Hadîs No: 2651] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Ben şu iki zayıfın hakkını yemeyi size haram kılıyorum: yetim ve kadın.[174]
1456. [3:21, Hadîs No: 2652] Abdurrahman bin Semüre Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Ben akşam rüyada hayret verici birşey gördüm. Ümmetimden bir adam gördüm ki, azap melekleri etrafını sarmıştı. O anda almış olduğu abdest geldi ve onu kurtardı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, kendisi için kabir azabı hazırlanmıştı. Namazı geldi ve onu kurtardı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, şeytanlar etrafını kuşatmıştı. Yaptığı zikirler geldi ve onu onlardan kurtardı.
rdı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, susuzluktan dili dışarıya sarkmış soluyordu. Tuttuğu Ramazan orucu geldi ve ona su ikram etti. Ümmetimden bir adam gördüm ki, önü karanlık, arkası karanlık, sağı karanlık, solu karanlık, üstü karanlık, altı karanlıktı. Yaptığı hac ve umresi geldi, onu bu karanlıklardan çıkardı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, ölüm meleği ruhunu almak için gelmişti. Anne ve babasına yaptığı iyilikler geldi, meleğin o anda ruhunu almasına mani oldu. Ümmetimden bir adam gördüm ki, mü'minlerle konuştuğu halde, onlar kendisiyle konuşmuyorlardı. Akrabalarıyla olan iyi ilişkileri geldi ve onlara hitaben "Bu akrabalarına iyilik ederdi" dedi. Bunun üzerine onlar da o zâtla konuştular. O da onlara karıştı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, peygamberler halka halka olmuşlardı. Hangi halkanın yanma varsa kovuluyordu. O anda cünüp-lükten gusletmesi geldi, ellerinden tutarak yanıma oturttu. Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennemin hararetini elleriyle yüzünden uzaklaştırmaya çalışıyordu. O anda verdiği sadakalar geldi, üzerine gölge, yüzüne karşı perde oldu. Ümmetimden bir adam gördüm ki, azap zebanileri yanma gelmişti. O anda iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırması geldi ve onu bu halden kurtardı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennem uçurumundan düşmüştü. Dünyada iken Allah korkusundan döktüğü göz yaşlan geldi ve onu ateşten kurtardı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, amel defteri sol tarafından verilmişti. Allah korkusu geldi ve amel defterini alıp sağ eline verdi. Ümmetimden bir adam gördüm ki, terazisinin iyilik kefesi hafif gelmişti. Küçük yaşta ölen çocukları geldi ve terazisini ağırlaştırdı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennemin tam kıyısında bekliyordu. Allah korkusundan kalbinin ürpermesi geldi, onu bu halden kurtardı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, yaş hurma dalının sallanması gibi titriyordu. Allah'a olan hüsn-ü zannı geldi ve titremesini dindirdi. Ümmetimden bir adam gördüm ki, Sırat Köprüsünde sürünerek ve emekliyerek yol almaya çalışıyordu. Bana getirdiği salavatlar geldi, elinden tutarak ayağa kaldırdı. Böylece Sıratı geçti. Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cennet kapılarına kadar geldi, fakat kapılar yüzüne kapandı. Getirdiği kelime-i şehadetler geldi, elinden tutarak Cennete girdirdi.[175]
1457. [3:27, Hadîs No: 26563 Âişe'den (r.a.) rivayetle: Âhirette bana kavuşmak istiyorsan dünyadan bir atlı yolcuya yetecek kadar azıkla yetin. Zenginlerle oturup kalkmaktan sakın. Yamamadıkça bir elbiseyi eski diye bırakma.[176]
Resûf-ü Ekrem (a.s.m.) her ne kadar bu hadisi Hz. Ayşe'ye bir öğüt olarak söylüyorsa da bundan her Müslümanin alacağı çok dersler vardır. Hadisi iyi anlayabilmek için önce atlı yolcuya yetecek kadar rızık tabiri üzerinde durmak gerekir. Atlı yolcu nasıl atında taşıyabileceği kadar rızıkla yola çıkıyor, kendisini geri bırakacak, ayak bağı olabilecek fazlalıklara mümkün olduğunca yer vermiyorsa, âhiret yolculuğunda kendini bir atlı yolcu gibi gören kimse de öncelikle kendine yetecek kadar nzrk peşinde olmalıdır. Hayat yolculuğunda gerekli olan rızkı elde etmek, e! âleme muhtaç olmayacak derecede birşeyler kazanmak şarttır. Fazlasına ise âhirete tasarruf noktasında bakılmalı; hayra, iyiliğe kullanılabilecekse o ölçüde itibar etmelidir. Eğer o kazandıklarımız ebedî saadetimize ayak bağı oluyorsa o faydalı değil, zararlıdır. Eğer kazandıklarımız bizi âhirette kurtarabilecek cinsten değilse yine zararlıdır. Bu gerçeği Bediüzzaman Hazretleri ne kadar veciz anlatır: "Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fanî dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme." Şunu da hemen belirtmek gerekir ki, bu hadise dayanarak "Dünyaya çalışmayacaksın. El etek çekeceksin, terkedeceksin" şeklinde bir anlayışa da kapılmamak gerekir. İnsan çalışıp çabalayacak, az veya çok kazanacak. Az kazandığında şikâyete, isyana girmeyecek. Çok kazandığında da yukardaki ölçü içerisinde davranacaktır. Bu hadisin aynı zamanda fedâkârlığıda en üst sınırını çizdiğini görüyoruz. Bu dünya için çalışılmayacak, kazanılmayacak, mal mülk edinilmeyecek demek değil, aksine çokça çalışılıp kazanılıp fazlası Allah yolunda sarfedilecek demektir. Eğer zengin imkânlarına rağmen, bu hadisin çizdiği çerçeve içerisinde kendini bir kısım aşırı zevk ve lezzetlerden uzak tutabiliyor, imkânlarıyla îmana, Kur'ân'a hizmet edebiliyor, zekât ve sadaka konusunda hassasiyet gösterebiliyorsa, o da Peygamberimize kavuşur. Asr-ı Saadette servetini, imkânlarını hakkın hizmetine sunan nice Sahabî, buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Böyle zenginlerde elbeiteki Resûlullaha kavuşacaklardır. Hadiste ayrıca zenginlerle oturup kalkmaktan sakındırma vardır. Çünkü onlar seviyesinde imkânları olmayan kişi onların yanında ezilip büzülebilir, minnet altında kalıp aşağılık duygusuna kapılabilir, kuf köle olabilir. Veya kıskançlık duygusuna girebilir. Veyahut onlara ayak uydurabilmek için imkânlarını aşarak lüks ve israfa kaçabilir. Bunu karşılamak için de ya büyük sıkıntılar içinde kalır, ya da gayr-i meşru kazanç yollarına tevessül eder. Her ikisinin de sonu pişmanlık ve hüsrandır. Zenginlerle içli dışlı olan kimseleri daha başka tehlikeler de bekler. Eğer zengin, manevî noktada zayıf biriyse, onunla oturup kalkan kişi ahlâkî bakımdan da çok şeyler kaybedebilir. Bütün bütün dünyaya dalıp âhiretini unutabilir. Ondan elde ettiği maddî kazançlar yanında kaybettikleri kat kat fazla olur. Kısacası manen fakir olan zenginlerle düşüp kalkmanın birçok zararları vardır. Hadiste "Yamamadıkça bir elbiseyi eski diye bırakmama" tavsiyesi yapılmaktadır. Bu tavsiyede dünyaya değer vermemeye, nefsi söndürmeye, tevazu-ya teşvik vardır. Yamalı elbise, insanın gurur ve kibirini kırar. Sonra Müslümanların büyük çoğunluğu o zaman açtı, fakirdi. Herkesin yamalı elbise giydiği bir zamanda yeni elbiselerle gezmek başkalarının duygularını tırmalar; rahatsızlıklarına sebep olur. Onlarla yakın bir bağ kurmak güçleşir. Gerçi bazı Sahabîlerin güzel ve yeni elbiseler giyebilecek imkânları vardı. Ancak halktan biriymiş gibi yaşıyorlar, farklı bir yaşayış içerisine girmiyorlardı.
Bu ve benzeri hadis-i şerifler, Sahabîler üzerinde ânında mâkes buluyordu. Meselâ Hz. Ömer'in elbisesinde nerdeyse yama yapılmamış yer yoktu. Yine bizzat bu hadise muhatap olan Hz. Âişe bir gün elbisesini yamarken Kusayr bin Ubeyd gelmiş, görüşmek istemiş, Ayşe validemiz de, "Şimdi biraz bekle, elbisemi dikeyim de öyle konuşuruz" demişti. Kuseyr, "Ey mü'minlerin annesi! Şimdi çıkıp senin bu hareketini halka söylesem sana cimri diyecekler" deyince Hz. Ayşe şu cevabı verdi: "Oğlum akıllı ol! Eskimiş elbiseleri giymeyen kimse yeni elbiseyi giymeye hak kazanamaz."[177] Bugün belki gelişen şartlar içerisinde yamalı elbise yadırganabilir. Bu konuda örfe uyma tercih edilmeli, eğer örfte yamalı elbise yadırganmıyorsa yamalı dahi giyilebilmelidir. Günümüzde halkın ekseriyeti yamalı elbise giymemektedir. Ancak modası geçti diye israfa kaçacak derecede lüks harcamalara, giyim kuşam edinmeye de girilmemelidir. Elbise eskimeden üst üste yığma, yıllarca sandıkta elbise saklama gibi bir yol seçilmemelidir.
1458. [3:28, Hadîs No: 2657] Abdurrahman bin Ebî Kurad rivayet ediyor: Ben Allah ve Resulünün sizi sevmesini istiyorum. Öyle ise siz de size emânet edileni sahibine veriniz, konuştuğunuz zaman doğru söyleyiniz. Komşularınıza karşı güzel davranınız.[178]
1459. [3:28, Hadîs No: 26581 Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Ben senin kalbinin yumuşak olmasını istiyorum. Öyle ise yoksula yedir ve yetimin başını okşa.[179]
1460. [3:28, Hadîs No: 2659] Ebû'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor: Elinizden geldiğince çok istiğfar edin. Çünkü Allah katında kurtuluşunuza bundan daha iyi vesîle olacak ve Allah'ın bundan daha çok sevdiği birşey yoktur.[180]
1461. [3:29, Hadîs No: 2664] Mersed el-Ganavî'den rivayetle: Eğer namazınızın kabul edilmesini istiyorsanız, âlimleriniz size imam olsun. Çünkü onlar sizinle Rabbiniz arasında ely-ılerinizdir.[181]
1462. [3:29, Hadîs No: 2665] Muâz bin Cebel (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Arzu ederseniz Allah'ın Kıyamet günü mü'minlere ilk söyleyeceği söz ile mü'minlerin Allah'a ilk söyleyeceği sözü size haber vereyim. Allah mü'minlere, "Bana kavuşmayı arzu eder miydiniz?" buyurur. Onlar, "Evet, ey Rabbimiz" diye cevap verirler. Allah, "Niçin?" diye 3orar. Onlar, "Affını ve bağışlamanı ümit ederdik" derler. Allah "Ben af ve bağışlamamı size vacip kıldım" buyurur.[182]
1463. [3:30, Hadîs No: 2666] Avf bin Mâlik'den rivayetle: Arzu ederseniz size idareciliğin ne olduğunu haber vereyim. Başlangıcı kınanma, ortası pişmanlık, sonu ise Kıyamet Gününün azabıdır. Ancak adaletli davrananlar bunun dışındadır.[183]
1464. [3:30, Hadîs No: 2668] Enes rivayet ediyor: Birinizin elinde bir fidan olduğu sırada Kıyamet kopacak olsa, onu dikmeye gücü yeterse diksin.[184]
1465. [3:31, Hadîs No: 2669] Ka'b binAcre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Kişi küçük çocuklanmn rızkını temin için çalışmaya çıkarsa, Allah yolundadır. Yaşlı anne ve babasının bakımı için çıkarsa, Allah yolundadır. Nefsini harama karşı korumak için çıkarsa, Allah yolundadır. Yok eğer gösteriş ve başkalarına karşı öğünmek için çalışmaya çıkarsa şeytan yolundadır.[185]
1466. [3:34, Hadîs No: 2676] Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor: Eğer nafile oruç tutacak olursan ayın on üçü, on dördü ve on beşinde tutmaya bak.[186]
1468. [3:35, Hadîs No: 2678] Âişe (r.a.) rivayet ediyor: Eğer bir günah işlemişsen Allah'tan bağışlanmam dile ve Ona tev-be et. Şüphesiz günahtan tevbe, kalbin pişmanlığı ve dilin Allah'tan bağışlanma dilemesidir.[188]
1469. [3:38, Hadîs No: 2683] Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor: Ben peygamberim, bunda hiçbir yalan yok. Ben Abdulmuttalib'in oğluyum.[189]
1470. [3:39, Hadîs No: 2686] Amr bin Cebele'nin kölesinden rivayetle: Ben ümmî, doğru ve tertemiz peygamberim. Bütün esef ve yazıklar beni yalanlayan ve benden yüz çevirene olsun. Hayır, beni barındıran, bana yardım eden, sözümü tasdik eden ve benimle beraber cihat eden kimselere olsun.[190]
1471. [3:40, Hadîs No: 2689] Encs (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: insanlar dırıltılecekleri zaman en evvel ben kabrimden çıkacağım. Rablenmn huzuruna geldiklerinde sözcüleri ben olacağım. Ümitlerini kestiklerinde müjdeleri ben olacağım. O gün hamd sancağı benim elimde olacaktır. Ben Rabbim katında Ademoğullarmm en değerlisi-yım. Bunları övünmek için söylemiyorum.[191]
1472. [3:42, Hadîs No: 2693] Ebû Said'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uy ur muşlar dır: Ben Kıyamet Günü Ademoğull arının efendisiyim. Bunda hiçbir övünme yok. Hamd Sancağı elimde olacaktır. Bunda hiçbir övünme yok. Ne Adem, ne de onun dışındaki hiçbir peygamber yoktur ki, sancağımın altında olmasın. îlk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul edilecek olan benim. Bunda da hiçbir övünme yok.[192]
1473. [3:43, Hadîs No: 2695] Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Ben Araplardan, Süheyb Rumlardan, Selman İranlılardan, Bilâl Habeşlilerden ilk Müslüman olanlarız.[193]
1474. [3:44, Hadîs No: 2698] Enes'den (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir: Cennet kapısını ilk defa ben çalacağım. Kulaklar, o kapı halkalarının kanatlara değerken çıkardığı sesten daha güzel bir ses duymamıştır.[194]
1475. [3:46, Hadîs No: 2703] Übâde bin Sâmit Resûlullahın (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Ben Hz. ibrahim'in duâsıyım. Beni en son müjdeleyen Hz. isa'dır.[195]
1476. [3:46, Hadîs No: 2705] îbni Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Ben ilmin şehriyim. Ali ise ilmin kapısıdır. Kim ilim öğrenmeV istiyorsa ilmin kapısına gelsin.[196]
1477. [3:47, Hadis No: 2706] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Peygamberler, baba bir kardeştirler; anaları ayrı, dinleri birdir.[197]
1478. [3:49, Hadis No: 2710] Sehl bin Sa'd (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Ben ve yetimin bakımını üzerine alan kişi Cennette [şehadet ve orta parmağını bitiştirerek] şu iki parmak gibiyiz.[198]
1479. [3:49, Hadis No: 2712] Câbir (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Sen de, malın da babanınsınız.[199]
Bu hadîsin tamamı, ibni Mâce'öe geçtiği şekliyle şöyledir: Bir defasında Sahabîlerden birisi Peygamberimize gelerek, "Ey Allah'ın Resulü, babam malımın hepsini yiyip bitirdi" diye şikâyette bulundu. Peygamberimiz ona, "Sen babanın kazancısın, senin matın da ona helâldir" buyurdu. Sonra sözlerine şöyle devam etti: "Şüphe yok ki, evlâdınız sizin en helâl kazancınızdandır. Bunun için onların kazancından yiyiniz."[200]
z."[200] Evlâdın, babanın kazancı olması, mecazidir. Ondan bir parça olduğunu ifâde eder. Şevkânî'ye göre, bu hadis, babanın çocuğun malına ortak olduğuna işaret eder. Böyle olunca bir baba evladının malını ondan izin almadan da yiyebilir. Kendi malından tasarruf ettiği gibi, ondan da tasarruf edebilir. Fakat israf edemez ve gayr-i meşru yollara harcayamaz. Âlimlerin ekseriyetine göre, zengin olan çocuğun fakir olan anne ve babasına bakması farzdır. İmam Şafiî'ye göre ise, baba fakir ve çalışamaz durumda oiursa, nafakası oğlu üzerine farz olur. Şayet babanın malı varsa veya çalışabilecek kadar sıh-hatliyse, geçimi oğlunun üzerine farz değildir. Ibnü'l-Hümam da, "Evladınız sizin kazancınızdır" ifâdesini izah ederken, bunun "Çocuğun malı babasının malıdır" şeklinde anlaşılmaması gerektiğine dikkat çeker. Delil olarak da, kişi öldüğünde eğer çocukları varsa, malının altıda birisinin babasına miras olarak geçtiğini, eğer çocuğun malının mülkiyet hakkı babanın olsaydı kişi vefat ettiğinde malının tamamının babasına verilmesinin gerekeceğine dikkat çekmiştir. Bu hadisle İlgili Hattâbî'nin görüşleri ise şöyledir: "Adamın maksadı şu olabilir: 'Benim malım az, çocuğum da var. Böyle iken babam benden nafaka istiyor. Eğer babamın istediği nafakayı verirsem, malım tükenir.' "Resûlullah {a.s.m.) onun mazeretini kabul etmeyerek, 'Sen babanın kazancısın, malın da ona helâldir' buyurmuştur. Resülullahın bu sözünün mânâsı şudur: 'Baban kendi malı gibi senin malından da ihtiyacı nisbetinde alır. Senin malın olmadığında çalışarak mal kazanabilirsen, çalışıp babanın nafakasını ödemen vaciptir. "Bu hadiste babanın bir ihtiyacı yok iken ve nafakadan ayrı olarak evlâdının malını elinden alıp, dilediği gibi kullanma mânâsı kastedilmemiştir. Bu hadisten, evlâdının malını nafakadan başka şeylere harcayıp tüketme ve yok etme mânâsını çıkarıp, bu şekilde hüküm vermiş bir İlim adamını da bilmiyorum." Buna göre evlâdın işi ve evi her ne kadar ayrı olsa da, ihtiyaç durumunda annesinin ve babasının geçimini temin etmekle vazifelidir. Anne ve baba, zengin olan evladının malından geçimini temin edecek kadar alabilir. Fakat evladın malının mülkiyeti kendisine aittir. Babası onu israf edemez, sefahette de kullanamaz. Burada şu hususu da belirtelim: Eğer baba ile oğul aynı işte çalışıyorlarsa, aralarında bir ortaklık da yoksa, kazanılan servet babanındır. Çünkü örfe göre oğul babasının yardımcısı durumundadır, bu durumda evlâdın büyük veya küçük olması hükmü değiştirmez. Şayet evli ve çoluk çocuk sahibiyse, bana onun ve çocuklarının geçimini temin edebilecek miktarda bir ücret vermelidir.
k miktarda bir ücret vermelidir. Baba ile oğul, şayet bir ortaklık akdi çerçevesinde çalışıyorlarsa, kazancı bu akde göre aralarında paylaşırlar.
1480. [3:51, Hadis No: 2716] Râşid bin Sa'd'dan rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Ramazan ajanda ailenize yaptığınız harcamayı arttırm. Çünkü Ramazan'da yapılan harcama Allah yolunda yapılan harcama gibidir.[201]
1481. [3:52, Hadis No: 2718] îbniAbbas (r.a.) rivayet ediyor: Musibet ve sıkıntının geçmesini sabırla beklemek ibâdettir.[202]
1482. [3:52, Hadis No: 2721] İbni Mes'üd (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir: imanın son sınırı haramdan titizlikle sakınmaktır. Kim Allah'ın verdiği rızka kanaat ederse Cennete girer. Kim de ciddî olarak Cenneti isterse Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmaz.[203]
1483. [3:53, Hadîs No: 27221 Ebû Miısâ (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Allah ümmetim için bana iki güvence indirdi: Biri "Sen içlerinde olduğun halde Allah onlara azap edecek değildir." Diğeri, "Onlar Allah'tan bağışlama diledikleri halde Allah onlara azap verecek değildir" [204] cümleleridir. Ben vefat,edince aralarında Kıyamete kadar ikinci güvence olan istiğfarı bıraktım.[205]
1484. [3:53, Hadîs No: 2723] Katâde bin Nu'man'dan (r.a.) rivayetle Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Allah Cebrail'i, bana gönderdiği suretlerin en güzelinde indirdi. Cebrail şöyle dedi: "Ey Muhammed, yüce Allah sana selâm söylüyor ve şöyle buyuruyor: "Ben dünyaya dostlarım için acı, bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahyettim. Tâ ki, Bana kavuşmayı özlesinler. Ben dünyayı dostlarım için bir zindan, düşmanlarım için de bir Cennet olarak yarattım.[206]
Dilimizde dolaşan güze! bir söz vardır: "Dünyada rahatlık yoktur" diye. Çünkü dünya hayatı acılarla, üzüntülerle, sıkıntılarla doludur. Bilhassa mü'minin başından belâlar eksik olmaz. Bunun sebebi mü'minin manen olgunlaşıp Cennete lâyık hale gelmesidir. Cenab-ı Hak sevgili kullarına çeşitli musibetler verir; onları sabra, tahammüle davet ederek manen yükselmelerini sağlar. Bu konuda Lem'alaföa şöyle denilir: "Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffî eder, kemâl bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder [olgunlaşır], vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak [monoton] istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz [sırf hayır] olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan [bütün bütün şer olan] ademe yakındır ve ona gider."[207] Sabır ve tahammül gösterildiğinde mü'min kullarının günahlarını silen, onla ra manevî makam ve mertebeler ihsan eden Cenab-ı Hak, işte böyle dünya hayatını belâ ve felaketlerle donatmıştır. Çile ve ıztırap eksik olmaz insanın hayatında. Bazan dünya yıkılacak olur. insan o kadar daralır, bunalır ki nerdeyse çıldıracak dereceye gelir. Ama mü'min bütün bu hallerde huzurundan pek bir-şey kaybetmez. Çünkü o zahmette rahatı bulmuş insandır. Herşeyin Allah'ın izni ve müsaadesiyle olduğuna inanır ve Ondan gelen herşeyi sabır ve tahammülle karşılar. işte musibetlerin verilmesinin hikmeti onlarla dünyanın aldatıcı cazibesini kırıp nazarları Allah'a yöneltmek içindir. Böylece Cenab-ı Hak, sevgili kullarını, dostlarını dünyadan küstürüp ebedî cemaline kavuşmayı özlettirir. Dünyanın öyle sıkıntılı halleri vardır ki, meselâ Bedîüzzaman'ın belirttiği gibi, "İhtiyarlık mevsimiyle; dünyevî, güzel ve câzibedar şeyler üstünde fena ve zevalin damgasını ve acı mânâsını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp, o fâniye bedel, bir bâkl matlûbu arattırıyor."[208] Allah'ın bu sevgili kulları, Cennet ve cemalullah gibi o kadar büyük nimetlerle karşılaşırlar ki, dünya hayatı bunun yanında zindan gibi kalır. Allah'ın düşmanları için dünyanın Cennet hâline gelmesi de âhiretlerine nis-betledir. Yani âhiretîe öyle azap çekeceklerdir ki, dünya onun yanında bir Cennet gibi kalacaktır. Yoksa kâfir dünyada da bir nevi Cehennem hayatı yaşamaktadır. Görünüşte şatafatlı, parlak bir hayat geçirmektedir, fakat içi ıztırap ve sıkıntılarla doludur. Çünkü inançsız insan, ölümü yokluk olarak görür. Her an darağacında asılacakmışcasına korku ve endişe içerisinde kalır. Lezzetleri bütün bütün kaçar. Hiçbirşeyden gerçek mânâda bir lezzet alamaz. İnanan insan ise, dünyayı âhiretin bir bekleme salonu şeklinde görür. Dünyası ne kadar sıkıntılı ve ıztıraplı da olsa, gideceği yerde rahat edeceği düşüncesiyle sabreder, şükreder. Mü'minin dünyası âhiretine nisbeten zindan şeklindedir. Yoksa mü'min dünyada da bir nevi Cennet hayatı yaşamaktadır. Bedenen zindanda bile olsa ruhen bahçelerde, saraylardadır. Çünkü mü'min acı tatlı herşeyin Allah'tan geldiğini bilir, Yunus'un diliyle "Narın da hoş, nurun da hoş" der, Allah'tan gelen herşeyi hoş karşılar, tahammül eder, sabreder.
1485. [3:56, Hadîs No: 2732] Ukbe bin Âmir (r.a.) rivâye ediyor: Bana benzeri asla görülmemiş bâzı âyetler indirildi. Bunlar: Felâk ve Nâs sûreleridir.[209]
1486. [3:57, Hadîs No: 2733] Ömer'den (r.a.) rivayetle: Bana on âyet indi ki, kim hakkını vererek onları okursa Cennete girer: Bu, Mü'minûn Sûresinin ilk on âyetidir.[210] Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Ashabıyla sohbet ederken, birden vahiy hali belirdi. Bir saat o hal üzere kaldı. Vahiy hali gittikten sonra, "Bana on âyet indi ki, kim hakkını vererek onları okursa Cennete girer" buyurdular ve bunun Mü'minûn Sûresinin ilk on âyeti olduğunu ifâde etti ve okudu. Hadiste yer alan "hakkını vererek" okumaktan maksat, "hükmünü yerine getirerek, yaşayarak" demektir. Mü'minün Sûresinin ilk on âyetine bakıldığında, bu sözün ne kadar yerinde olduğu daha da iyi anlaşılır. Bahsi geçen âyetler meâlen şöyledir: "Mü'minler kurtuluşa ermiş, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar namazlarını Allah'tan korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tâdil-i erkân ile kılarlar. Onlar dünya ve âhiretlerine taydaşı dokunmayan herşeyden yüz çevirirler. Onlar nail oldukları her türlü nimetin zekâtını aksatmadan verirler. Onlar namuslarını korurlar. Ancak hanımlarına ve cariyelerine karşı müstesna—bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar. Kim helâl sınırını aşarak bundan ötesine geçmek isterse, işte öyleleri haddini aşmış olanlardır. O mü'minler ki, Allah'a ve kullarına karşı olan emânet ve mesuliyetlerini yerine getirirler ve sözlerinde dururlar. Onlar namazlarını devamlı olarak, vaktinde ve şartlarına riâyet ederek kılarlar. İşte onlar [Firdevs Cennetine] vâris olanların tâ kendisidir." Burada dikkat çekilen amelleri işleyen kimse, kuvvetli bir imana sahip demektir. Böyle bir imana sahip olan kimsenin, Allah'ın diğer emir ve yasaklarına da uyacağı ise kesindir. Allah'ın böyle bir kulunu Cennetine koymaması için de zahirî hiçbir sebep yoktur.
1487. [3:57, Hadîs No: 2735] Âişe (r.a.) rivayet ediyor: insanlara lâyık oldukları değeri veriniz.[211]
İnsan şeretli, üstün bir yaratıktır. Cenab-ı Hak diğer yaratıklara vermediği birçok özelliği ona ihsan etmiştir. Bitkiler, hayvanlar, Ay, Güneş, atmosfer hep insana hizmet edip durur. Allah'ın bu kadar değer verip yarattığı insana, şanına lâyık tarzda hürmet ve ilgi göstermek gerekir,
östermek gerekir, Herşeyden önce insana insan olduğu için değer vermelidir. Sonra ilmi, maddî ve manevî makamı sebebiyle onlara ayrıca değer vermek gerekir. Âlimler, maneviyat büyükleri daha çok hürmete lâyıktırlar. Makam ve mevki sahibi kimselere makamları gereği hürmet gösterilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Bir kavmin reisi geldiği zaman hürmet gösteriniz" buyurmuş ve bizzat kabile reislerine özel bir değer vermiştir, Bir cemaatin büyüğü, bir topluluğun reisi durumunda olan kimselere duyulan hürmet, sadece onunla değil çevresiyle de dostluk bağlarını kuvvetlendirir. Eğer bir insan gerçekten hürmete lâyık meziyet ve faziletlere sahipse ona değer verilmeli, ilgi gösterilmeli, hürmet edilmelidir. İster makam sahibi olsun, ister olmasın bu değişmez. Yalnız bu değer verme, haddi de aşmamatıdir. Lâyık olduğundan daha fazla bir değer verilmemelidir. insanlara lâyık oldukları değeri vermemek, onları hiçe saymak; büyük bir saygısızlıktır. Değer vermeyene değer verilmez.
1488. [3:58, Hadîs No: 2738] Enes'den (r.a.) rivayetle: İster zâlim, ister mazlum olsun din kardeşine yardım et. "Mazlumken tamam da, zâlim iken ona nasıl yardım edeyim?" diye soruldu. Resûlullah şöyle cevap verdi: Onun zulmüne engel olursun. İşte böyle yapman, kendisine yardım etmektir[212].
1489. [3:59, Hadîs No: 2740] Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor: Düşün, sen ne kırmızı tenli, ne de siyah tenliden daha üstün değilsin. Ancak takvan ile üstün gelebilirsin.[213]
1493. [3:61, Hadîs No: 2747] Esma binti Ebû Bekir (r.a.) rivayet ediyor: Allah yolunda ver. Verirken ince hesaplama. Yoksa Allah da sana inceden inceye hesaplayarak verir. İhtiyaç fazlası malı esirgeme. Yoksa Allah da senden esirger.[217]
1494. [3:63, Hadis No; 275I3] Çoğu sarhoşluk"veren şeyin, azından da sizi nehyederim.[218]
Sarhoşluk veren içkilerin maddeten ve manen ne gibi zararlara sebep olduğu iadece ilmen bilinen bir gerçek değil, yaşanan ve şahit olunan hadiselerden' illr. Nice ocaklar içki yüzünden sönmektedir. Birçok kaza ve felâketlerin kaynağında o vardır. Kavgalar, gürültüler, ölüm ve öldürme gibi hadiselerin birçoğundit İçki bulunur. Ya hastahane, ya tımarhane, ya hapishane, ya da mezaristan* d« noktalanan bir felakettir içki. Höyle bir içkinin sadece çoğunun değil, azının da haföm olduğunu bildiriyor Mnygamberimiz (a.s.m.). Çoğu sarhoş ediyorsa, azı da haramdır. Onun İçindir Ki. "Bu az birşey. Bundan ne çıkar" denilmemelidir. Böyle diyen, zamanla orii alışır, kendini çoğunun içerisinde bulur. Bu bakımdan azından kaçınan, çoğunun sebep olabileceği tehlikelerden de korunmuş olur. İlk adımlar çok önemli-diı Mühim olan bu ilk adımı atmamaktır. Öyle ilk adımlar vardır ki kötü sonla noktalanır. Resûlullah, içkinin azını yasaklamakla ilerde sebep olabilecek tehll-Kelori, daha başından önlemeyi hedeflemiştir.
1495. [ 3:63, Hadîs No: 2755] Muûviye (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu. rivayet ediyor: Her türlü gerçek dışı sözü söylemekten sizi nehyediyorum.[219]
Dinimizde hassasiyetle üzerinde durulan hususlardan birisi de, doğru söylemek; yalandan kaçınmakdır. Peygamberimiz bu hadislerinde ümmetini her türlü gorçek dışı, yalan sözden nehyetmiştir. Unutmamak gerekir ki, yalan söylemek münafıkların sıfatıdır. Peygamber Elendimiz (a.s.m.) bir başka hadislerinde, konuştuğunda yalan söyleyen kimsenin münafık sıfatı taşıdığını bildirmiştir.[220] Bir başka hadislerinde ise "Sana inanan bir kırdffine yılın «yitmenden dahi büyük bir hıyân«l yoMur"[221] buyurarak meselenin ehemmiyetine dikkat çekmiştir, Bedlüzzimın Hazretleri ât, "Herşeyden evvel bİ2e lâzım elin nedir?" şeklin-deki bir suâl», "Doflruluk" ctvıbmı vermiştir. "Başka?" denilince do "Yalan söy-lomemek" demiştir, "Neden?" denilince İse şöyle karşılık vermiştir: "Küfrün mâhiyeti yalandır. İmânın mâhiyeti sıdktır. Şu burhan [delil] kâli değil midir ki, hayatımızın bekası îmânın ve sıdkın ve tesânüdün devamıyladır."[222]
Herkes hata işleyebilir. Bazıları bile bile hata yapar. Bazıları farkında olmadan Bazıları hatalarında ısrar eder, pişmanlık duymazlar. Bazıları ise hata işle-n« de hatalarından dönebilme, pişmanlık gösterebilme faziletini gösterirler. Şah-üiyotll kimseler, ne yaptığını, ne yapacağını bilen, sözü sohbeti dinlenir, olgun lııısîinlardır. Böyle kimseler şeref ve itibarlarını düşünür, toz kondurmak iste-ııı«/, dolayısıyla bilerek kolay kolay hata yapmazlar. Hata yaptıklarında da onu (Jıı/ttltmo yollarını ararlar. İşte böylesine onurlu, şahsiyetli kimselerin hataları büyütülmemeli, afla karşılanmalıdır. Çünkü böyle kimselerin öyle faziletleri vardır ki, hataları bunlar yanında çok ufak kalır. O halde o faziletleri hürmetine birkaç kusurunu affedebilmeliyiz. Böyle davranış, onların sevgisini kazanmaya ve-lllt olur, biz de sevap kazanırız. Katı davranır, affetme yoluna gitmezsek en izından onları üzmüş olur, hatta nahoş durumların ortaya çıkmasına sebep olabilir; atfetme sevabından da mahrum kalmış oluruz. Hadis onları affetmeyi bir fıriit bilmemizi öğütlemektedir. Bu, affeden kişi için büyük bir kadirşinaslıktır.
1497. [ 3:64, Hadîs No: 2760] Sftf« (r.a.J rivâyvt mllytm la'd bin Mua&'ın alümündin dolayı Rahman olan Allah'ın Arşı ttUandı.[224]
1498. [ 3:64, Hadîs No: 2761] - Enes'den (r.a) rivayetle: Bid'at ehli yaratıkların ve mahlûkatm en kötüleridir.[225]
1499. [ 3:65, Hadis No: 2763] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Cennet ehli kılsızdırlar, sakalsızdırlar, siyah kirpiklidirler. Gençlikleri bitmez tükenmez, elbiseleri eskimez.[226]
1500. [3:65, Hadis No: 2764] Ibni Abbas'den (r.a.) rivayetle: Cennet ehli, daha hayatta iken Allah'ın insanların kendisi hakkındaki hayırlı övgüleriyle kulaklarım doldurdukları kimselerdir. Cehennem ehli ise, daha hayatta iken Allah'ın şerrinden dolayı m-Himların kendisi hakkındaki kötü sözleriyle kulaklarını doldurdukları kimselerdir.[1]
1501. [3:66. Hadîs No: 2765] Hltzeyfe (r.a.J rivayet ediyor: Zâlimler ve yardakçıları Cehennemdedirler.[2]
Kur'ân İnsanlar için büyük bir rehber, dünya ve âhiret işlerinde eşsiz bir kılavuzdur. Kur'ân âhiret âleminin bir haritasıdır. Kuran ehli demek, böylesi mukaddes bir Kur'ân'ı öğrenip onu okuyan ve 0KuduQuyla amel eden kimse demektir. Kur'ân'ı okuyup anlama, emir ve yasaklarına uymanın büyük önemi vardır. O sayede maddî ve manevî kalkınma ger-çtkliştlrllir İnsan doğru ve gerçeği bulur. Huzur içinde yaşar. Kur'ân ehli rehberdirler, bayrak şahsiyetlerdir. İnsanların huzura, saadete kavuşmaları için hizmete talip olmuş kimselerdir. Dolayısıyla büyük ve kudsî bir hl/mttl omuzlamışlardır. "Kavmin efendisi onlara hizmet edendir" Hadîsi çerçe-viBİnde onlar efendiliği bihakkın kazanmış kimselerdir. Çünkü onlar en büyük hiimttl götürmektedirlor Kur'ân ehli sadece dünyada değil, âhirette de yol gös-ttriCiktlr, Cennetlikler bilemedikleri hususları Kur'ân ehline soracaklardır. lf|li Ctnab ı link, Kur'.İıı ehlini dünyada böyltmirıo yüksulttiği ve mükâfatlandırdığı fllbl, âhirultu da Cuiıiıutliklere reis olacak dermatdo büyük bir makam ve mevki İhsan »ductktlr,
1503. [3:67, Hadîs No: 2769] Süraka bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor: Cehennemlikler katı kalbH, cimri ve kibirlenen kimselerdir. Cennetlikler ise güçsüzler ve elinden gelen mücâdeleyi gösterdikten sonra yenik düşüp ezilen kimselerdir.[4]
1504. [3:68, Hadîs No: 2772] Nûman bin Beşir'den (r.a.) rivayetle: Kıyamet Günü Cehennemliklerden azabı en hafif olan bir adamdır ki, ayağının iki topuğuna iki kor konur da bundan dolayı beyni kaynar.[5]
1505. [ 3:69, Hadîs No: 2778] tbni Abban (r.a.) rivayet ediyor: îmanın en Hiığlum kulpu, Allah yolunda karşılıklı dostluk kur* mttk, Allah yolunda düşmanlık bıılımtk, Allah için sevmek, aziz vs l olan Allah için kin bnal^mıkltr[6]
1506. [3:70, Hadîs No: 2780] İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: Yüce Allah, peygamberlerinden birine "Kendini ibâdete vermiş filan kuluma şunu sor" diye vahyetti: "Dünyaya karşı soğuk durmanla nefsini daha dünyada iken rahata kavuşturdun. Kendini benim yoluma vermenle izzet ve şeref kazandın. Bunlar senin içindir. Peki Benim için yapman gereken-jşeylerden ne yaptın?" O, "Ey Rabbim, Senin için yapmam gereken nedir?" diye sordu. Allah, "Benim yolumda bir düşmanıma düşmanlık besledin mi? Benim uğrumda bir dostumla dostluk kurdun mu?" buyurdu.[7]
1507. [3:71, Hadîs No: 2781] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Allah İbrahim'e (a.s.) şöyle vahyetti: "Ey Halîlim, kâfire karşı bile olsa ahlâkını güzelleştir ki, iyi kimselerin vardığı yere varasın. Benim, ahlâkını güzelleştireni Arşımın gölgesinde gölgelendi recegime, Cennetimi yü'lııştireceğime ve kendime yaklaştıracağıma dııir Önceden verilmiş mönüm vurdu.[8]
1508. [3:71, Hadîs No: 2783] Ka'b bin Malik'den (r.a.) rivayetle: Yüce Allah Davud'a (a.s.) şunu vahyetti: "Herhangi bir kulum yi« yatıklarıma değil de Bana sırtını dayarsa, bunu onun samimî niyt-tinden de anlarsam, gökler içindekilerle beraber ona tuzak kuriKİnı1, Şen, bu tuzaktan kurtulması için ona mutlaka bir çıkış kapmı içb rtm. Her hangi bir kulum da Beni bırakıp bir yaratığa sırtını dayar ta ve Ben bunu niyetinden de anlarsam, mutlaka önündeki bütün yükseliş sebeplerini keser ve çöküş yollarım kolaylaştırırım. Herhnn* gi bir kul Bana itaat ederse, o daha istemeden Ben mutlaka ktsnditi-ne veririm. Benden bağışlanmasını dilemeden onu affederim.[9]
1509. [ 3:73, Hadîs No: 2787] Ümâme (r.a.) riuûyet ediyor: Bin, bindin ranraki halifeyi Aİlnh'tin korkmayı Müılümuniim kommıyı, onların büyükiirinı d§|«r virmtyl, kttçukltrln itikat göstermeyi, âlimlerine saygı duymayı, dövüp de zillete düşürmemeyi ürkütüp de nankörlüğe sevk etmemeyi, yüzlerine karşı kapılarım kapatıp da güçlülerin zayıflan ezmesine fırsat vermemeyi tavsiye ederim.[10]
1510. [3:74, Hadîs No: 2788] GUrmiiz bin Evs'den rivayetle: Çok lanet okuyucu olmamanı tavsiye ederim.[11]
1511. [ 3:75, Hadîs No: 2791] Shû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor: Sana Allah'tan korkmayı tavsiye ederim. Çünkü bu her hayrın başıdır. Cihada sarıl. Çünkü o, Müslümanın kendisini bütünüyle ibâdeti vermesidir. Allah'ı çokça zikret ve Kur'ân'ı çokça oku. Çünkü bu Cennetti! rahatlığın, yer yüzünde de nam ve şerefindir.[12]
1512. [ 3:76, Hadîs No: 2793] Ebû Zerden (r.a.) rivayetle: Sana Allah korkusunu tavsiye ederim. Çünkü Allah korkusu her-Şiyin başıdır. Kur'ân'ı okumaya ve Allah'ı anmaya bak. Çünkü bu dinin anılması ve yeryüzünde nurundur. Hayrın dışında çok az konuş. Çünkü çok az konuşmak şeytanı senden uzaklaştırır ve dinini korumada sana yardımcı olur. Çok gülmekten sakın. Çok gülmek kalbi öldürür ve yüzün nurunu giderir. Cihadı bırakma. Çünkü o Ümmetimin kendisini bütünüyle ibâdete vermesidir. Fakirleri sev ve onlnrln oturup kalk. Nimetlere sahip olma noktasında senden üstün Oİnnlarn bakma, aşağıda olanlara bak. Böyle yaparsan, Allah'ın sana Verdiği nimetleri küçümsemenıiş olursun. Senden ilişkiyi kesseler bili akrabalarınla :iyi ilişkiler içerisinde bulun. Acı da olsa dâima hakki löylo. Allah yolunda insanların kınamasından korkma. Kendini kötü bilmen seni başkalarına dil uzatmaktan alıkoymalıdır. Kendin imlediğin kötülüğü başkaları yaptığında onları yadırgama. Şu üç huy kişiye ayıp olarak yeter: I. Kendi kusurunu görmeyip başkalanndaki aynı kusuru görmesi. 2. Kandı utunç verici hâlini görmeyip başkalarının aynı durumun-• lan utnnç duyması. 3. Oturup kalktığı kimselere »ıkıntı vermesi. My Ebû /or! Tmlbir gibi «kıl, ytıiflk olun şeylerdim sakınmak gibi lukvA, Jüıol uhlAk gibi dt şırsf yoktur.[13]
1513. [3:78, Hadîs No: 2795] Ömer (r.a.) rivayet ediyor: . Size Sahabîlerimi ve onları izleyen nesli tavsiye ederim. Sonra yalan yaygınlaşacak. Öyle ki, yemin etmesi istenmeden kişi yemin edecek. Şahitlik etmesi istenmeden şahitlik edecek. Dikkat edin. Bir erkek kendisine nikâh düşen bir kadınla hiçbir surette başbaşa kalmasın. Şayet kalırsa üçüncüleri şeytan olur. Cemaate sarılınız. Ayrılıktan uzak durunuz. Şeytan tek kişiyle beraber, iki kişiden ise daha uzaktır. Cennetin en orta yerini isteyen kimse cemaate sarılsın. İyilikleri kendisini sevindiren, kötülükleri ise kendisini üzen kimse gerçek mümindir. [14]
3:79, Hadîs No: 2797] . . Ebû Hür ey re (r.a.) rivayet ediyor: En uygun duâ kişinin şöyle demesidir: "Allah'ım, Rabbim Sensin, ben Senin kulunum. Nefsime zulme.t« tim. Günahlarımı itiraf ettim. Ey Rabbim, günahlarımı affet. Şüphi» siz benim Rabbim Sensin. Senden başka günahları bağışlayacak hiç kimse yoktur.[16]
1516. [ 3:80, Hadîs No: 2800] Abdurrahman bin Avfden (r.a.) rivayetle: Bir koyun kesmekle de olsa düğün yemeğini ver.[17]
Evlenen kimsenin düğün yemeği vermesi sünnettir. Peygamberimiz (a,S.(Di) Vi Sahabîler evlendiklerinde ziyafet vermişlerdir. Ayrıca Peygamberimiz düğün ytniöği vermeyi tavsiye etmiştir. Meselâ İzahını yaptığımız Hadîste Peygarnb#> rlmi/in muhatabı Abdurrahman bin Avf'tır (r.a.). Resûlullah (a.s.m.) onun evltrv dlğlni öğrenince, "Allah sana mübarek kılsın. Bir koyun kesmek suretiyle de düğün ziyafeti ver" buyurmuştur. Düğün yemeği herkesin imkânına göre olmalıdır. Sünnet işlenirken gösteri Şt vo israfa kaçılmamalıdır. Düğün yemeği veren zât, fakir zengin ayırd etmi*. din imkânı nisbetinde herkesi yemeğe davet etmelidir. Zîra, Peygamber Efendi* mlı (a.s.m.) zenginlerin çağırılıp fakirlerin davet edilmediği düğün yomiğlnl lilvip etmemiş; bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Kendisine zenginlerin çağırılıp fakirlerin çağırılmadığı davet yemeği n« kö IU y#mektir."[18]
1517. [ 3:81, Hadîs No: 2801] îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Allah'ın evliyaları, görüldüklerinde Allah'ın hatırlandığı kimseler-[19]
1519. [3:83, Hadîs No: 2808] Ebû Mahzura rivayet ediyor: Namazı vaktinin başlangıcında kılmak Allah'ın rızasına, ortasında kılmak Allah'ın rahmetine, sonunda kılmak ise Allah m atlına vesiledir.[21]
1520. [ 3:83, Hadîs No: 2810] Enes'den (r.a.) rivayetle: Ölümünden sonra Allah'ın mu mine ilk hediyesi, cenaze namazım kılan kimseleri affetmesidir.[22]
1521. [3:84, Hadîs No: 2812] Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor: Allah huzurunda ilk dâvâlaşacak olan birbirlerinin hakkını g leyen iki komşudur. [23]
1522. [ 3:85, Hadîs No: 2813] û Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle: Cennete ilk girecek kafile on dördündeki ay gibi, ikinci khlıle d» gökteki en parlak ve güzel yıldız renginde olacaktır. Her birini m- iki eş verilir. Bu eşlerden her birisi üzerinde yetmiş güzel elbise v.u dır, Bacak kemiklerinin ilikleri bu elbiselerden görünür.[24]
Cennete girecek olan insanlar hep aynı makam ve mevkide bulunmaynçık tır. Dünyada işledikleri salih amellere göre bazıları ayın ondördündekl parlaklığı gibi, kimileri yıldız gibi parlayarak gireceklerdir. Bunlar Cennete girecek İlk kafi lelerdir. Cennete girenlere ilk etapta ikişer eş verilir. Bu eşlerin üzerinde yetmiş gasil elbise olduğu halde, bacak kemiklerinin ilikleri görünür. Bu insana dünyâdaki kulluklarına karşılık verilen bir mükâfattır. Cennet madem güzellikler diyarıdır. Vo çeşit çeşit güzelliklere sahiptir. Elbettekl insan, Cennetin herşeyinden istifa ılo etmek isteyecektir, öyleyse Cennnttnki bulun güzelliklerin küçük bir nümü misinin, Cennetlik eş ve hurilerde bulunmanı kmlııı makûl birşey olama/ l'ekl buna niçin Ihtiynç vardır vb hu Hıdtf «Ihinu giydikleri haldo birbirlerini oıtmamolorl nt domoktlr vo hu ruınıl mümkün olahlIlıV Büyük İslâm âlimi Bedîüzzaman Hazretleri bu hususu Mektûbat isimli eserinde şöyle anlatır: "Ehl-i Cennet olan bir insan, hususan bütün duygularıyla ve cihâzât-ı mâne-viyesiyle ubudiyet etmiş [kullukta bulunmuş] ve Cennetin lezâizine istihkak kes-betmiş ise; herbir duygusunu memnun edecek, herbir cihâzâtını okşayacak, herbir letâifini [ince duygularını] zevklendirecek bir tarzda; Cennetin herbir nev'inden birer mehasini gösterecek bir tarz-ı libası, kendilerine ve hurilerine, rahmet-i İlâhiye tarafından giydirilecek."
ek." "En üstteki hülleden [elbiseden], tâ en alttaki hülleye kadar; ayrı ayrı meha-sinler, ayrı ayrı tarzda, hissiyatı ve duyguları zevklendirecek, memnun edecek mertebeler var."[25] Sözleı'üe de bu husus daha geniş olarak şöyle ele alınır: "Şu çirkin, ölü, câmid [cansız] ve çoğu kısır olan dünyada; hüsün ve cemâl, yalnız göze güzel görünüp, ülfete [ısınmaya] manî olmazsa, yeter. Halbuki: güzel, hayattar, revnekdar [renkli] bütün kışırsız lüb ve kabuksuz iç olan Cennette; göz gibi bütün insanın duyguları, latifeleri cins-i lâtif olan hurilerden ve huriler gibi ve daha güzel, dünyadan gelme, Cennetteki nisâ-i dünyeviyeden [dünya kadınları] ayrı ayrı hisse-i zevklerini, çeşit çeşit lezzetlerini almak isterler. Demek, en yukarı hüllenin güzelliğinden tut, tâ kemik içindekilere kadar, birer hissin, birer latifenin medâr-ı zevki [zevk vesilesi] olduğunu Hadîs işaret ediyor. Evet, 'hurilerin yetmiş hülleyi giymeleri ve bacaklarındaki kemiklerin ilikleri görünmesi' tabiriyle Hadîs-i şerif işaret ediyor ki; insanın ne kadar hüsünperver ve zevk-perest ve zinete meftun ve cemale müştak duyguları ve hassaları ve kuva-ları ve latifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve herbirisini ayrı ayrı okşayıp mes'ûd edecek, maddî ve manevî her nevî zînet ve hüsn-ü cemâli huriler camidirler. Demek, huriler Cennetin aksâm-ı zînetinden [ziynet kısımlarından] yetmiş tarzını, birtek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek surette giydikleri gibi; kendi vücudlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını [kısımlarını] gösteriyorlar. "Orada canların çektiği, gözlerin hoşlandığı herşey var"[26] işaretinin hakikatini gösteriyorlar"[27] Nasıl bir elmaya baktığımızda tâ renginden kokusuna kadar değişik özellik ve güzellikleri birbirlerini gizlemeyecek, aksine gösterecek ve tamamlayacak tarzda yaratılmışsa, Cennetlik eşlerin ve hurilerin giydikleri elbiseler de birbirlerinin güzelliklerini örtmeyecek ve insanın bütün duygularını tatmin edecek tarzdadır.
1523. [3:86, Hadîs No: 2818] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: . . Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise Cehennem ateşinden kurtuluştur.[28]
1524. [ 3:87, Hadîs No: 2818] Enes'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kulun Kıyamet Günü ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Eğer o düzgün çıkarsa, diğer amelleri de düzgün olur. Eğer o bozuk çıkana diğer amelleri de bozuk olur.[29]
1525. [ 3:88, Hadîs No: 2820] Şeddad bin Evs (r.a.) Peygambtr Efendimizin (a.a.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Dininizden ilk kaybedeceğinin ş»y vmAnittir.[30]
1526. [3:88, Hadîs No: 2821] Şeddad bin Evs'den (r.a.) rivayetle: İnsanlardan ilk kaldırılacak şey, Allah'a karşı kalbin korku ve tevâzusudur.[31]
1527. [3:88, Hadîs No: 2823 1507] Ümmii Derdâ (r.a.) rivayet ediyor: Sevap kefesine ilk konulacak olan şey güzel ahlâktır.[32]
1528. [3:89, Hadîs No: 2824] Câbir (r.a) rivayet ediyor: Kulun sevap kefesine ilk konulacak ameli, çoluk çocuğunu geçimi için yaptığı harcamalardır.[33]
1529. [3:89, Hadîs No: 2825] îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: Kıyamet günü insanlar arasındaki dâvalardan ilk hükme bağlanacak olan, kan davalarıdır.[34]
1530. [3:89, Hadîs No: 2827] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Bu ümmetten ilk kaldırılcak olan güzel hasletler, haya ve güveni-KKk.[35]
1531. [3:90, Hadîs No: 2828] Ebu'd-Derda'dan (r.a.) rivayetle: Rabbimin, putperestlikten sonra bana en evvel yasakladığı şey, içki içmek ve insanlarla çekişmektir.[36]
1532. [3:90, Hadîs No: 2829] Sehl b. Huneyf (r.a.) rivayet ediyor: Şehidin, yere dökülen ilk kanıyla birlikte, kul hakkı dışındaki bütan günahları bağışlanır.[37]
1533. [3:91, Hadîs No: 2832] Vasile'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Yakınlarından olup bana en evvel kavuracak olan sensin ey Fatı-ma, eşlerimden bana en evvel kuvuşacak olan ise Zeynep'tir. O sizin eli en açık olanıdır.[38]
1534. [3:91, Hadîs No: 2834] Hz. Osman (r.a.) rivayet ediyor: Kıyamet günü ilk şefaat edecek olanlar, peygamberler, sonra alimler, sonrada şehidlerdir.[39]
1535. [3:92, Hadîs No: 2835] Ibni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Cennet girmek için ilk çağrılacak olanlar, kıvançta ve tasada Allah'a çokça hamdedenlerdir.[40]
1536. [3:95, Hadîs No: 2843] îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Ümmetime Yüce Allah'ın ilk farz kıldığı şey beş vakit namazdır ve amelleri içerisinde ilk ortadan kaldırılacak olan farzda beş vakit namazdır, ilk sorguya çekilecekleri husus da beş vakit namazdır. Ondan birşey eksik yapan kimse için Yüce Allah şöyle buyurur: "Bakın, kulumun farzlardan eksik bıraktığı namazları tamamlamak için nafile olarak kıldığı namazı var mı? Kulumun Ramazan oruçlarına bakınız, eksik bıraktığı birşey varsa bunu tamamlayacak nafile oruçları var mı? Kulumun zekâtına bakınız. Eğer ondan birşey eksik bırakmışsa bunu tamamlayacak nafile sadakalarını bulabiliyor musunuz?" Bu nafileler Allah'ın farz kıldığı ibâdetlere eklenir. Bu, Allah'ın rahmet ve adaletiyle olur. Bundan fazlasını bulabilirse sevap kefesine konur. Ve kendisine şöyle denir: "Mesrur olarak Cennete gir." Eğer nafileden farzları tamamlayacak birşey bulunmazsa zebanilere emir verilir. Onlar da elinden ve ayaklarından yakalayarak sonra Cehenneme fırlatırlar.[41]
1537. [3:98, Hadîs No: 2848] Ebû Hüreyre*(r.a.) rivayet ediyor: Size hiçbir peygamberin bahsetmediği şekilde Deccal'den bahsedeyim mi? Onun bir gözü kördür. O beraberinde Cennet ve Cehennemin timsali bulunduğu halde gelir. Onun Cennet dediği aslında Cehennemdir. Sizi Nuh Aleyhisselâmm kavmini sakındırdığı gibi ondan sakındırırım.[42]
1538. [3:98, Hadîs No: 2849] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Size, Cennete girmenize vesile olacak şeyleri haber vereyim mi? Bunlar cihad etmek, Allah yolunda vuruşmak, misafire yemek vermek, namazı vaktinde kılmaya özen göstermek, soğuk gecede güzelce abdest almak ve Allah için yemek yedirmektir.[43]
1539. [3:99, Hadîs No: 2851] Abdullah bin Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Kur'ân'da en hayırlı sûre "Elhamdülillâhi Rabbi'l âlemin" yâni Fatiha Süresidir».[44]
1540. [ 3:100, Hadîs No: 2852] fMuâz bin Cebel'den,'(r.a.) rivayetle: Size Cennet ehlinin sultanını bildireyim mi? O, zayıf, horlanan, fakirliğinden eski elbise giyen, önemsenmeyen ve Allah adına 'Şu şöyle olacak' diye yemin ettiğinde Allah'ın kendisini doğru çıkardığı kimsedir.[45]
1541. [ 3:100, Hadîs No: 2853] Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor: Cehennem ehli, bütün katı kalbli, etrafındakilere gururla bağırarak emreden, büyüklenen ve hırsla mal toplayıp kimseye birşey vermeyendir.[46]
1542. [ 3:101, Hadîs No: 2854] Ukbe bin Âmir'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır Allah'a sığınanların kendisiyle sığındıkları en faziletli şeyi haber vereyim mi? O, Felâk ve Nâs Sûreleridir.[47]
1542. [ 3:101, Hadîs No: 2854] Ukbe bin Âmir'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır Allah'a sığınanların kendisiyle sığındıkları en faziletli şeyi haber vereyim mi? O, Felâk ve Nâs Sûreleridir.[47]
1543. [3:101, Hadîs No: 2855] İbni Mes'ûd (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Size "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah"m açıklamasını haber vereyim mi? Allah'ın yasakladığı şeylerden sakınma ancak Allah'ın korumasıyla mümkündür. Allah'a itaate güç yetirme de ancak Allah'ın yardımıy^adır. Bana Cebrail bu şekilde bildirdi.[48]
1544. [ 3:102, Hadîs No: 2857] Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Size hayırlınızın kim, şerlinizin kim olduğunu haber vereyim mi? Hayırlınız hayrı umulan, şerrinden de emin olunandır. Şerliniz ise hayrı umulmayan, kötülüğünden de emin olunmayan kimsedir.[49]
1545. [ 3:102, Hadîs No: 2858] Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor: Size insanların en hayırlısıyla en şerlisinin kimler olduğunu haber vereyim mi? Hayırlı insanlardan birisi atının, devesinin veya ayaklarının üzerinde ölünceye kadar Allah yolunda çalışandır. İnsanların en şerlilerinden birisi ise günahkâr ve Allah'ın kitabını okuduğu halde hiçbir yasağından sakınmayan cüretkâr kimsedir. [50]
1546. [ 3:103, Hadîs No: 2859] Safvan bin Süleym'den (r.a.) rivayetle: Size en kolay ve bedene en hafif gelen ibâdeti haber vereyim mi?[51] Bu: Susmak ve güzel huydur.
1547. [ 3:103, Hadîs No: 2860] Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor: "Size en cömert kimsenin kim olduğunu haber vereyim mi? Allah bütün cömertlerden daha cömerttir. Ben Âdemoğullarının en cömerdiyim. Benden sonra onların en cömerdi ise Allah'ın kendisine ilim verip bu ilmi yayan kimsedir. Bu kimse Kıyamet Günü tek başına bir ümmet olarak diriltilecektir. Bundan sonra en cömert olan ise şehid edilinceye "kadar Allah yolunda nefsinden fedâkârlıkta bulunan kişidir."[52]
1548. [3:104, Hadîs No: 2861] Sa 'd bin Ebî Vakkas 'dan (r.a.) rivayetle: "Size birinizin başına dünya ile ilgili bir sıkıntı veya belâ geldiğinde okuyarak bundan kurtulacağı bir şeyi haber vereyim mi? O, Hz. Yunus'un şu duâsıdır: 'Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Sen her türlü noksan sıfatlardan münezzehsin. Hiç şüphesiz ben nefsime zulm edenlerden oldum."[53]
1549. [3:104, Hadîs No: 2862] Aişe'den (r.a.): rivayet ediyor: Size öyle bir sûreyi haber vereyim mi ki, büyüklüğü gökle yerin arasını doldurmuştur. Onu yazan için de bu kadar mükâfat vardır. Cuma Günü onu okuyan kimsenin iki Cuma arası ve üç gün fazlasıyla işlemiş olduğu günahları bağışlanır. Kim son beş âyetini okuyup yatarsa dilediği gece Allah onu'uyandırır. Bu sûre Kehf süresidir. :" [54] '
1550. [3:105, Hadîs No: 2863] Cabir (r.a.) rivayet ediliyor: Yarın Cehennemin kendilerine haram olduğu kimseleri size haber ■»«reyim mi? Cehennem her ağırbaşlı, nazik, cana yakın ve Allah'a ve istekleri yerine getirilmesi gereken insanlara karşı itaatkâr kimseye haram olacaktır.[55]
1551. [3:105, Hadîs No: 2864] Zeyd bin Halid El-Cühenî'den (r.a.) rivayetle: Size şahitlerin en hayırlısını haber vereyim mi? O, kendisinden islenmeden önce şahitlik görevini yerine getiren kimsedir.[56]
1552. [3:106, Hadîs No: 2866] Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor: "Size farz olanların dışındaki oruç, namaz ve sadakanın sağladığı dereceden daha üstününü haber vereyim mi? İnsanların arasını bulmaktır, insanların arasını bozmak ise dini kökten kesmektir."[57]
1553. [ 3:108, Hadîs No: 2870] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Arşın altından ve Cennetin hazinesinden olan bir sözü size bildireyim mi? O "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh Kötülükten sakınma ve iyiliğe güç yetirme ancak Allah'ın yardımıyladır" cümlesidir. Sen böyle dediğinde Allah "Kulum Bana teslim oldu ve herşeyi de Bana teslim etti" buyurur.[58]
1554. [3:109, Hadîs No: 2873] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Size günahları silip süpüren, dereceleri yükselten bir şeyi haber vereyim mi? Zor şartlarca abdest almak, uzak yerlerden mescidlere gitmek ve namazı kıldıktan sonra diğer namazın beklentisi içinde olmaktır. İşte bu bir cihattır, bu bir cihattır, bu bir cihattır."[59]
1555. [3:110, Hadîs No: 2874] Enes'den (r.a.) rivayetle: En güçlünüzün kim'olduğunu size haber veriyim mi? Öfkelendiğinde kendini en iyi hâkim olabilendir.[60]
1556. [3:110, Hadîs No: 2875] Ali bin Ebî Talip (r.a.) rivayet ediyor: "Size benim, Sahabîlerimin ve benden önceki peygamberlerin halifelerinin kimler olduğunu bildireyim mi? Onlar Allah yolunda Onun rızâsı için Kur'ân'ı ezberleyen ve mânâsım düşünerek devamlı okuyanlarla, benim ve onların sözlerini başkalarına nakledenlerdir."[61]
1557. [3:110, Hadîs No: 2876] Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayetle: Cebrail'in bana okuyup tedavi ettiği bir duayı sana öğreteyim mi? Şöyle diyeceksin: "Allah'ın adıyla sana şifâ dileğinde bulunuyorum. Allah, sana düğümlere üfleyen sihirbazların şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden gelen her hastalıktan şifâ versin."[62]
1558. [3:111, Hadîs No: 2877] Esma binti Umeys (r.çf.) rivayet ediyor: Sıkıntı ânında söyleyeceğin birkaç kelimeyi sana öğreteyim mi? O da şu: "Allah Rabbimdir. Ona hiçbirşeyi ortak koşmam."[63]
1559. [3:lll, Hadîs No: 2878] Hz. Ali'den rivayetle: Üzerinde Sabir Dağı kadar borç olsa dahi, okuduğun takdirde Allah'ın seni ondan kurtaracağı bir sözü sana öğreteyim mi? Şöyle de: "Allah'ım helâlindan vererek haramdan koru! Lütfunla Senden başkasına beni muhtaç etme!"[64]
1560. [3:111, Hadîs No: 2879] Ebû Said el-Hudrî (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Söylediğinde Allah'ın üzüntünü gidereceği ve borcunu ödemeni sağlayacağı bir sözü sana öğreteyim mi? Sabaha çıktığında ve akşamladığında şöyle de: "Allah'ım, kaygı ve üzüntüden Sana sığınırım. Acizlik ve tembellikten Sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten Sana sığınırım. Borçlar altında ezilmekten ve insanların istibdadından Sana sığınırım. [65] .
1561. [.3:112, Hadîs No: 2880] Hz. Ali (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Okuduğunda üzerinde zerreler adedince günahlar olsa bile Allah'ın seni affedeceği birkaç kelimeyi sana öğreteyim mi? Şöyle de: Tüce ve büyük olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Kullarını hemen cezalandırmayıp tövbe etmesini bekleyen ve sonsuz kerem sahibi olan Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yedi göğün ve büyük Arşm Rabbi olan Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur."[66]
1555. [3:110, Hadîs No: 2874] Enes'den (r.a.) rivayetle: En güçlünüzün kim'olduğunu size haber veriyim mi? Öfkelendiğinde kendini en iyi hâkim olabilendir.[60]
1556. [3:110, Hadîs No: 2875] Ali bin Ebî Talip (r.a.) rivayet ediyor: "Size benim, Sahabîlerimin ve benden önceki peygamberlerin halifelerinin kimler olduğunu bildireyim mi? Onlar Allah yolunda Onun rızâsı için Kur'ân'ı ezberleyen ve mânâsım düşünerek devamlı okuyanlarla, benim ve onların sözlerini başkalarına nakledenlerdir."[61]
1557. [3:110, Hadîs No: 2876] Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayetle: Cebrail'in bana okuyup tedavi ettiği bir duayı sana öğreteyim mi? Şöyle diyeceksin: "Allah'ın adıyla sana şifâ dileğinde bulunuyorum. Allah, sana düğümlere üfleyen sihirbazların şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden gelen her hastalıktan şifâ versin."[62]
1558. [3:111, Hadîs No: 2877] Esma binti Umeys (r.çf.) rivayet ediyor: Sıkıntı ânında söyleyeceğin birkaç kelimeyi sana öğreteyim mi? O da şu: "Allah Rabbimdir. Ona hiçbirşeyi ortak koşmam."[63]
1559. [3:lll, Hadîs No: 2878] Hz. Ali'den rivayetle: Üzerinde Sabir Dağı kadar borç olsa dahi, okuduğun takdirde Allah'ın seni ondan kurtaracağı bir sözü sana öğreteyim mi? Şöyle de: "Allah'ım helâlindan vererek haramdan koru! Lütfunla Senden başkasına beni muhtaç etme!"[64]
1560. [3:111, Hadîs No: 2879] Ebû Said el-Hudrî (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Söylediğinde Allah'ın üzüntünü gidereceği ve borcunu ödemeni sağlayacağı bir sözü sana öğreteyim mi? Sabaha çıktığında ve akşamladığında şöyle de: "Allah'ım, kaygı ve üzüntüden Sana sığınırım. Acizlik ve tembellikten Sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten Sana sığınırım. Borçlar altında ezilmekten ve insanların istibdadından Sana sığınırım. [65] .
1561. [.3:112, Hadîs No: 2880] Hz. Ali (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Okuduğunda üzerinde zerreler adedince günahlar olsa bile Allah'ın seni affedeceği birkaç kelimeyi sana öğreteyim mi? Şöyle de: Tüce ve büyük olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Kullarını hemen cezalandırmayıp tövbe etmesini bekleyen ve sonsuz kerem sahibi olan Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yedi göğün ve büyük Arşm Rabbi olan Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur."[66]
1562. [3:113, Hadîs No: 2881] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Allah'ın onlar sayesinde sana fayda vereceği birkaç hasleti öğreteyim mi? İlme sarıl! Çürîkü o mü'minin dostudur. Hilm yardımcısı, akıl rehberi, amel gözeticisi, şefkat babası, yumuşaklık kardeşi, sabır ise maddî ve manevî duyguların kumandanıdır.[67]
1563. [3:113, Hadîs No: 2882] İbni Ömer Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Sana Allah'ın hayrını dilediği kimseye öğretip bir daha hiç unutturmadığı bir sözü öğreteyim mi? Şöyle de: "Allah'ım, ben zayıfım. Rızan uğrunda, zayıflığımı kuvvete çevir. Dizginimden tutup hayra doğru götür. îslâmı, hoşnutluğumun son hedefi kıl. Allah'ım, güçsüzüm. Beni kuvvetlendir. Zillet içindeyim. Beni aziz eyle! Fakirim, beni nzıklandır.[68]
1564. [3:113,114, Hadîs No: 2883] İbni Abbas'dan rivayetle: Allah'ım, beni hayatta bıraktıkça ebediyyen günahları terk ettirmekle bana merhamet et! Beni ilgilendirmeyen işin altına girmekten muhafaza ederek bana merhamet et! Seni benden hoşnut kılacak şeylere dikkatle bakmamı nasip eyle! Ey gökleri ve yeri yoktan ör-neksiz olarak Yaratan; celâl, ikram ve sarsılmaz izzet sahibi olan Al-lah'ım! Senden şunu istiyorum: Ya Allah, ya Rahman! Azametin ve Zânnın nuru hürmetine bana öğrettiğin gibi kitabını ezberlemeyi kalbime yerleştir! Seni benden hoşnut kılacak şekilde onu okumayı nasip eyle! Kitabınla gözlerimi nurlandırmayı, onunla dilimi açmayı, sıkıntılarımı gidermeyi, göğsümü genişletmeyi, vücudumun onunla amel etmesini ve bunları yerine getirmek için güç ve kuvvet vermeyi, bana yardım etmeni niyaz ediyoruz. Şüphesiz Senden başka hayır yo-İkmda bana yardım edecek kimse yoktur. Onu işlemeye muvaffak kılacak Senden başka kimse yoktur.[69]
1565. [3:114, Hadîs No: 2884] Muaz bin Cebel (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: İnsanların en şerlisinin kim olduğunu söyleyeyim mi? Tek başına yiyen, iyiliğini esirgeyen, yolculukta arkadaşlarını terk eden, hizmetçisini döven kimsedir. Bundan daha şerlisini söyleyeyim mi? İnsanlara kin besleyen, insanların da kendisine kin beslediği kimsedir. Daha şerlisini de bildireyim mi? Şerrinden korkulan, hayrı umulmayandır. Daha şerlisini bildireyim mi? Başkasına dünyalık bir menfaat sağlamak için âhiretini satandır. Bundan daha şerlisi ise dini âlet ederek dünyalık kazanç peşinde koşandır.[70]
1566. [3:116, Hadîs No: 2887] Ebu'l-Büceyr'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Dikkat edin! Dünyadayken lezzetli yemek yiyen ve süslü elbise giyen nice kimseler vardır ki, Kıyamet günü aç ve çıplaktırlar. Dünyada nice karnı aç ve çıplak kimseler vardır ki, âhirette lezzetler ve güzel elbiseler içerisindedirler. Dikkat edin! Nice nefsine izzet, ikram eden kimseler vardır ki aslında onu horlamış olmaktadır. Nice nefsine değer vermeyen kimseler vardır ki aslında ona izzet ikram etmektedirler.
mektedirler. Dikkat edin! Allah'ın Resulüne ganimet olarak verdiği şeylerden çalarak nimetlenen nice kimseler vardır ki, Allah katında hiçbir nasipleri yoktur." Dikkat edin! Cennete götüren amel sarp ve yokuştur. Cehennem ameli ise kolay ye düzlüktür. Nice bir anlık nefsanî istekler vardır ki uzun üzüntüleri netice verirler.[71]
Bu hadîsi iyi anlayabilmek için dünyada niçin bulunduğumuzu, dünyanın mahiyetinin ne olduğunu çok iyi bilmemiz gerekir. Dünyanın geçici bir misafirhane, «sanın da misafir bir yolcu, gideceği asıl vatanın ise Cennet olduğu ve onu kazanmak için burada bulunduğu düşünülürse, dünyanın lezzetlerine fazla İtibar etmememiz gerektiği anlaşılır. Çünkü dünya nimetleri, lezzetleri geçicidir. Âhirettekiler ise ebedîdir. Ebedî oianları bir tarafa atıp, hiç düşünmeyip, onları elde edebilmenin yollarını arama-yıp geçici lezzetler içerisinde boğulup gidersek, kaybederiz. Böylece lezzetlerin veriliş sebebini idrak edemediğimizi göstermiş oluruz. Tehlikeli olan hayat; yeme, içme, giyme gibi dışa ve bedene hitap eden nimetlerin âhirette verilecek nimetlerin birer numunesi olduğunu bilememek, onları asıl gaye zannedip onlarda âdeta fanî olmak, kaybolmaktır. Bu gözlükle yukardaki hadîse baktığımızda, dünyada lezzetli yemek yiyen tre süslü eibise giyen kimseler, eğer bunlara gaye ve-herşeyin bunlardan ibaret oJduğu gözüyle bakıyorlarsa, Kıyamet Günü aç ve çıplak kalacaklardır. Dünya-aa aç ve açık kaldığı halde isyana girmemiş, onu âhiretin bekleme salonu gibi gördüğü için sabretmiş kimseler de âhirette bol ve lezzetli nimetlere, güzel elbi-setere kavuşacaklardır. Peki dünya nimetlerinden hiç istifade etmeyecek, lezzetli şeyleri yiyip içmeyecek miyiz? Madem ki, Allah nimetleri yaratmış, onları seyredebilmek için göz, koklaya-aimek için burun, tadabilmek için dil, değerlerini hissedebilmemiz için akıl vermiş. Elbetteki bunlardan istifade edeceğiz. Ancak, bunların bir ölçüsü ve sınırı olacak. Nimetleri Cenab-ı Hakkın âhirette kullarına ihsan edeceği nimetlerin birer numunesi olarak gördüğümüzde, asıllarına müşteri olabilmek için tadmamız gerektiğini hemen anlarız. Öyleyse şükretmek, israfa kaçmamak, meşru sınırı aşmamak şartıyla istifade edeceğiz. Lem'alar'da belirtildiği gibi, insan, ne vakit ruh cesede, kalb nefse, akıl mideye hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o zaman leziz şeyleri de yiyebilir. Sonra bu nimetleri elde etmemek diye birşey de söz konusu olamaz. Madem ki Cenab-ı Hak âhiret nimetlerini olduğu gibi dünya nimetlerini de mü'min kulları için yaratmıştır. O halde helâl daire içerisinde istifade etmemize hiçbir engel yoktur. Mesnevî-i Nuriye'de yer alan şu cümle dünya ve dünya nimetlerine nasıl bakmamız gerektiği konusunda bize bir ölçü vermektedir: "Dünyayı kesben değil, kalben terketmek lâzımdır." Yani, dünyaya çalışmamak diye birşey söz konusu olamaz. Dünyada yaşadığımıza göre bir kısım ihtiyaçlarımız olacak, el âleme muhtaç olmadan yaşamak isteyeceğiz. Onun için d#e çalışmamız gerekecek. Ancak bunları âhirete basamak olacak şekilde elde etmeye çalışmalıyız. Dünya âhiretin tarlası olduğuna göre burada kazandıklarımız âhirette biçebileceğimiz tarzda olursa, dünyanın mânâ ve hikmetini anlamış oluruz.
luruz. Hadiste dikkat çekilen diğer bir husus da şudur: Allah için değil, sırf nefis hesabına ve nefsi şımartmak için ona ikramda bulunan kimsenin onu aslında horlayıp azap çekmesine vesile olmuş olması. Evet, nefsini şımartıp helâl haram ayırd etmeden onun her dediğini yapan kimse, aslında onu azaba sürüklemektedir de farkında değildir. Daha dünyadayken harama girmenin sıkıntılarını çekmeye başlar. Âhirette çekeceği azap ise daha başka. Hadiste belirtildiğine göre ise nefsine değer vermeyen nice kimseler de vardır ki, aslında onlar nefislerine ikramda bulunmaktadırlar. Onlar bilmektedirler ki her türlü kötülüğün başı olan nefis hor ve hakir görülmeye herşeyden daha çok lâyıktır. Onun için onlar nefse çile çektirmekten çekinmezler. Dünyada nefse çile çektirirler, ama İlâhî emre uymanın lezzetini daha dünyadayken tattırır, âhirette de kat kat sevapla karşılaşırlar. Nefsine değer vermeyen, onun kötü arzularıyla mücadele eden insan kazanır. Öyleyse nefis daima îkaz edilmelidir. Şu sözler ne güzel bir îkazdır. "Hazer et! [sakın!], dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem'a [ışıkcık], bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâifini [duygularını] onda batırma."[72] Hadîste dikkat çekilen bir husus da ganimet malını çalanların Allah katında nasipleri olamayacaklarının bildirilmesidir. Aynı husus devlet malı için de geçerlidir. Devletin malını şahsî malıymış gibi zimmetine geçiren, tüyü bitmemiş yetimlerin haklarını çalıp çırpan, lüks ve depdebe içerisinde yaşayanların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur. Haksız olarak yiyip içtikleri her kuruşun hesabını Mahşerde vereceklerdir. Ayrıca hadiste Cennetin yolunun sarp yokuş olduğu, ucuz olmadığı, ona ancak nefisle mücadeleyi kazananların gireceği; aksine, Cehenneme götüren amellerin de nefse hoş ve kolay geldiğini, düz bir yolda gitme gibi kolay olduğu bildirilmektedir. Evet, sabahın erken vaktinde, uykunun tatlı ânında kalkıp sabah namazını kılmak, he/kes dünyanın zevk ve şâşasına kapılıp giderken namaza koşmak, yazın kavurucu sıcağında, uzun günlerinde herkes su içip yemek yerken oruç tutabilmek kolay olmasa gerek. Yine birçokları nefsin arzuları için servet ve imkânlarını seferber ederken, malı, mülkü, canı Allah yolunda dağıtabilmek elbet-teki zordur. Yine birçokları nefis ve şeytana uyup nefsin süflî arzularının esiri ve zebûnu olup rahatına ve keyfine bakarken, insanlara hak ve hakikati ulaştırmak için rahatı, zevkleri, hatta uykuyu feda etmenin pek kolay olduğu söylenemez. Bu sarp yokuşları aşabilecek îman gücüne sahip olanlar Cennete gireceklerdir. Cehenneme götüren amelleri düşünelim. Hadiste anlatıldığına göre bunlar da kolay ve düzlüktür. Çünkü bunlar nefsin hoşlandığı şeylerdir. Nefis, ne kadar rezil şeyler varsa ondan hoşlanır. Birçok insanın nefsinin zebûnu oluşu, bunun delilidir. Nefisle mücadeleyi gaye edinmemiş kişilerin veya nefse mağlup olmuş kimselerin trenin rayda kolayca akıp gitmesi gibi kötü yollarında çekinmeden ilerleyip giderler. Bu hadis aslında yukardan beri anlatılan hususların bir nevi özeti şeklindedir. Bir anlık nefse uyma da insana çok şeylere rnal olabilmektedir. Mesela nefsine uyup haksız yere adam öldüren nice kimseler vardır ki, hapishane köşelerinde ömür tüketmek zorunda kalırlar.
Bu hadîs hem başkasının hoşuna gitmeyeceği şeyleri söylememe, hem de kulağının hoşlanmayacağı sözleri söyleme ortamına sebep olmama öğüdünü vermektedir. Birisi gelip bize hoşumuza gitmeyen sözler söylese, aleyhimizde atıp tutsa veya başkalarının aleyhimizde söylediği sözleri nakletse herhalde hoşlanmayız. Evet, insan iftiradan, küfürden, hakaretten, dedikodudan, çekiştirmeden, karalamadan hoşlanmaz. Bunlar duyulduğunda kulağın hoşlanmayacağı şeylerdir. Öyleyse şahsımızın hoşlanmayacağı bu sözlerden başkalarının da hoşlanmayacağını düşünüp, söylememek gerekir. Çünkü vazifemiz fiilen olduğu gibi sözle de kimseyi rahatsız etmemektir. Mü'min, bir hadiste belirtildiği gibi, eliyle ve diliyle kimseye zarar vermeyen kimsedir. Kulağın hoşlanmayacağı bir söz işiten kimse, "Acaba benim ne gibi yanlış davranışlarım var ki bu sözlere muhatap oluyorum" diye düşünmeli, eğer kendisi sebep olmuşsa hatasını düzeltmelidir.
1569. [ 3:117, Hadîs No: 2890] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Kötü arkadaştan sakan! Onunla tanınacağından şüphen olmasın.[75]
1570. [3:119, Hadîs No: 2892] Muaz'dan (r.a.) rivayetle: Lüks yaşamaktan sakın. Çünkü Allah'ın gerçek kulları lüks yaşamazlar.[76]
1571. [3:119, Hadîs No: 2894] Habbab bin Eret (r.a.) rivayet ediyor: içkiden sakın! Çünkü o asmanın dal vermesi gibi kötülüğü dallandırır.[77]
1572. [ 3:120, Hadîs No: 2895] Garr bin Rabia'dan (r.a.) rivayetle: Ayağı günde yedi defa da sürtçse, mü'minin ateşinden sakın ki seni yakmasın. Çünkü onun sağ eli Allah'ın Kudret Elindedir. Dilediği an onu ayağa kaldırır.
1573. [ 3:120, Hadîs No: 2896] Sıcak yemek yemekten sakının! Çünkü o bereketi giderir. Soğuk yemeyi tavsiye ederim. Çünkü o daha çok içe siner, bereketi daha büyüktür.[78]
1574. [ 3:121, Hadîs No: 2899] Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: İnsanlarla sürtüşmekten sakın! Çünkü bu iyi hasletleri örter, çirkinleri ise su yüzüne çıkarır.[79]
1575. [3:121, Hadîs No: 2900] Ebû Sald E[-Hudn (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: İnsanların gelip geçtiği yollarda oturmaktan sakınınız. İlla da otu-racaksanız o zaman yolan hakkını veriniz. Yolun hakkı ise şunlardır: Harama bakmamak, insanlara sıkıntı vermemek, selâmı almak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak.[80]
1576. [ 3:122, Hadîs No: 2901] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Zandan sakının. Çünkü zan, insanın içinden geçen en yalan şeydir. İnsanların gizli yönlerini araştırmayın, ayıplarını öğrenmeye çalışmayın, birbirinize karşı üstünlük yarışına girmeyin, birbirinize hased etmeyin, birbirinize karşı kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeşler olunuz. Biriniz, kişi evlenin-ceye veya bırakmcaya kadar din kardeşinin dünür gittiği kızı istemeye gitmesin.[81]
1577. [3:123, Hadîs No: 2903] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Arada iftar etmeden iki veya daha çok gün oruç tutmak mânâsına gelen savm-ı visalden sakının. Siz bu konuda benim gibi değilsiniz. Geceleyin Rabbim beni yedirir ve içirir. Gücünüzün yettiği kadarınca amel yüklenin.[82]
1578. [3:124, Hadîs No: 2904] Ebû Katade (r.a.) rivayet ediyor: Alış verişte çok yemin etmekten sakının. Çünkü bu malı sattırır, sonrada bereketini giderir.[83]
1579. [3:125, Hadîs No: 2906] İbni Amr'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Aşırı mal sevgisinden sakının! Çünkü sizden öncekiler ancak aşırı mal sevgisi yüzünden helak oldular. Bu özellik onlara cimriliği emretti. Cimrileştiler. Akrabalarıyla münasebetleri 'kesmeyi emretti. Kestiler. Zulüm ve günahlara dalmayı emretti. Daldılar.[84]
1580. [ 3:125, Hadîs No: 2907] İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Fitnelerden sakının! Dille ona karışmak kılıçla karışmak gibidir.[85]
1581. [ 3:125, Hadîs No: 2908] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Hasedden sakının. Çünkü hased ateşin odunu yeyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.[86]
1581. [ 3:125, Hadîs No: 2908] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Hasedden sakının. Çünkü hased ateşin odunu yeyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.[86]
1582. [3:125, Hadîs No: 2909] İbni Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Dinde aşırı gitmekten sakının. Çünkü sizden öncekiler ancak dinde aşırı gitmekle helak oldular.[87]
Dinde aşırı gitmek, dinin çizdiği sınırlara kanaat etrrieyip daha fazla şeyler yapmak istemektir. Bu ise insan gücünü aşabilecek, kapasitesini taşabilecek bir davranıştır. Bir hadiste de belirtildiği gibi, herşeyin ortası hayırlı olanıdır. Bu orta yol, insan fıtratına en uygun olan yoldur. İnsan takatinin üzerinde bir yük yüklenirse, bunu belki bir süre taşıyabilir, a*ma ilelebet götürmesi mümkün değildir. Ab-duDah bin Amr bin Âs'ın başından geçen şu hâdise buna en güzel bir örnektir: Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), Hz. Abdullah'ın geceleri namaz kıldığını, gündüzleri oruç tuttuğunu, çokça da Kur'ân okuduğunu öğrendi. Bunun üzerine ona şu tavsiyelerde bulundu: "Bazan oruç .tut, bazan tutma. Gecenin bir kısmında ibadet et, bir kısmında uyu." Hz. Abdullah'ın, "Ne kadar zamanda Kur'ân'ı hatmedeyim?" sorusuna da, "Ayda bir hatim indir" cevabını verdi. "Ya Resülallah, ben bundan daha kısa bir sürede hatm edebilirim" de'yince yirmi günde yapmasını, daha da az bir zamanda hatm edebileceğini söylediğinde de, on günde hatm etmesini söyledi. Hz. Abdullah daha kısa sürede hatim yapabileceğini söylediyse de Resûlullah buna razı olmadı.[88] Çünkü zamanla güç kuvvetten düşebilir, hizmetlerini aksatabilirdi. Nitekim öyle oldu. Hayatının son yıllarında yaşlanan Hz. Abdullah güçten, kuvvetten düşünce zorlanmış ve şöyle demişti: "Keşke Resûlullahın tavsiyesini tutsaydım, o bana sahralar dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıydı."[89] Bu hadis açıkça göstermektedir ki, aşırılık daima zarar getirir. Öyle ki yukar-daki hadis-i şerifte de belirtildiği gibi insanları helake kadar götürür. Nitekim geçmiş bazı ümmetler bu yüzden helak olmuşlardı. Şu hadis-i şerif de bu konuda güzel tavsiyelerdendir: "Din kolaylıktır. Fazla amel yapayım diye dine galip gelmek isteyen ancak mağlup olur, amel yapma gücünü kaybeder. Şu halde doğru yolu takip edin ve dengeyi koruyun. En mükemmelini yapmaya gücünüz yetmezse, ona en yakın olanını yapın."[90]
1583. [ 3:126, Hadîs No: 2911] İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Çıplak durmaktan sakınınız. Çünkü yanınızda sadece abdestinizi yaptığınızda ve kişi ailesiyle cinsi münasebette bulunduğunda ayrılan melekler vardır. Onlardan haya edin ve onlara saygı gösterin.[91]
1584. [3:126, Hadîs No: 2913] İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Nefsin arzularına uymaktan sakının! Çünkü o, hakka karşı sağır ve kör yapar.[92]
1585. [3:127, Hadîs No: 2915] Enes'den (r.a.) rivayetle Kâfirden de olsa mazlumun bedduasından sakının. Çünkü onun aziz ve celil olan Allah'a ulaşmasına engel olacak hiçbir perde yoktur.[93]
1586. [3:127, Hadîs No: 2916] Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor: Küçük görülen günahlardan sakının! Çünkü bu günahların durumu şuna benzer: Bir topluluk bir vadide konaklamışlar. Ekmeklerini pişirmek için herbiri birer çalı çırpı getirmiş, böylece yeterli odunu toplamışlar. îşte küçük gibi görülen günahlar da böyledir. Birike birike sahibini helake götürür.[94]
1587. [3:128, Hadîs No: 2918] Sâ'd bin Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: Nikâh düşen kadınlarla yalnızken konuşmaktan sakının. Çünkü bir kişi nikah düşen bir kadınla başbaşa kalırsa mutlaka gönlü kayar.[95]
1588. [3:129, Hadîs No: 2920] Muaviye (r.a.) rivayet ediyor: Birbirinizi övmekten sakının. Çünkü o kişiyi manen boğazlamaktır.[96]
1589. [3:130, Hadîs No: 2922] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Güneşte oturmaktan sakının! Çünkü bu elbiseyi eskitir. Kokuyu bozar, gizli hastalıkları ortaya çıkarır.[97]
1591. [3:130, Hadîs No: 2924] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Zinadan sakının! Onun dört kötü neticesi vardır. Yüzün nuruna giderir. Rızkı keser. Rahman olan Cenab-ı Hakkı gazaba getirir. Deriyi de ateşe atar. [99]
1592. [3:130, Hadîs No: 2925] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Borç almaktan sakının! Çünkü o gecenin kaygısı, gündüzün ise zilletidir.[100]
Resûlullah (a.s.m.) borçlanmanın şerrinden Allah'a sığınmıştır. Hatta bu serden .sığınmayı Deccal, hayat ve ölümün fitneleri gibi tehlikeli fitneler arasında sayarken zikreder ki, böylece borçlanmanın tehlikesine dikkat çeker.[101] Yukardaki hadiste ise bu tehlikelerden ikisi nazara verilmekte, gecenin kaygısı, gündüzün ise zilleti olduğu bildirilmektedir. Borç getenin kaygısıdır. İnsanın uykusunu kaçırır, sıkıntıda bırakır. Aile huzurunu da bozar. Borcun gündüz zillete düşürmesi ise alacaklılara muhatap olma ânında kendini gösterir. Bir hadiete bu hususa da dikkat çekilmiş, "İnsan borçlandığı zaman yalan uydurur, söz verir de sözünde durmaz" [102] buyurulmuştur. Evet, insan borç alır, "Şu gün ödeyeceğim" der, ama o gün gelir, ödeyemez; yalancı duruma düşer, mahcup olur. Güvenini yitirir. Olumsuz durumlarla karşılaştığında ise rahatsız olmaya başlar, vicdanen huzursuz olur. Vurdumduymaz birisiyse hakaretlere kadar uzanan sözlere muhatap olur. Borç bazan insanı öyle bir o noktaya kadar götürür ki, izzeti, şerefi, namusu dahi insana feda ettirir. Öyle ki, başkalarının ayaklarını öpecek kadar zillete düşürtür, dilenciliğe, yüz suyu dökmeye başlatır. Kişi netice alamazsa hırsızlığa kadar gider, rüşvet almaktan çekinmez. Manen kendini tehlikeye atmakla kalmaz, maddeten de risk altına sokar. işte borçlanmanın bu ve buna benzer tehlikeleri yüzündendir ki, Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), borçlu yaşamayı tavsiye etmemektedir. Mecbur kalınmadıkça ve ödeyebilmeyi göze almadıkça borca girmemelidir. Kişinin, izzetini rencide ettirmeden borçlanma yoluna girmesi, altından kalkabileceği atılımlara teşebbüs etmesi bahsimizden hariçtir. Ayağını yorganına göre uzatıp ona göre hareket etmek en doğru bir davranış olsa gerek.
1593. [3:131, Hadîs No: 2926] İbni Me's'ûd'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kibirden sakının! Çünkü şeytanı Âdem'e secde etmemeye sürükleyen kibirdir. Hırstan sakının! Çünkü Hz. Adem'i yasak ağaçtan yemeye sevkeden hırstır. Hasedden sakının! Çünkü Adem'in iki oğlundan birisinin diğerini öldürmesi hased yüzündendir. Hased bütün günahların köküdür.[103]
1594. [3:132, Hadîs No: 2927] Cabir (r.a.) rivayet ediyor: Tamahkarlıktan sakının! Çünkü o peşinen fakirliktir.[104]
1595. [3:132, Hadîs No: 2928] İbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Kibirden sakının! Çünkü kibir, fakirliğinden dolayı değersiz elbise giyen kişide dahi bulunabilir.[105]
1596. [3:133, Hadîs No: 2931] Ebû Bekir (r.a.) rivayet ediyor: Yalandan sakının! Çünkü yalanla doğru iki zıt kutupturlar. • [106]
1597. [3:134, Hadîs No: 2933] Ömer'den (r.a.) rivayetle: Dinde ince eleyip sık dokumaktan sakının! Çünkü Allah onu kolaylaştırmıştır. Öyleyse gücünüzün yettiği kadarını alın. Şüphesiz Allah salih amelin az da olsa devamlı olanını sever.[107]
1598. [3:135, Hadîs No: 2937] Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor: Hanginiz cihad gibi hayırlı bir işi için evinden ayrılan bir kimsenin ailesine ve malına iyi bir şekilde göz kulak olursa, çıkanın mükâfatının yansı kadar sevap kazanır.[108]
1599. [3:136, Hadîs No: 2939] İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Herhangi bir kişi din kardeşine "kâfir" derse bu onlardan birisine döner: Eğer dediği gibiyse mesele yok. Aksi halde kendisine döner.[109]
1600. [ 3:138, Hadîs No: 2944] Sevban (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Herhangi bir kadın zarurî bir gerekçe olmadan kocasından boşanmasını isterse Cennetin kokusu kendisine haram olur.[110]
1601. [3:138, Hadîs No: 2945] Ümmü Seleme'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Herhangi bir kadın kocası kendisinden hoşnut olarak ölürse Cennete girer.[111]
1602. [3:140, Hadîs No: 2949] Huzeyfe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Birisi bir adamı aralarında ondan daha liyakatlisi bulunduğunu bile bile on kişiye idareci yapsa, Allah'a, Resulüne ve İslâm topluluğuna hıyanet etmiş ölür.[112]
1603. [3:140, Hadîs No: 2950] Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Herhangi bir kişi helâîindan bir mal kazanır, ondan yer, giyinir, t JÜaıfe'in, kendinden daha muhtaç kullarına yedirir ve giydiril se bu lusndîsi için bereket ve temizlik olur. Herhangi bir Müslüman da ve-ııpppk sadakası bulunmazsa, dualarında şöyle desin: "Allah'ım, kulun me fiesûlün olan Muhammed'e (a.s.m.), erkek ve kadın mü'min ve İüslüinan erkek ve kadınlara rahmet eyle!" Bu da onun bereket ve temizliğidir.[113]
1604. [3:140, Hldtı No: 2951] Süheyb bin Sinan (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Herhangi bir kişi vermemek niyetiyle bir borç alırsa, Kıyamet Günü hırsız olarak Allah'ın huzuruna çıkar.[114]
1605. [3:140, Hadîs No: 2952] Süheyb bin Sinan'dan rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Herhangi bir kimse, bedelini vermemek niyetiyle birşey satın alırsa, öldüğü gün hâin olarak ölür. Hâin ise Cehennemdedir.[115]
1606. [3:141, Hadîs No: 2953] Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Hastayı ziyaret eden bir kimse, Allah'ın rahmetine dalar. Hastanın yanında oturan kimseyi de rahmet kaplar.[116]
1607. [ 3:141, Hadis No: 2954] Cabir'den (r.a.) rivayetle: . Herhangi bir kişi genç yaşlardayken evlenirse, şeytan şöyle çığlık atar: "Vay başıma gelene! Bu benden dinini korudu."[117]
1608. [3:141, Hadîs No: 2955] Atiyye bin Kays (r.a.) rivayet ediyor: Herhangi bir kişiye dini konusunda İlâhî bir öğüt tebliğ edilirse, bu, Allah tarafından kendisine gönderilen bir nimettir. Onu şükrederek kabul ederse ne âlâ. Aksi takdirde bu Allah katında, aleyhinde bir delil olur. Onunla Allah günahını arttırır ve daha fazla gazab eder.[118]
Nimetlerin en büyüğü insanın manevî hayatı,"moral dünyasıyla ilgili olan nimetlerdir. Çünkü insanın huzuru, saadeti yerinde değilse, maddeten ne kadar refah içinde de olsa sıkıntıdan kurtulamaz. Manevî dünyaya yön
de de olsa sıkıntıdan kurtulamaz. Manevî dünyaya yönelik öğütlerin ise hayatımızda ap ayrı bir yeri vardır. Öğüde muhtaç olmayan insan yoktur. Öğüt verenler bile öğüde muhtaçtırlar. Bazan olur ki, bunalan, bir çıkış yolu arayan insan, kendisine Allah için yapılan bir öğütle rahatlayıverir. Öğütler hayat yolunun işaret taşlarıdır. Âdeta karanlıkları aydınlatan bir projektördür. Rahatlık, kolaylık ve kurtuluş reçetesidir. Yerine göre insanı büyük tehlikelerin eşiğinden döndürür. Bu ve buna benzer özellikleri sebebiyledir ki öğütleri büyük bir nimet olarak değerlendirmek gerekir. Eğer insan, böylesine mtzlytt vt fazlletlffi olan öğütlara kulak Kabartır, şükr«d«r#K kabullenirse faydalarını görür, maddeten v# mânan çok şeyler kazanır. öflüdü dlnluyen İnsan, herşeyden önce bu öğütlerin iyi niyetle yapıldığını düşünür, sevgi ve muhabbetle bakar, ona göre değerlendirirse o öğüdü kolayca kabullenebilir. Aleyhine şeyler söylense de, bunu acı bir ilaç gibi görür ve uygulama gayreti içerisine girer. Böyle öğütler dosttan gelir. Sa'di'nin "Önünde bir çukur olduğunu söyleyen senin hayırhahındır" dediği gibi böyle kimseler bizim iyiliğimizi isteyen kimselerdir. İnsanların öğüdü kabul etmemelerinin genel gerekçesi öğüt veren kimseden hoşlanmamalarıdır, şahsiyetleridir. Şahsiyeti hoşuna gitmiyorsa, söyledikleri ne kadar güzel ve faydalı olursa olsun çoğu zaman kale almaz. Oysa bu yanlış bir harukotlir. Sözü söyleyene değil, sözün kendisine bakılmalıdır. Yerindeyse kim-üoıı golirse gelsin kabul edilmelidir. Aksi halde insan bu öğütleri kulak ardı eder, vurdumduymazlığa verir veya sırl çevirirse, zararlarını dünyada görmekle kalmaz, hadiste belirtildiği gibi Kıyamet Günü aleyhinde delil olarak kullanılır, hem Allah'ın gazabını kazanmış, hem de günahını arttırmış olur.
1609. [ 3:142, Hadîs No: 2960] Ebû Said el-Hudrî (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Bir Müslüman üzerinde elbisesi olmayan bir Müslüman kardeşini giydirirse, Allah da ona Cennetin yeşil elbiselerinden giydirir. Bir Müslüman aç bir Müslümanı doyurursa Allah da Kıyamet Günü ona Cennet meyvelerinden yedirir. Bir Müslüman susamış bir Müslüman kardeşinin susuzluğunu giderirse, Allah da Kıyamet Günü ona ağzı mühürlü Cennet içeceğinden içirir.[119]
1610. [ 3:143,Hadis No: 2961] îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Bir Müslüman bir Müslüman kardeşine, bir elbise şiydirirse, üzerinde ondan bir parça kaldığı sürece, Allah'ın muhafazası altında olur. [120]
1611. [3:145, Hadîs No: 2965] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayet ediyor: Bir kimseye Allah bir ilim verir de o da onu gizlerse, Allah Kıyamet Günü ona ateşten bir gem vurur.[121]
1612. [3:145, Hadîs No: 296] Ebu'd-Derda (r.a.) rivayet ediyor: Bir kimi* Allah'ın bulirlediği canlardın birinin uygulanmaraşsı-na aracı olurı», bundun vaig»çin<< ve kadar Allah'ın gaıabınu hedef olmaya duvunı odur, Bir kima», hakkında bilgili olmadığı bir dâvada bir Müilüman kardeşin» aşın kin < I uyarsa, o kişinin hakkı konusunda Allah'la çekişmiş olur, Allah'ın gazabına maruz kalmak için aşın bir cüretkârlık gösterir ve Kıyamet Gününe kadar sürekli olarak Allah'ın lanetine maruz kalır. Bir kişi, dünyada iken, kötüleme gâyesiy-la, bir Müslüman kardeşi hakkında bir iftirayı yayarsa, Kıyamet Günü bu «uçunun cezasını çekinceye kadar ateşte asılı tutmak Allah'ın Uiifina bir hak olur.[122] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Bir kimse Müslümanların bir işini üzerine alır da kendisini gözetip koruduğu gibi onları korumazsa kendisine Cennetin kokusu kok-lltlılmaz.[123]
1614. [3:149, Hadîs No: 2977] Bera bin Azib (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: iki Müslüman birbirleriyle karşılaştığında birisi diğerinin elinden tutar, her ikisi de Allah'a hamdederek musafahalaşırlarsa, birbirlerinden küçük günahları kalmamış olarak ayrılırlar.[124]
1615. [3:150, Hadis No: 2982] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Herhangi bir topluluk bir mecliste oturur, orada uzun süre bekler; sonra da Allah'ı anmadan veya peygamberine salavat getirmeden da-ğılırlarsa Allah'a karşı bir kusur işlemiş olurlar. Allah dilerse onlara azap eder, dilerse bağışlar.[125]
1616. [3:151, Hadîs No: 2985] Ebû Zer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Herhangi bir kişi kendisine izin verilmeden önce bir evin kapı veya penceresindeki örtüyü kaldırarak bakarsa yapması helâl olmayan bir iş işlemiş demektir. O anda ev içinden birisi gözünü patlatırsa ceza görmez. Bir kişi de örtü bulunmayan bir kapının önünden geçer de ev sahiplerinin görülmesi uygun olmayan yönlerine gözü çarparsa hiçbir günahı yoktur. Suç ev halkınındır.[126]
1617. [ 3:152, Hadîs No: 2986] Bişr bin Âsım'dan (r.a.) rivayetle Resûlullah (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır Bir idareci, Müslümanların işini üzerine aldığı halde aralarında idtıleti gözetmezse, Cehennemin üzerine kurulan Sırat köprüsünde durdurulur. Sırat, bütün organları yerinden çıkıncaya kadar sallanır.[127]
1818. [ 3:152, Hadîs No: 2987] Ma'ftıl bin Yesar Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Bir idareci, emri altındakileri aldatıp hıyanet ederse, Cehennemdedir.[128]
1619. [ 3:152, Hadîs No: 2989] Rbû Said'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöy-k buyurmuşlardır: Herhangi bir kadının üç tnno çocuğu ölürse, bunlar kendisi için Cehanneme karşı ptmlu olurlar.
1620. [3:155, Hadîs No: 2996] Muaviye (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyh buyurduklarını rivayet ediyor: Herhangi bir kadın başına kendisine ait olmayan bir saçı takarsa o başa takılmış bir vebal olur.[129]
1621. [ 3:155, Hadîs No: 2998] Ebû Ümame'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Herhangi bir adam namaz kılma gayesiyle abdest almaya başlar ve ellerini yıkarsa yere düşen ilk damlalarla birlikte avucuyla işlemiş olduğu günahları düşer. Yüzünü yıkadığında yere düşen ilk damlalarla birlikte kulağı ve gözüyle işlemiş olduğu günahları düşer. Kollarını dirseklerine, ayaklanın da topuklarına kadar yıkadığında da kendisine ait olan bütün günah ve hatalardan kurtulup anasından doğduğu günkü gibi ter tomiz olur. Namaza kalktığında ise Allah bununla onu bir derece yükseltir. Oturunca da selâmete ermiş olarak oturur.[130]
1622. [3:156, Hadîs No: 2999] Attır bin Abese (r.a.) rivayet ediyor: Hurhangi bir Müslüman Allah yolunda bir ok atarsa, bu ok hedefi-np İNiıbet etsin etmesin İsmailoğullarından bir köleyi âzâd etmiş gibi »ovup kazanır. Herhangi bir kişi Allah yolunda saçım ağartırsa bu kendisi için nur olur. Herhangi bir kişi Müslüman bir köleyi âzâd iderae o kölenin herbir organı âzâd eden kimsenin herbir organının Cehennemden kurtulması için bir fidye olur.[131]
Bu hadîs-i şerifin ilk cümlesi, cihad ruhunu canlı tutmayı hedeflemektedir. Çünkü bu ruhun her devirde ve her hal ü kârda ter ü taze tutulması gerekir. Günün şartlarına göre cihad ok atma tarzında olabildiği gibi, çağın gelişen şartlarına göro modern âlet ve cihazlarla da yapılabilir. Nitekim bugün okun yerini, ge-Hf tnl0 otomatik silâhlar almıştır. Dün ok atmayı öğrenip düşmana atan, hedefe isabet etsin etmesin sevap kazınıyordu. Hem de hadiste belirtildiği gibi Ismailoğullarından bir köleyi âzâd «tmiş gibi... Ismailoğullannın genel olarak ne kadar asil ve mübarek insanlar olduğu düşünülürse, bu sevabın büyüklüğü kendiliğinden anlaşılır. Dugün de modern silahlan kullanmasını bilip onları hedefe fırlatan, isabet et-jiin ölmesin aynı sevabı kazanacaktır. Tabiî bu maddî cihad için söz konusud
n de modern silahlan kullanmasını bilip onları hedefe fırlatan, isabet et-jiin ölmesin aynı sevabı kazanacaktır. Tabiî bu maddî cihad için söz konusudur. Bir de manevî cihad vardır ki, bu Clhud da hadîste anlatılan husus içerisine girer. İmansızlığa, ahlâksızlığa, maddi ve manevî değerleri tahribe yönelik faaliyetlere karşı yapılan mânevi cihad, yani likir harbi de böyledir. Dinsizliği, ahlâksızlığı neşreden basın ve yayın organlarına karşı müsbotlerini, faydalılarını yayınlamak bu cihada katılmak olur. O /iirnarı horbir kitap, horbir fikir birer ok yerlno gaçor. Bu yolda yapılan herbir tohbot, vaaz, dam do biror ok atma mesabsnlmlodir Kısacası o dohşotli mânevi yangım »öndutmok için yapılan her türlü li«lly«t, hedefini tam olarak bulsun voyu bulmanın bunun içoriHİnu girtf, O halde bu manevî eğitime katılmak, fikir oklarını hedeflerine ulaştırmak, aynı sevabı kazanma yolunda gayret göstermek, aynı sevabı kazanmak demektir. O halde hiçbir Müslüman böyle bir hizmeti hafife almamalı, maddeten ve manen ne gerekiyorsa üzerine düşeni yapmalıdır. Hadîsin ikinci cümlesi Allah yolunda saçını ağartan kimsenin ağaran saçlarının Mahşer Gününde nur olacağını bildirmektedir. Evet, Allah yolunda atılan her adım, yani Allah'ın rızasını kazanmak, dinini yüceltmek, çizdiği meşru dâirede hayat sürmek, kısacası Müslümanca yaşamak, maddî ve manevî cihad için her yürüyüş, her hareket, her davranış kulun manen yükselmesi, derece ve mertebesinin artması demektir. Bu öyle bir nurdur ki, herkesin böyle birşeye ihtiyaç duyduğu o sıkıntılı Kıyamet gününde onun yüzünü ağartacak, gönlünü hoş edecek bir lütuf ve ihsan haline golir. Böyle bir mü'min âhirette göreceği mükâfatın küçük bir örneğini dünyada da görür, onca zahmete rağmen huzur dolu bir hayat sürer. Hadîste ayrıca köle âzâd etmenin fazileti üzerinde durulmuş, Müslüman bir köleyi âzâd eden bir kimseye kölenin herbir âzası karşılığında kendi azalarından birinin Cehennemden kurtulacağı bildirilmiştir. Bu hadîs de göstermektedir ki, dinimiz, insan hürriyetine çok büyük bir önem vermekte, eski çağların bir realitesi olan köleleri hürriyete kavuşturmak için büyük teşvikler yapmaktadır.
1623. [3:156, Hadîs No: 3000] Ali bin Ebî Talip'den (r.a.) rivayetle: Herhangi bir kimse benden sonra ümmetimin idaresini üzerine alırsa, Kıyamet Günü Sırat köprüsü üzerinde durdurulur. Melekler amel sahifosini açarlar, Kftor âdil davranmışsa Allah, bu adaleti sebebiyle onu kurtarır. Rğeı zulüm yapmışsa, Sırat onu öyle bir silkeler ki, eklemleri birbirinden ayrılır, Oy ki iki organı birbirinden yüz sentlik Sonra ! iuul onu Cehenneme düşürür.[132]
1624. [3:157, Hadîs No: 3001] Ebû Ümame (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Bir Müslüman diğer bir Müslümana sıcak bir ilgi gösterip sonra da onu aldatırsa, faiz yemiş gibi günahkâr olur.[133]
1625. [3:157, Hadîs No: 3003] Ebû Said El-Hudri (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Herhangi bir idareci, idaresi altındakilere merhamet etmezse, Allah ona Cenneti haram kılar.[134]
1626. [3:157, Hadîs No: 3004] Ebû Ümame (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Bir genç, ilim ve ibadet içerisinde yetidir, olgunlaşırsa, Allah Kıyamet Günü ona yetmiş iki sıddîkın hovııIu kıulur sevap verir.[135]
1627. [3:158, Hadîs No: 3005] Mâkıl bir Yesar'dan (r.a.) rivayetle: Herhangi bir toplulukta sabahleyin ezan okunursa bu onlar için akşama kadar Allah'ın azabına karşı bir teminat olur. Herhangi bir toplulukta akşamleyin ezan okunursa bu da onlar için sabaha kadar Allah'ın azabına karşı bir teminat olur.[136]
1628. [3:158, Hadîs No: 3006] Cabir (r.a.) rivayet ediyor: Zekâtı verilen herhangi bir malın biriktirilmesi, Allah'ın Kur'An'-da yasakladığı "kenz" değildir.[137] . 1629. [3:158, Hadîs No: 3007] Abdurrahman hin Semüre'dtn (r.a.) rivayetle: Herhangi bir idareci bir topluluğun idarttini üıtlonir de onları iyi niyet ve güvenilirlik kanutlun «İtini fümeni, herzeyi kuşatan Al» Itth'm rnhmoti onu difindıı lıırttku1,[138]
1630. [3:158, Hadîs No: 3008] Mâkıl bin Yesar (r.a.) rivayet ediyor: Bir idareci, ümmetimin idaresini üzerine alır da kendi şahsına iyi niyet besleyip gayret gösterdiği kadar onlar için de iyi niyet besleyip gayret göstermezse, Allah Kıyamet Günü onu yüzüstü Cehenneme atar.[139]
1631. [3:158, Hadîs No: 3009] Âişe'den (r.a.) rivayetle: Hnrhangi bir idareci, bir topluluğu idare eder de, onlara karşı yu-B»U|nk davranıp şefkat gösterirse, Allah da Kıyamet Günü ona şefkatle muamele eder.[140]
1632. [3:159, Hadîs No: 3010] Enet (r.a.) Peygamber E fendim itin (u.t.m.) şöyle buyurduğunu rl-vâytt tdiyor: Herhangi bir kişi yanlış bir yola çağırır da bu çağrısına uyulursa, uyanların günahı kadar kendisine günah yazılır. Bu, onların günahlarından da hiçbir şey eksiltmez. Herhangi bir kişi doğru bir yola çağırır da bu çağrısına uyulursa kendisine uyanların mükâfatı kadar mükâfat alır. Bu, onların mükâfatından da hiçbirşey eksiltmez.[141]
1633. [3:159, Hadîs No: 3011] Amr bin Mürre'den rivayetle: Nerede Allah'ın takdirini gönül hoşluğuyla karşılayanlar? Nerede bol mükâfatla karşılık verilen güzel amellere koşanlar? Sonsuzluk diyarına inandığı halde aldanış yurdu olan dünyanın âhirette faydasız işlerine çalışanlara hayret ederim.[142]
1634. [3:159, Hadîs No: 3012] Câbir (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Ky insanlar! Allah'tan korkun ve rızkınızı ararken aç gözlülük gÖHtormeyin, mutedil olun. Çünkü hiçbir canlı elde etmede gecikse bilo rızkını tam olarak almadan katiyyen ölmez. Öyleyse Allah'tan korkunu/ vo malodinmorio aç gözlülük yapmaktan sakınınız, güzelce davranınız. Allah'ın helftl kıldığını alın, hıırnm kıldığını ise terkedin.[143]
1635. [3:160, Hadîs No: 3014] Ebû Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle: Ey insanlar! Allah'tan korkun! Allah'a yemin ederim ki bir mü'-min bir mümine zulmederse, Allah Kıyamet Gününde ondan mutlaka intikamını alır.[144]
1636. [3:161, Hadîs No: 3017] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Ey ümmet! Ben sizin bazı şeyleri bilmemenizden korkmuyorum. Fakat bildiklerinizle ne derece amel ettiğinizi bakın.[145]
1637. [3:161, Hadîs No: 3018] Enes'den (r.a.) rivayetle: Herhangi bir kul bir din kardeşini Allah rızası için ziyaret ederse, kendisine, 'Güzel yaptın. Cennet senin için güzolleşti' diye seslenilir. Aziz ve celil olan Allah da şöyle buyurur: 'Kulum Beni ziyaret etti. Ağırlaması Bana aittir. Kulum için Cennetten başka bir ziyafete razı olmam."[146]
1638. [3:162, Hadîs No: 3019] Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor: Ey kardeşim! Sana bir tavsiyede bulunacağım. Onu hatırında tut. Allah'ın bundan seni faydalandıracağını umarım. Çok olmalınızın gündüzleyin zaman zaman kabirleri ziyaret et ki bu sana âhiıvti hatırlatsın. Fakat bunu çok yapma ki din ve dünya işlerin yüz üstü kalmasın. Cenazeleri yıka. Çünkü cansız cesedlerle haşir neşir olmakta çok tesirli bir öğüt vardır. Cenaze namazlarını kıl ki bu gönlüne uh-revî bir hüzün versin. Çünkü gönlü kırık olanlar Allah'ın himAyeıin-de olarak her türlü hayra mazhardırlar. Allah için bir tevazu ve mü* kâfatına îman gayesiyle fakirlerle oturup kalk. Karşılaştığında onlara selâm ver. Musibete uğrayanlarla beraber Allah için müttViit davranarak ve bunun sevabına inanarak yiyip iç. Mütevazî ve lüki» kaçmayan elbiseler giyin. Böylece gurur ve kibir sende yerleşecek bir yor bulamamış olur. Zaman zaman Rabbine. ibâdet için süslen, Çünkü mü'min bunu insanlara karşı tok gözlülüğünü göstermek, şoroflnl muhafaza etmek ve pejmürdelikten kaçınmak için yapar. Allah'ın ya-rnIlığı hiçbir şeye ateşle azap verme.[147]
1639. [ 3:164, Hadîa No: 3021] lrbad'dan (r.a.) rivayetle: Sizden biriniz koltuğuna kurularak Allah'ın şu Kur'ân'daki şeylerden başka hiçbirşeyi yasaklamadığını mı zannediyor? Dikkat edin, Allah'a yemin ederim ki ben de bazı şeyleri emretmiş, bazı öğütler vurmiş ve birkısım şeyleri de yasaklamış bulunuyorum. Bunlar Kur'ân kadar veya sayıca daha fazladır. Yüce Allah sizin üzerlerindeki hakkınızı verdikleri zaman, izin vermeleri durumu müstesna ehl-i kitabın ne evlerine girmenizi, ne kadınlarını dövmenizi ve ne de meyvelerini yemenizi helal kılmıştır.[148] Adiy bin Hatem (r.a.) rivayet ediyor: Kişinin hem en uğurlu ve hem de en uğursuz organı iki çenesi arasındaki dilidir.[149]
1641. [3:165, Hadîs No: 3023] Ali'den (r.a.) rivayetle: Devamlı olarak şüpheli şeylerin peşinde koşanlar, şaraba şıra, rüşvete hediye, haksız vergiye de zekât kılıfı geçirip alırlar.[150]
1642. [3:165, Hadîs No: 3024] Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor: Faizin günahı konusunda alan da, veren de eşittir.[151]
1643. [3:166, Hadîs No: 3025] Abdullah bin Cerad'dan (r.a.) rivayetle: İyiliği emreden onu işleyen gibidir.[152]
1644. [3:167, Hadîs No: 3030] İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Kıyamet alâmetleri bir tek ipe dizilmiş boncuklar gibidir. İp kop n ustur. Bunlar birbirini takip edeceklerdir.[153]
1645. [3:167, Hadîs No: 3031] îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: Kim Bakara Sûresinin son iki âyetini geceleyin okursa bu ona kâfî gelir.[154]
1646. [3:170, Hadîs No: 3038] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Cemaatle namaza gelenlerin mükâfatı mescidden uzaklıkları nis-betinde büyük olur. En uzak olan en büyük mükâfatı alır.[155]
1647. [3:171, Hadîs No: 3039] Urvetü'l-Barakî'den (r.a.) rivayetle: Deve, sahibi için izzet vesilesidir. Davar, berekettir. Hayır, Kıyamet Gününe kadar atın perçemine bağlanmıştır.[156]
1648. [3:171, Hadîs No: 3042] Kbû Hüreym (r.a,) Hvâytt idiyor; îhsân, Allah'ı görüyormuşsun gibi Ona ibâdet etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da O seni görüyor.[157]
1649. [3:176, Hadîs No: 3053] Ebû Musa el-Eş'ari'den (r.a.) rivayetle: Biriniz, bir yere girmek istediğinde üç defa izin istesin. Müsaade edilmezse geri dönsün.[158]
1650. [3:176, Hadîs No: 3054] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: İzin üç defa istenir. Birincisi işitmeniz için, ikincisi sağa sola çekia düzen vermeniz için, üçüncüsü izin vermeniz veya geri çevirmeni» içindir.[159]
1653. [3:178, Hadîs No: 3059] Ömer'den (r.a.) rivayetle: islâm, Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şâhidlik etmendir. Namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yol bulabilirsen haccetmendir.[162]
1654. [3:179, Hadîs No: 3061] Ebu Zer (r.a.) rivayet ediyor: İslâm kolaylık ve hoşgörülüktür. Ancak yumuşak huylu ve hoşgörülü kimselere lâyıktır.[163]
Fetih Sûresinin 28. âyetinde Resûlullahın bütün dinlere üstün gelecek bir dinle gönderildiği bildirilmiştir ki, bu haberi gelişen hadiseler ortaya koymuş; tek başına yola çıkan Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) getirdiği din kısa zamanda bütün dünyaya hâkim olmuştur. Yukardaki hadis-i şerif de bu âyeti teyid etmekte, Isla-' mın eksilmeyeceği, daima artacağı bildirilmektedir. Vefatı ânında geride 140 bin Sahabî bırakan Allah Resulünün açtığı çığır dört halife ve daha sonraki devirlerde genişletilerek devam ettirilmiş, birçok İslâm devleti, gerçekleştirdiği fesihlerle nice insanın İslâm dairesine girmesine vesile olmuştu. Bugün toprak olarak hemen hemen dünyanın yarısına, sayı olarak da beşte birine hâkim olan İslâmiyet, gün geçtikçe kuvvetlenmekte ve artmaktadır. Diğer bütün dinlerin aksine Müslümanların gün geçtikçe daha da artmalarının sebebi; vahye dayanması, islâ
Fetih Sûresinin 28. âyetinde Resûlullahın bütün dinlere üstün gelecek bir dinle gönderildiği bildirilmiştir ki, bu haberi gelişen hadiseler ortaya koymuş; tek başına yola çıkan Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) getirdiği din kısa zamanda bütün dünyaya hâkim olmuştur. Yukardaki hadis-i şerif de bu âyeti teyid etmekte, Isla-' mın eksilmeyeceği, daima artacağı bildirilmektedir. Vefatı ânında geride 140 bin Sahabî bırakan Allah Resulünün açtığı çığır dört halife ve daha sonraki devirlerde genişletilerek devam ettirilmiş, birçok İslâm devleti, gerçekleştirdiği fesihlerle nice insanın İslâm dairesine girmesine vesile olmuştu. Bugün toprak olarak hemen hemen dünyanın yarısına, sayı olarak da beşte birine hâkim olan İslâmiyet, gün geçtikçe kuvvetlenmekte ve artmaktadır. Diğer bütün dinlerin aksine Müslümanların gün geçtikçe daha da artmalarının sebebi; vahye dayanması, islâmın hak ve hakikatler manzumesi olması, her meselesini akla tespit ettirmesi, ilimle çatışmaması, kısacası asliyetini mü hafaza etmesidir. Bu gerçeği meşhur filozof Mister Karlayl şu şekilde ifâde edi yor: "islâmiyet, gayet parlak bir ateş gibi doğdu. Şâir dinleri kuru ağacın dallan gibi yuttu. Hem bu yutmak Islâmiyetin hakkı imiş. Çünkü şâir dinjer—Fikal, Kur'ân'ın tasdikine mazhar olmayan kısmı—hiç hükmündedir."[165] Rus'u mağlup eden Japon başkomutanı da, "İslâmın hakikatinin kuvveti ölçüsünde ve Müslümanların buna uydukları ölçüde medenîleştikleri ve ilerledikle rini tarih gösteriyor. Ve ona sırt çevirdikleri ölçüde de vahşet ve çöküşe düştük lerine, here ü merc içinde belâlara, mağlûbiyetlere uğradıklarına tarih şahittir."2[166] İslâm aklı, kalbi ve tüm hissiyatı tatmin eden bir dindir, insanların gruplar hâlinde Islama girmelerinin sebeplerinden en önemlisi budur. Bedîüzzaman HU* retleri de, eskiden beri insanların başka dine değil de, Islama girişini şöyle 4fe ğerlendiriyor: "Bir Müslümanın muhâkeme-i akliye ile ve delil-i yakîni [kesin delil] ile ve |t lâmiyete tercih etmekle eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. AV mın delilsiz, taklidi bir surette başka dine girmesinin bu meselede ehemmlyitl yok. Dinsiz olmak da başka meseledir. Halbuki bütün dinlerin etbalan İse hlttt en ziyade dinine taassup gösteren İngilizlerin ve eski Rusların muhakemf akliye ile Islâmiyete dahil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım kati burhan ile Islâmiyete girdiklerini tnrih bl/o bildiriyor."[167]
1656. [3:179, Hadîs No: 3063] Âiz bin Amr (r.a.) rivayet ediyor: islâm üstündür, ona üstün gelinemez.[168]
1657. [3:179, Hadîs No: 3064] Cübeyr bin Mut'im'den (r.a.) rivayetle: İslâm, Müslüman olmadan önce işlenen günahları siler.[169]
1658. [3:180, Hadîs No: 3065] Âişe (r.a.) rivayet ediyor: İslâm temizdir, öyle ise temizleniniz. Çünkü, Cennete temiz olan-tfan başkası giremez.[170]
1659. [3:180, Hadîs No: 3066] Bera bin Âzib'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Şımarıklık kötülüktür.[171]
1660. [3:181, Hadîs No: 3070] Enes (r.a.) rivayet ediyor: îktisad geçimin yarısıdır Güzel ahlâk da dinin yarısıdır.[172]
1661. [3:181, Hadîs No: 3071] Ibni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Harcamada iktisad geçimin yarısıdır. İnsanlara kendini sevdirip yaklaşabilme aklın yarısı, güzel soru sorma da ilmin yarısıdır.[173]
1662. [3:181, Hadîs No: 3072] Küleyb el-Cühenî rivayet ediyor: Büyük kardeş baba makâmındadır.[174]
Dinimiz sıla-i rahîme, yani başta anne ve baba olmak üzere akraba hukukunu gözetmeye büyük ehemmiyet vermiştir Dir mü'min yakın olsun, uzak olsun akrabalarına derecelerine göre İlgi göttermell, onların sevinciyle sevinmeli, üzüntüsüyle üzülmelidir. İşte Peygamberimi/ bu hadislerinde husuit olarak büyük kardeşti olan münasebete dikkat gtklyor lüyük kardeşti hürmette, ikramda va RAlr münaRflbfHlirde b«b« gibi dftğır verilmeli Ktioinl nazari veriyor, bi bunun bâzı sebepleri vardır. Herşeyden önce nimet bir'külfet karşılığıdır. Büyük kardeş, babası hayatta ise ona yardımcı olmuş, küçük kardeşlerinin daha iyi şartlar içerisinde yetişmelerine katkıda bulunmuştur. Baba ölmüşse, babalık vazifesini üstlenmiş, ailenin bütün sıkıntılarını omuzlamıştır. Bu kadar külfet elbette olarak bir karşılık gerektirecektir. İşte hadiste bu karşılığın ödenmesi gerektiğine dikkat çekilmektedir.
1663. [3:182, Hadîs No: 3075] Ümmü Seleme'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Hizmetçi ile yemek yemek tevazûdandır.[175]
1664. [3:182, Hadîs No: 3076] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: İmam, cemaatin namazının kefilidir. Müezzin de mûtemetidir. Ey Allah'ım! İmamları doğru yola yönelt, müezzinlere de mağfiret eyle.[176]
İmamın cemaate kefil olması, namaz kıldırma sorumluluğunu yüklenmesi sebebiyledir. Çünkü imam, namazı bozan birtakım davranış ve hareketler içinde bulunabilir ve cemaat bundan habersiz olabilir. Bu sebeple cemaat bundan mes'ûl olmaz. Bu itibarla, imam cemaatin kefilidir ve namazın mes'ûliyetini üzerinde taşır. Diğer taraftan, müezzinler de namaz, iftar ve sahur vakitlerini bildirmek noktasında cemaatin itimat etmiş olduğu kimselerdir. Onların sorumluluğu da bu noktadandır.
1665. [3:182, Hadîs No: 3077] Sehl bin Sa'd'dan (r.a.) rivayetle: îmam cemaatin namazının kefilidir. Eğer hakkını verirse faydası hem kendisine, hem de cemaatedir. Hakkını vermezse mes'ûliyet sadece kendisine aittir, cemaatin bir sorumluluğu yoktur.[177]
1666. [3:182, Hadîs No: 3078] İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor; Yetersiz ve beceriksiz idareci Allah'ın rahmetinden uzaktır.[178]
1667. [3:182, Hadîs No: 3080] Enes'den (r.a.) Güvenilir olmak zengin.tik.tir.[179]
1668. [3:183, Hadîs No: 3081] Ali (r.a.) rivayet ediyor: Güvenilir olmak rızkı çeker. Hıyanet de fakirliği çeker.[180]
1669. [3:183, Hadîs No: 3082] Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Aranızda şu üç hasleti gözettikleri sürece idarecileriniz Kureyş'ten olacaktır. Kendilerinden merhamet istendiğinde merhamet ettikçe, bölüştürdükleri zaman eşit bölüştürdükçe, hüküm verdikleri zaman adaletle hükmettikçe.[181]
1670. [3:183, Hadîs No: 3085] Hakem bin Umeyr (r.a.) rivayet ediyor: Bid'aların yayılışı, felaket hali, taşınamayan yük ve ardı arkası kesilmeyen kötülüktür.[182]
1671. [3:183, Hadîs No: 3086] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Emniyet ve afiyette olmak, birçok insanın değerini bilemeyip al-dandıkları iki nimettir.[183]
1672. [3:183, Hadîs No: 3087] İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Bütün işler, hayır olanı da, şer olanı da Allah'tandır.[184]
İmanın şartlarından birisi de "kadere iman"dır. Bir Müslüman Allah'a, meleklere, peygamberlere, kitaplara ve öldükten sonra dirilmeye olduğu gibi, kadere inanmakla da mükelleftir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadislerinde imanın bu altı şartını şöyle sayar: "İman, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe ve kadere-hayrına ve şerrine-inanmandır."
rına ve şerrine-inanmandır."[185] Peygamberimiz başka bir hadislerinde de kadere imanla ilgili olarak şöyle buyurur: "Bir kul hayrı ve şerri ile kadere îman etmedikçe, tam îman etmiş olmaz. Yine, başına gelecek birşeyin mutlaka geleceğine; gelmeyecek olanın da kesin olarak gelmeyeceğine inanmadıkça, tam îman etmiş olmaz."[186] Ehl-i sünnet âlimlerine göre, kâinattaki herşey Allah'ın irâde, takdir ve yarat-masıyla olmaktadır. Bu sebeple hayrı da, şerri de Allah yaratmıştır. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu görüşüne temel teşkil eden pekçok âyet-i kerime vardır. Meselâ Saffat Sûresinin 96. âyetinde bununla ilgili olarak, "Sizi de, sizin yaptıklarınızı da yaratan Allah'tır" buyurulmuştur. Bu gerçek Zümer Sûresinin 62. âyetinde şöyle ifâde edilir: "Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşeyi hakkıyla görüp gözeticidir." Ehl-i Sünnetin bu doğru ve hak olan görüşüne rağmen, Ehl-i Sünnete tâbi olmayan Mu'tezile mezhebi mensupları şerrin yaratılması meselesinde farklı görüş ileri sürer, şerrin yaratılmasını Allah'a vermezler. Allah'ın sadece hayırları yarattığını söylerler. Bunların böyle bir fikre sahip olmalarının sebebi, şerrin yaratılmasını da şer olarak kabul etmeleridir. Cenâb-ı Hakkı yüceltmek için, "Kul fiilini kendi yaratır" derler. Bununla insana yaratıcılık vermek gibi büyük bir yanlışa düşerler.[187] Mecûsîler de Allah'ın büyüklüğü ve kusurdan uzak olması düşüncesinden hareketle, kendilerince küçük ve çirkin şeyleri yaratmayı Allah'ın sânına yakıştıramadıkları için onları yaratmayacağını ileri sürerler. Şerrin yaratılmasını Allah'a vermezler. Biri'hayrı, biri de şerri yaratan iki yaratıcıya inanırlar. Onlara göre şerri yaratan şeytandır. Oysa şerrin yaratılması şer değil, şerri işlemek, yapmak serdir. Çünkü şerrin yaratılması birçok hayırlı neticelere bakar, hayırlara başlangıç olur, hayır hükmüne geçer. Şer ise bizim hatâlarımız sonucunda doğar. Meselâ yağmurun yağmasında binlerce hayırlı neticeler vardır. Hepsi de güzeldir. Tembel bir çiftçi hasadını geciktirse, bu sebeple mahsulü zarar görse, ıslansa "yağmurun yaratılması rahmet değil serdir" diyebilir mi? Diyemez, zira yağmurun yaratılmasında birçok hayırlar vardır, fakat o tembel çiftçi su-i ihtiyarıyla o rahmeti kendisi hakkında şerre çevirmiştir, yani şefri kendi işlemiştir. Diğer bir misâl, ateşin yaratılmasında pekçok hayırlar vard'r. Fakat bâzıları onu kötü kullanmakla zarar görseler, "Ateşin yaratılması serdir" diyebilirler mi? Elbette diyemezler, çünkü ateş sadece onu yakmak için yaratılmamıştır. Kendisi ihtiyarını kötüye kullanmakla yemeğini pişiren, kendisini ısıtan ateşe elini sokarak hizmetkârını kendisine düşman etmiştir.[188] Diğer taraftan, iyinin ve güzelin anlaşılmasına vesile olduğu için de, şer ve çirkinin yaratılması hayırdır. Eğer çirkinlikler olmasaydı, bizler iyinin ve güzelin kıymetini bilemezdik. Karanlık olmasa aydınlığın, hastalık olmasa sıhhatin, çirkinlik olmasa güzelliğin, düşmanlık olmasa sevginin kıymetini bilemeyeceğimiz gibi. Gerçi çirkinin ve şerrin varlığında az da olsa zarar vardır, fakat ondaki büyük hayırlar genel mânâda o işi hayra çevirir. Dolayısıyla büyük hayırlar için, küçük serleri kabul etmek gerekir. Eğer az bir şer gelmemesi için çok büyük hayırları netice veren bir şer terkedilse, asıl o zaman büyük bir şer işlenmiş olur. Meselâ savaşa asker göndermekte elbette küçük bâzı maddî ve bedenî zarar ve serler vardır. Fakat o cihadın neticesinde büyük bir hayır mevcuttur. Dinimiz, vatanımız, namusumuz, malımız düşman istilâsından kurtulur. Eğer bâzı insanlar ölecek diye bu mücâdeleden kaçılsa, bütün bu değerler büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalacaktır. Biraz da insanın kendi ihtiyarıyla işlediği şerfiilerin üzerinde duralım. Kul ihtiyarını neye kullanırsa, Yüce Allah onu yaratır. M
endi ihtiyarıyla işlediği şerfiilerin üzerinde duralım. Kul ihtiyarını neye kullanırsa, Yüce Allah onu yaratır. Meselâ kul namaz kılmak istediğinde kuluna onu yapacak gücü verir; içki içmek istediğinde de onu yapacak gücü yaratır. İçki içmek isteyene zorla namaz kıldırmayacağı gibi, namaz kılmak isteyen kuluna da zorla içki içirmez. Dolayısıyla kul şerri kendisi istediği için mes'ûliyeti kendisine aittir. Onu yaratmak ise şer değildir. Çünkü Yüce Allah insanı imtihan etmek için yaratmıştır. Bu da hayır isterse hayrın, şer isterse şerrin yaratılmasıyla mümkündür. Bediüzzaman Hazretleri Sözler isimli eserinde bununla ilgili olarak şöyle bir misâl verir: "Teşbihte .[benzetme] hatâ olmasın, sen bir iktidarsız [güçsüz] bir çocuğu omuzurta alsan, onu muhayyer [serbest] bırakıp 'Nereyi istersen seni oraya götüreceğim' desen. O çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü, yahut düştü. Elbette 'Sen istedin' diyerek itap edip [azarlayıp] üstünde bir tokat vuracaksın. İşte Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin [kulun] iradesini, bir §art-ı âdi [İlâhî kanunu gereği] yapıp irâde-i külliyesi ona nazar eder."[189]
1673. [3:184, Hadîs No: 3088] Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor: Düşünerek ve ağırbaşlılıkla hareket etmek Allah'tan, acele etmek ise şeytandandır.[190]
1674. [3:184, Hadîs No: 3090] Ali'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Peygamberler rehber, din âlimleri ise reistirler. Onlarla oturup kalkmak da hayır, fazilet ve ilmi arttırır.[191]
1675. [3:184, Hadîs No: 3091] Malik bin Nadle (r.a.) rivayet ediyor: Eller üçtür. Allah'ın eli en üstte, arkasından veren el gelir, en altta da isteyenin eli vardır. Malının ihtiyaç fazlasını ver. Kendini güç durumda bırakma.[192]
1676. [3:184, Hadîs No: 3093] Hz. Ömer'den (r.a.) rivayetle: îman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inan-mandır. Cennete, Cehenneme, amellerin tartılacağına, öldükten sonra dirilişe inanmandır. Hayrı ile, şerri ile kadere inanmandır.[193]
1677. [3:185, Hadîs No: 3094] Ali (r.a.) rivayet ediyor: Mükemmel îman, inanılacak şeylere kalben inanmak, dil ile inandığını ifâde etmek ve organlarla gereğini yerine getirmektir.[194]
1678. [3:185, Hadîs No: 3096] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: îman, yetmiş küsur bölümdür. En üstünü lâ ilahe illallah sözüdür. En aşağısı ise insanların gelip geçtiği yoldan sıkıntı verici şeyleri kaldırmaktır. Haya da imandan bir bölümdür.[195]
Kader kâinatta hiçbirşeyin tesadüfen olmadığının, plânlı, programlı yürütüldüğünün, herşeyin tek elden idare edildiğinin ifadesidir. Kâinatta rastgele, tesadüfen olup biten hiçbir olay yoktur. Herşeyin sahibi Allah'tır, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun# izni ve kontrolüyle yürütülür. Gece ve gündüz Onun takdiriyle meydana gelir. Mevsimler Onun İlâhî programıyla gidip gelir. Kar, kış, fırtına o takdirle yürütülür. Bunun gibi insanın başına gelecek hayır ve serler de takdirat iledir. Onun ihsan ettiği her nimet fazlının meyvesi ve ürünü, vermiş olduğu her ceza ve musibet de adaletinin gereğidir. Yaratıklarının yapısını, ileride alacakları durumları çok iyi bilir ve onlara göre hayatlarını programlar. Yaptığı hiçbir icraattan dolayı kınanamaz. Kullarına dilediği şeyi emreder, dilediği şeyi yasaklar. Bütün bunlar kaderin muhtevasına girerler ve aynı zamanda tevhid akidesinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bunlar olmadan tevhid inancı ayakta duramaz.
1682. [3:187, Hadîs No: 3101] Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Kadere îman kaygı ve üzüntüyü giderir.[199]
1683. [3:187, Hadîs No: 3102] Muhammed bin Nadr el-Harîsi (r.a.) rivayet ediyor: îman, haramlar ve tamahkârlıklardan uzaktır.[200]
1684. [3:188, Hadîs No: 3105] . [Muhammed bin AHJ'den rivayetle: îman ve amel iki a'rkadaştır. Herbiri ancak diğeriyle ayakta durur.[201]
1685. [3:188, Hadîs No: 3106] Enes (r.a.) rivayet ediyor: îman iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.[202]
1686. [3:192, Hadîs No: 3113] Enes'den (r.a.) rivayetle: îki çeşit günah vardır ki, cezaları âhirete bırakılmadan dünyada verilir: Zulüm ve ana babaya isyan.[203]
1687. [3:193, Hadîs No: 3117] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Karanlık gecelerin parçaları gibi fitneler gelmeden hayırlı amellerde acele ediniz. O fitneler sırasında kişi sabahleyin mü'min olarak kalkar, kâfir olarak akşamlar. Akşam mü'min olur, kâfir olarak sabahlar. Dini, az bir dünyainenfaati karşılığında satar.[204]
1688. [3:194, Hadîs No: 3118] Ebu Ümame'den (r.a.) rivayetle: Ağız tadını kaçıran ihtiyarlık, anî ölüm, ibadetten alıkoyan hastalık ve unutturan erteleme gelmeden önce salih amellerde acele ediniz.[205]
1689. [3:194, Hadîs No: 3120] Abis el-Gıfarî (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Şu altı şey gelmeden önce salih amel işlemede acele ediniz. Sefihler başa geçmeden, polisler çoğalmadan, hüküm karşılığında rüşvet alınmadan, kısas terkedilmekle adam öldürme hafife alınmadan, akrabalık bağları kesilmeden, Kur'ân'ı bir çalgı âleti gibi kullanan yeni yetmeler çıkmadan, insanlar bunlardan birini Kur'ân'ı en az anlayanları oldukları halde sırf kendilerine şarkı gibi okumak için öne geçirirler.[206]
1690. [3:195, Hadîs No: 3121] Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmaktadırlar. Şu yedi şey gelmeden önce salih amellerde acele edeniz. İnsanları ancak şu yedi şey bekliyor: Unutturucu bir fakirlik, azdırıcı bir zenginlik, sıhhati bozucu bir hastalık, tâkattan düşürücü bir yaşlılık, anî bir ölüm, Deccal ki beklenen serdir ve Kıyamet. Kıyamet hepsinden daha dehşetli ve daha acıdır.[207]
1691. [3:195, Hadîs No: 3122] Enes rivayet ediyor: Sadaka vermede acele ediniz. Çünkü belâ sadakanın üzerinden atlayıp gelemez.[208]
1692. [3:195, Hadîs No: 3123] Âişe'den (r.a.) rivayetle: Rızkı kazanmada ve ihtiyaçlarınızı karşılamada sabahın erken saatlerini tercih ediniz. Çünkü sabahın erken saatlerinde bereket ve başarı vardır.[209]
1693. [3:196, Hadîs No: 3124] lbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor: Kişi değiştirmeye güç yetiremediği birşey görünce, Allah'a bundan hoşlanmadığını bildirmesi onu kurtarmaya yeter.[210]
1694. [3:196, Hadîs No: 3125] lbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: îman açısından kişinin şöyle demesi kişiye yeter: Rab olarak Allah'ı, peygamber olarak Muhammed'i (a.s.m.), din olarak İslâmı kabul ettim.[211]
1695. [3:196, Hadîs No: 3126] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Din konusunda olsun, dünya konusunda olsun kişinin parmakla gösterilmesi ona kötülük olarak yeter. Ancak Yüce Allah'ın, korudukları bunun dışındadır.[212]
Gerek din ve gerekse düTıya konusunda aşırılığa kaçarak parmakla gösterilir hale gelmek, birçok tehlikeye hedef olmak demektir. Bu hadis aşırılığa giderek sivrilmeyi, şimşekleri üzerine çekmeyi yasaklamaktadır. Öyle insanlar vardır ki, dinî konularda bid'alar uydurur, dikkatleri üzerine çeker, birçok kimseyi de peşlerinden sürükler, sapıtmalarına sebep olurlar. Öyle insanlar vardır ki, dünyevî konularda bid'at sayılabilecek alışkın olmayan kötülükler îcad eder, kendilerini öylece tanıtır ve birçok kimsenin de peşlerinden gelmelerini sağlarlar. Bu hal de bir felâkettir. Öyle kimseler vardır ki, sahasında müsbet veya menfî tarzda yükselir, doruğa çıkar; fakat riya ve gösterişe girer, şöhret sevdalısı olur, dinini dünyasına âlet ederler. Zahiren yükselmişlerdir, ama manen alçalmış, kendi kendilerini tehlikeye atmışlardır. Bu tip kimseler örnek alındıkları için o kötülükleri yapanların günahlarını da yüklenmektedirler. . Müsbet noktada meselâ ilimde, hizmette, maddî ve manevî fedakârlıkta, gayrette, ihlasta zirveye çıkmış, parmakla gösterilir hale gelmiş kimseler de vardır ki, bunları da tehlikeler beklemektedir. Riya, şöhret, kendini beğenmişlik, gurur ve enaniyet mikropları onları alt edebilmek için daima mücadele verirler. Eğer bu kimseler şöhret belâsına müptelâ olmuşlarsa kendilerini manen felakete atmışlar demektir. Bedîüzzaman'ın belirttiği gibi, "Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır ve insanı insanlara abd ve köle yapar. O belâ ve musibete düşersen, 'Innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn [Biz Allah'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.] [213] 'de, o belâdan kurtul."[214] Böyle kimseler ihlaslarını yitirmedikleri sürece Allah'ın yardım ve korumasına mazhar olurlar. Model ve örnek alındıkları için de başkalarını iyiliğe sevket-miş ve onların sevaplarının bir mislinin de defterlerine yazılmasına vesile olmuş olurlar.
1696. [3:197, Hadîs No: 3127] Sâib bin Zeyd'den rivayetle: Kişinin duâ ederken şöyle demesi kişiye yeter: "Allah'ım, günahlarımı bağışla, bana merhamet et ve beni Cennetine koy."[215]
1697. [3:197, Hadîs No: 3129] Ebu Ümame (r.a.) rivayet ediyor: Şu beş şey ne güzel! Ne güzeli Bunlar mizanda, ne kadar da ağır gelirler: Lâ ilahe illallah, Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahüekber ve Müslüman bir kişinin salih bir evladı vefat ettiğinde sabredip sevabını Allah'tan beklemesi.[216]
1699. [3:198, Hadîs No: 3132] Halid bin Zeyd (r.a.) rivayet ediyor: Zekât veren, misafire yemek yediren, felakete uğrayanlara yardımda bulunan kişi cimrilikten kurtulmuştur.[218]
1700. [3:199, Hadîs No: 3134] Âişe'den (r.a.) rivayetle: Yiyeceklerinizi biraz soğutarak yiyin ki, sizin için bereketli kılınsın.[1]
1701. [3:199, Hadîs No: 3137] Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: *$ Anne babaya iyilik, ömrü uzatır. Yalan rızkı azaltır. Dua kazayı geri çevirir. Aziz ve celil olan Allah'ın yaratıkları hakkında iki kazası vardır. Biri değişmez, diğeri ise değişir.[2]
Her insan uzun ömürlü olmayı ister. Hadis-i şerifte bunun yollarından biri özerinde durulmakta, anne babaya iyiliğin ömrü uzattığı belirtilmektedir. O şefkat kahramanları annelere, o fedakâr babalara yapılan iyilikler elbette zayi olmaz. Âhirette verilecek sevap bir yana, daha dünyadayken insan peşin ücretini alır. İyiliği sebebiyle gönlü huzurla dolar, işleri rast gider, o huzur ve rahatlığın verdiği zevk ve lezzetle hayalın tadını çıkarır. Manen ömrü uzar. Ömrün manen uzaması demek, ömürden beklenen sevap semerelerinin artması demektir. Başkalarının uzun ömürlerle elde edemediğini böyle kimseler daha kısa bir ömürle elde etmiş olurlar. Öte yandan Allahu Taâlâ bazı şeyleri bir takım şartlara bağlamıştır. O şartlar yerine getirildiğinde şarta bağlı olan husus da gerçekleşir. Buna göre Allah kulunun ömrünün daha uzun olmasını, meselâ burada olduğu gibi anne babaya hürmet gibi birtakım iyiliklere bağlamış olabilir. O iyilikler yapıldığında kişinin ömrü hakikaten uzamış olur. Allah ezelde onun yapacağı iyilikleri bildiği için ona daha uzun ömür takdir eder. Bu da nihaî takdirin bozulması mânâsına gelmez. Çünkü nihaî takdirin ne olduğu da Allah katında kayıtlıdır. Hadîste yalanın da rızkı azalttığı belirtilmektedir. Önce şunu belirtmek gerekir. Rızık ikidir: Birincisi hakikî, ikincisi mecazî. Herkese ölmeyeceği kadar rızkın verilmesi hakikî rızık, bundan fazlası ise mecazî rızık içerisine girer. Bazı kimseler, bilhassa ticârette yalanlar atarak bol para kazanacaklarını sanmaktadırlar ki bu kendi kendilerini aldatmaktan öte geçmez. Kaderde ne varsa o gerçekleşir. Ne yapsa bu hakikî rızkını değiştirmez. Ne arttırır, ne de eksiltir. Mecazî rızık da çalışmaya bağlı rızıktır ki, Cenab-ı Hak böylelerine hayırlı rızıklar ihsan etmez, engeller çıkarır, bolca değil; daha az verir, verdiklerinden de bereketi kaldırır. Rızkın Allah'ın elinde olduğu düşünülürse, onun izin ve müsaadesi olmadan insan, bin türlü hile ve yalana müracaat etse de müsbet bir sonuç alamayacağını bilmelidir. Müşterinin kalbini meylettirecek O olduğuna göre, yalana, hileye müracaatetmenin mânâsı yoktur. Ancak böyle bir yola îmanı zayıf veya inançsız olan kimseler müracaat edebilirler. Halbuki rızık verenin Allah olduğu düşünülse, sonra da. makul ve meşru yollara başvurulsa, dürüstçe hareket edilse, Allah bol bol rızık verecektir. Dürüst kişi çevresine güven verdiği için müşterileri celbedecektir. Cenab-ı Hak.da onun bu dürüstlüğüne mükâfat olarak bolca ihsanlarda bulunur. Evet, yalan rızk» azaltır, dürüstlük ise rızkı çoğaltır. Hadiste dikkat çekilen hususlardan birisi de duanın kazayı geri çevirdiğidir. Diyelim ki, Cenab-ı Hak bir kuluna bir felâketi takdir etti. Bu kader bir gün gelip gerçekleşecek, yani kaza olacak. İşte hadis-i şerifte bu kazayı önlemenin yollarından biri gösterilmekte, dua tavsiye edilmektedir. Evet, kulluğun özü olan duaya yaratılışımız gereği zâten ihtiyacımız var. Herşeyimizle ve her işimizde muhtaç olduğumuz Rabbimize yönelmezsek, başımıza dolular gibi yağmakta olan musibetlerden nasıl korunabilir, mukadder bazı felaketlerden nasıl kurtulabilirdik? Hadiste kazanın değişebileceği konusu üzerinde de durulmaktadır ki, bu önemli bir kelâm mevzuudur. Kaza değişir mi? Deği
işebileceği konusu üzerinde de durulmaktadır ki, bu önemli bir kelâm mevzuudur. Kaza değişir mi? Değişirse nasıl değişir? Hadiste bazı kazaların değişebileceği belirtiliyor. Bu da yukarda geçtiği gibi bazı iyiliklere bağlıdır. Bu konuda Mesnevî-i Nuriye'de şöyle denilir: "Cenab-ı Hakkın, atâ, kaza ve kader nâmında üç kânunu vardır. Atâ, kaza kânununu, kaza da kaderi bozar. "Meselâ birşey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kaza demektir. O kararın iptaliyle hükmü kazadan affetmek, atâ demektir. Evet, yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kaza kânununun kat'iyetirfl deler. Kaza da ok gibi kader kararlarını deler. Demek, atanın kazaya nisbeti, kazanın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kaza kânununun şümulünden ihraçtır."[3] Bunu bir örnekle' açıklamak gerekirse şöyle diyebiliriz: Bir suçlunun cezalandırılması konusunda hüküm verilmesi kader, bunun infazı kaza, iyi haline binâen hakimin cezayı infazdan vazgeçip affetmesi atadır. Bunun gibi Cenab-ı Hak da bir kulu hakkında bir takdirde bulunur. Bu bir kaderdir. O kader de zamanı gelip gerçekleşirse kaza olur. Eğer Cenab-ı Hak, kazadan önce onun bir kısım iyiliklerine binâen o hükmü kaza etmekten vazgeçerse bu da atâ olmuş olur.
1702. [3:200, Hadîs No: 3138] İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: İffetli olunuz ki hanımlarınız da iffetli olsunlar. Anne babanıza iyilik ediniz ki çocuklarınız da size iyilik etsinler.[4]
1703. [3:200, Hadîs No: 3139] Cabir (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Kendisinden özür dilendiği halde bunu kabul etmeyen Kevser havuzunun başına varamaz.[5]
1704. [3:200, Hadîs No: 3140] Süleyman'dan rivayetle: Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak yemeğin bereketine vesiledir.[6]
1705. [3:201, Hadîs No: 3141] Ebu'd-Derda (r.a.) rivayet ediyor: Mü'mine dünyada müjde güzel rüyadır.[7]
1707. [3:201, Hadîs No: 3143] Übey (r.a.) rivayet ediyor: Bu ümmeti şanı yücelik, dindarlık, yükseliş, zafer ve yeryüzü hâkimiyetiyle müjdele! Onlardan her kim âhiret işini dünya için yaparsa âhiretten hiçbir nasibi olmaz.[9]
1708. [3:201, Hadîs No: 3144] Büreyde'den (r.a.) rivayetle: Karanlık gecelerde camilere gelenleri Kıyamet gününde tam bir nur ile müjdele.[10]
1709. [3:203, Hadîs No: 3150] Cabir (r.a.) rivayet ediyor: Ben halis tevhid inancı benim Kim Sünnetimden saparsa benden değildir. Ben halis tevhid inancı ve hoşgörülü bir dinle gönderildim.[11]
1710. [3:203, Hadîs No: 3151] Cabir'den (r.a.) rivayetle: Ben insanlarla iyi geçinme özelliğiyle gönderildim.[12]
1711. [3:203, Hadîs No: 3152] İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Ben Kıyamete çok yakın bir zamanda kılıçla birlikte gönderildim ki, hiçbir şey ortak koşulmadan yalnız Allah'a kulluk edilsin. Benim rızkım mızrağımın altına konulmuştur. Zillet ve küçüklük benim emrime muhalefet edenlere verilmiştir. Kendisini bir kavme benzeten onlardandır.[13]
1712. [3:204, Hadîs No: 3153] Ömer'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Ben hakka çağına ve Allah'ın emirlerini insanlara ulaştırıcı olarak gönderildim. Hidayet verme konusunda elimde hiçbirşey yoktur. Şeytan da Allah'ın yasak kıldığı şeyleri süslü gösterici olarak yaratılmıştır. Saptırma konusunda onun da elinde hiçbir şey yoktur.[14]
1713. [3:205, Hadîs No: 3154] İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Ben rahmet ve savaş Peygamberi olarak gönderildim. Tüccar ve çiftçi olarak gönderilmedim. Dikkat ediniz, dinine karşı duyarlı olanları hariç, ümmetimin en şerlileri tüccarlar ve çiftçilerdir.[15]
1714. [3:206, Hadîs No: 3157] Enes'den (r.a.) rivayetle: İftarı vakti girer girmez yapınız. Sahuru ise geç yapınız.[16]
1715. [3:207, Hadîs No: 3160] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Selâm vermekle de olsa akrabalarınıza iyiliğiniz dokunsun.[17]
1716. [3:208, Hadîs No: 3162] îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: İslâm şu beş e'sas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek. Namazı dosdoğru kılmak. Zekât vermek. Hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak.[18]
1717. [3:208, Hadîs No: 3163] Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Ümmetime günün erken saatleri bereketli kılınmıştır.[19]
1718. [3:209, Hadîs No: 3166] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: İçinde çocuk bulunmayan evde bereket yoktur.[20]
1719. [3:209, Hadîs No: 3167] îbni Mes'ud (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Daha iyi fiatla gitmesi için keçiyi sağmayıp memesinde süt biriktirip satılması aldatmadır. Aldatma ise bir Müslümana helal değildir.[21]
1720. [3:210, Hadîs No: 3170] Câbir'den (r.a.) rivayetle: Kişi ile şirk ve küfür arasındaki perdenin kalkması namazı ter-ketmekti/.Namaz küfre ve şirke engeldir.[22]
1721. [3:210, Hadîs No: 3172] lbni Abbos (r.a.) rivayet ediyor: Mescid-i Haramda Kabe'nin rüknü ile Makam-ı İbrahim arasında Mültezim denilen bir yer vardır. Musibete uğramış bir kişi orada duâ ederse mutlaka kurtulur.[23]
1722. [3:210, Hadîs No: 3173] Enes'den (r.a.) rivayetle: Kul ile Cennet arasında yedi sarp yokuş vardır. Bunların en kolay geçileni ölümdür. En zor olanı ise mazlumun zalimin yakasına yapıştığı günde hesap vermek için Allah'ın huzurunda dikilmektir.[24]
1723. [3:211, Hadîs No: 3174] Hâlid bin Velid (r.a.) rivayet ediyor: Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.[25]
1724. [3:211, Hadîs No: 3178] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: îlmiyle amel eden âlim kendini ibâdete veren kimseden yetmiş derece üstündür.[26]
1725. [3:212, Hadîs No: 3179] Esma binti Umeys (r.a.) rivayet ediyor: Ne kötü kuldur o kul ki sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Allah'ı unutur da kendinde bir şeref var sanıp kibirlenir. Ne kötüdür o kul ki en yüksek ve istediğini yapmaya muktedir olan Allah'ı unutur da zulüm ve tacavüze kalkışır. Ne kötüdür o kul ki kabir ve orada çürümeyi unutur da bu dünyadaki asıl vazifesini kulak ardı edip oyalanır. Ne kötüdür o kul kj nereden gelip nereye gittiğini unutarak serkeşlik ve azgınlığa dalar. Ne kötüdür o kul ki dini âlet ederek dünyayı iâter. Ne kötüdür o kul ki şüpheli şeylere sarılıp dinî yasaklardan kurtulmaya çalışır. Ne kötüdür o kul ki rehberi bir tamahkârlıktır. Ne kötüdür o kul ki nefsinin herhangi bir kötü arzusu onu yoldan saptırır. Ne kötüdür o kul ki bir gayr-ı meşru istek ayağını kaydırır. [27] .
1726. [3:212, Hedîs No: 3180] Muaz bin Cebel'den (r.a.) rivayetle: Karaborsa yapan kişi ne kötü kuldur. Allah fiatları düşürdüğünde üzülür. Artırdığında ise sevinir.[28]
1727. [3:213, Hadîs No: 3181] İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: İçinde seslerin yükseltildiği ve avret mahallerinin açıldığı hamam ne kötü evdir.[29]
Hamamlar suyu sıcak ve temizlenme imkânı genellikle elverişli yerlerdir. Sıhhat açısından da faydalıdır. Ancak insanların birtakım ölçülere uymamaları sebebiyle bu faydalılık gölgelenmekte ve hamamlar kötü yerler haline gelmektedır. Peygamberimiz yukarıdaki hadisleriyle hamamların bu fonksiyonuna karşı çıkrrıaktadır.Bır hadislerinde de hamamlarda örtünme tavsiyesinde bulunmuştur.[30] Ki bu aynî zamanda hamama gidilebileceğine işarettir. İzahını yaptığımız hadisi şerifte de hamamların "kötü bir ev" olduğu belirtilirken bunun sebebi de açıkça bildirilmektedir. O da içinde avret yerlerinin açılması, yüksek sesle olur olmaz şeylerin konuşulmasıdır. Dolayısıyla bu mahzurların bulunmadığı hamamlar "kötü ev" şümulüne girmez. Zaten temizliğe son derece önem veren dinimizin böyle temizlik müesseselerine karşı çıkması düşünülemez. Nitekim tarih boyunca ecdadımız da gittikleri her yerde cami ve medresenin yanı başına bir de hamam inşa etmişlerdir.
1728. [3:213, Hadîs No: 3184] Ebû Hüreyre'den fr.a.) rivayetle: Zenginlerin yediği, fakirlerin menedildiği düğün yemeği ne kötü yemektir.[31]
1729. [3:214, Hadîs No: 3185] Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor: Misafiri evlerinde barındırmayan topluluk ne kötüdür.[32]
1730. [3:214, Hadîs No: 3186] Mu minin aralarında ürkek ve durumunu saklar bir halde dolaştığı bir topluluk ne kötüdür.[33]
1731. [3:214, Hadîs No: 3188] Huzeyfe (r.a.) rivayet ediyor: "Şu şöyle dedi, bu böyle dedi" gibi dedikodularla bir yerlere varmaya çalışmak ne kötüdür.[34]
1732. [3:214, Hadîs No: 3189] Ibni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle: Birinizin "Ben filan filan âyeti unuttum" demesi ne kötüdür. Aksine onlar kendisine unutturulmuş tur.[35]
1733. [3:215, Hadîs No: 3190] Ibni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor: Küs olan iki kişiden Önce selâm veren küskünlüğü devam ettirme sorumluluğundan uzaktır.[36]
1734. [3:215, Hadîs No: 3191] İbni Mes'ud'dan rivayetle: Selâmı Önce veren kişi kibirden uzaktır.[37]
1735. [3:216, Hadîs No: 3194] Uz. Hüseyin (r.a.) rivayet ediyor: Asıl cimri, yanında ismim anıldığı halde bana salavât getirmeyendir.[38]
1736. [3:217, Hadîs No: 3195] Ebû Derdâ'dan (r.a.) rivayetle: Müstehcen konuşmak kötülük, kötü huy da uğursuzluktur.[39]
1737. [3:218, Hadîs No: 3198] Ebû Sa'lebe rivayet ediyor: İyilik, yapıldığında ruhun rahata erdiği, kalbin huzur bulduğu şeydir. Günah ise, âlimler fetva verseler bile ruhun hoşlanmadığı, kalbin ısınamadığı şeydir.[40]
1738. [3:218, Hadîs No: 3199] Ebû Kılâbe'den rivayetle: İyilik yok olmaz, günah unutulmaz, hesap görücü olan Allah ölmez. Artık dilediğim yap. Nasıl davranırsan öyle karşılık görürsün.[41]
1739. [3:219, Hadîs No: 3202] Selmân el-Fârisi rivayet ediyor: Bereket şu üç şeydedir: Toplu halde yemek, tirid ve sahur yemeği.[42]
1740. [3:220, Hadîs No: 3204] Muhammed bin Sa'd'dan rivayetle: Bereket ticârettedir.[43]
1741. [3:220, Hadîs No: 3206] Ebû Umâme rivayet ediyor: Bereket büyüklerimizin yanındadır. Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize hürmet göstermeyen bizden değildir.[44]
1742. [3:223, Hadîs No: 3218] Ebu d-uerda dan (r.a.) rivayetle: Belâya uğrama ve ondan emin olma kişinin diline bağlıdır. Kul bir hususda "Hayır, vallahi bu işi asla yapmayacağım" derse, şeytan mutlaka bütün işini bırakır, yapmam dediği şeyi yaptırmak suretiyle onu günahkâr edinceye kadar peşine düşer.[45]
1743. [3:223, Hadîs No: 3221] Zübeyr (r.a.) rivayet ediyor: Memleketler Allah'ın mülkü, kullar Allah'ın kullarıdır. Öyle ise nerede hayrı bulursan oraya yerleş.[46]
1744. [3:224, Hadîs No: 3222] Âişe'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: îçinde Kur'ân okunan bir ev, yer ehline yıldızların parlak göründüğü gibi gök ahâlisine öylesine parlak görünür.[47]
1745. [3:224, Hadîs No: 3223] Hakim bin Huzam (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Alıcı ve satıcı birbirlerinden ayrılmadıkları sürece alışverişi bozmada serbesttirler. Satıcı doğru konuşur, malında ayıp bulunduğunda söylerse bu alışveriş her ikisi için de bereketli olur. Fakat ayıbı gizler ve yalan konuşurlarsa alışverişlerinin bereketi kaldırılır.[48]
1746. [3:225, Hadîs No: 3227] Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Hac ve umreyi birlikte yapın. Çünkü körük, demir, altın ve gümüşün pasını nasıl giderirse, hac ve umre de fakirliği Öyle giderir, günahları siler. Makbul olan haccın mükâfatı ise ancak Cennettir.[49]
1747. [3:226, Hadîs No: 3229] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Cehennem ateşi insanoğlunun secdeye giden yerleri hariç bütün vücudunu yer. Allah, secdeye giden yerleri yemeyi ateşe haram kılmıştır.[50]
1748. [3:226, Hadîs No: 3231] Ebû Zerden (r.a.) rivayetle: Din kardeşinin yüzüne gülümsemen senin için bir sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman, senin için bir sadakadır. Yolunu kaybetmiş bir kişiye yol göstermen, senin için bir sadakadır. İnsanların gelip geçtiği yoldan taşı, dikeni ve kemiği kaldırman senin için bir sadakadır. Kuyudan çektiğin kovandan din kardeşinin kovasına su koyman senin için bir sadakadır.
1749. [3:228, Hadîs No: 3236] Cömerdin kusurunun, âlimin hatâsının ve ^Hdârecinin sertliğe kaçmasının üzerinde fazla durmayın. Çünkü Allah bunların her aya-ğı kaydığında ellerinden tutar, kaldırır.[51]
1750. [ 3:229, Hadîs No: 3240] Ubeyd bin Ümeyr'den rivayetle: Mü'mini gücü yettiği şeyde gayretli, gücü yetmediği şeyde ise 'Yapamadım' diye hasret çeken olarak görürsün.[52]
1731. [3:229, Hadîs No: 3241] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: İnsanları madenler halinde bulursun. Onların câhiliyyet dönemindeki hayırlıları, dini iyi anladıkları zaman İslâmî dönemde de hayırlılarıdırlar. Bu din konusunda insanların en hayırlısı olarak İslama girmeden önce ona en fazla düşmanlık besleyen kimseyi bulursunuz. Kıyamet Gününde Allah katında insanların en şerlileri olarak iki yüzlü olanları bulursunuz. Onlar şunlara bir yüzle, diğerlerine başka bir yüzle gelirler.[53]
1752. [3:230, Hadîs No: 3242] Übey bin Kâb'den (r.a.) rivayetle: Ateşli bir hastalığa yakalanan kimsenin hastalığından dolayı ayağı depreştikçe veya bir damarı attıkça sevaplar kendisine akarak gelir.[54]
1753. [3:230, Hadîs No: 3243] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Dünyada başına bir musîbet geldiği zaman çığlık atarak ağlayanlar Kıyamet Günü Cehennemliklerin sağında ve solunda olmak üzere iki saf halinde dizdirilirler. Ve bunlar Cehennemliklerin üzerine köpekler gibi havlarlar.[55]
1754. [3:231, Hadîs No: 3244] îbni Abbas'den (r.a.) rivayetle: imam olduğunuzda namazı kısa tutunuz. Çünkü arkanızda güçsüzler, yaşlılar ve işi olanlar vardır.[56]
1755. [3:231, Hadîs No: 3245] Ayyaş bin Rebiâ rivayet ediyor: Kıyamete çok yakın bir zamanda bir rüzgar eser. O anda her mü'mimn ruhu alınır.[57]
1755. [3:231, Hadîs No: 3245] Ayyaş bin Rebiâ rivayet ediyor: Kıyamete çok yakın bir zamanda bir rüzgar eser. O anda her mü'mimn ruhu alınır.[57]
1756. [3:232, Hadîs No: 3253] MücemmV bin Yahya'dan rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Sonunda helak olacağınızı bilseniz bile doğruluğun peşini bırakmayın. Çünkü gerçek kurtuluş ondadır. Kurtuluş görseniz bile yalandan da sakının. Çünkü gerçek helâket ondadır.[58]
1757. [3:233, Hadîs No: 3257] îbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Mü'minin gerçek rahatı ölümle başlar.[59]
1758. [3:234, Hadîs No: 3260] Rabia el-Curaşî'den rivayetle: Günah işlememek suretiyle kendinizi yerin şahitliğinden koruyunuz. Çünkü o sizin annenizdir. Kişi orada hayır veya şer hiçbir şey işlemez ki, Kıyamet Gününde yer onu haber vermesin.[60]
1759. [3:235, Hadîs No: 3262] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Bir yerde iken size gaflet basarsa yerinizi değiştirin.[61]
1760. [3:235, Hadîs No: 3263] Hz. Âişe'den rivayetle: Akikli yüzük kullanın. Çünkü o mübarektir.[62]
1761. [3:236, Hadîs No: 3267] Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediliyor: Yemekten sonra dişlerinizin arasını kürdanla temizleyiniz. Çünkü bu temizliktir. Temizlik ise imanı çağırır, iman da Cennette sahibinin yanındadır.[63]
1762. [3:237, Hadîs No: 3268] Hz. Âişe'den (r.a.) rivayetle: Nutfeleriniz için araştırma yapınız. Onu nereye bırakacağınıza dikkat ediniz. Denklerinizle evleniniz ve denkleri denkleriyle evlendiriniz.[64]
1763. [3:237, Hadîs No: 3269] Âişe (r.a,) rivayet ediyor: Nutfeleriniz için araştırma yapınız. Onu nereye bırakacağınıza dikkat ediniz. Çünkü, kadınlar erkek kardeşlerine, kız kardeşlerine benzeyen çocuklar doğururlar.[65]
Bir Müslümanın en büyük arzusu duasından, hayır ve hasenatından istifade edeceği hayırlı evlat bırakmaktır. Bunu yapabildiği takdirde amel deften kapanmaz, sevapları yazılmaya devam eder. Hayırlı evlat bırakmanın yolu ilk basamağı sâliha, ahlâklı ve halk tabiriyle "helâl süt emmiş" bir kadınla evlenmektir. Böyle bir anne, çocuğuna, rahmine düştüğü andan itibaren temiz ve berrak ruhundan ruh kalacak, doğduğu andan itibaren de güzel bir eğitimle iyi bir insan ve kâmil bir Müslüman olarak yetişmesine gayret gösterecektir. İşte bunun içindir ki, Sevgili peygamberimiz, mü'minin çocuğuna seçeceği anneyi iyi araştırmasını tavsiye etmektedir. Seçilecek eşin asil ve iyi bir âiieye mensup olması gerektiğine dikkat çekmiş, bunun gerekçesi olarak da kadınların erkek kardeşlerine, kız kardeşlerine benzeyen çocuklar doğurabiieceklerini nazara vermiştir. Çocuğun soyuna çekmesi günümüzde bilinen bir gerçektir.
1764. [3:238, Hadîs No: 3271] Üsâme bin Şüreyk'den rivayetle: Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Çünkü Allah hiçbir dert yaratmamıştır ki, devasını da yaratmamış olsun. Bir tek dert hariç, o da ihtiyarlıktır.
1765. [3:238, Hadîs No: 32731 Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor: İnek sütüyle tedavi olunuz. Allah'ın bunu şifâya vesile kılacağını umuyorum. Çünki inek her bitkiden yer.[66]
1766. [3:239, Hadîs No: 3274] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Üzüntü ve kaygılarınızı sadakalar vermekle gideriniz ki, Allah kötü durumunuzu düzeltsin ve düşmanlarınıza karşı size yardım etsin.[67]
Üzüntü ve kaygılardan kurtulmanın, düşmanlara karşı yardıma mazhar olmanın sadakayla ne gibi bir ilgisi olabileceğini ilk etapta kavramak güç olabilir. Biraz düşünülünce bunun hiç de imkânsız olmadığı, aksine son derece makûl olduğu hemen anlaşılır. Çünkü sıkıntıyı giderecek olan Allah'tır. Evet, Allah, rızası için sadaka verenlerin hem üzüntü ve kaygılarını giderir, hem de onlara, düşmanlarına karşı yardım eder. Bunun maddî İzahlarını yapmak da mümkündür. Sadaka veren insan, psiko-lojikman büyük bir rahatlama içerisine girer. Yardımseverliğin, başkalarının elinden tutmanın manevî zevkini tadar. İçi huzurla dolar. Gönlünde kaygı ve üzüntünün boğucu sislerine yer kalmaz. Bu huzur, bu rahatlık ayrıca gelebilecek kaygı ve üzüntüleri de yok edebilecek büyüklüktedir. Evet, sadakanın kalbte doğurduğu huzur güneşi, kaygı ve üzüntü buzlarını eritecek güçtedir. Âdeta sadaka, dertlerin ilacıdır. Nice cimri insan, maddeten iyilikler yapmak suretiyle cimriliğin manevî kıskacından kurtulmuşlardır.
san, maddeten iyilikler yapmak suretiyle cimriliğin manevî kıskacından kurtulmuşlardır. Yine sadaka veren insan, moralmen güçlü olduğu için düşmanlara karşı da güçlüdür. Çünkü morali, kuvve-i mâneviyesi yüksek olan insanın çalışma gücü, faaliyeti ve verimliliği de o seviyede artar. Zayıt görünüşlü bir mü'mine karşı başka duygular besleyen düşman, aynı duyguları, zorlukların üzerine üzerine giden moralmen güçlü, dinç ve zinde bir mü'mine karşı duyamaz. Ondan korkar, çekinir, üzerine gidemez. Gitse de o mü'min Cenab-ı Hakkın verdiği bir kuvvetle ona kolaylıkla karşı koyar. Demek ki, sadaka gerçekten kaygı ve üzüntüleri defedebilecek, düşmana karşı Allah'ın yardımını celbedebilecek güçtedir. Sonra sadaka veren kimsenin dost ve arkadaşları çok olur, çevresi geniş olur. Etrafında âdeta çelikten bir halka meydana gelir. Hiçkimse onunla mücadeleyi kolay kolay göze alamaz. Öte yandan sadaka verdiği kimselerin duaları onun için büyük bir manevî güç kaynağı olur.
1767. [3:239, Hadîs No: 3275] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Aralanın kükrerken ne dediğini biliyor musunuz? Şöyle der: "Al-lah'ım, beni iyiliksever hiçbir kimseye saldırtma."[68]
1768. [3:240, Hadîs No: 3281] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Vasiyet yapmamak dünyada büyük bir kusurdur, âhirette ise ateş ve rezil rüsvay olmaktır.[69]
Vasiyet, kelime olarak emir, bir işi birisine ısmarlamak demektir. Dînî bir tâbir olarak kullanıldığında, bir malı veya herhangi bir menfaati, ölümünden sonra geçerli o'lmak üzere başkasına vermek mânâsına gelir. Vasiyetin çeşitleri vardır. Birincisi vacip olan vasiyetlerdir. Kişinin yanında bulunan emânetlerin verilmesi veya senedi olmayan borçların ödenmesi için vasiyet etmesi vaciptir. Ölümün ne zaman geleceği bilinmediğinden, emânetlerin ve senetleri olmayan borçların vasiyet edilmesi gerekir. Peygamberimiz bir hadislerinde bununla iigili olarak şöyle buyurur: "Vasiyet edilecek birşeyi bulunan bir Müsiümanın, vasiyeti yanında bulunmadıkça, iki gece geçirmesi doğru değildir."[70] Ayrıca, üzerinde yemin ve oruç keffâreti bulunanların, zekât borcu olanların bıraktıkları maldan bu borçlarının ödenmesini; namaz borcu olanların kılamadıkları namazların yerine fidye verilmesini, hac borcu olanların yerlerine hacca gidilmesini vasiyet etmeleri, vacip kısmın içinde değerlendirilir. İzahını yaptığımız hadis de, vacip olan bu tür vasiyetler içindir. Kişinin gerek insanlara, gerekse Allah'a olan borcunu bildirmeden vefat etmesinin kusur olduğu, âhirette ateş ve rüsvaylık olacağı ise açıktır. Vasiyetin bir diğer çeşidi müstehap olan vasiyetlerdir. Vasiyet edebilecek kadar maddî durumları müsait olan kimselerin, vârislerini başkalarına muhtaç bir vaziyette bırakmamak şartıyla mallarının üçte birini aşmayacak kısmından fakirlere ve kimsesizlere verilmesini vasiyet etmeleri müstehaptır. Fakat bu vasiyet yapılırken dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. O da vasiyetin Islama hizmet eden kuruluşlara, dine, ilme ve fazilete hizmet eden kimselere yapılmasıdır. İçki, kumar ve benzeri gayr-i meşru yerlere harcayan kimselere yapmanın haram olduğunu söyleyen âlimfer vardır. Böyle bir vasiyet en hafifinden mekruhtur.
1769. [3:241, Hadîs No: 3285] îbni Mes'ud (r.a,) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Bakire kadınlarla evlenmeye bakınız. Çünkü, onların ağızları daha tatlı, rahimleri daha çok çocuk yapmaya müsaittir. Kendileri de daha kanaatkardırlar.[71]
Peygamberimiz bu hadislerinde bakire ile evlenmeye teşvik etmektedir. Aynı hadiste bunun üç hikmeti sayılmaktadır. Birincisi, bakirenin dul kadına nisbeten konuşması daha güzeldir, genelde eşine karşı lüzumsuz ve uygunsuz sözler sarfetmez, ölçüyü kaçırmaz. Dul kadına nisbeten daha utangaç ve saygılıdır. Çünkü daha önce başka bir erkekle yaşamadığı için daha sıkılgandır, her ağzına geleni söylemez. Tabî böyle olması, kocasının bu perdeyi muhafaza etmedeki gayretine bağlıdır. Onu bu perdeyi yırtmaya mecbur bırakmadıkça bu böyle devam eder. Hadiste sayılan ikinci hikmet, bakirenin daha çok çocuk yapmaya müsait olmasıdır. Evliliğin en mühim gayesi nesli devam ettirmek olduğundan, bu hikmet de mühimdir. Üçüncü hikmet ise, bakirenin aza razı olmasıdır. Dul bir kadın ölen veya boşandığı kocasının yanında iken bolluğa, cinsî tatmin bakımından zevkine daha uygun bir yaşantıya alışmış olabilir. Bunu ikinci eşinde bulamadığında huzursuzluk çıkabilir. Yine eski kocasının bâzı vasıflarını çok seviyor olabilir. Yeni kocasında bu vasıfları bulamaması veya tam tersiyle karşılaşması,sıkıntıya sebep olabilir. Oysa bakire için böyle bir endişe söz konusu olmaz. Bakire ile evlenme teşvikinin bir diğer hikmeti de, bâzı erkeklerin hanımının eski kocasını düşünerek hissen rahatsız olmasıdır. Bununla beraber, Peygamberimizin "Bakire kızlarla evlenmeye bakınız" ifâdesi bir emir değil, tavsiyedir. Nitekim Hz. Câbir'e kız kardeşinin bakımı hikmetine binâen dul ile evlenmesinin daha iyi olacağını söylemiştir. Kendisi de gerel< himaye maksadıyla, gerekse bâzı hikmetlere binâen dul kadınlarla evlenmiştir, Bunu da nazardan uzak tutmamak gerekir.
1770. [3:242, Hadîs No: 3287] Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle: Evleniniz, ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim. Hıristiyanların rahipleri gibi olmayınız.[72]
1771. [3:242, Hadîs No: 3288] Ebû Mûsâ (r.a.) rivayet ediyor: Evleniniz, boşamayımz. Şüphe yokki Allah zevkine çok düşkün erkek ve kadınları sevmez.[73]
1773. [3:243, Hadîs No: 3291] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Sahura kalkınız. Şüphesiz sahurda bereket vardır.[75]
1774. [3:244, Hadîs No: 3293] Enes'den (r.a.) rivayetle: Bir yudum suyla da olsa sahur yapınız.[76]
1775. [3:244, Hadîs No: 3296] Nuaym bin Abdurrahman rivayet ediyor: Rızkın onda dokuzu ticârettedir. Onda biri ise hayvancılıktadır.[77]
1776. [3:247, Hadîs No: 3302] Ibni Ömer'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Birbirinizle musafaha yapınız ki, kalblerinizden kin duyguları yok olsun.[78]
1777. [3:247, Hadîs No: 3304] Enes fr.a.J rivayet ediyor: Sadaka veriniz. Çünkü sadaka Cehennem ateşinden kurtuluşunu zdur.[79]
1778. [3:248, Hadîs No: 305] îkrime'den rivayetle: Bir hurma tanesi de olsa sadaka olarak veriniz. Çünkü o az da olsa açlığı dindirir ve suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.[80]
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bu hadislerini herkesin açlık, kıtlık çektiği, yerine göre bir hurmayı dahi bulmada güçlük çektiği bir atmosferde söylemişti. O zaman o tek veya yarım hurmayı sadaka olarak vermenin değeri kendiliğinden anlaşılır. Sonra burada mü'minleri sadaka vermeye alıştırma da söz konusudur. Asgarîsini göstererek büyüklerini yapmaya teşvik etmektedir. Hemen hemen herkes bir hurma tanesi bulabilir. Öyleyse onu küçük görmemeli, az da olsa, yapa-bildiğince hayır yapmalı, sadaka vermelidir. Hem azdan veren, çoktan da verebilir. Bir fakirle karşılaştığımızı farzedelim. Bizim de durumumuz pek iyi değil. Ama, ona göre daha iyi şartlarda hayat sürebiliyoruz, işte o noktada bir hurma tanesiyle de olsa yardım yapmayı ihmal etmemeli, onun açlığını giderebilaceği-ni düşünmeli, o hayrı yapmalıyız. Öte yandan fitre meselesinde olduğu gibi hem biz, hem de başkaları birer hurma verecek olsak, fakir olanlar da belini doğrultma imkânı bulabilir. Sonra hurma burada bir semboldür. Fakirin ihtiyacına cevap verebilecek para veya herhangi bir ihtiyaç maddesi de bunun içerisine girer. Kısacası az çok demeden güç ve imkânlar ölçüsünde sadaka verebilmeli, içimizdeki bu iyilikseverlik duygusunu daima canlı ve taze tutmalı, geliştirmeye çalışmalıyız. Böylesi hayır ve sadakalar fakiri sevindirmekle kalmaz, vereni de sevindirir. Sonra hadiste de belirtildiği gibi suyun ateşi söndürdüğü gibi günahlara keffâret olur.
1779. [3:249, Hadîs No: 3309] İbni Ömer (r,a.) rivayet ediyor: Birbirinizi affediniz ki, aranızdaki kin ve düşmanlıklar kalksın.[81]
1780. [3:249, Hadîs No: 3310] Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kur'ân'ı sık sık tekrar etmek suretiyle hatırda tutunuz. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Kur'ân devenin bağından kurtulup uzaklaşmasından daha hızlı bir şekilde insanların hafızalarından uzaklaşır.[82]
1781. [3:250, Hadîs No: 3312] Abdullah binAbbas (r.a.) rivayet ediyor: Hayırlı işlerde cevvaliyet, ümmetimin seçkinlerinde bulunan bir özelliktir.[83]
1782. [3:250, Hadîs No: 3313] Abdullah bin Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Hacca gitme hususunda acele ediniz. Çünkü biriniz başına ne geleceğini bilemez.[84]
En hayırlı ibadet, vakti içinde ve zamanında yapılan ibadettir. Hac Hanefî, Malikî ve Hanbelî imamlarının çoğuna göre fevri bir ibadettir, yani farz olur olmaz hemen o yıl yapılmalıdır. Imam-ı Şafiî ve Hanefîlerden Imam-ı Muhammed haccın fevri değil, ömrî olduğunu söylerler. Kişi ömrünün herhangi bir senesinde gidebilir. Bu, "Hac geciktirilebilir" mânâsında değil, farz olur olmaz hemen gitmek şart değildir demektir. İmkânlar varken gitmemek, geciktirmek mekruhtur. Yukardaki hadiste de belirtildiği gibi haccı geciktirmemenin önemli hikmetlerinden biri insanın başına neler gelip gelmeyeceğini bilemeyeceğidir. Beklenmedik bir musibetle karşılaşabilir, fakir düşebilir, yaşlanıp gidemeyecek duruma gelebilir, hatta ölüm dahi gelebilir. Farz olduğu halde bu görevi yapmadan gidebilir. Öyleyse farz olur olmaz, hemen gitmelidir ki borçlu kalmasın.
1783. [3:250, Hadîs No: 3315] Üsâme bin Zeyd rivayet ediyor: Pazartesi ve Perşembe günleri olmak üzere haftada iki defa insanların amelleri Allah'a sunulur. Aralarında düşmanlık bulunan ve akrabalarıyla bağları koparan kimselerin dışında her mü'min kulun günahları bağışlanır.[85]
1784. [3:251, Hadîs No: 3316] Hakim'den rivayetle: Ameller Pazartesi ve Perşembe günleri Allah'a arzedilir. Peygamberlere, ölmüş olan anne ve babalara Cuma günü sunulur. Onlar bu iyiliklerden dolayı sevinirler. Yüzlerinin beyazlık ve parlaklığı artar. Öyle ise Allah'tan korkun ve günah işlemek suretiyle ölülerinize eziyet etmeyin.[86]
1785. [3:251, Hadîs No: 3317] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Genişlikte taat ve şükürle kendini Allah'a tanıt ki, O da sıkıntı anında yardımına koşmakla seni tanısın,[87]
1786. [3:252, Hadîs No: 3319] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Akrabalık haklarını yerine getirebilecek kadar soyunuzu öğrenmeye çalışınız. Çünkü akrabalarla iyi ilişkiler, yakınlar arasında sevgiye, malın artmasına ve ömrün uzamasına sebeptir.[88]
Sıla-i rahîm, yani akrabalık haklarını gözetmek dinimizin mühim emirlerin-dendir. Gerek âyeî-i kerimelerde, gerekse hadis-i şeriflerde bu husus üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Meselâ bu âyetlerden birisi şu mealdedir: "Allah adaleti, iyilik yapmayı ve iyi kullukta bulunmayı, akrabaya ikram etmeyi emreder; fuhşiyatı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Allah düşünüp ibret almanız için size böyle öğütler verir."[89] Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) bir hadislerinde konu ile ilgili olarak şöyle buyururlar: "Rahim [akrabalık] kelimesi, Allah'ın Rahman isminden gelir. Allah da, 'Kim akraba haklarını yerine getirirse, Ben de o kimseye iyilik ve lütufla davranırım. Kim bunu yapmazsa, Ben de ona iyilik ve lütufda bulunmam1 buyurmuştur.[90] İşte Peygamberimiz, bu hadislerinde de akrabalarla iyi ilişkilerde bulunmanın yakınlar arasında sevgiye, malın artmasına ve ömrün uzamasına vesile olacağına dikkat çekiyor. Akrabalık haklarını yerine getirebilmek için akrabaları tanımak gerekir. İzahını yaptığımız hadiste dikkat çekilen hususlardan birisi de kişinin akrabalık haklarını yerine getirebilecek kadar soyunu bitmesidir. Bu hadisteki ikaza günümüzde her zamankinden çok daha muhtacız. Çünkü günümüzde maalesef yakın sayılabilecek akrabalar dahi birbirlerini tanımamaktadırlar. Bazan amcasının, halasının, dayısının gocuklarını tanımayan kimselere rastlayabilmekteyiz. Hadiste geçen akrabalar arasındaki iyi ilişkilerin yakınlar arasındaki sevgiye sebep olduğu açık bir husustur. Bunun ömrü uzatması ise iki türlü olur. Birincisi ömrün manen uzamasıdır. Ömrün manen uzaması demek, ömürden beklenen sevap meyvelerinin artması demektir. Başkalarının uzun ömürle elde edemediklerini, akraba hukukuna riâyet edenler, daha kısa bir ömürde elde etmiş olurlar Sıla-i rahmin ömrü uzatmasının bir diğer izahını ise şöyle yapabiliriz. Allahu Teâla, bâzı kullarının ecellerini bâzı şartlara bağlı olarak tayin etmiştir. O şart yerine geldiğinde, şarta bağlı olan husus da gerçekleşir. Buna göre Yüce Allah, bâzı kullarının ömürlerini sıla-i rahme dikkat etmeleri şartına bağlı olarak tayin etmiş olabilir. Dolayısıyla buna dikkat eden kulun ömrü uzamış olur.[91] Diğer taraftan, akrabalarıyla iyi ilişkiler içerisinde olan bir insan huzurludur, sıkıntıdan uzaktır. Bir musibetle karşılaşsa akrabalarını yanıbaşında bulur. Sevinçli bir gününde yine onlarla beraberdir. Huzurlu ve stresten uzak bir insanın çoğu hastalıklara yakalanmaktan kurtulacağı bir vakıadır. Başka bir hadiste duanın kötü kazayı önleyeceği bildirilmektedir. Akrabalarıyla iyi ilişkiler içerisinde olan bir insan, onların dualarını da alır. Kişinin gıyabında yapılan duanın daha çok kabul edileceği ise, başka bir hadiste bildirilmektedir.
1787. [3:253, Hadîs No: 3322] Uz. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: îlim öğreniniz, ilim için de ağırbaşlı ve vakur olmayı öğreniniz. îlim aldığınız kimseye karşı tevazu gösteriniz.[92]
1788. [3:253, Hadîs No: 3323] Muaz'den (r.a.) rivayetle: Öğrenmek istediğinizden neyi öğrenirseniz öğreniniz, bildiklerinizle amel etmedikçe, Allah sizi bundan faydalandırmaz.[93]
1789. [3:255, Hadîs No: 3327] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Kur'ân'ı öğreniniz ve yatağınıza uzanırken onu okuyunuz. Çünkü Kur'ân'ı öğrenen, okuyan ve onunla amel eden kimsenin durumu misk dolu torbaya benzer. Kokusu her tarafa yayılır. Onu öğrenip okuyarak ve henüz tesiri geçmemişken yatağına uzanan kişinin durumu miskin üzerine geçirilen torba gibidir.[94]
1790. [3:256, Hadîs No: 3332] Belâ ve musibetlerin gücünüzü zorlamasından, sıkıntı ve mutsuzluğun ulaşmasından, kötü kazadan ve düşmanlara alay konusu olmaktan Allah'a sığınınız.[95]
1791. [3:257, Hadîs No: 3334] Şu üç felâketten Allah'a sığınınız: Sende bir hayır gördüğünde gizleyen, bir kötülük gördüğünde ise yayan kötü komşudan. Yanında bulunduğun zaman diliyle seni inciten, yanından ayrıldığında ise sana hıyanet eden kadından. İyilik yaptığın zaman kabul etmeyen, kötülük yaptığında ise affetmeyen idareciden.[96]
1792. [3:258, Hadîs No: 3338] İbni Ömer'den rivayetle: Şu beş durumda gök kapıları açılır ve dualar kabul edilir: (1) Kur'ân okunurken, (2) islâm ordusu düşman ordusuyla karşılaştığı zaman. (3) Yağmur yağdığında. (4) Zulme uğrayan duâ ettiğinde (5) ve ezan okunduğunda.[97]
1793. [3:258, Hadîs No: 3339] Osman bin Ebu'-l Âs Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Gece yarısı gök kapılan açılır ve bir nida edici şöyle seslenir: "Duâ eden yok mu? Duasına cevap verilsin. Bir şey dileyen yok mu? Dileği verilsin. Sıkıntıda olan yok mu? Sıkıntısı giderilsin. Öyle ki, duâ edip de Allah'ın duasını kabul etmediği hiçbir Müslüman kalmaz. Ancak namusunu kazanç vesilesi yapan zinâkâr ve zâlim idarecinin jurnalci ve yardakçıları bundan hâriçtir.[98]
1794. [3:259, Hadîs No: 3341] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Cuma, Pazartesi ve Perşembe günleri Cennetin kapıları açılır. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlardan, bağışlanma dileyen her kulun günahı bağışlanır. Ancak din kardeşiyle kendi arasında düşmanlık bulunan kişi bunun dışındadır. Böyle bir kimse için şöyle denir: "Barışmcaya kadar bu ikisini bekletiniz."[99]
1787. [3:253, Hadîs No: 3322] Uz. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: îlim öğreniniz, ilim için de ağırbaşlı ve vakur olmayı öğreniniz. îlim aldığınız kimseye karşı tevazu gösteriniz.[92]
1788. [3:253, Hadîs No: 3323] Muaz'den (r.a.) rivayetle: Öğrenmek istediğinizden neyi öğrenirseniz öğreniniz, bildiklerinizle amel etmedikçe, Allah sizi bundan faydalandırmaz.[93]
1789. [3:255, Hadîs No: 3327] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Kur'ân'ı öğreniniz ve yatağınıza uzanırken onu okuyunuz. Çünkü Kur'ân'ı öğrenen, okuyan ve onunla amel eden kimsenin durumu misk dolu torbaya benzer. Kokusu her tarafa yayılır. Onu öğrenip okuyarak ve henüz tesiri geçmemişken yatağına uzanan kişinin durumu miskin üzerine geçirilen torba gibidir.[94]
1790. [3:256, Hadîs No: 3332] Belâ ve musibetlerin gücünüzü zorlamasından, sıkıntı ve mutsuzluğun ulaşmasından, kötü kazadan ve düşmanlara alay konusu olmaktan Allah'a sığınınız.[95]
1791. [3:257, Hadîs No: 3334] Şu üç felâketten Allah'a sığınınız: Sende bir hayır gördüğünde gizleyen, bir kötülük gördüğünde ise yayan kötü komşudan. Yanında bulunduğun zaman diliyle seni inciten, yanından ayrıldığında ise sana hıyanet eden kadından. İyilik yaptığın zaman kabul etmeyen, kötülük yaptığında ise affetmeyen idareciden.[96]
1792. [3:258, Hadîs No: 3338] İbni Ömer'den rivayetle: Şu beş durumda gök kapıları açılır ve dualar kabul edilir: (1) Kur'ân okunurken, (2) islâm ordusu düşman ordusuyla karşılaştığı zaman. (3) Yağmur yağdığında. (4) Zulme uğrayan duâ ettiğinde (5) ve ezan okunduğunda.[97]
1793. [3:258, Hadîs No: 3339] Osman bin Ebu'-l Âs Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Gece yarısı gök kapılan açılır ve bir nida edici şöyle seslenir: "Duâ eden yok mu? Duasına cevap verilsin. Bir şey dileyen yok mu? Dileği verilsin. Sıkıntıda olan yok mu? Sıkıntısı giderilsin. Öyle ki, duâ edip de Allah'ın duasını kabul etmediği hiçbir Müslüman kalmaz. Ancak namusunu kazanç vesilesi yapan zinâkâr ve zâlim idarecinin jurnalci ve yardakçıları bundan hâriçtir.[98]
1794. [3:259, Hadîs No: 3341] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Cuma, Pazartesi ve Perşembe günleri Cennetin kapıları açılır. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlardan, bağışlanma dileyen her kulun günahı bağışlanır. Ancak din kardeşiyle kendi arasında düşmanlık bulunan kişi bunun dışındadır. Böyle bir kimse için şöyle denir: "Barışmcaya kadar bu ikisini bekletiniz."[99]
1795. [3:261, Hadîs No: 3343] Ebu'd-Derda'dan (r.a.) rivayet ediyor: Gücünüzün yettiği kadar gönlünüzü dünya kaygılarından boşaltınız. Çünkü, kimin en büyük kaygısı dünya ise, Allah onun meşguliyetini arttırır, fakirliği gözünün önüne diker. Kimin en büyük kaygısı âhiret ise Allah onun işini toparlar, gönlünü zengin eder. Kim bütün gönlüyle Allah'a yönelirse, Allah mü'minlerin kalblerini sevgi ve şefkatle ona doğru koşturur. Bizzat Allah da her hayrı en sür'atli bir şekilde ona yetiştirir.[100]
1796. [3:262, Hadîs No: 3345] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Herşeyi tefekkür edin. Fakat Allah'ın Zâtını acaba nasıldır diye düşünmeyin. Çünkü yedinci kat semadan Kürsî* ye kadar nurdan yedi bin perde vardır. O bunun da ötesindedir.
1797. [3:262, Hadîs No: 3346] Abdullah bin Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Yaratıkları tefekkür edin. Fakat Yaratıcının Zâtını tefekkür etmeyin. Çünkü buna güç vetiremezsiniz.[101]
Allah, insana bir akıl vermiştir Bu akıl kârı, zararı, iyiyi kötüyü birbirinden ayırabilecek, insanı hem dünya, hem de âhiret saadetine ulaştırabilecek güçtedir. Ancak aklın da belli bir kapasitesi vardır. Bunun ötesine geçemez. Aklın kapasitesini aşan noktalardan birisi de Allah'ın zâtını kavramaktan âciz kalmasıdır. Değil, sadece Allah'ı anlamak, bizzat vücudumuzda bulunduğu halde aklımızı, ruhumuzu dahi kavrayamıyoruz. Evet, insan aklı herşeyi anlayabilecek güçte değildir. Bir kimya profesörünün yazdığı bir yüksek kimya kitabını, bir atom mühendisinin kaleme aldığı atomla ilgili kitapları eğer anlıyamıyorsak, bu o kitapları mânâsız hale getirmediği gibi yazarlarının büyüklüğü hakkında da bizi şüpheye sevk etmez. Aksine yazarlarının büyüklüğünü anlarız. Akıl, ruh, v.s. gibi Allah'ın yarattığı bir kısım eserlerin büyüklüğünü kavraya-mayışımız da bize Allah'ın büyüklüğünü anlatır. Biz Allah'ın Arş'ını, Kürsî'sini de kavrayabilecek güçte değiliz. Daha kâinattaki birçok varlığın değil mahiyetlerini bilmek, varlıklarından dahi haberdar değiliz. Kâinatın ancak milyonda beşini görebiliyoruz. Göremediğimiz âlemleri anlamamız da söz konusu değil. Kaldı ki kâinatın tümü, Kürsî yanında çöle atılan bir halka gibi kalmaktadır. Kürsî de Arş'ın yanında yine çöle atılan bir halka kadardır. Allah emir ve hükmünü Kürsîden yürütür. Bunları göremeyen, mahiyetlerini kavrayamayan aklı, duygulan, kapasitesi sınırlı bir insanın Allah'ı göremediği gibi zâtını kavrayabilmesi de mümkün değildir. Sınırlı bir varlığın sınırsız bir Varlık'ı ihata etmesi imkânsızdır. Ancak Allah'ı eserleri vasıtasıyla tanır, sonsuz kudret, ilim, irade ve hikmetini, büyüklüğünü anlamaya çalışırız. Herbir yaratık Allah'ın varlık, birlik ve isimlerinin tecelli yeridir. Bunları araştırmak, düşünmek Allah'ın büyüklüğünü anlamaya vesile olduğunda îmanımızı arttırır.
1798. [3:264, Hadîs No: 3350] Enes'den (r.a.) rivayetle: Siz şu altı şeyi kabul edin; ben de Cennete girmenize vesile olmayı kabul edeyim: 1. Biriniz konuştuğu zaman yalan söylemesin. 2. Söz verdiği zaman sözünden dönmesin. 3. Kendisine güvenildiğinde hıyanet etmesin. 4. Harama karşı gözünüzü yumunuz. 5. Harama elinizi uzatmayınız. 6. İffetinizi koruyunuz.
1799. [3:264, Hadîs No: 3351] îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor: Allah'a isyan bayrağını açanlara kalben kızmakla Allah'a yaklaşmaya çalışınız. Onları asık yüzle karşılayınız. Onlara kızmakla Allah'ın hoşnutluğunu arayınız. Onlardan uzaklaşmakla Allah'a yaklaşmaya çalışınız.[102]
Mü'minin özelliklerinden birisi de kötülüklere engel olmak, onlara gücü yetiyorsa eliyle; değilse diliyle karşı çıkmaktır. Buna gücü yetmediğinde yapacağı iş ise, o hareketi kalben kötü karşılamak ve nefret etmek, bunun ifadesi olarak da surat asmaktır. Evet, surat asmak Allah'a isyan bayrağı açan kimseyi fiiliyle mahkûm etmek demektir. Ona kızarak hoşnutsuzluğumuzu belli etmek, hiçbir şey yapamıyor-sak ondan uzak kalmak o kötü davranışa karşı yapabileceğimiz en güzel bir hareket tarzıdır, Böylece insan Rabbine yaklaşmış olur. Böyle davranmanın birçok faydaları vardır. Herşeyden önce isyankâr kişi, davranışının yanlışlığını anlamış olur, yüz bulamaz, ya pişmanlık duymaya veya sinerek açıktan değil, gizlice yapmaya çalışır. Kötülüklerin yok olması veya azalmasının en önemli yollarından birisi bu değil midir? Allah'a isyan eden Onun düşmanı sayılır. Allah'ın düşmanına düşmanlık etmek ise Allah'a dostluk demektir, insan böylelerinden uzaklaştıkça Allah'a yaklaşmış olur. Kızgınlık onların şahsına değil, taşıdıkları sıfatlaradır. Kötü sıfatı için ona kızan kimse o kötü sıfata kendisi de yaklaşmaz. Dolayısıyla kötülükten uzaklaşmış, bu açıdan da Allah'a yaklaşmış olur.
1800. [3:265, Hadîs No: 3354] Ya'la bin Münye'den (r.a.) rivayetle,Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kıyamet Günü Cehennem mü'mine, "Çabuk geç ey mü'min! Yoksa nurun alevlerimi söndürecek" diye seslenir.[103]
1801. [3:266, Hadîs No: 3355] Ebu Ümame (r.a.) rivayet ediyor: Her türlü Öfke ve ağız kavgasının ilacı, iki rekât namazdır.[104]
1802. [3:266, Hadîs No: 3356] Ali'den (r.a.) rivayetle: Sahabîlerimin ileride hataları olacaktır. Allah benimle olan beraberlikleri sebebiyle bunu affedecektir.[105]
1803. [3:266, Hadîs No: 3357] Muaviye (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Öyle idareciler gelecek ki istediklerini söyleyecekler, fakat kimse ses çıkarmayacak. Bunlar bir biri peşi sıra Cehenneme yuvarlanacaklar.[106]
1804. [3:266, Hadîs No: 3358] Ali'den (r.a.) rivayetle: Öyle fitneler olacak ki ne elle, ne de dille düzeltilemeyecek.[107]
1805. [3:267, Hadîs No: 3360] Ebû Âmir es-Sekûnî (r.a.) rivayet ediyor: Kimsenin görmediği yerde de açıkta yaptığın salih amelin aynısını yapman iyiliğinin eksiksiz oluşuna delildir.[108]
1806. [3:267, Hadîs No: 3361] Ebû Umâme'den (r.a.) rivayetle, Peygamber E fendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kim ki, sınır boylarında düşmana karşı kırk gün beklerse, bu esnada bir alışveriş yapmaz ve uygunsuz bir olaya sebep olmazsa annesinden doğduğu gün ki gibi günahlarından sıyrılır.[109]
1807. [3:267, Hadîs No: 3362] Muaz (r.a.) rivayet ediyor: Nimetin tamamlanması Cennete girmek ve Cehennemden kurtulmaktır.[110]
1808. [3:268, Hadîs No: 3365] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uyurmuşlardır: İlim konusunda cimri davranmayın ve başkalarına öğretmekten geri durmayın. Onu birbirinizden gizlemeyin. Çünkü ilmi gizlemekle yapılan hıyanet, malda yapılan hıyanetten daha büyük günahtır.[111]
1809. [3:270, Hadîs No: 3369] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Bütün gücünüzle temiz olmaya çalışınız. Çünkü Allah, İslâm binasını temizlik üzerine kurmuştur. Cennete de ancak temiz olanlar girer.[112]
1810. [3:270, Hadîs No: 3272] Ebu Hureyre'den rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kadın dört şey için nikâh edilir: Serveti için, soyu için, güzelliği için ve dini için. Sen dindar olanını tercih et, iki eli toprak dolasıca.[113]
1811. [3:272, Hadîs No: 3376] İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Birbirinize yemek götürmekle hediyeleşiniz. Çünkü bu rızıklarınızda genişlik sağlar.[114]
1812. [3:273, Hadîs No: 3379] Ümm-ü Hakîm'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Hediyeleşiniz. Çünkü hediye sevgiyi katlar ve kalblerdeki kinleri giderir.[115]
1813. [3:273, Hadîs No: 3380] îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Mütevazı olunuz. Fakirlerle oturup kalkınız ki Allah'ın rahmetine mazhar büyük kullarından olasınız ve kibirden kurtulasınız.[116]
1814. [3:273, Hadis no: 3381] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kendilerinden ilim öğrendiğiniz kimselere karşı mütevazı davranınız, îlim Öğrettiklerinize de alçakgönüllülük gösteriniz. Zorba âlimler olmayınız.[117]
1815. [3:274, Hadis no: 3382] îbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Allah'a tövbe ediniz. Şüphe yok ki ben hergün yüz defa Allah'a tevbe ediyorum.[118]
1816. [3:276, Hadîs No: 3387] Îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Günahından tevbe eden günah işlememiş gibidir. Günah işlemeye devam ettiği halde dil ucuyla Allah'tan af dileyen kimse de Rabbiyle alay eden kimse gibidir. Bir kimse Müslüman birine eziyet ederse ondan dolayı yerde biten hurma ağaçları kadar günah kazanır,[119]
1817. [3:277, Hadîs No: 3388] Sa'd (r.a.) rivayet ediyor: Ahirete ait amellerin dışındaki işlerde, her işte acele davranmamak daha hayırlıdır.[120]
Önce dünya işi, âhiret işi tabirleri üzerinde duralım. İnsanın günlük hayatında yaptığı yeme, içme, uyuma, alışveriş gibi bir kısım işler vardır. Buniar her ne kadar doğrudan doğruya âhiretle ilgili değillerdir. Ancak dünyalık işler diye ifade edebileceğimiz bu işlerin gayr-ı meşru olması da gerekmez. Bunların yanında bir de doğrudan doğruya âhirete bakan, kulluk vazifemizi yerine getirmeye yönelik olan işler vardır. Namaz, oruç, sadaka, hac gibi. Bunların herbiri âhiret işlerindendir. Kısaca dünya işi, âhiret işlerinin tersine, acele yapılması övülen veya tehir edilmesi kınanmayan işlerdir. Âhiret işi ise insanı manen yükselten, Allah'a yaklaştıran her iyi iş ve harekettir. İşte Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) birinci gruba giren işleri acele etmemeyi, sabırla hareket etmeyi, ikinci gruba giren işlerde ise bir an önce yerine getirmemizi tavsiye etmektedir. Dünya işlerinde niçin acele edilmemelidir? Çünkü dünya işleri bir kısım
Dünya işlerinde niçin acele edilmemelidir? Çünkü dünya işleri bir kısım ön hazırlıklar ister. Meselâ ticârete atılacak bir kimsenin iyi bir araştırma yapması, ehil kişilerle istişare etmesi ve ona göre hazırlıklarını yapması gerekir. Aksi halde acele karar verirse pişman olacağı bir neticeyle karşılaşabilir. Meselenin diğer bir yönü de dünya iie ilgili işler daha çok helâl veya haram ihtimali olabilen işlerdir. Bir mü'mine düşen teşebbüs edeceği işin helâl mı, haram mı olduğunu araştırmak, helâlsa teşebbüs, haramsa vazgeçmektir. Âhirete ait işlerde ise acele davranmayı hızlı davranmak, bir an önce o iş veya ibadeti bitirme azim ve gayreti içerisine girmek şeklinde değerlendirmek gerekir. Hayır yapma, ibadet etme gibi âhirete yönelik işlerde acele edilmelidir. Çünkü yapılan her hayır ve ibadet iyilik defterimize kaydolunur, iyiliklerimizin kabarmasına vesile olur. Bu tip âhiretle doğrudan doğruya ilgili olan İşlerin pek çoğu belli bir zamanla sınırlıdır. O zaman aşıldığında o ibadeti yerine getirmeyen mes'ûl olur ve yapılmasının da pek bir mânâsı kalmaz. Sonra bunlar fırsatla ilgili işlerdir. Bu fırsat kaçabilir. Bir daha yakalamak mümkün olmayabilir. Meselâ hacca gidecek kadar zengin olan bir kimse bu ibadeti zamanında yapmazsa ilerde fakirleşebilir veya hacca gitmesini engelleyen mâniler çıkabilir. Hayırlı işlerin birçok muzır manileri de vardır. Başta nefis ve şeytan olmak üzere bunlar o hayırlı işten bizi alıkoymak için fırsat kollarlar. O işi bir an önce yerine getirmekle bu mücadeleyi daha başlangıçta kazanmış oluruz. Ölümün her an gelebileceğini düşünen ve bütün işi âhirete azık hazırlamak olan insanlar için geçen her dakika kayıp demektir. Ne kadar acele edilirse o kadar çok kazanç elde edilir. Yalnız işi acele yapacağım diye ibadetleri eksik bırakmaktan da şiddetle kaçınmalıdır. Şunu özellikle belirtelim ki, acele etmek işe teşebbüs safhasında yapılmalı ve işe bir an önce başlanmalıdır. İşe başladıktan sonra o işin hakkı ne ise verilmeli, aceleye getirerek yanlışlıklara ve eksikliklere meydan verilmemelidir.
1818. [3:277, Hadîs No: 3389] Enes'den (r.a.) rivayetle: Dikkat ve temkinle hareket etmek, iktisad ve güzel haslet peygamberliğin yirmi dört parçasından bir parçadır.[121]
1819. [3:277, Hadîs No: 3390] Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Dikkat ve temkinle hareket etmek Allah'tan, acelecilik ise şeytandandır.[122]
1821. [3:278, Hadis No: 3393] Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Dürüst tüccar Kıyamet Günü Arş'ın gölgesinde olacaktır.[124]
1822. [3:278, Hadîs No: 3394] îhni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Doğru söyleyen tüccar Cennetin hiç bir kapısında bekletilmez.[125]
1823. [3:279, Hadîs No: 3395] Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Korkak tüccar kazanamaz, cesur tüccarın ise rızkı bol olur.[126]
1824. [3:279, Hadîs No: 3396] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Esneme şeytandandır. Birinize esneme geldiğinde gücü yettiğince esnememeye çalışsın. Çünkü biriniz esnerken "HahP diye ses çıkar-dağında şeytan ona güler.[127]
1825. [3:279, Hadîs No: 3398] Numan bin Beşir (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Kişinin Allah'ın kendisine verdiği nimeti dile getirmesi şükürdür. Bunu yapmaması ise nankörlüktür. Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez, insanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez. Cemaat bereket, ayrılık ise azaptır.[128]
1826. [3:280, Hadîs No: 3399] Ali'den (r.a.) rivayetle: Tedbir hayatın yarısı, sevgi akim yarısı, gam ve keder ihtiyarlığın yansı, çoluk çocuğun azlığı da, iki kolaylıktan birisidir.[129]
1827. [3:281, Hadîs No: 3400] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Hak için zillete katlanmak, batılla izzetli görünmekten şerefe daha yakındır.[130]
Bu hadîsin Deylemîtarafından rivayet edilen tam metni şöyledir: "Hak için zillete katlanmak, batılla izzetli görünmekten şerefe daha yakındır. Kim bâtıla dayanarak izzet kazanmak isterse, Allah haksızlık yapmaksızın onu zilletle cezalandırır."[131] Hak için yaşamak, hak yolunda olmak kadar kudsî, yüce, değerli ve şerefli bir-şey yoktur. Zaman olacak bu yolda zillete düşülecek, yani aşağılanacak, horlanacak, bir kısım nimet ve imkânlardan mahrum kalınacaktır. Ama, bu zillet görünüşte zillettir, gerçekte o insan aziz, değerli ve şereflidir. İnsanların reva gördükleri bu muamele hakka arka çıkan kişiyi haktan saptırmamalıdır. Çünkü hakkın sânına lâyık olan budur. İcabında insan ezilecek, çiğnenecek, ama haktan fedakârlık vermeyecektir ki hakkın yüceliği, üstünlüğü herkesçe kabul edilsin.
1827. [3:281, Hadîs No: 3400] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Hak için zillete katlanmak, batılla izzetli görünmekten şerefe daha yakındır.[130]
Bu hadîsin Deylemîtarafından rivayet edilen tam metni şöyledir: "Hak için zillete katlanmak, batılla izzetli görünmekten şerefe daha yakındır. Kim bâtıla dayanarak izzet kazanmak isterse, Allah haksızlık yapmaksızın onu zilletle cezalandırır."[131] Hak için yaşamak, hak yolunda olmak kadar kudsî, yüce, değerli ve şerefli bir-şey yoktur. Zaman olacak bu yolda zillete düşülecek, yani aşağılanacak, horlanacak, bir kısım nimet ve imkânlardan mahrum kalınacaktır. Ama, bu zillet görünüşte zillettir, gerçekte o insan aziz, değerli ve şereflidir. İnsanların reva gördükleri bu muamele hakka arka çıkan kişiyi haktan saptırmamalıdır. Çünkü hakkın sânına lâyık olan budur. İcabında insan ezilecek, çiğnenecek, ama haktan fedakârlık vermeyecektir ki hakkın yüceliği, üstünlüğü herkesçe kabul edilsin. Batılla izzetli görünmek ise kağıttan kule kurmaya, kar üstüne bina yapmaya benzer. Nefretleri, düşmanlıkları celbe vesile olur. Böylesine bir saltanat, izzetli görünmek insanı İnsanlıktan düşüren bir davranıştır. İnsanı alçaltır, küçültür. Evet, batılla izzetli görünmektense, haklı olup da zillete katlanmak daha şereflidir. Cenab-ı Hak bir âyetinde izzetin Allah, Resulü ve mü'minlere ait olduğunu bildirir ki, bu izzetin nerede aranması gerektiğini açıkça gösterir. Başta peygamberler olmak üzere tarihte hakkın mücadelesini veren nice kahraman vardır ki izzet diye küfrün kof depdebesi üzerine taht kuran muhaliflerini yere sermiş, gönüllere taht kurup adlarını ebedîleştirmiş, izzetin ne olduğunu bütün âleme göstermişlerdir. Nemruda karşı Hz. İbrahim'in, Firavun'a karşı Hz. Musa'nın, Ebü Cehil ve Ebû Leheb'e karşı Peygamberimizin verdiği mücadelelerde bu gerçeği bütün açıklığıyla görmekteyiz.
1828. [3:282, Hadîs No: 3404] "Sübhanellah" demek mizanın sevap kefesinin yarısını doldurur. "Elhamdülillah" demek ise tamamını doldurur. Tekbir getirmek gökle yer arasını doldurur. Oruç sabrın yarısıdır. Temizlik de imanın yarısıdır.[132]
1829. [3:282, Hadîs No: 3405] Abdurrahman bin Avfdan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: "Yarın yaparım, ertesi gün yaparım" gibi düşünceler şeytanın prensibidir. Onu mü'minlerin kalblerine atar.[133]
İşleri zamanında yapmanın büyük önemi vardır. Aksayan ve zamanında yapılmayan işler bir aksaklığı daha peşinden getirebilir ve işler sürüncemede kalabilir. "Yarın yaparım" düşüncesi de aksamayı, eksikliği peşinen kabul etmek demektir. Çünkü yarının nasıl olacağını bilemeyiz. Herşeyden önce hergünün kendine göre işi vardır. Bugünün işini yarına bırakmak demek, yarının işini ikiye katlamak demektir. Çünkü hergünün kendine göre bir işi vardır. O günün işini zor yetiştirirken, ikinci bir işi yüklenmek, işlerin ağırlığı altında ezilmek, muhakkak birisini ihmal etmek mânâsına gelir. Ömer bin Abdülaziz'e birgün yakınlarından biri şöyle der: "Bu işler arasında hep boğulup gidiyorsunuz. Biraz dışarılara çıkıp hava alsanız, gezip dinlenseniz." Ömer bin Abdülaziz, "İyi ama," dedi, "O günün işlerini ne yapacağım?" "Ertesi gün yaparsınız." Ömer bin Abdülaziz buna da şu cevabı verdi: "Ben biıiek günün işini zor yetiştiriyorum. Beni alabildiğine yoruyor, iki günün işini bir arada yapmaya kalkarsam halim ne olur?" Daha çok tembellerin mazeret ifâdesi olan "Yarın yaparım" gibi sözlerin bu ve buna benzer mahzurları sebebiyledir ki, Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) böyle bir hareketin şeytandan geldiğini, şeytanın prensibi olduğunu bildirerek mü'min-leri uyarmakta, başka bir hadîslerinde de bunun tehlikesini şöyle dile getirmektedir: "'Yarın yaparım, yarın yaparım' diye işlerini erteleyenler helak olmuşlardır." Söz konusu durum uhrevî işler gündeme geldiğinde daha büyük önem arze-der. Dünya işleri böyle olursa âhiret işlerinde daha dikkatli olunması, bir an önce yapılması gerektiği anlaşılır.
1830. [3:284, Hadîs No: 3411] Muhammed bin Umeyr rivayet ediyor: Tevazu kulun ancak şerefini arttırır. Öyleyse mütevâzi olun ki, Allah sizi yükseltsin. Affetmek de kulun ancak izzetini arttırır. Öyleyse affediniz ki, Allah sizi aziz kılsın. Sadaka ancak malı arttırır. Öyleyse sadaka veriniz ki, aziz ve celîl olan Allah size merhamet etsin.[1]
1831. [3:285, Hadîs No: 3413] Übeyy bin Ka'b'dan (r.a.) rivayetle: Gerçek tevbe, günahı işlediğin anda pişmanlık duyman, Allah'tan affını dilemen, sonra da o günahı bir daha hiç işlememendir.[2]
1832. [3:286, Hadîs No: 3415] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Şu üç şey kimde bulunursa o kişi îmanın tadına erer: Allah ve Resulünün kendisine herşeyden daha sevimli olması, sevdiğini sırf Allah için sevmesi, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasma nefret etmesi.[3]
1833. [3:287, Hadîs No: 3416] Câbir'den (r.a.) rivayetle: Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, Yüce Allah onu her yönüyle himâyesi altına alır ve onu Cennetine koyar: Zayıfa merhamet, anne babaya şefkat, emri altındakilere iyilik.[4]
1834. [3:288, Hadîs No: 3417] îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Üç huy vardır ki, onlar kimde bulunursa Allah onu himayesinde barındırır, rahmetini üzerine yayar ve onu Cennetine koyar. Bu huyu taşıyan kimseler: Birşey verildiğinde şükreden, güçlü iken affeden, öfkelendiğinde öfkesine hâkim olanlardır.[5]
1835. [3:288, Hadîs No: 3418] Muaz bin Cebelden (r.a.) rivayetle: Üç huy vardır ki, onlar kimde bulunursa o, Allah'ın sevgili has kullarından olur. Bu üç huy kaderin hükmüne razı olmak, Allah'ın haram kıldığı şeylere girmemek için sabretmek, aziz ve ceiü olan Allah için öfkelenmek.[6]
1836. [3:288, Hadîs No: 3419] Ebû Hüreyre rivayet ediyor: Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, Allah, onun hesabım kolaylaştırır, onu rahmetiyle Cennete koyar. Bunlar şunlardır: Sana vermeyene verirsin, sana zulmedeni affedersin, seninle bağlarım koparanla sen iyi münasebetlerini sürdürürsün.[7]
Her insan dehşetli âhiret gününde hesabının kolay geçmesini, Allah'ın rahmetine ermeyi, Cennete girmeyi arzu eder. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) yukardaki hadislerinde bunu sağlayan üç hususa parmak basmaktadır. Birincisi vermeyene vermektir. Verene vermek kolaydır. Vermeyene vermek ise büyük bir fazilettir, cömertliktir. Çünkü bu büyük bir samimiyet ve içtenliğin ifadesidir. Allah için vermenin delilidir. Bir insan hislerine mağlup olmadan verebiliyorsa, bu Allah için verdiğinin işaretidir ve o insan hadiste belirtilen mükâfata ermiş olur.
o insan hadiste belirtilen mükâfata ermiş olur. Zulmedeni affetmek de büyük bir fazilettir. Bir insan gücü yettiği, cezalandırabileceği halde affedebiliyorsa, büyüklüktür. Zâlimin cezalandırılmasını istemek adalettir. İnsan adaletin uygulanmasını isteyebilir. Buna rağmen affetme yoluna giderse büyük bir fazilet göstermiş olur. Böylesinin mükâfatı Cennettir. Allah Resulü, Mekke'nin fethi esnasında, düşmanlarını, eline güç ve imkân geçtiği halde atfetmişti. O insanlar ki yıllarca kendisine düşmanlık yapmış, kötülük etmiş, yurdundan çıkarmış, hatta öldürmeye kalkmışlardı. Onları Mekke'de topladı: "Ey Kureyş topluluğu!" diye seslendi. "Şu anda hakkınızda ne yapacağımı tahmin ediyorsunuz?" Kureyşliler hep birden: "Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin. Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Bize ancak hayır ve iyilik yapacağına inanırız" dediler. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle dedi: "Benim durumumla sizin durumunuz, Yusuf'un (a.s.) kardeşlerine karşı olan tutumu gibi olacaktır." Sonra da şöyle devam etti: "Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de diyorum: '"Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah, sizi bağışlasın... O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.'[8] Gidiniz hepiniz serbestsiniz."[9] Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) yolunu yol edinen Isfâm büyükleri de hep aynı fazileti sergilemişlerdir. 28 sene zulmen hapishane hapishane dolaştırılan, sürgünden sürgüne gönderilen çağımız îman ve Kur'ân hizmetinin öncülerinden Bedî-üzzaman Hazretleri de, kendisine zulmeden, zehirleyen insanlara, Risale-i Nur'la îmanlarını kurtarmak şartıyla haklarını helâl ettiğini bildirmiştir. Bağları koparan dost ve arkadaşlardan bağları koparmamak da büyük bir fazilettir. Nefse zor gelse de güzel bir davranıştır. Dostlukların kuvvetlenmesi için bu şarttır. Alâkayı kestiği bir kimseden iyilik gören şahıs, yaptığına pişman olur; dostunun sadık olduğunu anlar ve ona daha kuvvetle bağlanır. Sağlıklı bir Islâ-mî hayat için bu şarttır. Aksi halde herkes karşısındakinin kendisiyle irtibatını kopardığını ileri sürerek aynt tavır içine girse, Müslümanlar, şirazesi kopmuş teşbih tanelerine döner, dağıtılırlar. Bu da Islâmın gücünün azalmasına ve Allah'ın rahmetinden mahrum kalmaya sürükler.
1837. [3:288, Hadîs No: 3420] Halid bin Zeyd'den (r.a.) rivayetle: Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, o kimse nefsinin cimriliğinden korunmuş demektir. Zekâtım veren, misafiri barındırıp ikram eden ve felâket ânında yardım elini uzatan.[10]
Resûl-u Ekrem (a.s.m.) bu hadisiyle "Kim nefsinin ihtiraslarından Korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir"[11] âyetinin mânâsına ışık tutmakta, âyette geçen "nefsinin ihtiraslarından kurtulan" tabirinin muhtevası içerisine kimlerin girdiğini açıklamaktadır. Kötü huylardan kurtulmak insanın en mühim meseleierindendir. Cimrilikten kurtulmak da böyledir. İşte hadîs-i şerif bunun birkaç yolunu göstermektedir. Zekâtını veren, misafirini barındırıp ikram eden ve felâket ânında yardım elini uzatan kimse, bunu başarmış demektir. Zekâtını veren kimse, nefse zor gelse de çalışıp kazandığı malın bir kısmını fakire verebilmektedir. Böylece hayra tahammülü olmayan nefsin cimriliğinin boynunu vurmakla, nefsi dizginlemektedir. Misafire ikramda bulunan da öyle. Nefiste bencillik vardır. Bir insan bencilliğini bastırıp cömert davranıp misafirine ikramda bulunuyorsa, o da cimriliği dizginlemiş olur. Felâket ânında yardım elini uzatmak da aynıdır. Böyle bir anda elinden
Felâket ânında yardım elini uzatmak da aynıdır. Böyle bir anda elinden tutulmaya son derece muhtaç olan bir insana destek vermek büyük bir fazilettir. Yapılan en küçük yardımlar dahi nefsin cimriliğini kırma mânâsına gelir. Böyle kimselere Cenab-ı Hak büyük mükâfatlar verecektir.
1838. [3:289, Hadîs No: 3422] Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor: Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa zararı sahibine döner: Zulüm, hîle ve sözünden dönme.[12]
1839. [3:289, Hadîs No: 3423] Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa o kişi sevabı hak eder ve imânım olgunlaştım*: insanlarla hoş geçineceği bir ahlâk, kendisini Allah'ın yasaklarından alıkoyan bir takva ve câhillerin kabalığına aldırış ettirmeyen bir hilim.[13]
1840. [3:290, Hadîs No: 3424] İbni Abbas (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarım rivayet ediyor: Üç şey vardır ki, onlar veya onlardan bir tanesi her kimde bulunursa Cennette istediği kadar hurilerle evlensin. Kendisine birşey emânet edilip o emâneti aziz ve celil olan Allah'ın korkusundan sahibine teslim eden kişi, öldürücü bir darbe yeyip ölmek üzere iken katilini affeden kişi ve her namazdan sonra on defa Ihlâs Sûresini okuyan kişi.[14]
1841. [3:290, Hadîs No: 3425] Cabir'den (r.a.) rivayetle: Üç şey vardır ki kimde bulunursa Allah onları Arş'ının gölgesinden başka gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde Arş'ın gölgesinde gölgelendirecektir: Bu üç şey: Soğuk sıcak demeden ve her türlü zorluğa rağmen abdest almak, karanlık gecelerde mescidlere gitmek ve açları doyurmaktır.[15].
1842. [3:290, Hadîs No: 3426] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Üç şey vardır ki, kim imanlı olduğu halde onları yerine getirirse Cennete dilediği kapısından girer ve istediği yerde hurilerle evlendirilir. Ölmeden önce katilini affeden,üzerindeki kimsenin bilmediği borcu ödeyen ve her farz namazdan sonra on defa îhlâs Sûresini okuyan.[16]
1843. [3:290, Hadîs No: 3427] el-Hasan'dan (r.a.) rivayetle: Allah buyuruyor ki: "Üç şey vardır ki, kim onları titizlikle yerine getirirse o Benim gerçek dostumdur. Kim de terkederse o Benim gerçek düşmanımdır. Bunlar: Namaz, oruç ve boy abdesti gerektiğinde yıkanmaktır.[17]
1844. [3:291, Hadîs No: 3428] Muâz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor: Üç şey vardır ki, onları yapan büyük günah işlemiş olur. Haksız yere açılmış bir bayrağın etrafında toplanan, anne babasına isyan eden, yardım etmek için zâlimle beraber yürüyen.[18]
Haklı, makûl ve meşru bir sebep ve gerekçe olmaksızın meşru idareye bayrak kaldırmak ve onun etrafında toplanmak, toplumu ve milleti büyük felaketlerle baş başa bırakır. Birlik ve beraberliği tehlikeye sokar. Kardeşlik ve dayanışmayı sarsar. Zulüm ve haksızlıklara sebep olur. Kan dökülmesine kadar götürüp bölünme tehlikeleri dahi başgösterebilir. Eğer bir hak çiğnenmiş ve hak arama söz konusu olmuşsa, onun meşru yollan vardır. O yollara başvurulmalıdır. Haksız yere yapılan başkaldırmalardan hem başkaldıranlar, hem İslâm, hem de Müslümanlar büyük zarar görür. Ana babaya isyan etmek ise, yedi büyük günah arasında sayılmıştır. Hürmete, sevgiye ve iyiliğe herkesten daha çok lâyık olan o fedakâr insanlara en güzel şekilde davranmak gerekirken, isyan etmek elbette bağışlanabilecek bir hareket değildir. Zâlime yardım etmek de böyledir. Bu maksatla onunla birlikte yürüyen kimseler zalime destek verdikleri için büyük günah İşlemiş olurlar. Islâmın şiddetle yasakladığı hususlardan birisi zulümdür. Âyet ve hadislerde âhirette zalimlerin yardımcıları bulunmayacağı bildirilir. Allah'ın, Peygamberinin ve kâmil insanların savaş açtıkları zalimlere destek vermek elbetteki büyük bir günahtır. Bir âyette, "Zulme en küçük bir meyil dahi göstermeyin"[19] diye mü'minler ikaz edilirler. Bu âyet; değil sadece haksızlık ve zulüm yapmayı, zalimlere katılmayı, dalkavukluk yapmayı, taraftar ve âlet olmayı, zulme desteklik mânâsına gelebilecek beraberlikleri ve zulme en küçük bir meyil göstermeyi dahi şiddetli ve dehşetli bir şekilde tehdit etmektedir. Şu unutulmamalıdır ki, mazlumun dost ve yardımcısı Allah'tır. Zalimin hasmı da Allah'tır. Zalimin yaptığı asla yanına kalmaz. Mazlumun duası Arş'a kadar yükselir, arada hiçbir perde bulunmadığı için Allah onun duasını hemen kabul eder ve gereken cezasını verir. Zulmünü yanına bırakmaz. Aziz-i Züntikam olan Allah mazlumun hakkını er veya geç muhakkak zalimden alır.
1845. [3:291, Hadîs No: 3429] Enes'den rivayetle: Üç şey vardır ki, kim onları yaparsa oruca dayanma gücü kazanır. Su içmeden önce yemek yiyen, sahura kalkan ve kaylûle uykusuna yatan.[20]
İbâdetleri nasıl olursa olsun yapmak değil, en iyi şekilde yapmak esas olmalıdır. Orucu da en mükemmel tarzda tutmak gerekir. Resûî-ü Ekrem (a.s.m.) oruçta sıkıntı çekmememiz, hem sağlıklı kalıp hem de diğer işlerimizi rahatça yürütebilmemiz için nasıl oruÇ tutmamız gerektiğini göstermiştir. Çünkü oruç sadece boş insanların işi değil, icabında herbiri değişik iş ve güçte çalışan, birçok işleri birlikte yapması gereken kimselerin yaptığı bir vazifedir. Hem orucunu en güze! şekilde tutacak, hem de işlerini sıkıntı çekmeden kolayca yürütelebilecek-tir. Hele bazı insanlar vardır ki ağır işlerde çalışır, diğerlerine göre güce, kuvvete daha çok ihtiyaç duyar. Bunun için yukardaki tavsiyelerin büyük önemi vardır. İnsan hararate kapılıp çok su içer, midesini suyla doldurursa, yemeğe yer kalmaz, kalmayınca da oruçluyken çabuk acıkır, dayanma gücü bulamaz. Oruç için sahura kalkmanın da büyük önemi vardır. Bir kimsenin iftarda yediği yemekle yaklaşık yirmi dört saaî oruç tutmasıyla sahura kalkıp da yemek yiyerek oruç tutması arasında elbette büyük farklar vardır. Sahura kalkan daha dayanıklı olur ve orucu daha rahatça tutar. Kaylûle uykusunun da oruca dayanıklılık açısından büyük faydası vardır. Kaylûle, sabah kerahet vakti çıktıktan sonra ikindiden önceye kadarki süre içerisinde belli bir süre uyunan uykudur. Bu zaman zarfında alınan yarım saat uyku gecenin iki saatine bedeldir. Üstelik vücudu dinç ve zinde tutma bakımından da büyük bir öneme sahiptir. Bu gerçek ilmen de tespit edilmiştir
deldir. Üstelik vücudu dinç ve zinde tutma bakımından da büyük bir öneme sahiptir. Bu gerçek ilmen de tespit edilmiştir. Dinlenen vücut oruca daha dayanıklı hale gelir.
1846. [3:291, Hadîs No: 3430] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Üç şey vardır ki, kini Allah'a güvenerek ve sevabını Ondan bekleyerek onları yaparsa kendisine yardım etmesi ve o işi onun için mübarek kılması Allah'ın üzerine bir hak olur: Esiri hürriyete kavuşturmak için çalışan, evlenen ve ölü bir araziyi ekime hazır hale getiren.[21]
1847. [3:292, Hadîs No: 3431] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Üç şey vardır ki, onlar kime verilmişse, o kişiye Davud'un (a.s.) âline verilen nimetler kadar nimet verilmiş sayılır: Bu üç şey: kızarken de, severken de adaletten ayrılmamak, fakirken de zenginken de iktisatlı davranmak, gizlide de, açıkta da Allah'tan korkmaktır.[22]
1848. [3:292, Hadîs No: 3432] Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Üç şey vardır ki, iman ahlâkındandır: Öfkelendiğinde öfkesi onu bâtıla sevketmeyen, hoşlandığında hoşnutluğu onu haktan dışarı çıkarmayan, gücü yettiğinde hakkı olmayan şeyi zimmetine geçirmeyen kimselerin ahlâkı.[23]
1849. [3:293, Hadîs No: 3434] Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Üç şey imanın aslmdandır: (1) "Lâ ilahe illallah" diyen kimseye sıkıntı vermemek, hiçbir günah sebebiyle onu günahla damgalamamak ve hiçbir amelinden dolayı onu İslâm dışına atmamak. (2) Ci-had, Allah beni peygamber olarak gönderdiği günden itibaren tâ ümmetimin sonu Deccal ile savaşıncaya kadar devam edecektir. Ne bir zâlimin zulmü, ne de bir âdilin adaleti onu ortadan kaldırmayacaktır. (3) Kadere iman.[24]
1850. [3:294, Hadîs No: 3438] İbni Kurra (r.a.) rivayet ediyor: Her ne kadar nimetlerin devamları olmasa da şu üç şey dünya ni-metlerindendir: (1) Uysal bir binit, (2) Dindar ve itaatkâr bir hanım, (3) Geniş bir ev. [25]
1851. [3:294, Hadîs No: 3439] Enes'den rivayetle: Şu üç şey iyilik hazinelerindendir: (1) Sadakayı gizli vermek, (2) uğradığı musibeti insanlardan gizli tutmak, (3) şikâyetini sadece Allah'a arzetmek. Böyle bir kulu için Allah şöyle buyurur: 'Kuluma bir belâ verdiğimde sabretti, Beni kendisini ziyarete gelenlere şikâyet etmedi. Ben de hastalık sebebiyle eriyen etinin yerine daha hayırlı bir et; kanı yerine de hayırlı bir kan vereceğim. Eğer iyileştirirsem onu hiçbir günahı kalmamış bir halde sıhhatine kavuşturacağım.
almamış bir halde sıhhatine kavuşturacağım. Ruhunu alırsam rahmetime eriştireceğim.[26]
1852. [3:295, Hadîs No: 3441] Ammar bin Yâsir (r.a.) rivayet ediyor: Şu üç şey imandandır: Azdan da vermek, tanıdığı tanımadığı her Muslumana selâm vermek, kendi aleyhine de olsa âdil davranmak.[27]
1853. [3:297, Hadîs No: 3446] Hz. Âişe'den (r.a.) rivayetle: Şu üç şeyin doğru olduğuna yemin ederim: (1) Allah islâm'da nasibi olan kimseyi îslâmdan nasipsiz kimseyle bir tutmaz. îslâmdan na-sib ise şu üç şeydir: Namaz, oruç, zekât. (2) Allah dünyada bir kulunu dost edinirse, Kıyamet Gününde başkasının dostluğuna terket-mez. (3) Bir kimse bir topluluğu severse Allah onu mutlaka onlarla beraber kılar. Dördüncü birşey daha vardır ki, doğru olduğuna yemin etsem günahkâr olmayacağımı umanm. O da şudur: Allah dünyada bir kulunun kusurunu örterse, Kıyamet Gününde de mutlaka örter.[28]
1854. [3:299, Hadîs No: 3450] Ebû Kebşe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Size bir söz söyleyeceğim, onu hatırınızda iyi tutun. Dünya ancak şu dört grup insanındır: Bir kula Allah mal ve ilim vermiş, o da bu konuda Rabbinden korkuyor, bunlarla akrabalarına iyilik yapıyor ve Allah'ın bunda bir hakkı olduğunu biliyor. Bu kimse en üstün mertebededir. Bir kula da Allah ilim vermiş, mal vermemiş fakat iyi niyetlidir. "Eğer malım olsaydı, falan kimse gibi davranırdım" der. Bu kimse niyetine göre mükâfat alır. Bu ikisinin mükâfatı eşittir. Bir başka kula Allah mal vermiş, ama ilim vermemiş. Bu kimse malını bilgisizce harcar, malı konusunda Allah'tan korkmaz, onunla akrabalık haklarını yerine getirmez, Allah'ın onda bir hakkı olduğunu bilmez, îşte bu kişi en kötü derecededir. Bir kul da var ki, Allah ona ne mal vermiş, ne de ilim. "Eğer malım olsaydı, falan.gibi davranırdım" der. Bu da niyetine göre karşılık görür. İkisinin de günahı aynıdır.[29]
1855. [3:300, Hadîs No: 3451] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Üç şey. vardır ki, ciddisi de ciddî, şakası da ciddidir: Nikâh, boşama ve kişinin ric'i talakla boşadığı hanımına geri dönmesi.[30]
1856. [3:300, Hadîs No: 3452] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Üç kişi vardır ki, dualarını geri çevirmemek Allah üzerine bir haktır: Orucunu açıncaya kadar oruçlu, hakkım alıncaya kadar mazlum, evine dönünceye kadar misafir.[31]
1857. [3:300, Hadîs No: 3454] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Şu üç duâ vardır ki, hiç şüphe yok kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin d
Şu üç duâ vardır ki, hiç şüphe yok kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası, babanın çocuklarına dûâsı.[32]
1858. [3:302, Hadîs No: 3457] Ebû Hüreyre rivayet ediyor: Şu üç şeyin gerçek olduğunu bilirim: Kişi kendisine yapılan bir haksızlığı affederse Allah bundan dolayı mutlaka izzetini artırır. Kişi malını arttırmak niyetiyle kendisine bir dilencilik kapısı açarsa, Allah bu yüzden mutlaka fakirliğini arttırır. Kişi sadaka vermek için kendisine bir kapı açarsa, bununla da Allah'ın rızâsını gaye edinirse, Allah mutlaka onun malını arttırır.[33]
1859. [3:302, Hadîs No: 3458] Şu üç şey her Müslüman üzerinde yerine getirilmesi gereken bir haktır: Cuma günü yıkanmak, misvak kullanmak ve güzel koku sürünmek.[34]
1860. [3:302, Hadîs No: 3459] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Üç şey vardır ki, üçü de her Müslümanm üzerinde haktır. Hastayı ziyaret etmek, cenazeye katılmak ve hamd ederse aksıran kimseye "Yerhamükallah" demek.[35]
1861. [3:304, Hadîs No: 3465] Harise bin Numan (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Üç kötü huy vardır ki, ümmetim bundan kurtulamayacaktır: Sû-i zan, hased ve birşeyi uğursuz saymak. Bir zanna kapıldığında o zan-la hüküm verip öyle hareket etme. Hased ettiğinde Allah'tan afnnı dile. Bir şeyi uğursuz saydığında, ona itibar edip de işinden geri kalma.[36]
Kur'ân-ı Kerim, "Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı büyük günahtır"[37] buyurur. Kur'ân'ın yasakladığı zan, sü-i zandır. Sû-i zan, bir kimse hakkında kötü zan besleme, aleyhine olarak olmayanı olmuş, varmış gibi sanmadır. Asıl olan hüsn-ü zan iken, elde delil bulunmadığı sürece hüsn-ü zan yapmak gerekirken sû-i zanna girmek veballi bir davranıştır. Bu konuda Mesne-vî-iNuriye'de şöyle denilir: "Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin; ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin [kötülemesin.]... Sû-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı [sosyal hayatı] zedeler."[3
mesin; ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin [kötülemesin.]... Sû-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı [sosyal hayatı] zedeler."[38] O halde hüsn-ü zan esas olmalı, sebebini, hikmetini bilmediğimiz bir davranışı hemen kötüye yormamalıyız. Hadiseler yanıldığımızı ortaya koyar da pişman duruma düşeriz. Hadiste ümmet-i Muhammed'in kurtulamayacağı hususlardan biri de hased-dir. Hased, Türkçemizde çekememezlik mânâsına gelir. Başkalarının zekâ, kabiliyet, başarı, fazilet ve üstünlüklerini çekememektir. Hased öylesine kötü bir huydur ki, bu mikrobu taşıyan kimse başkasında bir nimet ve üstünlük görse onu kıskanmaya kalkar. Bu onu o noktaya götürür ki, o nimetlerin sadece kendisinde bulunmasını ister. Başkalarında bulundukça da huzuru kaçar, o kimseler hakkında kötülük düşünmeye başlar. O kimsenin bu imkân ve nimetlerden mahrum kalabilmesi için akla hayale gelmedik hile ve tuzaklara başvurur, iftiraya; malına, canına sûikaste kadar gidebilir. İşte hasedin bu tehlikeleri sebebiyledir ki bir hadis-i şerifte, "Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi hased de iyi amelleri yiyip bitirir"[39] Duyurulmuştur. Hasedçinin şerrinden de Allah'a sığınma tavsiye edilmiş ve bir âyette şöyle buyurulmuştur: "Hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden Allah'a sığınırım."[40] Hased, öyle kötü bir huydur ki zararı hased edilenden daha çok hased edene dokunur. Çünkü hasedçi hased ettiği kimseler nimet ve imkânlara kavuştukça huzursuz olur, act çeker. Yükselip başarı üstüne başarı kazandıklarında kendilerini için için yiyip bitirirler. Hasedin çaresi, hased edilen şeylerin akıbetini düşünmektir. Düşünüldüğünde görülecektir ki, hased edilen kişideki zekâ, güzellik, güç, kuvvet, servet, makam ve mertebe fanîdir, geçicidir. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer âhirete ait meziyet ve faziletlerde hased ediyorsa, bu onun riyakâr olduğunu gösterir, âhi-ret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut haset ettiği kişiyi riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder. Aynı zamanda hasedçi bu haliyle kadere de bir nevi itiraz etmiş olur. Çünkü iyiliği ihsan eden İlahî takdirdir. Allah ona iyilikte bulundukça kadere küser, kaderi ve rahmeti tenkide kalkar. Kaderi tenkit eden ise başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden de rahmetten mahrum kalır. Eğer insan, "Ne yapayım bu duygu içime işlemiş. Huyum böyle. Kendimi tutamıyorum" derse, hasedin zararından kurtulmasi için şu çareyi gösterebiliriz: Eğer bu duygu içte kalır, haset ettiği kişiye karşı kötü bir tavır ve tutum içine girmez, dedikodu, gıybet yoluna gitmez, aksine o duyguyla mücadele edip kardeşine karşı iyi bir tutum ve davranış sergilerse, vebalden kurtulur. O duyguyu diz-ginleyemez, içinden atamazsa da içinden pişmanlık duyması, kusurunu anlayıp kurtulma çabası içerisine girmesi, haksızlığını anlaması, onu şerrinden kurtarır. Hadiste herhangi birşeyin uğursuz sayılması da yasaklanan davranışlar arasında sayılmıştır. Hadiste ümmetin kurtulamayacağı bildirilen bu üç husus umûmî değildir. Bu üç huyun bütün bütün ortadan kalkmayacağı, sayılı bir kısım fertlerde de olsa varlıklarını devam ettireceği mânâsındadır. Peygamberimiz hadislerinde ayrıca bunlardan kurtuluş yolunu da göstermiş, sû-i zanna kapılana o zanna göre hüküm verip ona göre davranmamayı, hased ettiğinde Allah'tan af dilemeyi, kişiden de hakkını helâl etmesini istemeyi bir şeyi uğursuz saydığında da bu kuruntusuna itibar edip de işten geri kalmamayı öğütlemektedir.
1862. [3:306, Hadîs No: 3469] Hz. Ali rivayet ediyor: Şu üç şeyin ihmaline hiçbir insan için izin ve müsamaha yoktur: Müslüman olsun kâfir olsun anne babaya iyilik, Müslüman olsun kâfir olsun verilen sözü yerine getirme, Müslüman olsun kâfir olsun aldığı emâneti sahibine vermek.[41]
1863. [3:306, Hadîs No: 3470] Seuban'den (r.a.) rivayetle: Şu üç şey Arş'a yapışıp yalvarıyorlar: Akrabalarla iyi ilişki şöyle diyor: "Allah'ım, Sana sığınıyorum, koparılmayayım." Emânet şöyle diyor: "Allah'ım, Sana sığınıyorum, bana hiyanet edilmesin." Nimet şöyle diyor: Allah'ım, Sana sığınıyorum, bana karşı nankörlük yapılmasın."[42]
1864. [3:307, Hadîs No: 3472] İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Şu üç şey vardır ki helak edicidir, üç şey vardır ki kurtarıcıdır, üç şey vardır ki günahlara keffâret bir, üç şey de vardır ki kişinin derecesini yükseltir. Helak ediciler şunlardır: îtaat edilen cimrilik, peşinden koşulan nefsin kötü arzuları ve kişinin ameline güvenip kendisini garantide hissetmesi. Kurtarıcılar da şunlardır: Öfkeli iken de, hoşnutken de âdil davranmak; fakirken de, zenginken de iktisat etmek ve gizlide de, açıkta da Allah'tan korkmak. Günahlara keffâret olan üç şey ise şunlardır: Bir namazı kıldıktan sonra diğer vaktin namazının beklentisi içerisinde olmak, şiddetli soğuk günlerde abdest almak ve cemaate devam etmek. Kişinin derecesini yükselten şeylere gelince: Yemek yedirmek, selâmı yaymak ve insanlar uykuda iken gece kalkıp namaz kılmak.[43]
1865. [3:308, Hadîs No: 3474] Avn bin Abdullah bin Utbe'den (r.a.) rivayetle: Üç şey imandandır: Haya, harama iltifatsızhk ve dinde ince anlayış ve ilim konusu hariç, ısrarla haklı olduğunu kabul ettirmeye çalışmamak. Bunlar, kişinin dünyalığını azaltan ve âhiret azığını arttıran şeylerdendir. Fakat âhirette arttırdıkları dünyada eksilttiğinden fazladır. Üç şey vardır ki, nifaktandır: Müstehcen konuşma, hayâsızca davranışlar ve cimrilik. Bunlar dünyalığı arttıran, âhiret azığını azaltan şeylerdendir. Fakat âhiret azığından eksilttikleri dünyalıktan arttırdıklarından fazladır.[44]
1866. [3:308, Hadîs No: 3475] Ebû Katade (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Her aydan üç gün ve Ramazan'dan Ramazan'a oruç tutmak, bütün seneyi oruçlu geçirmek gibidir.[45]
1867. [3:310, Hadîs No: 3478] Hz. Ali'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Üç şey vardır, geciktirilmez: Vakti geldiğinde namaz, hazır olduğunda cenaze ve dengi bulunduğunda bekar.[46]
1868. [3:310, Hadîs No: 3479] Abdullah bin Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Şu üç ikram vardır ki geri çevrilmez: Üzerine oturulacak veya yaslanılacak şey, güzel koku ve süt.[47]
1869. [3:311, Hadîs No: 3481] Sevban (r.a.) rivayet ediyor: Üç şey vardır ki, onları yapmak hiç kimseye helâl değildir: Kişi bir topluluğa imam olup da sadece kendisine duâ edemez. Ederse onlara hıyanet etmiştir. Kişi izin almadan evin içine bakamaz. Böyle yaparsa izinsiz girmiş demektir. Kişi abdesti çok sıkışıkken o halden kurtuluncaya kadar namaz kılamaz.[48]
1870. [3:314, Hadîs No: 3489] îmran bin Husayn'den (r.a.) rivayetle: Şu üç şeyle kul dünya ve âhiretin bol nimetlerine kavuşur: Belâya karşı sabır, kadere rızâ, refah ve bollukta duâ.[49]
1871. [3:314, Hadîs No: 3490] üz. Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Şu üç şey seni Müslüman kardeşine samimî olarak sevdirir: Karşılaştığında selâm verirsin, bir toplulukta otururken geldiğinde ona yer açarsın, onu ençok sevdiği ismiyle çağırırsın.[50]
1872. [3:314, Hadîs No: 3491] Muhammed bin Atiyye'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Üç şey vardır ki, onlara şahit olduğunda Kıyamet kopar: Eski binaların yıkılarak, terkedilmiş ve daha Önce mamur olmayan yerlere binalar dikilmesi, İyiliğin kötülük, kötülüğün iyilik olarak görülmesi ve kişinin, devenin, ağacı kırıp döktüğü gibi emâneti hafife alıp gerekli önemi vermemesi.[51]
1873. [3:315, Hadîs No: 3492] Câbir (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla-rını rivayet ediyor: Üç ses vardır ki, Allah onlarla meleklere karşı iftihar eder: Ezan sesi, Allah yolunda çarpışırken getirilen tekbir sesi ve hacda yüksek sesle söylenilen "Lebbeyk..." sesi.[52]
1874. [3:315, Hadîs No: 3493] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Şu üç göze Cehennem ateşi dokunmaz: Allah yolunda savaşırken kaybedilen göz, Allah yolunda nöbet tutan göz ve Allah korkusundan dolayı ağlayan göz.[53]
1875. [3:315, Hadîs No: 3494] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Üç grup insan vardır ki, Kıyamet Günü ben onların hasmıyım. Ben kimin hasmı olursam onunla dâvâlaşırım. Benim ismimi kullanarak söz verip de sözünden dönen, hür bir kişiyi satıp parasını yiyen ve bir işçi tutup hakkıyla çalıştırdığı halde ücretini tam vermeyen.[54]
1876. [3:316, Hadîs No: 3497] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek, Allah üzerine bir haktır. Allah yolunda cihad eden, bedelini verip kendisini hürriyete kavuşturmak isteyen köle, namus ve iffetini muhafaza etmek düşüncesiyle evlenmek isteyen kimse.[55]
Allah'ın yardımına mazhar olan üç kişiden biri cihad eden kimsedir. Dini, vatanı, milleti korumak, Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad, insanın üzerinden gevşeklik, rehavet tozlarını atar. İnsana canlılık kazandırır. Cesaretle düşmanın üzerine yürüyen asker, genellikle muvaffak olur. Çünkü cesaret başa-rı-nın ilk şartıdır. Yalnız modernize olmak, çağın şartlarını dikkate alarak silahlanmak gerekir ki hedefe ulaşılabilsin. Ihlasla çalışmak, hazırlanmak, neticeyi Allah'a bırakmak başarının temelini teşkil eder. Nitekim bir âyette, "Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sebat verir" [56] buyurulmuştur ki burda Allah'ın dinine yardımdan maksat başta cihad olmak üzere dinin ayakta kalması, güçlenmesi için yapılan her türlü hizmettir. Günümüzın şartları içerisinde yapılması gereken bir çeşit cihad daha vardır ki bu da manevî cihaddır. Manevî cihâd Allah'ın dinini yaymak için köşe bucak dolaşmak, muhtaçlara Allah'ı, peygamberi anlatmak, îmanları kurtarmak için çırpınmaktır. Allah'ın böyle mücâhidlerin yollarını açacağında şüphe yoktur. Diğer bir âyette de bu gerçek açık açık şöyle anlatılır: "Biz uğrumuzda cihad edenlere yollarımızı gösteririz."[57] Evet Allah, cihad edenlere yollarını gösterir, işlerini kolaylaştırır, muvaffak kılar, rızrklarına bereket, gönüllerine rahatlık verir. Ömrünü îman ve Kur'ân hizmetine adayan Bedîüzzaman Hazretleri kudsî hizmette hissettiği bu hakikati şöyle dile getiriyor: "Ben, kat'î bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat'î kanaatim gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki, Risale-i Nurun hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat [genişlik], ferahlık, bereket görüyorum. Hem orada iken, hem burada çok kardeşlerimden aynı haleti hissettim ve ediyorum. Ve çokları itiraf ediyor ki, 'Biz de hissediyoruz' derler."[58] Hadiste Allah'ın yardım edeceği bildirilen bir diğer grup, kölelerdir. Kölelik, Islâmiyetten önce Araplar arasında bütün şiddet ve dehşetiyle devam ediyordu. Köleler insanlık dışı işlerde çalıştırılıyor, her türiü zulüm ve işkence reva görülüyordu. Bazan aç ve susuz bırakılarak ölüme terkediliyorlar, bazan da zevk için öldürülüyorlardı. Böyle bir zamanda ortaya çıkan Yüce dînimiz, köleliği vahşî bir suretten kurtardı, zaman içerisinde bütünüyle ortadan kalkmasına sebep olacak şartları hazırladı. Tarihin her devrinde insanlık dışı muamele gören, zulüm ve işkencenin her türlüsü reva görülen köleler, İslâmiyet sayesinde ancak rahat bir nefes alabilmişlerdir. Dinimiz kölelere birçok hak vermiş, onları devletin himâyesi altında almıştır. Hadis ve fıkıh kitaplarımızda "ıtk" yani köle azadı başlığı altında bu hakların izah edildiği bir bölüm vardır. Islâmiyette kadın olsun, erkek olsun, hürriyet nimetinden mahrum kalanlara karşı büyük bir şefkat ve himaye gösterilmiş, hürriyetlerini kaybeden insanların tekrar hürriyetlerine kavuşabilmeleri için bâzı hükümler getirilmiştir. Bir mü'minin bâzı hatâ ve kusurlarına karşılık, günahını affettirebilmek için keffâret ödemesi gerekir. Meselâ Ramazan orucunu kasdî olarak bozan, yanlışlıkla adam öldüren, yeminini bozan kimseler, bu günahlarının affı için keffâret öderler. İşte bu keffâretin başında köle azâd etmek ilk sırayı alır. Köle azadını teşvik eden bir diğer esas da ha
köle azâd etmek ilk sırayı alır. Köle azadını teşvik eden bir diğer esas da hadiste İfâde edilen "mükâ-teb"liktir. Bu, efendisi tarafından hürriyeti için bir kıymet takdir olunan kölenin belirtilen parayı kazanıp ödemesi yoluyla hürriyetini kazanmasıdır. Yüce Rabbi-miz kullarını buna teşvik etmiş ve bir âyetinde bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Kölelerinizden bir bedel karşılığında hürriyetine kavuşmak isteyenlere, eğer onlarda bir hayır görüyorsanız, anlaşma yapın. Allah'ın size ihsan ettiği maldan onlara da verin."[59] Bir âyet-i kerimede de dînen zengin sayılanların vermesi farz olan zekâtın verilmesi gereken yerlerden birisinin de mükâteb köleler olduğu bildirilir[60] işte Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadîslerinde hürriyetine kavuşmak için efendisi ile anlaşan kölelere, Allah'ın yardım edeceğini bildirmektedir. Hadîste ifâde edilen Allah'ın yardım edeceği kimselerden olan bir grup da, namusunu korumak düşüncesiyle evlenmek isteyen kimsedir. Evet, bir insan harama düşmek korkusuyla evlenmek isterse, Cenabı Hak ona yardım eder. Hiç ummadığı yerden ona ihsanda bulunur. Evli olan herkes kendi şahsî hayatında bu kolaylağın örneğini görmüş ve yaşamıştır. Bu yardımların kaynaklarının her zaman müşahhas ve beklenen yerler olması gerekmez. Bazen hiç umulmadık ve beklenmedik şekilde gelir. Öte yandan hayatın bu mühim hadisesinde genellikle akraba ve dostlar tarafından hatırlanılır. Pekçoğu yuva kurmanın güçlüklerini yaşamış bu yakın çevreler canla başla yardıma koşar, bu evliliğe katkıda bulunurlar.
1877. [ 3:318, Hadîs No: 3499] İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Üç grup insan vardır ki, Kıyamet Günü miskten tepeler üzerine oturacaklar. Kıyamet korkusu onları etkilemez. İnsanlar korku içinde iken onlar korkmazlar. Bunlar: Sadece Allah'ın rızasını ve katındaki mükâfatı kazanmak için Kur'ân'ı öğrenip onun hükümlerine göre yaşayan kişi, sadece Allah'ın rızâsını ve katındaki mükâfatı kazanmak için her gün beş vakit insanları namaza çağıran müezzin, ki köleliği, kendisini, Rabbinin emrini yerine getirmekten alıkoymayan köledir.[61]
1878. [3:318, Hadîs No: 3500] Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Uç sınıf insan vardır ki, gölgesinden başka gölge bulunmayan Kıyamet Gününde Allah'ın gölgeliğinde bulunacaklardır. Bunlar: (1) Her nereye yönelirse Allah'ın kendisiyle beraber olduğunu bilen kişi. (2) Bir kadın kendisiyle beraber olmaya çağırdığında Allah'tan korktuğu için kabul etmeyen kişi, (3) Allah rızâsı için seven kişi.[62]
1879. [3:318, Hadîs No: 3501] Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor Üç grup insan vardır ki Arşın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde Arşın gölgesinde barınacaklardır. Bunlar: (1) Akrabalarına iyilik yapan kimse. Bu onun hem rızkını arttırır, hem de ömrünü uzatır. (2) Kocası ölüp arkada küçük yetimler bıraktığı halde "Evlenmeyeceğim. Çocuklarım ölünceye veya Allah onlan bana ihtiyaç bıraktırmayacak yaşa getirinceye kadar yetimlerimin başında duracağım" diyen kadın. (3) Bir yemek yapıp misafir çağıran ve yetime, fakire sadece aziz ve celil olan Allah rızâsı için güzelce yemek yedirerek onların duasını alan kimse.[63]
1880. [ 3:319, Hadîs No: 3502] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Üç kişi Allah'ın kesin himâyesi altındadırlar: Allah'ın camilerinden birine gitmek için çıkan kişi. Allah yolunda savaşa çıkan kişi. Hac yapmak üzere çıkan kişi.[64]
1881.[ 3:319, Hadîs No: 3503] îbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Üç kişi vardır ki, Allah kesinlikle Cenneti onlara haram kılmıştır: İçki nıübtelâsı, anne babaya itaatsizlik eden, aile ve yakınlarını kıs-kanmayıp kötü yolda olmaların; hoş karşılayan deyyus.[65]
1882. [ 3:320, Hadîs No: 3504] Ebû Ümâme'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Evine girerken selâm veren kişi Allah'ın himaye ve garantisi altındadır.[66]
1883. [3:320, Hadîs No: 3505] Îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Üç kişi helâl olmak şartıyla yediğinden hesaba çekilmez. Oruçlu kimse, sahura kalkan kimse ve aziz ve celil olan Allah yolunda düşmana karşı duran kimse.[67]
1884. [3:320, Hadîs No: 3506] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Üç kimse vardır ki, imanları kemâle ermiştir: Allah yolunda hiçbir kınayıcımn kınamasından korkmayan kimsenin. Amelinde asla gösteriş yapmayan kişinin ve biri dünya diğeri âhiretle ilgili iki işle karşılaştığında âhirete âit olanı dünya işine tercih edip onu yapan kimsenin.[68]
1885. [3:320, Hadîs No: 3508] Sa'd bin Ebî Vakkas (r.a.) rivayet ediyor: Üç şey saadet alâmeti; üç şey de bedbahtlık alâmetidir. Saadet alâmeti olan üç şey şunlardır: (1) Gördüğünde suret ve ahlâkından hoşlandığın. Namus ve malın hususunda kendisine güvendiğin dindar kadın. (2) Rahat yürüyen, seni yormayan, sıkıntıya sokmayan, dost ve ahbabına kolayca yetiştiren iyi bir binek. (3) îçinde yeterli eşyası bulunan rahat ve geniş bir ev. Bedbahtlık alâmeti olan üç şey ise şunlardır: (1) Gördüğünde suret ve ahlâkından rahatsız olduğun, dili ile sana eziyet veren, sen yokken namusu ve malın konusunda kendisine güvenemediğin kadın. (2) Yürütmek için vurduğunda seni yoran, kendi haline bıraktığında seni dost ve arkadaşlarına kavuşturmayan, yarı yolda bırakan tenbel ve yavaş binek. (3) Dar ve yetersiz eşyası bulunan ev.[69]
Peygamberimiz bu hadîslerinde râliha bir kadını saadet alâmeti olarak saymaktadır. Aynı zamanda da erkeğin hanımı üzerindeki haklarından bâzılarını zikretmektedir. Bu haklardan birincisi ve en mühimi, kadının namusunu koruması ve Allah'ın emrettiği şekilde örtünmesidir. İkincisi ise, ailenin kazancını saçıp savurmaması, israfa ve gösterişe girmemesidir. Bu iki hususun aile hayatında doldurulmaz bir yeri vardır. Kadın, kocasının namusunu korur, malını israf etmezse, o aile büyük ölçüde huzur içerisinde olur. Çünkü ailede geçimi, ünsiyet ve ülfeti tamamlayan, arkadaşlığı samimileş-tiren, kadının iffetini koruması ve kötü ahlâktan uzak bulunmasıdır. Kadın namusunu korumaz, açılıp saçılır, kocasının
dının iffetini koruması ve kötü ahlâktan uzak bulunmasıdır. Kadın namusunu korumaz, açılıp saçılır, kocasının kazancını har vurup harman savurursa, o aile artık bir sıkıntı yuvası halini alır. Hiçbir erkek böyle bir kadınla mutlu bir hayat yaşayacağını söyleyemez. O halde huzurlu bir hayat yaşamak isteyen bir erkek, Peygamberimizin (a.s.m.) "dindar kadını tercih edin" tavsiyesinin dışına çıkmamalı, kendisi de dindar eşine lâyık olmaya çalışmalıdır. Hadiste saadet alâmeti sayılan diğer iki şeyden birisi, kişiyi dost ve ahbabına kolayca yetiştiren iyi bir binek, diğeri de içinde yeterli eşyası bulunan geniş ve rahat evdir.
1886. [ 3:321, Hadîs No: 3510] Enes'den (r.a.) rivayetle: Üç şey Allah katında güzel ve asil huylardandır. Sana zulmedeni affetmen, sana vermeyene vermen ve seninle irtibatını kesenle iyi ilişkilerini sürdürmen.[70]
1887. [ 3:322, Hadîs No: 3513] Rebîa bin Vakkas (r.a,) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Üç durum vardır ki, onlarda hiçbir kulun duası geri çevrilmez: Issız ve Allah'tan başka hiç kimsenin kendisini görmediği bir yerde kalkıp namaz kılan. Savaşta bir grupla beraber çarpışırken arkadaşları kaçtığı halde kendisi sebat eden kişi ve gecenin sonuna doğru ibâdet yapan kişi.[71]
1888. [3:322, Hadîs No: 3515] Enes'den (r.a.) rivayetle: Üç grup insan vardır ki, Kıyamet Günü Allah onlarla çok çok konuşacak: İki kişi arasında hiçbir zaman iki yüzlülük edip aralarını bozmayan kişi. Hiçbir zaman zina etmeyi aklından geçirmeyen kişi. Kazancını asla faize bulaştırmayan kişi.[72]
1889. [3:323, Hadîs No: 3516] Hasan el-Basrî (r.a.) rivayet ediyor: Üç grup insan vardır ki, gıybetlerini yapman sana haram değildir: Günahı açıkça işlemekten sıkılmayan, zâlim idareci ve dinde olmayanı dine sokan bid'atçı.[73]
1890. [3:323, Hadîs No: 3518] Muâviye bin Hayde'den (r.a.) rivayetle: Üç kişi vardır ki, Kıyamet günü gözleri Cehennem ateşini görmez: Allah korkusundan ağlayan göz, Allah yolunda nöbet tutan göz ve Allah'ın haram kıldığı şeylere bakmaktan sakınan göz,[74]
1891. [3:325, Hadîs No: 3522] Fudala bin Ubeyd (r.a.) rivayet ediyor: Üç kişi vardır ki, onların halini hiç sorma, onlar helak olmuştur. Allah'la izarım ve ridasmı paylaşmaya kalkışan kişi. Allah'ın ridası büyüklüğüdür, izan ise izzet ve azametidir. Allah hakkında şüphe taşıyan kişi. Allah'ın rahmetinden ümit kesme
1891. [3:325, Hadîs No: 3522] Fudala bin Ubeyd (r.a.) rivayet ediyor: Üç kişi vardır ki, onların halini hiç sorma, onlar helak olmuştur. Allah'la izarım ve ridasmı paylaşmaya kalkışan kişi. Allah'ın ridası büyüklüğüdür, izan ise izzet ve azametidir. Allah hakkında şüphe taşıyan kişi. Allah'ın rahmetinden ümit kesmek.[75]
1892. [3:325, Hadîs No: 3524] Ammar bin Yasir'den (r.a.) rivayetle: Üç kişi vardır ki, melekler onlara hayır ile yaklaşmazlar: Kâfirin cesedine, kadınlara mahsus koku sürünen erkeğe ve yemek veya uyumak istediğinde namaz abdesti gibi abdest alanın dışında cünüb kimseye.[76]
Hadîste üç kişiye meleklerin hayır ile yaklaşmayacakları bildirilmektedir. Bunlardan birincisi, kâfirin cesedidir. Kâfirin cesedine melekler hayırla yaklaşmazlar. İkincisi kadınlara mahsus koku sürünen erkektir. Çünkü dinimizde kadınların erkeklere benzemeye, erkeklerin de kadınlara her ne surette olursa olsun benzemeye çalışması haramdır. Peygamberimiz böylelerine lanet etmiştir. Dolayısıyla haram işleyen ve Peygamberimizin lanetini hak eden kimselere de meleklerin rahmetle yaklaşmaları düşünülemez. Meleklerin rahmetle yaklaşmayacağı üçüncü grup insanlar, cünup kimselerdir. Cünup olan bir mü'min maddî bakımdan pis sayılmaz. Gusletmesi gereken bir kimse, yıkanma veya namaz abdesti gibi bir abdest alma imkânı varken bunu ihmal ederek uyur veya birşey yer, içerse rahmet meleklerinin o faydalı ve sıcak arkadaşlık ve yakınlığından, himayesinden mahrum kalırlar. Böyle bir kimse günahkâr sayılmasa bile böyle bir arkadaşlıktan mahrum kaldığı için zarardadır.
1893. [3:326, Hadîs No: 3527] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Şu üç kişi Cehennem ateşinden korunmazlar: Yaptığı iyiliği başa kakan, anne ve babasına karşı gelen ve içki içmeye devam eden.[77]
1894. [3:328, Hadîs No: 3533] Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle: Üç kişi vardır ki, onların hakkını ancak münafık olanlar küçümser: İslâm yolunda saçını ağartmış olan, ilim sahibi ve âdil idareci.[78]
1895. [3:329, Hadîs No: 3538] Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor: Uç kişi vardır ki, Allah onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır. Bunlar: Eteklerini yerde sürüyerek yürüyen kibirli kimse, verdiği herşe-yi başa kakan kimse, yalan yere yeminle malını satan kimse.[79]
1896. [3:330, Hadîs No: 3540] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Üç kişi vardır ki, Kıyamet Günü Allah onlarla hoşnutluk ifâde eden sözlerle konuşmaz, onlara rahmet nazarıyla bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır. Kırda su başında bulunduğu halde onu yolculardan esirgeyen kişi. ikindiden sonra bir malı satarken o malı, gerçek öyle olmadığı halde şu şu fiyata aldığı hususunda Allah adına yemin edip müşterinin kendisine inandığı kişi.
1896. [3:330, Hadîs No: 3540] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Üç kişi vardır ki, Kıyamet Günü Allah onlarla hoşnutluk ifâde eden sözlerle konuşmaz, onlara rahmet nazarıyla bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır. Kırda su başında bulunduğu halde onu yolculardan esirgeyen kişi. ikindiden sonra bir malı satarken o malı, gerçek öyle olmadığı halde şu şu fiyata aldığı hususunda Allah adına yemin edip müşterinin kendisine inandığı kişi. Bir devlet başkanına sırf dünyalık için bîat edip idareciliğini onaylayan ve o dünyalığı kendisine verirse sözünde duran, vermediği takdirde ise sözünden dönen kişi.[80]
1897. [3:331, Hadîs No: 3541] Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet ediyor: Üç kişi vardır ki Allah Kıyamet Günü onlarla konuşmaz. Onları temize çıkarmaz. Onların yüzüne bakmaz ve onlara acıklı bir azab vardır; Zina eden ihtiyar, yalan söyleyen idareci ve kibirli fakir.[81]
1898. [3:332, Hadîs No: 3545] isme bin Mâlik'den (r.a.) rivayetle: Uç kişi vardır ki, Allah yarın onların yüzüne rahmet nazarıyla bakmaz: Zina eden ihtiyar, yeminleri bir çıkar aracı yapıp doğru yalan demeden her konuda yemin eden ve övünüp kibirlenen fakir.[82]
1899. [3:334, Hadîs No: 3549] îbni Ömer'den (r.a.) rivayet ediyor: Üç kişi vardır ki insanlar Mahşerde hesap verirken Allah'ın Arşının gölgesinde sohbet ederler. Bunlar; Allah yolunda hiçbir kmayıcı-nın kınamağımdan etkilenmeyen kişi, kendisine helâl olmayan şeye elini uzatmayan kişi ve Allah'ın bakılmasını haram kıldığı şeye bakmayan kişi.[83]
1900. [3:335, Hadîs No: 3550] Ebû Zer'den (r.a.) rivayetle: Üç kişi vardır ki Allah onları sever. Üç kişi de vardır ki Allah onlara buğz eder. Allah'ın sevdiği üç kişi şunlardır: (1) Bir ihtiyaç sahibi, aralarında akrabalık bağı bulunmayan bir tupluluğun yanma ihtiyacını arzetmek için varıyor. Onlar da hiçbirşey vermeden geri çeviriyorlar. Topluluğun arkasında oturan biri, gizlice ayrılıp ona ihtiyacı olan şeyi veriyor. Bu iyiliği sadece Allah ve verdiği kimse biliyor. (2) Bir grup insan gece boyunca yol almışlar. Öyle ki uyku kendilerine en sevimli ve dengi bulunmaz bir nimet haline gelmiş. Uzanıp yatmışlar. Aralarından biri kalkmış Bana yalvarıyor ve âyetlerimi okuyor. (3) Bir müfrezeyle birlikte düşmanla karşılaşan, yenilgiye uğradıkları halde, kendisi geri çekilmeyip düşmanla göğüs göğüse çarpı şıp şehid düşen veya kendisine fetih müyesser olan kimse. Allah'ın buğzettiği üç kimse ise: Zina eden ihtiyar, kibirli fakir ve zalim zengindir. [84]
1901. [3:336, Hadîs No: 3552] îbni Mes'ûd rivayet ediyor: Üç kişi vardır ki, Allah onları sever: Gece kalkıp Allah'ın kitabını okuyan kişi. Sağ elinin verdiğini sol elinden gizleyecek kadar sadakayı gizli veren kişi. Bir savaşta bulunup da arkadaşları bozguna uğrayıp dağıldıkları halde, sebat ederek düşmanın üzerine yürüyen kişi.[85]
1902. [3:336, Hadîs No: 3555] Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle: Şu üç şeyden Allah son derece hoşnut olup onu yapanlara rahme-tiyle tecellî eder. Kişi gece kalkıp ibadet ettiği zaman, insanlar namaz için saf tuttukları zaman ve Allah yolunda savaş için sıra sıra oldukları zaman. [86]
1903. [3:337, Hadîs No: 3556] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Şu üç kimse vardır ki, Allah onları başka gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde, gölgesinde gölgelendirecektir: Emin tüccar, âdil idareci ve hararetle namaz vakitlerini gözleyen.[87]
1904. [3:337, Hadîs No: 3557] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Şu üç kişi âhiret günü hesap ânında helak olurlar: [îhlaslı davranmayan] Cömert, cesur ve âlim.[88]
1905. [3:337, Hadîs No: 3559] Vadin bin Ata (r.a,) rivayet ediyor: Şu sekiz sınıf insan Kıyamet Günü yaratıklar içerisinde Allah'ın ençok buğzettiği kimselerdir: Yalancılar, kibirliler, Müslüman kardeşine karşı göğüslerinde kin biriktirenler, onlarla karşılaştıklarında ise içlerinde sakladıklarının tersi bir tavır takınanlar, Allah ve Resulüne itaata çağrıldıklarında ağırdan alıp, şeytan ve emirlerine davet edildiklerinde ise hızla koşanlar, hiçbir şekilde hakları olmadığı halde, en ufak bir dünyalık dahi gözlerine çarpar çarpmaz yeminle ona sahiplenenler, söz götürüp getirenler, dostların arasını ayıranlar, suçsuz kimselerin ayağını kaydırmak isteyenler. İşte Aziz, Celil ve Rahman olan Allah, bunların yaptıklarını çok çirkin karşılıyor.[89]
1907. [3:338, Hadîs No: 3561] Ibni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: îçki ve kumar haramdır. Her sarhoş edici şey haramdır.[91]
1908. [3:339, Hadîs No: 3562] Ömer'den (r.a.) rivayetle: Şarkıcı kadının aldığı para haramdır. Şarkı söylemesi haramdır. Onlara bakmak haramdır. Aldığı para köpek satımı karşılığında alınan para gibidir. Köpeğin parası haramdır. Eti haramla beslenen kimseye Cehennem ateşi daha lâyıktır.[92]
1909. [3:340, Hadîs No: 3567] Muhacir bin Gunfuz (r.a.) rivayet ediyor: Gücü yetmeyen hayvana birlikte binen üç kişi mel'ûndur.[93]
1910. [3:341, Hadîs No: 3569] Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle: Malın üçte birini vasiyet et. Üçte bir de çok olur ya. Vârislerini zengin olarak bırakman onları fakir ve insanlara el açar durumda bırakmandan daha hayırlıdır. Sen hanımının ağzına koyacağın lokmaya varıncaya kadar Allah rızası için neyi harcarsan onunla mükâfatlandırılırsın.[94]
Hadîste kişinin malının üçte birisini vasiyet edebileceğine dikkat çekilmektedir. Buna göre üçte birisinden fazlasını vasiyet etmek doğru değildir. Çünkü üçte birinden fazlasını vasiyet etmek mirasçılara zulümdür. Peygamber Efendimiz mirasçıları "zengin olarak bırakmanın onları fakir ve insanlara el açar durumda bırakmaktan daha hayırlı" olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca kişinin ailesi için harcadığı şeyden dolayı sevap kazanacağını nazara vermiştir. Başka bir hadislerinde de mirasçıları nazara almayarak fazla miktarda vasiyet edilmesini yasaklamıştır.[95]
1911. [3:343, Hadîs No: 3574] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Satılık evin komşusunun, komşu bulunduğu evi almaya herkesten daha çok hakkı vardır.[96]
1912. [3:343, Hadîs No: 3577] Ebu Cuhayfe'den (r.a.) rivayetle: Tecrübe sahibi yaşlılarla oturup kalkınız. Alimlere soru sorunuz. Hikmet sahipleriyle haşir neşir olunuz.[97]
1913. [3:344, Hadîs No: 3578] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.[98]
Hadis bizleri maddî ve manevî cihada çağırmaktadır.
1907. [3:338, Hadîs No: 3561] Ibni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: îçki ve kumar haramdır. Her sarhoş edici şey haramdır.[91]
1908. [3:339, Hadîs No: 3562] Ömer'den (r.a.) rivayetle: Şarkıcı kadının aldığı para haramdır. Şarkı söylemesi haramdır. Onlara bakmak haramdır. Aldığı para köpek satımı karşılığında alınan para gibidir. Köpeğin parası haramdır. Eti haramla beslenen kimseye Cehennem ateşi daha lâyıktır.[92]
1909. [3:340, Hadîs No: 3567] Muhacir bin Gunfuz (r.a.) rivayet ediyor: Gücü yetmeyen hayvana birlikte binen üç kişi mel'ûndur.[93]
1910. [3:341, Hadîs No: 3569] Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle: Malın üçte birini vasiyet et. Üçte bir de çok olur ya. Vârislerini zengin olarak bırakman onları fakir ve insanlara el açar durumda bırakmandan daha hayırlıdır. Sen hanımının ağzına koyacağın lokmaya varıncaya kadar Allah rızası için neyi harcarsan onunla mükâfatlandırılırsın.[94]
Hadîste kişinin malının üçte birisini vasiyet edebileceğine dikkat çekilmektedir. Buna göre üçte birisinden fazlasını vasiyet etmek doğru değildir. Çünkü üçte birinden fazlasını vasiyet etmek mirasçılara zulümdür. Peygamber Efendimiz mirasçıları "zengin olarak bırakmanın onları fakir ve insanlara el açar durumda bırakmaktan daha hayırlı" olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca kişinin ailesi için harcadığı şeyden dolayı sevap kazanacağını nazara vermiştir. Başka bir hadislerinde de mirasçıları nazara almayarak fazla miktarda vasiyet edilmesini yasaklamıştır.[95]
1911. [3:343, Hadîs No: 3574] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Satılık evin komşusunun, komşu bulunduğu evi almaya herkesten daha çok hakkı vardır.[96]
1912. [3:343, Hadîs No: 3577] Ebu Cuhayfe'den (r.a.) rivayetle: Tecrübe sahibi yaşlılarla oturup kalkınız. Alimlere soru sorunuz. Hikmet sahipleriyle haşir neşir olunuz.[97]
1913. [3:344, Hadîs No: 3578] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.[98]
Hadis bizleri maddî ve manevî cihada çağırmaktadır.
Hadis bizleri maddî ve manevî cihada çağırmaktadır. Müslümanın vazifesi Allah'ın dinini dünyanın en ücra köşelerinde de olsa Allah'ın kullarına ulaştırmak ve Allah'ın mülkü olan yeryüzünde Allah'a hür bir şekilde kulluk edilmesini sağlamaya çalışmaktır. Bu teşebbüse enge! olan her türlü maniayı ortadan kaldırmak da onun vazifesidir. Bunun için gerekli vesile ve vasıtayı günün şartlarını göz önünde bulundurarak temin etmekle mükelleftir. Bu mükellefiyetin îfâsı maddeten ve manen mücehhez olmakla mümkündür. Müslüman, bu iki açıdan güçlü olmak durumundadır. Gerektiğinde, Müslüman, Islâmın tebliği önündeki engelleri aşmak için maddî güç kullanma ihtiyacını duyabilir. Gün gelir, Islama ve Müslümanlara saldıran düşmana karşı müdafaa durumunda kalabilir. İşte bütün bu şartlarda Müslüman malıyla, canıyla ve bütün varlığıyla harekete geçmeyi kendine bir vazife bilmelidir. Bu bir maddî cihaddır. . Bir de manevî cihad vardır. Bu da İsJâmı anlama ve anlatma, yaşama ve yaşatma, faaliyetidir. Bu cihadda mağlup edilmesi gereken ilk düşman nefis ve şeytandır. Manevî cihadın silahı ilim ve fikir, metodu ise iknadır. İnsanlar ilim ve fikirde ilerledikleri ölçüde bu cihad önem kazanır. Maddî cihadla fethedilen ülkeleri gerçek mânâda İslâm ülkesi yapan bu cihaddır. Bu cihad olmadan alınan yerlerin kaybediimesi işten bile değildir. Bu cihad için ne gün beklenir, ne zaman. Çünkü her an, her saniye bu cihad için en uygun gün ve zamandır. Zira hiçbir zaman bu cihaddan uzak kalmayı gerektirici bir sebep bulamayız. Herşey adetâ bizi bu manevî cihada zorlar. Herkes gücü ve bilgisi ölçüsünde bu cihadla mükelleftir. Her fert küçük âleminde büyük bir kumandan olduğu için Allah'ın hükümlerini hususî âleminde elinin ve sözünün yetiştiği yere kadar ulaştırmak ve uygulamakla vazifelidir. Günümüzde mânevi cihad daha bir önem kazanmıştır. Çünkü Islâmın etrafında kaleler yıkılmış, bin yıldan beri Islama yöneltilen hücum ve ithamlar bir sel gibi Müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştır. Materyalist felsefeyi okuyup akılları karışan, Allan'ı ve âhireti inkâra kalkan bir değil, binlerce insana rastlayabilmekteyiz. Çığırından çıkmış bir kısım neşriyat, olanca hızıyla îman, ahlâk, örf ve âdetlerimizi tahrip etmek için çalışmaktadır. Avrupa'nın rezil ahlâkı dükkânlarımızda vitrinlenmekte ve manevî bağlan zayıf birçok müşteri de bulabilmektedir. Daha tehlikeli olanı ise dinsizlik, fen ve ilmi âlet edip îman esaslarını yıkmaya çalışmakta, gençleri îmansız yaparak kendine bağlamaktadır. Yaratılış ve dünyada bulunuş maksadının şuurunda olan hiçbir Müslüman bu dehşetli yangın karşısında ilgisiz kalamaz. Canla başla cihada koşmak; malı, mülkü, canı, dili, kısacası neyle hizmet yapabilecekse onunla cihad meydanına atılmak zorundadır. Peki bu nasıl gerçekleştirilecektir? Dünün maddî kılıçlarının yerini büyük ölçüde bugünün manevî kılıçları almıştır. Geçmişin ok ve mızrağı yerini bugünün îman, ilim ve fikir bombaları olan yazılı, sesli ve görüntülü neşriyat doldurmuştur. İşte bu manevî cihaddır, fikir savaşıdır. Bugün hüküm büyük çapta ilmin eline geçmiştir. İlmini, fikrini iyi takdim edebilen bu mücadeleyi kazanır.
Bu fikir savaşında hedef akıl, ruh, kalb ve nefislerdir. Bu mânevi savaşın mücahidleri olan bizlere ise inancımızı, kudsî değerlerimizi, bizi biz yapan esasları çok iyi öğrenmek ve öğretmek düşüyor.
1914. [3:344, Hadîs No: 3580] Îbni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uy ur muşlar dır: Kalbler kendisine iyilik yapanı sevecek, kötülük yapana ise buğze-decek şekilde yaratılmıştır.[99]
1915. [3:345, Hadîs No: 3581] Ebû Hüreyre (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: imanınızı yenileyeniz. "La ilahe illallah" kelime-i tevhidini çokça söyleyiniz[100]
1916. [3:346, Hadîs No: 3583] Ümm-ü Hakîm'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Fakirin, zenginin iyiliğine vereceği karşılık, onun için hayır temennisinde bulunma ve duâ etmedir.[101]
1917. [3:347, Hadîs No: 3587] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Allah rahmetini yüz parçaya ayırmış, doksan dokuz parçasını yanında tutmuş, sadece bir parçasını yeryüzüne indirmiş. Bu bir parça rahmet sebebiyledir ki, yaratıklar birbirlerine acırlar. Öyle ki, kısrak yavrusuna dokunma korkusuyla ayağını kaldırır.[102]
1918. [3:348, Hadîs No: 3589] îbni îyaş'den (r.a.) rivayetle: Allah takvayı sana azık eylesin, günahlarını bağışlasın ve her nerede olursan ol seni hayra yöneltsin.[103]
1919. [3:348, Hadîs No: 3591]: Seuban (r.a.) rivayet ediyor: Allah, yapılan her iyiliğe on katıyla karşılık verir. Ramazan ayı yılın on ayına bedeldir. Ondan sonra Şevval ayında tutulan altı gün oruç da iki aya karşılıktır. Böylece sene tamamlanır.[104]
1920. [3:350, Hadîs No: 3597] Selmân'dan (r.a.) rivayetle: Yarın âhirette Allah'a yakın mecliste oturacak olanlar, dünya da iken harama karşı hassas ve dünyaya kalben değer vermeyenlerdir.[105]
1921. [3:350, Hadîs No: 3599] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Erkeğin güzelliği güzel konuşabilmesidir.[106]
1922. [3:350, Hadîs No: 3600] Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle: Firdevs cennetleri dört tanedir: ikisi süsleriyle, kabı kaçağıyla ve içindeki herşeyiyle altındandır. Diğer ikisi ise, süsleriyle, kabı kaçağıyla ve içindeki herşeyiyle gümüştendir. Adn Cennetindeki insanlarla Rablerini görme arasında zâtı önündeki kibriya örtüsünden başka birşey yoktur. Cennet nehirleri Adn Cennetinden çıkarlar, daha sonra kollara ayrılırlar.[107]
1923. [3:352, Hadîs No: 3603] Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor: En zorlu imtihan malın az; geçimiyle yükümlü bulunduğu fertlerin çok olmasıdır.[108]
1924. [3:352, Hadîs No: 3604] Enes'den (r.a.) rivayetle: En şiddetli belâ sabrın az olmasıdır.[109]
1925. [3:352, Hadîs No: 3605] ibniAbbas (r.a.) rivayet ediyor: En şiddetli belâ insanların elinde bulunan birşeye muhtaç olduğunuz halde onun esirgenmesidir.[110]
1926. [3:353, Hadîs No: 3609] Ali'den (r.a.) rivayetle: Evden önce komşu, yoldan önce arkadaş, yolculuktan önce azık gelir.[111]
1927. [3:354, Hadîs No: 3610] Hz. Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Pazara mal sevkeden kazançlı, karaborsa yapan ise Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır.[112]
1928. [3:356, Hadîs No: 3621] Üsâme bin Zeyd'den (r.a.) rivayetle: Âlimin yüzüne bakmak ibâdettir. Âlimin nefesi zikir ve teşbihtir.[113]
1929. [3:357, Hadîs No: 3624] Nu'man bin Beşir (r.a.) rivayet ediyor: Cemaat rahmet, bölücülük ise azaptır.[114]
1930. [3:357, Hadîs No: 3626] Câbir'den (r.a.) rivayetle: Güzellik, hak sözü doğruca söylemektir. Kemâl ise dürüstçe güzel davranışlarda bulunmaktır.[115]
1931. [3:360, Hadîs No: 3638] îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor: Cennet, sizden birinizin ayakkabısının bağından kendisine-daha yakındır. Cehennem de böyledir.[116]
NECİP FAZIL KISAKÜREK’TEN GÜZEL SÖZLER Bin “günahın” olsa da bana, bir “gün ah’ım” yok sana… Veren de o alan da o, nedir senden gidecek? Telaşını gören de, can senin zannedecek. Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar, ne de şeytan, bir günahı, seni beklediğim kadar. İnsanlar ikiye ayrılır, vaktini beşe ayıranlar, vaktini boşa ayıranlar. Başım çığlıklı bir çocuk, onu nasıl avutsam? Ne yapsam da ölümü bir saatçik unutsam? Tam 30 yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum. Biz; ayakları şişene kadar namaz kılan peygamberin, gözleri şişene kadar uyuyan ümmetiyiz. Bizler açlıktan karnına taş bağlayan peygamberin,doymak bilmeyen ümmetiyiz . Ne gelirse başımıza Hak’tandır; fakat geliş sebebi, Hak’tan ayrılmaktandır. Dün geçti bugünü düşünüyorum, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı? Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten affet, senden habersiz aldığım her nefesten. Çok sıkıldıysan hayattan, bir mezarlığa git. Ölüler iyi bilir; yaşamak güzeldir. Ölüm her aklına geldiğinde ‘ah’ edip ‘vah’ edip inleme; bu halinle rabbimi incitmiş olacaksın. Ecel kapıyı çaldığı zaman evi telaşa verme;
Ölüm her aklına geldiğinde ‘ah’ edip ‘vah’ edip inleme; bu halinle rabbimi incitmiş olacaksın. Ecel kapıyı çaldığı zaman evi telaşa verme; o geldiği zaman, sen çoktan gitmiş olacaksın. Ya Allah’a baş eğer hiç kimseye eğmezsin, ya da herkese baş eğer hiçbir şeye değmezsin. Evdeki hesabımız bile çarşıya uymuyorken, ahiret hesabımızın vay haline. Seni affetmek hayatımın en büyük hatasıydı. Nerden bilebilirdim ki. Katilini affedersen seni yine öldüreceğini… Başım çığlıklı bir çocuk, onu nasıl avutsam? Ne yapsam da ölümü bir saatcik unutsam? Kendini dünyalar kadar değerli zannedenlere kısa bir not; dünya beş para etmiyor… Öz anne-babasını huzurevine gönderip, evde kedi köpek besleyen insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz… Öyle ucuz değil gül koklamak… Gül tutan ele diken batmalı… Bir aşka gönül veren o aşkın kapısında yatmalı!
Ağaçtan düşen yaprak nasıl kurumaya mahkûmsa; gönülden düşen insan da ‘unutulmaya mahkûmdur. Ömrün ilk yarısı; ikinci yarısını beklemekle, ikinci yarısı da; ilk yarısının hasretiyle geçer. Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değil. Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur. Dünya güzel olsaydı, doğarken ağlamazdık… Yaşarken temiz kalsaydık ölünce yıkanmazdık. Eğer tadını bilirseniz ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir. Benimki benim, seninki de senin! Bu şeriattır… ”Seninki senin, benimki de senin! Bu tarikattır… Ne benimki benim ne de seninki senin herşey Allah’ın! Bu da hakikattir! Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. Yarın elbet bizim, elbet bizimdir gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa yaşasın kefenimin kefili karaborsa. Beni kimsecikler okşamaz madem, öp beni alnımdan; sen öp seccadem. İnsan namaz kılarsa, namaz da insanı insan kılar. İki insan çeşidi vardır. Zaman geçtikte hatalarıyla yüzleşen! Zaman geçtikçe yüzsüzleşen. Kavuşmak mı? Belki… Daha ölmedim! Geçti, istemem gelmeni yokluğunda buldum seni. Akıldan büyük nimet, zekâdan da ağır yük tanımıyorum. Neye yaklaşsam sonu uzaklık ve kırgınlık, anla ki yok Allah’tan başkasıyla yakınlık. Ayasofya’nın kapılarıyla beraber ‘ruhumuzu’ kilitlediler; ruhumuzu kilitlemek için Ayasofya’yı kilitlediler! Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat; zift dolu gözlerde karanlık kat kat… Yalnız seccademin yününde şefkat; beni kimsecikler okşamaz madem; öp beni alnımdan, sen öp seccadem! Bir idamlık Ali vardı, asıldı; kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; bahçeye diktiği üç beş karanfil…
Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere, ayağım takılıyor yerdeki gölgelere. İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; sükût gibi münzevi, çığlık gibi hürsünüz. Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; iki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler. Kökünü beğenmeyen dal ve dalını beğenmeyen meyve olgunlaşmadan çürür. Zamanın çarkları sizi yürütüyor, zamanın çarkları beni öğütüyor… İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan kork. Armut deyip geçmeyin, onun ilk hecesi çoğu kişide yoktur! Yanında olduğum zaman değerimi bilmezsen; değerimi bildiğin gün beni yanında bulamazsın… Üç günlük dünya için gayret üstüne gayret, ebedi bir yaşam için gayret yok hayret. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Bana çağdışı diyorlarmış. Ne büyük bir onur! Ben bu çağın dışında kalmayayım da, içinde mi boğulayım. Geçti, istemem gelmeni, yokluğunda buldum seni; bırak vehmimde gölgeni, gelme, artık neye yarar?
EN GÜZEL SAİD NURSİ SÖZLERİ Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun! Milletimin imanını selamette görürsem, Cehennem’in alevleri arasında yanmaya razıyım! SMadem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı.. O halde çalışınız ahiretiniz ağlamasın. İslamiyet Güneş Gibidir, Üflemekle Sönmez! Gündüz Gibidir, Göz Kapamakla Gece OLmaz! Gözünü Kapayan Yalnız Kendine Gece Yapar! Zaman gösterdi ki; Cennet ucuz değil, Cehennem de lüzumsuz değil. Her sözün doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek, doğru değil. Bizler muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yoktur. Sevdası büyük olanın imtihanı da büyük olur. İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet! Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okur! Allah’ım madem sen varsın ve bâkisin, giden gitsin, sen bana yetersin. Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır. Her şey kader ile takdir edilmiştir; kısmetine razı ol ki rahat edesin. Cenâb-ı Hakk’ı bulan, neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır. Kâinatta en yüksek gerçek imandır, imandan sonra namazdır. Beni dünyaya çağırma, ona geldim fenâ gördüm. İnsanları canlandıran emeldir; öldüren Ümitsizliktir. Bîçare hakikatlar, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur. Ey nefsim! deme zaman değişmiş, çünkü ölüm değişmiyor. Hazırlanınız; başka, daimi bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki; bu memleket ona nispeten bir zindan hükmündedir.
İnsanda en tehlikeli damar enâniyettir. Ve en zaif damarı da odur. Onu okşamakla çok fenâ şeyleri yaptırabilirler. Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâva etmek, Hakka bir nevi haksızlıktır. Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde ceza’a iltica etmemek gerektir. Kur’an kalplere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifadır. gıdanın tekrarı, kuvveti arttırır. Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş’i dahi o halketmiştir . Kadınlar şefkat kahramanıdır. En korkağı da kahramancasına ruhunu yavrusuna feda eder. Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir. Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, İSLAMın sadası olacaktır. Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba’-ı Kur’andır. Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır. Deli adama iyisin, iyisin denilse iyileşmesi, iyi adama fenasın, fenasın denilse fenalaşması nâdir değildir . Sıkıntı, sefahetin muallimidir. Ye’s, dalalet i fikrin; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menba’ıdır. Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı halk ve iddia-yı icad edemez. Zira herşey, herşeyle bağlıdır. Ey Aslan Kürtler! Ey Asurîler ve Keyanîlerin cihangirlik zamanında piştar, kahraman askerleri olan Aslan Kürtler! Beş yüz senedir yattığınız yeter.Artık uyanınız, sabahtır.Yoksa sahra-i vahşette vahşet ve gaflet sizi yağmalayacaktır. En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zira atalet ademin biraderzadesidir; sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır. Tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir; terettüb-ü neticede, tevekküldür. Şöhret zehirli bala benzer. Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür. Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket (kâinat) hâkimsiz olur? Ahiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a asker olmaktadır.
Her şey kader ile takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin. Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme. Bismillah her hayrın başıdır. Cihad, merteb-i şehadetin merdivenidir Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret! Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur. Madem bu dünya geçici bir imtihan meydanıdır, imtihanda rahat olmaz. Bu dünya bir karalama defteridir. Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket (kâinat) hâkimsiz olur? Ahiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a asker olmaktadır. Her şey kader ile takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin. Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme. Bismillah her hayrın başıdır. Cihad, merteb-i şehadetin merdivenidir
dan hükmündedir. Şükrün mikyası; kanaattir; ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir… Şükürsüzlüğün mîzanı; hırstır ve israftır hürmetsizliktir haram helal demeyip rast geleni yemektir.
EN GÜZEL İMAM EL GAZALİ SÖZLERİ Ne kadar kibirli dursa da bardağın önünde eğilir çaydanlık. Öyleyse bu büyüklenme niye? Bu kibir, bu gurur niçin? Bedenine değil kendine değer ver, ve gönlünü olgunlaştır ! Çünkü kişi; bedeni kadar değil, ruhu kadar insandır. Şüphe duymayan hakikati bulamaz. Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder. Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün! Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan söyle. Yoksa sus. Çocuktaki utanma hali ondaki akıl nurunun alametidir. Her hâdisin hudûsu (sonradan var olanın var olması) için bir sebebe ihtiyaç vardır. Ölüm Allah’ın sevgili kullarına, bir bardak tatlı soğuk suyu içmek kadar kolay gelir. O hâlde evrenin de var olması için bir sebebe ihtiyaç vardır. O sebep de Tanrı’dır. İlmi ile amel etmeyen alim; başkalarını giydirdiği halde kendisi çıplak olan iğne gibidir. Belaya şükretmek lazımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka bela yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini senden iyi bilir. Uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkündür. Cuma günü günah işlemeden geçerse, diğer günler de selametle geçer. Tevbe ederim, ameli salih işlerim dersen, ölüm daha evvel gelebilir. Pişman olur, kalırsın. Yarın tevbe etmeyi bugün tevbe etmekten kolay zannediyorsun, yanılıyorsun. Bil ki, kalble gıybet etmek, dille etmek gibi haramdır. Bir kimsenin noksanını, kusurunu başkasına söylemek doğru olmadığı gibi, kendi kendine söylemek de caiz değildir. Sabır insana mahsustur. Hayvanlarda sabır yoktur. Meleklerin ise sabra ihtiyacı yoktur. Tamahkar, aç gözlü olma, kalbin katı ve kara olur. Çok mal artırmak için hasislik yapma. Dargın ve küskün olanları barıştır ki yarın kıyamet gününde sevinenlerden olasın. Dünyada kimi sever ve kim ile düşüp kalkarsan kıyamette onunla haşrolursun. O halde ilmi ile amel eden alimlerin ve salihlerin sohbetine devam et..!/ Allahü teâlânın verdiği nimeti, Onun sevdiği yerde harcamak şükür; sevmediği yerde kullanmak ise küfran-ı nimettir (nimeti inkâr etmektir).
Allah-ü teâlânın, her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur. Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. O halde bu günü elden kaçırmamak bunu saadete kavuşmak için kullanmamaktan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi bütün âzâlarını haramdan koru. Ey nefsim, sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım, diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tevbe etmeyi bugün tevbe etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Servetinin tam listesini, mevcut paranın tam rakamım çoluk çocuğuna verme. Çünkü bunlar onu az görecek olurlarsa kendilerini zayıf zannederler. Çok görecek olurlarsa yaşayışlarında değişiklik yapmak isterler. Onları hırpalamadan belli ölçüde idare etmeye çalış. Karşındaki adam sana ölçüsüz davranır, küstahlıkta bulunursa sen de nezih ve ağırbaşlı davran. eni kızdıracak olursa, yine ölçülü konuşmaya çalış, kendi şerefini düşün. Devrin hükümdarı sana yakınlık gösterirse, onunla mızrak ucunda bulunduğunu hesapla. Sakın hükümdarla yakını arasına girme. Ancak iyilik ve hayırlı işlerde gir. Çünkü hükümdarla yakınları arasına giren kişinin düşüşü çok ani ve süratli olur. Büyüklerin sofrasında dikkatli ol: Ey oğul! Büyüklerle bir sofraya oturduğun zaman fazla su isteme. Etin kemiği ile fazla meşgul olma. Hiçbir yemeği ayıplama ve sofradaki hiçbir yiyeceği küçümseme. Sonra sofra sahibini üzmüş olursun. Gözü aç ve savurgan olma: Ey oğul! Kendini iyice sıkıntıya sokmuş bir miskin gibi gözü aç; mal kıymeti bilmeyen, ilerisini görmeyen bir sefih gibi savurgan olma. Sana ait hakları belirle. Dostuna saygılı, düşmanına insaflı ol. Su içerken acele ile bardağı dikerek, hort hort içme. Vücuda zarardır. Yavaş yavaş arada nefes alarak iç. Dükkânını erken aç, geç kapa ve kaparken Besmele çek ve “La havle velâ kuvvete illâ billahilaliyyilazîm”i oku. Dünya ahiretin tarlası ve hidayet konaklarından bir konaktır. Kendisine, mahiyetine uygun bir ifade olarak dünya denmiştir. Bazı kimseler nefislerinde bir yakınlık hissederek ibadetlerinde ve meclislerinde Allah’a yakın olduklarını zannederler. Böylece kendilerinden başka meclislerinde bulunan herkesin bağışlanacağı fikrine saplanırlar. Eğer böyle bir kimseye, bu şekilde sû-i edebinden dolayı Allah Teâlâ, müstahak olduğu muameleyi yapmış olsaydı, hemen o anda helak olurdu. Her sâlik, bulunduğu menzil ile geçtiği makamlar hakkında konuşabilir. Kendisinin ulaşamadığı makamlar, ihata edemediği menziller hakkında ise hiçbir şekilde konuşamaz. Ancak onlara gaybî bir şekilde inanır.
ediği menziller hakkında ise hiçbir şekilde konuşamaz. Ancak onlara gaybî bir şekilde inanır. Allah Teâlâ ilim nurlarını insanoğlundan esirgememiştir; Allah Teâlâ cimrilik yapmaktan münezzehtir. İlim nurlarının kalplere akmamasının sebebi, o kalpleri doldurmuş bulunan bulanıklıklar ve kötülüklerdir. Çünkü kalpler kaplara benzer; bir kap su ile dolu ise, havanın o kaba girmesine imkân yoktur. Kalp mâsiva ile dolu oldukça Allah’ın celâl marifeti oraya girmez. İlimlerin içinde en şerefli olanı Allah’ın sıfat ve fiillerini bildiren ilimdir. İnsan bu ilimle kemâle ulaşır. Kâmil olmanın saadetini duyar. İnsanoğlu, Allah’ın celâl ve kemâl sıfatlarının komşuluğuna ulaştığı zaman, bu komşuluğun ona büyük saadetler kazandıracağı muhakkaktır. Kalplerin ve insan basiretinin cilası zikirdir. Zikri ancak muttaki kullar yapabilirler. Bu nedenle takva zikrin kapısı; zikir keşfin kapısı, keşif ise büyük zafere açılan kapının ta kendisidir. Kalbiyle arasındaki perdeler aralanan bir kimseye, mülk ve melekûtun tecellisi görünür. Böyle bir kimse, genişliği yerle gökleri içine alan cenneti müşahede eder. İbadetlerin esası kalbin tezkiyesidir. Kalbin tasfiyesi de marifet nurunun orada doğması ile mümkündür. Akılcılar tarafından inkâr edilen dinî ve gaybî bir şey işittiğin zaman, onların bu inkârları sakın seni şaşırtmasın; zira şarkta bulunan bir insanın garbdaki hakikati bilmesi imkânsızdır. Etrafta ilâhî rüzgârlar esiyor; kalp gözlerini örten perdeleri açıyor. İşte bu gözler Levh-i Mahfuzda, yazılı olan birtakım hakikatleri görürler. Ehl-i tasavvuf, çalışmakla elde edilen ilimlerden ziyade ilhamla öğrenilen ilimlere meyleder. Onun için musanniflerin yazdıkları ilimlere eğilmeye, oradaki sözleri ve delilleri araştırmaya önem vermemişlerdir. Takva, çok secdeden ötürü alında iz bırakma veya oruç tutmaktan sararma veya secde ve rükûdan belin bükülme hâli değildir. Eğilen boyunda veya sarkıtılan eteklerde takva aranmaz. Takva, kalplerdeki vera’ hâlidir. Güler yüzle karşıladığın kimse, seni asık bir yüzle karşılar ve bilgileriyle sana mihnet yüklerse, Allah böyle kimselerin sayılarını artırmasın! Müminin kalbi ölmez, ilmi, ölüm anında silinip gitmez. Kalbindeki berraklık kesinlikle sönmez. Hasan Basrî de bu mânâya şöyle işaret etmiştir: ‘Toprak imanın merkezini yiyip bitiremez’. Kur’an takvanın, hidayetin ve keşfin anahtarı olduğunu açıkça beyan eder. Takva ise, öğretmen olmadan elde edilen ilimdir. Muamele ilminin en yüksek zirvesi, nefsin hilelerine ve şeytanın desiselerine vâkıf olmaktır. Böyle bir ilme vâkıf olmak her insana farz-ı ayndır. Fakat ne yazık ki halk bu farzı terk etmiş ve vesveselere sebep olan birtakım fuzulî ilimlerle uğraşır olmuştur. İşte bu ilimleri vesile ederek şeytan onları yoldan çıkarmaktadır. Âlimlerin birbirlerine hücum ettiklerini, birbirlerine haset ettiklerini ve anlaşamadıklarını gördüğün zaman, onların dünya hayatına karşılık ahiretlerini sattıklarına hükmet! Acaba bu kişilerden daha fazla aldanan bir satıcı var mıdır?
ACELE İki şey, aklı ve tedbiri bozar; biri acele etmek, diğeri de olmayacak şeyi istemek. (Hz. Ali) Acele her işte kötüdür. Yalnız şer ve kötülüğün defedilmesinde değil. (Hz. Ali) Acele şeytan işidir. Ama beş yerde öyle değildir; Misafire yemek yedirmekte, namazı vaktinde kılmakta, tövbe etmekte, kız evlâdı evlendirmekte, ölüyü defnetmekte. (Hâtem-i Esam) ADALET Kılıcın yapamadığını adalet yapar. (Kanuni Sultan Süleyman) AHLÂK Güzel ahlâk, suyun kiri yok ettiği gibi kusuru yok eder. (Hz. Ali) AHMAK-AHMAKLIK Aptallığın en büyüğü, övmede ve yermede aşırılığa kaçmaktır. İki şey ahmaklığa dalâlet eder: Hiç bir sebep yokken gülmek; sormadan haber vermek. (Malik bin Dinar) Ahmağı tanımakta en kesin ölçü, onun Allah'a inanıp inanmadığıdır. Böylelerinin deneysel bilgileri, marifetleri hiçbir değer ifade etmez. (İmam Rabbani) İlim cehaleti kaldırır, fakat ahmaklığa birşey yapamaz. (A.Arvasi) AKIL Bir adamın aklının derecesini soru sormasından anlarım. (Hz. Ömer) Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edeb gibi miraz, ilim gibi şeref olmaz. (Hz. Ali) Akıl kemal bulunca boş sözler zeval bulur (yok olur.) (Hz. Ali) En büyük servet akıldır. (Hz. Ali) Dünyalığı artınca sevinenler, hergün eksilmekte olan ömrüne üzülmeyenler arasında aklı noksan olmayan yoktur. (Ebû'd-Derda) Akıllı olan üç kimseyi hafife almaz; Alimleri, hükümdarları, dostları. Alimleri hafife alanın ahireti gider, sultanları hafife alanın dünyası gider, dostlarına mürüvveti olmayanın dostluğu gider. (Abdullah b. Mübarek) Akıl yeryüzünden kalksa bile hiç kimse akılsız olduğuna inanmaz. (Sâdi Şîrâzî) İki şey akıl hafifliğini gösterir: Konuşacak yerde susmak, susacak yerde konuşmak. (Sâdi Şîrâzî) ALAY ETMEK Şirkten sonra en büyük günah, insanlarla eğlenip alay etmektir. (Vehb ibni Münebbih) ALÇAKGÖNÜLLÜLÜK (TEVÂZU) İbâdetlerin en faziletlisi tevazudur. (Hz. Aişe) Her kim kendisini kıymetli bilirse onun tevâzûdan nasibi yoktur. (Mâlik b. Dinar) Tevâzu yaptığın güzel işlere bakıp kendini beğenmemen ve şımarmamandır. (Ebû Süleyman Dârânî) Tevâzu kimden olursa olsun hakkı (doğruyu, gerçeği) kabul etmendir. (Fudayl b. İyad) İnsanoğlu topraktan yaratılmıştır, eğer toprak gibi alçakgönüllü olmazsa insan değildir. (Sâdî) Tevâzu ne dünyada ne de ahirette hiç kimseyi kendine muhtaç görmemendir. (Hamdun Kassar) Her türlü iyilik bir evde toplanmış ve onun anahtarı tevâzu olmuştur. Her türlü kötülük bir evde toplanmış ve onun anahtarı kibir olmuştur. (Yusun bin Hüseyin) ALLAH'I SEVMEK Ey kişi, kalbinde Allah sevgisinden başka bir şey olmadığı zaman bil ki çok zenginsin. (İbni Vefa) Bir kimse Allah'ı seviyor, O'na itaat ediyorsa sen de onu sevmek zorundasın. Çünkü iyi kimseyi seven Allah'ı sevmiş olur. (Ebû Said Hasan Basri) ALLAH İÇİN SEVMEK Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uyumadan geceleri ibadetle geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda infak etsem, fakat gönlümde Allah'a itaat edenlere karşı bir sevgi, isyan edenlere karşı bir nefret duymasam, bütün bu yaptıklarımdan bir fayda göremem. (Abdullah bin Ömer) ALLAH KORKUSU
ALLAH KORKUSU Allah korkusuyla dökülen gözyaşları, ariflerin ibadetleridir. (Hz. Ali) Vezir, padişahtan korktuğu kadar Allah'tan korksaydı melek olurdu. (Sâdi) Kıyamet günü her göz ağlayacaktır. Ancak Allah Teâlâ'nın haram kıldıklarına bakmayan, Allah için uykusuz kalan, Allah korkusundan ağlayan gözler, ağlamayacaktır. (Safvan bin Süleyman) ALLAH KATINDA İYİ OLMAK Alla Teâlâ'nın senin hakkındaki bilgisi, insanların senin hakkındaki bilgisinden daha iyi olmalı. Bunun için yalnız olduğun zaman hal ve hareketine, insan içinde olduğundan daha çok dikkat etmelisin. (Hamdun Kassar) ANA-BABAYA HÜRMET Sen, babanın hakkına riayet edersen, oğlun da senin hakkına riayet eder. (Hz. Ali) ARKADAŞ En büyük belalardan biri, anlaşamadığın halde ayrılma imkanın olmayan arkadaştır. (Muhammed er-Rasibi) Komşusu, akrabası ve arkadaşı tarafından iyi denen kimse gerçekten iyidir. (Hz. Ömer) Aralarında yaşayabileceğin samimi arkadaşlar edin; çünkü onlar iyi günlerde gönül şenliği, kötü günlerde yardımcıdırlar. (Hz. Ömer) Dünyada arsız kimseyle arkadaş olmak, ahirette insanı mahcub eder. (İmam Şafii) Ufak bir yanlış hareketinle üzülecek, darılacak kimseye çok güvenme. (İmam Şafii) BAĞIŞLAMAK Zalimleri bağışlamak yoksullara cefadır. (Sâdî) BAHTİYARLIK Allah'a itaat etmek, fakat reddedilmekten korkmak bahtiyarlık alameti; Allah'a asi olmak ama O'nun katında makbul olmayı ummak bedbahtlık alametidir. (Ebû Osman Nisaburi) BEDBAHTLIK Bir kimsesinin bedbaht olmasının alameti (işareti, belirtisi) üçtür: 1- Kendisini ilim verilip amelden mahrum bırakılması, 2- Amel verilip ihlâstan mahrum bırakılması, 3- Allah dostları ile sohbete nail olup onlara hürmetten mahrum olması. (Muhammed bin Fadl Belhi) Altı şey cehaled ve bedbahtlık eseridir: 1- Sebepsiz yere kızmak, 2- Gereksiz ve faydasız konuşmak, 3- Sırrını ifşa etmek, 4- Herkese güvenmek, 5- Dostunu düşmanını ayıramamak, 6- Yersiz ve zamansız nasihatte bulunmak. (Muhammed bin Mansur et-Tûsî) Beş şey bedbahtlık nişanıdır: Gönül katılığı; göz yaşarmazlığı; hayasızlık; dünya sevgisi; dünya için uzun endişe. (Malik bin Dinar) BİLGİ-BİLGİN (İLİM-ÂLİM) Bilgi zenginlikten üstündür. Çünkü zenginliği sen korursun, bilgi ise seni korur. (Hz. Ali) İlim adamları için yokluk içinde yaşadığı halde kanaat sahibi olmaktan daha değerli bir ziynet yoktur. (İmam Şafii) Kötülükten kaçmayan bilgin, ışık tutan bir kördür, başkalarına doğru yolu gösterir, ama kendisi göremez. (Sâdî) İlim bir avdır, onun kösteği yazmaktır. (Safiyyü'l-Hılli) Biz, ilmi yazmayan kişiyi, ilmi bilen kişi olarak kabul etmezdik. (Muaviye bin Kurre) İlim öğrenilen değil, yaşanandır. Yaşanmayan ilim geçmeyen para gibidir. (İmam Şafii) İlmin de ehli vadır. Onun ehlinden başkasına verirsen ziyan etmiş, ehline vermezsen ihanet etmiş olursun. (Süfyan bin Uyeyne) En güvendiğim sağlam amelim (çabam) ilmi yaymak için yaptığım çalışmadır. (Ata bin Meysene) Önce yol bil, sonra yol göster. Yolu görememişsen mürşitlik davasını bırak. (Nâsır-ı Hüsrev) İlmi ile amel etmeyen âlim, başkalarını giydirdiği halde kendisi çıplak olan iğne gibidir. (İmam Gazalî)
BİRLİK (TOPLULUK, CEMAAT) Halkın içinden kaçmak marifet değildir. Asıl marifet halkın içinde iken kendi içine dönebilmektir. (Ebû Bekir Şibli)
BORÇ Borcunu azaltırsan hür yaşarsın, günahlarını azaltırsan rahat ölürsün. (Hz. Ömer) BÜYÜKLENME (KİBİR) Öğünmeyiniz! Hem topraktan yaratılmış hem de toprağa dönünce kendisini kurtların yiyeceği insanın övünmesi neye yarar! (Hz. Ebû Bekir) Hurma ağacına bakınız. Başı dik olduğu için Allah ona meyvelerini nasıl taşıtıyor. Kabak, kavun, karpuz gibi bitkiler ise yüzünü ve dallarını yere koyduğu için Allah onların meyvelerinin yükünü toprağa taşıtıyor. (Ahmed er-Rufai) Dindarsan kendini beğenmişliği bırak, kendini görmezsen Allah'ı görürsün. (Nasr-ı Hüsrev) Allah'a karşı isyan bayrağını çektiren günahların başında kibir gelir. (Avn İbn-i Abdullah) Bir günah ki kaynağı şehvettir, affa mazhar olacağı umulur; ama bir günah ki kibirden kaynaklanır onun için mağfiret umulmamalıdır. (Seriyyü's-Sakati) Bir kimsede kibir varsa bu, söz söylerken soğan gibi kokar. (Mevlânâ) Dağları iğneyle kazmak, kalbden kibri söküp atmaya nazaran daha kolaydır. (Ebû Haşim Sofi) İsyanda olanların mahçup hali, benim için ibadette olanların mağrur halinden daha sevimlidir. (Yahya Vâiz) Kişinin kendini beğenmesi, aklının zayıf olduğuna dalalet eder. (Hz. Ali) Bir Müslümanı küçük gördüğün zaman karşılığında iman ve irfan duygusunun azalışını görürsün. (Ebû Bekir bin Hamid Tirmizi) CÂHİL-CÂHİLLİK Câhilin yüz faydası bir zararını karşılamaz. (Nâsır-ı Hüsrev) Akraban da olsa câhille ilgini kes. Çünkü vereceği sıkıntı, sağlayacağı huzurdan fazla olur. (Nâsır-ı Hüsrev) Rızık, bilgi ile artsaydı câhilden zor geçinen olmazdı. (Sâdî) Âlim, ölse de yaşar; câhil yaşarken ölüdür. (Hz. Ali) İnsanların en câhili, ahiretini başkasının dünyası için satandır. (Hz. Ömer) CİMRİLİK Cimri insan dünyada fakirler gibi yaşar, ahirette zenginler gibi sorguya çekilir. (Hz. Ali) Kıyamette bir devenin iğne deliğinden geçmesi, cimri bir zenginin cennete girmesinden daha kolaydır. (Vehb ibn-i Münebbih) İnsanların malca en cimrisi, namusca en cömertidir. Yani malına kıymaması, namusunun ayak altı olmasına sebep olur. (İbn-i Mu'tez) CÖMERTLİK Cömertliğin aslı, kendi malından verip, başkasının malını korumaktır. (Hz. Ali) Bir kimsenin Allah'ı sevmesinin belirtisi üçtür: Deniz gibi cömertlik, güneş gibi şefkat, yer gibi tevazu. (Bâyezid Bistâmi) Amellerin (güzel işlerin) şahı üçtür: Mal az olduğunda da cömert olmak. Yalnızken de Allah'tan korkup haramdan sakınmak. Kendisinden korkulan veya bir şey umulan kimsenin huzurunda da doğruyu söyleyebilmek. (Bişr-i Hafi) Sıkışık zamanında imdadına koşacak kimse isteyen, bolluk içindeyken cömert olmalıdır. (Şeyh Sâdî) En hayırlı cömertlik, ihtiyaç sahibini arayıp ona vermektir. (Ebû Süleyman Dârânî) Allah'a giden yolun köprüsü, malını O'nun uğruna saçmaktır. (Şems-i Tebrîzî)
ÇALIŞMAK-KAZANMAK Herhangi bir kimseyi ne dünyasının ne de âhiretinin emrinde çalışır olarak görmezsem ondan nefret ederim. (ibn-i Mes'ud) Çalışmak en hayırlı maldır. (Hz. Ömer) Hazine, eziyet çekene, çalışıp çaba gösterene gözükür. (Mevlânâ) Çalışanlar kötülük düşünmeye vakit bulamazlar; tenbeller ise kendilerini kötülükten kurtaramazlar. (Hz. Ali)
Ali) Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, Dostunun yüz karası düşmanının maskarası. (Mehmed Akif) ÇOK KONUŞMAK Üç şey kalbi öldürür: Çok yemek, çok uyumak, çok konuşmak. (Fudayl bin İyaz) İnsanları iki şey mahveder: Fazla mal toplama hırsı ve çok konuşmak. (İbrahim en-Nehâi) ÇOK YEMEK Üç şey kalbi katılaştırır: Çok yemek, çok konuşmak, çok uyumak. (Mâlik bin Dinar) Herşeyin bir helâk (bozulma, yok olma) sebebi vardır, kalb nurunun helâk sebebi tokluktur. Her şeyin bir pası vardır, kalb nurunun pası tokluktur. (Ebû Süleyman Dârânî) Yemin ederim ki ağzıma koyduğum her lokmanın benim en büyük düşmanım olduğunu daima düşünmüşümdür. (Yezid bin Şüreyk et-Teymi) DERVİŞ - DERVİŞLİK Dervişlik, elenmiş ve üzerine su dökülmüş toprağa benzer, böyle toprak ne basanın ayağını incitir ne de üzerine toz kondurur. Derviş de böyle kimseyi incitmez. (M. Alauddin Âbizî) Dervişlik herkesin yükünü çekmek, fakat kimseye kendi yükünü çektirmemektir. (Ubeydullah Taşkendî) DİLİ KORUMAK (DİLİ TUTMAK) SUSMAK Bilirken susmakta, bilmezken söylemekte olduğu gibi hayır yoktur. (Hz. Ali) Dil bedenin denge organıdır. Dil doğru olursa diğer organlar da doğru olur. (Hz. Ali) Ayıplarını örtmek ve nefsini selamete ulaştırmak istersen az söyle çok dinle. (Hz. Ali) Dil yırtıcı bir hayvana benzer, ipini biraz gevşetin, ısırır. (Hz. Ali) İnsanın kadere dili altında saklıdır. (Hz. Ali) Her kötülükten uzak kalmanın yolu dilini tutmaktır. (Hz. Ali) Sükut, insanın en nefis elbisesidir. (Hz. Ömer) Rahat ve huzur on kısım ise, dokusu susmaktır. (Hz. Ömer) İnsan, ayağını bastığı yerden çok diline dikkat etmelidir. (Ebû Hâzım Mekki) İnsan kalbi bir sandıktır; dudaklar, onun kilidi, dil ise anahtarıdır. İnsana o anahtarı iyi muhafaza etmek düşer. (Ömer İbn-i Abdülaziz) Dilini tutmayı alışkanlık haline getiren güven içinde yaşar. (Feridüddin Attar) Nefsi en iyi şu dört şey terbiye eder: Susmak, açlık, yalnızlık, uykusuzluk. (Feridüddin Attar) Dilsiz, dilini tutmayan dilliden çok üstündür. (Sâdî) Dili korumak, altını ve gümüşü korumaktan daha zordur. (Muhammed ibn-i Vasi) Sıkıntıdan kurtulmak istiyorsan dünyaya meyletmeyi bırak, özür dilemekten kurtulmak istiyorsan diline hakim ol. (Mansur bin Ammar) DOĞRU-DOĞRULUK Ya Rabbi! Doğruyu doğru olarak bize göster ve ona uymak için kuvvet ve kudret ver. (Hz. Ebû Bekir) Başkalarının düzeltmek için önce kendinizi düzeltiniz. (Hz. Ömer) Bir doğruyu savunurken ona önce kendimiz inanmalıyız. (Hz. Ali) Mertlik, açıkta yapılmasından utanılacak bir şeyi gizli olarak da yapmamaktır. (Nuşirevân-ı Âdil) Şüpheli bir dirhemi geri vermek, bin dirhem sadaka vermekten daha üstündür. (Abdullah ibn-i Mübarek) Doğruluk, kalbin konuşmasıdır, yani kendisinde olanı söylemesidir. (Ebûlhasen Harakani)
DOĞRU SÖZ Bana dünyadan üç şey sevimli oldu: Geceleri namaz kılmak, hastaları ziyaret etmek, sözün doğrusunu söylemek. (Hz. Hasan) Doğru söylediği için zincire vurulmak, yalan söyleyerek zincirden kurtulmaktan iyidir. (Sâdî) Zalim bir idarecinin yanında doğruyu söylemekten daha üstün bir sadaka yoktur. (Meymun İbn-i Mihran) DOST-DOSTLUK
DOST-DOSTLUK İnsanın üç dostu vardır: 1. Şahsi dostu, 2. Dostunun dostu, 3. Düşmanının düşmanı. (Hz. Ali) Herşeyin hayırlısı yenisidir; fakat dostun hayırlısı eski olandır. (Hz. Ali) Birçok kimseye dostluk gösterdim, onlardan bir karşılık görmedim, yine de dostluktan vazgeçmedim. (Hz. Ali) Hakiki dost, sıkıntı zamanında imdada yetişendir. (Hz. Ali) Dostların kalbini kırmakla düşmanların arzularına hizmet etmiş olursun. (Hz. Ali) Dostlarla yapılan sohbetle boy ölçüşecek bir güzel davranış daha yoktur. Onların ayrılığı kadar da keder veren birşey yoktur. (İmam Şafii) Bizde bu aleme hiç meyil kalmamıştır. Dostların gelip bizi bulamayınca gönülleri kırık dönmeleri tek üzüntümüzdür. (Alaeddin Attar) Zamanımız insanlarının dostluğu çarşı yemeği gibi, rengi ve görünüşü güzel, fakat tadında iş yok. (Mâlik bin Dinar) Halini iki kişiden gizleme: Uzman doktordan, gerçek dosttan. (Feridüddin Attar) Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır. (Mevlânâ) Çiçeksiz bahçenin zevki olmadığı gibi dostsuz hayatın da zevki olmaz. (Nâsır-ı Husrev) Biriyle dostluk kurmak iyi bir şey, bu dostluğu sonuna kadar bağlı kalmak büyük bir iştir. (Nâsır-ı Husrev) Akıllı ve içindeki düğümleri çözen bir dosta sahip olan kimse ne bahtiyardır. (Nâsır-ı Husrev) Senin dindarlığını arttıran dost, her karşılaştığında avucuna bir altın koyan dosttan daha hayırlıdır. (Bilal İbn-i Sa'd) DUA Yedi şeyde hayır yoktur: Huşu olmayan namazda, lüzumsuz şeylerden kaçınılmadan tutulan oruçta, düzgün telaffuz etmeden, acele ile Kur'an okumakta, günahlara engel olmayan ibadette, cömertlik bulunmayan malda, samimiyet bulunmayan dostlukta, ihlâs olmayan duada. (Hz. Ali) Dualar kabul olacak, hemen dua ediniz dense, ben duayı kendim için değil, devlet büyükleri için yapardım. Çünkü benim iyiliğimle halk pek birşey kazanmaz. Ama idare edenlerin iyi olmaları ile Müslümanlar çok şey kazanır. (Fudayl bin İyaz) Dua yapmaktan mahrum olmam, benim için duama icabet edilmesinden çok daha zordur. (Ebû Hazım Mekki)
DÜNYA Dünyaya az meylet, rahat yaşarsın. Allah, dinini düzelten kişinin dünyasını da düzeltir. (Hz. Ali) Dünya yılan gibidir, cildi yumuşak fakat zehiri öldürücüdür. Hoşuna giden şeylerden uzaklaş ki sana yaklaşmasın. (Hz. Ali) İnsanlar dünya işlerinde hırs içinde ve tedbir peşisusunda akıl ve kuvvete göre pay alamazlar. Nice büyük insanlar vardır ki dünya onlara gülmez. Eğer kuvvet ve zorbalıkla dünya ele geçseydi, kartallar serçe kuşlarına rızık bırakmazlardı. (Hz. Ali) "Dünya sizi aldatmasın!" Bunu kim söylüyor? Cenab-ı Hakk söylüyor. Dünyayı onu yaratandan daha iyi bilen olur mu? O halde dünyadan sakının. (Hasan Basrî) Ademoğlunun canı dünyadan ancak üç hasretle çıkıyor: Derlediğinden doyasıya yiyememek, emeline varamamak, yapacağı sefer için yeterli azık edinememek. (Hasan Basrî) Sevgilinin sevmediğini sevmek, sevgi alâmeti değildir. Rabbimiz dünyayı kötüledi, biz ise onu övmekle meşgulüz. (İbrahim Edhem) Nasıl ki beden hastalandığı zaman yeme, içme, uyku ve istirahatten zevk almazsa, kalb de dünya hastalığına tutulunca vaz ve nasihatten zevk almaz. (Mâlik bin Dinar) Dünya şehvetlerle donatılmış, âfetlerle kuşatılmıştır. Dünya malının helalinin hesabı, haramının azabı vardır. Dünyaya yakınlık ve ilginiz ona göre olsun. (İbn-i Semmak) Dünyayı arayıp ahireti bulanı hiç görmedik. Ama ahireti arayıp dünyayı bulanı gördük. (Ebû Said Hasan
ahireti arayıp dünyayı bulanı gördük. (Ebû Said Hasan Basrî) Dünyanın az şeyini istemek, ahiretin çok şeyini kaybetmek demektir. (Ka'b el-Kurâzî) Dostlar arasında ülfet ve bağlılığın kalkması, dünya sevgisi sebebiyledir. (Hamdun Kassar) Ahireti isteyen, dünyasına zarar verir; dünyasını isteyen ahiretine zarar verir. Sen ebedi olan için fani olana zarar ver. (Amr bin Mürre) Dünya üzerindekileri besler, büyütür, sonra onları yine kendi yer. (Ahmed er-Rufaî)
DÜŞMAN-DÜŞMANLIK Akrabanın düşmanlığı ve dostların eziyeti yılan zehirinden daha acıdır. (Hz. Ali) Akıllı düşman, akılsız dosttan hayırlıdır. (Hz. Ali) Açık kalb ile konuşan düşman, içinden pazarlıklı dosttan daha iyidir. (Hz. Ali) Akıllı düşmanla istişare kabildir; fakat cahil dostun reyinden kaçınmalıdır. (Hz. Ali) İki düşman arasında öyle konuş ki barıştıkları zaman utanmayasın. (Sâdî) İnsanın, kusurlarını sayan düşmanlarından edeceği istifade, kendisini öven dostlarından edeceği istifadeden daha fazladır. (İmam Gazali) Düşmanın senden emin olmadıkça kâmil (tam, olgun) bir kişi olamazsın. (Bişr-i Hafi) Bir kişinin düşmanlığına karşılık, bin kişinin dostluğu verilse dahi alma. (Ebû Said Hasan Basrî) EDEB Edeb, haddini bilmektir. (Hz. Ali) Himayen altındakilere iyilik yapmak istersen onlara edeb öğret. (Hz. Ali) Babaların evlatlarına bıraktıkları servetin en hayırlısı edebtir. (Hz. Ali) Her kim edepten mahrum kaldı, cümle hayırlardan mahrum kaldı. (İbn Atâ) Aslında insanla hayvan arasındaki fark da edebdir. Bütün Kur'an'ın manası ayet ayet edebten ibarettir. (Mevlânâ) EHLİYET Bir inasın layık olmadığı yere koymak zülumdur. (Hz. Ali) EŞİTLİK İnsanların evveli bir damla su, sonu ise toprak olmaktır. Asıllarındaki bir şeyle övünenler ancak su ve toprakla övünmektedirler. (Hz. Ali) GAFLET-GÂFİL Üç haslet ibadet etmekten daha değerlidir: Gaflet uykusundan uyanmak; nefse dilediğini vermemek; Allah korkusundan ağlamak. (Ebû Bekir Kettânî) Avam (halk tabakası) için günahtan kaçmak nasıl vacip ise, havas (münevver tabaka) için de gafletten kaçmak öyle vaciptir. (Ebû Yezid Burani) Gafilin üç alameti vardır: çok yanılmak, çok eğlenmek, çok unutmak. (Vehb ibn-i Münebbih) GIYBET (ARKADAN KONUŞMA, ÇEKİŞTİRME) Allah'a yemin ederim ki, gıybet, müminin dinini ifsad (bozma) hususunda, cüzzamın bedeni ifsad etmesinden çok daha hızlıdır. (Hasan Basri) Dört şeyi dört şeyden temizle: Dilini gıybetten, kalbini kıskançlıktan, mideni haram lokmadan, davranışlarını riyadan. (Feridüddin Attar) Senin yanında başkasını çekiştiren, seni de başkasının yanında çekiştirir. (İmam Şafii) GÖNÜL (KALB) Kalbler, içi boş kablara benzer, hayırlı olanı hayırla dolu olandır. (Hz. Ali) Kalb kör olduktan sonra gözlerin görmesinde hiçbir fayda yoktur. (Hz. Ali) Topraktan biten güller solar gider, gönülden biten güller ise devamlıdır. (Mevlânâ)
GÜLMEK Çok gülenin heybeti azalır, çok konuşan çok yanılır, böylelerinin hayâsı gider. (Hz. Ömer) GÜNAH-GÜNAHKÂR Günahtan sakınmak, tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır. (Hz. Ömer) Kötü yolları öğrenmemen için günahkarlarla sohbet etme. (Hz. Ömer) Günahtan korkmayan ile düşüp kalkmak, kıyamet gününde insana utanç olur. (İmam Şafii) Sahibine üzüntü veren günah, sahibine gurur veren ibadetten hayırlıdır. (Ata-i İskenderi) Günah işlediği zaman üzüntü değil sevinç duyanların hali, günah işlemekten daha beterdir. (Mansur bin Ammar) Hayret ederim o kişiye ki, hastalık korkusuyla yemekten perhiz eder de, cehennem korkusuyla günahtan perhiz etmez. (Yahya bin Muaz) Allah'tan korkan günahkar, ibadetine güvenen âbidden daha makbuldür. (Sâdî) Nefse, günahtan kaçınmak ibadet yapmaktan daha zor gelir. Onun için günahtan kaçınmak daha sevaptır. (İmam Rabbânî) İşlenen günahların kokusu olsaydı, günahlarımın kokusu yüzünden hiçbiriniz bana yaklaşmazdı. (Muhammed İbn-i Sirin) HARAM Biz, harama düşmek korkusuyla helâlin de onda dokuzunu terkederdik. (Hz. Ömer) Her haram içki gibi sarhoşluk verseydi, hiç kimseyi ayık göremezdin. (Mevlânâ) Haram para ile sadaka veren, hayır işleyen kimse, kirlenmiş elbiseyi idrar ile yıkayana benzer. (Süfyan-ı Sevri) Haram yiyenlerin yedi azası istese de, istemese de günah işler. Helâl yiyenlerin bütün bedeni ibadet eder. (Abdullah Tusteri) HASET (KISKANMA) Hasetçinin, senin sevindiğin zaman üzülmesi, intikam olarak sana yeter. (Hz. Ömer) Kıskanç, vücutça sıhhatli görünse de, hasedin tesiriyle muzdarip ve hastadır. (Hz. Ali) Ölümü çok hatırlayanda ne neş'e olur ne de haset. (Ebü'd-Derda) Dört şeyden uzak durmalıdır: Haset, kibir, öfke ve kıskançlık. (Feridüddin Attar) HATA (AYIP, KUSUR) En büyük ayıp, başkalarında gördüğümüzde beğenmediğimiz bir ayıbın kendimizde bulunmasıdır. (Hz. Ömer) Bir hata işlediğiniz zaman Allah'tan bağışlanma dileyiniz. Çünkü hatalar, insanlar yaratılmadan önce yaratılmıştır. Bütün tehlike hatada ısrardadır. (Ebû Abdullah Câfer-i Sâdık) Ey Ademoğlu! Sen imanın hakikatını ancak, sende bulunan bir ayıptan dolayı halkı ayıplamayı terkettikten sonra elde edebilirsin. (Hasan Basri) Sofiliğin şartı insanların kusurlarını görmemektir. (Ahmed er-Rufai) Daima başkalarının kusurlarını gören, bir gün rüsvaylık içinde ağzını açamaz olur. (Feridüddin Attar) Herkesi kusurları ilk anan bir kimsenin senden de teşekkürle söz edeceğini sanma. (Sâdî) HAYÂ (UTANMA) Utanması olmayanın kalbi ölür. (Hz. Ömer) Kulun nefsini tanımamasının alameti haya ve Allah korkusu azlığıdır. (Ahmed bin Âsım el-Antâki)
HELÂL Allah Teâlâ'ya itaat etmek bir hazineye benzer. Bu hazinenin anahtarı dua, bu anahtarın dişleri de helâl lokmadır. (Yahya bin Muaz) İmanın hakikatine kavuşmak için dört şey lazımdır: Bütün farzları edeble yapmak; helâl yemek; görünen ve görünmeyen haramlardan sakınmak ve bunlara ölünceye kadar devam etmektir. (Abdullah Tüsteri) HOŞGÖRÜ (MÜSAMAHA) Elif okuduk ötürü, pazar eyledik götürü; Yaradılmışı hoşgördük, yaradandan ötürü. (Yunus Emre) HÜSN-İ ZAN (İYİ ZAN, İYİYE YORMA) Gerçek anlaşılıncaya kadar Müslüman kardeşinin yaptıklarını iyiye yor. (Hz. Ömer) Bir din kardeşine ait sevmediğin bir iş duyarsan birden yetmişe kadar özür kapısı araştır. Bulamazsan, belki benim anlayamadığım bir özrü vardır de ve kapa. (Ebû Abdullah Cafir-i Sâdık) Bir mümin hakkında iyi düşünceler besleyip de yanılmak, kötü zanda bulunup da isabet etmekten daha hayırlıdır. (İmam Gazali) İBADET İlimsiz yapılan ibadette, anlayış vermeyen ilimde, tefekküre götürmeyen Kur'an okumada hayır yoktur. (Hz. Ali) Arzularınla arana demirden bir duvar koymadıkça, ibadetin ve kulluğun tadına varamazsın. (Bişr-i Hafi) Vakit çok kıymetlidir. Ancak kıymetli şeyler için kullanılması gerekir. İşlerin en kıymetlisi ise Allah'a ibadet etmektir. (İmam Rabbani) İnsanlar genellikle iki sebebten helâk olurlar: 1- Farzların vaktini geçirerek nafile ibadetlere dalmak, 2- İbadetleri kalb ile birlikte değil de sadece organlarla yapmak. (Muhammed Ebû Verd) İbadetlerin en makbulü, gizliliğine en çok riayet edilendir. (Tavus bin Keysan) İbadet eden kimse, yaptığı ibadete bakar da kendini bir din kardeşinden üstün görmeye kalkarsa yaptığı ibadet hiç olur. (Süyfan-ı Sevri) İHLÂS İhlâs, güzel bir iş yaptığında onun konuşulmasından hoşlanmaman, o güzel işinden dolayı övgü beklememendir. (Ahmed ibn-i Asım el-Antaki) İhlâs, amel eden kişinin amelinin kabul edilmesine vesile olan şeydir. (Ebû Hayır Nessâc) Bir şeyin zıddı bilinmez ise kendi de bilinmez. İhlâs da, zıddı olan riyayı tanıyıp onu terketmekle bilinebilir. (Ebû Osman Mağribi) Her kim ihlâsla bir amel işlese de sonradan onunla övünse, o kimse bu kabul olunmuş ameli iyilik divanından siler, riya divanına yazar. (Süfyan-ı Sevri) Her kim güzel bir ameli halk görmesin diye terkederse riyadır; halk görsün diye işlerse şirktir; ikisini de terk eder ise ihlâstır. (Malik bin Dinar) İMAN İman, Yüce Allah'ın gayba ait bildirdiği her şeyi nefsin tasdik etmesidir. (Muhammed ibn-i Hafif) İman çıplaktır, onun elbisesi takva, süsü haya, sermayesi ilimdir. (Ebû Hüreyre) İnsanlar kainatta bulunan şeylere bakıp görmekle değil, bunları yaratan Yüce Zatı düşünmekle huzur duyabilir (Ebû Huseyin Nuri) İNSAN Gerçeği, insanların ölçüleri ile değil; insanları gerçeğin ölçüsü ile tanı. (Hz. Ali) İnsan ile insan arasında fark vardır. Bir de mirden hem nal, hem de kılıç yapılır. (Nizami) Dünya bir ağaca benzer, biz insanlar bu ağaçta yarı ham, yarı olgun meyveler gibiyiz. (Mevlânâ) İSRAF (SAVURGANLIK) Birkaç günlük bir nafakayı bir günde harcayan ev halkına ben buğzederim. (Hz. Ebû Bekir) Müsrif adam üç yanlışı tekrarlar: Kendine lazım olmayanı alır, kendine ait olmayanı giyer, kendine layık olmayanı yer. (Vehb ibn-i Münebbih)
İSTİŞÂRE (DANIŞMA) Danışmayı terk eden doğru yolu bulamaz. (Hz. Ali) İŞ, İŞÇİ Bir iş bir kere geri kalırsa hiçbir vakit ilerlemez. (Hz. Ömer) En bedbaht, en muzdarip kimse, yapacak bir işi olmayan kimsedir. (Bediüzzaman)
İYİLİK Her şeyin bir şerefi vardır, iyiliğin şerefi de çabuk yapılmasındandır. (Hz. Ömer) İyilik ediniz, onun karşılığında kötülük göreceğinizi hiç aklınıza getirmeyiniz. (Hz. Ali) İyilik, sana kötülkü edene iyilik etmendir. İyiliğe karşı iyilik etmek, satın aldığın bir şeyin parasını vermeye benzer. (Süfyan-ı Servri) Bir kul, iyiliği dolayısıyla yeryüzünde övülürse, gökyüzünde de övülür. (Ka'ab el-Ahbar) KANAAT Ne kadar yoksul ve aç olursa olsun kanaat sahibi zengindir. (Hz. Ali) Rızkın ne ise ona kavuşursun, hiç üzülme. Kul kanaat sahibi olduğu zaman hürdür. Hırsa kapıldığında köle olur. Kalbinden tamahı çıkar ki ayalarındaki zincir çözülsün. (Ahmed er-Rufâî) Hırsını satarak onun parası ile kanaat satın alan kimse, izzet ve şerefle zafere ulaşır. (Ebû Bekir Kettânî) Kanaat etmekten hiç kimse ölmedi, hırs da hiç kimseyi zengin etmedi. (Mevlânâ) Üç haslet evliya sıfatıdır: Allah'a tevekkül, Allah'tan başkasından birşey beklememek, kanaat etmek. (Yahya ibn-i Muaz) Allah beş şeyi beş yere yerleştirmiştir: İzzeti, ibadet ve itaate; zilleti, günaha; heybeti, geceleyin kalkmaya; hikmeti, boş karına; zenginliği de kanaate. (Kuşeyri) KARDEŞ-KARDEŞLİK İçinde bulunduğu meşguliyet seni arayıp bulmasına engel olan, fakat kalbinde sevgini taşıyan kimse senin din kardeşin sayılır. (Mâlik bin Dînar) Üç durumda din kardeşinizi yalnız bırakmayınız: Hastalandıklarında ziyaret ediniz, meşguliyetlerinde yardım ediniz, unuttuklarında hatırlatınız. (Ata ibn-i Meysere el-Horasânî) Kendisine minnet etmeğe mecbur olduğun kimse senin kardeşin değildir. (İmam Şafi'î) KOMŞU-KOMŞULUK Komşusu, arkadaşı ve akrabası tarafından iyi denen kimse gerçekten iyidir. (Hz. Ömer) İyi komşuluk, sadece komşuya eziyet etmemek değil, onun verdiği eziyete de katlanmaktır. (Hasan Basri) KÖTÜ-KÖTÜLÜK Kötülüklerini herkesin görmesinden çekinmeyen kimse insanların en şerlisidir. (Hz. Ali) Bir müslüman kardeşine yapacağın en büyük kötülük, kızdığın zaman hayırlı işleri gizlemen, şerli yönünü anlatmamandır. (Muhammed ibn-i Sirin) KUR'ÂN-I KERİM Manevi lezzeti üç şeyde arayın: Namazda, zikirde ve Kur'an okumakta. Bulunsanız ne âlâ! Bulamazsanız kalbiniz hasta demektir. (Hasan Basri) MAL-MÜLK (PARA, SERVET) Mal (servet) hasislerde, silah korkaklarda, otorite (yetki) zayıflarda olursa işler bozulur. (Hz. Ebû Bekir) İnsanları iki şey mahveder: Mal toplama hırsı ve çok konuşmak. (İbrahim en-Nehai)
MERHAMET
Her kim ki, kendisinde Allah'ın yarattıklarına karşı merhamet yoktur, o kimse Hak ehlinin yükseldiği makama yükselemez. (İbrahim Düssuki) Hiçbir din yolcusu, bütün insanları sevinceye, onlara şefkat besleyinceye, görünen ayıplarını örtünceye kadar olgunluğa ulaşamaz. (İbrahim Düssuki) MÜSLÜMAN-MÜSLÜMANLIK
Eğer biz İslâm'ın bir üstün değerler sistemi olduğunu Müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak, onlara, her şeyden önce bizim İslâm'ı temsil etmediğimizi söylemek zorundayız. (Muhammed İkbal) NASİHAT (ÖĞÜT)
Nasihat dünyanın en pahalı mücevheri kadar değerli olduğu halde ekseriya pek ucuza satılır. (Hz. Ali) Dil ile öğüt verene değil, davranışları ile örnek olana uymalıdır. (Muhammed ibn-i Hafif) NEFİS ve NEFSİ TERBİYE
Tasavvuf yolunda bulunan kişinin yapacağı ve dikkat edeceği en mühim şey nefsini hesaba çekmektir. (Ebû Osman Mağribi) En büyük nimet nefsin arzularından kurtulmaktır. Çünkü nefis kişi ile Allah arasında bulunan perdelerin en büyüğüdür. (Ebû Bekir Temestani) Bütün Kur'an nefislerin kötülüklerini bildirmek ve açıklamaktan ibarettir. (Mevlânâ) Nefis bir katırdır, amel (ibadet ve taat) da onun yüküdür. (Vehb ibn-i Münebbih) Nefsini zelil kılan kimseyi Yüce Allah aziz kılar ve o kişinin derecesini yükseltir. Nefsini beğenen kişiyi de Allah zelil ve hakir kılar. (Ebû Hasan Buşenci) Nefsi en iyi şu dört şey terbiye eder: Susmak, açlık, yalnızlık ve uykusuzluk. (Feriduddin Attar) İnsanların en zayıfı, nefsani arzularından el çekmede aciz kalandır. En güçlüsü de, bu arzuları terketmeye güç yetirendir. (Davud Kassar) Salih bir kişi için en kötü şey nefsine kolaylık göstermektir. (Muhammed ibni Hafif) Nefsinden gördüğü şeyleri iyi sanan ayıplarını göremez. Ancak nefsinin ayıplarını arayan, ondan gelen şeyleri elekten geçiren kendi kusurlarını bulur ve görür. (Hayır Nisaburi) Bir kimse nefsini terbiye etmekten acizse, başkasına edeb öğretmek işinde daha acizdir. (Seriyy'üs-Sakati) Nefsimi elimde tutabilseydim parça parça doğrar hayvanların önüne yem olarak atardım. (Süleyman ibn-i Mihran) Nefis, üç köşeli bir dikendir; ne türlü koysan batar. (Mevlânâ) İyilikte her düşmanı dost edinebilirsin, oysa nefsin ona iyilik ettikçe düşmanlığını arttırır. (Sâdî) NİYET Nice küçük amel (iyilik ve ibadet) vardır ki niyet onu büyük yapar; nice büyük amel vardır ki niyet onu küçük yapar. (Abdullah ibn-i Mübarek) ÖFKE Öfke, düşünceyi, muhakemeyi, hafızayı bulandıran en kötü çamurdur. (Atiye Keskin) Bir kimsenin cimrilik adeti ile öfke duygusu körelmedikçe muttakiler sınıfına geçemez. (Abdullah el-Müzeni) Öfkenin aşırısı, kişiyi özür dilemek küçüklüğüne iter. (Amr bin As)
ÖLÜM Kabre hazırlıksız giren, denize kayıksız açılmış gibidir. (Hz. Ebû Bekir) Ölmek felaket değildir, öldükten sonra başa gelecekleri bilmemek felakettir. (İmam Rabbani) Üç şey kalbin paslanmış olmasının alametidir: 1. Allah'a ibadetten zevk almamak, 2. Günaha düşmekten korkmamak, 3. Ölümden ibret almayıp dünyaya daha çok bağlanmak. (İbrahim Edhem) Ey insanlar! Ölünce peşinizden size ağlanmadan önce, siz kendinize, kendi halinize ağlayın. (Abdülkadir Geylâni)
Geylâni) Ölümü hatırlamak kalbi temizler, insanı dünyaya ve dünyadakilere bağlanmak felaketinden kurtarır. (Abdülkadir Geylâni) Ölüm büyük bir olaydır, büyük bir tehlikedir. İnsanlar bunu bilmiyorlar. (İmam Gazali) İki şeyi asla unutma: Allah'ı ve ölümü; İki şeyi de unut: Yaptığın iyiliği, gördüğün kötülüğü. (Lokman Hekim) Sizi mezarda takip etmeyecek olan her şeyle alakanızı kesiniz. (Mevlânâ Alâuddin) ÖMÜR Ömrünü faydasız ve boş şeylerle geçiren, tarlaya tohum etmek vaktini kaçırır, hasat zamanı geldiğinde pişman olur. (Hz. Ebû Bekir) RIZIK Rızkın Allah Teâlâ'dan olduğuna inanan kimse, zengin olunca sevinmez, fakirleşince üzülmez. (Hâtem-i Esam) RİYA (GÖSTERİŞ) - RİYÂKAR Bir kimse yaptığı hayırların ve iyi işlerin bilinmesinden ve konuşulmasından hoşlanıyorsa Allah'a şirk koşmuş olur. (Ahmed ibni Ebûl-Havârî) Riyakâr, memnun ettiğin zaman, seni sende bulunmayan vasıflarla anan; darılttığın zaman yine seni sende bulunmayan kötülüklerle anıp anlatandır. (İmam Şafii) Doğruluk, yaptığını Allah için yapmaktır; halk için yapmak ise riyadır. (Ebû'-l-Hasen Harakânî)
SABIR Sabır, belayı hafifletir. (Hz. Ali) Hiç kimse, kendisine sabır verilen kimse kadar Allah'ın lütfuna uğramamıştır. (Hz. Ali) Sabır ve sebat insanların iki büyük yardımcısıdır. (Hz. Ali) Sabrın insandaki mevkii, başın vücuttaki mevkii gibidir. (Hz. Enes) Sabır, yüzünü ekşitmeden acıyı yudumlamaktır. (Kuşeyri) Belaya feryad eden, Allah'a kafa tutmuş olur. Feryad etmek belayı geri çevirmez, ama sabretmenin ecir ve sevabını yok eder. (Şakik Belhi) SEVGİ Sevgi ile, bulanık, tortulu sular arı duru bir hale gelir. (Mevlânâ) Sevgiden ölüler dirilir, sevgiden padişahlar kul olur. Sevgiden bakırlar altın kesilir. (Mevlânâ) İyi amellerim arasında en değerli bulduğum, salih bir zata olan sevgimdir. (Abdullah el-Müzeni) Hakiki sevgi, iyilik gördüğünde artmayan, kötülük gördüğünde eksilmeyendir. (Yahya bin Muaz) SIR Sırrını saklayanın iradesi elindedir. (Hz. Ömer) Sende bulunduğu zaman gizli kalmasını istediğin şeyi, başkalarında görünce ifşa etme. (Hamdun Kassar) Her insan sırdaş olamaz. Her testi su tutamaz. (Nâsır-ı Husrev)
SÖZ Ne söylediğine ve ne zaman söylediğine dikkat et. (Hz. Ebû Bekir) Söz, ilaç gibidir; azı yaşatır, çoğu öldürür. (Hz. Ali) Bir söz kulağa gelip orada kalıyor, kalbe ulaşmıyorsa, o söz dudaktan söylenmiştir. Bir söz kulağı aşıp kalbe ulaşıyorsa o söz gönülden söylenmiştir. (Hz. Ali) Akıl tamamlandığında söz noksanlaşır. (Hz. Ali) Önce düşün, sonra söyle, çünkü önce temel sonra duvar gelir. (Sâdî) Hoşa gitmeyen söz söyleme, çünkü bu sözün karşılığı da hoşa gitmez. Dağda güzel ses çıkar ki dağ da onu güzel aksettirsin. (Nâsır-ı Husrev) Yerinde söz söylemesini bilen, özür dilemek zorunda kalmaz. (Fatih Sultan Mehmed) Güzel sözler, petekten damla damla sızan bala benzer. İnsanın ruhuna tat verir. (Hz. Süleyman) Sözün revaç bulduğu, buna karşılık işin hiç olduğu bir devreye yetişirsen, şerli insanlar arasında kaldığını ve şerli bir zamanda yaşadığını bilesin. (Ebû Hâzım) ŞEHVET Cenneti arzulayan bir kimse, mutlaka dünyada şehvetlerinden fedakarlık etmelidir. (Hz. Ali) Şehvet şeytanın yularıdır. Bu yuları şeytana kaptıran ona kul olur. (Ebû Bekir Kettâni) Organlarını şehvetlerle razı eden bir kimse, kalbine pişmanlık ağacını diktiğini bilmelidir. (Ebû Yahya el-Verrak) İnsanların en zayıfı, şehvete esir ve nefsine oyuncak olandır. (İbrahim bin Davud Rıkkî) ŞEKİL ÖNEMLİ DEĞİLDİR Bir adamın şöhretine, görünüşüne bakmayın. Bir kimsenin namaz ve niyazına aldanmayın. Ancak aklına ve doğruluğuna bakınız. (Hz. Ömer) ŞERİAT Kıyamette şeriatten sorulur. Ebedi hayata giriş ve azaptan kurtuluş, şeriatın yerine getirilmesine bağlıdır. (İmam Rabbani) Şeriat üç bölümdür: İlim, amel, ihlâs. Bunlardan herbiri yerine getirilmedikçe şeriat gerçekleşemez. (İmam Rabbani) Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola koyulmak gerekir. Yola koyuldun mu bu gidişin adı tarikattır. Maksadına ulaştın mı o da hakikat. (Mevlânâ) Pergel gibi bir ayağımızla şeriat üzerinde sabitken diğeriyle yetmiş iki milleti dolaşırız. (Mevlânâ) ŞÖHRET Zillete düş, fakat şöhret isteme. Başkaları seni söylesinler diye yükselmeye çalışma. (Hz. Ali) Bir kişi tanımıyorum ki, tanınmasını sevsin de bu yüzden dini gidip rezil olmasın. (Bişr-i Hafi) İnsanoğlu üç perdeyi gönlünden gidermeyince ona Allah yolu açılmaz: Dünyayı mülk olarak verseler sevenmemek, dünya kendisinin olsa da elinden alsalar yerinmemek; şöhretten ve övülmekten hoşnut olmamak. (İbrahim Edhem) ŞÜKÜR Şükür, nimetlerin süsüdür. (Hz. Ali) Allah'ın verdiği nimeti, O'nun razı olduğu yerde harcamakla şükür, razı olmadığı yerde harcamak nankörlüktür. (İmam Gazali) Allah'ın ihsan ettiği nimetlerle O'na isyan etmemek, o nimetleri haram olan yerde asla kullanmamak şükürdür. (Cüneyd-i Bağdâdî) Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir. (İmam Şibli) TAMAH (HIRS) Şarap, tamahkarlık kadar aklı baştan alamaz. (Hz. Ömer) Tamahta zillet (aşağılık duruma düşmek) vardır. (Hz. Ali)
TEDBİR İşten evvel tedbir, pişmanlığa yer bırakmaz. (Hz. Ali) İtaat ve ibadetle iş bitmez. Söz söylemekte, etrafa bakmakta, yemek yemekte fevkalade ihtiyatlı olmak lazımdır. (Mevlânâ Alâuddin) TEMBELLİK İnsanı vaktinten önce yıpratan bir şey varsa o da tembelliktir. (Hz. Ali) Dört şey bedbahtlık işaretidir: Câhillik, tembellik, kimsesizlik, nâkeslik (kimseye iyiliği dokunmamak) (Feridüddin Attar) TEMİZLİK-SAĞLIK-HASTALIK Oburlukla sağlık bir arada bulunmaz. (Hz. Ali) Elden gitmeden iki şeyin değerini anlamak zordur. Bunlar, sağlık ve gençliktir. (Hz. Ali) Dört şeyi küçümsemeyin: Düşmanı, ateşi, hastalığı, az bile olsa ilmi. (Feridüddin Attar) Hastaya durumu sorulduğunda, önce halini hayırla anıp sonra derdini anlatırsa halinden şikayet etmiş sayılmaz. (İbrahim en-Nehaî) Cümle hastalıkların aslı çok yemektir. (Hamdun Kassar) TERBİYE Halkı hakka davet eden, canavar terbiyecisi gibi olmalıdır, canavar terbiyecisi nasıl hayanın huyunu ve yeteneğini bilip on göre davranırsa hak davetçisi de aynı şekilde davranmalıdır. (Ali Râmitenî) TEVEKKÜL Tevekkül, olan şey ile yetinmek, olmayan şeye razı olmaktır. Hakiki mânâda tevekkül, Allah'tan başkasından korkmamak, O'ndan başkasına güvenmemektir. (Fudayl bin İyaz) Cenâb-ı Hakkın kapısından kovduğu kimse her kapıya koşar; fakat O, bir kimseyi kendi kapısına çağırırsa onu kimsenin kapısına bırakmaz. (Şeyh Sâdî) TÖVBE Günah işlemekten kaçınmak, tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır. (Hz. Ömer) Tövbe edenlerle beraber oturun, çünkü onların kalbleri yumuşak olur. (Hz. Ömer) Kim ki başından geçen bir günahı hatırlar ve bu nedenle kalbi acı duyarsa, Allah katındaki kitapta o günah ondan silinmiş olur. (Abdullah bin Ömer) Bina için toprak, yaşamak için gıda neyse, melekut aleminde yükselmek için de tövbe odur. (Şahabeddin Sühreverdi) TUTUMLULUK (İKTİSAT) Tutumluluk, az şeyi çoğaltır; israf, çok şeyi azaltır. (Hz. Ali) İyi kullanılan az mal, kötü kullanılan çok maldan daha ziyade dayanır. (Hz. Ali) Allah'ın rahmetinden ümitsiz olmak, günahkar olmaktan daha tehlikelidir. (Hz. Ali) Mümin kulun korku ve ümidi aynı olmalıdır, tartılacak olsa eşit gelmelidir. (Tavus bin Keysan) Mümin günah korkusu ile ümit arasında iki arslan arasındaki tilki gibi olmalıdır. (Yahya bin Muaz) Üç şey insanı ibadet ve itaate sevkeder: Korku, ümit ve sevgi. Üç şey de insanı günaha sevkeder: Kibir, hırs ve haset. (Hatem-i Esam) Mümin, yalnız Allah'tan ümit eder, münafık ise Allah'tan başka herkesten ümit eder. (Hatem-i Esam) Dört şey kafirliğe sebep olabilir: Gıybet etmek, haset etmek, haram mal devşirmek, Allah'ın rahmetinden ümit kesmek. (Süfyan-ı Sevri) YALAN Doğruluk ile yalancılık kalbte şiddetli bir kavgaya tutuşurlar. Birisi diğerini kalbten kovuncaya kadar kavgaları devam eder. (Malik bin Dinar)
ZAMAN Üç şey Allah'ın azabını gerektirir: 1- Oyun ve eğlence ile boşuna vakit geçirmek, 2- Başkalarıyla alay etmek, 3- İnsanların arkasından konuşmak. (Seriyy'üs-Sakati) ZENGİN-ZENGİNLİK Zenginlik, gurbeti vatan; yoksulluk vatanı gurbet yapar. (Hz. Ali) Beş şey, beş nevi insanda şiddetle kötülenmeye layıktır: Âlimlerde fücur, hakimlerde hırs, kadınlarda hayasızlık, ihtiyarlarda zina, zenginlerde cimrilik. (Hz. Ali) Bir kimse zenginlerle beraber olmayı, fakirlerle beraber olmaya tercih ederse, Allah onu kalb ölümü hastalığına müptela kılar. (Ebû Osman Mağribi) Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin cennete girmesinden daha kolaydır. (Vehb ibn-i Münebbih) Büyüklenen zenginden çekin, zira lağım doldukça daha pis kokar. (Nâsır-ı Husrev) Zenginlerden kendini sakın. Kalbini ne zaman onlara bağlar, ne zaman onlardan birşey beklemeye kalkarsan, Allah'tan başka rabler edinmiş olursun. (Şakik Belhi) Zenginlerin karşısında izzet tavrı takınmak tevâzu sayılır. Fakirlerin yanında gösterilecek zillet hali ise bir şereftir. (Hayır Nisaburi) Allah'a yemin ederim ki, parayı aziz eden bir kimseyi Allah zelil eder. (Hasan Basri) Ne kadar zengin olsan yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan alabileceği kadar alır, gerisi kalır. (Mevlânâ) Zillet bakımından insanların en ileri olanı zenginlere yaltaklanan veya ona tevazu gösteren fakirdir. İzzet bakımından insanların en iyisi ise fakirlere karşı alçakgönüllü olan zengindir. (Muhammed ibn-i İsmail Mağribi) ZİKİR Zikir, bir kazmadır, onunla gönüllerdeki yabancı duygu dikenleri temizlenir. (Ubeydullah Ahrar) Kalb uyanıklığının belirtisi, Allah'ı zikrettiğin zaman Allah'ın da seni andığını duymandır. (Ebûl-Hasen Harakâni) ZULÜM-ZÂLİM Zulüm, vefâsızlık ve hile kimde bulunursa zararı yine kendine dokunur. (Hz. Ebû Bekir) Memleketler, mülk ve saltanat, küfür üzerine durabilir de zulüm üzerinde durumaz. (İmam Maverdi) Sultanların ve devlet adamlarının bozulması zulüm ile, âlimlerin bozulması tamahkarlık ile, fakirlerin bozulması ise riya ile olur. (Ebû Bekir Varrak) Haksızlık karşısında eğilmeyiniz. Zira hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz. (Hz. Ali) Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem!;Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem! (Mehmed Akif)
ZÜHD-ZÂHİD Kul ile Allah arasında dört deniz vardır. Kul bu denizleri geçmeyince Allah'a ulaşamaz. İlk deniz dünyadır, onun gemisi zühddür; ikincisi, halktır, Onun gemisi uzlettir; üçüncüsü nefistir, onun gemisi dileğini reddetmektir; dördüncüsü İblis (şeytan)tir, onun gemisi kendisini düşman bellemektir. (Cüneyd Bağdâdî) Zahid o kimsedir ki, eline hiç birşey geçmese bile gönlü hoş olur ve rızık dolayısıyla endişe etmez. (Ebû Bekir Kettânî) Akıllının dünyayı talebi, cahilin onu terkinden zühde daha yakındır. (Yahya bin Muaz) Zühd, elleri mal ve mülkten, kalbleri mal ve mülk isteğinden uzak tutmaktır. (Cüneyd-i Bağdâdi) Zahidlik helale karşı olur; harama gelince o bir ateştir. Ona ancak ölüler el uzatır. (Ömer ibn-i Abdülaziz
25. El-Muizz: Bütün izzet doğrudan doğruya irâdesine bağlı olan; dilediğini dilediği şekilde aziz kılan. 26. El-Muzül: İzzet gibi zillet de bütünüyle irâdesine bakan; dilediğini müstehak olduğu şekilde zillete düşüren. 27. Es-Semr: Ezelden ebede varlıkların bütün seslerini biri diğerine engel olmaksızın işiten; kâinattaki bütün ses ve işitmeler Onun herşeyi kuşatan işitme sıfatının tecellîleri olan. 28. El-Basîr: Gizli ve açık herşeyi her haliyle çok iyi gören, sonsuz kudret ve hikmetiyle her canlıya lâyık gözü ve görme kabiliyetini ihsan eden. 29: El-Hakem: Varlıklar dünyasında ve haklı ile haksız arasında hiçbir adaletsizliğe, yanlışlığa ve itiraza yer bırakmayacak şekilde hükmeden. 30: El-Adl: Zerreden kürelere kadar kâinatı bütün varlıklarıyla birlikte ölçü altına alıp dengeleyen; canlı cansız herşeye en güzel ve en uygun vaziyeti veren; her varlığa lâyık olduğu ölçüde varlığını devam ettirme hakkı vermekle sonsuz adaletini gösteren; emrine itaat edenleri mükâfatlandırırken, haddini aşanları dizginleyen ve hak ettikleri cezayı veren; haşrin büyük mahkemesinde ise mutlak adaletini en geniş ve en mükemmel tarzda gösteren. 31. El-Latif: Varlıkiarı en nâzik incelikler ve nazenin güzellikler içinde yaratan, herbir canlıya lütufkarlıkla ihsan ve ikramlarda bulunan; sonsuz ilmiyle eşyanın bütün inceliklerine nüfuz eden. 32. El-Habîr: Göklerde ve yerde, görünen ve görünmeyen âlemlerde en gizli sırtardan, en saklı şeylerden haberdar olan. İlminin dışında hiçbir şey bulunmayan; her şeyin gizli açık, küçük büyük her halini bilen. 33. El-Halîm: Günah ve isyanlarına rağmen kullarını hemen cezalandırma-yıp onlar için tevbe ve ümit kapılarını açık bırakan; onları sonsuz rahmet ve ke-remiyle nzıklandırmaya devam eden. 34. El-Azîm: Bütün varlıkları her hallerinde kudret ve hâkimiyetiyle çekip çe-vjren, en küçük zerreden Arş-ı Azama kadar herşeyi sınırsız isim ve sıfatlarının tecellileriyle kuşatan. 35. El-Gafûr: Sonsuz rahmetiyle dilediğinde küçük büyük bütün günahları bağışlayan 36. Eş-Şekûr: Bütün kullarının bütün şükür ve sâlih amellerinden haberdar olan, şükredenlerin nimetlerini arttıran; en küçüğünü dahi zayi etmeksizin bütün iyiliklere bol bol sevaplar ihsan eden. 37. El-Aliyy: Zât, sıfat ve isimleriyle her türlü kusur ve noksandan uzak, mümkün ve düşünülebilecek ve tasavvur edilebilecek her türlü derece ve mertebelerin üstünde olan. 38. EI-Kebîr: Sınırsız isim ve sıfatlarıyla ilmimizi aşan sonsuz büyüklük sahibi olan. 39. El-Hafîz: Bütün varlıkların her türlü davranış, hal ve hareketlerini kaydeden; milyonları aşan canlı türlerinin nesillerini, tohum ve nutfelerinde muhafaza edip devam ettiren; İnsanların bütün yaptıklarını sorgulama için inceden inceye dikkatle kaydeden; bütün varlıkları devamlı gözetimi altında tutan; onları heı türlü zarar ve kötülüklerden koruyan. 40. El-Mukît: Herşeye gücü yeten, herşeyi lâyıkıyla gözeten, iyiyi iyiliğinden kötüyü de kötülüğünden derecesine göre hissedar eden; maddî ve manevî heı türlü rızkı veren. 41. El-Hasîb: Bütün mevcudatın bütün amellerinin muhasebesini yapıp, neti cesini hıfz eden; sonsuz acizlik ve hadsiz düşmanlara karşı mahlukâtın imdadı na kudret ve rahmetiyle yetişen. Onlara her zaman, her ihtiyaçlarında kâfi bi vekil olan. 42. El-Celîl: Bütün celâl sıfatlarıyla sıfatlanmış olan; en geniş dairelerde^ varlıkların türleri üzerinde icraat ve tecelliyatlarıyla rubûbiyetinin ihtişamını gös teren; birliğini ve yüce zâtına lâyık muhteşem sıfatlarını bildiren.
43. EI-Kerîm: Bütün zîhayatları binler işteha. duygu, âlet ve organlarla dona tıp süsleyen; sonsuz rahmet hazinelerinin süslü ve tatlı nimetlerini karşılık bek lemeden önlerine seren. Sonsuz keremi, yarattığı bütün sanatlı mahlukât üze rindeki tezyinat ve bunların terbiyelerindeki dikkat ve titizlikle açıkça görünen. 44. Er-Rakîb: Mahlukâtın hareket, davranış, hal ve işlerini devamlı kontrol ve gözetimi altında tutan, bunları kaydeden. 45. El-Mucîb: Bütün varlıkların hal ve dil İle yardım istemelerine ve dualarına tam bir hikmet, rahmet ve inayetle dâima cevap veren. Darda ve sıkıntıda olanların imdadına koşan. 46. El-Vâsi': Kudret, rahmet, bağışlama, iş ve fiilleri, tecellî ve tasarrufları, sıfat ve isimlen, bütün varlıkları içine alacak kadar geniş olan. Kullarına bol bol nimetler veren. 47. El-Hakîm: Herşeyi en kısa yoldan, en faydalı, en kolay ve en güze! bir şekilde yaratan. Boş iş yapmayan, herbir şeyde sayısız faydalar gözeten, ve bunu yaratıkları üzerinde tecellileriyle gösteren. 48. El-Vedûd: Cemâlini, isimlerini ve bunların tecellîleri olan mahlukâtının güzelliklerini çok seven; rahmetinin güzel meyveleriyle söz ve fiilleriyle kendini yaratıklarına sevdiren. 49. El-Mecîd: Zât ve sıfatı herşeyden yüce, şan ve şerefi herşeyin üstünde, lütuf ve keremiyle herşeyden üstün, her türlü yüceltmeye nihayet derecede lâyık olan. 50. El-Bâis: Şuur sahibi yaratıklarına elçiler göndererek emir ve yasaklarını bildiren; sayısız insan, hayvan ve bitkileri hayat sahnesine çıkaran; haşirde bütün ölüleri tek bir emirle diriltip kabirlerinden çıkaran ve onları yüce huzurunda toplayan. 51. Eş-Şehîd: Bütün varlıkları her an müşâhadesi altında bulunduran; varlık ve birliğine, elçilerinin ve kitaplarının hak olduğuna, konuşması, fiilleri ve eserleriyle bizzat şahitlik eden. 52. El-Hakk: Varlığı gerçek olan ve hiç değişmeyen, ibâdete lâyık ve her hakkın sahibi olan. 53. El-Vekîl: Bütün varlıkları bütün halleriyle idare eden, bütün ihtiyaçlarını karşılayan, bütün hal ve davranışlarını bilen ve gözeten; kendisine tevekkül edenlerin herşeyine kâfi gelen. 54. El-Kaviyy: Kuvveti bütün kâinata hâkim ve bütün eşyayı zapteden ve bütün varlıkları hükmü altına alan. 55. El-Metîn: Herşeye tam bir teslimiyetle boyun eğdiren; hiçbir fiilinde hiçbir güçlükle karşılaşmayan; hiçbir varlık, vasıta ve cisim fiillerine hiçbir cihetle engel olmayan. 56. El-Veliyy: Varlıkların bütün işlerini ve ihtiyaçlarını üzerine alan, bütün yardımlar ve muvaffakiyetler kendisinden gelen, Kendisine îman ile bağlananları her zaman yardım, himaye ve yakın dostluğuyla koruyup gözeten. 57. EI-Hamîd: Zâtındaki sonsuz kemalâtıyla her hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyık olan; ezelden ebede kâinattaki bütün nimet ve ihsanlar karşılığında, hal ve dil iie her kimden her kim için yapılırsa yapılsın sayısız hamd, şükür ve övgüler yalnızca kendisine âit olan. 58. El-Muhsî: İlmiyle maddî ve manevî bütün herşeyi kuşatan; ne zâtı ve ne de ilmi hiçbir şekilde ihata edilemeyen. Bildirdikleri dışında hiçbir şey bilinemeyen; dünyada kullarının küçük büyük bütün yaptıklarını bilen ve mahşerde sayıp dökecek olan. 59. El-Mübdi': Kudret ve iradesiyle varlıklara ilk yaratılışlarında yoktan, hiçten vücut veren, onlara gerekli olan şeyleri de hiçten icad edip ellerine veren. 60. El-Muîd: Ölmüş ve dağılmış sayısız canlıları her baharda ilk yaratılışlarında olduğu gibi yeniden diriltip inşâ eden; gönderdiği rızıklarla varlıkların mevcudiyetini her an tazeleyen; mahşerde ise bu ismin azamî derecede tecellî-siyle bütün varlıkları oraya uygun bir tarzda yeniden yaratan.
61. El-Muhyî: Cansız maddelerden canlı maddeler yaratan, hayatı veren ve onu rızıkla devam ettiren; hayat için gerekli olan şartları hazırlayan; bütün canlıları perdesiz, vasıtasız olarak kudretiyle ihya eden ve ölüleri dirilten; manen ölü kalpleri îmanla hayatlandıran; kışta ölen sayısız canlıları baharda yeniden dirilten. 62. El-Mümît: Ölümü veren, hayat vazifesinden terhis eden, kullarını fâni dünyadan baki âleme götüren, kulluğun külfetinden azâd eden. 63. El-Hayy: Sonsuz mükemmellikteki hayat Zâtının sıfatı olan; Zâtı bu sıfattan ayrı düşünülemeyen; hayatı, daimî, ezelî ve ebedî olup ölme ve yok olma gibi arızalardan uzak bulunan; kâinattaki bütün hayat izleri ve canlı fertler üzerinde taklid edilmez mühürleri bulunan. 64. El-Kayyûm: Varlığı için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan, bizatihi varlıkta kaiabilen; fakat bütün eşya onun iradesi ve yaratmasıyla varlıklarını sürdüren ve vücutta kalan. Zerreler ordusundan yıldızlar ordusuna kadar bütün varlıkları hassas bir denge ve ölçü ile ayakta tutan ve önemli vazifelerde çalıştıran. 65. El-Vâcid: istediği herşeyi bulabilen, elinden hiçbir şey kaçmayan, sonsuz derecede varlıklı olan. 66. El-Mâcid: Zâtı, sıfatlan ve isimleri, izzet ve azametin şan ve şerefin son mertebesinde bulunan. 67. El-Vâhid: Zât, sıfat ve isimlerinde bir olan, eşi bulunmayan; taklid edilmez imzalarla bütün varlıklarda tevhidin mühürlerini nakşeden; bir bütün olarak kâinattan birliği görünen; birliğinin tecetlisiyle kâinatı bir fabrika gibi çalıştırıp varlıkları o fabrikanın çarkları ve bir vücudun azaları gibi birlik, dayanışma ve bütünlük içerisinde birbirinin yardımına koşturan. 68. Es-Samed: Herşey her halinde kendisine muhtaç olan, kendisi ise hiçbir şeye muhtaç olmayan; bütün ihtiyaç ve dileklerde dergâhına başvurulan. 69. El-Kâdir: Gücü herşeye yeten, kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen; Zâtından ayrılmaz ve ezelî olan kudretine acizlik asla bulaşmayan. 70. El-Muktedir: Sonsuz ve sınırsız kudretine bütün varlıkları itirazsız itaat ettiren. 71. EI-Mukaddim: İstediğine, zaman ve mekân yönünden; maddî manevî yönden, şeref,ve rütbe bakımından öncelik veren. 72. El-Muahhir: İstediğini zaman ve mekân yönünden; maddî manevî yönden, şeref ve rütbe bakımından sona bırakan; herşeyi eceli gelinceye kadar erteleyen; imtihan gereği genellikle kullarının cezasını hemen vermeyip âhiret gününe bırakan. 73. El-Evvel: Başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve kudretine bağlı olan; herşeyin ilk hali ve aslı Onun ezelî ilminin düsturla-rıyla tanzim edilen. 74. El-Âhir: Sonu olmayan, herşeyden sonra varlığı devam eden; bütün varlıkların neticesi kendisine bakan ve Ona dönecek olan; herşeyin son noktası, nesli, geleceği ve neticesi Onun emir ve kudretiyle tanzim edilen. 75. Ez-Zâhir: Varlık ve birliğinin delilleri herşeyde ap açık görünen; bütün varlıklar dış görünüşleriyle ve sanatlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şahitlik eden. 76. El-Bâtın: Herşeyin gerçek yüzüne vâkıf olan; herşeyin iç yüzü bilhassa canlıların vücut fabrikalarında işleyen binler mucizeli ve muntazam tezgâhlar ilim, kudret ve hikmetine şahitlik eden; şiddet-i zuhurundan, sınırsız büyüklüğünden ve zıddının olmayışından dolayı mahlukâtın gözünden gizlenen, ancak eserleriyle varlığını gösteren, 77. El-Vâli: Herşeyin dizginini elinde tutan, her işi sadece kendi elinde; varlıkları idare, hâkimiyet ve tasarrufu altında bulunduran. 78. El-Müteâlî: Yüceliğinin sonu olmayan, her türlü noksanlıklardan uzak bulunan. 79. El-Berr: Dilediği kullarına kesintisiz iyilik ve ihsanda bulunan; nimet veren. 80. Eî-Tevvâb: İsyanından dönen kullarının tevbelerini her zaman kabul eden; sevdiği kulunun günahla bağlantısını kesen ve tevbeye muvaffak kılan. 81. El-Muntakim: Emir ve yasaklarına karşı gelenleri, helâl dairenin dışına taşanları cezalandıran; din düşmanlarına, hakkı alçaltmak için çalışanları er veya geç, hatır ve hayale gelmez felâketlerle perişan eden.
82. El-Afuvv: Günahları silen, çok affeden ve affetmeyi seven. 83. Er-Raûf: Rahmet ve şefkatiyle herbir canlının üzerinde titreyen; en gizli ve en küçük ihtiyaçlarına cevap veren; son derece merhamet ve şefkat sahibi. 84. Mâlikü'l-Mülk: Kâinatın, canlı, cansız; küçük büyük içindekilerin ezelden ebede tek gerçek sahibi ve mutlak hâkimi. 85. Zü'l-Celâl-i ve'l-İkram: Sonsuz büyüklük, azamet ve yüceliğiyle beraber, canlı mahlukâtına ihsan ve ikramlanyla iltifat eden. 86. El-Muksıt: Her fiil ve icraatında hak ve adaleti gözeten, adaletten ayrılmayan, 87. El-Câmi': Zât, sıfat, isim ve fiillerinde her türlü kemâli toplayan; en büyük mahlukâtindaki hikmet ve sanat numunelerini en küçüğüne de yerleştiren. Eser ve fiillerinde zıtları bir arada kullanarak büyüklüğünü gösteren; haşirde bütün mahlukâtı yüce divanında toplayan. 88. El-Ganî: Sonsuz zengin olan; hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı bulunmayan. 89. El-Muğnî: Bütün mevcudatın bütün ihtiyaçlarını tükenmez servet ve hazinelerinden karşılayan ve varlık sahibi her bir yaratığa servet ve zenginliği ihsan eden; kullarından dilediğini lütfü ile zengin kılan. 90. El-Mani': Varlıkları hadlerini aşmaktan ve saltanatına ortaklıktan men eden; zararlı ve tehlikeli sebepleri izni dışında yaratıklarına zarar vermekten alıkoyan; dilediğinden dilediği şeyi esirgeyen. 91. Ed-Dâr: Her türlü zarar elinde bulunan ve Onun izniyle var olan; bir hikmete binâen zarar vermek istediği bir kimseden o zararı geri çevirecek Kendisinden başka hiç kimse bulunmayan. 92. En-Nâfi': Bütün hayır ve menfaat elinde bulunan; Onun kudretiyle var olan ve hayır murad ettiği kimseden o hayrı geri çevirecek Kendisinden başka kimse bulunmayan. 93. En-Nûr: Bütün kâinatı maddeten aydınlattığı gibi, kullarının hayat yollarını akıl nimetiyle, gönderdiği kitap ve peygamberlerle aydınlatan; mü'min kullarının kalplerini îman ile nurlandtran. 94. El-Hâdi: Her bir varlığı tam bir hikmetle yaratılış gayesine doğru ileten; dünyevî ve uhrevî her konuda bütün zarar ve menfaatleri gösterip doğru yola sevkeden; lâyık gördüğü kullarını hidâyete erdiren. 95. El-Bedi': Kâinatı hiçten, yoktan, taklitsiz, modelsiz ve benzersiz bir surette yaratan, onu binbir isminin sonsuz güzellikleriyle süsleyen 96. El-Bâki: Zât, sıfat ve isimleriyle dâimi olan; her türlü yokluk ve fânilikten münezzeh bulunan; Kendisine ölüm arız olmayan. 97. El-Vâris: Mülkün ezelî ve ebedî sahibi olan; Ondan başka herşey ölüm ve yokluğa mahkûm olan, yaratıklar öldükten sonra da varlığı devam eden ve herşey Kendisine dönecek olan. 98. Er-Raşîd: Hiçkimseye danışma ihtiyact duymadan, bizzat, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan en güzel şekilde ayırıp kullarına da bunu gösteren; kâinatı bütün varlıklarıyla istikâmet üzere hikmetle, en kısa ve en kolay yola sevkeden. 99. Es-Sabûr: Bütün âsilere lâyık oldukları cezayı vermeye her an gücü yettiği halde onları cezalandırmada acele etmeyen; sabırsızlıkla henüz zamanı gelmeyen bir işi yapmaya tevessü! etmeyen ve bütün sabırlıların sabrı onun yardım ve rahmetiyle var olan.
1321. [2:495, Hadîs No: 2371] îbni Mes'ûd Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Allah'ın öyle kulları vardır ki, onları öldürülmekten korur, güzel ameller içerisinde ömürlerini uzatır. Rızıklarmı güzelce verir. Onları afiyetle yaşatır, ruhlarını yataklarında huzur içerisinde aldığı halde onlara şehitlerin makamını verir.[21]
1322. [2:498, Hadîs No: 2380] Muhammed bin Abdullah bin Cahş (r.a.) rivayet ediyor:[22]
1932. [3:361, Hadîs No: 3639] Utbe binAbd'dan (r.a.) rivayetle: Cennetin sekiz, Cehennemin ise yedi kapısı vardır.
1933. [3:361, Hadîs No: 3641] Ebû Said el-Hudrı (r.a.) rivayet ediyor: Cennet yüz derecedir. Bütün âlemler bir tanesinde toplansa hepsini içine alır.[117]
1937. [3:363, Hadîs No: 3648] Ibni Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Cennete girmek her hayâsıza haramdır.[121]
1938. [3:363, Hadîs No: 3650] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Cennetin bir kerpici altından, bir kerpici gümüştendir. Harcı halis misktir. Çakılları inci ve yakuttur. Toprağı za'ferandır. Ona giren kişi nimetlenir, sıkıntı çekmez. Orada ebedî kalır, ölmez, elbiseleri eskimez, gençliği yok olmaz.[122]
Bu hadis bize Cennetin bir kısım güzelliklerini nazara vermektedir. Açıkça görülmektedir ki, Cennet, herşeyin en güzellerinin bulunduğu, insanın gıpta damarlarını tahrik edecek ehemmiyette bir yerdir. Güzellikleri insanı büyüleyecek özellikte olan Cenneti şüphe yok ki dünya ölçüleriyle anlamak mümkün değildir, anlamaya kalkmak da o derece yanlıştır. Herşeyden önce Cenneti yaratan Allah'tır. Sonsuz kudret sahibi Allah diledikten sonra dilediği şeyi dilediği gibi yaratır. Cennetin bazı köşklerinin tuğlalarının gümüşten oluşu, gümüş gibi parlaklığından, beyazlığından kinayedir. Tıpkı, "Onlar gümüş beyazlığında, biliûr berraklığında kaplardır ki, sakiler onları herkesin iştahına gönderir"[123] âyetinde geçtiği gibi. Tuğlalar arası harcın miskten olması Allah'ın kudreti için güç değildir. Zafe-ran da Cennetin güzel kokular yeri olduğunu gösterir. Baharda bağ, bahçe ve tarlaları rengarenk çiçek ve güzel kokularla süsleyen Allah için ne zor olabilir? Böylesine nimet ve güzelliklerin sergisi olan Cennette en büyük nimetlerden biri hiç şüphesiz devamlı genç kalmak ve ölmemektir. Herşey mükemmel olsa fakat ölüm gelip hepsine son verse o lezzetin, zevkin, yaşamanın tadı kalmaz. Onun içindir ki insanın en büyük arzusu ebedî yaşamaktır. Yaratılışına ölümsüzlük yerleştirilen insan geçici dünyada ne kadar arzulasa da bu isteğine kavuşamaz. Ölümsüzlüğe ancak bu dünyadan göçtükten sonra kavuşulacak, İsrafil'in ikinci suruyla diriltilen insan bir daha ölmeyecektir. Allah ebedî olduğu için kullarına da ebediyeti ihsan edecek, yaratılıştaki bu en büyük arzuyu tatmin etmiş olacaktır. Cisim, eğer canlıysa, bedeninde devamlı sentez ve analizler vukubulur. Dolayısıyla canlı ölüme mahkûm olur. Böyle bir cismin Cennette ebediyet kazanması, ancak Cenab-ı Hakkın o vücudu Cennetin şartlarına uygun tarzda ayarla-masıyla mümkündür. Bu hususa Sözleı'öe şöyle dikkat çekilir: "Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın [canlı vücudunun] inkiraza ve mevte [dağılıp Ötmeye] mahkûmiyeti ise, varidat ve sarfiyatın müvazenesizliğîndendir [vücuda giren ve çıkan şeylerin dengesizliğindendir.] Çocukluktan sinn-i kemâle kadar varidat çoktur; ondan sonra masarif ziyadeleşir, muvazene kaybolur. Âlem-i ebediyette ise; zerrâM cisim sabit kalıp terkip ve tahlile maruz değil veyahut muvazene sabit kalır, varidat ile masarif müvazenettedir. Devr-i daimî gibi, cism-i zîhayat; telezzüzat için, hayat-ı cismaniye tezgahının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir."[124]
1939. [3:366, Hadîs No: 3656] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Komşu üç türlüdür: Bunlardan birincisinin bir hakkı vardır. Bu, komşulardan en az hak sahibi olanıdır, ikincisinin iki hakkı vardır. Üçüncüsünün de üç hakla vardır. Bir hakkı olan komşu, akraba olmayan gayr-i müslim komşudur, iki hakkı olan komşu, Müslüman olan komşudur ki, onun hem Müslümanlık, hem de komşuluk hakkı vardır. Üç hakkı olan komşu ise, akraba olan Müslüman komşudur. Bunun hem Müslümanlık, hsm akrabalık, hem de komşuluk hakkı vardır.[125]
1940. [3:367, Hadîs No: 3658] Osman'dan (r.a.) rivayetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kur'ân'ı ezberleyen, onun hükmünü yaşamaya gayret gösteren kimse Allah tarafından korunmuştur.[126]
1941. [3:368, Hadîs No: 3660] Ebû Umâme (r.a.) rivayet ediyor: Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kimse islâm sancağını taşıyan kimsedir. Böyle bir kimseye saygı gösteren Allah'a saygı göstermiştir. Onu küçük görene ise Allah lanet etsin.[127]
1942. [3:368, Hadîs No: 3661] Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle, Peygamber E fendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kadınlar çocuklarını karınlarında taşır, dünyaya getirirler, emzi-rirler, onlara karşı çok da merhametlidirler. Eğer kocalarına eziyet etmeyip namazlarını da kılsalar Cennete girerler.[128]
1943. [3:368, Hadîs No: 3662] Hasan el-Basrî rivayet ediyor: Dünya sevgisi her hatanın başıdır.[129]
1944. [3:369, Hadîs No: 3663] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: İnsanların övgüsüne olan düşkünlük kişiyi kör ve sağır eder.[130]
Bir insan düşünün ki övülmeyi sevmekte, övgüye göre kendine yön vermekte ve şekillendirmektedir. Böyle bir insanın hakkı, hakikati, doğru ve gerçeği bulma ve görmesi mümkün değildir. Böyle insanlar gerçeğe karşı kör ve sağırdırlar. Çünkü onlara göre doğru hayranlarını, övgü yağdıranları memnun edecek davranışlardır. Artık o söz ve davranışlarını hak ve hakikate göre değil, kendini öven insanlara göre ayarlamakta, hak ve hakikate ters de olsa onlara lâyık hale gelmek istemekte, övgü ve sevgilerini devam ettirebilmek için onların istediği tarzda olmaya çalışmaktadır. Övgüye düşkün kimse zamanla nefsini putlaştırır. Herkesi etrafında pervane, kendini de âdeta dünyanın merkezi sanır. Böyle bir felsefeye sahip bir kimsenin hak ve hakikati ve hele şahsî kusurlarını görmesi, kendine çekidüzen vermesi mümkün mü? Kendi sırça sarayında ve fildişi kulesinde gerçek dünyadan habersiz adetâ kör ve sağır hayatı sürmektedir.
1945. [3:370, Hadîs No: 3668] îbni Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Sahabîlerime dil uzatana Allah lanet eylesin. Kim Sahabîlerim konusunda benim hakkımı gözetirse, ben de Kıyamet günü onu gözetirim.[131]
1946. [3:370, Hadîs No: 3669] Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku. Gerçek sevincim namazdadır.[132]
1947. [3:371, Hadîs No: 3670] Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor: Siz Allah'ı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin.[133]
1948. [3:372, Hadîs No: 3674] Abdullah bin Enis (r.a.), Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Birşeyi aşarı sevmen seni ona karşı kör ve sağır yapar.[134]
1949. [3:373, Hadîs No: 3675] Abdullah bin Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Zulme uğradığı halde kendisi de başkasına zulmetmiş olan bir kimsenin duasını kabul etmemeye Allah kesin karar vermiştir.[135]
1951. [3:376, Hadîs No: 3685] Abdullah bin Cerad, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Hac yapın. Şüphesiz hac suyun kiri yıkadığı gibi günahları yıkar, temizler.[137]
1952. [3:376, Hadîs No: 3686] Saffan bin Süleym'den rivayetle: Seyahata çıkın ki, sıhhat bulaşınız.[1]
1953. [3:377, Hadîs No: 3692] Ebû Kırsafete rivayet ediyor: Benden duyduklarınızı nakledebilirsiniz. Fakat asla yalan katmayın. Kim benim söylemediğim şeyi söyledi diye benim adıma yalan söylerse, Cehennemde kendisi için bir ev yapılır. Orada yaşar.[2]
1954. [3:377, Hadîs No: 3693] Ali'den (r.a.) rivayetle: İnsanların anlayıp kavrayacakları dilden konuşun. Onların Allah ve Resulünü yalanlamalarını ister misiniz?[3]
Mesele öğretmek, başkalarına birşeyler anlatmaksa, muhatabın zekâ, kabiliyet ve anlayış seviyesini göz önünde bulundurmak gerekir. Bir ilkokul çocuğuna üniversite talebesine verilen ders verilmez. Çocuğa, çocukça bir dille anlatmak gerekir. Rabbimiz de kelâmını bizim anlayabileceğimiz bir dille göndermemiş midir? Anlayış kapasitemizin üstünde gönderseydi, değil anlamak inkâr etmek işten bile olmazdı. Bilhassa Islâmı tebliğle görevli kimselerin bu hadisteki ikaza çok dikkat etmeleri gerekir. Muhatabın kültür, idrak ve anlayış seviyesini iyi hesaplamalı; aklı almadığı için kabullenemeyeceği, inkâr ve itiraz edebileceği gerçekten hayaliyle anlatmamalıdır. Derin hakikatleri akla yaklaştırmak için gerek Kur'ân ve gerekse hadislerde verilen örnekler bize rehber olmalıdır. Muhatabın ilim ve kültür seviyesi dikkate alınmadan anlatılan bir kısım meseleler, muhatapta ters tepki uyandırıp inkârına sebep oluyor, Allah'ı ve Peygamberi yalanlamaya götürüyorsa, meselâ okunan âyeti ve söylenen hadisi, ilmi anlamaya, aklı kavramaya müsait olmadığı için, "böyle şey de olur mu canım? Bu akla yatmıyor" gibi bir ifade kullanarak inkâra sapıyorsa bunda önemli bir sorumluluk da anlatan kişiye düşmektedir. Maksat insanlara hak ve hakikati kabul ettirmekse, bunun usûlüne de riâyet etmek gerekir. Aksi halde kaş yapayım derken göz çıkarılmış olur.
1955. [3:378, Hadîs No: 3694] Ali (r.a.) rivayet ediyor: Cebrail, bana Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu anlattı: '"La ilahe illallah' Benim kalemdir. Oraya giren azabımdan emin olur."[4]
1956. [3:379, Hadîs No: 3697] Osman'dan (r.a.) rivayetle: Aziz ve celil olan Allah yolunda bir gece nöbet beklemek; gecesi nafile ibâdetle, gündüzü nafile oruçla geçirilen bin günden fazîletli-dir.[5]
1957. [3:380, Hadîs No: 3702] Âişe rivayet ediyor: İnsanlardan her yumuşak huylu, ince kalbli, hoş geçimli ve cana yakın kimse Cehennem ateşine haram kılınmıştır.[6]
1958. [3:381, Hadîs No: 3705] Büreyde'den (r.a.) rivayetle: Allah yolunda cihada çıkan mücâhidlerin hanımlarının cihada çıkmayanlara haram oluşu tıpkı annelerinin kendilerine haram oluşu gibidir. Her kim mücâhidlerden birinin ailesinin işleri konusunda bii vazife alır da ona riâyet etmeyip hainlik ederse, Kıyamet Günü bu adam mücâhidin karşısında durdurulur ve kendisine şöyle denir; "Bu, senden sonra ailenin işlerini üzerine almış ve hainlik etmişti. Dolayısıyla iyiliklerinden istediğin kadarım al." O da onun sevabından istediği kadar alır. Emânete ihanet etmiş olan bu adamın sevabından geride birşey kalacağını mı sanıyorsunuz?[7]
1959. [3:381, Hadîs No: 3706] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Komşunun malının, namusunun ve buna benzer şeylerinin ha-ramlığı, kanını dökmenin haramhğı gibidir.
1960. [3:381, Hadîs No: 3707] Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle: Müslümanın malının haramlığı, kanının haramlığı gibidir.[8]
1961. [3:383, Hadîs No: 3712] Muaz bin Enes (r.a.) rivayet ediyor: Müezzinin namaza çağırdığını duyup da dâvetine uymaması, bir mü'min için kötülük ve hayırdan mahrumiyet olarak yeterlidir.[9]
1962. [3:383, Hadîs No: 3715] Şeddad bin Evs'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: "Hasbiyallâhü ve ni'mel vekîl (Allah bana kâfidir. O ne güzel vekildir)" sözü her korkan kimse için bir emniyet kaynağıdır.[10]
1963. [3:384, Hadîs No: 3716] Ebû Sabit rivayet ediyor: Yaratıcıma olan ümidim bana yeter. Dünyamdan dinim bana yeter.[11]
1964. [3:384, Hadîs No: 3717] Ammar bin Yasir'den (r.a.) rivayetle: Güzel ahlâk, Allah'ın yarattığı en büyük şeydir.[12]
1965. [3:384, Hadîs No: 3718] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Güzel ahlâk dinin yansıdır.[13]
1966. [3:384, Hadîs No: 3719] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Güzel ahlâk, günahları güneşin buzu erittiği gibi eritir.[14]
1968. [3:386, Hadîs No: 3725] Cabir (r.a.) rivayet ediyor: Emri altındakilere karşı güzel davranmak, hayır ve berekete vesiledir. Kötü ahlâk uğursuzluktur, iyilik, Ömrün artmasına vesîledir. Sadaka kötü kazayı önler.[16]
1969. [3:387, Hadîs No: 3726] Bera binÂzib'den (r.a.) rivayetle: Kur'ân'ı seslerinizle güzeli eştirin. Çünkü güzel ses Kur'ân'm güzelliğine güzellik katar.[17]
Başka bir hadiste de güzel sesin, Kur'ân'm süsü olduğu[18] bildirilmiştir. Başka hadislerinde de Peygamberimiz Kur'ân'ı güzel sesle okuyanları teşvik ve iltifat etmiştir. Birgün Ebû Musa'l-Eş'ârî'nin güzel sesiyle Kur'ân okuduğunu görünce, "Ey Ebû Musa! Sana Hz. Davud'un güzel nağmelerinden bir nağme verilmiştir[19] buyurmuş, içe işleyen sesiyle Huzeyfe'nin âzadlı kölesi Salim'in Kur'ân okuduğunu işittiğinde de şöyle iltifatta bulunmuşlardı: "Allah'a hamdolsun ki, ümmetim içinde böyle insanlar var."[20] Allah'ın, Kur'ân'ı güzel ve terbiye edilmiş bir sesle okuyan kimseye güzel okuyuşuna karşılık hiçbirşeye verilmeyen bir sevap verildiğini de[21] bildirmiştir ki, bunun kadar güzel sesle Kur'ân'ı okumanın önemini anlatan bir husus olamaz. Niçin Kur'ân'm güzel sesle okunmasının bu kadar önemi vardır ve neden Peygamber Efendimiz (a.s.m.) güzel sesle okuyanlara böylesine bir iltifatta bulunmaktadır? Yukardaki hadiste bunun önemli bir sebebi üzerinde durulmakta ve güzel sesin "Kur'ân'ın güzelliğine güzellik kattığı" belirtilmektedir. Kur'ân bütünüyle güzeldir. Güzei ses herşeyden önce o güzelliği yansıtır, dikkatleri üzerine çeker, tefekküre sevkeder. Bülbül gibi kuşların seslerinin ruha işlediği düşünülürse hoş bir sâdâ, yakıcı bir ses, ruha işleyici bir edâ ile bülbül sesli hafızlar tarafından okunan Kur'ân'm insanda yapacağı etkileri anlamak güç olmasa gerek. Herşeyden önce Allah'ın kelâmı en mukaddes kelâmdır. Onu okurken, dinlerken gereken saygıyı göstermek, islâmın gereği olduğu kadar onu güzel sesle okumak da ona olan saygının ifadesidir. Açıktan ve güzel sesle Kur'ân'ı okumak, dinleyenlerin gönlünü Islama meylettirir, dine olan bağlılık ve hürmetlerini arttırır. Ruhları büyüler, kalbleri yatıştırır, huzur, sürür ve sükûn verir. Ruhları okşuyan güzel bir sesle Kur'ân'ı dinleyerek hidayete eren kimselerin varlığı da bilinen bir gerçektir. Kur'ân'] güzel bir sesle okumak demek, teğannîye kaçmadan, ağzı sağa sola bükmeden hoş ve tatlı bir sâdâ ile onu okumak demektir. Böyle bir sesle okunan Kur'ân'ı dinleyen insan, Allah'ın kelâmını dinleme, onu anlamaya çalışma ve düşünme fırsatı bulur. Allah yoluna girme, onda sebat etme, gayret gösterme, kötülüklerden uzaklaşma çabası içerisine girer. Bu hadisten sesleri güzel olmayan kimselerin Kur'ân okumamaları gibi bir mânâ çıkarılmamalıdır. Aslında bu hadiste bir Allah vergisi olan güzel seslerin yanında sesleri tecvid ve kıraat kaidelerine göre terbiye etmenin önemine dikkat çekilmiştir.
1970. [3:387, Hadîs No: 3727] Yala bin Mürre (r.a.) rivayet ediyor; Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Allah Hüseyin'i seveni sevsin.[22]
1971. [3:387, Hadîs No: 3728]
İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: Mallarınızı zekâtla emniyet altına alınız. Sadaka vermekle hastalarınızı tedavi ediniz. Belânın gelmemesi için duâ ediniz.[23]
1972. [3:389, Hadîs No: 3733] -İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor; Küçük çocuğun birşcyi hafızasına alması taş üzerine kazılan nakış gibi kalıcıdır. Kişinin yaşlandıktan sonra birşeyi hafızasına almaya çalışması ise, su üzerine yazı yazmaya benzer.[24]
Bu hadis, çocuk yaşta öğrenmenin önemini vurgulamaktadır. Nasıl taşa kazılan yazı, kolay kolay silinmezse, küçük yaşlardayken öğrenilen bilgiler de kolay kolay unutulmazlar. Onun içindir ki ebeveyn, çocuklarına daha küçük yaşlardayken okuma şevk ve hevesi yanında zarurî ve öz bilgileri verirlerse, çocuk hem çok şey öğrenir, hem de hayatını sağlam bir temel üzerine oturtmuş olur. Yaşlılıkta öğrenilenler ise suya yazı yazmak gibidir ki, çabuk unutulur ve silinir. Âdeta bu yorgunu yokuşa sürmeye benzer. Fazla başarı elde edilmez. Bu gerçekle beraber insan yaşlıyken de birşeyler öğrenebilir. Bu hadis yaşlılıkta ilim öğrenmenin imkânsızlığına değil, çabuk unutulacağına dikkat çekmektedir. Yoksa mü'min ölünceye kadar öğrenmekle mükelleftir.
1973. [3:390, Hadîs No: 3736] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle; Bir Müslümanm diğer Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: (1) Karşılaştığında kendisine selâm ver. (2) Seni davet ettiğinde dâvetine icabet et. (3) Senden nasihat istediğinde yol göster. (4) Aksırıp 'Elhamdülillah* dediğinde, fYerhamükellah [Allah sana merhamet etsin]' de. (5) Hastalandığında kendisini ziyaret et, (6) Öldüğünde cenazesine katıl.[25]
1974. [3:391, Hadîs No: 3738] Temim ed-Dâri (r.a.) rivayet ediyor; Erkeğin hanımı üzerindeki hakkı yatağım terk etmemesi, dîne ters olmayan bir hususta yemin ettiğinde yeminini doğru çıkarması, sözünü dinlemesi, izni olmaksızın dışarı çıkmaması, hoşlanmadığı kimseleri evine almaması.
1975. [3:391, Hadîs No: 3740] Muâviye bin Hayde'den rivayetle: Kadının kocası üzerindeki hakkı şunlardır: Yemek yediğinde ona yedirmesi, birşey giydiğinde ona da giydirmesi, yüzüne vurmaması, "Çirkinsin" gibi sözlerle hakaret etmemesi, cezalandırmak düşüncesiyle evinin dışındaki bir yerde onu terk edip yalnız bırakmaması.
1976. [3:393, Hadîs No: 3741] Ebû Muaviye bin Hayde rivayet ediyor: Komşu hakkı, hastalandığında ziyaret etmen, öldüğünde cenazesine katılman, borç istediğinde vermen, fakir düştüğünde bunu olur olmaz yerde söylememen, güzel bir şeye kavuştuğunda tebrik etmen, başına bir musibet geldiğinde teselli etmen, binam onun binasından yüksek yapıp da evinin hava almasına engel olmaman, komşuna göndermeyeceksen, yaptığın yemeğin kokusuyla ona sıkıntı verme-mendir.
1977. [3:393, Hadîs No: 3742] Ebû Rafi'den (r.a.) rivayetle: Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona okuma yazmayı, yüzmeyi, ok atmayı öğretmesi ve ancak helâl rızıkla beslemesidir.
1978. [3:394, Hadîs No: 3743] Ebû Hüreyre (r.a.) Resâlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Çocuğun babası üzerindeki hakkı güzel isim koyması, evlenecek yaşa geldiğinde evlendirmesi ve ona Kur'ân'ı Öğretmesidir.
1979. [3:394, Hadîs No: 3746] Âişe'den (r.a.) rivayetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması, iyi bir anne ve eğitimi için uygun bir muhit seçmesi ve güzel bir terbiye vermesidir.[26]
1980. [3:395, Hadîs No: 3749] Muaz bin Enes (r.a.) rivayet ediyor: Bir meclisten ayrılırken oradakilere selâm vermesi, kişinin üzerinde bir haktır. Bir meclise uğradığında da selâm vermesi kişinin üzerine haktır.[27]
1981. [3:395, Hadîs No: 3750] Ebû Büreyre (r.a.) rivayet ediyor: Allah'ın haram kıldığı şeyden korunmak için evlenen kimseye yardım etmek, Allah üzerine bir haktır.[28]
1982. [3:396, Hadîs No: 3751] Mesrâk'ten rivayetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kişinin tenha bir yere çekilerek tek başına kalıp günahlarını hatırlayacağı, bu günahlardan dolayı Allah'tan af ve mağfiret dileyeceği anlarının olması, güzel bir şeydir.[29]
1983. [3:396, Hadîs No: 3754] Ebû Mâlik el-Eş'art'den (r.a.) rivayetle: Dünyanın tatlılığı âhirette acıdır. Dünyanın acılığı âhirette tatlıdır.[30]
1984. [3:396, Hadîs No: 3757] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Hamza Kıyamet günü Şehidlerin efendisidir.[31]
1985. [3:397, Hadîs No: 3759] Hz. Hüseyin (r.a.) rivayet ediyor: Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kimseler, Kıyamet Günü Cennet ehlinin rehberleridir.[32]
1986. [3:397, Hadîs No: 3760] Ibni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kimse Allah'ın dostudur. Dolayısıyla onlara düşmanlık besleyen Allah'a düşmanlık beslemiştir. Onları dost edinen Allah'ı dost edinmiştir.[33]
1987. [3:398, Hadîs No: 3762] Mersed bin Abdullah Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Erkeklerden vezirim Zübeyr bin Avvam, kadınlardan ise Âişe'dir.[34]
1988. [3:398, Hadîs No: 3763] İbni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Sizden Önceki ümmetlere mensup bir adam hesaba çekilir. Yaptığı hiçbir hayıra rastlanmaz. Ancak o kimse dünyada iken hali vakti yerinde biriydi. İnsanlarla haşir neşir olur, hizmetçilerine fakir olan borçlularını affetmelerini emrederdi. Aziz ve celil olan Allah meleklere şöyle buyurur: 'Biz aynısını yapmaya ondan daha çok lâyıkız. Siz de onu affedin/[35]
1989. [3:399, Hadîs No: 3765] Abdullah binAmr (r.a.) rivayet ediyor: Benim havzımm genişliği bir aylık mesafedir. Kare şeklinde olup dört kenarı eşittir. Suyu sütten daha beyazdır. Kokusu misk kokusundan daha güzeldir. Sürahileri gökteki yıldızlar kadardır. Ondan içen bir daha ebediyyen susamaz.[36]
1990. [3:400, Hadîs No: 3768] tiz. Hasan (r.a.) rivayet ediyor: Nerde olursanız olun bana salavat getirin. Şüphesiz salavatlarınız bana ulaşır.[37]
1991. [3:401, Hadîs No: 3771] Bekr bin Abdullah'dan (r.a.) rivayetle: Hayatım sizin için hayırlıdır. Siz benimle konuşuyorsunuz, ben sizinle konuşuyorum. Ben öldüğümde vefatım da sizin için hayırlıdır. Amelleriniz bana gösterilir. Bir hayır bulursam Allah'a hamd ederim. Kötülük bulursam sizin için Allah'tan bağışlanma dilerim.[38]
1992. [3:402, Hadîs No: 3774] İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Binekli hacıya devesinin attığı her adıma karşılık bir sevap verilir.[39]
1993. [3:402, Hadîs No: 3775] Ebâ Umâme'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Hacı giderken de, dönerken de Allah'ın koruması altındadır.[40]
1994. [3:417, Hadîs No: 3776] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Hacı ve Allah yolunda savaşa çıkan mücâhid Allah'ın elçileridir. Duâ ederlerse Allah kabul eder, bağışlanma dilerlerse Allah affeder.[41]
1995. [3:403 Hadîs No: 3780] Büreyde bin Husayb'den (r.a.) rivayetle: Çörek otunda ölümden başka her derde şifâ vardır.[42]
1996. [3:403, Hadîs No: 3781] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Baştan kan aldırmak hastalıklardan kurtarıcıdır. Ben Yahudî kadının zehirlediği yemeğini yediğimde Cebrail benden böyle yapmamı istemişti.[43]
1997. [3:405, Hadîs No: 3784] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Baştan kan aldırmak, sahibi Allah'tan şifâ aramayı niyet ederse, şu yedi derde devadır: Delilik, baş ağrısı, cüzzam, alaca hastalığı, uyuklama, diş ağrısı, göz kararması.[44]
1998. [3:406, Hadîs No: 3791] Abdullah bin Amr (r.a.) rivayet ediyor: Hac ve umreye giden kişiler Allah'ın elçileridirler. Birşey isterlerse, Allah kendilerine verir, duâ ettiklerinde dualarım kabul eder. Birşey verdiklerinde Allah yerini doldurur. Muhammed'in nefsi kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bir kimse, bir tümsek üzerinde tekbir getirirse ve bir tepe üzerinde 'Lâilâhe illallah' derse, yerin öteki ucuna varıncaya kadar önündeki herşey onun hesabına tekbir getirir ve 'Lâ ilahe illallah' der.[45]
1999. [3:406, Hadîs No: 3792] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Hac Allah yoludur. O yolda yapılan harcamaların sevabı yedi yüze katlanır.
2000. [3:406, Hadîs No: 3793] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Kabul edilen bir haccın mükâfatı Cennetten başka birşey olamaz[46].
2001. [3:409, Hadîs No: 3803] İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Hacerü'l-Esved Cennet yakutlarından beyaz bir yakuttur. Onu müşriklerin hatâları kararttı. O, Kıyamette Uhud Dağı büyüklüğünde diriltilecek, kendisini selâmlayan ve Öpen kimse hakkında şeha-dette bulunacaktır.[47]
2002. [3:410, Hadîs No: 3805] Enes'den (r.a.) rivayetle: Hacerü'l-Esved, yeryüzünde Allah'ın eli yerinedir. Ona dokunan yolundan ayrılmayacağına dâir Allah'a söz vermiş olur.[48]
2003. [3:410, Hadîs No: 3809] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Dine titizlikle bağlılık, ancak ümmetimin salihleri ve hayırlılarında bulunur.[49]
2004. [3:411, Hadîs No: 3812] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Harp hiledir.[50]
Siyâsî ve askerî bir düstur olan bu hadîs, düşmanı tuzağa düşürmek için harb oyunlarının kullanılabileceğine işaret eder. Peygamberimiz bunu kendi hayatında da tatbik etmiştir. Meselâ Ka'b bin Mâlik (r.a.), Peygamber Efendimizin (a.s.m.) savaşa çıkacağı zaman asıl maksadının aksi bir istikâmete gidip düşmanı yanılttıktan sonra asıl hedefe yöneldiğini ve "Harp hiledir" buyurduğunu rivayet eder.[51] Mekke'nin fethine çıkarken de Sahabîlere sefer için hazırlanmalarını söylemiş, fakat bunu bir müddet gizli tutmuştu. Nereye gideceğini açıklamaması bir nevi hîle idi. Hamrâü'l-Esed seferinde beş yüz yere ateş yakılmasını, Mekke'nin fethine giderken de on bin ateş yakılmasını emrederek düşmana Islâni ordusunun ka-iabalık olduğu intibaını vermişti. Seyfullah, yani Allah'ın kılına olarak tanınan Hâlid bin Velid de (r.a.) Mûte Savaşında iki ordu birbirinden ayrıldıktan sonra sağ kanattaki askerleri sol kanada, sol cenahtakileri sağ cenaha, arka saftakileri ön safa alarak yardımcı kuvvet geldiği intibaını vermişti. Ertesi gün farklı insanları karşılarında gören düşman ordusu, Müslümanlara destek kuvveti geldiğini zannederek paniğe kapılmıştı. Bu hadis, bir taraftan Müslümanlara savaşta düşmana karşı hîle yapabileceklerine ruhsat verirken, diğer taraftan düşmanın da bu yola başvuracağını ihtar ederek dikkatli olmaya davet etmektedir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadislerinde de üç yerde söylenilen yatandan dolayı mes'ûl olunmayacağını bildirmiştir. Bu üç yerden birisi de savaştır. Dolayısıyla bir Müslüman savaşta düşman tarafına İslâm ordusunun sayısı, yeri ve buna benzer hususlarda gerçek olmayan açıklamalarda bulunabilir. Ancak verilen sözü bozmak, meşru bir hîle değildir. Buna cevaz yoktur.
2005. [3:412, Hadîs No: 3814] Vasile bin el-Eskâ (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Aç gözlü, helal olmayan yoldan kazanç sağlamak isteyen kimsedir.[52]
2006. [3:412, Hadîs No: 3816] Semüre bin Cündiib (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Dünyada itibar mal ile, âhirette ise şeref takva iledir.[53]
2007. [3:413, Hadîs No: 3817] Enes'den (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Hased ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder. Namaz mü'mi-nin nurudur. Oruç Cehenneme karşı kalkandır.[54]
2008. [3:413, Hadîs No: 3818] îbni Amr (r.a.) rivayet ediyor: İki kimseye gerçekten gıpta edilir: Allah'ın kendisine Kur*ân öğrenmeyi nasip ettiği kimse ki sürekli onu okuyor; helâlini helâl, haramını haram biliyor. Diğeri de Allah'ın kendisine mal verdiği kimse ki bu malla akrabalarına iyilik ediyor. Allah'a itaatta bulunuyor. Böyle kimseler gibi olmayı arzu edesin.[55]
2010. [3:415, Hadîs No: 3821] îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: Hasan ve Hüseyin Cennet gençlerinin efendisidir. Babalan onlardan daha hayırlıdır.[57]
2011. [3:415, Hadîs No: 3825] Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Hakkın kökü Cennette, bâtılın kökü ise Cehennemdedir.[58]
2012. [3:415, Hadîs No: 3826] Fadl bin Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Benden sonra, Ömer nerede ise hak da oradadır.[59]
2013. [3:416, Hadîs No: 3827] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Hikmet [eşyayı gerçek yüzüyle bilmek ve nasıl gerekiyorsa öyle davranmak], şereflinin şerefine şeref katar. Köleyi sultanların makamına oturtuncaya kadar yükseltir.[60]
2014. [3:416, Hadîs No: 3829] îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Yemin, ya yerine getirilmemekle veya pişmanlıkla son bulur.[61]
Yemin, bir işi yapmak veya yapmamak hususunda iddiaya kuvvet vermek; bir haberi, bir iddiayı kuvvetlendirmek için Allah adını anmak demektir. "Vallahi şu işi yaptım," veya "Yapmadım," "Vallahi doğru söylüyorum" ifâdeleri birer yemindir. Yemin ayrıca bir şarta bağlı olarak da yapılabilir. Meselâ, "Filan işi yaparsam, Allah rızası İçin şu kadar oruç tutayım," "Bir daha babamla konuşursam, hanımım benden boş olsun" ifâdeleri birer yemindir. Dinimizde yeminin mühim bir yeri vardır. Bir âyet-i kerimede yeminin ciddiyeti ile ilgili olarak şöyle buyurulur: "Herşeye yemin etmemek, ettiğiniz yemini unutmamak ve bozmamak, bozduğunuz yeminin de keffâretini vererek yeminlerinizi muhafaza ediniz"[62]
İşte Peygamberimiz de bu hadislerinde Müslümanlara her olur olmaz şeye yemin etmemeleri îkazında bulunmaktadır. Çünkü bir insan bir şeyi yapmayacağına yemin eder, fakat o şeyi mutlaka yapması gerektiğinde yemininden dolayı pişman olur veya yeminini bozar, "Yapmayacağım" dediği şeyi yapar, ancak keffâretini ödeyemediği için manen mes'ûl duruma düşer. Böylece de günahkâr olur. Öyle ise bir Müslüman her olur olmaz şeye yemin etmemelidir. Hele hele yemininde boşanmayı kesinlikle ağzına almamalıdır. Zira böyle bir yeminin sonu çoğu kez pişmanlıkla neticelenir.
2015. [3:417, Hadîs No: 3830] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Yemin, malı sattırırsa da bereketini giderir.[63]
2016. [3:417, Hadîs No: 3831] Enes'den (r.a.) rivayetle: Öfkelendiğinde öfkesine hâkim olan halîm kişi, dünyada da efendidir, âhirette de efendidir.[64]
2017. [3:418, Hadîs No: 3833] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Fatiha Sûresi, Kur'ân'm anası, Kitabın kaynağı, tekrar edilen yedi âyettir.[65]
2018. [3:418, Hadîs No: 3835] Abdullah bin Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir: Hamd şükrün başıdır. Kul Allah'a hamd etmedikçe şükretmiş sayılmaz.[66]
2019. [3:418, Hadîs No: 3836] Ömer (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Nimete hamd etmek, nimetin gitmesine karşı bir garantidir.[67]
2020. [3:419, Hadîs No: 3838] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Ateşli hastalıklar, Cehennem ateşinin şiddetindendir. Öyleyse onu su ile serinletin.[68]
2021. [3:419, Hadîs No: 3839] Ebû Ümâme (r.a.) Resâlullah Efendimizin (as.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Ateşli hastalıklar, Cehennemden bir körüktür. Mü'mine isabet ederse, bu onun Cehennemden payı yerine geçer,[69]
2022. [3:420, Hadîs No: 3843] Esed bin Kürz'den (r.a.) rivayetle: Ateşli hastalıklar, ağacın yapraklarını döktüğü gibi, günahları döker.[70]
2024. [3:422, Hadîs No: 3852] Semûre bin Cündeb'den (r.a.) rivayetle: Hâmîm ile başlayan sûreler Cennet bahçelerinden bir bahçedir.[72]
2025. [3:422, Hadîs No: 3853] Halil bin Mürre (r.a.) rivayet ediyor: Kur'ân'm Hâmîm'le başlayan sûreleri yedidir. Cehennemin kapıları da yedidir. Her bir Hâmîm gelerek bu kapılardan birinde durur ve şöyle duâ eder: "Allah'ım, bana inanıp da beni okuyan kimseyi bu kapıdan sokma!"[73]
Yüce Allah itaatkâr kullan için Cennet gibi ebedî bir hayatta, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akılların anlamaktan âciz kaldığı nimetler hazırlamıştır. İşte bu Cennet nimetlerinden birisi de "huriler" dir. Kur"ân-ı Kerimin pekçok âyetinde bu hurilerden söz edilir. Bu âyetlerden birisi şu mealdedir: "Cennette sedefinde saklı inciler gibi, iri gözlü huriler vardır." Peygamberimiz de pekçok hadislerinde hurilerden ve vasıflarından bahsetmiştir. İşte bu hadislerinde de hurilerin meleklerin teşbihinden yaratıldığına dikkat çekmektedir. Câmiü's-Sagîı'öe yer alan bir önceki hadislerinde de Peygamberimiz hurilerin za'ferandan yaratıldığını bildirmiştir. Peygamberimiz bu hadisleriyle hurilerin eşsiz güzelliklerine dikkat çekmektedir. İnsan, hurilerin güzelliğini tasavvur etmek isterse, gördüğü ve duyduğu en güzel şeyi düşünsün. Sonra onun neden yaratıldığına baksın. Meselâ en güzel bir insan bile topraktan ve bir damla sudan yaratılmıştır. Hurilerin yaratılış maddesiyle mukayese edildiğinde, toprak ve meni hakir görülen şeylerdir. Zaferan ise güzel kokulu ve saklanan, değer verilen bir maddedir. Meleklerin teşbihleri de mukaddestir. Dolayısıyla hakir maddelerden birbirinden güzel insanlar yaratıldığına göre, za'feran ve meleklerin teşbihi gibi güzel manevî şeylerden yaratılan huriler de elbette o nisbette güzeldirler. Cennette herşey Cennete lâyık bir tarzda olduğu gibi, Cennet kadınları da elbette Cennete lâyık bir tarzda yaratılacaklardır.
2027. [3:424, Hadîs No: 3856] Numan bin Beşir (r.a.) rivayet ediyor: Helâl da bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. İnsanların çoğu bunların helâl mi, haram mı olduğunu bilmez. Şüpheli şeylerden sakınan şerefini ve dinini korumuş olur. Şüpheli şeylere giren harama da düşer. Böylelerin durumu, tıpkı koruluğun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibidir. Her an o koruya dalabilir. Dikkat edin! Her sultanın bir koruluğu vardır, iyi dinleyin! Allah'ın yer yüzündeki koruluğu da haram kıldığı şeylerdir. Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki, o iyi olduğunda bütün beden iyi olur. O
2028. [3:424, Hadîs No: 3857] Ömer'den (r.a.) rivayetle: Helâl da bellidir, haram da bellidir. Öyle ise seni şüphelendiren şeyi bırak, şüphelendirmeyen şeye bak.[75]
2029. [3:426, Hadîs No: 3861] îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Haya ile iman arkadaş kılınmışlardır. Biri gidince, diğeri de gider.[76]
2030. [3:427, Hadîs No: 3864] îmran bin Husayn'dan (r.a.) rivayetle: Haya ancak hayır getirir.[77]
2031. [3:427, Hadîs No: 3865] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Haya imandandır. îman ise Cennete götürür. Hayâsızlık kabalıktandır. O da Cehenneme götürür.[78]
2032. [3:428, Hadîs No: 3866] Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle: Haya ve dili muhafaza îmandan iki bölümdür. Hayâsızlık ve dili kötüye kullanma ise, münafıklıktan iki bölümdür.[79]
2033. [3:428, Hadîs No: 3868] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Haya süstür. Takva şereftir. En hayırlı binek sabırdır. Musibet anında aziz ve celil olan Allah'tan kurtuluş beklemek de ibâdettir.[80]
2034. [3:429, Hadîs No: 3869] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Haya îmandandır. Ümmetimin en hayalısı Osman bin Afvan'dır.[81]
2035. [3:429, Hadîs No: 3870] îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Haya on parçadır. Dokuzu kadınlarda, biri erkeklerdedir.[82]
2036. [3:430, Hadîs No: 3875] Hz. Ömer'den (r.a.) rivayetle: Halid bin Velid, Allah'ın müşriklere karşı kınından sıyırdığı kılınçlardan bir kılınçtır.[83]
2037. [3:430, Hadîs No: 3877] îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Halid bin Velîd, Allah'ın ve Resulünün kılmadır. Hamza, Allah'ın ve Resulünün arslanıdır. Ebû Ubeyde bin Cerrah, Allah'ın ve Resulünün güvendiği kişidir. Hüzeyfe bin el-Yeman, Rahmanın seçkin kullarmdandır. Abdurrahman bin Avf, aziz ve celil olan Rahman için ticâret yapanlardandır.[84]
2038. [3:431, Hadîs No: 3878] îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Müşriklere muhalefet edin. Bıyıklarınızı kısaltın, sakalınızı da bırakın.[85]
Her inancın, sistemin, dinin kendine göre şart ve özellikleri vardır. Eğer o inanç, sistem ve din bu şart ve özelliklerini koruyamaz, başkalarını taklide kalkarsa zamanla rayından çıkar, mahiyetini yitirir. İslâm dini ise öylesine köklü, sağlam ve hiçbir yabancı unsura ihtiyaç bırakmayacak inanç, ibadet ve muamelat esaslarına sahiptir ki herşeye kâfî ve vafî-dir. Binanın temelini andıran inanç esasları ibadet ve muamelattaki uygulamalar sayesindedir ki varlığını ve canlılığını sürdürebilir. Tatbikata dökülmeyen inanç meyvesiz ağacı andırır. Muamelatta dine ters düşen davranışlar içerisine girmek, başkalarına özenmek de herşeyden önce dine saygısızlıktır ve maneviyattaki zayıflığın ifadesidir. Onun içindir ki inançta olduğu gibi muamelatta da Islâmın koyduğu esaslara uymak gerekir. Peygamberimiz, taklitçiliğin çeşitli zararları sebebiyledir ki başka milletlere benzememeyi, bunun bir örneği olarak da onlar gibi bıyıkları uzatmamayı, sakalı ise tıraş etmemeyi tavsiye etmiştir.
2039. [3:431, Hadîs No: 3880] Şeybe bin Ebî Kesir Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Sarhoş edici şey içilip yüz ekşidiğinde, sevaplar yüzden dökülür.[86]
2041. [3:432, Hadîs No: 3883] Urve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Hatice, dönemindeki kadınların en hayırhsıdır. Meryem, dönemindeki kadınların en hayırhsıdır. Fâtıma, dönemindeki kadınların en hayırhsıdır.[88]
2042. [3:432, Hadîs No: 3885] Enes'den (r.a.) rivayetle: Sonunu iyice düşünerek işe el at. Sonunu hayırlı görürsen yap, kötülüğe varacağından korkarsan vaz geç.[89]
2043. [3:433, Hadîs No: 3888] Ebû Hiireyre (r.a.) rivayet ediyor: Yeterli veya yetersiz olsun harama girmeden hakkını al.[90]
2044. [3:433, Hadîs No: 3889] Ibni Amr'den (r.a.) rivayetle: Kur'ân'ı şu dört kişiden öğrenin: Ibni Mes'ud, Übey bin Ka'b, Mu-az bin Cebel ve Ebû Hüzeyfe'nin azadh kölesi Sâlim'den.[91]
2045. [3:435, Hadîs No: 3893] Yâ'iş Zûzvâid (r.a.) rivayet ediyor: İdarecilerin ihsanını, ihsan olarak kaldığı sürece alın. Fakat, Ku-reyş kıhnçla hâkimiyeti birbirinin elinden kapmaya çalışınca ve ihsan, dininizden taviz için rüşvet halini alınca terk edin.[92]
2047. [3:435, Hadîs No: 3895] Ebû Hiireyre (r.a.) rivayet ediyor: Cehenneme karşı kalkanınızı alın. 'Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allâhü ekber' deyin. Çünkü bunlar, Kıyamet Günü söyleyenin önünden, ardından yürümek ve onu korumak üzere gelirler. Bunlar, Kur'ân'm belirttiği "bakî kalan sâlih amelleredir.[94]
2048. [3:437, Hadîs No: 3903] Ali'den (r.a.) rivayetle: Ben, Adem'den itibaren babam ve annem beni dünyaya getirince* ye kadar, zina sonucu değil, hep meşru evlilikten doğdum. Cahiliyye gayr-i meşruluğundan hiçbir şey bana bulaşmamıştır.[95]
2049. [3:438, Hadîs No: 3905] Abdullah bin Amr (r.a.) rivayet ediyor: Sizden önceki ümmetlerden bir adam güzel bir elbise giyinerek dışarı çıktı, böbürlene böbürlene yürümeye başladı. Bunun üzerine Allah yere onu yutması için emir verdi. Bu adam Kıyamete kadar yere batmaya devam edecektir.[96]
2050. [3:438, Hadîs No: 3906] : Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Peygamberlerden biri, halkıyla beraber Allah'tan yağmur dilemeye çıkmışlardı. Peygamber, o anda bir karıncanın duâ eder tarzda ön ayaklarını göğe doğru kaldırdığını gördü, şöyle dedi: "Dönünüz! Çünkü bu karınca sebebiyle sizin isteğiniz yerine gelmiştir."[97]
2051. [3:439, Hadîs No: 3908] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Cuma günü, imamın hutbe için minbere çıkışı, namazı; konuşması ise konuşmayı keser.[98]
Peygamberimiz bu hadislerinde, hatip hutbe okumak üzere minbere çıktığında, camiye o anda gelenlerin farzdan önce kılınan dört rekat sünnet namaza başlamamalarına dikkat çeker. Camiye sonradan gelen kimse, hatibin minbere çıkmak için hazırlandığını görürse, bu namaza başlamaz, oturur. Kılmadığı o dört rekat sünnet namazı, Cumanın farzından sonra kılar. Hadiste dikkat çekilen ikinci husus, hatibin hutbeye başlamasıyla konuşmanın kesileceğidir. Evet, hatip hutbeye başladığında, cemaat susup dinlemeli, selamlaşmamalı, hattâ Peygamberimizin ismi anıldığında açıktan değil, içlerinden salât ve seiâm getirmeli, yapılan duaya içten "âmin" demelidirler. Mesele o kadar önemlidir ki, Peygamberimiz başka bir hadislerinde hutbe esnasında yanında konuşan birisine "Sus" bile demenin hutbenin sevabını götüreceğine dikkat çekmiştir. Hutbe esnasında konuşma doğru olmayacağı gibi, her hangi btrşeyie meşgul olmak da doğru değildir.
2052. [3:439, Hadîs No: 3909] Enes'den (r.a.) rivayetle: Allah korkusu her hikmetin başıdır. Şüpheli şeylerden titizlikle sakınmak, amellerin efendisidir.[99]
2053. [3:441, Hadîs No: 3914] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Şu iki haslet münafıkta birleşmez: Güzel bir dînî tutum ve dînde ince anlayış.[100]
2054. [3:441, Hadîs No: 3915] Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle; îki haslet vardır ki, mü'minde bir araya gelmezler: Cimrilik ve çirkin ahlâk.[101]
2055. [3:442, Hadîs No: 3916] Abdullah bin Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: îki şey vardır ki, bunları devamlı olarak yapan Müslüman, muhakkak Cennete girecektir. Bu iki işi yapmak çok kolaydır. Ne var ki yapan da pek azdır. 1. Müslüman, her namazın sonunda on defa "Sübhanallah," on defa "Elhamdülillah," on defa "Allâhü ekber" der. Bunların [beş vakit namaz hesabıyla] sayısı yüz elliyi bulur. Fakat, âhiret terazisinde sevapları bin beş yüzdür. 2. Yatacağı zaman da, 34 defa "Allahü ekber," 33 defa "Elhamdülillah," 33 defa da "Sübhanallah" der ki, bunların toplamı da yüz eder. Fakat âhiret terazisinde, sevapları 1000'dir. Hanginiz bir gece ve gündüzde 1500 günah işliyor ki?[102]
2056. [3:442, Hadîs No: 3918] Abdullah bin Amr'dan (r.a.) rivayetle: İki haslet vardır ki, kimde bulunurlarsa Allah onu şükredici ve sab-redici olarak yazar. Bulunmazsa, Allah onu şükredici ve sabredici olarak kaydetmez. Bunlar: Dîni konusunda kendisinden daha üstün olana bakıp onu-'örnek alan. Dünyası konusunda ise kendinden daha aşağıda olanlara bakıp kendisine verdiği üstünlükten dolayı Allah'a hamd eden. İşte Allah, bu kimseyi şükredici ve sabredici olarak yazar. Dini yaşayışta kendisinden daha aşağıda olana bakıp onu örnek alanı ve dünyası konusunda ise, kendisinden daha yukarıda olana bakıp elde edemedikleri şeyler için hasret çeken kimseyi, şükredici ve sabredici olarak yazmaz.[103]
2057. [3:442, Hadîs No: 3919] Enes (r.a.) rivayet ediyor: İki şey vardır ki, onları başkalarından esirgemek helâl olmaz: Su ve ateş.[104]
2058. [3:443, Hadîs No: 3923] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Aranızda iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıhrsanız, yoldan sapmazsınız. Biri Allah'ın Kitabı, diğeri de benim Sünnetimdir. Bunlar, Kevser Havuzuna varıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar.[105]
2059. [3:444, Hadîs No: 3924] îbniAmr'dan (r.a.) rivayetle: İki haslet vardır ki, Allah onları sever. İki haslet de vardır ki, Allah onlardan nefret eder: Allah'ın sevdiği iki hasletten biri cömertlik, diğeri ise maddî ve manevî fedakârlıktır. Allah'ın nefret duyduğu iki haslet ise, biri kötü ahlâk, diğeri de cimriliktir. Allah, bir kulunun hayrını dilerse, onu insanların ihtiyaçlarını gidermede istihdam eder.[106]
2060. [3:444, Hadîs No: 3926] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Allah, Adn Cennetini yarattı. Ağaçlarım özel bir itina ile dikti. Sonra da ona "Konuş" buyurdu. O da, "Mü'minler muradlarma erdiler" dedi.[107]
2061. [3:445, Hadîs No: 3928] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Allah Adem'i Kendi sureti üzere yarattı. Boyu 60 arşındır. [1 arşın 68 cm'dir] Sonra şöyle buyurdu: "Git şu oturan melekler topluluğuna selâm ver. Onların verecekleri karşılığı dinle, işte o senin ve neslinin selamlaşması olacaktır." Hz. Âdem gitti, "Es-Selâmü aleyküm" dedi. Melekler, "Es-Selâmü aleyke ve rahmetullahi" diye karşılık verdiler. Onun verdiği selâma "ve rahmetullahi" ilâve ettiler. Cennete giren herkes Adem'in altmış arşmhk uzunluğunda olacaklardır. İnsanlar ondan sonra şu âna kadar küçülmektedirler."[108]
2062. [3:447, Hadîs No: 3929] Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Allah yüz rahmet yarattı. Bunlardan birisini yaratıklarının arasına koydu. îşte, yaratıklar bu rahmetle birbirlerine karşı merhamet ederler. Allah yüz rahmetin doksan dokuzunu yanında bıraktı.[109]
2063. [3:451, Hadîs No: 3942] Bu ümmetten dostum Veysel Karanîdir.[110]
Peygamberimizin "dostum" diye vasıflandırdığı Veysel Karânî, hemen hemen hepimizin duyduğu, "Yemen illerinde Veysel Karânî" ilâhisinde bahsi geçen zâttır. Asıl ismi Üveys bin Âmir'dir. Yemenlidir. İsmi Türkçemize Veysel Karânî diye geçmiştir. Üveys, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sağlığında Müslüman olduğu halde, onu görmediği için Sahabî olma şerefine eremedi, fakat Tabiînin büyüklerinden oldu. Deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Hasta ve âmâ bir de annesi vardı. Üveys, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Medine'ye geldi. Hz. Ömer Peygamber Efendimizin (a.s.m.) onu metheder sözlerini işitmişti. Hemen ona gitti ve şöyle dedi: "Ben Resûlullahın şöyle buyurduğunu işitmiştim: 'Size Yemen halkından yardımcı mücâhid kuvvetleriyle beraber, Karan Kabilesinden olan Üveys bin Âmir gelecektir. O baras hastalığına yakalanmış, vücudunda bir dirhem yerin dışında bu hastalıktan iz kalmamıştır. Onun bir annesi vardır. Annesine karşı çok taatkârdır. Üveys birşey hakkında Allah'a yemin etse, Allah onun yeminini muhakkak doğru çıkarır. Ey Ömer, eğer onun senin için istiğfar etmesini sağlayabi lirsen, bunu yap' buyurdu. Binaenaleyh benim için Allah'tan bağışlama dile." Üveys, Hz. Ömer'in bu teklifini kırmadı ve Allah'a onu bağışlaması için duâ etti. Hz. Ömer ona nereye gitmek istediğini sordu. Üveys, Kûfe'ye gideceğini bildirince, "Küfe valisine senin için bir mektup yazayım" dedi. Üveys şu cevabı verdi: "Ben insanların zayıfları, fakirleri ve kendilerine değer verilmeyenler arasında olmak isterim. Bu benim için daha sevimlidir." Sonra da birbirlerinden ayrıldılar. Ertesi yıl Hz. Ömer Kûfe'den gelen birine Üveys'i sordu. Adam, fakir bir halde yaşadığını söyleyince, Hz. Ömer ona Peygamberimizin yukarıdaki hadisini haber verdi.[111] Tasavvufta "Üveysî" makamı vardır. Manevî rehberlerini görmedikleri halde onların ruhaniyetinden istifade edip feyz alarak yükselenlere "Üveysî" denilir. Bu tâbir, tasavvufta, Veysel Karânî Hazretlerinin Peygamberimizi görmeden feyz alıp ona tâbi olmak suretiyle yüksek derecelere kavuşmasına benzetilerek söylenmiştir. Bediüzzaman, Mektûbat isimli eserinde Veysel Karânî'nin şöyie bir duasına yer verir: "Yâ llâhenâ! Rabbimiz Sensin! Çünki biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden Sensin! Hem Sensin Hâlık! Çünki biz mahlûkuz; yapılıyoruz. Hem Rezzak Sensin! Çünki biz rızka muhtacız; elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin. Hem Sensin Mâlik, çünkü biz memlûkuz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek Mâlikimiz Sensin. Hem Sen Azizsin! İzzet ve azamet sahibisin. Biz zilletimize bakıyoruz; üstümüzde bir izzet cilveleri var.. Demek Senin izzetinin âyineleriyiz. Hem Sensin Ganiyy-i Mutlak! Çünkü biz fakiriz. Fakrımızın eline yetişemediği bir gına veriliyor. Demek ganî Sensin, veren Sensin. Hem Sen Hayy-ı Bakîsin! Çünki biz ölüyoruz. Ölmemizde ve dirilmemizde, bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz. Hem Sen Bakisin! Çünki biz, fena ve zevalimizde, Senin devam ve bekanı görüyoruz. Hem cevap veren, atiyye veren Sensin! Çünkü biz umum mevcudat, kâlî ve halî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz; niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerlerine geliyor; maksutlarımız veriliyor. Demek bize cevap veren Sensin. Ve hâke-zâ."[112] Hz. Üveys, Hicrî, 37. (Milâdî 637) senesinde şehid edilmiştir. Allah kendisinden razı olsun.
2064. [3:452, Hadîs No: 3945] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uyurmuşlardır: Beş şey beş şeyin karşılığıdır: (1) Bir topluluk verdiği sözden dönerse, Allah mutlaka düşmanlarını başlarına musallat eder. (2) Allah'ın indirdiğinden başka birşeyle hükmederlerse, fakirlik mutlaka aralarında yaygınlaşır. (3) Aralarında fuhuş yaygınlaşırsa, ölümler mutlaka çoğalır. (4) Ölçü ve tartıyı eksik yaparlarsa, ziraatın bereketinden mutlaka mahrum kalırlar ve kıtlığa yakalanırlar. (5) Zekâtı vermezlerse, Allah mutlaka yağmuru keser.[113]
2065. [3:452, Hadîs No: 3946] Übâde bin Sâmit (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Aziz ve Celil olan Allah beş vakit namazı farz kılmıştır. Kim ki, onlar için güzelce abdest alır, vakitlerinde kılar, rükû ve huşûlarını tam yaparsa Allah'ın onu affedeceğine dair bir sözü vardır. Kim böyle yapmazsa, Allah katında böyle bir sözü yoktur. Dilerse onu affeder, dilerse azab eder.[114]
2066. [3:453, Hadîs No: 3948] Abdullah binAmr (r.a.) rivayet ediyor: Kim beş vakit namazı güzelce kılarsa bunlar, Kıyamet günü kendisi için nur, delil ve kurtuluş olur. Kim de güzelce kılmazsa Kıyamet Gününde onun için bir nur, bir delil ve bir kurtuluş bulunmaz.[115]
2067. [3:454, Hadîs No: 3952] Ebû Ümame (r.a.) rivayet ediyor: Beş gece vardır ki onlarda yapılan duâ geri çevrilmez. Receb'in ilk gecesi olan Regâib Kandili, Şaban'ın on beşinci gecesi olan Berat Kandili, Cuma gecesi, Ramazan bayramı gecesi, Kurban bayramı ge-cesj [116]
2068. [3:456, Hadîs No: 3957] Abdullah bin Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Şu beş şey îmandandır. Kimde bunlardan birşey bulunmazsa, kâmil îmana sahip değildir: (1) Allah'ın emrine teslim olmak, (2) Allah'ın takdirine rızâ göstermek, (3) işinin sonunu Allah'a havale etmek, (4) Allah'a güvenmek, (5) musibetin ilk anlarında sabır göstermek.[117]
2069. [3:456, Hadîs No: 3958] Hüseyini'l-Hatmî Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Şu beş şey peygamberlerin sünnetlerindendir: (1) Haya, (2) hilim, (3) kan aldırma, (4) misvak kullanma, (5) güzel koku sürünme.[118]
2070. [3:457, Hadîs No: 3961] Ukbe binÂmir'den (r.a.) rivayetle: şehiddir: (1) ölen şehiddir ır hastaIık sebebiyi yaralanarak ve vebadan ölen şehiddir. (5) Allah'a itaat yolunda olup da doğum sebebiyle ölen şehiddir.[119]
Islâmî kaynaklarda şehitlik üç başlık altında incelenir: 1. Hem dünyevî, hem uhrevî şehid: Allah yolunda cihada çıkıp öldürülenlerdir. Böyle şehidler yıkanmazlar, kanlı elbiseleriyle gömülürler. Hadiste sayılan beş sınıf şehitten birincisi bu kısma girer. 2. Dünyevî şehid: Düşmanla yapılan savaşa ganimet için, makam, şan, şöhret ve riyakarlık gibi dünyevî çıkarlar için katılan ve savaşta öldürülen kimsedir. Bu tür şehitlerin âhiretten hiçbir nasibi yoktur. Hattâ niyetine göre günah da kazanır. Bununla beraber, böyle biri niyeti bilinemediği için defnedilme hususunda birinci maddedeki şehid gibi kabul edilir, yıkanmaz, kanlı elbisesiyle gömülür. Böyle bir kimse, insanlar gözünde şehittir. Allah katında ise kesinlikle şehit sayılmaz. 3. Uhrevî şehid: Bunlar da sadece âhirette şehid olarak muamele görecek olan kimselerdir. Uhrevî şehidlerin sevabı, savaşta öldürülen kimsenin makamına çıkamaz. Uhrevî şehidlere dünyada şehid muamelesi yapılmaz. Bunlar normal olarak yıkanırlar, kefenlenirler, cenaze namazları kılınır, sonra defn edilirler. İşte Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu hadislerinde saydığı beş sınıftan birincisi hariç diğerleri bu manevî şehidler kısmına dâhildir. Başka hadislerde mânevi şehidlerin sayısı daha arttırılır. Meselâ malını korurken ölen, ailesini korurken öldürülen, dini için öldürülen, yıkık altında kalarak ölen, yanarak ölenler de şehittirler. Kaynaklarımızda uhrevî şehidin sayısı elliyi bulur. Yukarıda sayılanlardan başka, akrep sokması neticesinde ölen, gurbette ölen, ilim tahsil ederken ölen, Cuma gecesinde ölen, Islâmtn emirlerine uygun alışveriş yapan tüccar, ailesinin geçimi uğrunda ölen ev reisi de uhrevî şehid sayılır. Hatta Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bir hadislerine istinaden, uhrevî şehidlerin sayısını biraz daha arttırabiliriz. Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: "Kim ihlâsla samimî olarak şehid olmayı Allah'tan dilerse, yatağında ölse bile, Allah onu şehidler makamına ulaştırır."[120]
2071. [3:458, Hadîs No: 3963] Büreyde (r.a.) rivayet ediyor; Beş şey vardır ki, onları Allah'tan başkası bilemez. O da şu âyette sayılan hususlardır: (1) Kıyamet vaktine dâir bilgi Allah katandadır. (2) Yağmuru O indirir. (3) Rahimlerde olanı O bilir. (4) Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. (5) Hiç kimse nerede öleceğini bilmez.[121] [122]
Peygamberimiz Lokman Sûresi 34. âyette yer alan beş gaybî hususa dikkatlerimizi çekmektedir. Bu beş husus insan ilminin sınırlı, Allah'ın ilminin ise sınırsızlığının delillerinden biri olarak karşımızda durmaktadır. Bahsi geçen âyetin indirilişine şöyle bir olay vesile olmuştu: Birgün Resûl-ullaha Haris bin Ömer isimli bir kişi gelmiş, bazı sorular sormuştu. Şöyle diyordu Haris: "Ya Muhammedi Kıyamet ne zaman kopacak? Beldelerimiz kuraklıktan kırıldı, bolluk ne zaman gelecek? Karım hamile, ne zaman doğuracak? Bugün ne kazandığımı biliyorum. Peki yarın ne kazanacağım? Nerede doğduğumu biliyorum. Ama nerede öleceğim hakkında bilgim yok." Bu sorular üzerine beş gaybı bildiren yukardaki âyet nazil olmuştu.[123] Âyette geçen beş hususun insanlarca bilinemediği bilinen bir gerçektir. Ancak ana rahmindeki çocuğun kız veya erkek oluşunun röntgen ışınlarıyla bilinebildiği, yağmur vaktinin meteoroloji istasyonlarınca tahmin edildiği şeklindeki görüşler, âyetteki hususlar hakkında tartışmaya sebep olmaktadır.
Acaba âyette geçen ana rahmindeki çocuğun durumunu bilmekten maksat nedir? Sadece bazı eski tefsirlerde yer aldığı gibi çocuğun erkekliği, dişiliği meselesi mi, yoksa daha başka hususlar da bunun içerisine girer mi? Bugün röntgen ışınlarıyla çocuğun erkekliği, dişiliğinin bilinebildiği belirtilmektedir. Bu âyete ters düşmez mi? Hemen belirtelim ki, âyet, sadece çocuğun erkeklik, dişilik yönüne bakmamaktadır. Birçok özelliklerini, tek kelimeyle ifade etmek gerekirse 'mukadderatını' içine almaktadır. Buhartde yer alan bir hadiste, bu mukadderata şöyle yer verilir: "Çocuk ana rahminde gelişme devrelerinden dördüncüsüne geldiğinde Cenab-ı Hak bir melek gönderir. O anda meleğe "işini, rızkını, ecelini, şakı veya saîd olacağını yaz"[124] buyurur. Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri, Lem'alar isimli eserinde, bu hususu açıklarken âyetin şümulü içine çocuğun hayret verici hususî kabiliyetleri, Allah'ın taklid edilmez mührünü taşıyan siması, istikbalde alacağı vaziyet, hayat boyu başına gelecekler gibi hususların girdiğini belirtmektedir. Şöyle der: "Yüz bin röntgenmisal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrad-ı beşeriyeye [herbir insan ferdine] karşı birer alâmet-i farikası bulunan yalnız sima-yı vechi-yesini [yüz simasını] keşfedemez. Nerede kaldı ki, sima-yı vechîsinden yüz defa daha harika olan, istidadındaki sima-yı manevîyi keşfedebilsin!"[125] Yağmurun vaktinin rasathanelerde bilinebildiğinin söylenmesi hususuna gelince; rasathanelerde yapılanlar herşeyden önce adı üstünde tahmindir. Bu tahmin tabii ki rastgele değil, bir kısım işaretlere dayanılarak yapılmaktadır. Yalnız bu, gaybta olanı bilmek değildir. Bir kısım belirtileri ortaya çıkmış, bilinebilen, görünebilen, hissedilebilen ve şehadet âlemine geçmiş veya geçmekte olan, yani gayb olmaktan çıkmış, nem, v.s. gibi olaylarla gelişini göstermiş olan yağmuru tesbit edip tahmin yürütmekten ibarettir. Bu konuda yine Lem'alafda şu satırlara yer verilir: "Nasıl en hafî umûr-u gaybiyye [gizli, görünmeyen, bilinmeyen işler] vukua geldikte, veyahut vukua yakın olduktan sonra, hiss-i kable'l-vukûun [meydana gelmeden önce hissetmenin] bir nev'iyle bilinir. O gaybı bilmek değil, belki o, mevcudu veya mukarrebü'l-vücûdu [gerçekleşmesi yakın olanı] bilmektir. Hatta ben kendi asabımda [sinirlerimde] bir hassasiyet cihetiyle, yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru bazan hissediyorum. Demek yağmurun mukaddeman, meba-dîleri [geleceğini gösteren işaret ve belirtiler] var. O mebâdîler, rutubet nev'in-den kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gâibten çıkıp daha şehadete girmeyen umura vusule [işleri tesbit etmeye] bir vesile olur. Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hâssa ile rahmet-i hâssadan [Allah'ın hususî irade ve rahmetinden] çıkmayan yağmurun vakt-i nüzulünü [indiriliş vaktini] bilmek, ilm-i Allâmü'l-Gu-yûb'a [bütün gayb, gizli, görünmeyen, bilinmeyen ve ilerde olacakları bilen Allah'a] mahsustur."[126] Hadiste geçen diğer hususlardan biri de Kıyametin ne zaman kopacağının bilinmesi meselesidir. Gerek bu ve gerekse diğer hususları bütün ayrıntılarıyla bilen Allah olduğu halde, bazı sevgili kullarına bildirdiğinde onlar da bilebilir. Bazı velilerin bu konuda âyet ve hadislere dayanarak fikir yürütmeleri, cifir ve eb-cedle yaklaşık ve muhtemel bir tarih çıkarmaları ancak böyle yorumlanabilir. Nitekim âlemlere rahmet olarak gönderilen, Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) Kıyametin birçok alâmetlerinden söz etmiştir. Onun kesin vaktini ise ancak Allah bilir. İnsanın yarın ne kazanacağını da bilmesi beşer ilminin sınırlarını aşar. İnsan iradesini kullanıp didinir, çırpınır; bir kısım tasarı ve tahminlerde bulunur; fakat bunlar tahminden öte geçmez. Rızkının nereden ve nasıl geleceğini, neler yapacağını, neler kazanıp neler kaybedeceğini kesin olarak kestirmesi asla mümkün olmaz. Bunları ancak Allah bilir. Kula ise sadece gayret göstermek düşer.
Ecel meselesine gelince; ecel, insanın ölüm vaktidir. İnsanın ne zaman ve nerede öleceğini de ancak ve ancak Allah bilir. Bu bakımdan insanın çeşitli olaylar karşısında paniğe, telaşa kapılmasına gerek yoktur. "Ecel birdir, vakti bellidir, üzülmemelidir" deyip gereken neyse onlar yapılmalı, gerisi ise Allah'a bırakılmalıdır. İnsan nerede ve ne zaman öleceğini bilemediği içindir ki son âna kadar mutlu bir hayat sürebilmekte, öleceği yere bile bilmediği için sevinçle gidebilmektedir.
2072. [3:458, Hadîs No: 3965] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır; Şu beş şey insanın belini kıran şeylerdendir: (1) Anne babaya eziyet, (2) kocası kendisine emniyet ettiği halde onu aldatan kadın, (3) insanlar kendisine itaat ettiği halde Allah'ın emrini dinlemeyen idareci, (4) hayır işleyeceğine dair söz verdiği halde tersini yapan, (5) kişinin insanların nesebi hakkında ileri geri konuşması.[127]
2073. [3:459, Hadîs No: 3966] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Şu beş şey ibâdettendir: (1) Az yiyip içmek, (2) mescidlerde oturmak, (3) Kabe'ye bakmak, (4) Kur'ân'ı açıp bakmak, (5) bildiğini yaşayan âlimin yüzüne bakmak.[128]
2074. [3:459, Hadîs No: 3967] Zeyd bin Erkâm'dan (r.a.) rivayetle: Kendisine şu beş şey verilen kimsenin âhirete çalışmama noktasında mazereti kabul edilmez: (1) Dindar bir hanım, (2) hayırlı çocuklar, (3) insanlarla güzelce geçinebilme, (4) geçim kaynağının memleketinde olması, (5) Muhammed'in (a.s.m.) Ehl-i Beytini sevmek.[129]
2075. [3:459, Hadîs No: 3968] Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor: Şu beş şeyin cezası hemen dünyada verilir: (1) Zulüm, (2) hainlik etmek, (3) anne babaya eziyet etmek, (4) akrabalarla ilişkiyi kesmek, (5) yapılan iyiliği görmemek.[130]
2076. [3:460, Hadîs No: 3970] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Şu beş duâ kabul edilir: (1) Hakkım alıncaya kadar zulme uğrayan kimsenin duası, (2) evine dönünceye kadar hacının duası, (3) çoluk çocuğuna dönünceye kadar gazinin duası, (4) iyileşinceye kadar hastanın duası, (5) mü'minin nıü'min kardeşine yokluğunda yaptığı duâ. Bu dualardan en süratli kabul edileni ise, mü'minin mü'min kardeşine yokluğunda iken yaptığı duadır.[131]
2077. [3:460, Hadîs No: 3972] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Müminlerin en hayırlıları kanaatkar olanlar, en şerlileri ise aç gözlü olanlardır.[132]
2078. [3:461, Hadîs No: 3974] Urue bin Meryem rivayet ediyor: Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, benim de Allah'ın elçisi olduğuma şahitlik eden ümmetimin en hayırlıları iyilik yaptıklarında sevinen, kötülük yaptıklarında Allah'tan bağışlanma dileyenlerdir. Ümmetimin en şerlileri de, nimetler içerisinde doğan, nimetler içerisinde yüzen, tek düşünceleri çeşit çeşit yemekler yemek, türlü türlü elbiseler giymek olan ve konuşurken edebiyat parçalayan kimselerdir.[133]
2079. [3:462, Hadîs No: 3975] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Ümmetimin en hayırlıları âlimlerdir. Âlimlerin de en hayırlıları merhametli olanlarıdır. Dikkat edin! Allah, câhilin bir tek günahını affetmeden önce, âlimin kırk günahını affeder, iyi dinleyin! Merhametli âlim, Kıyamet Günü, nuru etrafi aydınlatacak şekilde gelir. Öyle ki, doğu ve batı arasındaki yaratıklar, onun parlak bir yıldız gibi aydınlatan ışığında yürür.[134]
2080. [3:462, Hadîs No: 3976] Übâde bin Sâmit (r.a.) rivayet ediyor: Ümmetimin en hayırlıları, görüldüklerinde Allah hatırlanan kimselerdir. En şerlileri ise, söz götürüp getiren, birbirini seven insanların arasını açan, suçsuz ve masumlara sıkıntı vermeyi meslek edinen kimselerdir.[135]
2081. [3:463, Hadîs No: 3979] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Ümmetimin en hayırlıları, insanları Allah'a çağıran ve onları Allah'ın seveceği hallere teşvik edendir.[136]
2082. [3:463, Hadîs No: 3980] Avfbin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor: İdarecilerinizin en hayırlıları o kimselerdir ki, siz onları seversiniz, onlar da sizi sever. Siz onlara duâ edersiniz, onlar da size duâ eder. İdarecilerinizin en şerlileri ise o kimselerdir ki, siz. onlardan nefret edersiniz, onlar da sizden. Siz onlara lanet okursunuz, onlar da size lanet okur.[137]
2083. [3:464, Hadîs No: 3982] Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle: En hayırlınız, Kur an'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.[138]
2084. [3:464, Hadîs No: 3984] îbni Amr (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: En hayırlılarınız, ahlâkı en güzel olanlannızdır.[139]
2085. [3:465, Hadîs No: 3985] Ibni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygambar Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: En hayırlılarınız, kendisiyle kolayca uyuşulabilen kimselerdir. En şerlileriniz ise, çok konuşan ve edebiyat parçalamaya düşkün olanlannızdır.[140]
2086. [3:466, Hadîs No: 3989] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: En hayırlılarınız borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir.[141]
2087. [3:466, Hadîs No: 3990] Ebû Kebşe'den (r.a.) rivayetle: En hayırlılarınız, çoluk çocuğuna en hayırlı olammzdır.[142]
2088. [3:466, Hadîs No: 3991] îbni Amr (r.a.) rivayet ediyor: Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına en iyi davrananınızdır.[143]
2089. [3:467, Hadîs No: 3992] Câbir'den (r.a.) rivayetle: Sizin en hayırlılarınız ömrü uzun olup da, ameli en güzel olandır.[144]
2090. [3:467, Hadîs No: 3995] Ibni Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: En hayırlılarınız, görünüşü size Allah'ı hatırlatan, konuşması ilminizi arttıran ve davranışları sizi âhirete teşvik edendir.[145]
2091. [3:469, Hadîs No: 3998] Ibni Araf dan (r.a.) rivayetle: Allah katında en hayırlı arkadaş, arkadaşına karşı en hayırlı olandır. Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusuna karşı en hayırlı olandır.[146]
2092. [3:469, Hadîs No: 3999] Hasan-ı Basrî (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:, Arkadaşların en hayırlısı, sen Allah'ı andığında yardım eden, unuttuğunda da sana hatırlatan kimsedir.[147]
2093. [3:469, Hadîs No: 4001] îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Amellerin en hayırlısı, ilk vaktinde kılınan namazdır.[148]
2094. [3:470, Hadîs No: 4403] Hz. Ali (r.a.) rivayet ediyor: Tabiînin en hayırlısı Veysel Karanı1 dir.[149]
2095. [3:471, Hadîs No: 4405] îbni Amr'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Duaların en hayırlısı Arefe gününde yapılandır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en hayırlı söz de şudur: "Lâ ilahe il-lallahu vahdehû lâ şerike leh. Lehul-mülkü ve lehul-hamdü ve Hüve alâ külli şeyin kadir." (Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Mülk ancak Onundur. Hamd de Ona mahsustur. Onun herşeye gücü yeter.)[150]
2096. [3:471, Hadîs No: 4407] Hz. Ali (r.a.) rivayet ediyor: En hayırlı ilaç Kur'ân'dır.[151]
2097. [3:472, Hadîs No: 4409] Sa'd bin Ebî Vakkas'dan rivayetle: En hayırlı zikir, gizli yapılandır. En hayırlı rızık da yetecek kadar olandır.[152]
2098. [3:473, Hadîs No: 4413] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: En hayırlı azık takvadır. Kalbe konulan en hayırlı şey de şüpheden uzak, hâlis imandır.[153]
2099. [3:473, Hadîs No: 4417] Zeyd bin Hâlid (r.a.) rivayet ediyor: Şahitliğin en hayırlısı, ihtiyaç anında istenmeden yapılan şahitliktir.[154]
2100. [3:474, Hadîs No: 4420] Ukbe bin Âmir'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: En hayırlı mehir, en kolay ödenebilendir.[155]
İslâm hukukunda, nikâh sebebiyle kadının erkekten almaya hak kazandığı para veya mala "mehir" denir. Evlenen erkeğin evlendiği kadına mehir vermesi farzdır. Bununla ilgili olarak bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Evlendiğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin..."[156] Dinimizde mehrin miktarı tespit edilmemiştir. İzahını yaptığımız hadislerinde de Peygamberimiz en kolay ödenebilen mehiri, "hayırlı mehir" olarak vasıflan-drrmıştir. Çünkü mehrin az olması, evliliği kolaylaştırır. Evliliğin kolaylaşması da, hem neslin çoğalmasına vesîle olur, hem de mü'mini haramdan korur. Bunun için, mehri yükseltip evliliğe engel hale getirmemelidir. Fakat bu, imkânı olanın mehri az vermesi mânâsına gelmez. Herkes imkânı ölçüsünde "kolay" olanı vermelidir. Hadiste bahsedilen mehir, kadının hakkıdır. Günümüzde "başlık parası" adı altında alınan ve dinimizce caiz olmayan paranın mehirle ilgisi yoktur.
2101. [3:475, Hadîs No: 4022] İbni Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Sadakanın en hayırlısı, verildiğinde muhtaç duruma düşülmeyen sadakadır. Veren el, alan elden üstündür. Harcamaya, geçimi sana âit olanlardan başla.[157]
2102. [3:476, Hadîs No: 4025] Abdullah bin Busr (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: En hayırlı amel, dünyadan ayrılırken dilinin Allah'ın zikriyle meşgul olmasıdır.[158]
2103. [3:476, Hadîs No: 4027] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: En hayırlı kazanç, yaptığı işin hakkını vermek şartıyla, kişinin kendi el emeğiyle sağladığı kazançtır.[159]
2104. [3:477, Hadîs No: 4031] îbni Amr'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uyurmuşlardır: En hayırlı Müslüman, Müslümanların dilinden ve elinden selâmette oldukları kimsedir.[160]
2105. [3:478, Hadîs No: 4032] Dürre binti Ebî Leheb (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: En hayırlı insan, Kur'ân'ı en güzel okuyan, Allah'ın dilini en iyi bilen, Allah'tan en çok korkan, iyiliği en çok emredip kötülükten en fazla sakındıran ve akraba hakkını en iyi gözetendir.[161]
2106. [3:480, Hadîs No: 4039] Ebâ Bekre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: İnsanların en hayırlısı Ömrü uzun, ameli güzel olandır. İnsanların en şerlisi de ömrü uzun, ameli kötü olandır.[162]
2107. [3:480, Hadîs No: 4041] îbni Ömer'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: insanların en hayırlısı, ahlâkı en güzel olandır.[163]
2108. [3:481, Hadîs No: 4043] îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: İnsanların en hayırlısı gücünün yettiği kadar veren fakir mü'mindir.[164]
2109. [3:481, Hadîs No: 4044] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır.
2110. [3:481, Hadîs No: 4045] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Kadınların en hayırlısı, kendisine baktığı zaman kocasını sevindiren, birşey yapmasını istediğinde itaat eden, nefsi ve malı hususunda kocasının hoşlanmadığı tutum ve davranışlardan kaçınan kadındır.[165]
2111. [3:482, Hadîs No: 4047] Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor: En hayırlı evlilik en kolay olanıdır.[166]
2112. [3:482, Hadîs No: 4049] Abis bin Rebîa'den (r.a.) rivayetle: En hayırlı kardeşim Ali, en hayırlı amcam Hamza'dır.[167]
2113. [3:482, Hadîs No: 4050] Ebû Sebra (r.a.) rivayet ediyor: İsimlerinizin en hayırlısı Abdullah ve Abdurrahman'dır.[168]
2114. [3:483, Hadîs No: 4051] Cübeyr bin Mut'im'den (r.a.) rivayetle: Müfreze kumandanlarının en hayırlısı Zeyd bin Hârise'dir: O, bir-şey taksim ettiğinde en eşit bölüştüreni, emri altındakilere de en âdil davranandır.[169]
2115. [3:483, Hadîs No: 4052] Ali (r.a.) rivayet ediyor: Benden sonra ümmetimin en hayırlısı Ebû Bekir ve Ömer'dir.[170]
2116. [3:483, Hadîs No: 4054] Salebe binZeyd'den (r.a.) rivayetle: Ümmetimin en hayırlıları, baştan çıkacak kadar fazla servet verilmeyen ve başkalarına el açma durumuna düşecek kadar kendilerinden esirgenmeyendir.[171]
2117. [3:483, Hadîs No: 4056] Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor: Ümmetimin en hayırlısı başı ve sonudur. Ortasında ise bulanıklık vardır.[172]
2118. [3:484, Hadîs No: 4058] Ebû'd Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Müslümanların evleri içerisinde en hayırlısı, içerisinde kendisine iyi davramlan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanların evleri içerisinde en şerli olanı ise içerisinde kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Ben ve yetimin bakımını üstlenen kişi [Peygamberimiz iki parmağını bitiştirerek] Cennette şöyle yanyana-yız.[173]
2119. [3:486, Hadîs No: 4068] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Dininizin en hayırlısı en kolay olanıdır, ibâdetin en hayırlısı dini öğrenmektir.[174]
2120. [3:487, Hadîs No: 4071] İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: Gençlerinizin en hayırlısı, ihtiyarlarınız gibi ölümü düşünen, gençlik hevesatma mağlup olmayıp gaflette boğulmayandır. İhtiyarlarınızın en kötüsü gaflet ve nefsin isteklerine uymada gençlere benzemek isteyen, çocukcasma nefsin heveslerine uyandır.[175]
2121. [3:488, Hadîs No: 4073] Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor: Kadınların en hayırlı namazı, evlerinin bir köşesinde kıldıkları namazdır.[176]
2122. [3:489, Hadîs No: 4077] îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Yeryüzündeki suların en hayırlısı Zemzem suyudur. Onda doyurucu bir gıda ve hastalıklara karşı şifâ vardır,[177]
2123. [3:489, Hadîs No: 4079] Mü'min kişiye verilmiş olan şeylerin en hayırlısı güzel bir ahlâktır. Kişiye verilmiş olan şeylerin en kötüsü ise güzel bir beden içerisindeki kötü bir kalbdir.[178]
2124. [3:490, Hadîs No: 4083] Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Uğrunda yolculuğa çıkılan yerlerin en hayırlısı, benim şu mescidim (Mescid-i Nebevi) ve Mescid-i Haramdır.[179]
2125. [3:492, Hadîs No: 4090] Arap kadınlarının en hayırlısı, Kureyşin iyi amel sahibi kadınlarıdır. Bunlar çocuklarına karşı en şefkatli ve kocalarının malını muhafaza hususunda da en dikkatlileridir.[180]
Dinimizde hiçbir kimse sırf kabile veya ırkından dolayı bir üstünlük sahibi o\-maz. Bu üstünlüğü ancak sahip olduğu bir vasfından dolayı kazanabilir. İşte Peygamberimiz bu hadislerinde, Kureyş'in salih amel işleyen kadınlarını Arap kadınlarının en hayırlısı olarak vasıflandırmaktadır. Bunların "hayırlı" olmalarına sebep olarak da, çocuklarına karşı şefkatli, kocalarının malını muhafaza hususunda da dikkatli olmalarını göstermektedir. Kadının vazifeleri arasında en zor olanı, hiç şüphe yok ki anneliktir. Annenin meşakkati, daha yavrusuna hâmile kalır kalmaz başlar. Dokuz ay müddetle sıkıntı üstüne sıkıntıyla onu karnında taşır. Doğum sancısı ise annelerin kendi ifâdeleri ile hemen hemen dokuz aydaki çekilen sıkıntıya bedeldir. Çocuk doğduktan sonra çekilen sıkıntı katlanarak artar. Anne artık kendi yemez yavrusuna yedirir, içmez yavrusuna içirir. Gece, uykunun en tatlı ânında yavrusunun ağlama sesleriyle uyanır, altını değiştirir, karnını doyurur, onu uyutmak için kendisi uykusuz kalır. Anne yavrusu ile güler, yavrusu ile ağlar, onunla hasta olur, yavrusu iyi olursa kendisi de iyi olur. Yavrusunu tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmekten çekinmez. Anneyi yavrusuna karşı bu derece fedakâr kılan güç, hiç şüphesiz Allah'ın annelere ihsan ettiği şefkat duygusudur. Anneler şefkat kahramanı oldukları için bu fedakârlığın altından kalkabiliyorlar. Bu şefkat az veya çok her annede bulunur. Ancak bu şefkatin tezahürü yöreden yöreye, toplumdan topluma değişebilir. Bazan da tam tersi ilgisizliklere kadar varabilir. Peygamberimiz bu fıtrî duyguyu azamî derecede gösteren Kureyş kadınlarını bu özelliklerinden dolayı övmüştür. Bu övgü bir Özelliğe bina edildiğinden bu özelliği taşıyan her kadın için geçerlidir.
Çocuğa karşı şefkati hissettirmemek ne kadar zararlı ise, bu şefkat duygusunu kötüye kullanmak da o derece yanlıştır. Meselâ, şefkatli anne, çocuğunun dünya hayatında tehlikeye düşmemesi, istifade etmesi ve fayda görmesi için her türlü fedakârlığı nazara alır, çocuğunu öyle terbiye eder. "Oğlum hâkim olsun, doktor olsun, kaymakam olsun" der, bütün malını bu uğurda harcamaktan çekinmez. Dinî eğitim gören bir okuldan alır, Avrupa'ya gönderir. Bunu yaparken ciğerparesinin ebedî hayatının tehlikeye girdiğini düşünmez. Dünya hapishanesinden kurtarmaya çalışır, fakat Cehennem gibi dehşetli bir hapse düşmesini hiç nazara almaz. Cenabı Hakkın kendisine ihsan ettiği şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu âhirette kendisine şefaatçi edecekken, tam tersine kendisinden dâvâcı ettirir. Kıyamet gününde, âhireti ihmal edilen ve cezaya çarptırılan evlâdt, annesinden şikâyetçi olur: Niçin benim îmanımı kuvvetlendirmeyip helâketime sebep oldun?" der. Şefkatini kötüye kullanan anne sadece âhirette mi ceza çeker? Haytr, dünyada da ceza çeker. Çünkü Islâmî terbiyeden nasibini alamayan çocuk, annesinin hakkına lâyıkıyla karşılık veremez. Çoğu zaman vicdansızca annesine karşı çıkar, hattâ bazan döver. Kadın eğer şefkat hissini kötüye kullanmayıp o hisle çocuğunu Cehennemden kurtarmaya çalışsa, çocuğunun işlediği sevapların bir mislini kendisi de kazanır. Vefat ettiğinde de Islâmî terbiye ile yetiştirdiği evlâdı, hayır ve hasenatla ruhuna nurlar gönderir. Ayrıca annesinden dâvâcı olmak yerine bütün ruhu canıyla şefaatçi olur.[181] Kadınları hayırlı kılan ikinci husus, kadının beyinin malını muhafaza etmesidir. Yüce Allah da bir âyet-i kerimede sâlih kadınların vasıflarını sayarken, kocalarının malını korumayı da bu vasıfların içerisinde saymış ve şöyle buyurmuştur: "Salih kadınlara gelince, onlar Allah'ın emirlerine itaat edip kocalarının hakkına riâyet ederler ve Allah onların hukukunu nasıl koruduysa, onlar da kocalarının malını, namusunu ve sırlarını kocalarının gıyabında korurlar...."[182]
2126. [3:492, Hadîs No: 4092] Süleyman bin Yesar'den (r.a.) rivayetle: Allah'tan korkmaları şartıyla, kadınların en hayırlısı, çok çocuk doğuran, kocasına karşı kendisini sevdiren, onunla hoş geçinen ve uyum içerisinde olan kadındır. Kadınlarınızın en şerlisi ise açılıp saçılan, böbürlenendir. Onlar münafıklık sıfatı taşımaktadırlar. Cennete ancak onların pek azı gireceklerdir.[183]
2127. [3:493, Hadîs No: 4093] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Kadınların hayırlısı namusunu ve iffetini koruyan, cinsî duygusu fazla olsa bile, dışarıda gözü olmayan, sadece kocasına ilgi duyup ona kanaat edendir.[184]
2128. [3:494, Hadîs No: 4096] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır: Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür. Hz. Âdem o günde yaratıldı. Vazifeli olarak Cennetten yer yüzüne o gün indirildi. Tevbesi o gün kabul edildi. Ruhu o gün alındı. Kıyamet o gün kopacaktır. Yeryüzünde insanoğlundan başka hiçbir canlı yoktur ki, Kıyamet Gününün korkusundan Cuma günü dikkatle bekleyerek sabahlamasın. O günde öyle bir an vardır ki, mü'min bir kul duâ ederken Allah'tan birşey isterse, Allah onu mutlaka kendisine verir.
2129. [3:496, Hadîs No: 4102] Ali (r.a.) rivayet ediyor: En hayırlınız çoluk çocuğuna karşı en hayırlı olanınızdır. Ben çoluk çocuğuna karşı en hayırlı olammzım. Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.[185]
2130. [3:496, Hadîs No: 4103] Süheyb'den (r.a.) rivayetle: En hayırlınız yemek yediren ve verilen selâmı alandır.[186]
2131. [3:497, Hadîs No: 4106] tmran bin Husayn (r.a.) rivayet ediyor: İnsanların en hayırlısı benim içerisinde bulunduğum nesildir. Sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenlerdir. Onlardan sonra öyle bir topluluk gelir ki, hıyanet ederler, kendilerine emniyet edilmez. Şahitlik etmeleri istenmediği halde, şahitlik ederler. Adakta bulunur, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık baş gösterir.[187]
2132. [3:498, Hadîs No: 4108] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: En hayırlınız, kadınlarına ve kızlarına karşı en hayırlı olandır.[188]
2133. [3:498, Hadîs No: 4109] Abdurrahman bin Avf(r.a.) rivayet ediyor: En hayırlınız, eli altındakilere en hayırlı olandır.[189]
2134. [3:498, Hadîs No: 4110] Süraka bin Mâlik'dan (r.a.) rivayetle: En hayırlınız, günaha girmemek şartıyla milletini savunandır.[190]
2135. [3:499, Hadîs No: 4112] Enes (r.a.) rivayet ediyor: En hayırlınız, dünyası için âhiretini, âhireti için de dünyasını ter-ketmeyen ve insanlara yük olmayandır.[191]
2136. [3:499, Hadîs No: 4113] Enes'den (r.a.) rivayetle: En hayırlınız hayrı umulan, şerrinden emin olunandır. En şerliniz ise hayn umulmayan, şerrinden de emin olunmayandır.[192]
2137. [3:499, Hadîs No: 4114] Hasan Basrî (r.a.) rivayet ediyor: En hayırlınız dünyaya karşı kalben en soğuk davrananınızdır. Ahirete karşı da en istekli olanınızdır.[193]
2138. [3:500, Hadîs No: 4115] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Dini bilmek şartıyla İslâmî bakımdan en hayırlınız, ahlâkı en güzel olanlardır.[194]
2139. [3:500, Hadîs No: 4116] Ebû Berze (r.a.) rivayet ediyor: En hayırlınız, en cömert olanımzdır.[195]
2140. [3:500, Hadîs No: 4118] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Süleyman (a.s.) mal, saltanat ve ilim arasında bir tercih yapma hususunda serbest bırakıldı; o ilmi seçti, ilmi seçtiği için kendisine saltanat ve mal da verildi.[196]
2141. [3:500, Hadîs No: 4119] İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Ben şefaat etmek ile ümmetimin yarısının Cennete girmesi arasında bir tercih yapmam hususunda serbest bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü o daha umumî ve maksadı daha çok karşılayıcıdır. Siz şefaatin takva sahibi mü'minlere mi edileceğini sanıyorsunuz? Hayır, bilakis o günahkâr, manen kirlenmiş çok hatâ işleyenler içindir.[197]
2142. [3:501, Hadîs No: 4120] E6û Musa'dan (r.a.) rivayetle: Verilmesi emredilen şeyi verilmesi istenilen kimseye gönül hoşluğu ile eksiksiz ve tam olarak veren Müslüman ve güvenilir veznedar sadaka veren kimselerden biri sayılır.[198]
2143. [3:502, Hadîs No: 4124] Bera bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor: Teyze anne hükmündedir.[199]
2145. [3:505, Hadîs No: 4134] Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor: Güzel yazı hakkı ve hakikati daha fazla açıklar.[201]
Hadiste geçen yazı sadece güzel hat demek değildir. Daha çok güzel yazı gerçeklerin ve güzel düşüncelerin tercümanı olan yazıdır. Bu mânâda güzel yazı, güzel bir makale, şahane bir kitap, yerine göre köşe yazısı veya bir roman olabilir. Bu hiç şüphesiz üstün bir kabiliyet ve yoğun bir gayretin eseridir. Çokça yapılan yazı egzersizleri insanı zamanla o burca yükseltir. Güzel yazı yazan insan, yazı mimarıdır. Söz taşlarını nerede ve nasıl kullanacağını çok iyi bilir. Hak ve hakikatleri öylesine güzel dile getirir, yerli yerince ifade eder, şanına yakışır tarzda takdim eder, anlatır ki hayran kalmamak mümkün değildir. Güzel yazı içinde hazineler taşıyan muhteşem bir köşkü andırır. Seyredenler karşısında adetâ büyüfenir. Güzel yazıyı okuyan kimse de ister istemez büyülenir, o yazının etkisi altında kalır. Güzel yazı yerine göre yüzlerce, binlerce, milyonlarca insanı düşündürür, coşturur, heyecana getirir, hayra, hakka ve hakikate sahip çıkmaya yöneltir. Islâmın geldiği yıllarda şâirlerin kabileleri coşturup savaşa sevk edecek, bazan da savaşt bitirecek derecede etkili oluşu güzel yazı ve hitabetin tesirlerinin en güzel örneklerinden birini teşkil eder. Bazan millî konularda yazı ustalarının ortaya koydukları eserler yüzbinleri yönlendirmekte, coşturmakta; vatana, millete hizmet için aşk ve heyecanla koşturmaktadır. Güzel yazı insanın manevî dünyasını da dalgalandıracak, çalkalayacak güçtedir. Kişinin karanlık dünyası o yazıdaki fikirlerle aydınlanır; küfür ve inkâr zulmetleri dağılır, yerini îmanın aydınlığı alır. İnsan artık o nurla kâinatı bir başka görmeye başlar. Önceden herşey bir düşman gibi gözükürken, bu defa herşeyi dost ve arkadaş ve güzel görmeye başlar. Hayatın tadını alır, gönlü huzurla dolar. "Bazı sözlerde sihir vardır" buyuran Allah Resulü, sözün bu ve buna benzer tesirlerini veciz bir şekilde dile getirmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîmin, yazılanların en güzeli oluşu ve birçok kimseyi belagat ve fesahaîına hayran bırakıp îmanına vesile olduğu, bazılarını da dize getirdiği bilinen gerçeklerdendir.
Güzel fikirlerle dolu bir kitap, bir makale veya herhangi bir neşriyat aynı zamanda çağımızın fikir harbinde manevî birer nükleer silah niteliğindedir. Bedi-üzzaman Hazretleri, Sözler isimli eserinin 246. sayfasında özellikle bu gerçeği nazara verir ve şöyle der: "Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belagat ve cezalet, bütün envâıyla âhirza-manda en merğûb bir suret alacaktır. Hatta insanlar, kendi fikirlerini birbirine kabul ettirmek için, en keskin silahını; cezalet-i beyandan [güzel ve sağlam ifade] ve mukavemetsûz [karşı konulmaz] kuvvetini, belağat-ı edadan [yerli yerince ifadeden] alacaktır."[202]
2146. [3:505, Hadîs No: 4135] Ibni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır; Bütün yaratıklar Allah'ın aile fertleri hükmündedir. Allah'a en sevgili kimse, Onun yaratıklarına en çok faydası dokunandır.[203]
Bu hadîste, yaratıkların, Cenab-ı Hakkın aile fertleriymiş gibi değerlendirilmesi mecazî bir ifadedir. Nasıl bir aile reisi aile fertlerinin, çoluk çocuğunun rızkını kazanıyor, ihtiyaçlarını temin ediyorsa, yaratıkların rızıklarını da Allah ta-ahhüd etmekte, hiçbir yaratığı nzıksız, yüzükoyun bırakmamakta, ihtiyaçları olan rızıkları ayaklarına göndermektedir. Hadisin devamında "Allah'ın ençok sevdiği kimsenin insanlara en çok faydası dokunan kimse" olduğunu bildirilmesi de oldukça dikkat çekicidir. Bu hadise göre, kişi en yakınlarından başlayarak ailesine, aile fertlerine ne kadar faydalı olabiliyor, maddeten ve manen hizmet götürebiliyor, huzur ve saadetleri için çalışabiliyorsa, o ölçüde Allah'ın sevgisine mazhar olur. Bunun gibi eğer kişi, kendini aşıp topluma yararlı olabiliyorsa, o ölçüde Allah'ın sevgisine kavuşur. Diğer bir hadiste bu faydalılık, "İnsanların en iyisi insanlara en çok faydası dokunandır"1 şeklinde ifadesini bulmuştur. Herşeyden Önce faydalı olma, başta insanların îmana, doğru yola ermeleri, bilgilendirilmeleri, iyiye yöneltilmeleri, davranışlarının düzeltilmesi, şefkat, merhamet; küçük, büyük demeden maddeten ve manen iyilikte bulunmak gibi her türlü hususu içerisine alır. Bu faydalılık sadece insanlara has kalmayacak, Allah'ın yarattığı bütün canlıları içerisine alacaktır. Öte yandan insanın gücü, kapasitesi her zaman, herkese faydalı olmaya yetmeyebilir. En azından Yunus Emre'nin belirttiği gibi "Yaratılanı severiz Yaratandan Ötürü" dediği gibi Yaratıcının hatırı için yaratılmışı sevmeli, hepsine karşı güzel duygular, iyi niyetler içerisinde olmalı, zarar vermekten sakınmalı, tatlı dil, güler yüz göstermeli, nezaketle davranmalıdır. Kısaca insan çevresine faydalı olabildiği, zarar vermekten sakınabildiği ve iyi dilekler beslediği ölçüde Allah'ın sevgili kulu olmuş olur. Bu hadis aynı zamanda bize insanın en dar daireden en geniş daireye kadar çevresine faydalı olabildiği ölçüde iyi ve üstün bir Müslüman olabileceğinin de göstergesidir.
2147. [3:506, Hadîs No: 4136] Âişe (r.a.) rivayet ediyor: İyiliği öğreten kimseye denizdeki balıklara varıncaya kadar bütün yaratıklar duâ eder.[204]
2148. [3:507, Hadîs No: 4140] Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Ahlâk dinin kabıdır.[205]
Peygamber Efendimiz {a.s.m.) bu hadisleriyle gaybî bir ihbarda bulunmakta, ileride ortaya çıkacak bir grubu ismiyle haber vermekte ve onların Cehennemlik olduklarını bildirmektedir. Kimdi bu Haricîler ve neler yapmışlardı ki, Cehenneme girmeye müstehak olmuşlardı? Hz. Ali ile Hz. Muaviye'nin arasında yapılan Sıffîn Savaşı, "Hakem Olayı "yia sonuçlanmıştı. Müslümanlar arasında yapılan savaşa son vermek için, her iki iaraf da aralarında birer kişiyi hakem seçmişlerdi. Hz. Ali ordusundan bir grup, hakem fikrine karşı çıktılar. Şöyle dediler: "Siz Allah'ın emirlerine ve verdiği hükümlere ortak mı koştunuz? Hayır, vallahi hüküm yalnızca Allah'ındır ve Ondan başkası hüküm veremez." Bu görüşte olan 12 000 kişilik bir grup, Hz. Ali'nin ordusundan ayrılarak Ha-rûra mevkiinde toplandılar. Mü'minlerin emîrine itaattan çıktıkları için bunlara Haricîler denildi. Bu davranışlarıyla İslâm birliğine büyük bir darbe indirmişlerdi. Hz. Ali, büyük Sahabîlerden Abdullah bin Abbas'ı Haricîlere gönderdi. Onlara nasihatta bulunmasını istedi. Fakat Haricîler Hz. Abdullah'ı dinlemediler. Sonradan Hz. Ali de onlarla konuştu. Onların "İnsanlar hüküm veremez. Hüküm Allah'ındır" sözlerine karşı veciz bir konuşma yaptı. Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi: "Biz bu konuda insanların hüküm vermelerini kabul etmiş değiliz. Kur'ân'ın hükmünü talep ediyoruz. Kur'ân-ı Kerim iki kapak arasında satırlarla yazılmış, dili olmayan bir kitaptır. O ancak insanlar okuduğunda konuşur ve hükmünü açıklar." Fakat Haricîler gerçeği bir türlü anlamadılar. Netice'de onlarla savaşıldı. Pekçoğu öldürüldü. Çok azı da kurtulup sağa sola dağıldılar. Haricîlerle yapılan bu savaş Hicretin 37. yılında oldu. Hz. Ali'yi de bu savaştan kurtulanlardan birisi olan Ibni Mülcem şehit etti.
2153. [3:510, Hadîs No: 4152] Muâviye (r.a.) rivayet ediyor: Hayır, fitrata uygundur. Şer ise fitratm sapması sonucu işlenir. Allah kimin hakkında hayır dilerse, onu dinde bilgili ve ince anlayış sahibi kılar.[4]
2154. [3:511, Hadîs No: 4154] Ibni Amr'dan (r.a.) rivayetle: Hayır çoktur, fakat yapanı azdır.[5]
2155. [3:514, Hadîs No: 4164] Ebû Mûsâ (r.a.) rivayet ediyor: Cennette oyma inciden yapılmış öyle çadırlar vardır ki, yükseklikleri altmış mildir. O çadırların herbir köşesinde mü'minin bir hanımı bulunur. Onlar birbirini görmezler.[6]
2156. [3:516, Hadîs No: 4170] Zübeyr bin Avvam'dan (r.a.) rivayetle: Sizden önceki ümmetlerin hastalığı yavaş yavaş size de bulaşır. Bu, hased ve kindir. Bu hastalık tıraş edicidir. Fakat saçı değil, dini tıraş eder. Muhammed'in nefsi kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de İman etmiş olamazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız.[7]
2157. [3:518, Hadîs No: 4175] îbniAbbas (r.a.) rivayet ediyor: Miraca çıkarıldığım gece Cennete girdim, bir hışırtı işittim. "Yâ Cebrail, bu nedir?" diye sordum. "Bu, müezzin Bilâl'dir" dedi.[8]
2158. [3:518, Hadîs No: 4177] Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle: Cennete girdim, kapısında şu yazıyı gördüm: "Sadaka için on sevap verilir. Karşılık beklemeden verilen borca ise on sekiz sevap verilir." Şöyle dedim: "Ey Cebrail, nasıl oluyor da sadakaya on, borca ise on sekiz sevap veriliyor?" Şöyle cevap verdi: "Çünkü sadaka zenginin de, fakirin de eline düşebilir. Borç ise ancak muhtaç olana verilir."[9]
2159. [3:519, Hadîs No: 4178] Âişe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Cennete girdim, orada bir okuma sesi işittim. "Bu okuyan kim?" diye sordum. "Harise bin Nu'man" dediler. [Harise bin Numan anne babasına iyiliği sebebiyle bu makama ulaşmıştır.] îşte anne babaya yapılan iyilik böyledir. İşte anne babaya yapılan iyilik böyledir, işte kişiyi böyle yükseltir.[10]
2160. [3:520, Hadîs No: 4180] Enes'den (r.a.) rivayetle: Cennete girdim, bir hışırtı işittim. "Bu nedir?" diye sordum. "Mil-han'm kızı Gumeysâ'dır" dediler.[11]
2161. [3:520, Hadîs No: 4181] Enes (r.d.)-rivayet ediyor: Cennete girdim, kıyılarında inciden çadırlar bulunan bir nehir gördüm. İçinde akan suya elimi daldırdım. Hâlis misk olduğunu gördüm. "Bu nedir, ey Cebrail?" diye sordum. "Bu, Allah'ın sana vermiş olduğu Kevser'dir" dedi.[12]
2162. [3:521, Hadîs No: 4183] Büreyde'den (r.a.) rivayetle: Cennete girdim, genç bir kız beni karşıladı. "Sen kiminsin?" diye sordum. "Zeyd bin Hârise'ninim" dedi.[13]
2163. [3:521, Hadîs No: 4184] İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Bu gece rüyamda Cennete girdim, içine göz attım. Cafer'in meleklerle beraber uçtuğunu, Hamza'nm da bir koltuk üzerine yaslandığını gördüm.[14]
2164. [3:521, Hadîs No: 4186] Enes'den (r.a.) rivayetle: Cennete girdim, kapısının iki kanadında altınla yazılmış şu üç satır yazıyı gördüm: Birinci satır, "Allah'tan başka ilâh yoktur, Mu-hanımed Onun elçisidir" yazıyordu. İkinci satır, "Önümüzden gönderdiğimiz iyilik ve hayırların karşılığını bulduk. . Helâl olarak ye diki eri- mi zde kazançlı çıktık. Allah yolunda harcamayıp da geride bıraktığımız şeylerde de zarar ettik" şeklindeydi. Üçüncü satırda da şu yazıyordu: "Günahkâr bir ümmete, çok bağışlayıcı bir Rab."[15]
2165. [3:522, Hadîs No: 4191] İbni Ömer (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor: Bir kadın, bir kediyi bağlayıp ölünceye kadar birşey yedirmediği ve yeryüzünün haşeratmdan da yemesine müsaade etmediği için Cehenneme girdi.[16]
2166. [3:524, Hadîs No: 4196] Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: Kişinin sağlığında Allah yolunda harcadığı bir dirhem, ölümü ânında bir köleyi hürriyetine kavuşturmasından daha hayırlıdır.[17]
2167. [3:525, Hadîs No: 4197] Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor: Bir Müslümanm yanında yokken din kardeşi için yapmış olduğu duâ kabul olunur. Bu iş için görevli bir melek bulunur. Din kardeşi için hayırla duâ ettiğinde, melek, "Amin. Kardeşin için istediğinin bir misli de sana verilsin" der.[18]
2168. [3:525, Hadîs No: 41981 Ümm-ii Hakimden (r.a.) rivayetle: Babanın duası, hiç bir engelle karşılaşmadan Allah'ın huzuruna çıkar.[19]
2169. [3:525, Hadîs No: 4199] Enes (r.a.) rivayet ediyor: Babanın çocuğuna duası, peygamberin ümmetine olan duası gibidir.[20]
2170. [3:526, Hadîs No: 4201] İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Kendisine iyilik yapılan kişinin iyilik yapana olan duası geri çevrilmez.[21]
2171. [3:526, Hadîs No: 4202] Ebû Bekre (r.a.) rivayet ediyor: Sıkıntıda olan kimsenin yapacağı duâ şudur: "Allah'ım, sadece senin rahmetini umarım. Beni, göz açıp kapayıncaya kadar dahi nefsimin eline bırakma. Benim bütün işlerimi yoluna koy. Senden başka hiçbir ilâh yoktur.[22]
2172. [3:526, Hadîs No: 42031 Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle: Yumıs'un (a.s.) balığın karnında iken yapmış olduğu duâ şudur: "Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Hiç şüphesiz ben kendine zulmedenlerden oldum." Birşey hakkında bunu okuyarak duâ eden hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah onun duasını kabul etmesin.[23]
Bu duanın önemini daha iyi anlamak için Yunus'un (a.s.) durumunu göz önüne getirmek gerekir. Denize atılan Yunus Peygamberi büyük bir balık yutmuştu. Gece alabildiğine karanlık, deniz de dalgalıydı. Balık, gece ve deniz, aleyhinde âdeta ittifak etmişlerdi. Allah'tan başka hiç bir ümit kapısı kalmamıştı. O anda bütün dünya onun hizmetkârı olsaydı, beş kuruş faydası olamazdı. Ancak balığa, denize ve geceye sözü ve hükmü geçen birisi onu o vaziyetten kurtarabilirdi. O da Allah'tı. Bunu çok iyi bilen Hz. Yunus, "Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Hiç şüphesiz ben kendine zulmedenlerden oldum"[24] duasını yaptı. Bu dua sebeplerin hiçbir tesiri bulunmadığını itiraf; her-şeyin dizgininin Allah'ın elinde oluşunun, Onun emri ve izni olmaksızın hiçbir şeyin halledilemeyeceğinin ifâdesinden başka birşey değildi. Sebepleri elinde tutan, kapısından başka başvurulmaya değer bir ümit kapısı olmayan, herşeyin sahibi ve maliki Allah'ı bulmak, Ona yönelmek, Ona sığınmak, Ondan meded ummak elbette neticesiz kalmaz. Bu dua Hz. Yunus'a kurtuluş yolunu açmış, balığı bir denizaltı gemisi, geceyi mehtaplı, denizi sakin hale getirmişti. Yunus'un (a.s.) bu vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyette bulunduğumuzu söyleyen Bedîüzzaman, bizim bu duaya ondan çok daha fazla muhtaç olduğumuzu söylüyor ve şöyle diyor: "Hz. Yunus'un (a.s.) birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbâlimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan [başıboş] küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde [dalgasında] binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-i nefsimiz, hûtumuzdur [nefsimizin kötü arzuları balığımızdır]. Hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hût, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûîumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor. "Madem hakiki vaziyetimiz budur. Biz de, Hz. Yunus Aleyhisselâma iktidâen [uyarak,] umum esbaptan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü'l-Esbâb olan [sebepleri elinde tutan] Rabbimize iltica edip, "Lâ ilahe illâ ente süb-haneke innî küntü minezzâlimîn" demeliyiz..."[25] Görüldüğü gibi bu duada katıksız ve halis birtevhid vardır. Doğrudan doğruya herşeyin dizgini elinde olan Allah'a yönelme, sebeplerin tesirsiz olduğunu düşünüp hayrın tamamen Onun elinde, şerri yaratan Allah olmakla birlikte onu isteyen ve sebep olanın nefis olduğunu ve sebeplerin tükendiği noktada Ondan başka hiçbir merci ve kurtarıcı bulanamayacağını, her ne kadar sebeplere sarılmak tevekkülün gereği ise de neticede Onun izni olmadan hiçbirinin etkili olamayacaklarını düşünme vardır. İşte duanın bu mahiyet ve özellikleri sebebiyledir ki yukardaki hadis-i şerifte Hz. Yunus'un bu tesirli duası dikkate verilmekte, o duayla birşey isteyene Allah'ın isteğini vereceği bildirilmektedir. Peygamberimiz bir başka hadis-i şeriflerinde bu duanın en mühim bir özelliğine şöyle dikkat çekmektedir: "Kendisiyle dua edildiğinde Allah'ın kabul ettiği ve birşey istenildiğinde verdiği ism-i âzami Yunus bin Mettâ'nın duasıdır."[26] Yüce Allah da Kur'ân-ı Kerim'inde Hz. Yunus'tan naklen bu duaya yer vermekle bizi bu şekilde dua etmeye teşvik etmektedir.
2173. [3:526, Hadîs No: 42041 Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Çok günahkâr da olsa zulme uğrayan kimsenin duası kabul edilir. Günahkârlığı kendine aittir.[27]
Allah âdildir. Adi isminin gereği olarak herşeyi adaletle yürütür, kâinatı onunla ayakta tutar. Zulüm ise adaletine bütün bütün zıt bir harekettir. Âdeta kâinattaki bu düzene başkaldırmaktır, isyandır. Evet, zulüm, kâinatta hâkim olan hak ve hukuku çiğnemek demektir. Bunun içindir ki Cenab-ı Hakkın gazap ettiği şeylerin başında zulüm gelir. Zulmün kötülüğünü, zâlimlerin yardımcıları bulunmadığını, hasmının Allah olduğunu anlatan âyet ve hadisler zerre kadar vicdanı olanlara ürperti vermekte, dikkate ve titizliğe sevk etmektedir. Bütün bunlara rağmen zulme girmek büyük bir hatadır. Mazlumun yardımcısının Allah olduğunu bilmek gerekir. Zulmeden insan bilerek veya bilmeyerek Allah'ı karşısına almaktadır. Allah'la cedele gireni ise Allah mahveder. Cenab-ı Hakkın, bazı hataların cezasını âhirete bırakmadan daha dünyadayken peşin olarak verdiğini, bunlar arasında zulmün de bulunduğunu düşünürsek zâlimin hiçbir zaman iflah olamayacağını anlarız. Aİtah mazlumların yar-dımcısıdır. Hatta hadiste belirtildiği gibi, zulme uğrayan çok günahkâr birisi dahi olsa, Allah onun günahlarına bakmaksızın o kuluna yardım eder, dua ettiğinde duasını kabul eder. Allah, o kişinin iyilik ve kötülüğünden ziyade içinde bulunduğu acıktı duruma, yani zulmün dehşetine bakar, günahkâr da olsa ona yardım eder. Bu hadis bize, kim olursa olsun zulmetmenin cezasız bırakılmayacağını, mazlumlara Allah'ın yardımcı olduğunu açıkça göstermektedir. "Mazlumun duasından sakının. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur" hadisi de bu gerçeği dile getirir.
2174. [3:527, Hadîs No: 4206] Enes'den (r.a.) rivayetle: Gizli yapılan bir duâ açıktan yapılan yetmiş duaya denktir.[28]
2175. [3:527, Hadîs No: 4208] Muâz bin Cebel rivayet ediyor: Muâz'la uğraşma. Şüphesiz Allah meleklere karşı Muaz bin Cebel ile iftihar ediyor.[29]
Peygamberimizin, "Haramı ve helâli en iyi bilen" diye tarif ettiği Hz. Muâz, Akabe Bîatında, daha on sekiz yaşında iken Müslüman olmuştu. Medineliydi. Hz. Muâz, Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara katıldı. Birgün Peygamberimiz Hz. Muâz'ın elinden tutarak, "Ey Muâz, vallahi ben seni çok severim" buyurmuştu. Peygamberimiz, irşadda bulunması ve Müslümanlara dinlerini öğretmesi için onu vazifeli olarak Yemen'e göndermişti. Hareket etmeden önce de ona şu tavsiyede bulundu: "Her ne halde ve nerede olursan ol, Allah'tan kork, günah işlediğinde arkasından hemen sevap kazandıracak bir amel işle ki, onu yok etsin. İnsanlara da güzel şekilde muamele et." Muâz (r.a.), Peygamberimizin vefatına kadar Yemen'de kaldı, Islama hizmet etti. Orada bulunduğu süre içerisinde Müslümanların sayısı gün geçtikçe arttı. Müslüman olanlar önce kendisine bîat ediyor, sonra da Medine'ye gidip Resûlullaha bîat ediyorlardı. Bir defasında sadece Nehâ Kabilesinden 100 kişi onun vasıtasıyla Müslüman olmuştu. Hz. Muâz, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Suriye'de ordu kumandanı iken, Hicretin 18. yılında, 38 yaşında Şam'da çıkan veba hastalığına yakalandı ve o hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. Vefatından önce onun ağladığını görenler "Sen ki, Resûluflahın Sahabîsisin. Sen ki bu kadar faziletli birisin. Niçin ağlıyorsun?" diye sormuşlardı. Hz. Muâz şu cevabı verdi:
"Siz benim ölümden korktuğum veya dünyayı terkettiğime üzüldüğüm için mi ağladığımı zannediyorsunuz? Oysa ben öldükten sonra Cennete mi, yoksa Cehenneme mi gideceğimden emin olmadığım için ağlıyorum." Hz. Muâz'ın Hz. Ömer'in yanında ayrı bir yeri vardı. Vetât ederken kendisine "Bize kimi halife bırakıyorsun?" diyen birine şu cevabı vermişti: "Şayet Muâz bin Cebel sağ olsaydı, onu halife bırakırdım. Rabbime kavuştuğumda Rabbim bana 'Kimi halife bıraktın?' deyince, 'Senin kulun ve Resulün Muhammed'in {a.s.m.), 'Muâz Kıyamet gününde âlimlerin önünde tek başına bir cemaattir' buyurduğu kimseyi bıraktım,'derdim." Son olarak ilme çok büyük değer veren ve kendisi de büyük bir âlim olan Hz. Muâz'ın ilimle ilgili bir sözüne yer verelim: "İlim öğrenin. Çünkü o Allah'a karşı korkunuzu arttırır. İlim istemek ibâdettir. İlmî müzâkerelerde bulunmak Allah'ı teşbih etmektir. İlimden bahsetmek cihad-dır. Bilmeyenlere öğretmek sadakadır. İlmi lâyık olanlara dağıtmak, kişiyi Allah'a yakınlaştırır. Çünkü ilim helâl ve haramın ölçülerini verir."
2176. [3:528, Hadîs No: 4210] îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle: Dedikoduyu, çok suâl sormayı ve malı boşu boşuna harcamayı terk et.[30]
2177. [3:529, Hadîs No: 4213] Hz. Hasan (r.a.) rivayet ediyor: Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphelendirmeyene bak. Şüphesiz doğruluk kalbin yatıştığı şeydir. Yalan ise kalbin kuşku duyduğu şeydir.[31]
Helâl da, haram da bellidir. Bir de ikisi ortasında bulunan şüpheliler vardır ki, bunlar helalliği da, haramlığı da tam olarak kestirilemeyen hususlardır. Mü'mi-nin en önemli vazifelerinden biri helal dairede yaşamak, haramlardan ve elden geldiğince de şüphelilerden kaçınmaktır. Çünkü şüpheli şeylerde de harama düşme tehlikesi vardır. Hadis bize bir ölçü daha vermektedir ki, o da doğruluğun mahiyetindeki özelliktir. Doğruluk kalbin yatıştığı, rahatladığı; yalan da kalbin kuşkulandığı, tedirgin olduğu şeydir. Bu aynı zamanda iyiliklere verilen peşin bir mükâfat ve kötülüklere verilen peşin bir cezanın güzel bir örneği olarak da önümüzde durmaktadır. Bozulmamış fıtrat ve vicdanlar bu gerçeği hissetmekte gecikmezler. Doğru ve iyi olan şeyi yaptığı zaman insan büyük bir huzur duyar, vicdanen rahatlar. Kötülük ise insanı sıkıntıya atar, huzursuz ve tedirgin eder. Zaten Cenab-ı Hak iyilik ve kötülüklere bu peşin karşılıkları vermiştir ki, insanların iyiliklere yönelip kötülüklerden sakınmalarına birer vesile olsun, iyilik ve kötülüklerin bu özelliği üzerinde duran Bedîüzzaman Hazretleri, Uhuvvet Risalesi isimli eserinde şöyle der: "Cenab-ı Hak, kemâl-i kereminden ve merhametinden ve adaletinden, iyilik içinde muaccel [peşin] bir mükâfat ve fenalıklar içinde muaccel bir mücazât [ceza] dere etmiştir. Hasenatın [iyiliklerin] içinde âhiretin sevabını andıracak manevî lezzetler; seyyiâtın içinde, âhiretin azabını andıracak manevî cezalar dere etmiş." Bu gerçeği dile getiren Bedîüzzaman sonra da sevgi, düşmanlık, hürmet, merhamet, hırs, israf, hased, tevekkül, kanaat, gurur, kibir, tevazu, enaniyeti terk etmek, sû-i zan ve sû-i tevil gibi iyi ve kötü huyların dünyada verilen peşin mükâfat veya cezalarından örnekler vermektedir. Bu örneklerden sadece muhabbet ve düşmanlık üzerinde duralım: "Meselâ, mü'minler mabeyninde [arasında] muhabbet, ehl-i îman için güzel bir hasenedir [iyiliktir]. O hasene içinde âhiretin maddî sevabını andıracak mânevi bir lezzet, bir zevk, bir inşirah-ı kalb [kalb rahatlığı] dere edilmiştir. Herkes kalbine müracaat etse bu zevki hisseder.
Meselâ, mü'minler mabeyninde husûmet ve adavet [düşmanlık] bir seyyiedir [kötülüktür]. O seyyie içinde, kalb ve ruhu sıkıntılarla boğacak bir azab-ı vicdanîyi, âlicenap ruhlara hissettirir. Ben kendim belki yüz defadan fazla tecrübe etmişim ki; bir mü'min kardeşe adavetim vaktinde, o adavetten, öyle bir azap çekiyordum. Şüphe bırakmıyordu ki, bu, seyyieme muaccel bir cezadır, çektiriliyor."[32] Bu çerçeve içerisinde doğruluk ve yalana baktığımızda da aynı şeyleri görürüz, îmanın en önemli meyvesi olan doğruluk, kalbe öyle zevk ve huzur verir ki, insan, tehlike de bulun doğruluğu tercih eder. Yalan da insanda öylesine büyük bir sıkıntı ve huzursuzluk meydana getirir ki, onun bu acı meyvesini tadan kişi kolay kolay yalana giremez. Tabii ki bu bozulmamış fıtrat ve vicdanlar için söz konusudur. Bu ölçü helâl ve haram sınırları tam bilindikten sonra devreye girer.
2178. [3:529, Hadîs No: 4214] îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphelendirmeyen şeye bak. Şüphesiz sen, Allah için terkettiğin hiçbir şeyin kaybolup gittiğini göremezsin.[33]
2179. [3:530, Hadîs No: 4217] IbniAbbas (r.a.) rivayet ediyor: sakının. Çünkü göz ve kalbten gelen şey Allah'tandır ve Onun rahmetindendir Elden ve dil den gelen şey ise şeytandandır.[34]
2180. [3:531, Hadîs No: 4222] Enes'den (r.a.) rivayetle: Sahabîlerimi bana bırakın. Nefsimi kudreti elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz Allah yolunda Uhud Dağı kadar altın harcasa-nız, onların yaptıklarına yetişemezsiniz.[35]
2181. [3:532, Hadîs No: 4227] Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Bırakın konuşsun. Hak sahibinin söz söylemeye hakkı vardır.[36]
2182. [3:535, Hadîs No: 4241] İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle: islâm hâkimiyetinde yaşayan gayr-i müslimin kan bedeli, Müslü-manın kan bedeli kadardır.[37]
2183. [3:535, Hadîs No: 4242] Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor: Kişinin dini, aklı ölçüsündedir. Aklı olmayanın dini de yoktur.[38]
Akıllı olmanın ölçüsü nedir? Çok para kazanmak mı? Yüksek öğrenim yapmak mı? Büyük bir makam ve mevkiiye ulaşmak mı? Şan ve şöhrete kavuşmak mı? Bazılarına göre öyle. Oysa gerçek akıllılığın ölçüsünü yukardaki hadis veriyor. Hadiste kişinin aklı ölçüsünde dinine bağlı olacağı anlaşılıyor. Diyebiliriz ki, kişi dinine ne kadar bağlıysa o kadar akıllı demektir. "Aklı olmayanın elini de yoktur" ifadesi aklı olmayan delilerin mükellef olmadıklarını gösterdiği gibi, dinden kopmuş insanların gerçek mânâda akıllı sayılamayacaklarını anlatıyor. Evet, akıllı Rabbini bilen, kendisini dünyada Onun bir misafiri olarak telakki eden ve bu çerçevede ömür süren kimsedir. Şu hadis-i şerif bu gerçeği ne güzel ifade ediyor: "Akıllı o kimsedir ki, kendini bilir ve ölümden sonrası için çalışır. Ahmak da o kimsedir ki nefsine uyar, sonra da Allah'tan olur olmaz şeyleri te-mennî eder."[39] Diğer bir hadis de şu mealdedir:
Sizin akıl yönünden en mükemmel olanınız, Allah'tan en çok korkanıntzdır. Allah'ın size emrettiği ve sakındırdığı hususlarda—ameli bakımından en azınız olsa bile—düşüncesi ve aklı tam olanınızdır."[40] Başka bir hadiste insanların en üstününün akıllı olanları olduklarının bildirilmesi de[41] bu ifadeleri teyid etmektedir.
2184. [3:536, Hadîs No: 4245] İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle: Duâ edenle "Âmin" diyen sevapta ortaktırlar. Okuyan ve dinleyen sevapta ortaktırlar. Alim ve talebe sevapta ortaktırlar.[42]
2185. [ 3:537, Hadîs No: 4247] Büreyde (r.a.) rivayet ediyor: Hayrın yolunu gösteren onu işleyen gibidir. Allah zor durumda bulunanın yardımına koşulmasını sever.[43]
2186. [3:537, Hadîs No: 4250] Enes'den (r.a.) rivayetle: Deccal'ın bir gözü kördür. İki gözü arasında, "Bu kâfirdir" yazılıdır. Bu yazıyı her Müslüman okur.[44]
Deccâl, İslâm dinini inkâr eden bir kâfir-i mutlaktır. Kur'ân'ı ve hadisi esas ve ölçü almaz. Ebedî hayatı bütün bütün inkâr eder. Onun içindir ki hadis-i şerif onun âhirete ve akıbete bakan gözünün bütün bütün kör olduğunu bildirir. Dec-cal herşeyi dünyadan ibaret sanar, bütün kuvvetiyle dünyaya bağlanır, ebedî kalacakmışcasina dünyaya sarılır. Fakat herkes gibi o da fânilik damgasını yemekten kurtulamaz. Bu hadisin izahı sadedince Şuâlaföa şu satırlara yer verilir: "Büyük Deccalin ispirtizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslâm Dec-calının dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur. Hatta rivayetlerde, 'Deccalın bir göz kördür' diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek büyük Deccalin bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan yalnız ve münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve akıbeti ve âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder."[45]
2187. [3:538, Hadîs No: 4251] Huzeyfe (r.a.) rivayet ediyor: Deccal'm sol gözü şaşıdır. Saçları çoktur. Yanında da Cennet ve Cehennemi vardır. Onun Cehennemi aslında Cennet, Cenneti ise aslında Cehennemdir.[46]
Deccal'ın şaşı ve saçlarının bol olduğu açık ifadelerdir. Yanındaki Cennet ve Cehennem tabirleri ise izaha muhtaçtır.
Deccalin Cennet ve Cehenneminin ancak yalancı birer Cennet ve Cehennem olabileceği azıcık bir düşünmeyle anlaşılabilir. Zâten hadis, Kıyamet alâ-metleriyle ilgili birçok hadis gibi mecaz mânâda kullanılmıştır. Bu hadis, Deccalin birçok şeyi olduğu gibi medeniyeti de sûistimal ederek onun kötü yönlerini nefisleri bende etmede, insanları emri altında almada kullanacağını ifade etmektedir. Medeniyetin oyun ve eğlenceleri onun yalancı Cennetinden başka bir-şey değildir. Sefaheti o kadar cazip bir hale getirir ki ağızların suyunu akıtır. Bu yolla insanları avlar, taraftar edinir. Taraftarlarını zevk ü safa içerisinde yaşatır. Muhalefet edenlere ise çile ve sıkıntı çektirir. Bunun için zamanın en modern araçlarını kullanmakta tereddüt etmez. Bu sayede kendine tâbi olanlara yalancı bir Cennet, yani mutluluk, tâbi olmayanlara da azap çektirir. Âhirzamanla ilgili hadisleri şerh ve izah etme konusunda orijinal izahları bulunan Bedîüzzaman Said Nursî şunları söyler: "Deccalin yalancı Cenneti, medeniyetin câzibedâr lehviyâtı [oyunları] ve fan-îaziyeieridir. Merkebi ise şimendifer [tren] gibi bir vasıtadır ki, bir başında ateş ocağı bulunur, kendine tâbi olmayanları bazan ateşe atar. O merkebin bir kulağı, yani diğer başı Cennet gibi tefriş edilmiş, tâbi olanları oraya oturtur. Zâten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir Cennet getirir. Biçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için medeniyet elinde Cehennem zebanisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar."[47] Bu izahlar ışığında Deccalın Cennetinin gerçekte Cehennem, Cehenneminin de gerçekte Cennet olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Onun yalancı Cenneti otan sefahet ve gayr-ı meşru hayata kendini atan dünyasını Cehenneme çevirmekle kalmaz, âhiret hayatını da berbad eder. Ona tâbi olmamakla sıkıntıları üstlenen insan ise, dünyada bir nevi Cehennem içerisinde yaşasa da gönlü gül gülistanlık içindedir, huzurla doludur; âhirette de sonsuz saadete erecektir.
2188. [3:539, Hadîs No: 4252] Ebû Sa'id'den rivayetle: Deccalın çocuğu olmaz. Mekke'ye de Medine'ye de giremez.[48]
Deccal zürriyetsizdir. Çocuğu olmaz. Gerek şahsı ve gerekse temsil ettiği dinsizlik rejimi Mekke ve Medine'ye giremeyecektir. Bilindiği gibi, Deccal inkarcı biridir. Allah'ı ve Resulünü inkâr etmekte tereddüt etmemektedir. Kurduğu sistemini de bu inançsızlık üzerine oturtur. Eğitimi dinsizlik üzerine bina eder. Bütün hak dinlere savaş açar. Güçlü, kuvvetlidir. Dünyanın büyük bir kısmını istilâ eder. Dinsizliği esas alan komünizmin dünyanın büyük bir bülümünü istilâ etmesi, bu hadisin acı bir tecellîsinden ibarettir. Cenab-ı Hak sevgili Resulünü incitmemek için Deccala Mekke ve Medineye girme imkânı vermemiştir, vermeyecektir. İslâm Deccalı olan Süfyanın da Islâmı inkâra dayanan sistemini o mübarek beldelere sokma imkânından mahrum kalacağını yukarıdaki hadis-i şeriften anlıyoruz.
2189. [3:539, Hadîs No: 4253] Ebû Bekir (r.a.) rivayet ediyor: Deccal, doğuda, Horasan denilen yerden çıkacak. Ona yüzleri katmerli kalkan gibi olan topluluklar uyacak.[49]
6.313 yorum:
«En Eski ‹Eski 201 – 400 / 6313 Yeni› En yeni»alara başvurmak da vazifemizdir.
Hadîste dikkat çekilen hususlardan biri de, huzur ve sevincin kuvvetli îmana ve kadere rızaya bağlanmasıdır. Yukardaki hususlarla da alakası olan bu haki-kata bütün gönlüyle inanan insanın hayata küsmesi, hadiseler karşısında ümitsizliğe düşmesi, yıkılması mümkün değildir. Çünkü o güçlü îmanı ve kadere rıza ve teslimiyeti sayesinde moral bozucu, yıpratıcı, üzücü olaylarla karşılaştığında Rabbıne yönelir, "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler" deyip sabır ve tahammül eder. Musibetler sebebiyle gam yemez, nimetlerle karşılaştığında da sabır içinde şükreder.
Ama, bu gerçeği gönlüne yerleştirememiş, herşeyin dizgininin Allah'ın elinde olduğunu tam kavrayamamış, Onun hikmeti ve büyüklüğü gereği herşeyi en güzel şekilde yarattığını, herşeyde sayısız hikmet ve gayeler gözettiğini tam his-sedememiş, aksine herşeyden şüphe eder bir pozisyona girmiş, kadere itiraz etmeye başlamış bir kimsenin bu huzuru duyması mümkün değildir. Dünyasını kendi eliyle karartmıştır. En ufacık baş ağrıtıcı bir durumla karşılaştığında ruhen yıkılma ve streslere girmekten kurtulamaz. Korkutucu bir hadise yoksa bile, olur olmaz şeylerden kaygı ve endişe duymaya başlar, hayatını zindana çevirir. Kadere inanan kederden kurtulurken, ona itiraz eden başını duvardan duvara vurur. Kırık elle intikam almaya kalkan kimse, diğer elinin de kırılmasına sebep olduğu gibi kadere itiraz eden kimse de ızdırabını arttırmış olur.
1390. [2:540, Hadîs No: 2494]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın öyle kulları vardır ki, "Şu şöyle olacak" diye yemin etse, Allah onu yalancı çıkarmaz.[92]
1391. [2:540, Hadîs No: 2496]
Huzeyfe'den (r.a.) rivayetle:
Eski peygamberlerin sözlerinden insanlara ulaşan sözlerden biri de şudur: "Utanmadıktan sonra dilediğini yap."[93]
1392. [2:541, Hadîs No: 2498]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Bildiklerini, bilmediklerini öğrenerek arttırman, takvanın kay-naklarmdandır. Bildiklerini arttırmaman, bildiklerini de azaltman demektir. Kişiyi ancak bildiklerinden faydalanmaması öğrenmeye karşı isteksiz kılar.[94]
1393. [2:542, Hadîs No: 2499]
Hâni bin Yezid'den rivayetle:
Bol bol selâm vermek ve güzel söz söylemek Allah'ın günahları bağışlamasını gerektiren şeylerdendir.[95]
1394. [2:542, Hadîs No: 2500]
Uz. Hasan rivayet ediyor:
Müslüman kardeşini sevindirmen, Allah'ın bağışlamasını gerektiren şeylerdendir.[96]
1395. [2:542, Hadîs No: 2501]
İbrahim en-Nehâî'den rivayetle:
Allah'ın kuluna olan bir nimeti de çocuğunu kendisine benzetmesidir.[97]
1396. [2:543, Hadîs No: 2503]
Aişe (r.a.) rivayet ediyor:
Kadının istenmesinin kolay olması, mehrinin kolay ödenebilir olması ve kolay çocuk yapması onun bereketli oluşundandır.[98]
1397. |2:545, Hadîs No: 2510]
İbni Mes'ûd'dan (r.aj rivayetle:
Şu altın ve gümüş sizden öncekileri helak etmiştir. Sizi de helak edecektir.[99]
1398. [2:545, Hadîs No: 2411]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz bu ilim din ilmidir. Öyle ise dininizi kimden öğrendiğinize iyi bakın. [100]
1399. [2:546, Hadîs No: 2413]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz şu Kur'ân Allah'ın ziyafet sofrasıdır. Gücünüz yettiğince Onun sofrasından alın.[101]
Yeryüzünü maddî organlarımız için bir nimet sofrası haline getiren Rabbi-miz, Kur'ân'ı da manevî âlemimiz için bir nimet sofrası yapmıştır. Evet, Kur'ân Allah'ın kullarına verdiği eşsiz bir ziyafet sofrasıdır. O sofradan ruh ve kalbimizi doyurmak, herbiri birer manevî ilaç olan gıdaları almak için can atmak, her imanlı insanın vazgeçemeyeceği bir husustur. "Gücünüzün yettiğince o sofradan alın" buyuran Peygamberimiz (a.s.m.), bu güzel ziyafetten gerektiği gibi faydalanmamızı tavsiye buyuruyorlar.
O haide Kur'ân'ı dilimizden hiç düşürmememiz gerekiyor. Fırsat buldukça, gelirken giderken ezbere bildiğimiz âyetleri, sûreleri okumak görevimiz olmalıdır. Mümkünse hergün sabah veya akşam onu okumaya vakit ayırabilmeliyiz. Aynı zamanda onun tefsirlerine müracaat ederek, Rabbimizin bu ziyafet sofra-sıyla bize neler ikram ettiğinin farkına varabilmeli, mânâsını içimize nüfuz ettirip anlayarak okumaya çalışmalıyız. Bilinmelidir ki Kur'ân anlaşılıp tatbik edilsin diye gönderilmiştir. Anlayarak okumaya çalıştığımızda o ziyafet sofrasından alacağımız lezzet o ölçüde büyük olacaktır.
ktır.
Bir dünya büyüğünün ziyafetine katılabilmek için can atan insanların, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın manevî Kur'ân ziyafetine nasıl büyük bir gayret ve doymaz bir arzu ve^istekle yönelmesi gerektiğini anlamak zor olmasa gerek.
1400. [2:546, Hadîs No: 2514]
Hâkim bin Hizam rivayet ediyor:
Şu mal caziptir, tatlıdır. Kim onu hak ederek alırsa kendisi için mübarek kılınır. Kim de onu aç gözlülükle elde ederse bereketim görmez. Bu kişi yiyip de doymayan kişiye benzer. Veren el alan elden üstündür.[102]
1401. [2:552, Hadîs No: 2531]
Cerir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:
Allah yaratılışım güzel yapmış. Öyle ise sen de ahlâkını güzelleştir.[103]
1402. [2:553, Hadîs No: 2533]
Ebu'd-Derdadan (r.a.) rivayetle:
Siz Kıyamet Gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın ismiyle çağrılacaksınız. Öyle ise kendinize güzel isim koyunuz.[104]
1403. |2:553, Hadîs No: 2535]
Halid bin Urfata rivayet ediyor:
Benden sonra Ehl-i Beytimle imtihan olunacaksınız.[105]
1404. [2:554, Hadîs No: 2438]
Ebû Hüreyre'den (r,a.) rivayetle:
Şüphesiz siz idareciliğe karşı hırs göstereceksiniz. Halbuki idarecilik Kıyamet Gününde pişmanlık ve hasret sebebi olacaktır. O, dünyada ne güzel süt anne, ölüm sonrası için ise ne kötü sütten kesendir.[106]
1405. [2:556, Hadîs No: 2542]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, sizden biri emrolunanm onda birini terk etse helak olur. Sonra öyle bir zaman gelecek ki, onlardan birisi kendisine emredilenin onda birini yapsa kurtulur.[107]
1406. [2:556, Hadîs No: 2543]
Ebû Zerden (r.a.) rivayetle:
Siz Allah'ın huzuruna Allah'tan gelenden, yâni Kur'ân'dan daha üstün bir şeyle varamazsınız.[108]
1407. [2:557, Hadîs No: 2544]
Câbir (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Siz bugün sağlam bir din üzeresiniz. Ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı öğüneceğim. Öyle ise benden sonra gerisin geri dinden dönmeyiniz.[109]
1408. [2:557, Hadîs No: 2545]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Siz mallarınızla bütün insanları memnun edemezsiniz. Öyle ise güleryüzlülügünüz ve güzel huyunuzla onları memnun edin.[110]
1409. [2:558, Hadîs No: 2548]
Muâviye (r.a.) rivayet ediyor:
Ameller dolu kaplar gibidir. Altı güzel olduğu zaman üstü de güzel olur. Altı bozuk olduğu zaman üstü de bozuk olur.[111]
1410. [2:559, Hadîs No: 2550]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Ümit, ümmetime Allah'ın bir rahmetidir. Eğer ümit olmasaydı, hiçbir anne çocuğunu emzirmez. Hiçbir ağaç diken de dikmezdi.[112]
İnsan harika bir yaratıktır. Heyecan, sevgi, korku, şefkat, merhamet gibi enteresan duygularla yoğrulmuştur. Ondaki bu güzel duygulardan biri de ümiddir.
İşte hadis-i şerifte ümid duygusuna dikkat çekilmekte, bunun Allah'ın bir rahmeti olduğu üzerinde durulmakta ve bir iki de örnek verilmektedir.
Bu duygu birşeyler umarak, hedefleyerek yaşamaktır. İnsan bu ümidle yaşar. Bu duyguyla hayata bağlanır. İşlerine yönelir, şevkle sarılır.
İnsanın ümidi olmazsa yıkılır, karamsarlık ve kötümserlik içerisinde boğulup gider. Hayatın tadını alamaz.
Çiçek açan bitkilerde bu ümid vardır. Hayvanların koşuşmasında bu duygu vardır.
Annenin çocuğunu şefkatle bağrına basması, emzirmesinde de aynı duygu vardır.
O şevk ve ümit olmasaydı insan zevkle çalışamaz, istikbale güvenle baka-maz, içinden hiçbir iş yapmak gelmezdi.
Eğer Allah, rahmetiyle bu hissi içimize koymasaydı, hayatın tadını, zevkini alamaz, hiçbir işe iştiyakla yönelemez, bıkkın, isteksiz, âdeta ölü hale gelirdik.
Böyle bir duyguyu kalbimize yerleştirdiği için Rabbimize hamdolsun.
1411. [2:560, Hadîs No: 2552]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Yemin, ya bozmayı veya pişmanlığı netice verir.[113]
Bu hadis yemin konusunda dikkatli olmayı nazara verir. Çünkü olur olmaz şeylere yemin etmeyi alışkanlık haline getiren insan güç durumlara düşer. Ba-zan geleceğe yönelik öyle yanlış bir yeminde bulunur ki, bu bir yaptırımı gerektirebilir. Bozsa keffaret ödemek zorunda kalır. Keffaret ödemese günahkâr olur. Ödese pişman olabilir. Aleyhine ise bozmadığı takdirde de pişmanlık duyabilir. Her ikisi de insanın aleyhinedir. Ne yeminini bozup keffaret ödemek zorunda kalmalı ve ne de yapamayacağı birşey için yemin edip de bozamayıp, "Niçin yemin ettim" diye pişmanlık duymalıdır.
1412. [ 2:561, Hadîs No: 2555]
Ali'den (r.a.) rivayetle: İtaat meşru dairede olur.[114]
1413. [ 2:562, Hadîs No: 2560]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Kadın erkeğin benzeridir.[115]
Kadın herşeyden önce insan olduğu için erkeğin benzeridir. El, ayak, göz kulak gibi birçok uzuvda ona benzer. Birçok his ve duygu yönüyle de erkekle ortaktır. Sevgide, şefkatte, heyecanda, korkuda, ümidde aynı duyguları paylaşırlar. Hatta kadın erkeğe o kadar yakındır ki, bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerini tamamlarlar. Birbirlerine ünsiyet eder, yakınlık duyar, ısınır; neşe ve kederlerini paylaşır, maddeten ve manen birbirlerine destek olurlar. Tarihin bazı safhalarında kadının horlandığı, insan dahi kabul edilmediği veya birçok haklardan mahrum bırakıldığı düşünülünce, kadına bu bakış açısını getiren İslâm dininin ne kadar makul bir yaklaşım koyduğunu anlamak zor olmaz. Madem ki kadınla erkek böylesine birbirine benzer varlıklardır. O halde kadının da erkek gibi kendine mahsus bir kısım hak ve hürriyetlere sahip olduğunu kabul etmek gerekir.
1414. [2:563, Hadîs No: 2564]
Sevbân'dan (r.a.j rivayetle:
Ben ümmetim için ancak yoldan saptırıcı liderlerden korkuyorum. Günahları bağışlanan kimseler ancak rahata ermiştir.[116]
1415. [2:564, Hadîs No: 2566]
Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:
Ben de ancak bir insanım. Siz bir dâvayı halletmek için" bana gelirsiniz. Bâzınız bâzınızdan delilini daha güzel bir ifâde ile getirebilir. Ben de işittiğime uygun hüküm veririm. Ben kime bir Müslümanın hakkını vermekle hükmetmiş sem, bilsin ki, bu ancak ateşten bir parçadır. Dilerse alsın, dilerse bıraksın.[117]
ir parçadır. Dilerse alsın, dilerse bıraksın.[117]
1416. [2:565, Hadîs No: 2567]
Mcıhmud bin Lebld'den rivayetle:
Ben ancak bir insanım. Göz yaşarır, kalb ürperir. Fakat biz Rabbi-mizin hoşnut olmadığı birşeyi söylemeyiz. Vallahi ey İbrahim, biz senin vefatından dolayı üzgünüz.[118]
1417. [2:569, Hadîs No: 2577]
Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
İlim ancak kendini zorlamakla öğrenilir. Hilim de ancak gayretle elde edilir. Kim hayrı araştırırsa ona verilir. Kim de serden sakınırsa ondan korunur.[119]
1418. [2:570, Hadîs No: 2580]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Ben sizin babanız yerindeyim. Biriniz tuvalete gittiğinde kıbleye karşı yönelmesin, sırtını da kıbleye dönmesin ve sağ eliyle temizlenmesin.[120]
Peygamberler, ümmetlerinin manen babası yerindedir. Nasıl bir baba çocuğuna öğretilmesi gereken şeyleri öğretmek durumundaysa, peygamberler de, ümmetlerine öğretmeleri gereken herşeyi öğretirler. Peygamberimizin bu hadislerinde öğüdüne böyle bir ifâde ile başlaması çok dikkat çekicidir. Bizlere güzel bir eğitim metodu vermektedir. Genelde insan bir büyüğünün böyle konulardaki öğütlerinden utanır, sıkılganlık hisseder. Bu da verilen öğütten istifade etmesine engel olur. İşte Peygamberimiz bu hadisin baş tarafındaki ifadesiyle bu mahzuru ortadan kaldırmayı ve öğüdünü ondan sonra vermeyi hedeflemiştir.
Peygamberimiz, hadisin devamında ümmetine tuvalet adâbıyla ilgili iki hususu ders vermektedir. Bunlar da gerek sırtını, gerekse önünü kıbleye dönmemek ve sağ el ile taharetlenmemektir. Bununla beraber, tuvaletin yapılış şekli kıbleye karşı ise, artık bu bir zarurettir. Kıbleye karşı dönülmüş olmasında bir mahzu.' yoktur. Fakat eğer kişinin satın aldığı evde tuvalet yapılırken bu hususa dikkat edilmemişse, ve ev sahibi bunu değiştirebilecek imkâna sahipse, yönünü değiştirmesi daha iyi olur.
1419. [2:571, Hadîs No: 2581]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Ben ancak bir kulum, kullar gibi yer, kullar gibi içerim.[121]
1420. [2:571, Hadîs No: 2582]
Muâviye'den (r.a.) rivayetle:
Ben sadece tebliğ ediciyim. Hidâyet veren Allah'tır. Ben sadece taksim edenim, veren Allah'tır.[122]
1421. [2:572, Hadîs No: 2583]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Ben size ihsan edilmiş bir rahmetim.[123]
1422. [2:572, Hadîs No: 2584]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.[124]
1423. [2:573, Hadîs No: 2585]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Ben rahmet olarak gönderildim, azab olarak değil.[125]
1424. [2:573, Hadîs No: 2586]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Siz kolaylaştırıcı olarak gönderilmişsiniz. Zorlaştırıcı olarak gönderilmemişsiniz.[126]
1425. [2:573, Hadîs No: 2587]
Hz. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Ben tebliğci olarak gönderildim, zorlaştırıcı olarak değil.[127]
1426. [2:573, Hadîs No: 2588]
Abdullah bin Ebî Rebîa'dan (r.a.) rivayetle:
Borcun karşılığı teşekkür etmek ve söz verilen vakitte vermektir.[128]
1427. [2:574, Hadîs No: 2590]
Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:
İzin isteme, evin içindekilerini izinsiz görmemek içindir[129]
Hadîste isti'zanla ilgili bir adaba dikkat çekilmiştir. İsti'zan, bir başkasının evine veya odasına girerken kişinin izin istemesidir. Araplar Câhiliyye devrinde bir başkasının haremgâhına izinsiz bir şekilde, âdeta baskın yaparcasına girerlerdi. Fıtrata uymayan, çirkin olan her şeyi değiştiren Yüce dinimiz, o devrin bütün çirkinlikleri gibi, bunu da yasakladı, haram kıldı. Hayatın her safhasını tanzim etti, edebin en ince ayrıntılarını öğretti. İşte dinimizden öğrendiğimiz binlerce edepten birisi de başkalarının evine girerken izin isteme nezâketidir. Dinimize göre kapı açık da olsa yabancı birisinin evine girmeden önce izin almak gerekir.
İzin almadan içeri girmek haramdır. Bu husus âyet-i kerime ile sabittir. İzin isteme ile ilgili âyetin inmesine sebep olan hadise şudur:
Ensardan bir kadın Peygamberimize gelerek, "Ey Allah'ın Resulü, ben bazı zamanlar evimde açık bir halde bulunuyorum ki, o halde iken ne babamın, ne oğlumun hiç kimsenin beni görmesini istemem. Halbuki ben bu halde iken ailemden birisi yanıma çıka gelir. Ben ne yapayım?" diye sordu. Bunun üzerine şu iki âyet nazil oldu:[130]
"Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, sahiplerinden izin alıp onlara selâm vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki, güzelce düşünüp öğüt alırsınız.
"Orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilmedikçe oraya girmeyin, 'Dönün' denirse geri dönün; bu sizin için daha nezih bir harekettir. Yaptıklarınızı Allah hakkıyla görür.[131]
Bu âyetler nazil olunca, Şama pekçok ticâret seferi yapan Hz. Ebû Bekir Peygamberimize gelerek, "Yâ Resûlallah, Şam yolunda bâzı hanlar ve kervansaraylar var. Buralar kimsenin daimî meskeni olmayıp yol uğraklarıdır. Buralara girmek için de izin almak gerekir mi?" diye sordu.
Onun bu suâli üzerine aynı sûrenin bir sonraki âyetiyle bu husus şöyle açıklandı:
"Meskûn olmayıp umumun kullanımına açtk binalara girmenizde size bir günah yoktur."
İzin istemenin âdaplarını da Peygamberimizden öğreniyoruz.
Peygamberimiz Sa'd bin Ubâde'yi (r.a.) ziyarete gitmişti. Geldiğini bildirmek için selâm verdi, fakat içeriden bir cevap alamadı. Tekrar selâm verdi, yine bir cevap duymadı. Üçüncü defa selâm verdi, bu defa da cevap alamayınca döndü. Hz. Sa'd Resûlullahın uzaklaştığını görünce hemen koştu ve "Annem babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Selâmını işitiyor ve cevap veriyordum. Fakat bize verdiğin selâmların sayısını arttırmak için cevabımı size işittirmiyordum. Sonra Peygamberimizi evine davet etti, uzun müddet Resûlullahla sohbet etti.[132]
3u hadîsten izin isteme ile ilgili iki hususu öğreniyoruz. Birincisi, selâm vermek, aynı zamanda iz!n istemektir. Veya önce selâm verip sonra izin istenilmeli-dir. Nitekim bir defasında Sahabîlerden birisi "Girebilir miyim?" demişti. Peygamber Efendimiz de ondan "Selâmü'n-aleyküm, girebilir miyim?" demesini istemişti.[133] Günümüzde kapıyı tıklatmak, öksürmek eksik de olsa bir çeşit izin isteme sayılır. En azından içeridekilerin toparlanmalarına, kendilerine çeki düzen vermelerine sebep olur. Fakat kapıya vurmak veya öksürmek izin verilmek demek değildir. Kapıya vurduktan veya öksürdükten sonra izin verilmeden girilmemelidir.
Hadîsten öğrendiğimiz ikinci âdâb, üçüncü defada da izin verilmediğinde dönüp gitmektir.
Bir yere girmek için izin isterken, dikkat edilecek ikinci husus, kapının karşısında durmamak, kapı açılır açılmaz, içeriyi gözetlememektir. Bir defasında Peygamber Efendimizi (a.s.m.) ziyarete gelen Ebû Saîd el- Hudrî (r.a.), kapıya karşı durarak izin istemişti. Peygamberimiz (a.s.m.), izin isterken kapıya karşı değil, sağ veya sol tarafa durması gerektiğini ikaz etti.[134] İzahını yaptığımız hadiste de izin istemenin evin içindekileri İzinsiz görmemek için olduğuna dikkat çekmektedir.
izin isteme ile ilgili üzerinde duracağımız son bir âdab da içeriden kim o?" diye sorulduğunda izin isteyenin "Ben" diye cevap vermeyip ismini söylemesidir. Hz. Câbir bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor:
"Bir defasında Resûlullahı (a.s.m.) ziyarete gitmiştim. Kapıyı çaldım, Resûl-i Ekrem, "Kim o?" diye sordu. "Ben" cevabını verdim. Peygamberimiz (a.s.m.) bu cevabımdan hoşlanmayarak "Ben, ben" diye iğneli bir ifâdeyle beni tenkid etti.[135] Bununla "Ben, ben deme. Câbir de" buyurmuş oluyordu.
. "Ben" cevabını verdim. Peygamberimiz (a.s.m.) bu cevabımdan hoşlanmayarak "Ben, ben" diye iğneli bir ifâdeyle beni tenkid etti.[135] Bununla "Ben, ben deme. Câbir de" buyurmuş oluyordu.
İzin istemek sadece yabancılara mahsus bir davranış değildir. Bir ailede çocukların da anne ve babalarının bulundukları odaya girerken izin istemeleri dinimizin âdâblanndandır. Bu konuyla ilgili âyet meâlleriyle konuyu bitirelim:
"Ey îman edenler! Köle ve cariyeleriniz ve sizden olup da henüz buluğ çağına ermemiş çocuklarınız, yanınıza girmek için şu üç vakitte sizden izin istesinler: Sabah namazı öncesi, öğle vakti elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazı sonrası, sizin için üç mahrem vakittir. Bu vakitlerin haricinde yanınıza izinsiz girmelerinde ne size, ne de onlara bir günah yoktur; çünkü onlar sizin yanınıza sık sık girmek zorunda kalırlar, siz de birbirinizi sık sık dolaşırsınız. Âyetlerini Allah size böyle açıklıyor. Allah herşeyi hakkıyla bilen, her işi hikmetle yapandır.
"Çocuklarınız bulûğ çağına erdiklerinde, kendilerinden önceki büyüklerin izin istemeleri gibi, bu üç vaktin dışında da yanınıza girmek için izin istesinler. Âyetlerini Allah size böyle açıklıyor. Allah herşeyi hakkıyla bilen, her İşi hikmetle yapandır."[136]
1428. [2:574, Hadîs No: 2592]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın iyi kimselere "ebrar" ismini vermesinin sebebi onların babalarına, annelerine ve çocuklarına iyilik yapmaları sebebiyledir. Anne ve babanın senin üzerinde hakkı olduğu gibi, çocuğunun da senin üzerinde hakkı vardır.[137]
Ebrar "iyiler" mânâsına gelir. Hadîste Allah'ın bir kısım kimseleri bu isimle anmasının sebebi açıkça anlatılmaktadır. Böyle kimseler anne, baba ve çocuklarına karşı İyi davranan insanlardır. Çünkü bunlar anne babanın değerini çok iyi bilmektedirler. Allah, onlara "Öf" bile denilmemesini emretmiştir. Onlarda buna uyarlar. Onlara şefkat kanatların! gerer, sevgi ve hürmette kusur etmez, gönüllerini kazanır, hayırlı dualarını alırlar. Onlar evlatlarına karşı da iyi davranırlar. Şefkat ve merhametle eğilirler. Maddî ve manevî tehlikelerden korurlar. Onları terbiyeli, ahlâklı, görgülü yetiştirir; sevgi, saygıyı, insanlığı öğretirler.
İyi kimselerin anne, baba ve çocuklarına karşı iyi davrandıklarını söyleyen Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), anne babanın da, çocukların da bir kısım hakları olduğunu bildirmektedir. Anne babanın hakkı evladından sevgi, saygı ve iyilik beklemeleri, yardımlarına koşmalarıdır. Çocuğun da hakkı güzel bir isim verilmesi; dinine, inancına bağlı, ahlâklı, dürüst olarak yetiştirilmesi, bir meslek sahibi olmalarının sağlanması, evlenme çağına geldiğinde evlendirmesidir.
1429. [3:2, Hadîs No: 2596]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Ramazan ayına bu ismin verilmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.[138]
Ramazan, rahmet ayıdır, mağfiret ve bağışlanma ayıdır. Bu ayda Cenâb-ı Allah mü'min kullarını affeder. Peygamberimizin bir hadislerinde, Ramazan ayının bir önceki Ramazan'dan bu yana işlenen günahlara keffâret olacağı İfâde edilir.[139]
Bu hadislerinde de bu ayda tuttukları oruç sayesinde, Allah'ın kullarının günahlarını yakıp yok ettiği için sözü geçen aya Ramazan ismini verdiğini belirtmiştir. Peygamberimiz Ramazan kelimesinin sözlük mânâsından hareketle oruç ayının bu özelliğine dikkat çekmiştir. Nitekim âlimler, başka mânâlarla birlikte bu kelimenin şu mânâya da geldiğini ifâde ederler:
Arapçada "ramaz" kelimesi diğer mânâları yanında güneşin hararetinden taşların şiddetli olarak kızması mânâsına da gelir. Ramazan da, bu fiilin mastarı olarak kızgın yerde yalın ayak yürüyerek yanmak demektir. Oruç ayına bu ismin verilmesinin bir sebebi de, Ramazan'ın oruç hararetiyle günahları yakmasıdır.
1430. [3:2, Hadîs No: 2597]
1430. [3:2, Hadîs No: 2597]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.nı.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Şaban ayına bu ismin verilmesi sebebi, bol hayırlar onda oruç tutan kimse Cennete girinceye kadar dallanıp budaklandığı içindir.[140]
Hicri ayların 8. ve mübarek üç ayların ikincisi olan Şaban'ın kelime mânâsı, çokça dallanıp budaklanarak büyüyüp gelişen demektir. Şaban ayının bu ismi almasının sebebi, hadiste de ifâde edildiği gibi, bu ayda oruç tutan kimse için hayırlar o kadar bollaşır ki tıpkı bu hayır Cennete girinceye kadar dallanıp budaklanan bir ağacı andırır.
Bu ayda oruç tutmanın fazileti ile ilgili daha pekçok hadis vardır. Meselâ bunlardan birkaçının meali şöyledir:
"Şaban Benim ayımdır," "Şaban günahları temizleyendir."[141]
Bir defasında, "Ya Resûlailah, Ramazan'dan başka fazileti ençok olan oruç ayı hangi aydır?" diye sordular.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) "Ramazan'ı tazim için Şaban'da tutulan oruçtur" cevabını verdi.[142]
Server-i Kâinat Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Ramazan'dan sonra en fazla Şaban ayı içerisinde oruç tutarlardı.
1431. [3:3, Hadîs No: 2599]
Abdurrahman bin Ezher'den (r.a.) rivayetle:
Ateşli hastalığa yakalanıp titrediğinde mü'minin durumu ateşe girip kiri, pası giden, geriye tertemiz olarak kalan demirin durumu gibidir.[143]
1432. [3:3, Hadîs No: 26001
tbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Kur'ân'ı ezberleyenin durumu, bağlı deve sahibinin durumu gibidir. Eğer ona göz kulak olursa, onu yerinde durdurmuş olur. İpini çözerse gider.[144]
1433. [3:4, Hadîs No: 2601]
Ebû Mûsâ el-Eş'arî (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Dindar ve güzel ahlâklı bir sohbet arkadaşının durumu ile kötü bir sohbet arkadaşının durumu, misk taşıyanla körük çeken adamın durumu gibidir. Miski taşıyan ya sana hediye eder ya ondan satın alırsın veya onun güzel kokusundan istifade edersin. Körük çeken ise ya elbisem yakar veya ondan üzerine pis bir koku siner.[145]
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bu hadislerinde iyi ve kötü arkadaşın özelliklerini bize veciz bir şekilde anlatmaktadır.
Dindar ve güzel ahlâklı kimse örnek bir kimsedir. Arkadaşına daima iyi şeyler telkin eder, iyi yola sevkeder, dünya ve âhiret saadetinin yollarını gösterir. Kısaca iyi arkadaşa takılan, sonunda bir oh çeker.
Kötü arkadaşa gelince, o da körükçüye benzetilmektedir. Nasıl körükçünün yanında kalanın üzerine pis kokular siniyor veya sıçrayan bir kıvflcımla elbisesi dahi tutuşabiliyorsa, kötü arkadaş da insanın maddî ve manevî hayatı için bir tehlike unsuru olur. Atalarımız, "Üzüm üzüme baka baka kararır" diyerek kişinin beraber olduğu kimselerden bir kısım özellikler, huylar kapacağını bildirmişlerdir. İyi arkadaştan iyi şeyler öğrenen kimse, kötü arkadaştan da kötü şeyler kapar. Kötü arkadaş, âdeta bulaşıcı hastalık taşıyan mikrobu andırır. Ona kötü şeyler bulaştırır. Ahlâkını, hatta inancını dahi bozabilir. Sefahete, dalâlete atar. Meyhanelere, sefalethalere, kumarhanelere iter. Dünya hayatını zindana çevirmekle kalmaz, âhiret hayatını da mahveder. Cehenneme sürükler. Arkadaşları sebebiyle Cehenneme yuvarlanan insanların pişmanlık dolu ifadeleri Kur'ân'da anlatılır: "Keşke," denilir, 'lalanı arkadaş edinmeseydim. O beni hak yoldan saptırdı, Allah yolundan alıkoydu, günahlara götürdü."[146]
1434. [3:4, Hadîs No: 2604]
ibniAmr (r.a.) rivayet ediyor:
Sizden önceki ümmetler ancak kendilerine gönderilen kitap hakkında ayrılığa düştükleri için helak oldular.[147]
1435. [3:5, Hadîs No: 2606]
tbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
îki önemli şey vardır: söz ve yol. En güzel söz, Allah'ın kelâmıdır. En güzel yol Muhammed'in yoludur. Dinde sonradan uydurulan şeylerden sakının. İşlerin en kötüsü dinde olmayıp da sonradan uydurulan şeylerdir. Her uydurulan şey bid'a, her bid'a ise sapıklıktır.
Dikkat ediniz! Emel ve arzularınız uzayıp da kalbleriniz katılaşmasın. Dikkat ediniz! Gelmesi kesin olan herşey yakındır. Uzak olan sadece gelmeyecek olandır.
Dikkat ediniz! Kötü kimse daha annesinin karnında iken belirle-nirfilerde iradesiyle kötülüğe gideceğini Allah sonsuz ilmiyle bilip öyle yazar.] Bahtiyar kimse başkasından ibret alandır.
Dikkat ediniz! Mü'mini öldürmek kafirlerin, mü'mine sövmek fâ-sıkların vasfıdır. Bir mü'minin kardeşini üç günden fazla konuşmayarak terketmesi helâl değildir.
Dikkat ediniz! Yalandan sakının. Çünkü ciddi de olsa, şaka yollu da olsa yalan söylemek caiz değildir. Kişi küçük çocuğuna söz verip de sonra onu yerine getirmemezlik etmesin. Çünkü yalan kötülüğe, kötülük de Cehenneme götürür. Doğruluk ise iyiliğe, iyilik de Cennete götürür. Doğru söyleyen kimseye "Doğru söyledi, hayır işledi" denir. Yalancı için de. "Yalan söyledi, günahkâr oldu" denir.
Dikkat ediniz! Kul yalan söyleye söyleye nihayet Allah katında yalancı olarak yazılır.[148]
1436. [3:7, Hadîs No: 2607]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
İnsanlar niyetlerine göre diriltilecek ve hesaba çekileceklerdir.[149]
1437. [3:7, Hadîs No: 2609]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Allah, insanoğluna ancak korktuğu kimseleri musallat eder. Eğer insanoğlu Allah'tan başkasından korkmazsa hiç kimseyi ona musallat etmez, insanoğlu, ümit bağladığı kimseye havale edilir. Eğer Allah'tan başkasına ümit bağlamazsa, Allah da onun işini kendi üzerine alır, başkasına havale etmez.[150]
1438. [3:7, Hadîs No: 2610]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Cennete ancak onu ümit edenler girer, Cehennemden de ancak ondan korkanlar uzaklaştırılır. Allah ancak merhamet edenlere merhamet eder.[151]
1439. [3:10, Hadîs No: 2618]
Hz. Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Dünyada, ancak âhiretten nasibi olmayan kimse ipek giyer.[152]
Hadîste her ne kadar umumî bir ifâde kullanılmışsa da, yasaklama sadece erkekler içindir. İpek giymek kadınlar için helâldir. Nitekim Hz. Ali'nin rivayet ettiği bir hadislerinde Peygamberimiz sol eline ipek kumaş, sağ eline bir parça altın alıp bunları yukarı kaldırarak, "Şu iki şey ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helâldir" buyurmuşlardır.[153]
İzahını yaptığımız hadiste ipek giyen kimsenin âhiretten nasibi olmayacağının ifâde edilmesi, haramlığını inkâr eden veya Peygamberimizin yasağını hafife alan kimseler içindir.
Dünyada Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak ipek giymeyen kimselerin âhi-rette Cennete lâyık ipekler giyeceklerini de burada hatırlatalım.
1440. [3:11, Hadîs No: 2620]
Sa'd bin Ebî Vakkas (r.a.) rivayet ediyor:
Allah bu ümmete ancak zayıfların duaları, namazları ve ihlâsları sayesinde yardım ediyor.[154]
1441. [3:11, Hadîs No: 2621]
el-Eğizze 'l-Müzenî 'den rivayetle: Şüphesiz ben günde yüz defa Rabbimden bağışlanmamı dilerim.[155]
1442. [3:12, Hadîs No: 2622]
Ebû Hüreyre rivayet ediyor:
Şüphesiz Allah kendisinden birşey istemeyene gazab eder.[156]
1443. [3:12, Hadîs No: 2624]
Hz. Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Ben cinnî ve insî şeytanları Hz. Ömer'den kaçarken görüyorum.[157]
1444. [3:13, Hadîs No: 2627]
1444. [3:13, Hadîs No: 2627]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz ben lanet edici olarak değil, ancak rahmet olarak gönderildim.[158]
1445. [3:13, Hadîs No: 2628]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz ben şaka yaparım, fakat şaka yaparken doğru olandan başkasını söylemem.[159]
İnsan her zaman ciddî olamaz. Bâzı zamanlar şaka da yapmalıdır. Çünkü yüce Allah, insanın fıtratına gülmeyi, eğlenmeyi de koymuştur. Fakat şaka yapmak demek, gayr-i meşru, yalan yanlış şeyler yapmak ve söylemek demek değildir, işte insanlığa örnek olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, bu hususta da ümmetine en güzel ölçüyü veriyor. Sözle şaka yaparken dahi doğruyu söylediğini ifâde ederek, ümmetinden de böyle olmalarını istiyor. Şu iki hadise Peygamberimizin şakasına güzei bir örnektir:
Dadısı Ümmü Eymen (r.a.) birgün Peygamberimizin huzuruna geldi ve "Bana bir binek temin ediniz" diye ricada bulundu. Peygamberimiz "Sana binek olarak bir deve yavrusu vereceğim" buyurdu. Ümmü Eymen, Resûlullahın ifâdesin-deki inceliği anlayamadı. "Ey Allah'ın Resulü, yavrunun beni taşımaya gücü yetmez. Hem ben deve yavrusu istemiyorum ki" dedi. Peygamberimiz sözünü tekrarladı. "Seni ancak bir devenin yavrusuna bindireceğim" buyurdu.[160]
Evet, Peygamberimiz şaka yaparken dahi hakikati söylüyordu. Her deve, bir başka deveden doğması hasebiyle "deve yavrusu" değil miydi?
Bir defasında da yaşiı bir kadın Peygamberimize gelerek "Duâ et de Cennete gireyim" ricasında bulunmuştu. Peygamberimiz, 'Yaşlı kadınlar Cennete girmeyecek" buyurdu. Kadın üzüldü, ağlamaya başladı. Peygamberimiz "Yaşlı kadınlar yaşlı olarak Cennete girmeyecekler" buyurarak onu teselli etti[161]
1446. [3:14, Hadîs No: 2631]
Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz, ben sizin için yerime iki şey bırakıyorum. Allah'ın kitabı ki, gök ve yer arasında uzatılmış bir iptir. Ve ailem olan Ehl-i Beytim. Bu ikisi Kevser Havuzunun başına varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar.[162]
1447. [3:16, Hadîs No: 2636]
Ümeyme bint-i Rukeyka'dan rivayetle: Şüphesiz, ben kadınlarla tokalaşmam.[163]
1448. [3:17, Hadîs No: 2637]
Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz, ben insanların kalbini yarıp bakmakla ve göğüslerini açmakla emrolunmadım.[164]
1449. [3:17, Hadîs No: 2640]
Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Şüphesiz, ben namaza dururum, namazı uzatmak isterken bir çocuğun ağladığını işitip annesinin bundan duyduğu şiddetli üzüntüyü bildiğimden namazımı kısa keserim.[165]
1450. [3:18, Hadîs No: 2642]
Nu'man bin Beşir (r.a.) rivayet ediyor: Ben zulme şahitlik yapmam.[166]
Bu hadîsin baş tarafı vardır. Müslirrtöe geçtiği şekliyle hadîsin tamamı şöyledir:
Amre binti Revâha, Beşir'den malının bir kısmını kendisinden doğan oğluna bağışlamasını istedi. Beşir, bu kadının isteğini bir sene geciktirdi. Bir sene sonra, kadının isteğini yerine getirmeye karar verdi. Kadın, "Oğluma yaptığın bu hibeye Resûiullah şahitlik etmedikçe buna inanmam" dedi. Bunun Üzerine Beşir, oğlu Nu'man'ın elinden tutarak Resûlullaha gitti. "Bu çocuğun annesi, oğluna yaptığım bir bağış için sent şahit göstermemi çok arzu ediyor" dedi. Peygamberimiz, "Ey Beşir, senin bundan başka çocuğun var mı?" diye sordu. Beşir, "Evet, var" cevabını verdi. Resûiullah (a.s.m.), "Onların her birine bu çocuğa yaptığın gibi birşeyler bağışladın mı?" diye sordu. Beşir, "Hayır, bağışlamadım" dedi. Bunun üzerine adalet güneşi Resûiullah (a.s.m.} şöyle buyurdu:
"Öyle ise beni bu işe şahit tutma. Çünkü ben bir adaletsizliğe şahitlik etmem."[167]
Bu hadis, mü'mine, çocukları arasında âdil davranmayı emretmektedir. Başka bir hadislerinde Peygamberimiz öpmeye varıncaya kadar çocuklar arasında adaletli davranmayı tavsiye eder. Çocuklar arasında adaletli davranmak çok mühimdir. Aksi durum çocukların anne ve babalarına karşı çıkmalarına, onlara karşı vazifelerini ihmal etmelerine sebep olur. Cemiyet hayatında bu Peygamber ölçüsünü nazara almamanın menfi tesirlerini görüyoruz.
Bu hadisten alınacak bir başka ders de, bir mü'minin, hakkın ortaya çıkması hususunda göstereceği tavra ışık tutmasıdır.
1451. [3:18, Hadîs No: 2643]
îbni Nâfi'den (r.a.) rivayetle:
Ben âdilim. Ancak adaletle şahitlik ederim.[168]
1452. [3:19, Hadîs No: 2645]
Câbir bin Semûre (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz, ben Mekke'de bir taş tanıyorum ki, bana peygamberlik verilmeden önce bana selâm veriyordu.[169]
1453. [3:20, Hadîs No: 2649]
Ümmü Seleme'den (r.a.) rivayetle:
Ben evinden eteklerini sürüye sürüye çıkıp kocasından yakınan kadına öfkelenirim.[170]
1454. [3:20, Hadîs No: 2650]
Hüseyin bin Dahdah rivayet ediyor:
Ben akrabalık bağlarım kesmek için gönderilmedim.[171]
Akrabalık haklarını gözetmek, yüce dinimizin emirlerindendir. Bununla ilgili pekçok âyet ve hadis vardır. Meselâ bu âyetlerden birisi şu mealdedir:
"Allah adaleti, iyilik yapmayı ve iyi kullukta bulunmayı, akrabaya ikram etmeyi emreder; fuhşiyatı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar."[172]
Akrabaltk hakları ile ilgili bir hadis de şu mealdedir:
"Rahim [akrabalık] kelimesi, Allah'ın Rahman isminden gelir. Allah da, 'Kim akraba haklarını yerine getirirse, Ben de o kimseye iyilik ve lütufla davranırım. Kim bunu yapmazsa, Ben de ona iyilik ve lütufta bulunmam' buyurmuştur."[173]
İşte Peygamberimiz, İzahını yaptığımız hadislerinde de kendisinin akrabalık bağlarını kesmek için gönderilmediğine dikkat çekmektedir. Bu hadisin söylenmesine sebep kısaca şuydu:
Ebû Talha isimli genç Müslüman olmuştu. Peygamberimiz onun teslimiyetini ölçmek için gidip babasını öldürüp öldürmeyeceğini sordu. Genç hemen ayağa kalktı, bu emri yerine getirmek için evlerinin yolunu tuttu. Peygamberimiz onun bu itaatinden dolayı memnun olmuştu. Çağırdı ve "Ben, akrabalık bağını kesmek için gönderilmedim" buyurdu.
1455. [3:20, Hadîs No: 2651]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Ben şu iki zayıfın hakkını yemeyi size haram kılıyorum: yetim ve kadın.[174]
1456. [3:21, Hadîs No: 2652]
Abdurrahman bin Semüre Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Ben akşam rüyada hayret verici birşey gördüm. Ümmetimden bir adam gördüm ki, azap melekleri etrafını sarmıştı. O anda almış olduğu abdest geldi ve onu kurtardı.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, kendisi için kabir azabı hazırlanmıştı. Namazı geldi ve onu kurtardı.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, şeytanlar etrafını kuşatmıştı. Yaptığı zikirler geldi ve onu onlardan kurtardı.
rdı.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, susuzluktan dili dışarıya sarkmış soluyordu. Tuttuğu Ramazan orucu geldi ve ona su ikram etti.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, önü karanlık, arkası karanlık, sağı karanlık, solu karanlık, üstü karanlık, altı karanlıktı. Yaptığı hac ve umresi geldi, onu bu karanlıklardan çıkardı.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, ölüm meleği ruhunu almak için gelmişti. Anne ve babasına yaptığı iyilikler geldi, meleğin o anda ruhunu almasına mani oldu.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, mü'minlerle konuştuğu halde, onlar kendisiyle konuşmuyorlardı. Akrabalarıyla olan iyi ilişkileri geldi ve onlara hitaben "Bu akrabalarına iyilik ederdi" dedi. Bunun üzerine onlar da o zâtla konuştular. O da onlara karıştı.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, peygamberler halka halka olmuşlardı. Hangi halkanın yanma varsa kovuluyordu. O anda cünüp-lükten gusletmesi geldi, ellerinden tutarak yanıma oturttu.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennemin hararetini elleriyle yüzünden uzaklaştırmaya çalışıyordu. O anda verdiği sadakalar geldi, üzerine gölge, yüzüne karşı perde oldu.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, azap zebanileri yanma gelmişti. O anda iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırması geldi ve onu bu halden kurtardı.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennem uçurumundan düşmüştü. Dünyada iken Allah korkusundan döktüğü göz yaşlan geldi ve onu ateşten kurtardı.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, amel defteri sol tarafından verilmişti. Allah korkusu geldi ve amel defterini alıp sağ eline verdi.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, terazisinin iyilik kefesi hafif gelmişti. Küçük yaşta ölen çocukları geldi ve terazisini ağırlaştırdı.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennemin tam kıyısında bekliyordu. Allah korkusundan kalbinin ürpermesi geldi, onu bu halden kurtardı.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, yaş hurma dalının sallanması gibi titriyordu. Allah'a olan hüsn-ü zannı geldi ve titremesini dindirdi.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, Sırat Köprüsünde sürünerek ve emekliyerek yol almaya çalışıyordu. Bana getirdiği salavatlar geldi, elinden tutarak ayağa kaldırdı. Böylece Sıratı geçti.
Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cennet kapılarına kadar geldi, fakat kapılar yüzüne kapandı. Getirdiği kelime-i şehadetler geldi, elinden tutarak Cennete girdirdi.[175]
1457. [3:27, Hadîs No: 26563
Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Âhirette bana kavuşmak istiyorsan dünyadan bir atlı yolcuya yetecek kadar azıkla yetin. Zenginlerle oturup kalkmaktan sakın. Yamamadıkça bir elbiseyi eski diye bırakma.[176]
Resûf-ü Ekrem (a.s.m.) her ne kadar bu hadisi Hz. Ayşe'ye bir öğüt olarak söylüyorsa da bundan her Müslümanin alacağı çok dersler vardır.
Hadisi iyi anlayabilmek için önce atlı yolcuya yetecek kadar rızık tabiri üzerinde durmak gerekir. Atlı yolcu nasıl atında taşıyabileceği kadar rızıkla yola çıkıyor, kendisini geri bırakacak, ayak bağı olabilecek fazlalıklara mümkün olduğunca yer vermiyorsa, âhiret yolculuğunda kendini bir atlı yolcu gibi gören kimse de öncelikle kendine yetecek kadar nzrk peşinde olmalıdır. Hayat yolculuğunda gerekli olan rızkı elde etmek, e! âleme muhtaç olmayacak derecede birşeyler kazanmak şarttır. Fazlasına ise âhirete tasarruf noktasında bakılmalı; hayra, iyiliğe kullanılabilecekse o ölçüde itibar etmelidir. Eğer o kazandıklarımız ebedî saadetimize ayak bağı oluyorsa o faydalı değil, zararlıdır. Eğer kazandıklarımız bizi âhirette kurtarabilecek cinsten değilse yine zararlıdır. Bu gerçeği Bediüzzaman Hazretleri ne kadar veciz anlatır: "Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fanî dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme."
Şunu da hemen belirtmek gerekir ki, bu hadise dayanarak "Dünyaya çalışmayacaksın. El etek çekeceksin, terkedeceksin" şeklinde bir anlayışa da kapılmamak gerekir. İnsan çalışıp çabalayacak, az veya çok kazanacak. Az kazandığında şikâyete, isyana girmeyecek. Çok kazandığında da yukardaki ölçü içerisinde davranacaktır.
Bu hadisin aynı zamanda fedâkârlığıda en üst sınırını çizdiğini görüyoruz. Bu dünya için çalışılmayacak, kazanılmayacak, mal mülk edinilmeyecek demek değil, aksine çokça çalışılıp kazanılıp fazlası Allah yolunda sarfedilecek demektir.
Eğer zengin imkânlarına rağmen, bu hadisin çizdiği çerçeve içerisinde kendini bir kısım aşırı zevk ve lezzetlerden uzak tutabiliyor, imkânlarıyla îmana, Kur'ân'a hizmet edebiliyor, zekât ve sadaka konusunda hassasiyet gösterebiliyorsa, o da Peygamberimize kavuşur. Asr-ı Saadette servetini, imkânlarını hakkın hizmetine sunan nice Sahabî, buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Böyle zenginlerde elbeiteki Resûlullaha kavuşacaklardır.
Hadiste ayrıca zenginlerle oturup kalkmaktan sakındırma vardır. Çünkü onlar seviyesinde imkânları olmayan kişi onların yanında ezilip büzülebilir, minnet altında kalıp aşağılık duygusuna kapılabilir, kuf köle olabilir. Veya kıskançlık duygusuna girebilir. Veyahut onlara ayak uydurabilmek için imkânlarını aşarak lüks ve israfa kaçabilir. Bunu karşılamak için de ya büyük sıkıntılar içinde kalır, ya da gayr-i meşru kazanç yollarına tevessül eder. Her ikisinin de sonu pişmanlık ve hüsrandır. Zenginlerle içli dışlı olan kimseleri daha başka tehlikeler de bekler. Eğer zengin, manevî noktada zayıf biriyse, onunla oturup kalkan kişi ahlâkî bakımdan da çok şeyler kaybedebilir. Bütün bütün dünyaya dalıp âhiretini unutabilir. Ondan elde ettiği maddî kazançlar yanında kaybettikleri kat kat fazla olur. Kısacası manen fakir olan zenginlerle düşüp kalkmanın birçok zararları vardır.
Hadiste "Yamamadıkça bir elbiseyi eski diye bırakmama" tavsiyesi yapılmaktadır. Bu tavsiyede dünyaya değer vermemeye, nefsi söndürmeye, tevazu-ya teşvik vardır. Yamalı elbise, insanın gurur ve kibirini kırar. Sonra Müslümanların büyük çoğunluğu o zaman açtı, fakirdi. Herkesin yamalı elbise giydiği bir zamanda yeni elbiselerle gezmek başkalarının duygularını tırmalar; rahatsızlıklarına sebep olur. Onlarla yakın bir bağ kurmak güçleşir. Gerçi bazı Sahabîlerin güzel ve yeni elbiseler giyebilecek imkânları vardı. Ancak halktan biriymiş gibi yaşıyorlar, farklı bir yaşayış içerisine girmiyorlardı.
Bu ve benzeri hadis-i şerifler, Sahabîler üzerinde ânında mâkes buluyordu. Meselâ Hz. Ömer'in elbisesinde nerdeyse yama yapılmamış yer yoktu. Yine bizzat bu hadise muhatap olan Hz. Âişe bir gün elbisesini yamarken Kusayr bin Ubeyd gelmiş, görüşmek istemiş, Ayşe validemiz de, "Şimdi biraz bekle, elbisemi dikeyim de öyle konuşuruz" demişti. Kuseyr, "Ey mü'minlerin annesi! Şimdi çıkıp senin bu hareketini halka söylesem sana cimri diyecekler" deyince Hz. Ayşe şu cevabı verdi:
"Oğlum akıllı ol! Eskimiş elbiseleri giymeyen kimse yeni elbiseyi giymeye hak kazanamaz."[177]
Bugün belki gelişen şartlar içerisinde yamalı elbise yadırganabilir. Bu konuda örfe uyma tercih edilmeli, eğer örfte yamalı elbise yadırganmıyorsa yamalı dahi giyilebilmelidir. Günümüzde halkın ekseriyeti yamalı elbise giymemektedir. Ancak modası geçti diye israfa kaçacak derecede lüks harcamalara, giyim kuşam edinmeye de girilmemelidir. Elbise eskimeden üst üste yığma, yıllarca sandıkta elbise saklama gibi bir yol seçilmemelidir.
1458. [3:28, Hadîs No: 2657]
Abdurrahman bin Ebî Kurad rivayet ediyor:
Ben Allah ve Resulünün sizi sevmesini istiyorum. Öyle ise siz de size emânet edileni sahibine veriniz, konuştuğunuz zaman doğru söyleyiniz. Komşularınıza karşı güzel davranınız.[178]
1459. [3:28, Hadîs No: 26581
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Ben senin kalbinin yumuşak olmasını istiyorum. Öyle ise yoksula yedir ve yetimin başını okşa.[179]
1460. [3:28, Hadîs No: 2659]
Ebû'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
Elinizden geldiğince çok istiğfar edin. Çünkü Allah katında kurtuluşunuza bundan daha iyi vesîle olacak ve Allah'ın bundan daha çok sevdiği birşey yoktur.[180]
1461. [3:29, Hadîs No: 2664]
Mersed el-Ganavî'den rivayetle:
Eğer namazınızın kabul edilmesini istiyorsanız, âlimleriniz size imam olsun. Çünkü onlar sizinle Rabbiniz arasında ely-ılerinizdir.[181]
1462. [3:29, Hadîs No: 2665]
Muâz bin Cebel (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Arzu ederseniz Allah'ın Kıyamet günü mü'minlere ilk söyleyeceği söz ile mü'minlerin Allah'a ilk söyleyeceği sözü size haber vereyim. Allah mü'minlere, "Bana kavuşmayı arzu eder miydiniz?" buyurur. Onlar, "Evet, ey Rabbimiz" diye cevap verirler. Allah, "Niçin?" diye 3orar. Onlar, "Affını ve bağışlamanı ümit ederdik" derler. Allah "Ben af ve bağışlamamı size vacip kıldım" buyurur.[182]
1463. [3:30, Hadîs No: 2666]
Avf bin Mâlik'den rivayetle:
Arzu ederseniz size idareciliğin ne olduğunu haber vereyim. Başlangıcı kınanma, ortası pişmanlık, sonu ise Kıyamet Gününün azabıdır. Ancak adaletli davrananlar bunun dışındadır.[183]
1464. [3:30, Hadîs No: 2668]
Enes rivayet ediyor:
Birinizin elinde bir fidan olduğu sırada Kıyamet kopacak olsa, onu dikmeye gücü yeterse diksin.[184]
1465. [3:31, Hadîs No: 2669]
Ka'b binAcre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Kişi küçük çocuklanmn rızkını temin için çalışmaya çıkarsa, Allah yolundadır. Yaşlı anne ve babasının bakımı için çıkarsa, Allah yolundadır. Nefsini harama karşı korumak için çıkarsa, Allah yolundadır. Yok eğer gösteriş ve başkalarına karşı öğünmek için çalışmaya çıkarsa şeytan yolundadır.[185]
1466. [3:34, Hadîs No: 2676]
Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:
Eğer nafile oruç tutacak olursan ayın on üçü, on dördü ve on beşinde tutmaya bak.[186]
1467. [3:35, Hadîs No: 2677]
El-Ferrâsî'den rivayetle:
Birşeyi mutlaka istemen gerekiyorsa, salih kimselerden iste.[187]
1468. [3:35, Hadîs No: 2678]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Eğer bir günah işlemişsen Allah'tan bağışlanmam dile ve Ona tev-be et. Şüphesiz günahtan tevbe, kalbin pişmanlığı ve dilin Allah'tan bağışlanma dilemesidir.[188]
1469. [3:38, Hadîs No: 2683]
Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:
Ben peygamberim, bunda hiçbir yalan yok. Ben Abdulmuttalib'in oğluyum.[189]
1470. [3:39, Hadîs No: 2686]
Amr bin Cebele'nin kölesinden rivayetle:
Ben ümmî, doğru ve tertemiz peygamberim. Bütün esef ve yazıklar beni yalanlayan ve benden yüz çevirene olsun. Hayır, beni barındıran, bana yardım eden, sözümü tasdik eden ve benimle beraber cihat eden kimselere olsun.[190]
1471. [3:40, Hadîs No: 2689]
Encs (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
insanlar dırıltılecekleri zaman en evvel ben kabrimden çıkacağım. Rablenmn huzuruna geldiklerinde sözcüleri ben olacağım. Ümitlerini kestiklerinde müjdeleri ben olacağım. O gün hamd sancağı benim elimde olacaktır. Ben Rabbim katında Ademoğullarmm en değerlisi-yım. Bunları övünmek için söylemiyorum.[191]
1472. [3:42, Hadîs No: 2693]
Ebû Said'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uy ur muşlar dır:
Ben Kıyamet Günü Ademoğull arının efendisiyim. Bunda hiçbir övünme yok. Hamd Sancağı elimde olacaktır. Bunda hiçbir övünme yok. Ne Adem, ne de onun dışındaki hiçbir peygamber yoktur ki, sancağımın altında olmasın. îlk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul edilecek olan benim. Bunda da hiçbir övünme yok.[192]
1473. [3:43, Hadîs No: 2695]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ben Araplardan, Süheyb Rumlardan, Selman İranlılardan, Bilâl Habeşlilerden ilk Müslüman olanlarız.[193]
1474. [3:44, Hadîs No: 2698]
Enes'den (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:
Cennet kapısını ilk defa ben çalacağım. Kulaklar, o kapı halkalarının kanatlara değerken çıkardığı sesten daha güzel bir ses duymamıştır.[194]
1475. [3:46, Hadîs No: 2703]
Übâde bin Sâmit Resûlullahın (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ben Hz. ibrahim'in duâsıyım. Beni en son müjdeleyen Hz. isa'dır.[195]
1476. [3:46, Hadîs No: 2705]
îbni Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Ben ilmin şehriyim. Ali ise ilmin kapısıdır. Kim ilim öğrenmeV istiyorsa ilmin kapısına gelsin.[196]
1477. [3:47, Hadis No: 2706]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Peygamberler, baba bir kardeştirler; anaları ayrı, dinleri birdir.[197]
1478. [3:49, Hadis No: 2710]
Sehl bin Sa'd (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ben ve yetimin bakımını üzerine alan kişi Cennette [şehadet ve orta parmağını bitiştirerek] şu iki parmak gibiyiz.[198]
1479. [3:49, Hadis No: 2712]
Câbir (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Sen de, malın da babanınsınız.[199]
Bu hadîsin tamamı, ibni Mâce'öe geçtiği şekliyle şöyledir:
Bir defasında Sahabîlerden birisi Peygamberimize gelerek, "Ey Allah'ın Resulü, babam malımın hepsini yiyip bitirdi" diye şikâyette bulundu. Peygamberimiz ona, "Sen babanın kazancısın, senin matın da ona helâldir" buyurdu. Sonra sözlerine şöyle devam etti:
"Şüphe yok ki, evlâdınız sizin en helâl kazancınızdandır. Bunun için onların kazancından yiyiniz."[200]
z."[200]
Evlâdın, babanın kazancı olması, mecazidir. Ondan bir parça olduğunu ifâde eder.
Şevkânî'ye göre, bu hadis, babanın çocuğun malına ortak olduğuna işaret eder. Böyle olunca bir baba evladının malını ondan izin almadan da yiyebilir. Kendi malından tasarruf ettiği gibi, ondan da tasarruf edebilir. Fakat israf edemez ve gayr-i meşru yollara harcayamaz.
Âlimlerin ekseriyetine göre, zengin olan çocuğun fakir olan anne ve babasına bakması farzdır.
İmam Şafiî'ye göre ise, baba fakir ve çalışamaz durumda oiursa, nafakası oğlu üzerine farz olur. Şayet babanın malı varsa veya çalışabilecek kadar sıh-hatliyse, geçimi oğlunun üzerine farz değildir.
Ibnü'l-Hümam da, "Evladınız sizin kazancınızdır" ifâdesini izah ederken, bunun "Çocuğun malı babasının malıdır" şeklinde anlaşılmaması gerektiğine dikkat çeker. Delil olarak da, kişi öldüğünde eğer çocukları varsa, malının altıda birisinin babasına miras olarak geçtiğini, eğer çocuğun malının mülkiyet hakkı babanın olsaydı kişi vefat ettiğinde malının tamamının babasına verilmesinin gerekeceğine dikkat çekmiştir.
Bu hadisle İlgili Hattâbî'nin görüşleri ise şöyledir:
"Adamın maksadı şu olabilir: 'Benim malım az, çocuğum da var. Böyle iken babam benden nafaka istiyor. Eğer babamın istediği nafakayı verirsem, malım tükenir.'
"Resûlullah {a.s.m.) onun mazeretini kabul etmeyerek, 'Sen babanın kazancısın, malın da ona helâldir' buyurmuştur. Resülullahın bu sözünün mânâsı şudur: 'Baban kendi malı gibi senin malından da ihtiyacı nisbetinde alır. Senin malın olmadığında çalışarak mal kazanabilirsen, çalışıp babanın nafakasını ödemen vaciptir.
"Bu hadiste babanın bir ihtiyacı yok iken ve nafakadan ayrı olarak evlâdının malını elinden alıp, dilediği gibi kullanma mânâsı kastedilmemiştir. Bu hadisten, evlâdının malını nafakadan başka şeylere harcayıp tüketme ve yok etme mânâsını çıkarıp, bu şekilde hüküm vermiş bir İlim adamını da bilmiyorum."
Buna göre evlâdın işi ve evi her ne kadar ayrı olsa da, ihtiyaç durumunda annesinin ve babasının geçimini temin etmekle vazifelidir. Anne ve baba, zengin olan evladının malından geçimini temin edecek kadar alabilir. Fakat evladın malının mülkiyeti kendisine aittir. Babası onu israf edemez, sefahette de kullanamaz.
Burada şu hususu da belirtelim: Eğer baba ile oğul aynı işte çalışıyorlarsa, aralarında bir ortaklık da yoksa, kazanılan servet babanındır. Çünkü örfe göre oğul babasının yardımcısı durumundadır, bu durumda evlâdın büyük veya küçük olması hükmü değiştirmez. Şayet evli ve çoluk çocuk sahibiyse, bana onun ve çocuklarının geçimini temin edebilecek miktarda bir ücret vermelidir.
k miktarda bir ücret vermelidir.
Baba ile oğul, şayet bir ortaklık akdi çerçevesinde çalışıyorlarsa, kazancı bu akde göre aralarında paylaşırlar.
1480. [3:51, Hadis No: 2716]
Râşid bin Sa'd'dan rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Ramazan ajanda ailenize yaptığınız harcamayı arttırm. Çünkü Ramazan'da yapılan harcama Allah yolunda yapılan harcama gibidir.[201]
1481. [3:52, Hadis No: 2718]
îbniAbbas (r.a.) rivayet ediyor:
Musibet ve sıkıntının geçmesini sabırla beklemek ibâdettir.[202]
1482. [3:52, Hadis No: 2721]
İbni Mes'üd (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:
imanın son sınırı haramdan titizlikle sakınmaktır. Kim Allah'ın verdiği rızka kanaat ederse Cennete girer. Kim de ciddî olarak Cenneti isterse Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmaz.[203]
1483. [3:53, Hadîs No: 27221
Ebû Miısâ (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah ümmetim için bana iki güvence indirdi: Biri "Sen içlerinde olduğun halde Allah onlara azap edecek değildir." Diğeri, "Onlar Allah'tan bağışlama diledikleri halde Allah onlara azap verecek değildir" [204] cümleleridir. Ben vefat,edince aralarında Kıyamete kadar ikinci güvence olan istiğfarı bıraktım.[205]
1484. [3:53, Hadîs No: 2723]
Katâde bin Nu'man'dan (r.a.) rivayetle Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Allah Cebrail'i, bana gönderdiği suretlerin en güzelinde indirdi. Cebrail şöyle dedi: "Ey Muhammed, yüce Allah sana selâm söylüyor ve şöyle buyuruyor:
"Ben dünyaya dostlarım için acı, bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahyettim. Tâ ki, Bana kavuşmayı özlesinler. Ben dünyayı dostlarım için bir zindan, düşmanlarım için de bir Cennet olarak yarattım.[206]
nnet olarak yarattım.[206]
Dilimizde dolaşan güze! bir söz vardır: "Dünyada rahatlık yoktur" diye. Çünkü dünya hayatı acılarla, üzüntülerle, sıkıntılarla doludur. Bilhassa mü'minin başından belâlar eksik olmaz. Bunun sebebi mü'minin manen olgunlaşıp Cennete lâyık hale gelmesidir. Cenab-ı Hak sevgili kullarına çeşitli musibetler verir; onları sabra, tahammüle davet ederek manen yükselmelerini sağlar. Bu konuda Lem'alaföa şöyle denilir: "Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffî eder, kemâl bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder [olgunlaşır], vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak [monoton] istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz [sırf hayır] olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan [bütün bütün şer olan] ademe yakındır ve ona gider."[207]
Sabır ve tahammül gösterildiğinde mü'min kullarının günahlarını silen, onla ra manevî makam ve mertebeler ihsan eden Cenab-ı Hak, işte böyle dünya hayatını belâ ve felaketlerle donatmıştır. Çile ve ıztırap eksik olmaz insanın hayatında. Bazan dünya yıkılacak olur. insan o kadar daralır, bunalır ki nerdeyse çıldıracak dereceye gelir. Ama mü'min bütün bu hallerde huzurundan pek bir-şey kaybetmez. Çünkü o zahmette rahatı bulmuş insandır. Herşeyin Allah'ın izni ve müsaadesiyle olduğuna inanır ve Ondan gelen herşeyi sabır ve tahammülle karşılar.
işte musibetlerin verilmesinin hikmeti onlarla dünyanın aldatıcı cazibesini kırıp nazarları Allah'a yöneltmek içindir. Böylece Cenab-ı Hak, sevgili kullarını, dostlarını dünyadan küstürüp ebedî cemaline kavuşmayı özlettirir. Dünyanın öyle sıkıntılı halleri vardır ki, meselâ Bedîüzzaman'ın belirttiği gibi, "İhtiyarlık mevsimiyle; dünyevî, güzel ve câzibedar şeyler üstünde fena ve zevalin damgasını ve acı mânâsını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp, o fâniye bedel, bir bâkl matlûbu arattırıyor."[208]
Allah'ın bu sevgili kulları, Cennet ve cemalullah gibi o kadar büyük nimetlerle karşılaşırlar ki, dünya hayatı bunun yanında zindan gibi kalır.
Allah'ın düşmanları için dünyanın Cennet hâline gelmesi de âhiretlerine nis-betledir. Yani âhiretîe öyle azap çekeceklerdir ki, dünya onun yanında bir Cennet gibi kalacaktır. Yoksa kâfir dünyada da bir nevi Cehennem hayatı yaşamaktadır. Görünüşte şatafatlı, parlak bir hayat geçirmektedir, fakat içi ıztırap ve sıkıntılarla doludur. Çünkü inançsız insan, ölümü yokluk olarak görür. Her an darağacında asılacakmışcasına korku ve endişe içerisinde kalır. Lezzetleri bütün bütün kaçar. Hiçbirşeyden gerçek mânâda bir lezzet alamaz.
İnanan insan ise, dünyayı âhiretin bir bekleme salonu şeklinde görür. Dünyası ne kadar sıkıntılı ve ıztıraplı da olsa, gideceği yerde rahat edeceği düşüncesiyle sabreder, şükreder. Mü'minin dünyası âhiretine nisbeten zindan şeklindedir. Yoksa mü'min dünyada da bir nevi Cennet hayatı yaşamaktadır. Bedenen zindanda bile olsa ruhen bahçelerde, saraylardadır. Çünkü mü'min acı tatlı herşeyin Allah'tan geldiğini bilir, Yunus'un diliyle "Narın da hoş, nurun da hoş" der, Allah'tan gelen herşeyi hoş karşılar, tahammül eder, sabreder.
1485. [3:56, Hadîs No: 2732]
Ukbe bin Âmir (r.a.) rivâye ediyor:
Bana benzeri asla görülmemiş bâzı âyetler indirildi. Bunlar: Felâk ve Nâs sûreleridir.[209]
1486. [3:57, Hadîs No: 2733]
Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Bana on âyet indi ki, kim hakkını vererek onları okursa Cennete girer: Bu, Mü'minûn Sûresinin ilk on âyetidir.[210]
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Ashabıyla sohbet ederken, birden vahiy hali belirdi. Bir saat o hal üzere kaldı. Vahiy hali gittikten sonra, "Bana on âyet indi ki, kim hakkını vererek onları okursa Cennete girer" buyurdular ve bunun Mü'minûn Sûresinin ilk on âyeti olduğunu ifâde etti ve okudu.
Hadiste yer alan "hakkını vererek" okumaktan maksat, "hükmünü yerine getirerek, yaşayarak" demektir. Mü'minün Sûresinin ilk on âyetine bakıldığında, bu sözün ne kadar yerinde olduğu daha da iyi anlaşılır. Bahsi geçen âyetler meâlen şöyledir:
"Mü'minler kurtuluşa ermiş, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar namazlarını Allah'tan korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tâdil-i erkân ile kılarlar. Onlar dünya ve âhiretlerine taydaşı dokunmayan herşeyden yüz çevirirler. Onlar nail oldukları her türlü nimetin zekâtını aksatmadan verirler. Onlar namuslarını korurlar. Ancak hanımlarına ve cariyelerine karşı müstesna—bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar. Kim helâl sınırını aşarak bundan ötesine geçmek isterse, işte öyleleri haddini aşmış olanlardır. O mü'minler ki, Allah'a ve kullarına karşı olan emânet ve mesuliyetlerini yerine getirirler ve sözlerinde dururlar. Onlar namazlarını devamlı olarak, vaktinde ve şartlarına riâyet ederek kılarlar. İşte onlar [Firdevs Cennetine] vâris olanların tâ kendisidir."
Burada dikkat çekilen amelleri işleyen kimse, kuvvetli bir imana sahip demektir. Böyle bir imana sahip olan kimsenin, Allah'ın diğer emir ve yasaklarına da uyacağı ise kesindir. Allah'ın böyle bir kulunu Cennetine koymaması için de zahirî hiçbir sebep yoktur.
1487. [3:57, Hadîs No: 2735]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
insanlara lâyık oldukları değeri veriniz.[211]
İnsan şeretli, üstün bir yaratıktır. Cenab-ı Hak diğer yaratıklara vermediği birçok özelliği ona ihsan etmiştir. Bitkiler, hayvanlar, Ay, Güneş, atmosfer hep insana hizmet edip durur. Allah'ın bu kadar değer verip yarattığı insana, şanına lâyık tarzda hürmet ve ilgi göstermek gerekir,
östermek gerekir,
Herşeyden önce insana insan olduğu için değer vermelidir. Sonra ilmi, maddî ve manevî makamı sebebiyle onlara ayrıca değer vermek gerekir. Âlimler, maneviyat büyükleri daha çok hürmete lâyıktırlar. Makam ve mevki sahibi kimselere makamları gereği hürmet gösterilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Bir kavmin reisi geldiği zaman hürmet gösteriniz" buyurmuş ve bizzat kabile reislerine özel bir değer vermiştir, Bir cemaatin büyüğü, bir topluluğun reisi durumunda olan kimselere duyulan hürmet, sadece onunla değil çevresiyle de dostluk bağlarını kuvvetlendirir.
Eğer bir insan gerçekten hürmete lâyık meziyet ve faziletlere sahipse ona değer verilmeli, ilgi gösterilmeli, hürmet edilmelidir. İster makam sahibi olsun, ister olmasın bu değişmez. Yalnız bu değer verme, haddi de aşmamatıdir. Lâyık olduğundan daha fazla bir değer verilmemelidir.
insanlara lâyık oldukları değeri vermemek, onları hiçe saymak; büyük bir saygısızlıktır. Değer vermeyene değer verilmez.
1488. [3:58, Hadîs No: 2738]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
İster zâlim, ister mazlum olsun din kardeşine yardım et. "Mazlumken tamam da, zâlim iken ona nasıl yardım edeyim?" diye soruldu. Resûlullah şöyle cevap verdi:
Onun zulmüne engel olursun. İşte böyle yapman, kendisine yardım etmektir[212].
1489. [3:59, Hadîs No: 2740]
Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:
Düşün, sen ne kırmızı tenli, ne de siyah tenliden daha üstün değilsin. Ancak takvan ile üstün gelebilirsin.[213]
1490. [3:59, Hadîs No: 2742]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Nimet konu»undu ktndinisd«n aıagıda olana bikımi, yukarıda olana bakmıymıg, Böylt yapmanız Allah'ın üiirtnlidukt nimetlerini küçümsamemeniss açılından duha uygundur.[214]
1491. [3:60, Hadîs No: 2744]
tbni Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:
Kocanla olan davranışına dikkat et. Çünkü o senin cennetin veya cehennemindir.[215]
1492. [3:61, Hadîs No: 2746]
Ebü Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Ver, ey Bilâl! Arş'm sahibinin seni fakir düşürmesinden korkma.[216]
1493. [3:61, Hadîs No: 2747]
Esma binti Ebû Bekir (r.a.) rivayet ediyor:
Allah yolunda ver. Verirken ince hesaplama. Yoksa Allah da sana inceden inceye hesaplayarak verir. İhtiyaç fazlası malı esirgeme. Yoksa Allah da senden esirger.[217]
1494. [3:63, Hadis No; 275I3]
Çoğu sarhoşluk"veren şeyin, azından da sizi nehyederim.[218]
Sarhoşluk veren içkilerin maddeten ve manen ne gibi zararlara sebep olduğu iadece ilmen bilinen bir gerçek değil, yaşanan ve şahit olunan hadiselerden' illr. Nice ocaklar içki yüzünden sönmektedir. Birçok kaza ve felâketlerin kaynağında o vardır. Kavgalar, gürültüler, ölüm ve öldürme gibi hadiselerin birçoğundit İçki bulunur. Ya hastahane, ya tımarhane, ya hapishane, ya da mezaristan* d« noktalanan bir felakettir içki.
Höyle bir içkinin sadece çoğunun değil, azının da haföm olduğunu bildiriyor Mnygamberimiz (a.s.m.). Çoğu sarhoş ediyorsa, azı da haramdır. Onun İçindir Ki. "Bu az birşey. Bundan ne çıkar" denilmemelidir. Böyle diyen, zamanla orii alışır, kendini çoğunun içerisinde bulur. Bu bakımdan azından kaçınan, çoğunun sebep olabileceği tehlikelerden de korunmuş olur. İlk adımlar çok önemli-diı Mühim olan bu ilk adımı atmamaktır. Öyle ilk adımlar vardır ki kötü sonla noktalanır. Resûlullah, içkinin azını yasaklamakla ilerde sebep olabilecek tehll-Kelori, daha başından önlemeyi hedeflemiştir.
1495. [ 3:63, Hadîs No: 2755]
Muûviye (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu. rivayet ediyor:
Her türlü gerçek dışı sözü söylemekten sizi nehyediyorum.[219]
Dinimizde hassasiyetle üzerinde durulan hususlardan birisi de, doğru söylemek; yalandan kaçınmakdır. Peygamberimiz bu hadislerinde ümmetini her türlü gorçek dışı, yalan sözden nehyetmiştir.
Unutmamak gerekir ki, yalan söylemek münafıkların sıfatıdır. Peygamber Elendimiz (a.s.m.) bir başka hadislerinde, konuştuğunda yalan söyleyen kimsenin münafık sıfatı taşıdığını bildirmiştir.[220] Bir başka hadislerinde ise "Sana inanan bir kırdffine yılın «yitmenden dahi büyük bir hıyân«l yoMur"[221] buyurarak meselenin ehemmiyetine dikkat çekmiştir,
Bedlüzzimın Hazretleri ât, "Herşeyden evvel bİ2e lâzım elin nedir?" şeklin-deki bir suâl», "Doflruluk" ctvıbmı vermiştir. "Başka?" denilince do "Yalan söy-lomemek" demiştir, "Neden?" denilince İse şöyle karşılık vermiştir: "Küfrün mâhiyeti yalandır. İmânın mâhiyeti sıdktır. Şu burhan [delil] kâli değil midir ki, hayatımızın bekası îmânın ve sıdkın ve tesânüdün devamıyladır."[222]
1496. [ 3:64, Hadîs No: 2759]
Şahsiyet sahibi kimselerin hatâlarını affetmeyi ganimet biliniz.[223]
Herkes hata işleyebilir. Bazıları bile bile hata yapar. Bazıları farkında olmadan Bazıları hatalarında ısrar eder, pişmanlık duymazlar. Bazıları ise hata işle-n« de hatalarından dönebilme, pişmanlık gösterebilme faziletini gösterirler. Şah-üiyotll kimseler, ne yaptığını, ne yapacağını bilen, sözü sohbeti dinlenir, olgun lııısîinlardır. Böyle kimseler şeref ve itibarlarını düşünür, toz kondurmak iste-ııı«/, dolayısıyla bilerek kolay kolay hata yapmazlar. Hata yaptıklarında da onu (Jıı/ttltmo yollarını ararlar. İşte böylesine onurlu, şahsiyetli kimselerin hataları büyütülmemeli, afla karşılanmalıdır. Çünkü böyle kimselerin öyle faziletleri vardır ki, hataları bunlar yanında çok ufak kalır. O halde o faziletleri hürmetine birkaç kusurunu affedebilmeliyiz. Böyle davranış, onların sevgisini kazanmaya ve-lllt olur, biz de sevap kazanırız. Katı davranır, affetme yoluna gitmezsek en izından onları üzmüş olur, hatta nahoş durumların ortaya çıkmasına sebep olabilir; atfetme sevabından da mahrum kalmış oluruz. Hadis onları affetmeyi bir fıriit bilmemizi öğütlemektedir. Bu, affeden kişi için büyük bir kadirşinaslıktır.
1497. [ 3:64, Hadîs No: 2760]
Sftf« (r.a.J rivâyvt mllytm
la'd bin Mua&'ın alümündin dolayı Rahman olan Allah'ın Arşı ttUandı.[224]
1498. [ 3:64, Hadîs No: 2761] -
Enes'den (r.a) rivayetle:
Bid'at ehli yaratıkların ve mahlûkatm en kötüleridir.[225]
1499. [ 3:65, Hadis No: 2763]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Cennet ehli kılsızdırlar, sakalsızdırlar, siyah kirpiklidirler. Gençlikleri bitmez tükenmez, elbiseleri eskimez.[226]
[1] Ibni Mâce, Siyam: 1.
[2] Beyhakı nın Şı bu l-lmanından.
[3] Müsned, 5:543.
[4] Tirmizî, Cennet: 4; Müsned, 3:29.
[5] Tirmizî, Cennet: 27; Müsned, 5:5.
[6] Taberânînin KeöıVinden.
[7] bni Adiyyln s/-Kâm#inden.
[8] Taberânf nin Evsafından.
[9] Taberânrnin Evsafından.
[10] Taberânînİn Kett/inden.
[11] Teğabün Sûreei, 14, 15.
[12] Taberânrnin Kebiri ve Hâkim'in MüstedreKinĞen.
[13] Buharİ, İlim: 38; Cenâiz: 33; Müslim, Zühd: 72; Ebû Davud, ilim: 4; Timizi, Filen: 70; İlim: 8,13; IbniMâce,
Mukaddime: 4.
[14] Taberânrnİn Keb¥\ ve Ebû Nuaym'ın Hrfye'sinden.
[15] Hâkim'in MüstedreK'ı ve İbni Hıbban'ın Sa/ritf inden.
[16] Taberânrnin Kab/finden.
[17] Taberânînİn Kebirinden.
[18] Buharı, Cenâiz, 33; Merzâ: 9; Eyman: 9; Tevhîd, 2, 25; Müslim, Cenâiz; 53; Müsned, 5:204,206,207.
[19] Tirmizi, Daavât: 83.
[20] A'raf Sûresi, 180.
[21] TaberânFnin Kebîfl ve Ebû Nuaym'ın Hy/ye'sinden.
[22] IbniMâce, Cenâiz:53.
[23] BeyhakVnin #'faü7-/marfından.
[24] !bni Asâkifâen,
[25] ibniMâce, Siyam: 48
[26] Hâkim'in Mûstedrek'möm.
[27] Müsned, 6:55,98.
[28] Ibni Adiy/in el-Kâmit'möm.
[29] Beyhaki'nin Şi'bû'l-lmart möan.
[30] Bezzazdan.
[31] Taberânînin Kebirinden.
[32] İbni Ebi'd-Dünyetdan.
[33] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdevgirvien.
[34] Taberânrnin Kabf/indan.
[35] Buharı, İstikraz: 4; Vekâle: 6; Müslim, Müsakât: 120; Müsned, 4:268,416, 456.
[36] Tecrid-i Sarih Tere, 7:90 (H. 1039.)
[37] Hatib'in fan/finden.
[38] îbni Mürdeveyhıten.
[39] ibniAsakiföen.
[40] Tirmizİ, Zûhd: 26; Müsned, 4:160.
[41] IbniMâce, Zühd: 17; Taberânî, Hüsnü'!-Hulk: 9.
[42] Bağavtden.
[43] Bezzatdan.
[44] İbni Mübârek'in Zühdünden.
[45] Hatib'in far/frinden.
[46] Ebö Davud, Sünnet: 16. '
[47] Hatibin Tarifi] ve BeyhakVnin Ş/'fc>ü7-/marfından.
[48] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmartmdan,
[49] Ebû Ya'la'nın Müsnedı, Taberâni'nin Kebİfi ve BeyhakVnin Şi'bü'Nmari möan.
[50] Taberânrnin Kebtt\ ve Hâkim'in MösfedreA'inden.
[51] Tirmizî, Sevabü'l-Kurân; 7; Dirimi, Fezailü'
irmizî, Sevabü'l-Kurân; 7; Dirimi, Fezailü'l-Kur'ân: 21.
[52] Sözler, s. 321.
[53] Beyhakî'nin $/'bü7-f/narfından.
[54] Buharı, Cihad: 40,41,135; Fezâilö's-Sahabe: 13; Meğazî: 29; Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 48.
[55] TaberânTnin Kefe/finden.
[56] ibniMâce, Zühd: 37; Buharı, Tevhid: 31; Müslim, İman: 334, 345; Tirmizî, Daavat: 130; Darimî, Siyer: 28,
Rikak: 85; Taberâni, Messü'l-Kufân: 26.
[57] Müsned, 3:157.
[58] Hâkim'in Müstedreklnden.
[59] Ebû Davud, Büyü1:81; Tirmizî, Vila: 7; Neseî, Hibe: 2,4; ibniMâce, Hibe: 5; Müsned, 1:234.
[60] Taberânînin Kebirinden.
[61] Hakİnttien.
[62] Ateşe/, Hacc: 134; Müsned, 2:11.
[63] Ebû Nuaym'ın Mar/fösinden.
[64] Darekutnînin Efradından.
[65] Rafiî'nin Tarihinden.
[66] Ebû Davud, Edeb: 87.
[67] Taberârtfnin Evsaf ı ve Beyhaki'nİn Şi'bû'l-îmarf \ndan
[68] IbniAsakirve Ebû Nuaym'ın Hf/ye'sinden.
[69] IbniMâce, Et'ıme:51
[70] Ibni Mâce, Et'ıme: 55.
[71] IbniMâce, Mukaddime: 19.
[72] Taberânrnin /Cebf/'inden.
[73] Buharı, Fezâilû'l-Kur'ân: 27; Menakıb: 23; Tirmizî, Birr: 71; Müsned, 4:193,194.
[74] EbüDavud, Edeb:20.
[75] Hatib'in Tariflinden.
[76] Ha/r/m'den.
[77] Taberânînin Kebîrinden.
[78] Müslim, İlim: 9; Timizi, Fıten: 34; IbniMâce, Fiten: 25.
[79] Taberânînin Kebîrinden.
[80] Mûsned, 6:381; Ebû Davud, Salât: 59.
[81] Müslim, Nikâh: 123; Ebû Davud, Edeb: 32; Müsned, 3:69.
[82] Buharı, Tabir: 45; Müsned, 2:96,119.
[83] Buharî, Edeb: 6; İman: 16; Diyat: 2; Istitabe: 1; Tirmizî, Tefsir-i Sûre: 4;
Nesei, Tahrim: 3; Kasâme: 48.
[84] IbniMâce, Nikâh; 50; Tirmizî, îman: 6.
[85] Taberânfrıin /Cebi/inden.
[86] Müsned, 4:62;
[87] Taberânİ'nin Evsafından.
[88] İnsan Sûresi, 30.
[89] Ibnünneccaı'dan.
[90] Hâkim'in MöstedreKlnden.
[91] Ebû Nuaym'ın Hılye'si ve Beyhaki'nİn Şi'bü'l-îmarimâan.
[92] Buhari, Sulh: 8; Cihad: 12; Müslim, Kasame: 24; Timizi, Cehennem: 13.
[93] Buharı, Enbiya: 54; Edeb: 78; Ebû Davud, Edeb: 6; Ibni Mâce, Zühd: 17; Taberânî, Sefer; 46. Müsned,
4:121,122,273.
[94] Halib'in Tariflinden.
[95] Taberânînin Kebirinden.
[96] Taberânfnin Kebîfinden.
[97] Şirazî'nin Arab'ından.
[98] Müsned, 6:19,77.
[99] Taberanî'nin Kebiri ve Beyhaki'nin Şi'bü't-lmartmdan.
[100] S/cz/den.
/den.
[101] Hâkİm'in MüstedrekindBn.
[102] Buharı, Hums: 19; Cihad: 37; Vesâyâ: 9; Dârimi, Zekât: 20; Müsned, 4:93, 98.
[103] Müslim, Zekât: ,61.168; Noseİ, Zekât: 95,97.98; Taberânİ, Sadaka: 13; Müsned, 1:200, 201, 290.
[104] Ebû Davud, Edeb: 61; Dârimi İstizan: 59.
[105] Taberânfnin Kebirinden,
[106] Buharı, Ahkâm: 7; Neseî, Be/a: 39; Kudat: 56; Müsned, 2:448.
[107] Tirmizî, Fiten: 79.
[108] Ahmed bin Hanbel'in Zühdünden.
[109] Neseî, Nikâh: 11; Ibni Mâce, Nikâh; 8; Müsned, 3:158, 245,254; 4:349, 351.
[110] Bezzar, Ebû Nuaym'ın H//ye'sinden.
[111] IbniMâce, Zühd: 20; Müsnsd, 4:94.
[112] Hatib'İn fanfinden.
[113] IbniMâce, Keffarat:5.
[114] Buharı, Buyu1: 79; Müslim, Müsakât: 101,102,104.
[115] Ebû Davud, Taharet: 94; Tırmizi, Tahare: 82; Ebû Davud, Vudû: 76; Müsned, 6:256.
[116] Buharı, Ahkâm: 4; Âhad: 1; Megazî: 59; Müslim, Imare: 39, 40; Ebû Davud, Cihad: 87; Neseî, Beya: 34.
[117] Buharl Şehadât: 27; Ahkâm: 20; Hıyel: 10; Müslim, Akdıye: 4,7; Dârimî, Mukaddime: 20.
[118] Buharî, Cenâiz: 43; Müslim, Fezâil: 62; IbniMâce, Cenâiz: 53; Müsned, 3:237,250.
[119] Dârekutnî'nin Efradı ve Hatibin Tar/tfinden.
[120] Buharı, Vuzu'; 11; Neseî, Tahare: 20; Müsned, 5:416, 421.
[121] Ibni Adiyyln el-Kâmit inden.
[122] Taberânînin Kebirinden.
[123] Ibni Sad'ın TabakkU ve Hâkim'in Müsîedrek'mden.
[124] Buharîm Edeb'i, Hâkim'in Müstedrek'ı ve BeyhakVnin Ş/'bü'/-/marfından.
[125] Buharî'nin Tariflinden.
[126] Buharı, Vüzu': 58; Edeb: 80; Sbü Davud, Tahare: 136; Tirmizî, Tahare: 112; Ateşe», Tahare: 44.
[127] Müslim, Talak: 29; Tirmizî, Tefsîr-i Sûre: 66; Müsned, 3:328.
[128] Neseî, Büyü': 97; IbniMâce, Sadakat: 16; Müsned, 4:35,36.
[129] Buhar!, bfzan: 11; Müslim, Edeb: 41; Tirmizî, Isti'zan: 17; Müsned, 5:330,335.
[130] Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azim, 3:291.
[131] Nur Sûresi, 27, 28.
[132] Tefsîrû'l-Kur'âni'l-Azîm, 3:290; Üsdü'l-Gâbe, 2:283.
[133] Tecrid-i Sarih Tercümesi, 12:167.
[134] A.g.e., 12:169.
[135] Tecrİd-i Sarih Tercümesi, 12:324.
[136] Nur Sûresi, 58, 59.
[137] Taberânfnin Keft/Vinden.
[138] Muhammedbin Mansuf dan.
[139] Müslim, Tahare: 16.
[140] Râfirnin fanft'inden
[141] Keşfü'l-Hafâ, 2:9.
[142] Tirmizî, Zekât: 28.
[143] Taberânfnin Kebiri ve Hâkim'in MüstedreKMen
[144] Buharı, Fezâilül-Kur'ân: 23, Müslim, Müsafirîn: 226; IbniMâce, Edeb: 52; Ateşe/, Iftitah: 37; Taberânî, Kuran: 6; Mösned, 2:17,23.
[145] Buhar!, Zebâih: 31; Büyü': 38; Müslim, Birr: 146; Ebû Davud, Edeb: 16; Müsned, 4:404,405, 408
[146] Furkan Sûresi, 29.
[147] Müslim, İlim: 2
[148] IbniMâce, Mukaddime: 7/46.
[149] Buharı, Savm: 6; Büyü': 49; Müslim, Fiten: 8; Tırmizî, Fiten: 10; Zühd: 26; Müsned, 2:392,6:105.
[150] Hak iim'den
[151] Beyhakî'nih Şfbv'l-fmâtfmâan
harı, Savm: 6; Büyü': 49; Müslim, Fiten: 8; Tırmizî, Fiten: 10; Zühd: 26; Müsned, 2:392,6:105.
[150] Hak iim'den
[151] Beyhakî'nih Şfbv'l-fmâtfmâan
[152] Buharı, Cuma: 7; îdeyn: 1; Büyü1:40; Hibe: 27,29; Cihad: 177; Müslim, Libas: 6-10; Ebû Davud, Salât: 213;
Neşet, îdeyn: 5; Zînet: 83, 85, 90; Müsned, 1: 46, 49; 2:20.
[153] IbniMâce, Libas: 19.
[154] Tirmizî, Cihad: 24; Müsned, 5:198.
[155] Müslim, Zikir: 41; Ebû Davud, Vitir: 26.
[156] Tirmizî, Daavat: 24
[157] Buharı, Merzâ: 3,13,16; Müslim, Birr: 45; Dârimî, Rikak: 57; Mösned, 1:381,441,455.
[158] Müslim, Birr: 87.
[159] Taberânî'nin Ksb/Vİnden
[160] Tabakât, 8:224.
[161] Hayatü's-Sahabe Tere, 3:178.
[162] Tirmizİ, Menâkıb: 31; Mösned, 3:14,17,26,59; 5:182.
[163] A/esef, Bey'a: 18; fbniMâce,Cihad: 43; Taberânî,Bey*a:2; Müsned, 6:357,404,459.
[164] Buharı, Megâzi: 61; Müslim, Zekât: 144; Müsned, 3:4,
[165] Bubari, Ezan: 65; Müslim, Salât: 191; Müsned, 3:109
[166] Müslim, Hibat: 14-16; Neseî, Nahl: 1; Müsned, 4:268,270,273,276.
[167] Müslim, Hibât: 13-19.
[168] İbni Nafi’den.
[169] Müslim, Tİrmizive MûsnedĞen.
[170] Taberârrfnin Keb/lr'inden.
[171] Taberârrînin Kefe/Zinden.
[172] Nahl Sûresi, 90.
[173] Buhâri, Edeb: 13; Tirmizî, Birr: 16.
[174] Hâkim'in MüstedreK'ı ve Beyhaki'nin Şi'bü'l4mart\r\dan.
[175] TaberânîTıin Kebîf'ınâen.
[176] Timizî, Ubas: 38.
[177] Hayatü's-Sahabe, 2:472.
[178] Taberânfnin Keö/Ti'nden.
[179] Taberânînin Kebît'ı ve Beyhaki'nin Şi'bü'i-îmarfmöan.
[180] Hakînföen.
[181] Taberânfnin Kebîrinden
[182] Mösned, 5:238.
[183] Taberânrnin KetoVinden.
[184] Müsned,3:184,191.
[185] Taberânî'nin Kebirinden
[186] Neseî, Siyam: 84,83.
[187] Neseî, Zekât: 84.
[188] Beyhakt'nin, Şi'bü'i-lmariıodan.
[189] Buharı, Cihad: 52,61,97,167; Megazİ: 54; Müslim: Cihad: 78,80; Timizi, Cihad; 15; Müsned, 4:280,281.
[190] IbniSa'd'ın Tabaka:1 ırıcan.
[191] Tİrmkî, Menakıb: 1; Dârimî, Mukaddime: 8.
[192] Müslim, Fezâil: 3; Ebû Davud, Sünnet: 13; Tirmizî, Menakıb: 1; IbniMâce, Zühd: 37; MüsnedZ 540; 3:2. 1473.
[193] Hâkim'in MöstedreKinden.
[194] Ibnünneccafdan.
[195] Ibni Asafdfden.
[196] İbni Adiyyin el-Kâmit\, Taberânî'nin Keö/Yi ve Hâkim'in MüstedreK'ınden.
[197] Buharı, Bedü'l-Halk: 64.; Enbiya: 68.
[198] Buhari, Talaı: 25; Edeb: 24; Müslim, Zühd: 42; Ebû Davud, Edeb: 123; Timizi Bir: 14; Taberânî, Şiir: 5;
Müsned, 2:375
[199] IbniMâce, Ticârât: 64; Müsned, 2:179,204,214.
[200] İbni Mâca, Ticârât: 65.
[201] bni Ebi'd-Dünyâdan.
[202] Kazâîdon.
[203] Darekutnî'nin Efrarfından
[204] [Enfal Sûresi, 32.]
[205] Timizi Tefsir-i Sûre; 4, 8
[206] Beyhaki'nin Şi'bü'l-İmariından.
[207] Lem'alar, s. 9.
lar, s. 9.
[208] Sözler, s. 187.
[209] Ebû Davud, Edeb: 98; A/ese/, lstiâzer-1.
[210] Tirmizî, Tefsir-i Sûre: 23.
[211] Müslim ve Ebu Davuddau.
[212] Buharı, İkrah: 7; Müsned, 3:99.
[213] Müsned, 5:158.
[214] Müslim, Zühd: 9; Tirmizi, Kıyım»: 81; Ubu: 31; hnl Mâca, Zühd: 9.
[215] TaberânFnin Kebîrinden.
[216] Bezzarve Taberânînin Kebîrinden.
[217] Buharı, Zekât: 22; Hibe: 15; Müslim, Zekât: 88,89; Müsned. 6:139,160,345,346,353,354.
[218] Ebû Davud, Eşribe: 5; Timizi Eşribe: 3; Nesei, Eşribe: 25; Ibni MAce, Eşrlbo: 10.
[219] Taberânrnin Keb/Yinden,
[220] Müslim, İmân: 106.
[221] Ebû Davud, Edeb: 71.
[222] Münâzarât.s. 103,104.
[223] Ebû Bekir el Merziban'ın Kitabü'l-Mürûetinden.
[224] Buhari, M*nakıbü'l-Er>aAr: 12; Müslim, Fezallü's-Sahabe, 123,125; Tırrnızi, Menakıb: 50; Ibni Mice,
Mukaddeme: 11; Müsned, 3:234; 296; 4:352.
[225] Ebû Nuaym'ın Hı/yt'sindtn,
1500. [3:65, Hadis No: 2764]
Ibni Abbas'den (r.a.) rivayetle:
Cennet ehli, daha hayatta iken Allah'ın insanların kendisi hakkındaki hayırlı övgüleriyle kulaklarım doldurdukları kimselerdir.
Cehennem ehli ise, daha hayatta iken Allah'ın şerrinden dolayı m-Himların kendisi hakkındaki kötü sözleriyle kulaklarını doldurdukları kimselerdir.[1]
1501. [3:66. Hadîs No: 2765]
Hltzeyfe (r.a.J rivayet ediyor:
Zâlimler ve yardakçıları Cehennemdedirler.[2]
1502. [ 3:66, Hadîs No: 2767]
fSbû Umûnıe'den (r.a.J rivayetle: Kur'ân ehli, Cennet ehlinin reisleridir.[3]
Kur'ân İnsanlar için büyük bir rehber, dünya ve âhiret işlerinde eşsiz bir kılavuzdur. Kur'ân âhiret âleminin bir haritasıdır.
Kuran ehli demek, böylesi mukaddes bir Kur'ân'ı öğrenip onu okuyan ve 0KuduQuyla amel eden kimse demektir. Kur'ân'ı okuyup anlama, emir ve yasaklarına uymanın büyük önemi vardır. O sayede maddî ve manevî kalkınma ger-çtkliştlrllir İnsan doğru ve gerçeği bulur. Huzur içinde yaşar.
Kur'ân ehli rehberdirler, bayrak şahsiyetlerdir. İnsanların huzura, saadete kavuşmaları için hizmete talip olmuş kimselerdir. Dolayısıyla büyük ve kudsî bir hl/mttl omuzlamışlardır. "Kavmin efendisi onlara hizmet edendir" Hadîsi çerçe-viBİnde onlar efendiliği bihakkın kazanmış kimselerdir. Çünkü onlar en büyük hiimttl götürmektedirlor Kur'ân ehli sadece dünyada değil, âhirette de yol gös-ttriCiktlr, Cennetlikler bilemedikleri hususları Kur'ân ehline soracaklardır.
lf|li Ctnab ı link, Kur'.İıı ehlini dünyada böyltmirıo yüksulttiği ve mükâfatlandırdığı fllbl, âhirultu da Cuiıiıutliklere reis olacak dermatdo büyük bir makam ve mevki İhsan »ductktlr,
1503. [3:67, Hadîs No: 2769]
Süraka bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:
Cehennemlikler katı kalbH, cimri ve kibirlenen kimselerdir. Cennetlikler ise güçsüzler ve elinden gelen mücâdeleyi gösterdikten sonra yenik düşüp ezilen kimselerdir.[4]
1504. [3:68, Hadîs No: 2772]
Nûman bin Beşir'den (r.a.) rivayetle:
Kıyamet Günü Cehennemliklerden azabı en hafif olan bir adamdır ki, ayağının iki topuğuna iki kor konur da bundan dolayı beyni kaynar.[5]
1505. [ 3:69, Hadîs No: 2778]
tbni Abban (r.a.) rivayet ediyor:
îmanın en Hiığlum kulpu, Allah yolunda karşılıklı dostluk kur* mttk, Allah yolunda düşmanlık bıılımtk, Allah için sevmek, aziz vs l olan Allah için kin bnal^mıkltr[6]
1506. [3:70, Hadîs No: 2780]
İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Yüce Allah, peygamberlerinden birine "Kendini ibâdete vermiş filan kuluma şunu sor" diye vahyetti: "Dünyaya karşı soğuk durmanla nefsini daha dünyada iken rahata kavuşturdun. Kendini benim yoluma vermenle izzet ve şeref kazandın. Bunlar senin içindir. Peki Benim için yapman gereken-jşeylerden ne yaptın?" O, "Ey Rabbim, Senin için yapmam gereken nedir?" diye sordu. Allah, "Benim yolumda bir düşmanıma düşmanlık besledin mi? Benim uğrumda bir dostumla dostluk kurdun mu?" buyurdu.[7]
1507. [3:71, Hadîs No: 2781]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Allah İbrahim'e (a.s.) şöyle vahyetti:
"Ey Halîlim, kâfire karşı bile olsa ahlâkını güzelleştir ki, iyi kimselerin vardığı yere varasın. Benim, ahlâkını güzelleştireni Arşımın gölgesinde gölgelendi recegime, Cennetimi yü'lııştireceğime ve kendime yaklaştıracağıma dııir Önceden verilmiş mönüm vurdu.[8]
1508. [3:71, Hadîs No: 2783]
Ka'b bin Malik'den (r.a.) rivayetle:
Yüce Allah Davud'a (a.s.) şunu vahyetti: "Herhangi bir kulum yi« yatıklarıma değil de Bana sırtını dayarsa, bunu onun samimî niyt-tinden de anlarsam, gökler içindekilerle beraber ona tuzak kuriKİnı1, Şen, bu tuzaktan kurtulması için ona mutlaka bir çıkış kapmı içb rtm. Her hangi bir kulum da Beni bırakıp bir yaratığa sırtını dayar ta ve Ben bunu niyetinden de anlarsam, mutlaka önündeki bütün yükseliş sebeplerini keser ve çöküş yollarım kolaylaştırırım. Herhnn* gi bir kul Bana itaat ederse, o daha istemeden Ben mutlaka ktsnditi-ne veririm. Benden bağışlanmasını dilemeden onu affederim.[9]
1509. [ 3:73, Hadîs No: 2787]
Ümâme (r.a.) riuûyet ediyor: Bin, bindin ranraki halifeyi Aİlnh'tin korkmayı Müılümuniim kommıyı, onların büyükiirinı d§|«r virmtyl, kttçukltrln itikat göstermeyi, âlimlerine saygı duymayı, dövüp de zillete düşürmemeyi ürkütüp de nankörlüğe sevk etmemeyi, yüzlerine karşı kapılarım kapatıp da güçlülerin zayıflan ezmesine fırsat vermemeyi tavsiye ederim.[10]
1510. [3:74, Hadîs No: 2788]
GUrmiiz bin Evs'den rivayetle:
Çok lanet okuyucu olmamanı tavsiye ederim.[11]
1511. [ 3:75, Hadîs No: 2791]
Shû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:
Sana Allah'tan korkmayı tavsiye ederim. Çünkü bu her hayrın başıdır. Cihada sarıl. Çünkü o, Müslümanın kendisini bütünüyle ibâdeti vermesidir. Allah'ı çokça zikret ve Kur'ân'ı çokça oku. Çünkü bu Cennetti! rahatlığın, yer yüzünde de nam ve şerefindir.[12]
1512. [ 3:76, Hadîs No: 2793]
Ebû Zerden (r.a.) rivayetle:
Sana Allah korkusunu tavsiye ederim. Çünkü Allah korkusu her-Şiyin başıdır. Kur'ân'ı okumaya ve Allah'ı anmaya bak. Çünkü bu dinin anılması ve yeryüzünde nurundur. Hayrın dışında çok az konuş. Çünkü çok az konuşmak şeytanı senden uzaklaştırır ve dinini korumada sana yardımcı olur. Çok gülmekten sakın. Çok gülmek kalbi öldürür ve yüzün nurunu giderir. Cihadı bırakma. Çünkü o Ümmetimin kendisini bütünüyle ibâdete vermesidir. Fakirleri sev ve onlnrln oturup kalk. Nimetlere sahip olma noktasında senden üstün Oİnnlarn bakma, aşağıda olanlara bak. Böyle yaparsan, Allah'ın sana Verdiği nimetleri küçümsemenıiş olursun. Senden ilişkiyi kesseler bili akrabalarınla :iyi ilişkiler içerisinde bulun. Acı da olsa dâima hakki löylo. Allah yolunda insanların kınamasından korkma. Kendini kötü bilmen seni başkalarına dil uzatmaktan alıkoymalıdır. Kendin imlediğin kötülüğü başkaları yaptığında onları yadırgama.
Şu üç huy kişiye ayıp olarak yeter:
I. Kendi kusurunu görmeyip başkalanndaki aynı kusuru görmesi.
2. Kandı utunç verici hâlini görmeyip başkalarının aynı durumun-• lan utnnç duyması.
3. Oturup kalktığı kimselere »ıkıntı vermesi.
My Ebû /or! Tmlbir gibi «kıl, ytıiflk olun şeylerdim sakınmak gibi lukvA, Jüıol uhlAk gibi dt şırsf yoktur.[13]
1513. [3:78, Hadîs No: 2795]
Ömer (r.a.) rivayet ediyor: .
Size Sahabîlerimi ve onları izleyen nesli tavsiye ederim. Sonra yalan yaygınlaşacak. Öyle ki, yemin etmesi istenmeden kişi yemin edecek. Şahitlik etmesi istenmeden şahitlik edecek. Dikkat edin. Bir erkek kendisine nikâh düşen bir kadınla hiçbir surette başbaşa kalmasın. Şayet kalırsa üçüncüleri şeytan olur. Cemaate sarılınız. Ayrılıktan uzak durunuz. Şeytan tek kişiyle beraber, iki kişiden ise daha uzaktır. Cennetin en orta yerini isteyen kimse cemaate sarılsın. İyilikleri kendisini sevindiren, kötülükleri ise kendisini üzen kimse gerçek mümindir. [14]
1514. [ 3:79, Hadîs No: 2796]
Ebû Ümâme'den (r.a.J rivayetle:
Size komşu hakkını gözetmeyi tavsiye öflerim.[15]
3:79, Hadîs No: 2797] . .
Ebû Hür ey re (r.a.) rivayet ediyor:
En uygun duâ kişinin şöyle demesidir:
"Allah'ım, Rabbim Sensin, ben Senin kulunum. Nefsime zulme.t« tim. Günahlarımı itiraf ettim. Ey Rabbim, günahlarımı affet. Şüphi» siz benim Rabbim Sensin. Senden başka günahları bağışlayacak hiç kimse yoktur.[16]
1516. [ 3:80, Hadîs No: 2800]
Abdurrahman bin Avfden (r.a.) rivayetle:
Bir koyun kesmekle de olsa düğün yemeğini ver.[17]
Evlenen kimsenin düğün yemeği vermesi sünnettir. Peygamberimiz (a,S.(Di) Vi Sahabîler evlendiklerinde ziyafet vermişlerdir. Ayrıca Peygamberimiz düğün ytniöği vermeyi tavsiye etmiştir. Meselâ İzahını yaptığımız Hadîste Peygarnb#> rlmi/in muhatabı Abdurrahman bin Avf'tır (r.a.). Resûlullah (a.s.m.) onun evltrv dlğlni öğrenince, "Allah sana mübarek kılsın. Bir koyun kesmek suretiyle de düğün ziyafeti ver" buyurmuştur.
Düğün yemeği herkesin imkânına göre olmalıdır. Sünnet işlenirken gösteri Şt vo israfa kaçılmamalıdır. Düğün yemeği veren zât, fakir zengin ayırd etmi*. din imkânı nisbetinde herkesi yemeğe davet etmelidir. Zîra, Peygamber Efendi* mlı (a.s.m.) zenginlerin çağırılıp fakirlerin davet edilmediği düğün yomiğlnl lilvip etmemiş; bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Kendisine zenginlerin çağırılıp fakirlerin çağırılmadığı davet yemeği n« kö IU y#mektir."[18]
1517. [ 3:81, Hadîs No: 2801]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın evliyaları, görüldüklerinde Allah'ın hatırlandığı kimseler-[19]
1518. [ 3:82, Hadîs No: 2804]
Hasan-ı Basrî'den rivayetle:
İbâdetin ilk basamağı susmaktır.[20]
etin ilk basamağı susmaktır.[20]
1519. [3:83, Hadîs No: 2808]
Ebû Mahzura rivayet ediyor:
Namazı vaktinin başlangıcında kılmak Allah'ın rızasına, ortasında kılmak Allah'ın rahmetine, sonunda kılmak ise Allah m atlına vesiledir.[21]
1520. [ 3:83, Hadîs No: 2810]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Ölümünden sonra Allah'ın mu mine ilk hediyesi, cenaze namazım kılan kimseleri affetmesidir.[22]
1521. [3:84, Hadîs No: 2812]
Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor:
Allah huzurunda ilk dâvâlaşacak olan birbirlerinin hakkını g leyen iki komşudur. [23]
1522. [ 3:85, Hadîs No: 2813]
û Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle:
Cennete ilk girecek kafile on dördündeki ay gibi, ikinci khlıle d» gökteki en parlak ve güzel yıldız renginde olacaktır. Her birini m- iki eş verilir. Bu eşlerden her birisi üzerinde yetmiş güzel elbise v.u dır, Bacak kemiklerinin ilikleri bu elbiselerden görünür.[24]
Cennete girecek olan insanlar hep aynı makam ve mevkide bulunmaynçık tır. Dünyada işledikleri salih amellere göre bazıları ayın ondördündekl parlaklığı gibi, kimileri yıldız gibi parlayarak gireceklerdir. Bunlar Cennete girecek İlk kafi lelerdir.
Cennete girenlere ilk etapta ikişer eş verilir. Bu eşlerin üzerinde yetmiş gasil elbise olduğu halde, bacak kemiklerinin ilikleri görünür. Bu insana dünyâdaki kulluklarına karşılık verilen bir mükâfattır. Cennet madem güzellikler diyarıdır. Vo çeşit çeşit güzelliklere sahiptir. Elbettekl insan, Cennetin herşeyinden istifa ılo etmek isteyecektir, öyleyse Cennnttnki bulun güzelliklerin küçük bir nümü misinin, Cennetlik eş ve hurilerde bulunmanı kmlııı makûl birşey olama/
l'ekl buna niçin Ihtiynç vardır vb hu Hıdtf «Ihinu giydikleri haldo birbirlerini oıtmamolorl nt domoktlr vo hu ruınıl mümkün olahlIlıV
Büyük İslâm âlimi Bedîüzzaman Hazretleri bu hususu Mektûbat isimli eserinde şöyle anlatır:
"Ehl-i Cennet olan bir insan, hususan bütün duygularıyla ve cihâzât-ı mâne-viyesiyle ubudiyet etmiş [kullukta bulunmuş] ve Cennetin lezâizine istihkak kes-betmiş ise; herbir duygusunu memnun edecek, herbir cihâzâtını okşayacak, herbir letâifini [ince duygularını] zevklendirecek bir tarzda; Cennetin herbir nev'inden birer mehasini gösterecek bir tarz-ı libası, kendilerine ve hurilerine, rahmet-i İlâhiye tarafından giydirilecek."
ek."
"En üstteki hülleden [elbiseden], tâ en alttaki hülleye kadar; ayrı ayrı meha-sinler, ayrı ayrı tarzda, hissiyatı ve duyguları zevklendirecek, memnun edecek mertebeler var."[25]
Sözleı'üe de bu husus daha geniş olarak şöyle ele alınır:
"Şu çirkin, ölü, câmid [cansız] ve çoğu kısır olan dünyada; hüsün ve cemâl, yalnız göze güzel görünüp, ülfete [ısınmaya] manî olmazsa, yeter. Halbuki: güzel, hayattar, revnekdar [renkli] bütün kışırsız lüb ve kabuksuz iç olan Cennette; göz gibi bütün insanın duyguları, latifeleri cins-i lâtif olan hurilerden ve huriler gibi ve daha güzel, dünyadan gelme, Cennetteki nisâ-i dünyeviyeden [dünya kadınları] ayrı ayrı hisse-i zevklerini, çeşit çeşit lezzetlerini almak isterler. Demek, en yukarı hüllenin güzelliğinden tut, tâ kemik içindekilere kadar, birer hissin, birer latifenin medâr-ı zevki [zevk vesilesi] olduğunu Hadîs işaret ediyor. Evet, 'hurilerin yetmiş hülleyi giymeleri ve bacaklarındaki kemiklerin ilikleri görünmesi' tabiriyle Hadîs-i şerif işaret ediyor ki; insanın ne kadar hüsünperver ve zevk-perest ve zinete meftun ve cemale müştak duyguları ve hassaları ve kuva-ları ve latifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve herbirisini ayrı ayrı okşayıp mes'ûd edecek, maddî ve manevî her nevî zînet ve hüsn-ü cemâli huriler camidirler. Demek, huriler Cennetin aksâm-ı zînetinden [ziynet kısımlarından] yetmiş tarzını, birtek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek surette giydikleri gibi; kendi vücudlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını [kısımlarını] gösteriyorlar. "Orada canların çektiği, gözlerin hoşlandığı herşey var"[26] işaretinin hakikatini gösteriyorlar"[27]
Nasıl bir elmaya baktığımızda tâ renginden kokusuna kadar değişik özellik ve güzellikleri birbirlerini gizlemeyecek, aksine gösterecek ve tamamlayacak tarzda yaratılmışsa, Cennetlik eşlerin ve hurilerin giydikleri elbiseler de birbirlerinin güzelliklerini örtmeyecek ve insanın bütün duygularını tatmin edecek tarzdadır.
1523. [3:86, Hadîs No: 2818]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: . .
Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise Cehennem ateşinden kurtuluştur.[28]
1524. [ 3:87, Hadîs No: 2818]
Enes'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kulun Kıyamet Günü ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Eğer o düzgün çıkarsa, diğer amelleri de düzgün olur. Eğer o bozuk çıkana diğer amelleri de bozuk olur.[29]
1525. [ 3:88, Hadîs No: 2820]
Şeddad bin Evs (r.a.) Peygambtr Efendimizin (a.a.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Dininizden ilk kaybedeceğinin ş»y vmAnittir.[30]
1526. [3:88, Hadîs No: 2821]
Şeddad bin Evs'den (r.a.) rivayetle:
İnsanlardan ilk kaldırılacak şey, Allah'a karşı kalbin korku ve tevâzusudur.[31]
1527. [3:88, Hadîs No: 2823 1507]
Ümmii Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
Sevap kefesine ilk konulacak olan şey güzel ahlâktır.[32]
1528. [3:89, Hadîs No: 2824]
Câbir (r.a) rivayet ediyor:
Kulun sevap kefesine ilk konulacak ameli, çoluk çocuğunu geçimi için yaptığı harcamalardır.[33]
1529. [3:89, Hadîs No: 2825]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Kıyamet günü insanlar arasındaki dâvalardan ilk hükme bağlanacak olan, kan davalarıdır.[34]
1530. [3:89, Hadîs No: 2827]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Bu ümmetten ilk kaldırılcak olan güzel hasletler, haya ve güveni-KKk.[35]
1531. [3:90, Hadîs No: 2828]
Ebu'd-Derda'dan (r.a.) rivayetle:
Rabbimin, putperestlikten sonra bana en evvel yasakladığı şey, içki içmek ve insanlarla çekişmektir.[36]
1532. [3:90, Hadîs No: 2829]
Sehl b. Huneyf (r.a.) rivayet ediyor:
Şehidin, yere dökülen ilk kanıyla birlikte, kul hakkı dışındaki bütan günahları bağışlanır.[37]
1533. [3:91, Hadîs No: 2832]
Vasile'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Yakınlarından olup bana en evvel kavuracak olan sensin ey Fatı-ma, eşlerimden bana en evvel kuvuşacak olan ise Zeynep'tir. O sizin eli en açık olanıdır.[38]
1534. [3:91, Hadîs No: 2834]
Hz. Osman (r.a.) rivayet ediyor:
Kıyamet günü ilk şefaat edecek olanlar, peygamberler, sonra alimler, sonrada şehidlerdir.[39]
1535. [3:92, Hadîs No: 2835]
Ibni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Cennet girmek için ilk çağrılacak olanlar, kıvançta ve tasada Allah'a çokça hamdedenlerdir.[40]
1536. [3:95, Hadîs No: 2843]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Ümmetime Yüce Allah'ın ilk farz kıldığı şey beş vakit namazdır ve amelleri içerisinde ilk ortadan kaldırılacak olan farzda beş vakit namazdır, ilk sorguya çekilecekleri husus da beş vakit namazdır. Ondan birşey eksik yapan kimse için Yüce Allah şöyle buyurur: "Bakın, kulumun farzlardan eksik bıraktığı namazları tamamlamak için nafile olarak kıldığı namazı var mı? Kulumun Ramazan oruçlarına bakınız, eksik bıraktığı birşey varsa bunu tamamlayacak nafile oruçları var mı? Kulumun zekâtına bakınız. Eğer ondan birşey eksik bırakmışsa bunu tamamlayacak nafile sadakalarını bulabiliyor musunuz?" Bu nafileler Allah'ın farz kıldığı ibâdetlere eklenir. Bu, Allah'ın rahmet ve adaletiyle olur. Bundan fazlasını bulabilirse sevap kefesine konur. Ve kendisine şöyle denir: "Mesrur olarak Cennete gir." Eğer nafileden farzları tamamlayacak birşey bulunmazsa zebanilere emir verilir. Onlar da elinden ve ayaklarından yakalayarak sonra Cehenneme fırlatırlar.[41]
1537. [3:98, Hadîs No: 2848]
Ebû Hüreyre*(r.a.) rivayet ediyor:
Size hiçbir peygamberin bahsetmediği şekilde Deccal'den bahsedeyim mi? Onun bir gözü kördür. O beraberinde Cennet ve Cehennemin timsali bulunduğu halde gelir. Onun Cennet dediği aslında Cehennemdir. Sizi Nuh Aleyhisselâmm kavmini sakındırdığı gibi ondan sakındırırım.[42]
1538. [3:98, Hadîs No: 2849]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Size, Cennete girmenize vesile olacak şeyleri haber vereyim mi? Bunlar cihad etmek, Allah yolunda vuruşmak, misafire yemek vermek, namazı vaktinde kılmaya özen göstermek, soğuk gecede güzelce abdest almak ve Allah için yemek yedirmektir.[43]
1539. [3:99, Hadîs No: 2851]
Abdullah bin Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Kur'ân'da en hayırlı sûre "Elhamdülillâhi Rabbi'l âlemin" yâni Fatiha Süresidir».[44]
1540. [ 3:100, Hadîs No: 2852]
fMuâz bin Cebel'den,'(r.a.) rivayetle:
Size Cennet ehlinin sultanını bildireyim mi? O, zayıf, horlanan, fakirliğinden eski elbise giyen, önemsenmeyen ve Allah adına 'Şu şöyle olacak' diye yemin ettiğinde Allah'ın kendisini doğru çıkardığı kimsedir.[45]
1541. [ 3:100, Hadîs No: 2853]
Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
Cehennem ehli, bütün katı kalbli, etrafındakilere gururla bağırarak emreden, büyüklenen ve hırsla mal toplayıp kimseye birşey vermeyendir.[46]
1542. [ 3:101, Hadîs No: 2854]
Ukbe bin Âmir'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır
Allah'a sığınanların kendisiyle sığındıkları en faziletli şeyi haber vereyim mi? O, Felâk ve Nâs Sûreleridir.[47]
1542. [ 3:101, Hadîs No: 2854]
Ukbe bin Âmir'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır
Allah'a sığınanların kendisiyle sığındıkları en faziletli şeyi haber vereyim mi? O, Felâk ve Nâs Sûreleridir.[47]
1543. [3:101, Hadîs No: 2855]
İbni Mes'ûd (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Size "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah"m açıklamasını haber vereyim mi? Allah'ın yasakladığı şeylerden sakınma ancak Allah'ın korumasıyla mümkündür. Allah'a itaate güç yetirme de ancak Allah'ın yardımıy^adır. Bana Cebrail bu şekilde bildirdi.[48]
1544. [ 3:102, Hadîs No: 2857]
Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Size hayırlınızın kim, şerlinizin kim olduğunu haber vereyim mi? Hayırlınız hayrı umulan, şerrinden de emin olunandır. Şerliniz ise hayrı umulmayan, kötülüğünden de emin olunmayan kimsedir.[49]
1545. [ 3:102, Hadîs No: 2858]
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:
Size insanların en hayırlısıyla en şerlisinin kimler olduğunu haber vereyim mi? Hayırlı insanlardan birisi atının, devesinin veya ayaklarının üzerinde ölünceye kadar Allah yolunda çalışandır.
İnsanların en şerlilerinden birisi ise günahkâr ve Allah'ın kitabını okuduğu halde hiçbir yasağından sakınmayan cüretkâr kimsedir. [50]
1546. [ 3:103, Hadîs No: 2859]
Safvan bin Süleym'den (r.a.) rivayetle:
Size en kolay ve bedene en hafif gelen ibâdeti haber vereyim mi?[51]
Bu: Susmak ve güzel huydur.
1547. [ 3:103, Hadîs No: 2860]
Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:
"Size en cömert kimsenin kim olduğunu haber vereyim mi? Allah bütün cömertlerden daha cömerttir. Ben Âdemoğullarının en cömerdiyim. Benden sonra onların en cömerdi ise Allah'ın kendisine ilim verip bu ilmi yayan kimsedir. Bu kimse Kıyamet Günü tek başına bir ümmet olarak diriltilecektir. Bundan sonra en cömert olan ise şehid edilinceye "kadar Allah yolunda nefsinden fedâkârlıkta bulunan kişidir."[52]
1548. [3:104, Hadîs No: 2861]
Sa 'd bin Ebî Vakkas 'dan (r.a.) rivayetle:
"Size birinizin başına dünya ile ilgili bir sıkıntı veya belâ geldiğinde okuyarak bundan kurtulacağı bir şeyi haber vereyim mi? O, Hz. Yunus'un şu duâsıdır: 'Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Sen her türlü noksan sıfatlardan münezzehsin. Hiç şüphesiz ben nefsime zulm edenlerden oldum."[53]
1549. [3:104, Hadîs No: 2862]
Aişe'den (r.a.): rivayet ediyor:
Size öyle bir sûreyi haber vereyim mi ki, büyüklüğü gökle yerin arasını doldurmuştur. Onu yazan için de bu kadar mükâfat vardır. Cuma Günü onu okuyan kimsenin iki Cuma arası ve üç gün fazlasıyla işlemiş olduğu günahları bağışlanır. Kim son beş âyetini okuyup yatarsa dilediği gece Allah onu'uyandırır. Bu sûre Kehf süresidir. :" [54] '
1550. [3:105, Hadîs No: 2863]
Cabir (r.a.) rivayet ediliyor:
Yarın Cehennemin kendilerine haram olduğu kimseleri size haber ■»«reyim mi? Cehennem her ağırbaşlı, nazik, cana yakın ve Allah'a ve istekleri yerine getirilmesi gereken insanlara karşı itaatkâr kimseye haram olacaktır.[55]
1551. [3:105, Hadîs No: 2864]
Zeyd bin Halid El-Cühenî'den (r.a.) rivayetle:
Size şahitlerin en hayırlısını haber vereyim mi? O, kendisinden islenmeden önce şahitlik görevini yerine getiren kimsedir.[56]
1552. [3:106, Hadîs No: 2866]
Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
"Size farz olanların dışındaki oruç, namaz ve sadakanın sağladığı dereceden daha üstününü haber vereyim mi? İnsanların arasını bulmaktır, insanların arasını bozmak ise dini kökten kesmektir."[57]
1553. [ 3:108, Hadîs No: 2870]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Arşın altından ve Cennetin hazinesinden olan bir sözü size bildireyim mi? O "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh Kötülükten sakınma ve iyiliğe güç yetirme ancak Allah'ın yardımıyladır" cümlesidir. Sen böyle dediğinde Allah "Kulum Bana teslim oldu ve herşeyi de Bana teslim etti" buyurur.[58]
1554. [3:109, Hadîs No: 2873]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Size günahları silip süpüren, dereceleri yükselten bir şeyi haber vereyim mi? Zor şartlarca abdest almak, uzak yerlerden mescidlere gitmek ve namazı kıldıktan sonra diğer namazın beklentisi içinde olmaktır. İşte bu bir cihattır, bu bir cihattır, bu bir cihattır."[59]
1555. [3:110, Hadîs No: 2874]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
En güçlünüzün kim'olduğunu size haber veriyim mi? Öfkelendiğinde kendini en iyi hâkim olabilendir.[60]
1556. [3:110, Hadîs No: 2875]
Ali bin Ebî Talip (r.a.) rivayet ediyor:
"Size benim, Sahabîlerimin ve benden önceki peygamberlerin halifelerinin kimler olduğunu bildireyim mi? Onlar Allah yolunda Onun rızâsı için Kur'ân'ı ezberleyen ve mânâsım düşünerek devamlı okuyanlarla, benim ve onların sözlerini başkalarına nakledenlerdir."[61]
1557. [3:110, Hadîs No: 2876]
Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayetle:
Cebrail'in bana okuyup tedavi ettiği bir duayı sana öğreteyim mi? Şöyle diyeceksin: "Allah'ın adıyla sana şifâ dileğinde bulunuyorum. Allah, sana düğümlere üfleyen sihirbazların şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden gelen her hastalıktan şifâ versin."[62]
1558. [3:111, Hadîs No: 2877]
Esma binti Umeys (r.çf.) rivayet ediyor:
Sıkıntı ânında söyleyeceğin birkaç kelimeyi sana öğreteyim mi? O da şu: "Allah Rabbimdir. Ona hiçbirşeyi ortak koşmam."[63]
1559. [3:lll, Hadîs No: 2878]
Hz. Ali'den rivayetle:
Üzerinde Sabir Dağı kadar borç olsa dahi, okuduğun takdirde Allah'ın seni ondan kurtaracağı bir sözü sana öğreteyim mi? Şöyle de: "Allah'ım helâlindan vererek haramdan koru! Lütfunla Senden başkasına beni muhtaç etme!"[64]
1560. [3:111, Hadîs No: 2879]
Ebû Said el-Hudrî (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Söylediğinde Allah'ın üzüntünü gidereceği ve borcunu ödemeni sağlayacağı bir sözü sana öğreteyim mi? Sabaha çıktığında ve akşamladığında şöyle de: "Allah'ım, kaygı ve üzüntüden Sana sığınırım. Acizlik ve tembellikten Sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten Sana sığınırım. Borçlar altında ezilmekten ve insanların istibdadından Sana sığınırım. [65] .
1561. [.3:112, Hadîs No: 2880]
Hz. Ali (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Okuduğunda üzerinde zerreler adedince günahlar olsa bile Allah'ın seni affedeceği birkaç kelimeyi sana öğreteyim mi? Şöyle de: Tüce ve büyük olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Kullarını hemen cezalandırmayıp tövbe etmesini bekleyen ve sonsuz kerem sahibi olan Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yedi göğün ve büyük Arşm Rabbi olan Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur."[66]
1555. [3:110, Hadîs No: 2874]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
En güçlünüzün kim'olduğunu size haber veriyim mi? Öfkelendiğinde kendini en iyi hâkim olabilendir.[60]
1556. [3:110, Hadîs No: 2875]
Ali bin Ebî Talip (r.a.) rivayet ediyor:
"Size benim, Sahabîlerimin ve benden önceki peygamberlerin halifelerinin kimler olduğunu bildireyim mi? Onlar Allah yolunda Onun rızâsı için Kur'ân'ı ezberleyen ve mânâsım düşünerek devamlı okuyanlarla, benim ve onların sözlerini başkalarına nakledenlerdir."[61]
1557. [3:110, Hadîs No: 2876]
Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayetle:
Cebrail'in bana okuyup tedavi ettiği bir duayı sana öğreteyim mi? Şöyle diyeceksin: "Allah'ın adıyla sana şifâ dileğinde bulunuyorum. Allah, sana düğümlere üfleyen sihirbazların şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden gelen her hastalıktan şifâ versin."[62]
1558. [3:111, Hadîs No: 2877]
Esma binti Umeys (r.çf.) rivayet ediyor:
Sıkıntı ânında söyleyeceğin birkaç kelimeyi sana öğreteyim mi? O da şu: "Allah Rabbimdir. Ona hiçbirşeyi ortak koşmam."[63]
1559. [3:lll, Hadîs No: 2878]
Hz. Ali'den rivayetle:
Üzerinde Sabir Dağı kadar borç olsa dahi, okuduğun takdirde Allah'ın seni ondan kurtaracağı bir sözü sana öğreteyim mi? Şöyle de: "Allah'ım helâlindan vererek haramdan koru! Lütfunla Senden başkasına beni muhtaç etme!"[64]
1560. [3:111, Hadîs No: 2879]
Ebû Said el-Hudrî (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Söylediğinde Allah'ın üzüntünü gidereceği ve borcunu ödemeni sağlayacağı bir sözü sana öğreteyim mi? Sabaha çıktığında ve akşamladığında şöyle de: "Allah'ım, kaygı ve üzüntüden Sana sığınırım. Acizlik ve tembellikten Sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten Sana sığınırım. Borçlar altında ezilmekten ve insanların istibdadından Sana sığınırım. [65] .
1561. [.3:112, Hadîs No: 2880]
Hz. Ali (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Okuduğunda üzerinde zerreler adedince günahlar olsa bile Allah'ın seni affedeceği birkaç kelimeyi sana öğreteyim mi? Şöyle de: Tüce ve büyük olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Kullarını hemen cezalandırmayıp tövbe etmesini bekleyen ve sonsuz kerem sahibi olan Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yedi göğün ve büyük Arşm Rabbi olan Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur."[66]
1562. [3:113, Hadîs No: 2881]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Allah'ın onlar sayesinde sana fayda vereceği birkaç hasleti öğreteyim mi? İlme sarıl! Çürîkü o mü'minin dostudur. Hilm yardımcısı, akıl rehberi, amel gözeticisi, şefkat babası, yumuşaklık kardeşi, sabır ise maddî ve manevî duyguların kumandanıdır.[67]
1563. [3:113, Hadîs No: 2882]
İbni Ömer Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Sana Allah'ın hayrını dilediği kimseye öğretip bir daha hiç unutturmadığı bir sözü öğreteyim mi? Şöyle de: "Allah'ım, ben zayıfım. Rızan uğrunda, zayıflığımı kuvvete çevir. Dizginimden tutup hayra doğru götür. îslâmı, hoşnutluğumun son hedefi kıl. Allah'ım, güçsüzüm. Beni kuvvetlendir. Zillet içindeyim. Beni aziz eyle! Fakirim, beni nzıklandır.[68]
1564. [3:113,114, Hadîs No: 2883]
İbni Abbas'dan rivayetle:
Allah'ım, beni hayatta bıraktıkça ebediyyen günahları terk ettirmekle bana merhamet et! Beni ilgilendirmeyen işin altına girmekten muhafaza ederek bana merhamet et! Seni benden hoşnut kılacak şeylere dikkatle bakmamı nasip eyle! Ey gökleri ve yeri yoktan ör-neksiz olarak Yaratan; celâl, ikram ve sarsılmaz izzet sahibi olan Al-lah'ım! Senden şunu istiyorum: Ya Allah, ya Rahman! Azametin ve Zânnın nuru hürmetine bana öğrettiğin gibi kitabını ezberlemeyi kalbime yerleştir! Seni benden hoşnut kılacak şekilde onu okumayı nasip eyle! Kitabınla gözlerimi nurlandırmayı, onunla dilimi açmayı, sıkıntılarımı gidermeyi, göğsümü genişletmeyi, vücudumun onunla amel etmesini ve bunları yerine getirmek için güç ve kuvvet vermeyi, bana yardım etmeni niyaz ediyoruz. Şüphesiz Senden başka hayır yo-İkmda bana yardım edecek kimse yoktur. Onu işlemeye muvaffak kılacak Senden başka kimse yoktur.[69]
1565. [3:114, Hadîs No: 2884]
Muaz bin Cebel (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
İnsanların en şerlisinin kim olduğunu söyleyeyim mi? Tek başına yiyen, iyiliğini esirgeyen, yolculukta arkadaşlarını terk eden, hizmetçisini döven kimsedir. Bundan daha şerlisini söyleyeyim mi? İnsanlara kin besleyen, insanların da kendisine kin beslediği kimsedir. Daha şerlisini de bildireyim mi? Şerrinden korkulan, hayrı umulmayandır. Daha şerlisini bildireyim mi? Başkasına dünyalık bir menfaat sağlamak için âhiretini satandır. Bundan daha şerlisi ise dini âlet ederek dünyalık kazanç peşinde koşandır.[70]
1566. [3:116, Hadîs No: 2887]
Ebu'l-Büceyr'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Dikkat edin! Dünyadayken lezzetli yemek yiyen ve süslü elbise giyen nice kimseler vardır ki, Kıyamet günü aç ve çıplaktırlar. Dünyada nice karnı aç ve çıplak kimseler vardır ki, âhirette lezzetler ve güzel elbiseler içerisindedirler.
Dikkat edin! Nice nefsine izzet, ikram eden kimseler vardır ki aslında onu horlamış olmaktadır. Nice nefsine değer vermeyen kimseler vardır ki aslında ona izzet ikram etmektedirler.
mektedirler.
Dikkat edin! Allah'ın Resulüne ganimet olarak verdiği şeylerden çalarak nimetlenen nice kimseler vardır ki, Allah katında hiçbir nasipleri yoktur."
Dikkat edin! Cennete götüren amel sarp ve yokuştur. Cehennem ameli ise kolay ye düzlüktür. Nice bir anlık nefsanî istekler vardır ki uzun üzüntüleri netice verirler.[71]
Bu hadîsi iyi anlayabilmek için dünyada niçin bulunduğumuzu, dünyanın mahiyetinin ne olduğunu çok iyi bilmemiz gerekir. Dünyanın geçici bir misafirhane, «sanın da misafir bir yolcu, gideceği asıl vatanın ise Cennet olduğu ve onu kazanmak için burada bulunduğu düşünülürse, dünyanın lezzetlerine fazla İtibar etmememiz gerektiği anlaşılır.
Çünkü dünya nimetleri, lezzetleri geçicidir. Âhirettekiler ise ebedîdir. Ebedî oianları bir tarafa atıp, hiç düşünmeyip, onları elde edebilmenin yollarını arama-yıp geçici lezzetler içerisinde boğulup gidersek, kaybederiz. Böylece lezzetlerin veriliş sebebini idrak edemediğimizi göstermiş oluruz.
Tehlikeli olan hayat; yeme, içme, giyme gibi dışa ve bedene hitap eden nimetlerin âhirette verilecek nimetlerin birer numunesi olduğunu bilememek, onları asıl gaye zannedip onlarda âdeta fanî olmak, kaybolmaktır.
Bu gözlükle yukardaki hadîse baktığımızda, dünyada lezzetli yemek yiyen tre süslü eibise giyen kimseler, eğer bunlara gaye ve-herşeyin bunlardan ibaret oJduğu gözüyle bakıyorlarsa, Kıyamet Günü aç ve çıplak kalacaklardır. Dünya-aa aç ve açık kaldığı halde isyana girmemiş, onu âhiretin bekleme salonu gibi gördüğü için sabretmiş kimseler de âhirette bol ve lezzetli nimetlere, güzel elbi-setere kavuşacaklardır.
Peki dünya nimetlerinden hiç istifade etmeyecek, lezzetli şeyleri yiyip içmeyecek miyiz?
Madem ki, Allah nimetleri yaratmış, onları seyredebilmek için göz, koklaya-aimek için burun, tadabilmek için dil, değerlerini hissedebilmemiz için akıl vermiş. Elbetteki bunlardan istifade edeceğiz.
Ancak, bunların bir ölçüsü ve sınırı olacak. Nimetleri Cenab-ı Hakkın âhirette kullarına ihsan edeceği nimetlerin birer numunesi olarak gördüğümüzde, asıllarına müşteri olabilmek için tadmamız gerektiğini hemen anlarız. Öyleyse şükretmek, israfa kaçmamak, meşru sınırı aşmamak şartıyla istifade edeceğiz.
Lem'alar'da belirtildiği gibi, insan, ne vakit ruh cesede, kalb nefse, akıl mideye hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o zaman leziz şeyleri de yiyebilir.
Sonra bu nimetleri elde etmemek diye birşey de söz konusu olamaz. Madem ki Cenab-ı Hak âhiret nimetlerini olduğu gibi dünya nimetlerini de mü'min kulları için yaratmıştır. O halde helâl daire içerisinde istifade etmemize hiçbir engel yoktur.
Mesnevî-i Nuriye'de yer alan şu cümle dünya ve dünya nimetlerine nasıl bakmamız gerektiği konusunda bize bir ölçü vermektedir: "Dünyayı kesben değil, kalben terketmek lâzımdır."
Yani, dünyaya çalışmamak diye birşey söz konusu olamaz. Dünyada yaşadığımıza göre bir kısım ihtiyaçlarımız olacak, el âleme muhtaç olmadan yaşamak isteyeceğiz. Onun için d#e çalışmamız gerekecek. Ancak bunları âhirete basamak olacak şekilde elde etmeye çalışmalıyız. Dünya âhiretin tarlası olduğuna göre burada kazandıklarımız âhirette biçebileceğimiz tarzda olursa, dünyanın mânâ ve hikmetini anlamış oluruz.
luruz.
Hadiste dikkat çekilen diğer bir husus da şudur: Allah için değil, sırf nefis hesabına ve nefsi şımartmak için ona ikramda bulunan kimsenin onu aslında horlayıp azap çekmesine vesile olmuş olması. Evet, nefsini şımartıp helâl haram ayırd etmeden onun her dediğini yapan kimse, aslında onu azaba sürüklemektedir de farkında değildir. Daha dünyadayken harama girmenin sıkıntılarını çekmeye başlar. Âhirette çekeceği azap ise daha başka. Hadiste belirtildiğine göre ise nefsine değer vermeyen nice kimseler de vardır ki, aslında onlar nefislerine ikramda bulunmaktadırlar. Onlar bilmektedirler ki her türlü kötülüğün başı olan nefis hor ve hakir görülmeye herşeyden daha çok lâyıktır. Onun için onlar nefse çile çektirmekten çekinmezler. Dünyada nefse çile çektirirler, ama İlâhî emre uymanın lezzetini daha dünyadayken tattırır, âhirette de kat kat sevapla karşılaşırlar.
Nefsine değer vermeyen, onun kötü arzularıyla mücadele eden insan kazanır. Öyleyse nefis daima îkaz edilmelidir. Şu sözler ne güzel bir îkazdır. "Hazer et! [sakın!], dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem'a [ışıkcık], bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâifini [duygularını] onda batırma."[72]
Hadîste dikkat çekilen bir husus da ganimet malını çalanların Allah katında nasipleri olamayacaklarının bildirilmesidir. Aynı husus devlet malı için de geçerlidir. Devletin malını şahsî malıymış gibi zimmetine geçiren, tüyü bitmemiş yetimlerin haklarını çalıp çırpan, lüks ve depdebe içerisinde yaşayanların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur. Haksız olarak yiyip içtikleri her kuruşun hesabını Mahşerde vereceklerdir.
Ayrıca hadiste Cennetin yolunun sarp yokuş olduğu, ucuz olmadığı, ona ancak nefisle mücadeleyi kazananların gireceği; aksine, Cehenneme götüren amellerin de nefse hoş ve kolay geldiğini, düz bir yolda gitme gibi kolay olduğu bildirilmektedir.
Evet, sabahın erken vaktinde, uykunun tatlı ânında kalkıp sabah namazını kılmak, he/kes dünyanın zevk ve şâşasına kapılıp giderken namaza koşmak, yazın kavurucu sıcağında, uzun günlerinde herkes su içip yemek yerken oruç tutabilmek kolay olmasa gerek. Yine birçokları nefsin arzuları için servet ve imkânlarını seferber ederken, malı, mülkü, canı Allah yolunda dağıtabilmek elbet-teki zordur. Yine birçokları nefis ve şeytana uyup nefsin süflî arzularının esiri ve zebûnu olup rahatına ve keyfine bakarken, insanlara hak ve hakikati ulaştırmak için rahatı, zevkleri, hatta uykuyu feda etmenin pek kolay olduğu söylenemez. Bu sarp yokuşları aşabilecek îman gücüne sahip olanlar Cennete gireceklerdir.
Cehenneme götüren amelleri düşünelim. Hadiste anlatıldığına göre bunlar da kolay ve düzlüktür. Çünkü bunlar nefsin hoşlandığı şeylerdir. Nefis, ne kadar rezil şeyler varsa ondan hoşlanır. Birçok insanın nefsinin zebûnu oluşu, bunun delilidir. Nefisle mücadeleyi gaye edinmemiş kişilerin veya nefse mağlup olmuş kimselerin trenin rayda kolayca akıp gitmesi gibi kötü yollarında çekinmeden ilerleyip giderler.
Bu hadis aslında yukardan beri anlatılan hususların bir nevi özeti şeklindedir. Bir anlık nefse uyma da insana çok şeylere rnal olabilmektedir. Mesela nefsine uyup haksız yere adam öldüren nice kimseler vardır ki, hapishane köşelerinde ömür tüketmek zorunda kalırlar.
1567. [3:117, Hadîs No: 2888]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Özür dileyeceğin her işten sakın![73]
1568. [3:117, Hadîs No: 2889]
Ebu'l-Ğadiye'den (r.a.) rivayetle: Kulağın hoşlanmayacağı herşeyden sakın![74]
Bu hadîs hem başkasının hoşuna gitmeyeceği şeyleri söylememe, hem de kulağının hoşlanmayacağı sözleri söyleme ortamına sebep olmama öğüdünü vermektedir. Birisi gelip bize hoşumuza gitmeyen sözler söylese, aleyhimizde atıp tutsa veya başkalarının aleyhimizde söylediği sözleri nakletse herhalde hoşlanmayız. Evet, insan iftiradan, küfürden, hakaretten, dedikodudan, çekiştirmeden, karalamadan hoşlanmaz. Bunlar duyulduğunda kulağın hoşlanmayacağı şeylerdir. Öyleyse şahsımızın hoşlanmayacağı bu sözlerden başkalarının da hoşlanmayacağını düşünüp, söylememek gerekir. Çünkü vazifemiz fiilen olduğu gibi sözle de kimseyi rahatsız etmemektir. Mü'min, bir hadiste belirtildiği gibi, eliyle ve diliyle kimseye zarar vermeyen kimsedir.
Kulağın hoşlanmayacağı bir söz işiten kimse, "Acaba benim ne gibi yanlış davranışlarım var ki bu sözlere muhatap oluyorum" diye düşünmeli, eğer kendisi sebep olmuşsa hatasını düzeltmelidir.
1569. [ 3:117, Hadîs No: 2890]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Kötü arkadaştan sakan! Onunla tanınacağından şüphen olmasın.[75]
1570. [3:119, Hadîs No: 2892]
Muaz'dan (r.a.) rivayetle:
Lüks yaşamaktan sakın. Çünkü Allah'ın gerçek kulları lüks yaşamazlar.[76]
1571. [3:119, Hadîs No: 2894]
Habbab bin Eret (r.a.) rivayet ediyor:
içkiden sakın! Çünkü o asmanın dal vermesi gibi kötülüğü dallandırır.[77]
1572. [ 3:120, Hadîs No: 2895]
Garr bin Rabia'dan (r.a.) rivayetle:
Ayağı günde yedi defa da sürtçse, mü'minin ateşinden sakın ki seni yakmasın. Çünkü onun sağ eli Allah'ın Kudret Elindedir. Dilediği an onu ayağa kaldırır.
1573. [ 3:120, Hadîs No: 2896]
Sıcak yemek yemekten sakının! Çünkü o bereketi giderir. Soğuk yemeyi tavsiye ederim. Çünkü o daha çok içe siner, bereketi daha büyüktür.[78]
1574. [ 3:121, Hadîs No: 2899]
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
İnsanlarla sürtüşmekten sakın! Çünkü bu iyi hasletleri örter, çirkinleri ise su yüzüne çıkarır.[79]
1575. [3:121, Hadîs No: 2900]
Ebû Sald E[-Hudn (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
İnsanların gelip geçtiği yollarda oturmaktan sakınınız. İlla da otu-racaksanız o zaman yolan hakkını veriniz. Yolun hakkı ise şunlardır: Harama bakmamak, insanlara sıkıntı vermemek, selâmı almak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak.[80]
1576. [ 3:122, Hadîs No: 2901]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Zandan sakının. Çünkü zan, insanın içinden geçen en yalan şeydir. İnsanların gizli yönlerini araştırmayın, ayıplarını öğrenmeye çalışmayın, birbirinize karşı üstünlük yarışına girmeyin, birbirinize hased etmeyin, birbirinize karşı kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeşler olunuz. Biriniz, kişi evlenin-ceye veya bırakmcaya kadar din kardeşinin dünür gittiği kızı istemeye gitmesin.[81]
1577. [3:123, Hadîs No: 2903]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Arada iftar etmeden iki veya daha çok gün oruç tutmak mânâsına gelen savm-ı visalden sakının. Siz bu konuda benim gibi değilsiniz. Geceleyin Rabbim beni yedirir ve içirir. Gücünüzün yettiği kadarınca amel yüklenin.[82]
1578. [3:124, Hadîs No: 2904]
Ebû Katade (r.a.) rivayet ediyor:
Alış verişte çok yemin etmekten sakının. Çünkü bu malı sattırır, sonrada bereketini giderir.[83]
1579. [3:125, Hadîs No: 2906]
İbni Amr'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Aşırı mal sevgisinden sakının! Çünkü sizden öncekiler ancak aşırı mal sevgisi yüzünden helak oldular. Bu özellik onlara cimriliği emretti. Cimrileştiler. Akrabalarıyla münasebetleri 'kesmeyi emretti. Kestiler. Zulüm ve günahlara dalmayı emretti. Daldılar.[84]
1580. [ 3:125, Hadîs No: 2907]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Fitnelerden sakının! Dille ona karışmak kılıçla karışmak gibidir.[85]
1581. [ 3:125, Hadîs No: 2908]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Hasedden sakının. Çünkü hased ateşin odunu yeyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.[86]
1581. [ 3:125, Hadîs No: 2908]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Hasedden sakının. Çünkü hased ateşin odunu yeyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.[86]
1582. [3:125, Hadîs No: 2909]
İbni Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Dinde aşırı gitmekten sakının. Çünkü sizden öncekiler ancak dinde aşırı gitmekle helak oldular.[87]
Dinde aşırı gitmek, dinin çizdiği sınırlara kanaat etrrieyip daha fazla şeyler yapmak istemektir. Bu ise insan gücünü aşabilecek, kapasitesini taşabilecek bir davranıştır. Bir hadiste de belirtildiği gibi, herşeyin ortası hayırlı olanıdır. Bu orta yol, insan fıtratına en uygun olan yoldur. İnsan takatinin üzerinde bir yük yüklenirse, bunu belki bir süre taşıyabilir, a*ma ilelebet götürmesi mümkün değildir. Ab-duDah bin Amr bin Âs'ın başından geçen şu hâdise buna en güzel bir örnektir:
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), Hz. Abdullah'ın geceleri namaz kıldığını, gündüzleri oruç tuttuğunu, çokça da Kur'ân okuduğunu öğrendi. Bunun üzerine ona şu tavsiyelerde bulundu:
"Bazan oruç .tut, bazan tutma. Gecenin bir kısmında ibadet et, bir kısmında uyu."
Hz. Abdullah'ın, "Ne kadar zamanda Kur'ân'ı hatmedeyim?" sorusuna da, "Ayda bir hatim indir" cevabını verdi. "Ya Resülallah, ben bundan daha kısa bir sürede hatm edebilirim" de'yince yirmi günde yapmasını, daha da az bir zamanda hatm edebileceğini söylediğinde de, on günde hatm etmesini söyledi. Hz. Abdullah daha kısa sürede hatim yapabileceğini söylediyse de Resûlullah buna razı olmadı.[88] Çünkü zamanla güç kuvvetten düşebilir, hizmetlerini aksatabilirdi. Nitekim öyle oldu. Hayatının son yıllarında yaşlanan Hz. Abdullah güçten, kuvvetten düşünce zorlanmış ve şöyle demişti:
"Keşke Resûlullahın tavsiyesini tutsaydım, o bana sahralar dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıydı."[89]
Bu hadis açıkça göstermektedir ki, aşırılık daima zarar getirir. Öyle ki yukar-daki hadis-i şerifte de belirtildiği gibi insanları helake kadar götürür. Nitekim geçmiş bazı ümmetler bu yüzden helak olmuşlardı. Şu hadis-i şerif de bu konuda güzel tavsiyelerdendir:
"Din kolaylıktır. Fazla amel yapayım diye dine galip gelmek isteyen ancak mağlup olur, amel yapma gücünü kaybeder. Şu halde doğru yolu takip edin ve dengeyi koruyun. En mükemmelini yapmaya gücünüz yetmezse, ona en yakın olanını yapın."[90]
1583. [ 3:126, Hadîs No: 2911]
İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Çıplak durmaktan sakınınız. Çünkü yanınızda sadece abdestinizi yaptığınızda ve kişi ailesiyle cinsi münasebette bulunduğunda ayrılan melekler vardır. Onlardan haya edin ve onlara saygı gösterin.[91]
1584. [3:126, Hadîs No: 2913]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Nefsin arzularına uymaktan sakının! Çünkü o, hakka karşı sağır ve kör yapar.[92]
1585. [3:127, Hadîs No: 2915]
Enes'den (r.a.) rivayetle
Kâfirden de olsa mazlumun bedduasından sakının. Çünkü onun aziz ve celil olan Allah'a ulaşmasına engel olacak hiçbir perde yoktur.[93]
1586. [3:127, Hadîs No: 2916]
Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:
Küçük görülen günahlardan sakının! Çünkü bu günahların durumu şuna benzer: Bir topluluk bir vadide konaklamışlar. Ekmeklerini pişirmek için herbiri birer çalı çırpı getirmiş, böylece yeterli odunu toplamışlar. îşte küçük gibi görülen günahlar da böyledir. Birike birike sahibini helake götürür.[94]
1587. [3:128, Hadîs No: 2918]
Sâ'd bin Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Nikâh düşen kadınlarla yalnızken konuşmaktan sakının. Çünkü bir kişi nikah düşen bir kadınla başbaşa kalırsa mutlaka gönlü kayar.[95]
1588. [3:129, Hadîs No: 2920]
Muaviye (r.a.) rivayet ediyor:
Birbirinizi övmekten sakının. Çünkü o kişiyi manen boğazlamaktır.[96]
1589. [3:130, Hadîs No: 2922]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Güneşte oturmaktan sakının! Çünkü bu elbiseyi eskitir. Kokuyu bozar, gizli hastalıkları ortaya çıkarır.[97]
1591. [3:130, Hadîs No: 2924]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Zinadan sakının! Onun dört kötü neticesi vardır. Yüzün nuruna giderir. Rızkı keser. Rahman olan Cenab-ı Hakkı gazaba getirir. Deriyi de ateşe atar. [99]
1592. [3:130, Hadîs No: 2925]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Borç almaktan sakının! Çünkü o gecenin kaygısı, gündüzün ise zilletidir.[100]
Resûlullah (a.s.m.) borçlanmanın şerrinden Allah'a sığınmıştır. Hatta bu serden .sığınmayı Deccal, hayat ve ölümün fitneleri gibi tehlikeli fitneler arasında sayarken zikreder ki, böylece borçlanmanın tehlikesine dikkat çeker.[101]
Yukardaki hadiste ise bu tehlikelerden ikisi nazara verilmekte, gecenin kaygısı, gündüzün ise zilleti olduğu bildirilmektedir.
Borç getenin kaygısıdır. İnsanın uykusunu kaçırır, sıkıntıda bırakır. Aile huzurunu da bozar.
Borcun gündüz zillete düşürmesi ise alacaklılara muhatap olma ânında kendini gösterir. Bir hadiete bu hususa da dikkat çekilmiş, "İnsan borçlandığı zaman yalan uydurur, söz verir de sözünde durmaz" [102] buyurulmuştur.
Evet, insan borç alır, "Şu gün ödeyeceğim" der, ama o gün gelir, ödeyemez; yalancı duruma düşer, mahcup olur. Güvenini yitirir. Olumsuz durumlarla karşılaştığında ise rahatsız olmaya başlar, vicdanen huzursuz olur. Vurdumduymaz birisiyse hakaretlere kadar uzanan sözlere muhatap olur.
Borç bazan insanı öyle bir o noktaya kadar götürür ki, izzeti, şerefi, namusu dahi insana feda ettirir. Öyle ki, başkalarının ayaklarını öpecek kadar zillete düşürtür, dilenciliğe, yüz suyu dökmeye başlatır. Kişi netice alamazsa hırsızlığa kadar gider, rüşvet almaktan çekinmez. Manen kendini tehlikeye atmakla kalmaz, maddeten de risk altına sokar.
işte borçlanmanın bu ve buna benzer tehlikeleri yüzündendir ki, Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), borçlu yaşamayı tavsiye etmemektedir. Mecbur kalınmadıkça ve ödeyebilmeyi göze almadıkça borca girmemelidir. Kişinin, izzetini rencide ettirmeden borçlanma yoluna girmesi, altından kalkabileceği atılımlara teşebbüs etmesi bahsimizden hariçtir. Ayağını yorganına göre uzatıp ona göre hareket etmek en doğru bir davranış olsa gerek.
1590. [3:130, Hadîs No: 2923]
Abdullah İbni Muğaffel rivayet ediyor:
Parmaklarla taş atmaktan sakının. Çünkü bu diş kırar, göz çıkarır.[98]
1593. [3:131, Hadîs No: 2926]
İbni Me's'ûd'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kibirden sakının! Çünkü şeytanı Âdem'e secde etmemeye sürükleyen kibirdir. Hırstan sakının! Çünkü Hz. Adem'i yasak ağaçtan yemeye sevkeden hırstır. Hasedden sakının! Çünkü Adem'in iki oğlundan birisinin diğerini öldürmesi hased yüzündendir. Hased bütün günahların köküdür.[103]
1594. [3:132, Hadîs No: 2927]
Cabir (r.a.) rivayet ediyor:
Tamahkarlıktan sakının! Çünkü o peşinen fakirliktir.[104]
1595. [3:132, Hadîs No: 2928]
İbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Kibirden sakının! Çünkü kibir, fakirliğinden dolayı değersiz elbise giyen kişide dahi bulunabilir.[105]
1596. [3:133, Hadîs No: 2931]
Ebû Bekir (r.a.) rivayet ediyor:
Yalandan sakının! Çünkü yalanla doğru iki zıt kutupturlar. • [106]
1597. [3:134, Hadîs No: 2933]
Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Dinde ince eleyip sık dokumaktan sakının! Çünkü Allah onu kolaylaştırmıştır. Öyleyse gücünüzün yettiği kadarını alın. Şüphesiz Allah salih amelin az da olsa devamlı olanını sever.[107]
1598. [3:135, Hadîs No: 2937]
Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor:
Hanginiz cihad gibi hayırlı bir işi için evinden ayrılan bir kimsenin ailesine ve malına iyi bir şekilde göz kulak olursa, çıkanın mükâfatının yansı kadar sevap kazanır.[108]
1599. [3:136, Hadîs No: 2939]
İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Herhangi bir kişi din kardeşine "kâfir" derse bu onlardan birisine döner: Eğer dediği gibiyse mesele yok. Aksi halde kendisine döner.[109]
1600. [ 3:138, Hadîs No: 2944]
Sevban (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Herhangi bir kadın zarurî bir gerekçe olmadan kocasından boşanmasını isterse Cennetin kokusu kendisine haram olur.[110]
1601. [3:138, Hadîs No: 2945]
Ümmü Seleme'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Herhangi bir kadın kocası kendisinden hoşnut olarak ölürse Cennete girer.[111]
1602. [3:140, Hadîs No: 2949]
Huzeyfe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Birisi bir adamı aralarında ondan daha liyakatlisi bulunduğunu bile bile on kişiye idareci yapsa, Allah'a, Resulüne ve İslâm topluluğuna hıyanet etmiş ölür.[112]
1603. [3:140, Hadîs No: 2950]
Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Herhangi bir kişi helâîindan bir mal kazanır, ondan yer, giyinir, t JÜaıfe'in, kendinden daha muhtaç kullarına yedirir ve giydiril se bu lusndîsi için bereket ve temizlik olur. Herhangi bir Müslüman da ve-ııpppk sadakası bulunmazsa, dualarında şöyle desin: "Allah'ım, kulun me fiesûlün olan Muhammed'e (a.s.m.), erkek ve kadın mü'min ve İüslüinan erkek ve kadınlara rahmet eyle!" Bu da onun bereket ve temizliğidir.[113]
1604. [3:140, Hldtı No: 2951]
Süheyb bin Sinan (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Herhangi bir kişi vermemek niyetiyle bir borç alırsa, Kıyamet Günü hırsız olarak Allah'ın huzuruna çıkar.[114]
1605. [3:140, Hadîs No: 2952]
Süheyb bin Sinan'dan rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Herhangi bir kimse, bedelini vermemek niyetiyle birşey satın alırsa, öldüğü gün hâin olarak ölür. Hâin ise Cehennemdedir.[115]
1606. [3:141, Hadîs No: 2953]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Hastayı ziyaret eden bir kimse, Allah'ın rahmetine dalar. Hastanın yanında oturan kimseyi de rahmet kaplar.[116]
1607. [ 3:141, Hadis No: 2954]
Cabir'den (r.a.) rivayetle: .
Herhangi bir kişi genç yaşlardayken evlenirse, şeytan şöyle çığlık atar: "Vay başıma gelene! Bu benden dinini korudu."[117]
1608. [3:141, Hadîs No: 2955]
Atiyye bin Kays (r.a.) rivayet ediyor:
Herhangi bir kişiye dini konusunda İlâhî bir öğüt tebliğ edilirse, bu, Allah tarafından kendisine gönderilen bir nimettir. Onu şükrederek kabul ederse ne âlâ. Aksi takdirde bu Allah katında, aleyhinde bir delil olur. Onunla Allah günahını arttırır ve daha fazla gazab eder.[118]
Nimetlerin en büyüğü insanın manevî hayatı,"moral dünyasıyla ilgili olan nimetlerdir. Çünkü insanın huzuru, saadeti yerinde değilse, maddeten ne kadar refah içinde de olsa sıkıntıdan kurtulamaz.
Manevî dünyaya yön
de de olsa sıkıntıdan kurtulamaz.
Manevî dünyaya yönelik öğütlerin ise hayatımızda ap ayrı bir yeri vardır. Öğüde muhtaç olmayan insan yoktur. Öğüt verenler bile öğüde muhtaçtırlar. Bazan olur ki, bunalan, bir çıkış yolu arayan insan, kendisine Allah için yapılan bir öğütle rahatlayıverir.
Öğütler hayat yolunun işaret taşlarıdır. Âdeta karanlıkları aydınlatan bir projektördür. Rahatlık, kolaylık ve kurtuluş reçetesidir. Yerine göre insanı büyük tehlikelerin eşiğinden döndürür. Bu ve buna benzer özellikleri sebebiyledir ki öğütleri büyük bir nimet olarak değerlendirmek gerekir. Eğer insan, böylesine mtzlytt vt fazlletlffi olan öğütlara kulak Kabartır, şükr«d«r#K kabullenirse faydalarını görür, maddeten v# mânan çok şeyler kazanır.
öflüdü dlnluyen İnsan, herşeyden önce bu öğütlerin iyi niyetle yapıldığını düşünür, sevgi ve muhabbetle bakar, ona göre değerlendirirse o öğüdü kolayca kabullenebilir. Aleyhine şeyler söylense de, bunu acı bir ilaç gibi görür ve uygulama gayreti içerisine girer. Böyle öğütler dosttan gelir. Sa'di'nin "Önünde bir çukur olduğunu söyleyen senin hayırhahındır" dediği gibi böyle kimseler bizim iyiliğimizi isteyen kimselerdir.
İnsanların öğüdü kabul etmemelerinin genel gerekçesi öğüt veren kimseden hoşlanmamalarıdır, şahsiyetleridir. Şahsiyeti hoşuna gitmiyorsa, söyledikleri ne kadar güzel ve faydalı olursa olsun çoğu zaman kale almaz. Oysa bu yanlış bir harukotlir. Sözü söyleyene değil, sözün kendisine bakılmalıdır. Yerindeyse kim-üoıı golirse gelsin kabul edilmelidir.
Aksi halde insan bu öğütleri kulak ardı eder, vurdumduymazlığa verir veya sırl çevirirse, zararlarını dünyada görmekle kalmaz, hadiste belirtildiği gibi Kıyamet Günü aleyhinde delil olarak kullanılır, hem Allah'ın gazabını kazanmış, hem de günahını arttırmış olur.
1609. [ 3:142, Hadîs No: 2960]
Ebû Said el-Hudrî (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Bir Müslüman üzerinde elbisesi olmayan bir Müslüman kardeşini giydirirse, Allah da ona Cennetin yeşil elbiselerinden giydirir. Bir Müslüman aç bir Müslümanı doyurursa Allah da Kıyamet Günü ona Cennet meyvelerinden yedirir. Bir Müslüman susamış bir Müslüman kardeşinin susuzluğunu giderirse, Allah da Kıyamet Günü ona ağzı mühürlü Cennet içeceğinden içirir.[119]
1610. [ 3:143,Hadis No: 2961]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Bir Müslüman bir Müslüman kardeşine, bir elbise şiydirirse, üzerinde ondan bir parça kaldığı sürece, Allah'ın muhafazası altında olur. [120]
1611. [3:145, Hadîs No: 2965]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayet ediyor:
Bir kimseye Allah bir ilim verir de o da onu gizlerse, Allah Kıyamet Günü ona ateşten bir gem vurur.[121]
1612. [3:145, Hadîs No: 296]
Ebu'd-Derda (r.a.) rivayet ediyor:
Bir kimi* Allah'ın bulirlediği canlardın birinin uygulanmaraşsı-na aracı olurı», bundun vaig»çin<< ve kadar Allah'ın gaıabınu hedef olmaya duvunı odur, Bir kima», hakkında bilgili olmadığı bir dâvada bir Müilüman kardeşin» aşın kin < I uyarsa, o kişinin hakkı konusunda Allah'la çekişmiş olur, Allah'ın gazabına maruz kalmak için aşın bir cüretkârlık gösterir ve Kıyamet Gününe kadar sürekli olarak Allah'ın lanetine maruz kalır. Bir kişi, dünyada iken, kötüleme gâyesiy-la, bir Müslüman kardeşi hakkında bir iftirayı yayarsa, Kıyamet Günü bu «uçunun cezasını çekinceye kadar ateşte asılı tutmak Allah'ın Uiifina bir hak olur.[122]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Bir kimse Müslümanların bir işini üzerine alır da kendisini gözetip koruduğu gibi onları korumazsa kendisine Cennetin kokusu kok-lltlılmaz.[123]
1614. [3:149, Hadîs No: 2977]
Bera bin Azib (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
iki Müslüman birbirleriyle karşılaştığında birisi diğerinin elinden tutar, her ikisi de Allah'a hamdederek musafahalaşırlarsa, birbirlerinden küçük günahları kalmamış olarak ayrılırlar.[124]
1615. [3:150, Hadis No: 2982]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Herhangi bir topluluk bir mecliste oturur, orada uzun süre bekler; sonra da Allah'ı anmadan veya peygamberine salavat getirmeden da-ğılırlarsa Allah'a karşı bir kusur işlemiş olurlar. Allah dilerse onlara azap eder, dilerse bağışlar.[125]
1616. [3:151, Hadîs No: 2985]
Ebû Zer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Herhangi bir kişi kendisine izin verilmeden önce bir evin kapı veya penceresindeki örtüyü kaldırarak bakarsa yapması helâl olmayan bir iş işlemiş demektir. O anda ev içinden birisi gözünü patlatırsa ceza görmez. Bir kişi de örtü bulunmayan bir kapının önünden geçer de ev sahiplerinin görülmesi uygun olmayan yönlerine gözü çarparsa hiçbir günahı yoktur. Suç ev halkınındır.[126]
1617. [ 3:152, Hadîs No: 2986]
Bişr bin Âsım'dan (r.a.) rivayetle Resûlullah (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır
Bir idareci, Müslümanların işini üzerine aldığı halde aralarında idtıleti gözetmezse, Cehennemin üzerine kurulan Sırat köprüsünde durdurulur. Sırat, bütün organları yerinden çıkıncaya kadar sallanır.[127]
1818. [ 3:152, Hadîs No: 2987]
Ma'ftıl bin Yesar Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Bir idareci, emri altındakileri aldatıp hıyanet ederse, Cehennemdedir.[128]
1619. [ 3:152, Hadîs No: 2989]
1619. [ 3:152, Hadîs No: 2989]
Rbû Said'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöy-k buyurmuşlardır:
Herhangi bir kadının üç tnno çocuğu ölürse, bunlar kendisi için Cehanneme karşı ptmlu olurlar.
1620. [3:155, Hadîs No: 2996]
Muaviye (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyh buyurduklarını rivayet ediyor:
Herhangi bir kadın başına kendisine ait olmayan bir saçı takarsa o başa takılmış bir vebal olur.[129]
1621. [ 3:155, Hadîs No: 2998]
Ebû Ümame'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Herhangi bir adam namaz kılma gayesiyle abdest almaya başlar ve ellerini yıkarsa yere düşen ilk damlalarla birlikte avucuyla işlemiş olduğu günahları düşer. Yüzünü yıkadığında yere düşen ilk damlalarla birlikte kulağı ve gözüyle işlemiş olduğu günahları düşer. Kollarını dirseklerine, ayaklanın da topuklarına kadar yıkadığında da kendisine ait olan bütün günah ve hatalardan kurtulup anasından doğduğu günkü gibi ter tomiz olur. Namaza kalktığında ise Allah bununla onu bir derece yükseltir. Oturunca da selâmete ermiş olarak oturur.[130]
1622. [3:156, Hadîs No: 2999]
Attır bin Abese (r.a.) rivayet ediyor:
Hurhangi bir Müslüman Allah yolunda bir ok atarsa, bu ok hedefi-np İNiıbet etsin etmesin İsmailoğullarından bir köleyi âzâd etmiş gibi »ovup kazanır. Herhangi bir kişi Allah yolunda saçım ağartırsa bu kendisi için nur olur. Herhangi bir kişi Müslüman bir köleyi âzâd iderae o kölenin herbir organı âzâd eden kimsenin herbir organının Cehennemden kurtulması için bir fidye olur.[131]
Bu hadîs-i şerifin ilk cümlesi, cihad ruhunu canlı tutmayı hedeflemektedir. Çünkü bu ruhun her devirde ve her hal ü kârda ter ü taze tutulması gerekir. Günün şartlarına göre cihad ok atma tarzında olabildiği gibi, çağın gelişen şartlarına göro modern âlet ve cihazlarla da yapılabilir. Nitekim bugün okun yerini, ge-Hf tnl0 otomatik silâhlar almıştır.
Dün ok atmayı öğrenip düşmana atan, hedefe isabet etsin etmesin sevap kazınıyordu. Hem de hadiste belirtildiği gibi Ismailoğullarından bir köleyi âzâd «tmiş gibi... Ismailoğullannın genel olarak ne kadar asil ve mübarek insanlar olduğu düşünülürse, bu sevabın büyüklüğü kendiliğinden anlaşılır.
Dugün de modern silahlan kullanmasını bilip onları hedefe fırlatan, isabet et-jiin ölmesin aynı sevabı kazanacaktır.
Tabiî bu maddî cihad için söz konusud
n de modern silahlan kullanmasını bilip onları hedefe fırlatan, isabet et-jiin ölmesin aynı sevabı kazanacaktır.
Tabiî bu maddî cihad için söz konusudur. Bir de manevî cihad vardır ki, bu Clhud da hadîste anlatılan husus içerisine girer. İmansızlığa, ahlâksızlığa, maddi ve manevî değerleri tahribe yönelik faaliyetlere karşı yapılan mânevi cihad, yani likir harbi de böyledir. Dinsizliği, ahlâksızlığı neşreden basın ve yayın organlarına karşı müsbotlerini, faydalılarını yayınlamak bu cihada katılmak olur. O /iirnarı horbir kitap, horbir fikir birer ok yerlno gaçor. Bu yolda yapılan herbir tohbot, vaaz, dam do biror ok atma mesabsnlmlodir Kısacası o dohşotli mânevi yangım »öndutmok için yapılan her türlü li«lly«t, hedefini tam olarak bulsun voyu bulmanın bunun içoriHİnu girtf,
O halde bu manevî eğitime katılmak, fikir oklarını hedeflerine ulaştırmak, aynı sevabı kazanma yolunda gayret göstermek, aynı sevabı kazanmak demektir. O halde hiçbir Müslüman böyle bir hizmeti hafife almamalı, maddeten ve manen ne gerekiyorsa üzerine düşeni yapmalıdır.
Hadîsin ikinci cümlesi Allah yolunda saçını ağartan kimsenin ağaran saçlarının Mahşer Gününde nur olacağını bildirmektedir. Evet, Allah yolunda atılan her adım, yani Allah'ın rızasını kazanmak, dinini yüceltmek, çizdiği meşru dâirede hayat sürmek, kısacası Müslümanca yaşamak, maddî ve manevî cihad için her yürüyüş, her hareket, her davranış kulun manen yükselmesi, derece ve mertebesinin artması demektir. Bu öyle bir nurdur ki, herkesin böyle birşeye ihtiyaç duyduğu o sıkıntılı Kıyamet gününde onun yüzünü ağartacak, gönlünü hoş edecek bir lütuf ve ihsan haline golir. Böyle bir mü'min âhirette göreceği mükâfatın küçük bir örneğini dünyada da görür, onca zahmete rağmen huzur dolu bir hayat sürer.
Hadîste ayrıca köle âzâd etmenin fazileti üzerinde durulmuş, Müslüman bir köleyi âzâd eden bir kimseye kölenin herbir âzası karşılığında kendi azalarından birinin Cehennemden kurtulacağı bildirilmiştir. Bu hadîs de göstermektedir ki, dinimiz, insan hürriyetine çok büyük bir önem vermekte, eski çağların bir realitesi olan köleleri hürriyete kavuşturmak için büyük teşvikler yapmaktadır.
1623. [3:156, Hadîs No: 3000]
Ali bin Ebî Talip'den (r.a.) rivayetle:
Herhangi bir kimse benden sonra ümmetimin idaresini üzerine alırsa, Kıyamet Günü Sırat köprüsü üzerinde durdurulur. Melekler amel sahifosini açarlar, Kftor âdil davranmışsa Allah, bu adaleti sebebiyle onu kurtarır. Rğeı zulüm yapmışsa, Sırat onu öyle bir silkeler ki, eklemleri birbirinden ayrılır, Oy ki iki organı birbirinden yüz sentlik Sonra ! iuul onu Cehenneme düşürür.[132]
1624. [3:157, Hadîs No: 3001]
Ebû Ümame (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Bir Müslüman diğer bir Müslümana sıcak bir ilgi gösterip sonra da onu aldatırsa, faiz yemiş gibi günahkâr olur.[133]
1625. [3:157, Hadîs No: 3003]
Ebû Said El-Hudri (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Herhangi bir idareci, idaresi altındakilere merhamet etmezse, Allah ona Cenneti haram kılar.[134]
1626. [3:157, Hadîs No: 3004]
Ebû Ümame (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Bir genç, ilim ve ibadet içerisinde yetidir, olgunlaşırsa, Allah Kıyamet Günü ona yetmiş iki sıddîkın hovııIu kıulur sevap verir.[135]
1627. [3:158, Hadîs No: 3005]
Mâkıl bir Yesar'dan (r.a.) rivayetle:
Herhangi bir toplulukta sabahleyin ezan okunursa bu onlar için akşama kadar Allah'ın azabına karşı bir teminat olur. Herhangi bir toplulukta akşamleyin ezan okunursa bu da onlar için sabaha kadar Allah'ın azabına karşı bir teminat olur.[136]
1628. [3:158, Hadîs No: 3006]
Cabir (r.a.) rivayet ediyor:
Zekâtı verilen herhangi bir malın biriktirilmesi, Allah'ın Kur'An'-da yasakladığı "kenz" değildir.[137]
.
1629. [3:158, Hadîs No: 3007]
Abdurrahman hin Semüre'dtn (r.a.) rivayetle:
Herhangi bir idareci bir topluluğun idarttini üıtlonir de onları iyi niyet ve güvenilirlik kanutlun «İtini fümeni, herzeyi kuşatan Al» Itth'm rnhmoti onu difindıı lıırttku1,[138]
1630. [3:158, Hadîs No: 3008]
Mâkıl bin Yesar (r.a.) rivayet ediyor:
Bir idareci, ümmetimin idaresini üzerine alır da kendi şahsına iyi niyet besleyip gayret gösterdiği kadar onlar için de iyi niyet besleyip gayret göstermezse, Allah Kıyamet Günü onu yüzüstü Cehenneme atar.[139]
1631. [3:158, Hadîs No: 3009]
Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Hnrhangi bir idareci, bir topluluğu idare eder de, onlara karşı yu-B»U|nk davranıp şefkat gösterirse, Allah da Kıyamet Günü ona şefkatle muamele eder.[140]
1632. [3:159, Hadîs No: 3010]
Enet (r.a.) Peygamber E fendim itin (u.t.m.) şöyle buyurduğunu rl-vâytt tdiyor:
Herhangi bir kişi yanlış bir yola çağırır da bu çağrısına uyulursa, uyanların günahı kadar kendisine günah yazılır. Bu, onların günahlarından da hiçbir şey eksiltmez. Herhangi bir kişi doğru bir yola çağırır da bu çağrısına uyulursa kendisine uyanların mükâfatı kadar mükâfat alır. Bu, onların mükâfatından da hiçbirşey eksiltmez.[141]
1633. [3:159, Hadîs No: 3011]
Amr bin Mürre'den rivayetle:
Nerede Allah'ın takdirini gönül hoşluğuyla karşılayanlar? Nerede bol mükâfatla karşılık verilen güzel amellere koşanlar? Sonsuzluk diyarına inandığı halde aldanış yurdu olan dünyanın âhirette faydasız işlerine çalışanlara hayret ederim.[142]
1634. [3:159, Hadîs No: 3012]
Câbir (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ky insanlar! Allah'tan korkun ve rızkınızı ararken aç gözlülük gÖHtormeyin, mutedil olun. Çünkü hiçbir canlı elde etmede gecikse bilo rızkını tam olarak almadan katiyyen ölmez. Öyleyse Allah'tan korkunu/ vo malodinmorio aç gözlülük yapmaktan sakınınız, güzelce davranınız. Allah'ın helftl kıldığını alın, hıırnm kıldığını ise terkedin.[143]
1635. [3:160, Hadîs No: 3014]
Ebû Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle:
Ey insanlar! Allah'tan korkun! Allah'a yemin ederim ki bir mü'-min bir mümine zulmederse, Allah Kıyamet Gününde ondan mutlaka intikamını alır.[144]
1636. [3:161, Hadîs No: 3017]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Ey ümmet! Ben sizin bazı şeyleri bilmemenizden korkmuyorum. Fakat bildiklerinizle ne derece amel ettiğinizi bakın.[145]
1637. [3:161, Hadîs No: 3018]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Herhangi bir kul bir din kardeşini Allah rızası için ziyaret ederse, kendisine, 'Güzel yaptın. Cennet senin için güzolleşti' diye seslenilir. Aziz ve celil olan Allah da şöyle buyurur: 'Kulum Beni ziyaret etti. Ağırlaması Bana aittir. Kulum için Cennetten başka bir ziyafete razı olmam."[146]
1638. [3:162, Hadîs No: 3019]
Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:
Ey kardeşim! Sana bir tavsiyede bulunacağım. Onu hatırında tut. Allah'ın bundan seni faydalandıracağını umarım. Çok olmalınızın gündüzleyin zaman zaman kabirleri ziyaret et ki bu sana âhiıvti hatırlatsın. Fakat bunu çok yapma ki din ve dünya işlerin yüz üstü kalmasın. Cenazeleri yıka. Çünkü cansız cesedlerle haşir neşir olmakta çok tesirli bir öğüt vardır. Cenaze namazlarını kıl ki bu gönlüne uh-revî bir hüzün versin. Çünkü gönlü kırık olanlar Allah'ın himAyeıin-de olarak her türlü hayra mazhardırlar. Allah için bir tevazu ve mü* kâfatına îman gayesiyle fakirlerle oturup kalk. Karşılaştığında onlara selâm ver. Musibete uğrayanlarla beraber Allah için müttViit davranarak ve bunun sevabına inanarak yiyip iç. Mütevazî ve lüki» kaçmayan elbiseler giyin. Böylece gurur ve kibir sende yerleşecek bir yor bulamamış olur. Zaman zaman Rabbine. ibâdet için süslen, Çünkü mü'min bunu insanlara karşı tok gözlülüğünü göstermek, şoroflnl muhafaza etmek ve pejmürdelikten kaçınmak için yapar. Allah'ın ya-rnIlığı hiçbir şeye ateşle azap verme.[147]
1639. [ 3:164, Hadîa No: 3021]
1639. [ 3:164, Hadîa No: 3021]
lrbad'dan (r.a.) rivayetle:
Sizden biriniz koltuğuna kurularak Allah'ın şu Kur'ân'daki şeylerden başka hiçbirşeyi yasaklamadığını mı zannediyor? Dikkat edin, Allah'a yemin ederim ki ben de bazı şeyleri emretmiş, bazı öğütler vurmiş ve birkısım şeyleri de yasaklamış bulunuyorum. Bunlar Kur'ân kadar veya sayıca daha fazladır. Yüce Allah sizin üzerlerindeki hakkınızı verdikleri zaman, izin vermeleri durumu müstesna ehl-i kitabın ne evlerine girmenizi, ne kadınlarını dövmenizi ve ne de meyvelerini yemenizi helal kılmıştır.[148]
Adiy bin Hatem (r.a.) rivayet ediyor:
Kişinin hem en uğurlu ve hem de en uğursuz organı iki çenesi arasındaki dilidir.[149]
1641. [3:165, Hadîs No: 3023]
Ali'den (r.a.) rivayetle:
Devamlı olarak şüpheli şeylerin peşinde koşanlar, şaraba şıra, rüşvete hediye, haksız vergiye de zekât kılıfı geçirip alırlar.[150]
1642. [3:165, Hadîs No: 3024]
Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor:
Faizin günahı konusunda alan da, veren de eşittir.[151]
1643. [3:166, Hadîs No: 3025]
Abdullah bin Cerad'dan (r.a.) rivayetle:
İyiliği emreden onu işleyen gibidir.[152]
1644. [3:167, Hadîs No: 3030]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Kıyamet alâmetleri bir tek ipe dizilmiş boncuklar gibidir. İp kop n ustur. Bunlar birbirini takip edeceklerdir.[153]
1645. [3:167, Hadîs No: 3031]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Kim Bakara Sûresinin son iki âyetini geceleyin okursa bu ona kâfî gelir.[154]
1646. [3:170, Hadîs No: 3038]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Cemaatle namaza gelenlerin mükâfatı mescidden uzaklıkları nis-betinde büyük olur. En uzak olan en büyük mükâfatı alır.[155]
1647. [3:171, Hadîs No: 3039]
Urvetü'l-Barakî'den (r.a.) rivayetle:
Deve, sahibi için izzet vesilesidir. Davar, berekettir. Hayır, Kıyamet Gününe kadar atın perçemine bağlanmıştır.[156]
1648. [3:171, Hadîs No: 3042]
Kbû Hüreym (r.a,) Hvâytt idiyor;
îhsân, Allah'ı görüyormuşsun gibi Ona ibâdet etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da O seni görüyor.[157]
1649. [3:176, Hadîs No: 3053]
Ebû Musa el-Eş'ari'den (r.a.) rivayetle:
Biriniz, bir yere girmek istediğinde üç defa izin istesin. Müsaade edilmezse geri dönsün.[158]
1650. [3:176, Hadîs No: 3054]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
İzin üç defa istenir. Birincisi işitmeniz için, ikincisi sağa sola çekia düzen vermeniz için, üçüncüsü izin vermeniz veya geri çevirmeni» içindir.[159]
1651. [3:177, Hadîs No: 3056]
Muâviy$ bin Haydu'den (r.a.) rlvâyttb: [160]
1652. [3:177, Hadîs No: 3057]
Huzeyfe (r.a.) rivayet ediyor:
İstiğfar, günahların silgisidir.[161]
1653. [3:178, Hadîs No: 3059]
Ömer'den (r.a.) rivayetle:
islâm, Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şâhidlik etmendir. Namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yol bulabilirsen haccetmendir.[162]
1654. [3:179, Hadîs No: 3061]
Ebu Zer (r.a.) rivayet ediyor:
İslâm kolaylık ve hoşgörülüktür. Ancak yumuşak huylu ve hoşgörülü kimselere lâyıktır.[163]
1655. [3:179, Hadîs No: 3062.]
Muâz bin Cebelden (r.a.) rivayetle; Müslümanlık artnr, okuilmoz.[164]
Fetih Sûresinin 28. âyetinde Resûlullahın bütün dinlere üstün gelecek bir dinle gönderildiği bildirilmiştir ki, bu haberi gelişen hadiseler ortaya koymuş; tek başına yola çıkan Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) getirdiği din kısa zamanda bütün dünyaya hâkim olmuştur. Yukardaki hadis-i şerif de bu âyeti teyid etmekte, Isla-' mın eksilmeyeceği, daima artacağı bildirilmektedir.
Vefatı ânında geride 140 bin Sahabî bırakan Allah Resulünün açtığı çığır dört halife ve daha sonraki devirlerde genişletilerek devam ettirilmiş, birçok İslâm devleti, gerçekleştirdiği fesihlerle nice insanın İslâm dairesine girmesine vesile olmuştu. Bugün toprak olarak hemen hemen dünyanın yarısına, sayı olarak da beşte birine hâkim olan İslâmiyet, gün geçtikçe kuvvetlenmekte ve artmaktadır.
Diğer bütün dinlerin aksine Müslümanların gün geçtikçe daha da artmalarının sebebi; vahye dayanması, islâ
1655. [3:179, Hadîs No: 3062.]
Muâz bin Cebelden (r.a.) rivayetle; Müslümanlık artnr, okuilmoz.[164]
Fetih Sûresinin 28. âyetinde Resûlullahın bütün dinlere üstün gelecek bir dinle gönderildiği bildirilmiştir ki, bu haberi gelişen hadiseler ortaya koymuş; tek başına yola çıkan Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) getirdiği din kısa zamanda bütün dünyaya hâkim olmuştur. Yukardaki hadis-i şerif de bu âyeti teyid etmekte, Isla-' mın eksilmeyeceği, daima artacağı bildirilmektedir.
Vefatı ânında geride 140 bin Sahabî bırakan Allah Resulünün açtığı çığır dört halife ve daha sonraki devirlerde genişletilerek devam ettirilmiş, birçok İslâm devleti, gerçekleştirdiği fesihlerle nice insanın İslâm dairesine girmesine vesile olmuştu. Bugün toprak olarak hemen hemen dünyanın yarısına, sayı olarak da beşte birine hâkim olan İslâmiyet, gün geçtikçe kuvvetlenmekte ve artmaktadır.
Diğer bütün dinlerin aksine Müslümanların gün geçtikçe daha da artmalarının sebebi; vahye dayanması, islâmın hak ve hakikatler manzumesi olması, her meselesini akla tespit ettirmesi, ilimle çatışmaması, kısacası asliyetini mü hafaza etmesidir. Bu gerçeği meşhur filozof Mister Karlayl şu şekilde ifâde edi yor:
"islâmiyet, gayet parlak bir ateş gibi doğdu. Şâir dinleri kuru ağacın dallan gibi yuttu. Hem bu yutmak Islâmiyetin hakkı imiş. Çünkü şâir dinjer—Fikal, Kur'ân'ın tasdikine mazhar olmayan kısmı—hiç hükmündedir."[165]
Rus'u mağlup eden Japon başkomutanı da, "İslâmın hakikatinin kuvveti ölçüsünde ve Müslümanların buna uydukları ölçüde medenîleştikleri ve ilerledikle rini tarih gösteriyor. Ve ona sırt çevirdikleri ölçüde de vahşet ve çöküşe düştük lerine, here ü merc içinde belâlara, mağlûbiyetlere uğradıklarına tarih şahittir."2[166]
İslâm aklı, kalbi ve tüm hissiyatı tatmin eden bir dindir, insanların gruplar hâlinde Islama girmelerinin sebeplerinden en önemlisi budur. Bedîüzzaman HU* retleri de, eskiden beri insanların başka dine değil de, Islama girişini şöyle 4fe ğerlendiriyor:
"Bir Müslümanın muhâkeme-i akliye ile ve delil-i yakîni [kesin delil] ile ve |t lâmiyete tercih etmekle eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. AV mın delilsiz, taklidi bir surette başka dine girmesinin bu meselede ehemmlyitl yok. Dinsiz olmak da başka meseledir. Halbuki bütün dinlerin etbalan İse hlttt en ziyade dinine taassup gösteren İngilizlerin ve eski Rusların muhakemf akliye ile Islâmiyete dahil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım kati burhan ile Islâmiyete girdiklerini tnrih bl/o bildiriyor."[167]
1656. [3:179, Hadîs No: 3063]
Âiz bin Amr (r.a.) rivayet ediyor: islâm üstündür, ona üstün gelinemez.[168]
1657. [3:179, Hadîs No: 3064]
Cübeyr bin Mut'im'den (r.a.) rivayetle:
İslâm, Müslüman olmadan önce işlenen günahları siler.[169]
1658. [3:180, Hadîs No: 3065]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
İslâm temizdir, öyle ise temizleniniz. Çünkü, Cennete temiz olan-tfan başkası giremez.[170]
1659. [3:180, Hadîs No: 3066]
Bera bin Âzib'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Şımarıklık kötülüktür.[171]
1660. [3:181, Hadîs No: 3070]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
îktisad geçimin yarısıdır Güzel ahlâk da dinin yarısıdır.[172]
1661. [3:181, Hadîs No: 3071]
Ibni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Harcamada iktisad geçimin yarısıdır. İnsanlara kendini sevdirip yaklaşabilme aklın yarısı, güzel soru sorma da ilmin yarısıdır.[173]
1662. [3:181, Hadîs No: 3072]
Küleyb el-Cühenî rivayet ediyor:
Büyük kardeş baba makâmındadır.[174]
Dinimiz sıla-i rahîme, yani başta anne ve baba olmak üzere akraba hukukunu gözetmeye büyük ehemmiyet vermiştir Dir mü'min yakın olsun, uzak olsun akrabalarına derecelerine göre İlgi göttermell, onların sevinciyle sevinmeli, üzüntüsüyle üzülmelidir. İşte Peygamberimi/ bu hadislerinde husuit olarak büyük kardeşti olan münasebete dikkat gtklyor lüyük kardeşti hürmette, ikramda va RAlr münaRflbfHlirde b«b« gibi dftğır verilmeli Ktioinl nazari veriyor,
bi bunun bâzı sebepleri vardır. Herşeyden önce nimet bir'külfet karşılığıdır. Büyük kardeş, babası hayatta ise ona yardımcı olmuş, küçük kardeşlerinin daha iyi şartlar içerisinde yetişmelerine katkıda bulunmuştur. Baba ölmüşse, babalık vazifesini üstlenmiş, ailenin bütün sıkıntılarını omuzlamıştır. Bu kadar külfet elbette olarak bir karşılık gerektirecektir. İşte hadiste bu karşılığın ödenmesi gerektiğine dikkat çekilmektedir.
1663. [3:182, Hadîs No: 3075]
Ümmü Seleme'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Hizmetçi ile yemek yemek tevazûdandır.[175]
1664. [3:182, Hadîs No: 3076]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
İmam, cemaatin namazının kefilidir. Müezzin de mûtemetidir. Ey Allah'ım! İmamları doğru yola yönelt, müezzinlere de mağfiret eyle.[176]
İmamın cemaate kefil olması, namaz kıldırma sorumluluğunu yüklenmesi sebebiyledir. Çünkü imam, namazı bozan birtakım davranış ve hareketler içinde bulunabilir ve cemaat bundan habersiz olabilir. Bu sebeple cemaat bundan mes'ûl olmaz. Bu itibarla, imam cemaatin kefilidir ve namazın mes'ûliyetini üzerinde taşır.
Diğer taraftan, müezzinler de namaz, iftar ve sahur vakitlerini bildirmek noktasında cemaatin itimat etmiş olduğu kimselerdir. Onların sorumluluğu da bu noktadandır.
1665. [3:182, Hadîs No: 3077]
Sehl bin Sa'd'dan (r.a.) rivayetle:
îmam cemaatin namazının kefilidir. Eğer hakkını verirse faydası hem kendisine, hem de cemaatedir. Hakkını vermezse mes'ûliyet sadece kendisine aittir, cemaatin bir sorumluluğu yoktur.[177]
1666. [3:182, Hadîs No: 3078]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor;
Yetersiz ve beceriksiz idareci Allah'ın rahmetinden uzaktır.[178]
1667. [3:182, Hadîs No: 3080]
Enes'den (r.a.)
Güvenilir olmak zengin.tik.tir.[179]
1668. [3:183, Hadîs No: 3081]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Güvenilir olmak rızkı çeker. Hıyanet de fakirliği çeker.[180]
1669. [3:183, Hadîs No: 3082]
Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Aranızda şu üç hasleti gözettikleri sürece idarecileriniz Kureyş'ten olacaktır. Kendilerinden merhamet istendiğinde merhamet ettikçe, bölüştürdükleri zaman eşit bölüştürdükçe, hüküm verdikleri zaman adaletle hükmettikçe.[181]
1670. [3:183, Hadîs No: 3085]
Hakem bin Umeyr (r.a.) rivayet ediyor:
Bid'aların yayılışı, felaket hali, taşınamayan yük ve ardı arkası kesilmeyen kötülüktür.[182]
1671. [3:183, Hadîs No: 3086]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Emniyet ve afiyette olmak, birçok insanın değerini bilemeyip al-dandıkları iki nimettir.[183]
1672. [3:183, Hadîs No: 3087]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Bütün işler, hayır olanı da, şer olanı da Allah'tandır.[184]
İmanın şartlarından birisi de "kadere iman"dır. Bir Müslüman Allah'a, meleklere, peygamberlere, kitaplara ve öldükten sonra dirilmeye olduğu gibi, kadere inanmakla da mükelleftir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadislerinde imanın bu altı şartını şöyle sayar:
"İman, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe ve kadere-hayrına ve şerrine-inanmandır."
rına ve şerrine-inanmandır."[185]
Peygamberimiz başka bir hadislerinde de kadere imanla ilgili olarak şöyle buyurur:
"Bir kul hayrı ve şerri ile kadere îman etmedikçe, tam îman etmiş olmaz. Yine, başına gelecek birşeyin mutlaka geleceğine; gelmeyecek olanın da kesin olarak gelmeyeceğine inanmadıkça, tam îman etmiş olmaz."[186]
Ehl-i sünnet âlimlerine göre, kâinattaki herşey Allah'ın irâde, takdir ve yarat-masıyla olmaktadır. Bu sebeple hayrı da, şerri de Allah yaratmıştır. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu görüşüne temel teşkil eden pekçok âyet-i kerime vardır. Meselâ Saffat Sûresinin 96. âyetinde bununla ilgili olarak, "Sizi de, sizin yaptıklarınızı da yaratan Allah'tır" buyurulmuştur. Bu gerçek Zümer Sûresinin 62. âyetinde şöyle ifâde edilir:
"Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşeyi hakkıyla görüp gözeticidir." Ehl-i Sünnetin bu doğru ve hak olan görüşüne rağmen, Ehl-i Sünnete tâbi olmayan Mu'tezile mezhebi mensupları şerrin yaratılması meselesinde farklı görüş ileri sürer, şerrin yaratılmasını Allah'a vermezler. Allah'ın sadece hayırları yarattığını söylerler. Bunların böyle bir fikre sahip olmalarının sebebi, şerrin yaratılmasını da şer olarak kabul etmeleridir. Cenâb-ı Hakkı yüceltmek için, "Kul fiilini kendi yaratır" derler. Bununla insana yaratıcılık vermek gibi büyük bir yanlışa düşerler.[187]
Mecûsîler de Allah'ın büyüklüğü ve kusurdan uzak olması düşüncesinden hareketle, kendilerince küçük ve çirkin şeyleri yaratmayı Allah'ın sânına yakıştıramadıkları için onları yaratmayacağını ileri sürerler. Şerrin yaratılmasını Allah'a vermezler. Biri'hayrı, biri de şerri yaratan iki yaratıcıya inanırlar. Onlara göre şerri yaratan şeytandır.
Oysa şerrin yaratılması şer değil, şerri işlemek, yapmak serdir. Çünkü şerrin yaratılması birçok hayırlı neticelere bakar, hayırlara başlangıç olur, hayır hükmüne geçer. Şer ise bizim hatâlarımız sonucunda doğar. Meselâ yağmurun yağmasında binlerce hayırlı neticeler vardır. Hepsi de güzeldir. Tembel bir çiftçi hasadını geciktirse, bu sebeple mahsulü zarar görse, ıslansa "yağmurun yaratılması rahmet değil serdir" diyebilir mi? Diyemez, zira yağmurun yaratılmasında birçok hayırlar vardır, fakat o tembel çiftçi su-i ihtiyarıyla o rahmeti kendisi hakkında şerre çevirmiştir, yani şefri kendi işlemiştir. Diğer bir misâl, ateşin yaratılmasında pekçok hayırlar vard'r. Fakat bâzıları onu kötü kullanmakla zarar görseler, "Ateşin yaratılması serdir" diyebilirler mi? Elbette diyemezler, çünkü ateş sadece onu yakmak için yaratılmamıştır. Kendisi ihtiyarını kötüye kullanmakla yemeğini pişiren, kendisini ısıtan ateşe elini sokarak hizmetkârını kendisine düşman etmiştir.[188]
Diğer taraftan, iyinin ve güzelin anlaşılmasına vesile olduğu için de, şer ve çirkinin yaratılması hayırdır. Eğer çirkinlikler olmasaydı, bizler iyinin ve güzelin kıymetini bilemezdik. Karanlık olmasa aydınlığın, hastalık olmasa sıhhatin, çirkinlik olmasa güzelliğin, düşmanlık olmasa sevginin kıymetini bilemeyeceğimiz gibi.
Gerçi çirkinin ve şerrin varlığında az da olsa zarar vardır, fakat ondaki büyük hayırlar genel mânâda o işi hayra çevirir. Dolayısıyla büyük hayırlar için, küçük serleri kabul etmek gerekir. Eğer az bir şer gelmemesi için çok büyük hayırları netice veren bir şer terkedilse, asıl o zaman büyük bir şer işlenmiş olur. Meselâ savaşa asker göndermekte elbette küçük bâzı maddî ve bedenî zarar ve serler vardır. Fakat o cihadın neticesinde büyük bir hayır mevcuttur. Dinimiz, vatanımız, namusumuz, malımız düşman istilâsından kurtulur. Eğer bâzı insanlar ölecek diye bu mücâdeleden kaçılsa, bütün bu değerler büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalacaktır.
Biraz da insanın kendi ihtiyarıyla işlediği şerfiilerin üzerinde duralım. Kul ihtiyarını neye kullanırsa, Yüce Allah onu yaratır. M
endi ihtiyarıyla işlediği şerfiilerin üzerinde duralım. Kul ihtiyarını neye kullanırsa, Yüce Allah onu yaratır. Meselâ kul namaz kılmak istediğinde kuluna onu yapacak gücü verir; içki içmek istediğinde de onu yapacak gücü yaratır. İçki içmek isteyene zorla namaz kıldırmayacağı gibi, namaz kılmak isteyen kuluna da zorla içki içirmez. Dolayısıyla kul şerri kendisi istediği için mes'ûliyeti kendisine aittir. Onu yaratmak ise şer değildir. Çünkü Yüce Allah insanı imtihan etmek için yaratmıştır. Bu da hayır isterse hayrın, şer isterse şerrin yaratılmasıyla mümkündür.
Bediüzzaman Hazretleri Sözler isimli eserinde bununla ilgili olarak şöyle bir misâl verir:
"Teşbihte .[benzetme] hatâ olmasın, sen bir iktidarsız [güçsüz] bir çocuğu omuzurta alsan, onu muhayyer [serbest] bırakıp 'Nereyi istersen seni oraya götüreceğim' desen. O çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü, yahut düştü. Elbette 'Sen istedin' diyerek itap edip [azarlayıp] üstünde bir tokat vuracaksın. İşte Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin [kulun] iradesini, bir §art-ı âdi [İlâhî kanunu gereği] yapıp irâde-i külliyesi ona nazar eder."[189]
1673. [3:184, Hadîs No: 3088]
Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:
Düşünerek ve ağırbaşlılıkla hareket etmek Allah'tan, acele etmek ise şeytandandır.[190]
1674. [3:184, Hadîs No: 3090]
Ali'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Peygamberler rehber, din âlimleri ise reistirler. Onlarla oturup kalkmak da hayır, fazilet ve ilmi arttırır.[191]
1675. [3:184, Hadîs No: 3091]
Malik bin Nadle (r.a.) rivayet ediyor:
Eller üçtür. Allah'ın eli en üstte, arkasından veren el gelir, en altta da isteyenin eli vardır. Malının ihtiyaç fazlasını ver. Kendini güç durumda bırakma.[192]
1676. [3:184, Hadîs No: 3093]
Hz. Ömer'den (r.a.) rivayetle:
îman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inan-mandır. Cennete, Cehenneme, amellerin tartılacağına, öldükten sonra dirilişe inanmandır. Hayrı ile, şerri ile kadere inanmandır.[193]
1677. [3:185, Hadîs No: 3094]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Mükemmel îman, inanılacak şeylere kalben inanmak, dil ile inandığını ifâde etmek ve organlarla gereğini yerine getirmektir.[194]
1678. [3:185, Hadîs No: 3096]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
îman, yetmiş küsur bölümdür. En üstünü lâ ilahe illallah sözüdür. En aşağısı ise insanların gelip geçtiği yoldan sıkıntı verici şeyleri kaldırmaktır. Haya da imandan bir bölümdür.[195]
1679. [3:186, Hadîs No: 3098]
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
îman, verilen sözden dönmemek için bir bağdır. Mü'min sözünden dönmez.[196]
1680. [3:186, Hadîs No: 3099]
Cabir'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
îman sabır ve maddî ve manevî fedakârlıktır.[197]
1681. [3:187, Hadîs No: 3100]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Kadere îman, tevhid inananın nizamıdır.[198]
Kader kâinatta hiçbirşeyin tesadüfen olmadığının, plânlı, programlı yürütüldüğünün, herşeyin tek elden idare edildiğinin ifadesidir. Kâinatta rastgele, tesadüfen olup biten hiçbir olay yoktur. Herşeyin sahibi Allah'tır, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun# izni ve kontrolüyle yürütülür. Gece ve gündüz Onun takdiriyle meydana gelir. Mevsimler Onun İlâhî programıyla gidip gelir. Kar, kış, fırtına o takdirle yürütülür. Bunun gibi insanın başına gelecek hayır ve serler de takdirat iledir. Onun ihsan ettiği her nimet fazlının meyvesi ve ürünü, vermiş olduğu her ceza ve musibet de adaletinin gereğidir. Yaratıklarının yapısını, ileride alacakları durumları çok iyi bilir ve onlara göre hayatlarını programlar. Yaptığı hiçbir icraattan dolayı kınanamaz. Kullarına dilediği şeyi emreder, dilediği şeyi yasaklar. Bütün bunlar kaderin muhtevasına girerler ve aynı zamanda tevhid akidesinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bunlar olmadan tevhid inancı ayakta duramaz.
1682. [3:187, Hadîs No: 3101]
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Kadere îman kaygı ve üzüntüyü giderir.[199]
1683. [3:187, Hadîs No: 3102]
Muhammed bin Nadr el-Harîsi (r.a.) rivayet ediyor: îman, haramlar ve tamahkârlıklardan uzaktır.[200]
1684. [3:188, Hadîs No: 3105]
. [Muhammed bin AHJ'den rivayetle:
îman ve amel iki a'rkadaştır. Herbiri ancak diğeriyle ayakta durur.[201]
1685. [3:188, Hadîs No: 3106]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
îman iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.[202]
1686. [3:192, Hadîs No: 3113]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
îki çeşit günah vardır ki, cezaları âhirete bırakılmadan dünyada verilir: Zulüm ve ana babaya isyan.[203]
1687. [3:193, Hadîs No: 3117]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Karanlık gecelerin parçaları gibi fitneler gelmeden hayırlı amellerde acele ediniz. O fitneler sırasında kişi sabahleyin mü'min olarak kalkar, kâfir olarak akşamlar. Akşam mü'min olur, kâfir olarak sabahlar. Dini, az bir dünyainenfaati karşılığında satar.[204]
1688. [3:194, Hadîs No: 3118]
Ebu Ümame'den (r.a.) rivayetle:
Ağız tadını kaçıran ihtiyarlık, anî ölüm, ibadetten alıkoyan hastalık ve unutturan erteleme gelmeden önce salih amellerde acele ediniz.[205]
1689. [3:194, Hadîs No: 3120]
Abis el-Gıfarî (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Şu altı şey gelmeden önce salih amel işlemede acele ediniz. Sefihler başa geçmeden, polisler çoğalmadan, hüküm karşılığında rüşvet alınmadan, kısas terkedilmekle adam öldürme hafife alınmadan, akrabalık bağları kesilmeden, Kur'ân'ı bir çalgı âleti gibi kullanan yeni yetmeler çıkmadan, insanlar bunlardan birini Kur'ân'ı en az anlayanları oldukları halde sırf kendilerine şarkı gibi okumak için öne geçirirler.[206]
1690. [3:195, Hadîs No: 3121]
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmaktadırlar.
Şu yedi şey gelmeden önce salih amellerde acele edeniz. İnsanları ancak şu yedi şey bekliyor: Unutturucu bir fakirlik, azdırıcı bir zenginlik, sıhhati bozucu bir hastalık, tâkattan düşürücü bir yaşlılık, anî bir ölüm, Deccal ki beklenen serdir ve Kıyamet. Kıyamet hepsinden daha dehşetli ve daha acıdır.[207]
1691. [3:195, Hadîs No: 3122]
Enes rivayet ediyor:
Sadaka vermede acele ediniz. Çünkü belâ sadakanın üzerinden atlayıp gelemez.[208]
1692. [3:195, Hadîs No: 3123]
Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Rızkı kazanmada ve ihtiyaçlarınızı karşılamada sabahın erken saatlerini tercih ediniz. Çünkü sabahın erken saatlerinde bereket ve başarı vardır.[209]
1693. [3:196, Hadîs No: 3124]
lbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
Kişi değiştirmeye güç yetiremediği birşey görünce, Allah'a bundan hoşlanmadığını bildirmesi onu kurtarmaya yeter.[210]
1694. [3:196, Hadîs No: 3125]
lbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
îman açısından kişinin şöyle demesi kişiye yeter: Rab olarak Allah'ı, peygamber olarak Muhammed'i (a.s.m.), din olarak İslâmı kabul ettim.[211]
1695. [3:196, Hadîs No: 3126]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Din konusunda olsun, dünya konusunda olsun kişinin parmakla gösterilmesi ona kötülük olarak yeter. Ancak Yüce Allah'ın, korudukları bunun dışındadır.[212]
Gerek din ve gerekse düTıya konusunda aşırılığa kaçarak parmakla gösterilir hale gelmek, birçok tehlikeye hedef olmak demektir.
Bu hadis aşırılığa giderek sivrilmeyi, şimşekleri üzerine çekmeyi yasaklamaktadır.
Öyle insanlar vardır ki, dinî konularda bid'alar uydurur, dikkatleri üzerine çeker, birçok kimseyi de peşlerinden sürükler, sapıtmalarına sebep olurlar.
Öyle insanlar vardır ki, dünyevî konularda bid'at sayılabilecek alışkın olmayan kötülükler îcad eder, kendilerini öylece tanıtır ve birçok kimsenin de peşlerinden gelmelerini sağlarlar. Bu hal de bir felâkettir.
Öyle kimseler vardır ki, sahasında müsbet veya menfî tarzda yükselir, doruğa çıkar; fakat riya ve gösterişe girer, şöhret sevdalısı olur, dinini dünyasına âlet ederler. Zahiren yükselmişlerdir, ama manen alçalmış, kendi kendilerini tehlikeye atmışlardır.
Bu tip kimseler örnek alındıkları için o kötülükleri yapanların günahlarını da yüklenmektedirler. .
Müsbet noktada meselâ ilimde, hizmette, maddî ve manevî fedakârlıkta, gayrette, ihlasta zirveye çıkmış, parmakla gösterilir hale gelmiş kimseler de vardır ki, bunları da tehlikeler beklemektedir. Riya, şöhret, kendini beğenmişlik, gurur ve enaniyet mikropları onları alt edebilmek için daima mücadele verirler. Eğer bu kimseler şöhret belâsına müptelâ olmuşlarsa kendilerini manen felakete atmışlar demektir. Bedîüzzaman'ın belirttiği gibi, "Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır ve insanı insanlara abd ve köle yapar. O belâ ve musibete düşersen, 'Innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn [Biz Allah'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.] [213] 'de, o belâdan kurtul."[214]
Böyle kimseler ihlaslarını yitirmedikleri sürece Allah'ın yardım ve korumasına mazhar olurlar. Model ve örnek alındıkları için de başkalarını iyiliğe sevket-miş ve onların sevaplarının bir mislinin de defterlerine yazılmasına vesile olmuş olurlar.
1696. [3:197, Hadîs No: 3127]
Sâib bin Zeyd'den rivayetle:
Kişinin duâ ederken şöyle demesi kişiye yeter: "Allah'ım, günahlarımı bağışla, bana merhamet et ve beni Cennetine koy."[215]
1697. [3:197, Hadîs No: 3129]
Ebu Ümame (r.a.) rivayet ediyor:
Şu beş şey ne güzel! Ne güzeli Bunlar mizanda, ne kadar da ağır gelirler: Lâ ilahe illallah, Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahüekber ve Müslüman bir kişinin salih bir evladı vefat ettiğinde sabredip sevabını Allah'tan beklemesi.[216]
1698. [3:198, Hadîs No: 3130]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
İnsanlar selâm vermemekle cimriliğin doruğuna ulaşırlar.[217]
1699. [3:198, Hadîs No: 3132]
Halid bin Zeyd (r.a.) rivayet ediyor:
Zekât veren, misafire yemek yediren, felakete uğrayanlara yardımda bulunan kişi cimrilikten kurtulmuştur.[218]
[1] IbniMâce, Zühd:25.
[2] Hakîm'in MüstedreKMen.
[3] Hakîm'den.
[4] Hakîm'in MüstedreK'md&n.
[5] 8ı//ıarî,îdeyn: 9; Rikak: 51; Müslim, îman: 363; Tirmizî, Cehennem: 12; Neşe/, Istiaze: 62; Mûsnad, 4:271,274,
[6] T ab«ılnrnln Kabandan.
[7] Hatib'in TariH\ ve Ebû Nuaym'ın H///e'sinden.
[8] TiİMfânl'nln
[9] İbni Asakir’den.
[10] Beyhaki'nin Sünerfinden
[11] Müsned, 5:70.
[12] Ibni Mâce, Cihad: 8; Müsned, 2:325,331; 3:82; 5:181.
[13] Tlbfrâni'nln Kebir’inden.
[14] Tirzimî, Fiten: 7.
[15] Haraiti'ininMe/car/mü'M/i/âKından.
[16] Muhammed bin Nasr'in Salâtından.
[17] Buharı. Menakıbü'l-Ensar: 50; Nikah: 7,54-56,59; Ed«b: 87; Müslim, Nikah: 79; 80,81; Ebû Davud, Nikah: II
[18] İbni,Mace, Nikâh: 25.
[19] Hakiırtden.
[20] Hünacf dan.
[21] Dârekutni'nin Sürrarfinden.
[22] Hakim'fon.
[23] TaberânFrıin KM»VindM.
[24] Tirmızl, Kıyanı» 10
[25] Mektûbat, s. 360.
[26] Zuhrul Sûrtll, 71.
[27] Sölltf, I, 419, 470,
[28] İbni Ebid-Dünya’dan.
[29] Taberânî'nin fvıtrindln.
[30] Tıbtrinrnln Kentten,
[31] Taberânînin Ke6/7inden.
[32] Taberânînin Keö/Vinden.
[33] Taberânî'nin Evsafından.
[34] Buharı, Diyat: 1; Rikak: 48; Müslim, Müsakât: 28; Timizi, Diyat: 8; Ateşe/" Tahrim, 2; M •
IbnîMâce, Diyat: V,Müsned, 1:388,441,442.
[35] Kazâ/den.
[36] TaberânFnin Kefe/Vinden.
[37] Taberânînin Kebîri ve Hâkim'in MüstedreK'mden.
[38] Ibni Asâkir'den.
[39] Hatibin Tarihinden.
[40] Taberânrnin Kebiri, Hâkimin Müstedroki ve Beyhakl'nin Şi'bü'l-îmartmdan.
40] Taberânrnin Kebiri, Hâkimin Müstedroki ve Beyhakl'nin Şi'bü'l-îmartmdan.
[41] Hâkim'in Künnîsinden.
[42] Buharı, Enbiya: 26.
[43] Ibni Asakifden.
[44] IbniMce, Mukaddime: 13; Cihad: 16; Zühd: 4; Mûsned, 5:158.
[45] IbniMâce, Zühd: 4; Müsned, 5:407.
[46] Taberânînin Kebîri ve Ebû Davud, Edeb: 7 ve Müsned, 4:227.
[47] TaberânFnin Kebenden.
[48] Ibnü'n-Neccaföan.
[49] Tirmizî, Fiten: 76.
[50] Müsned, 3:37,42, 58.
[51] Ibni Ebi'd-Dünyâdan.
[52] Ebû Ya'la'nın Müsnetfinden.
[53] Hâkimin MüstedreRMen.
[54] Ibni Mürdeveyff ten
[55] Müsned, 1:415.
[56] Tirmizi, Şehadât: 1; Taberânî, Akdıye: 3; Müslim, Akdıye: 19; Ebû Davud, Akdıye: 13.
[57] ebû Davud, Edeb: 50; Tirmtâ, Kıyame: 56; Taberânî, Hüsnû'l-Hulk: 7; Müsned, 1:165,167; 6:445.
[58] Hakim'in MüstedreKMen.
[59] Buharı, Vuzu'b; Müslim, Tahare: 34,41; Tirmizî, Tahare: 39; Neseî, Zekât: 1; Tahare: 102; Ibni Mâce,
Tahare;5,49; Mesacid: 14; Taberâni, Sefer: 55; Dârin: Vudu': 30.
[60] Taberânî'ninMe/cammü'M/ı/âA'ından.
[61] Hatibin Tarih'mden
[62] Buharı, Tıb: 38; Müslim, Selâm: 40; Ebû Davud, Tıb: 19; Ibni Mâce, Tıb: 36,37.
[63] Ebû Davud, Vitir: 26.
[64] Tirmizî, Dua: 110.
[65] Ebû Davud, Vitir: 32.
[66] Tirmizî, Daavat: 80.
[67] HakMüen.
[68] TaberânFrıin Kebifi ve Hâkim'in MüstedreKlnden.
[69] 7w-m/ADaavat:114;
[70] Ibni Asakifden
[71] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmartmdan.
[72] Lem'aiar, s. 131.
[73] Z/ya'dan.
[74] TaberânFnin Kebirinden.
[75] ibni AsatoVden.
[76] Müsned, 5:243,244.
[77] Ibni Mace, Eşribe: 1.
[78] Abdan'ın Sahabe'sinden.
[79] Beyhaki'nin Şi'bü'l-lmarlından.
[80] Buharı, Mezalim: 22; Ebû Davud, Edeb: 12; Müsned, 3:36,47,4:30.
[81] Buharl Nikâh: 45; Feraiz: 2; Edeb: 57; Müslim, Birr: 28,30; Taberâni, Hüsnü'l-Hulk: 15; Mösned, 2:287.
[82] Buharı, Temenna: 9; Savm: 20,48-50; Hudud: 42; l'tisam: 5; Müslim, Siyam: 57; •
Taberânî, Siyam: 58; Müsned, 3:8; 6:126.
[83] Müslim, Müsakât: 133; A/ese/", Büyü': 5; IbniMce, Ticârât: 3; Müsned, 4:6; 5:297.
[84] Müslim, Birr: 56; Müsned, 2:160,191,195.
[85] IbniMâce, Fiten: 12.
[86] IbniMâce, Zühd: 22; EbûDavud, Edeb: 44.
[87] Neseî, Menasik: 217; IbniMâce, Menasik: 63; Müsned, 1:215,347.
[88] Üsdül-Gâbe, 3:234.
[89] Hılye, 1:284-285.
[90] Buharı, îman: 30; Neseî, iman: 28.
[91] Tirmizî, Edeb: 42.
[92] Siczî'nin /banisinden.
[93] Semewyye'den.
[94] İbni Mâce, Zühd: 29; Buharı, Rikak: 32; Dâriım, Rikak: 17; Müsned, 1:402; 5:331.
[95] Hakîm'in MtebüV-Hacc'ından.
[96] İbni Mâce, Edeb: 36; Müsned, 4:92,93,99.
[97] Hâkim'in Müstedrek'mden.
[98] Taberân?nin KeöıYnder.
[99] Taberânî'nin Evsafında»,
[100] Beyhaki'nin Şi'bö'l-îmartındai).
Taberânî'nin Evsafında»,
[100] Beyhaki'nin Şi'bö'l-îmartındai).
[101] Müslim, Zikir: 49.
[102] Müslim, Mesâcid: 25.
[103] İbni Asakitden.
[104] Taberâni'nin Evsafından.
[105] Müsned, 1:15.
[106] Ukayirnin
[107] Dirimi Mukaddeme: 19 ve Ebu'l-Kasım bin Büşran'dan.
[108] Müslim, Imare: 138; Ebû Davud, Cihad: 20; Mûsned, 3:15.
[109] Buhari, Edeb: 73; Müslim, îman: 111; Tirmizi, İman; 16; Taberânî, Kelâm: 1; Müsned,2:18,44,60,112,113,142.
[110] Ebû Davud, Talak: 18; İbni Mâce, Talak: 21; Dârimî, Talak; 6; Müsned, 5:46,277,283.
[111] İbni Mâce, Nikâh: 4; Tirmizî; Rada: 1.
[112] Ebû Ya'la'nın, Müsned'mden.
[113] Hâkimin Müstedreki; IbniHıbbanve Ebû Ya'la'nın Müsned'mden.
[114] IbniMâce, Sadakat: 11.
[115] Ebû Ya'la'nın Müsned\ ve Taberân?nin Kebîrinden.
[116] Müsned, 3:174,255.
[117] Ebû Ya'la'nın Müsnedinden.
[118] Ibni Asakiföen.
[119] Ebû Davud, Zekât: 41; Edeb: 45; Müsned, 314
[120] Tabe'âni'nin KebİfMtn,
[121] Taberânînin Keb/Vindsn.
[122] Tahorânî'nin Kahî/ırtrlan
[123] Ukaylî'nin Zuafa'sından.
[124] EbûDavud, Edeb:142.
[125] Hâkim'in MüstedreKMen.
[126] Ebû Davud, Edeb: 128; Müsned, 2:414,527; 5:181.
[127] bni Asakitden.
[128] bni Asakitden.
[129] Neseî, Zînet: 67, £8; Müslim, Libas: 124.
[130] Müsned, 5:263.
[131] Misnecf,4:113,286.
[132] rİmi KahııdbinBüşran'ın £m«//yı'ılnden,
[133] Ebû Nuaym'ın H//ye'sinden.
[134] Haysemetü'l-Etrabilisî'ninCüz'ûnden.
[135] Tflbnıânrnln Keblf\n<ian,
[136] Taberânrnin Kcfei/indan.
[137] Hatib'in fart/fIndOT,
[138] Hitlb'ln Tarih’inden.
[139] Taberânrnin Kebîrinden.
[140] Ibni Ebi'd-Dünya'nın Zemmü'/-Gadab'ından.
[141] Tırmizî, İlim: 15; IbniMâce, Mukaddime: 14; Müsned 5:387.
[142] Hünaddan.
[143] ton/MA», Ticâret: 2.
[144] IbniHıbbanve Ebu Ya'la'nın Müsnerfinden.
[145] Ebû Nuaym'ın H//ye'sinden.
[146] Ihnl I lıl'.i nrtnua'ın KUMuVİ //ıı/*riınrian
[147] bnl Aınkltfon.
[148] Ebû Davud, Imare: 33; Sünnet: 5; Timizi, İlim: 10; Müsned, 2:367,483; 4:132. 1640.13:165, Hadîs No: 3022]
[149] Taberânînin Keb/Yinden.
[150] Deyjemî'nin, Müsnedü'l-Firdev&tvian,
[151] Dârekutni ve Taberânînin Kebîrindin.
[152] Deylemînin Müsnedü1-Flrd»vt\n4w\,
[153] MO$nad, 2:219
[154] Buharı, Megazî: 12; Fezâilü'l-Kur'ân: 10,27,34; Müslim, Müstafirîn: 255,256; Ebû Davud, Ramazan: 9; Tirmizi, Sevabü'l-Kur'ân: 4; IbniMâce, İkâme: 183.
[155] Ebû Davud, Salât: 48; Buharı, Ezan: 31; IbniMâce, Mesacid: 15; Taberânî, Tahare: 33.
[156] Buharı, Cihad: 43,44; Hums: 5; Menakıb: 28; Zekât: 25; Imare: 98,99; Ebû Davud, Cihad: 41; Tirmizi, Cihad:19.
[157] Buharı, Tefsir-i Sûre: 31; iman: 37; Müslim, îman: 57; Ebû Davud, Sünnet: 16;
Tirmizi Jman: 4; bni Mâce, Mukaddime: 3.
[158] Müsntd, 4:418
[159] Dârektıtntıiın,
[160] İbni Asakir’den.
[159] Dârektıtntıiın,
[160] İbni Asakir’den.
[161] Deylemfnin Müsnedü'l-Firdevg'mden.
[162] Müslim, İman: 1; Ebû Davud, Sünnet: 16, Neşe/, İman: 5.
[163] Müsned, 5:145.
[164] Hm) Duvud, Fırilz: 10, Münnmi, 6:230,2M,
[165] Hutb0-IŞİmly, t, 36.
[166] A.g.t,,l. 19,
[167] A,0,«,.t, 10,10,
[168] Dârekutnîve Beyhaki'nin Sünerfinden.
[169] Ibni S'ad'ın Tabakât\nda
[170] Taberânî'nin Evsafından.
[171] Ebû Ya'la'nın Mûsnedmten.
[172] Hatibin TariHMon.
[173] Beyhaki'nin Şi'bü'l-fmart\ ve Taberânî'nin Keblflndtn.
[174] Beyhakl'nin ŞM'l-lmartı ve TebMnln KeöMndtn.
[175] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdev^rvien.
[176] TMzl Mevakit: 39;.fcm Mâce, İkâme: 47; Ebû Dâvud, Salât: 39.
[177] bni Mice, İkâme: 47; Müsned, 4:156.
[178] Taberânînin Kebü'inden.
[179] Kaza/den.
[180] Deylomî'nin Müsnedü'l-Firdevg'mden.
[181] Hâkim'in MüstedreK'möen.
[182] Taberârrînin /Ceb/Vinden.
[183] Taberânfnin Kebirinden.
[184] Taberâni'nin Evsafından.
[185] Buhari, İman: 39; Tirmizî, İman: 4; İbni Mâce, Mukaddime: 63; Nesei, İman: 5.
[186] Tirmizî, Kader: 10.
[187] Işârâtü'l-I'câz, s. 82-84.
[188] Mektûbât, s. 40.
[189] Sözler, s. 437.
[190] Tirmizi, Birr: 65.
[191] Kazafden.
[192] Ebû Davud, Zekât: 28; Müsned, 4:137.
[193] Beyhakî'nin Şi'bü'l-îmariından.
[194] Şirazî'nin Elkab'mdan.
[195] Müslim, îman: 58; Ebû Davud, Sünnet: 18; Tirmizi, îman: 6; bni Mâce, Mukaddime: 9; Mûsned, 2:279,445.
[196] Ebû Davud, Cihad: 157; Müsned, 1:166,167; 4:192.
[197] Taberânrnin Kebîfi ve Ebû Ya'la'nın Müsnetfinden
[198] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdev&nâsn.
[199] Hâkim'in MûstedreK'möen.
[200] Ebû Naym'ın Hı/ytfsinden.
[201] Ibni Şahirtden.
[202] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmarimdan
[203] Hâkim'in Müstedrek'möen.
[204] Müslim, îman: 146; Timizi, Fiten: 30; Müsned, 2:304,372,390; 3:453; 4:273.
[205] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmartmdan.
[206] Taberânînin Kebirinden.
[207] Timizi, Zühd: 3.
[208] Taberânfnin Evsafı ve Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmaıiınöm.
[209] Taberânînin Evsafı ve Ebû Ya'la'nın Müsnerfinden. .
[210] Buharlmn Tarih'i ve Tabeı anînin Keb/Vinden.
[211] Taberânî'nin Evsafından.
[212] Beyhaki'nin Şi'bü'l-imartmdan.
[213] Mesnevî-i Nuriye, s. 71.
[214] Bakara Sûresi, 156.
[215] Taberâni'nin Keb/Vinden.
[216] Müsned, 4:237; 5:245.
[217] Ebû Nuaym'ın H//ye'sinden.
1700. [3:199, Hadîs No: 3134]
Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Yiyeceklerinizi biraz soğutarak yiyin ki, sizin için bereketli kılınsın.[1]
1701. [3:199, Hadîs No: 3137]
Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: *$ Anne babaya iyilik, ömrü uzatır. Yalan rızkı azaltır. Dua kazayı geri çevirir. Aziz ve celil olan Allah'ın yaratıkları hakkında iki kazası vardır. Biri değişmez, diğeri ise değişir.[2]
Her insan uzun ömürlü olmayı ister. Hadis-i şerifte bunun yollarından biri özerinde durulmakta, anne babaya iyiliğin ömrü uzattığı belirtilmektedir.
O şefkat kahramanları annelere, o fedakâr babalara yapılan iyilikler elbette zayi olmaz. Âhirette verilecek sevap bir yana, daha dünyadayken insan peşin ücretini alır. İyiliği sebebiyle gönlü huzurla dolar, işleri rast gider, o huzur ve rahatlığın verdiği zevk ve lezzetle hayalın tadını çıkarır. Manen ömrü uzar. Ömrün manen uzaması demek, ömürden beklenen sevap semerelerinin artması demektir. Başkalarının uzun ömürlerle elde edemediğini böyle kimseler daha kısa bir ömürle elde etmiş olurlar. Öte yandan Allahu Taâlâ bazı şeyleri bir takım şartlara bağlamıştır. O şartlar yerine getirildiğinde şarta bağlı olan husus da gerçekleşir. Buna göre Allah kulunun ömrünün daha uzun olmasını, meselâ burada olduğu gibi anne babaya hürmet gibi birtakım iyiliklere bağlamış olabilir. O iyilikler yapıldığında kişinin ömrü hakikaten uzamış olur. Allah ezelde onun yapacağı iyilikleri bildiği için ona daha uzun ömür takdir eder. Bu da nihaî takdirin bozulması mânâsına gelmez. Çünkü nihaî takdirin ne olduğu da Allah katında kayıtlıdır.
Hadîste yalanın da rızkı azalttığı belirtilmektedir. Önce şunu belirtmek gerekir. Rızık ikidir: Birincisi hakikî, ikincisi mecazî. Herkese ölmeyeceği kadar rızkın verilmesi hakikî rızık, bundan fazlası ise mecazî rızık içerisine girer.
Bazı kimseler, bilhassa ticârette yalanlar atarak bol para kazanacaklarını sanmaktadırlar ki bu kendi kendilerini aldatmaktan öte geçmez. Kaderde ne varsa o gerçekleşir. Ne yapsa bu hakikî rızkını değiştirmez. Ne arttırır, ne de eksiltir. Mecazî rızık da çalışmaya bağlı rızıktır ki, Cenab-ı Hak böylelerine hayırlı rızıklar ihsan etmez, engeller çıkarır, bolca değil; daha az verir, verdiklerinden de bereketi kaldırır. Rızkın Allah'ın elinde olduğu düşünülürse, onun izin ve müsaadesi olmadan insan, bin türlü hile ve yalana müracaat etse de müsbet bir sonuç alamayacağını bilmelidir. Müşterinin kalbini meylettirecek O olduğuna göre, yalana, hileye müracaatetmenin mânâsı yoktur. Ancak böyle bir yola îmanı zayıf veya inançsız olan kimseler müracaat edebilirler. Halbuki rızık verenin Allah olduğu düşünülse, sonra da. makul ve meşru yollara başvurulsa, dürüstçe hareket edilse, Allah bol bol rızık verecektir. Dürüst kişi çevresine güven verdiği için müşterileri celbedecektir. Cenab-ı Hak.da onun bu dürüstlüğüne mükâfat olarak bolca ihsanlarda bulunur. Evet, yalan rızk» azaltır, dürüstlük ise rızkı çoğaltır.
Hadiste dikkat çekilen hususlardan birisi de duanın kazayı geri çevirdiğidir. Diyelim ki, Cenab-ı Hak bir kuluna bir felâketi takdir etti. Bu kader bir gün gelip gerçekleşecek, yani kaza olacak. İşte hadis-i şerifte bu kazayı önlemenin yollarından biri gösterilmekte, dua tavsiye edilmektedir. Evet, kulluğun özü olan duaya yaratılışımız gereği zâten ihtiyacımız var. Herşeyimizle ve her işimizde muhtaç olduğumuz Rabbimize yönelmezsek, başımıza dolular gibi yağmakta olan musibetlerden nasıl korunabilir, mukadder bazı felaketlerden nasıl kurtulabilirdik?
Hadiste kazanın değişebileceği konusu üzerinde de durulmaktadır ki, bu önemli bir kelâm mevzuudur. Kaza değişir mi? Deği
işebileceği konusu üzerinde de durulmaktadır ki, bu önemli bir kelâm mevzuudur. Kaza değişir mi? Değişirse nasıl değişir? Hadiste bazı kazaların değişebileceği belirtiliyor. Bu da yukarda geçtiği gibi bazı iyiliklere bağlıdır. Bu konuda Mesnevî-i Nuriye'de şöyle denilir:
"Cenab-ı Hakkın, atâ, kaza ve kader nâmında üç kânunu vardır. Atâ, kaza kânununu, kaza da kaderi bozar.
"Meselâ birşey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kaza demektir. O kararın iptaliyle hükmü kazadan affetmek, atâ demektir. Evet, yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kaza kânununun kat'iyetirfl deler. Kaza da ok gibi kader kararlarını deler. Demek, atanın kazaya nisbeti, kazanın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kaza kânununun şümulünden ihraçtır."[3]
Bunu bir örnekle' açıklamak gerekirse şöyle diyebiliriz: Bir suçlunun cezalandırılması konusunda hüküm verilmesi kader, bunun infazı kaza, iyi haline binâen hakimin cezayı infazdan vazgeçip affetmesi atadır. Bunun gibi Cenab-ı Hak da bir kulu hakkında bir takdirde bulunur. Bu bir kaderdir. O kader de zamanı gelip gerçekleşirse kaza olur. Eğer Cenab-ı Hak, kazadan önce onun bir kısım iyiliklerine binâen o hükmü kaza etmekten vazgeçerse bu da atâ olmuş olur.
1702. [3:200, Hadîs No: 3138]
İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
İffetli olunuz ki hanımlarınız da iffetli olsunlar. Anne babanıza iyilik ediniz ki çocuklarınız da size iyilik etsinler.[4]
1703. [3:200, Hadîs No: 3139]
Cabir (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Kendisinden özür dilendiği halde bunu kabul etmeyen Kevser havuzunun başına varamaz.[5]
1704. [3:200, Hadîs No: 3140]
Süleyman'dan rivayetle:
Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak yemeğin bereketine vesiledir.[6]
1705. [3:201, Hadîs No: 3141]
Ebu'd-Derda (r.a.) rivayet ediyor: Mü'mine dünyada müjde güzel rüyadır.[7]
1706. [3:201, Hadîs No: 3142]
Ebu Bekir'den (r.a.) rivayetle:
Bedir Savaşında bulunanları Cennetle müjdele![8]
1707. [3:201, Hadîs No: 3143]
Übey (r.a.) rivayet ediyor:
1707. [3:201, Hadîs No: 3143]
Übey (r.a.) rivayet ediyor:
Bu ümmeti şanı yücelik, dindarlık, yükseliş, zafer ve yeryüzü hâkimiyetiyle müjdele! Onlardan her kim âhiret işini dünya için yaparsa âhiretten hiçbir nasibi olmaz.[9]
1708. [3:201, Hadîs No: 3144]
Büreyde'den (r.a.) rivayetle:
Karanlık gecelerde camilere gelenleri Kıyamet gününde tam bir nur ile müjdele.[10]
1709. [3:203, Hadîs No: 3150]
Cabir (r.a.) rivayet ediyor:
Ben halis tevhid inancı benim Kim Sünnetimden saparsa benden değildir.
Ben halis tevhid inancı ve hoşgörülü bir dinle gönderildim.[11]
1710. [3:203, Hadîs No: 3151]
Cabir'den (r.a.) rivayetle:
Ben insanlarla iyi geçinme özelliğiyle gönderildim.[12]
1711. [3:203, Hadîs No: 3152]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Ben Kıyamete çok yakın bir zamanda kılıçla birlikte gönderildim ki, hiçbir şey ortak koşulmadan yalnız Allah'a kulluk edilsin. Benim rızkım mızrağımın altına konulmuştur. Zillet ve küçüklük benim emrime muhalefet edenlere verilmiştir. Kendisini bir kavme benzeten onlardandır.[13]
1712. [3:204, Hadîs No: 3153]
Ömer'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Ben hakka çağına ve Allah'ın emirlerini insanlara ulaştırıcı olarak gönderildim. Hidayet verme konusunda elimde hiçbirşey yoktur.
Şeytan da Allah'ın yasak kıldığı şeyleri süslü gösterici olarak yaratılmıştır. Saptırma konusunda onun da elinde hiçbir şey yoktur.[14]
1713. [3:205, Hadîs No: 3154]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Ben rahmet ve savaş Peygamberi olarak gönderildim. Tüccar ve çiftçi olarak gönderilmedim. Dikkat ediniz, dinine karşı duyarlı olanları hariç, ümmetimin en şerlileri tüccarlar ve çiftçilerdir.[15]
1714. [3:206, Hadîs No: 3157]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
İftarı vakti girer girmez yapınız. Sahuru ise geç yapınız.[16]
1715. [3:207, Hadîs No: 3160]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Selâm vermekle de olsa akrabalarınıza iyiliğiniz dokunsun.[17]
1716. [3:208, Hadîs No: 3162]
1716. [3:208, Hadîs No: 3162]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
İslâm şu beş e'sas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek. Namazı dosdoğru kılmak. Zekât vermek. Hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak.[18]
1717. [3:208, Hadîs No: 3163]
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Ümmetime günün erken saatleri bereketli kılınmıştır.[19]
1718. [3:209, Hadîs No: 3166]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
İçinde çocuk bulunmayan evde bereket yoktur.[20]
1719. [3:209, Hadîs No: 3167]
îbni Mes'ud (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Daha iyi fiatla gitmesi için keçiyi sağmayıp memesinde süt biriktirip satılması aldatmadır. Aldatma ise bir Müslümana helal değildir.[21]
1720. [3:210, Hadîs No: 3170]
Câbir'den (r.a.) rivayetle:
Kişi ile şirk ve küfür arasındaki perdenin kalkması namazı ter-ketmekti/.Namaz küfre ve şirke engeldir.[22]
1721. [3:210, Hadîs No: 3172]
lbni Abbos (r.a.) rivayet ediyor:
Mescid-i Haramda Kabe'nin rüknü ile Makam-ı İbrahim arasında Mültezim denilen bir yer vardır. Musibete uğramış bir kişi orada duâ ederse mutlaka kurtulur.[23]
1722. [3:210, Hadîs No: 3173]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Kul ile Cennet arasında yedi sarp yokuş vardır. Bunların en kolay geçileni ölümdür. En zor olanı ise mazlumun zalimin yakasına yapıştığı günde hesap vermek için Allah'ın huzurunda dikilmektir.[24]
1723. [3:211, Hadîs No: 3174]
Hâlid bin Velid (r.a.) rivayet ediyor:
Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.[25]
1724. [3:211, Hadîs No: 3178]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
îlmiyle amel eden âlim kendini ibâdete veren kimseden yetmiş derece üstündür.[26]
1725. [3:212, Hadîs No: 3179]
Esma binti Umeys (r.a.) rivayet ediyor:
Ne kötü kuldur o kul ki sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Allah'ı unutur da kendinde bir şeref var sanıp kibirlenir. Ne kötüdür
o kul ki en yüksek ve istediğini yapmaya muktedir olan Allah'ı unutur da zulüm ve tacavüze kalkışır. Ne kötüdür o kul ki kabir ve orada çürümeyi unutur da bu dünyadaki asıl vazifesini kulak ardı edip oyalanır. Ne kötüdür o kul kj nereden gelip nereye gittiğini unutarak serkeşlik ve azgınlığa dalar. Ne kötüdür o kul ki dini âlet ederek dünyayı iâter. Ne kötüdür o kul ki şüpheli şeylere sarılıp dinî yasaklardan kurtulmaya çalışır. Ne kötüdür o kul ki rehberi bir tamahkârlıktır. Ne kötüdür o kul ki nefsinin herhangi bir kötü arzusu onu yoldan saptırır. Ne kötüdür o kul ki bir gayr-ı meşru istek ayağını kaydırır. [27] .
1726. [3:212, Hedîs No: 3180]
Muaz bin Cebel'den (r.a.) rivayetle:
Karaborsa yapan kişi ne kötü kuldur. Allah fiatları düşürdüğünde üzülür. Artırdığında ise sevinir.[28]
1727. [3:213, Hadîs No: 3181]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
İçinde seslerin yükseltildiği ve avret mahallerinin açıldığı hamam ne kötü evdir.[29]
Hamamlar suyu sıcak ve temizlenme imkânı genellikle elverişli yerlerdir. Sıhhat açısından da faydalıdır. Ancak insanların birtakım ölçülere uymamaları sebebiyle bu faydalılık gölgelenmekte ve hamamlar kötü yerler haline gelmektedır. Peygamberimiz yukarıdaki hadisleriyle hamamların bu fonksiyonuna karşı çıkrrıaktadır.Bır hadislerinde de hamamlarda örtünme tavsiyesinde bulunmuştur.[30] Ki bu aynî zamanda hamama gidilebileceğine işarettir. İzahını yaptığımız hadisi şerifte de hamamların "kötü bir ev" olduğu belirtilirken bunun sebebi de açıkça bildirilmektedir. O da içinde avret yerlerinin açılması, yüksek sesle olur olmaz şeylerin konuşulmasıdır. Dolayısıyla bu mahzurların bulunmadığı hamamlar "kötü ev" şümulüne girmez. Zaten temizliğe son derece önem veren dinimizin böyle temizlik müesseselerine karşı çıkması düşünülemez. Nitekim tarih boyunca ecdadımız da gittikleri her yerde cami ve medresenin yanı başına bir de hamam inşa etmişlerdir.
1728. [3:213, Hadîs No: 3184]
Ebû Hüreyre'den fr.a.) rivayetle:
Zenginlerin yediği, fakirlerin menedildiği düğün yemeği ne kötü yemektir.[31]
1729. [3:214, Hadîs No: 3185]
Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor:
Misafiri evlerinde barındırmayan topluluk ne kötüdür.[32]
1730. [3:214, Hadîs No: 3186]
1730. [3:214, Hadîs No: 3186]
Mu minin aralarında ürkek ve durumunu saklar bir halde dolaştığı bir topluluk ne kötüdür.[33]
1731. [3:214, Hadîs No: 3188]
Huzeyfe (r.a.) rivayet ediyor:
"Şu şöyle dedi, bu böyle dedi" gibi dedikodularla bir yerlere varmaya çalışmak ne kötüdür.[34]
1732. [3:214, Hadîs No: 3189]
Ibni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle:
Birinizin "Ben filan filan âyeti unuttum" demesi ne kötüdür. Aksine onlar kendisine unutturulmuş tur.[35]
1733. [3:215, Hadîs No: 3190]
Ibni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:
Küs olan iki kişiden Önce selâm veren küskünlüğü devam ettirme sorumluluğundan uzaktır.[36]
1734. [3:215, Hadîs No: 3191]
İbni Mes'ud'dan rivayetle:
Selâmı Önce veren kişi kibirden uzaktır.[37]
1735. [3:216, Hadîs No: 3194]
Uz. Hüseyin (r.a.) rivayet ediyor:
Asıl cimri, yanında ismim anıldığı halde bana salavât getirmeyendir.[38]
1736. [3:217, Hadîs No: 3195]
Ebû Derdâ'dan (r.a.) rivayetle:
Müstehcen konuşmak kötülük, kötü huy da uğursuzluktur.[39]
1737. [3:218, Hadîs No: 3198]
Ebû Sa'lebe rivayet ediyor:
İyilik, yapıldığında ruhun rahata erdiği, kalbin huzur bulduğu şeydir. Günah ise, âlimler fetva verseler bile ruhun hoşlanmadığı, kalbin ısınamadığı şeydir.[40]
1738. [3:218, Hadîs No: 3199]
Ebû Kılâbe'den rivayetle:
İyilik yok olmaz, günah unutulmaz, hesap görücü olan Allah ölmez. Artık dilediğim yap. Nasıl davranırsan öyle karşılık görürsün.[41]
1739. [3:219, Hadîs No: 3202]
Selmân el-Fârisi rivayet ediyor:
Bereket şu üç şeydedir: Toplu halde yemek, tirid ve sahur yemeği.[42]
1740. [3:220, Hadîs No: 3204]
Muhammed bin Sa'd'dan rivayetle:
Bereket ticârettedir.[43]
1741. [3:220, Hadîs No: 3206]
Ebû Umâme rivayet ediyor:
Bereket büyüklerimizin yanındadır. Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize hürmet göstermeyen bizden değildir.[44]
1742. [3:223, Hadîs No: 3218]
Ebu d-uerda dan (r.a.) rivayetle:
Belâya uğrama ve ondan emin olma kişinin diline bağlıdır. Kul bir hususda "Hayır, vallahi bu işi asla yapmayacağım" derse, şeytan mutlaka bütün işini bırakır, yapmam dediği şeyi yaptırmak suretiyle onu günahkâr edinceye kadar peşine düşer.[45]
1743. [3:223, Hadîs No: 3221]
Zübeyr (r.a.) rivayet ediyor:
Memleketler Allah'ın mülkü, kullar Allah'ın kullarıdır. Öyle ise nerede hayrı bulursan oraya yerleş.[46]
1744. [3:224, Hadîs No: 3222]
Âişe'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
îçinde Kur'ân okunan bir ev, yer ehline yıldızların parlak göründüğü gibi gök ahâlisine öylesine parlak görünür.[47]
1745. [3:224, Hadîs No: 3223]
Hakim bin Huzam (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Alıcı ve satıcı birbirlerinden ayrılmadıkları sürece alışverişi bozmada serbesttirler. Satıcı doğru konuşur, malında ayıp bulunduğunda söylerse bu alışveriş her ikisi için de bereketli olur. Fakat ayıbı gizler ve yalan konuşurlarsa alışverişlerinin bereketi kaldırılır.[48]
1746. [3:225, Hadîs No: 3227]
Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Hac ve umreyi birlikte yapın. Çünkü körük, demir, altın ve gümüşün pasını nasıl giderirse, hac ve umre de fakirliği Öyle giderir, günahları siler. Makbul olan haccın mükâfatı ise ancak Cennettir.[49]
1747. [3:226, Hadîs No: 3229]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Cehennem ateşi insanoğlunun secdeye giden yerleri hariç bütün vücudunu yer. Allah, secdeye giden yerleri yemeyi ateşe haram kılmıştır.[50]
1748. [3:226, Hadîs No: 3231]
1748. [3:226, Hadîs No: 3231]
Ebû Zerden (r.a.) rivayetle:
Din kardeşinin yüzüne gülümsemen senin için bir sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman, senin için bir sadakadır. Yolunu kaybetmiş bir kişiye yol göstermen, senin için bir sadakadır. İnsanların gelip geçtiği yoldan taşı, dikeni ve kemiği kaldırman senin için bir sadakadır. Kuyudan çektiğin kovandan din kardeşinin kovasına su koyman senin için bir sadakadır.
1749. [3:228, Hadîs No: 3236]
Cömerdin kusurunun, âlimin hatâsının ve ^Hdârecinin sertliğe kaçmasının üzerinde fazla durmayın. Çünkü Allah bunların her aya-ğı kaydığında ellerinden tutar, kaldırır.[51]
1750. [ 3:229, Hadîs No: 3240]
Ubeyd bin Ümeyr'den rivayetle:
Mü'mini gücü yettiği şeyde gayretli, gücü yetmediği şeyde ise 'Yapamadım' diye hasret çeken olarak görürsün.[52]
1731. [3:229, Hadîs No: 3241]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
İnsanları madenler halinde bulursun. Onların câhiliyyet dönemindeki hayırlıları, dini iyi anladıkları zaman İslâmî dönemde de hayırlılarıdırlar. Bu din konusunda insanların en hayırlısı olarak İslama girmeden önce ona en fazla düşmanlık besleyen kimseyi bulursunuz. Kıyamet Gününde Allah katında insanların en şerlileri olarak iki yüzlü olanları bulursunuz. Onlar şunlara bir yüzle, diğerlerine başka bir yüzle gelirler.[53]
1752. [3:230, Hadîs No: 3242]
Übey bin Kâb'den (r.a.) rivayetle:
Ateşli bir hastalığa yakalanan kimsenin hastalığından dolayı ayağı depreştikçe veya bir damarı attıkça sevaplar kendisine akarak gelir.[54]
1753. [3:230, Hadîs No: 3243]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Dünyada başına bir musîbet geldiği zaman çığlık atarak ağlayanlar Kıyamet Günü Cehennemliklerin sağında ve solunda olmak üzere iki saf halinde dizdirilirler. Ve bunlar Cehennemliklerin üzerine köpekler gibi havlarlar.[55]
1754. [3:231, Hadîs No: 3244]
îbni Abbas'den (r.a.) rivayetle:
imam olduğunuzda namazı kısa tutunuz. Çünkü arkanızda güçsüzler, yaşlılar ve işi olanlar vardır.[56]
1755. [3:231, Hadîs No: 3245]
Ayyaş bin Rebiâ rivayet ediyor:
Kıyamete çok yakın bir zamanda bir rüzgar eser. O anda her mü'mimn ruhu alınır.[57]
1755. [3:231, Hadîs No: 3245]
Ayyaş bin Rebiâ rivayet ediyor:
Kıyamete çok yakın bir zamanda bir rüzgar eser. O anda her mü'mimn ruhu alınır.[57]
1756. [3:232, Hadîs No: 3253]
MücemmV bin Yahya'dan rivayetle Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Sonunda helak olacağınızı bilseniz bile doğruluğun peşini bırakmayın. Çünkü gerçek kurtuluş ondadır. Kurtuluş görseniz bile yalandan da sakının. Çünkü gerçek helâket ondadır.[58]
1757. [3:233, Hadîs No: 3257]
îbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Mü'minin gerçek rahatı ölümle başlar.[59]
1758. [3:234, Hadîs No: 3260]
Rabia el-Curaşî'den rivayetle:
Günah işlememek suretiyle kendinizi yerin şahitliğinden koruyunuz. Çünkü o sizin annenizdir. Kişi orada hayır veya şer hiçbir şey işlemez ki, Kıyamet Gününde yer onu haber vermesin.[60]
1759. [3:235, Hadîs No: 3262]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Bir yerde iken size gaflet basarsa yerinizi değiştirin.[61]
1760. [3:235, Hadîs No: 3263]
Hz. Âişe'den rivayetle:
Akikli yüzük kullanın. Çünkü o mübarektir.[62]
1761. [3:236, Hadîs No: 3267]
Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediliyor:
Yemekten sonra dişlerinizin arasını kürdanla temizleyiniz. Çünkü bu temizliktir. Temizlik ise imanı çağırır, iman da Cennette sahibinin yanındadır.[63]
1762. [3:237, Hadîs No: 3268]
Hz. Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Nutfeleriniz için araştırma yapınız. Onu nereye bırakacağınıza dikkat ediniz. Denklerinizle evleniniz ve denkleri denkleriyle evlendiriniz.[64]
1763. [3:237, Hadîs No: 3269]
Âişe (r.a,) rivayet ediyor:
Nutfeleriniz için araştırma yapınız. Onu nereye bırakacağınıza dikkat ediniz. Çünkü, kadınlar erkek kardeşlerine, kız kardeşlerine benzeyen çocuklar doğururlar.[65]
Bir Müslümanın en büyük arzusu duasından, hayır ve hasenatından istifade edeceği hayırlı evlat bırakmaktır. Bunu yapabildiği takdirde amel deften kapanmaz, sevapları yazılmaya devam eder.
Hayırlı evlat bırakmanın yolu ilk basamağı sâliha, ahlâklı ve halk tabiriyle "helâl süt emmiş" bir kadınla evlenmektir. Böyle bir anne, çocuğuna, rahmine düştüğü andan itibaren temiz ve berrak ruhundan ruh kalacak, doğduğu andan itibaren de güzel bir eğitimle iyi bir insan ve kâmil bir Müslüman olarak yetişmesine gayret gösterecektir.
İşte bunun içindir ki, Sevgili peygamberimiz, mü'minin çocuğuna seçeceği anneyi iyi araştırmasını tavsiye etmektedir. Seçilecek eşin asil ve iyi bir âiieye mensup olması gerektiğine dikkat çekmiş, bunun gerekçesi olarak da kadınların erkek kardeşlerine, kız kardeşlerine benzeyen çocuklar doğurabiieceklerini nazara vermiştir. Çocuğun soyuna çekmesi günümüzde bilinen bir gerçektir.
1764. [3:238, Hadîs No: 3271]
Üsâme bin Şüreyk'den rivayetle:
Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Çünkü Allah hiçbir dert yaratmamıştır ki, devasını da yaratmamış olsun. Bir tek dert hariç, o da ihtiyarlıktır.
1765. [3:238, Hadîs No: 32731
Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:
İnek sütüyle tedavi olunuz. Allah'ın bunu şifâya vesile kılacağını umuyorum. Çünki inek her bitkiden yer.[66]
1766. [3:239, Hadîs No: 3274]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Üzüntü ve kaygılarınızı sadakalar vermekle gideriniz ki, Allah kötü durumunuzu düzeltsin ve düşmanlarınıza karşı size yardım etsin.[67]
Üzüntü ve kaygılardan kurtulmanın, düşmanlara karşı yardıma mazhar olmanın sadakayla ne gibi bir ilgisi olabileceğini ilk etapta kavramak güç olabilir. Biraz düşünülünce bunun hiç de imkânsız olmadığı, aksine son derece makûl olduğu hemen anlaşılır. Çünkü sıkıntıyı giderecek olan Allah'tır.
Evet, Allah, rızası için sadaka verenlerin hem üzüntü ve kaygılarını giderir, hem de onlara, düşmanlarına karşı yardım eder.
Bunun maddî İzahlarını yapmak da mümkündür. Sadaka veren insan, psiko-lojikman büyük bir rahatlama içerisine girer. Yardımseverliğin, başkalarının elinden tutmanın manevî zevkini tadar. İçi huzurla dolar. Gönlünde kaygı ve üzüntünün boğucu sislerine yer kalmaz. Bu huzur, bu rahatlık ayrıca gelebilecek kaygı ve üzüntüleri de yok edebilecek büyüklüktedir. Evet, sadakanın kalbte doğurduğu huzur güneşi, kaygı ve üzüntü buzlarını eritecek güçtedir. Âdeta sadaka, dertlerin ilacıdır. Nice cimri insan, maddeten iyilikler yapmak suretiyle cimriliğin manevî kıskacından kurtulmuşlardır.
san, maddeten iyilikler yapmak suretiyle cimriliğin manevî kıskacından kurtulmuşlardır.
Yine sadaka veren insan, moralmen güçlü olduğu için düşmanlara karşı da güçlüdür. Çünkü morali, kuvve-i mâneviyesi yüksek olan insanın çalışma gücü, faaliyeti ve verimliliği de o seviyede artar. Zayıt görünüşlü bir mü'mine karşı başka duygular besleyen düşman, aynı duyguları, zorlukların üzerine üzerine giden moralmen güçlü, dinç ve zinde bir mü'mine karşı duyamaz. Ondan korkar, çekinir, üzerine gidemez. Gitse de o mü'min Cenab-ı Hakkın verdiği bir kuvvetle ona kolaylıkla karşı koyar.
Demek ki, sadaka gerçekten kaygı ve üzüntüleri defedebilecek, düşmana karşı Allah'ın yardımını celbedebilecek güçtedir.
Sonra sadaka veren kimsenin dost ve arkadaşları çok olur, çevresi geniş olur. Etrafında âdeta çelikten bir halka meydana gelir. Hiçkimse onunla mücadeleyi kolay kolay göze alamaz. Öte yandan sadaka verdiği kimselerin duaları onun için büyük bir manevî güç kaynağı olur.
1767. [3:239, Hadîs No: 3275]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Aralanın kükrerken ne dediğini biliyor musunuz? Şöyle der: "Al-lah'ım, beni iyiliksever hiçbir kimseye saldırtma."[68]
1768. [3:240, Hadîs No: 3281]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Vasiyet yapmamak dünyada büyük bir kusurdur, âhirette ise ateş ve rezil rüsvay olmaktır.[69]
Vasiyet, kelime olarak emir, bir işi birisine ısmarlamak demektir. Dînî bir tâbir olarak kullanıldığında, bir malı veya herhangi bir menfaati, ölümünden sonra geçerli o'lmak üzere başkasına vermek mânâsına gelir.
Vasiyetin çeşitleri vardır. Birincisi vacip olan vasiyetlerdir. Kişinin yanında bulunan emânetlerin verilmesi veya senedi olmayan borçların ödenmesi için vasiyet etmesi vaciptir. Ölümün ne zaman geleceği bilinmediğinden, emânetlerin ve senetleri olmayan borçların vasiyet edilmesi gerekir. Peygamberimiz bir hadislerinde bununla iigili olarak şöyle buyurur:
"Vasiyet edilecek birşeyi bulunan bir Müsiümanın, vasiyeti yanında bulunmadıkça, iki gece geçirmesi doğru değildir."[70]
Ayrıca, üzerinde yemin ve oruç keffâreti bulunanların, zekât borcu olanların bıraktıkları maldan bu borçlarının ödenmesini; namaz borcu olanların kılamadıkları namazların yerine fidye verilmesini, hac borcu olanların yerlerine hacca gidilmesini vasiyet etmeleri, vacip kısmın içinde değerlendirilir.
İzahını yaptığımız hadis de, vacip olan bu tür vasiyetler içindir. Kişinin gerek insanlara, gerekse Allah'a olan borcunu bildirmeden vefat etmesinin kusur olduğu, âhirette ateş ve rüsvaylık olacağı ise açıktır.
Vasiyetin bir diğer çeşidi müstehap olan vasiyetlerdir. Vasiyet edebilecek kadar maddî durumları müsait olan kimselerin, vârislerini başkalarına muhtaç bir vaziyette bırakmamak şartıyla mallarının üçte birini aşmayacak kısmından fakirlere ve kimsesizlere verilmesini vasiyet etmeleri müstehaptır. Fakat bu vasiyet yapılırken dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. O da vasiyetin Islama hizmet eden kuruluşlara, dine, ilme ve fazilete hizmet eden kimselere yapılmasıdır. İçki, kumar ve benzeri gayr-i meşru yerlere harcayan kimselere yapmanın haram olduğunu söyleyen âlimfer vardır. Böyle bir vasiyet en hafifinden mekruhtur.
1769. [3:241, Hadîs No: 3285]
îbni Mes'ud (r.a,) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Bakire kadınlarla evlenmeye bakınız. Çünkü, onların ağızları daha tatlı, rahimleri daha çok çocuk yapmaya müsaittir. Kendileri de daha kanaatkardırlar.[71]
Peygamberimiz bu hadislerinde bakire ile evlenmeye teşvik etmektedir. Aynı hadiste bunun üç hikmeti sayılmaktadır. Birincisi, bakirenin dul kadına nisbeten konuşması daha güzeldir, genelde eşine karşı lüzumsuz ve uygunsuz sözler sarfetmez, ölçüyü kaçırmaz. Dul kadına nisbeten daha utangaç ve saygılıdır. Çünkü daha önce başka bir erkekle yaşamadığı için daha sıkılgandır, her ağzına geleni söylemez. Tabî böyle olması, kocasının bu perdeyi muhafaza etmedeki gayretine bağlıdır. Onu bu perdeyi yırtmaya mecbur bırakmadıkça bu böyle devam eder.
Hadiste sayılan ikinci hikmet, bakirenin daha çok çocuk yapmaya müsait olmasıdır. Evliliğin en mühim gayesi nesli devam ettirmek olduğundan, bu hikmet de mühimdir.
Üçüncü hikmet ise, bakirenin aza razı olmasıdır. Dul bir kadın ölen veya boşandığı kocasının yanında iken bolluğa, cinsî tatmin bakımından zevkine daha uygun bir yaşantıya alışmış olabilir. Bunu ikinci eşinde bulamadığında huzursuzluk çıkabilir. Yine eski kocasının bâzı vasıflarını çok seviyor olabilir. Yeni kocasında bu vasıfları bulamaması veya tam tersiyle karşılaşması,sıkıntıya sebep olabilir. Oysa bakire için böyle bir endişe söz konusu olmaz.
Bakire ile evlenme teşvikinin bir diğer hikmeti de, bâzı erkeklerin hanımının eski kocasını düşünerek hissen rahatsız olmasıdır.
Bununla beraber, Peygamberimizin "Bakire kızlarla evlenmeye bakınız" ifâdesi bir emir değil, tavsiyedir. Nitekim Hz. Câbir'e kız kardeşinin bakımı hikmetine binâen dul ile evlenmesinin daha iyi olacağını söylemiştir. Kendisi de gerel< himaye maksadıyla, gerekse bâzı hikmetlere binâen dul kadınlarla evlenmiştir, Bunu da nazardan uzak tutmamak gerekir.
1770. [3:242, Hadîs No: 3287]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
Evleniniz, ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim. Hıristiyanların rahipleri gibi olmayınız.[72]
1771. [3:242, Hadîs No: 3288]
Ebû Mûsâ (r.a.) rivayet ediyor:
Evleniniz, boşamayımz. Şüphe yokki Allah zevkine çok düşkün erkek ve kadınları sevmez.[73]
1772. [3:243, Hadîs No: 3289]
Ali'den (r.a.) rivayetle:
Evleniniz, boşamayımz. Şüphesiz boşanma sebebiyle Arş titrer.[74]
1773. [3:243, Hadîs No: 3291]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Sahura kalkınız. Şüphesiz sahurda bereket vardır.[75]
1774. [3:244, Hadîs No: 3293]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Bir yudum suyla da olsa sahur yapınız.[76]
1775. [3:244, Hadîs No: 3296]
Nuaym bin Abdurrahman rivayet ediyor:
Rızkın onda dokuzu ticârettedir. Onda biri ise hayvancılıktadır.[77]
1776. [3:247, Hadîs No: 3302]
Ibni Ömer'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Birbirinizle musafaha yapınız ki, kalblerinizden kin duyguları yok olsun.[78]
1777. [3:247, Hadîs No: 3304]
Enes fr.a.J rivayet ediyor:
Sadaka veriniz. Çünkü sadaka Cehennem ateşinden kurtuluşunu zdur.[79]
1778. [3:248, Hadîs No: 305]
îkrime'den rivayetle:
Bir hurma tanesi de olsa sadaka olarak veriniz. Çünkü o az da olsa açlığı dindirir ve suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.[80]
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bu hadislerini herkesin açlık, kıtlık çektiği, yerine göre bir hurmayı dahi bulmada güçlük çektiği bir atmosferde söylemişti. O zaman o tek veya yarım hurmayı sadaka olarak vermenin değeri kendiliğinden anlaşılır.
Sonra burada mü'minleri sadaka vermeye alıştırma da söz konusudur. Asgarîsini göstererek büyüklerini yapmaya teşvik etmektedir. Hemen hemen herkes bir hurma tanesi bulabilir. Öyleyse onu küçük görmemeli, az da olsa, yapa-bildiğince hayır yapmalı, sadaka vermelidir. Hem azdan veren, çoktan da verebilir.
Bir fakirle karşılaştığımızı farzedelim. Bizim de durumumuz pek iyi değil. Ama, ona göre daha iyi şartlarda hayat sürebiliyoruz, işte o noktada bir hurma tanesiyle de olsa yardım yapmayı ihmal etmemeli, onun açlığını giderebilaceği-ni düşünmeli, o hayrı yapmalıyız. Öte yandan fitre meselesinde olduğu gibi hem biz, hem de başkaları birer hurma verecek olsak, fakir olanlar da belini doğrultma imkânı bulabilir.
Sonra hurma burada bir semboldür. Fakirin ihtiyacına cevap verebilecek para veya herhangi bir ihtiyaç maddesi de bunun içerisine girer. Kısacası az çok demeden güç ve imkânlar ölçüsünde sadaka verebilmeli, içimizdeki bu iyilikseverlik duygusunu daima canlı ve taze tutmalı, geliştirmeye çalışmalıyız.
Böylesi hayır ve sadakalar fakiri sevindirmekle kalmaz, vereni de sevindirir. Sonra hadiste de belirtildiği gibi suyun ateşi söndürdüğü gibi günahlara keffâret olur.
1779. [3:249, Hadîs No: 3309]
1779. [3:249, Hadîs No: 3309]
İbni Ömer (r,a.) rivayet ediyor:
Birbirinizi affediniz ki, aranızdaki kin ve düşmanlıklar kalksın.[81]
1780. [3:249, Hadîs No: 3310]
Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kur'ân'ı sık sık tekrar etmek suretiyle hatırda tutunuz. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Kur'ân devenin bağından kurtulup uzaklaşmasından daha hızlı bir şekilde insanların hafızalarından uzaklaşır.[82]
1781. [3:250, Hadîs No: 3312]
Abdullah binAbbas (r.a.) rivayet ediyor:
Hayırlı işlerde cevvaliyet, ümmetimin seçkinlerinde bulunan bir özelliktir.[83]
1782. [3:250, Hadîs No: 3313]
Abdullah bin Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Hacca gitme hususunda acele ediniz. Çünkü biriniz başına ne geleceğini bilemez.[84]
En hayırlı ibadet, vakti içinde ve zamanında yapılan ibadettir. Hac Hanefî, Malikî ve Hanbelî imamlarının çoğuna göre fevri bir ibadettir, yani farz olur olmaz hemen o yıl yapılmalıdır.
Imam-ı Şafiî ve Hanefîlerden Imam-ı Muhammed haccın fevri değil, ömrî olduğunu söylerler. Kişi ömrünün herhangi bir senesinde gidebilir. Bu, "Hac geciktirilebilir" mânâsında değil, farz olur olmaz hemen gitmek şart değildir demektir. İmkânlar varken gitmemek, geciktirmek mekruhtur.
Yukardaki hadiste de belirtildiği gibi haccı geciktirmemenin önemli hikmetlerinden biri insanın başına neler gelip gelmeyeceğini bilemeyeceğidir. Beklenmedik bir musibetle karşılaşabilir, fakir düşebilir, yaşlanıp gidemeyecek duruma gelebilir, hatta ölüm dahi gelebilir. Farz olduğu halde bu görevi yapmadan gidebilir. Öyleyse farz olur olmaz, hemen gitmelidir ki borçlu kalmasın.
1783. [3:250, Hadîs No: 3315]
Üsâme bin Zeyd rivayet ediyor:
Pazartesi ve Perşembe günleri olmak üzere haftada iki defa insanların amelleri Allah'a sunulur. Aralarında düşmanlık bulunan ve akrabalarıyla bağları koparan kimselerin dışında her mü'min kulun günahları bağışlanır.[85]
1784. [3:251, Hadîs No: 3316]
Hakim'den rivayetle:
Ameller Pazartesi ve Perşembe günleri Allah'a arzedilir. Peygamberlere, ölmüş olan anne ve babalara Cuma günü sunulur. Onlar bu iyiliklerden dolayı sevinirler. Yüzlerinin beyazlık ve parlaklığı artar. Öyle ise Allah'tan korkun ve günah işlemek suretiyle ölülerinize eziyet etmeyin.[86]
1785. [3:251, Hadîs No: 3317]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Genişlikte taat ve şükürle kendini Allah'a tanıt ki, O da sıkıntı anında yardımına koşmakla seni tanısın,[87]
1786. [3:252, Hadîs No: 3319]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Akrabalık haklarını yerine getirebilecek kadar soyunuzu öğrenmeye çalışınız. Çünkü akrabalarla iyi ilişkiler, yakınlar arasında sevgiye, malın artmasına ve ömrün uzamasına sebeptir.[88]
Sıla-i rahîm, yani akrabalık haklarını gözetmek dinimizin mühim emirlerin-dendir. Gerek âyeî-i kerimelerde, gerekse hadis-i şeriflerde bu husus üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Meselâ bu âyetlerden birisi şu mealdedir:
"Allah adaleti, iyilik yapmayı ve iyi kullukta bulunmayı, akrabaya ikram etmeyi emreder; fuhşiyatı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Allah düşünüp ibret almanız için size böyle öğütler verir."[89]
Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) bir hadislerinde konu ile ilgili olarak şöyle buyururlar:
"Rahim [akrabalık] kelimesi, Allah'ın Rahman isminden gelir. Allah da, 'Kim akraba haklarını yerine getirirse, Ben de o kimseye iyilik ve lütufla davranırım. Kim bunu yapmazsa, Ben de ona iyilik ve lütufda bulunmam1 buyurmuştur.[90]
İşte Peygamberimiz, bu hadislerinde de akrabalarla iyi ilişkilerde bulunmanın yakınlar arasında sevgiye, malın artmasına ve ömrün uzamasına vesile olacağına dikkat çekiyor.
Akrabalık haklarını yerine getirebilmek için akrabaları tanımak gerekir. İzahını yaptığımız hadiste dikkat çekilen hususlardan birisi de kişinin akrabalık haklarını yerine getirebilecek kadar soyunu bitmesidir. Bu hadisteki ikaza günümüzde her zamankinden çok daha muhtacız. Çünkü günümüzde maalesef yakın sayılabilecek akrabalar dahi birbirlerini tanımamaktadırlar. Bazan amcasının, halasının, dayısının gocuklarını tanımayan kimselere rastlayabilmekteyiz.
Hadiste geçen akrabalar arasındaki iyi ilişkilerin yakınlar arasındaki sevgiye sebep olduğu açık bir husustur. Bunun ömrü uzatması ise iki türlü olur. Birincisi ömrün manen uzamasıdır. Ömrün manen uzaması demek, ömürden beklenen sevap meyvelerinin artması demektir. Başkalarının uzun ömürle elde edemediklerini, akraba hukukuna riâyet edenler, daha kısa bir ömürde elde etmiş olurlar
Sıla-i rahmin ömrü uzatmasının bir diğer izahını ise şöyle yapabiliriz. Allahu Teâla, bâzı kullarının ecellerini bâzı şartlara bağlı olarak tayin etmiştir. O şart yerine geldiğinde, şarta bağlı olan husus da gerçekleşir. Buna göre Yüce Allah, bâzı kullarının ömürlerini sıla-i rahme dikkat etmeleri şartına bağlı olarak tayin etmiş olabilir. Dolayısıyla buna dikkat eden kulun ömrü uzamış olur.[91]
Diğer taraftan, akrabalarıyla iyi ilişkiler içerisinde olan bir insan huzurludur, sıkıntıdan uzaktır. Bir musibetle karşılaşsa akrabalarını yanıbaşında bulur. Sevinçli bir gününde yine onlarla beraberdir. Huzurlu ve stresten uzak bir insanın çoğu hastalıklara yakalanmaktan kurtulacağı bir vakıadır.
Başka bir hadiste duanın kötü kazayı önleyeceği bildirilmektedir. Akrabalarıyla iyi ilişkiler içerisinde olan bir insan, onların dualarını da alır. Kişinin gıyabında yapılan duanın daha çok kabul edileceği ise, başka bir hadiste bildirilmektedir.
1787. [3:253, Hadîs No: 3322]
Uz. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
îlim öğreniniz, ilim için de ağırbaşlı ve vakur olmayı öğreniniz. îlim aldığınız kimseye karşı tevazu gösteriniz.[92]
1788. [3:253, Hadîs No: 3323]
Muaz'den (r.a.) rivayetle:
Öğrenmek istediğinizden neyi öğrenirseniz öğreniniz, bildiklerinizle amel etmedikçe, Allah sizi bundan faydalandırmaz.[93]
1789. [3:255, Hadîs No: 3327]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kur'ân'ı öğreniniz ve yatağınıza uzanırken onu okuyunuz. Çünkü Kur'ân'ı öğrenen, okuyan ve onunla amel eden kimsenin durumu misk dolu torbaya benzer. Kokusu her tarafa yayılır. Onu öğrenip okuyarak ve henüz tesiri geçmemişken yatağına uzanan kişinin durumu miskin üzerine geçirilen torba gibidir.[94]
1790. [3:256, Hadîs No: 3332]
Belâ ve musibetlerin gücünüzü zorlamasından, sıkıntı ve mutsuzluğun ulaşmasından, kötü kazadan ve düşmanlara alay konusu olmaktan Allah'a sığınınız.[95]
1791. [3:257, Hadîs No: 3334]
Şu üç felâketten Allah'a sığınınız: Sende bir hayır gördüğünde gizleyen, bir kötülük gördüğünde ise yayan kötü komşudan. Yanında bulunduğun zaman diliyle seni inciten, yanından ayrıldığında ise sana hıyanet eden kadından. İyilik yaptığın zaman kabul etmeyen, kötülük yaptığında ise affetmeyen idareciden.[96]
1792. [3:258, Hadîs No: 3338]
İbni Ömer'den rivayetle:
Şu beş durumda gök kapıları açılır ve dualar kabul edilir: (1) Kur'ân okunurken, (2) islâm ordusu düşman ordusuyla karşılaştığı zaman. (3) Yağmur yağdığında. (4) Zulme uğrayan duâ ettiğinde (5) ve ezan okunduğunda.[97]
1793. [3:258, Hadîs No: 3339]
Osman bin Ebu'-l Âs Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Gece yarısı gök kapılan açılır ve bir nida edici şöyle seslenir: "Duâ eden yok mu? Duasına cevap verilsin. Bir şey dileyen yok mu? Dileği verilsin. Sıkıntıda olan yok mu? Sıkıntısı giderilsin. Öyle ki, duâ edip de Allah'ın duasını kabul etmediği hiçbir Müslüman kalmaz. Ancak namusunu kazanç vesilesi yapan zinâkâr ve zâlim idarecinin jurnalci ve yardakçıları bundan hâriçtir.[98]
1794. [3:259, Hadîs No: 3341]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Cuma, Pazartesi ve Perşembe günleri Cennetin kapıları açılır. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlardan, bağışlanma dileyen her kulun günahı bağışlanır. Ancak din kardeşiyle kendi arasında düşmanlık bulunan kişi bunun dışındadır. Böyle bir kimse için şöyle denir: "Barışmcaya kadar bu ikisini bekletiniz."[99]
1787. [3:253, Hadîs No: 3322]
Uz. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
îlim öğreniniz, ilim için de ağırbaşlı ve vakur olmayı öğreniniz. îlim aldığınız kimseye karşı tevazu gösteriniz.[92]
1788. [3:253, Hadîs No: 3323]
Muaz'den (r.a.) rivayetle:
Öğrenmek istediğinizden neyi öğrenirseniz öğreniniz, bildiklerinizle amel etmedikçe, Allah sizi bundan faydalandırmaz.[93]
1789. [3:255, Hadîs No: 3327]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kur'ân'ı öğreniniz ve yatağınıza uzanırken onu okuyunuz. Çünkü Kur'ân'ı öğrenen, okuyan ve onunla amel eden kimsenin durumu misk dolu torbaya benzer. Kokusu her tarafa yayılır. Onu öğrenip okuyarak ve henüz tesiri geçmemişken yatağına uzanan kişinin durumu miskin üzerine geçirilen torba gibidir.[94]
1790. [3:256, Hadîs No: 3332]
Belâ ve musibetlerin gücünüzü zorlamasından, sıkıntı ve mutsuzluğun ulaşmasından, kötü kazadan ve düşmanlara alay konusu olmaktan Allah'a sığınınız.[95]
1791. [3:257, Hadîs No: 3334]
Şu üç felâketten Allah'a sığınınız: Sende bir hayır gördüğünde gizleyen, bir kötülük gördüğünde ise yayan kötü komşudan. Yanında bulunduğun zaman diliyle seni inciten, yanından ayrıldığında ise sana hıyanet eden kadından. İyilik yaptığın zaman kabul etmeyen, kötülük yaptığında ise affetmeyen idareciden.[96]
1792. [3:258, Hadîs No: 3338]
İbni Ömer'den rivayetle:
Şu beş durumda gök kapıları açılır ve dualar kabul edilir: (1) Kur'ân okunurken, (2) islâm ordusu düşman ordusuyla karşılaştığı zaman. (3) Yağmur yağdığında. (4) Zulme uğrayan duâ ettiğinde (5) ve ezan okunduğunda.[97]
1793. [3:258, Hadîs No: 3339]
Osman bin Ebu'-l Âs Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Gece yarısı gök kapılan açılır ve bir nida edici şöyle seslenir: "Duâ eden yok mu? Duasına cevap verilsin. Bir şey dileyen yok mu? Dileği verilsin. Sıkıntıda olan yok mu? Sıkıntısı giderilsin. Öyle ki, duâ edip de Allah'ın duasını kabul etmediği hiçbir Müslüman kalmaz. Ancak namusunu kazanç vesilesi yapan zinâkâr ve zâlim idarecinin jurnalci ve yardakçıları bundan hâriçtir.[98]
1794. [3:259, Hadîs No: 3341]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Cuma, Pazartesi ve Perşembe günleri Cennetin kapıları açılır. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlardan, bağışlanma dileyen her kulun günahı bağışlanır. Ancak din kardeşiyle kendi arasında düşmanlık bulunan kişi bunun dışındadır. Böyle bir kimse için şöyle denir: "Barışmcaya kadar bu ikisini bekletiniz."[99]
1795. [3:261, Hadîs No: 3343]
Ebu'd-Derda'dan (r.a.) rivayet ediyor:
Gücünüzün yettiği kadar gönlünüzü dünya kaygılarından boşaltınız. Çünkü, kimin en büyük kaygısı dünya ise, Allah onun meşguliyetini arttırır, fakirliği gözünün önüne diker. Kimin en büyük kaygısı âhiret ise Allah onun işini toparlar, gönlünü zengin eder. Kim bütün gönlüyle Allah'a yönelirse, Allah mü'minlerin kalblerini sevgi ve şefkatle ona doğru koşturur. Bizzat Allah da her hayrı en sür'atli bir şekilde ona yetiştirir.[100]
1796. [3:262, Hadîs No: 3345]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Herşeyi tefekkür edin. Fakat Allah'ın Zâtını acaba nasıldır diye düşünmeyin. Çünkü yedinci kat semadan Kürsî* ye kadar nurdan yedi bin perde vardır. O bunun da ötesindedir.
1797. [3:262, Hadîs No: 3346]
Abdullah bin Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Yaratıkları tefekkür edin. Fakat Yaratıcının Zâtını tefekkür etmeyin. Çünkü buna güç vetiremezsiniz.[101]
Allah, insana bir akıl vermiştir Bu akıl kârı, zararı, iyiyi kötüyü birbirinden ayırabilecek, insanı hem dünya, hem de âhiret saadetine ulaştırabilecek güçtedir. Ancak aklın da belli bir kapasitesi vardır. Bunun ötesine geçemez. Aklın kapasitesini aşan noktalardan birisi de Allah'ın zâtını kavramaktan âciz kalmasıdır. Değil, sadece Allah'ı anlamak, bizzat vücudumuzda bulunduğu halde aklımızı, ruhumuzu dahi kavrayamıyoruz.
Evet, insan aklı herşeyi anlayabilecek güçte değildir. Bir kimya profesörünün yazdığı bir yüksek kimya kitabını, bir atom mühendisinin kaleme aldığı atomla ilgili kitapları eğer anlıyamıyorsak, bu o kitapları mânâsız hale getirmediği gibi yazarlarının büyüklüğü hakkında da bizi şüpheye sevk etmez. Aksine yazarlarının büyüklüğünü anlarız.
Akıl, ruh, v.s. gibi Allah'ın yarattığı bir kısım eserlerin büyüklüğünü kavraya-mayışımız da bize Allah'ın büyüklüğünü anlatır.
Biz Allah'ın Arş'ını, Kürsî'sini de kavrayabilecek güçte değiliz. Daha kâinattaki birçok varlığın değil mahiyetlerini bilmek, varlıklarından dahi haberdar değiliz. Kâinatın ancak milyonda beşini görebiliyoruz. Göremediğimiz âlemleri anlamamız da söz konusu değil. Kaldı ki kâinatın tümü, Kürsî yanında çöle atılan bir halka gibi kalmaktadır. Kürsî de Arş'ın yanında yine çöle atılan bir halka kadardır. Allah emir ve hükmünü Kürsîden yürütür. Bunları göremeyen, mahiyetlerini kavrayamayan aklı, duygulan, kapasitesi sınırlı bir insanın Allah'ı göremediği gibi zâtını kavrayabilmesi de mümkün değildir. Sınırlı bir varlığın sınırsız bir Varlık'ı ihata etmesi imkânsızdır.
Ancak Allah'ı eserleri vasıtasıyla tanır, sonsuz kudret, ilim, irade ve hikmetini, büyüklüğünü anlamaya çalışırız. Herbir yaratık Allah'ın varlık, birlik ve isimlerinin tecelli yeridir. Bunları araştırmak, düşünmek Allah'ın büyüklüğünü anlamaya vesile olduğunda îmanımızı arttırır.
1798. [3:264, Hadîs No: 3350]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Siz şu altı şeyi kabul edin; ben de Cennete girmenize vesile olmayı kabul edeyim:
1. Biriniz konuştuğu zaman yalan söylemesin.
2. Söz verdiği zaman sözünden dönmesin.
3. Kendisine güvenildiğinde hıyanet etmesin.
4. Harama karşı gözünüzü yumunuz.
5. Harama elinizi uzatmayınız.
6. İffetinizi koruyunuz.
1799. [3:264, Hadîs No: 3351]
îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'a isyan bayrağını açanlara kalben kızmakla Allah'a yaklaşmaya çalışınız. Onları asık yüzle karşılayınız. Onlara kızmakla Allah'ın hoşnutluğunu arayınız. Onlardan uzaklaşmakla Allah'a yaklaşmaya çalışınız.[102]
Mü'minin özelliklerinden birisi de kötülüklere engel olmak, onlara gücü yetiyorsa eliyle; değilse diliyle karşı çıkmaktır. Buna gücü yetmediğinde yapacağı iş ise, o hareketi kalben kötü karşılamak ve nefret etmek, bunun ifadesi olarak da surat asmaktır.
Evet, surat asmak Allah'a isyan bayrağı açan kimseyi fiiliyle mahkûm etmek demektir. Ona kızarak hoşnutsuzluğumuzu belli etmek, hiçbir şey yapamıyor-sak ondan uzak kalmak o kötü davranışa karşı yapabileceğimiz en güzel bir hareket tarzıdır, Böylece insan Rabbine yaklaşmış olur.
Böyle davranmanın birçok faydaları vardır. Herşeyden önce isyankâr kişi, davranışının yanlışlığını anlamış olur, yüz bulamaz, ya pişmanlık duymaya veya sinerek açıktan değil, gizlice yapmaya çalışır. Kötülüklerin yok olması veya azalmasının en önemli yollarından birisi bu değil midir?
Allah'a isyan eden Onun düşmanı sayılır. Allah'ın düşmanına düşmanlık etmek ise Allah'a dostluk demektir, insan böylelerinden uzaklaştıkça Allah'a yaklaşmış olur. Kızgınlık onların şahsına değil, taşıdıkları sıfatlaradır. Kötü sıfatı için ona kızan kimse o kötü sıfata kendisi de yaklaşmaz. Dolayısıyla kötülükten uzaklaşmış, bu açıdan da Allah'a yaklaşmış olur.
1800. [3:265, Hadîs No: 3354]
Ya'la bin Münye'den (r.a.) rivayetle,Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kıyamet Günü Cehennem mü'mine, "Çabuk geç ey mü'min! Yoksa nurun alevlerimi söndürecek" diye seslenir.[103]
1801. [3:266, Hadîs No: 3355]
Ebu Ümame (r.a.) rivayet ediyor:
Her türlü Öfke ve ağız kavgasının ilacı, iki rekât namazdır.[104]
1802. [3:266, Hadîs No: 3356]
Ali'den (r.a.) rivayetle:
Sahabîlerimin ileride hataları olacaktır. Allah benimle olan beraberlikleri sebebiyle bunu affedecektir.[105]
1803. [3:266, Hadîs No: 3357]
Muaviye (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Öyle idareciler gelecek ki istediklerini söyleyecekler, fakat kimse ses çıkarmayacak. Bunlar bir biri peşi sıra Cehenneme yuvarlanacaklar.[106]
1804. [3:266, Hadîs No: 3358]
Ali'den (r.a.) rivayetle:
Öyle fitneler olacak ki ne elle, ne de dille düzeltilemeyecek.[107]
1805. [3:267, Hadîs No: 3360]
Ebû Âmir es-Sekûnî (r.a.) rivayet ediyor:
Kimsenin görmediği yerde de açıkta yaptığın salih amelin aynısını yapman iyiliğinin eksiksiz oluşuna delildir.[108]
1806. [3:267, Hadîs No: 3361]
Ebû Umâme'den (r.a.) rivayetle, Peygamber E fendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kim ki, sınır boylarında düşmana karşı kırk gün beklerse, bu esnada bir alışveriş yapmaz ve uygunsuz bir olaya sebep olmazsa annesinden doğduğu gün ki gibi günahlarından sıyrılır.[109]
1807. [3:267, Hadîs No: 3362]
Muaz (r.a.) rivayet ediyor:
Nimetin tamamlanması Cennete girmek ve Cehennemden kurtulmaktır.[110]
1808. [3:268, Hadîs No: 3365]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uyurmuşlardır:
İlim konusunda cimri davranmayın ve başkalarına öğretmekten geri durmayın. Onu birbirinizden gizlemeyin. Çünkü ilmi gizlemekle yapılan hıyanet, malda yapılan hıyanetten daha büyük günahtır.[111]
1809. [3:270, Hadîs No: 3369]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Bütün gücünüzle temiz olmaya çalışınız. Çünkü Allah, İslâm binasını temizlik üzerine kurmuştur. Cennete de ancak temiz olanlar girer.[112]
1810. [3:270, Hadîs No: 3272]
Ebu Hureyre'den rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kadın dört şey için nikâh edilir: Serveti için, soyu için, güzelliği için ve dini için. Sen dindar olanını tercih et, iki eli toprak dolasıca.[113]
1811. [3:272, Hadîs No: 3376]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Birbirinize yemek götürmekle hediyeleşiniz. Çünkü bu rızıklarınızda genişlik sağlar.[114]
1812. [3:273, Hadîs No: 3379]
Ümm-ü Hakîm'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Hediyeleşiniz. Çünkü hediye sevgiyi katlar ve kalblerdeki kinleri giderir.[115]
1813. [3:273, Hadîs No: 3380]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Mütevazı olunuz. Fakirlerle oturup kalkınız ki Allah'ın rahmetine mazhar büyük kullarından olasınız ve kibirden kurtulasınız.[116]
1814. [3:273, Hadis no: 3381]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kendilerinden ilim öğrendiğiniz kimselere karşı mütevazı davranınız, îlim Öğrettiklerinize de alçakgönüllülük gösteriniz. Zorba âlimler olmayınız.[117]
1815. [3:274, Hadis no: 3382]
îbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah'a tövbe ediniz. Şüphe yok ki ben hergün yüz defa Allah'a tevbe ediyorum.[118]
1816. [3:276, Hadîs No: 3387]
Îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Günahından tevbe eden günah işlememiş gibidir. Günah işlemeye devam ettiği halde dil ucuyla Allah'tan af dileyen kimse de Rabbiyle alay eden kimse gibidir. Bir kimse Müslüman birine eziyet ederse ondan dolayı yerde biten hurma ağaçları kadar günah kazanır,[119]
1817. [3:277, Hadîs No: 3388]
Sa'd (r.a.) rivayet ediyor: Ahirete ait amellerin dışındaki işlerde, her işte acele davranmamak daha hayırlıdır.[120]
Önce dünya işi, âhiret işi tabirleri üzerinde duralım. İnsanın günlük hayatında yaptığı yeme, içme, uyuma, alışveriş gibi bir kısım işler vardır. Buniar her ne kadar doğrudan doğruya âhiretle ilgili değillerdir. Ancak dünyalık işler diye ifade edebileceğimiz bu işlerin gayr-ı meşru olması da gerekmez. Bunların yanında bir de doğrudan doğruya âhirete bakan, kulluk vazifemizi yerine getirmeye yönelik olan işler vardır. Namaz, oruç, sadaka, hac gibi. Bunların herbiri âhiret işlerindendir. Kısaca dünya işi, âhiret işlerinin tersine, acele yapılması övülen veya tehir edilmesi kınanmayan işlerdir. Âhiret işi ise insanı manen yükselten, Allah'a yaklaştıran her iyi iş ve harekettir.
İşte Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) birinci gruba giren işleri acele etmemeyi, sabırla hareket etmeyi, ikinci gruba giren işlerde ise bir an önce yerine getirmemizi tavsiye etmektedir.
Dünya işlerinde niçin acele edilmemelidir? Çünkü dünya işleri bir kısım
Dünya işlerinde niçin acele edilmemelidir? Çünkü dünya işleri bir kısım ön hazırlıklar ister. Meselâ ticârete atılacak bir kimsenin iyi bir araştırma yapması, ehil kişilerle istişare etmesi ve ona göre hazırlıklarını yapması gerekir. Aksi halde acele karar verirse pişman olacağı bir neticeyle karşılaşabilir.
Meselenin diğer bir yönü de dünya iie ilgili işler daha çok helâl veya haram ihtimali olabilen işlerdir. Bir mü'mine düşen teşebbüs edeceği işin helâl mı, haram mı olduğunu araştırmak, helâlsa teşebbüs, haramsa vazgeçmektir.
Âhirete ait işlerde ise acele davranmayı hızlı davranmak, bir an önce o iş veya ibadeti bitirme azim ve gayreti içerisine girmek şeklinde değerlendirmek gerekir. Hayır yapma, ibadet etme gibi âhirete yönelik işlerde acele edilmelidir. Çünkü yapılan her hayır ve ibadet iyilik defterimize kaydolunur, iyiliklerimizin kabarmasına vesile olur. Bu tip âhiretle doğrudan doğruya ilgili olan İşlerin pek çoğu belli bir zamanla sınırlıdır. O zaman aşıldığında o ibadeti yerine getirmeyen mes'ûl olur ve yapılmasının da pek bir mânâsı kalmaz. Sonra bunlar fırsatla ilgili işlerdir. Bu fırsat kaçabilir. Bir daha yakalamak mümkün olmayabilir. Meselâ hacca gidecek kadar zengin olan bir kimse bu ibadeti zamanında yapmazsa ilerde fakirleşebilir veya hacca gitmesini engelleyen mâniler çıkabilir.
Hayırlı işlerin birçok muzır manileri de vardır. Başta nefis ve şeytan olmak üzere bunlar o hayırlı işten bizi alıkoymak için fırsat kollarlar. O işi bir an önce yerine getirmekle bu mücadeleyi daha başlangıçta kazanmış oluruz.
Ölümün her an gelebileceğini düşünen ve bütün işi âhirete azık hazırlamak olan insanlar için geçen her dakika kayıp demektir. Ne kadar acele edilirse o kadar çok kazanç elde edilir. Yalnız işi acele yapacağım diye ibadetleri eksik bırakmaktan da şiddetle kaçınmalıdır.
Şunu özellikle belirtelim ki, acele etmek işe teşebbüs safhasında yapılmalı ve işe bir an önce başlanmalıdır. İşe başladıktan sonra o işin hakkı ne ise verilmeli, aceleye getirerek yanlışlıklara ve eksikliklere meydan verilmemelidir.
1818. [3:277, Hadîs No: 3389]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Dikkat ve temkinle hareket etmek, iktisad ve güzel haslet peygamberliğin yirmi dört parçasından bir parçadır.[121]
1819. [3:277, Hadîs No: 3390]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Dikkat ve temkinle hareket etmek Allah'tan, acelecilik ise şeytandandır.[122]
1820. [3:278, Hadîs No: 3392]
Ebû Said'den (r.a.) rivayetle Resûl~ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Dürüst ve güvenilir tüccar Peygamberler, sıddıklar ve şehidlerle beraberdir.[123]
1821. [3:278, Hadis No: 3393]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Dürüst tüccar Kıyamet Günü Arş'ın gölgesinde olacaktır.[124]
1822. [3:278, Hadîs No: 3394]
îhni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Doğru söyleyen tüccar Cennetin hiç bir kapısında bekletilmez.[125]
1823. [3:279, Hadîs No: 3395]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Korkak tüccar kazanamaz, cesur tüccarın ise rızkı bol olur.[126]
1824. [3:279, Hadîs No: 3396]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Esneme şeytandandır. Birinize esneme geldiğinde gücü yettiğince esnememeye çalışsın. Çünkü biriniz esnerken "HahP diye ses çıkar-dağında şeytan ona güler.[127]
1825. [3:279, Hadîs No: 3398]
Numan bin Beşir (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Kişinin Allah'ın kendisine verdiği nimeti dile getirmesi şükürdür. Bunu yapmaması ise nankörlüktür. Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez, insanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez. Cemaat bereket, ayrılık ise azaptır.[128]
1826. [3:280, Hadîs No: 3399]
Ali'den (r.a.) rivayetle:
Tedbir hayatın yarısı, sevgi akim yarısı, gam ve keder ihtiyarlığın yansı, çoluk çocuğun azlığı da, iki kolaylıktan birisidir.[129]
1827. [3:281, Hadîs No: 3400]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Hak için zillete katlanmak, batılla izzetli görünmekten şerefe daha yakındır.[130]
Bu hadîsin Deylemîtarafından rivayet edilen tam metni şöyledir:
"Hak için zillete katlanmak, batılla izzetli görünmekten şerefe daha yakındır. Kim bâtıla dayanarak izzet kazanmak isterse, Allah haksızlık yapmaksızın onu zilletle cezalandırır."[131]
Hak için yaşamak, hak yolunda olmak kadar kudsî, yüce, değerli ve şerefli bir-şey yoktur. Zaman olacak bu yolda zillete düşülecek, yani aşağılanacak, horlanacak, bir kısım nimet ve imkânlardan mahrum kalınacaktır. Ama, bu zillet görünüşte zillettir, gerçekte o insan aziz, değerli ve şereflidir. İnsanların reva gördükleri bu muamele hakka arka çıkan kişiyi haktan saptırmamalıdır. Çünkü hakkın sânına lâyık olan budur. İcabında insan ezilecek, çiğnenecek, ama haktan fedakârlık vermeyecektir ki hakkın yüceliği, üstünlüğü herkesçe kabul edilsin.
1827. [3:281, Hadîs No: 3400]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Hak için zillete katlanmak, batılla izzetli görünmekten şerefe daha yakındır.[130]
Bu hadîsin Deylemîtarafından rivayet edilen tam metni şöyledir:
"Hak için zillete katlanmak, batılla izzetli görünmekten şerefe daha yakındır. Kim bâtıla dayanarak izzet kazanmak isterse, Allah haksızlık yapmaksızın onu zilletle cezalandırır."[131]
Hak için yaşamak, hak yolunda olmak kadar kudsî, yüce, değerli ve şerefli bir-şey yoktur. Zaman olacak bu yolda zillete düşülecek, yani aşağılanacak, horlanacak, bir kısım nimet ve imkânlardan mahrum kalınacaktır. Ama, bu zillet görünüşte zillettir, gerçekte o insan aziz, değerli ve şereflidir. İnsanların reva gördükleri bu muamele hakka arka çıkan kişiyi haktan saptırmamalıdır. Çünkü hakkın sânına lâyık olan budur. İcabında insan ezilecek, çiğnenecek, ama haktan fedakârlık vermeyecektir ki hakkın yüceliği, üstünlüğü herkesçe kabul edilsin.
Batılla izzetli görünmek ise kağıttan kule kurmaya, kar üstüne bina yapmaya benzer. Nefretleri, düşmanlıkları celbe vesile olur. Böylesine bir saltanat, izzetli görünmek insanı İnsanlıktan düşüren bir davranıştır. İnsanı alçaltır, küçültür. Evet, batılla izzetli görünmektense, haklı olup da zillete katlanmak daha şereflidir.
Cenab-ı Hak bir âyetinde izzetin Allah, Resulü ve mü'minlere ait olduğunu bildirir ki, bu izzetin nerede aranması gerektiğini açıkça gösterir. Başta peygamberler olmak üzere tarihte hakkın mücadelesini veren nice kahraman vardır ki izzet diye küfrün kof depdebesi üzerine taht kuran muhaliflerini yere sermiş, gönüllere taht kurup adlarını ebedîleştirmiş, izzetin ne olduğunu bütün âleme göstermişlerdir. Nemruda karşı Hz. İbrahim'in, Firavun'a karşı Hz. Musa'nın, Ebü Cehil ve Ebû Leheb'e karşı Peygamberimizin verdiği mücadelelerde bu gerçeği bütün açıklığıyla görmekteyiz.
1828. [3:282, Hadîs No: 3404]
"Sübhanellah" demek mizanın sevap kefesinin yarısını doldurur. "Elhamdülillah" demek ise tamamını doldurur. Tekbir getirmek gökle yer arasını doldurur. Oruç sabrın yarısıdır. Temizlik de imanın yarısıdır.[132]
1829. [3:282, Hadîs No: 3405]
Abdurrahman bin Avfdan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
"Yarın yaparım, ertesi gün yaparım" gibi düşünceler şeytanın prensibidir. Onu mü'minlerin kalblerine atar.[133]
İşleri zamanında yapmanın büyük önemi vardır. Aksayan ve zamanında yapılmayan işler bir aksaklığı daha peşinden getirebilir ve işler sürüncemede kalabilir. "Yarın yaparım" düşüncesi de aksamayı, eksikliği peşinen kabul etmek demektir. Çünkü yarının nasıl olacağını bilemeyiz. Herşeyden önce hergünün kendine göre işi vardır. Bugünün işini yarına bırakmak demek, yarının işini ikiye katlamak demektir. Çünkü hergünün kendine göre bir işi vardır. O günün işini zor yetiştirirken, ikinci bir işi yüklenmek, işlerin ağırlığı altında ezilmek, muhakkak birisini ihmal etmek mânâsına gelir. Ömer bin Abdülaziz'e birgün yakınlarından biri şöyle der: "Bu işler arasında hep boğulup gidiyorsunuz. Biraz dışarılara çıkıp hava alsanız, gezip dinlenseniz."
Ömer bin Abdülaziz, "İyi ama," dedi, "O günün işlerini ne yapacağım?"
"Ertesi gün yaparsınız."
Ömer bin Abdülaziz buna da şu cevabı verdi:
"Ben biıiek günün işini zor yetiştiriyorum. Beni alabildiğine yoruyor, iki günün işini bir arada yapmaya kalkarsam halim ne olur?"
Daha çok tembellerin mazeret ifâdesi olan "Yarın yaparım" gibi sözlerin bu ve buna benzer mahzurları sebebiyledir ki, Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) böyle bir hareketin şeytandan geldiğini, şeytanın prensibi olduğunu bildirerek mü'min-leri uyarmakta, başka bir hadîslerinde de bunun tehlikesini şöyle dile getirmektedir:
"'Yarın yaparım, yarın yaparım' diye işlerini erteleyenler helak olmuşlardır." Söz konusu durum uhrevî işler gündeme geldiğinde daha büyük önem arze-der. Dünya işleri böyle olursa âhiret işlerinde daha dikkatli olunması, bir an önce yapılması gerektiği anlaşılır.
[1] Ibni Adiyy'in e/-Kâm//inden.
[2] Ibni Adiyy'in el-Kâmil'mden.
[3] Mesnevî-i Nuriye, s. 188.
[4] Taberâni'nin Evsafından.
[5] Taberânînin Keb/Vinden.
[6] Ebû Davud, Et'ıme: 11; Tirmizî, Et'ıme: 39; Müsned, 5:441
[7] Taberânî'nin Keb/Vinden.
[8] Darekutnî'nin Efrarfından
[9] Müsned, 5:134.
[10] Ebû Davud, Salât: 49; Timizi, Mevakit: 51; IbniMâce, Mesacid: 14
[11] Hatib'in Tariflinden.
[12] BeyhakVnin Ş/'bü7-/marfından.
[13] Ebû Davud, Libas: 4; Müsned; 2:50.
[14] İbni Adiy/in el-KâmK\ ve BeyhakVnin Süne/finden.
[15] Ebû Nuaym'ın W///e'sinden.
[16] İbni Adiyy'in e/-Kam//inden.
[17] Taberânî'nin Kebîri ve Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmartmdan.
[18] Taberânî'nin Evsafından.
[19] Taberânî'nin Evsafından.
[20] Ebu'ş-Şeytien.
[21] IbniMâce, Ticarât: 42
[22] Müslim, îman: 134; Timizi, îman: 9; IbniMâce, ikâme: 77; Dârimî, Salat: 29; Müsned, 3:370,389.
[23] Tâberâni'nin KefcıVinden.
[24] bniNeccarve Ebû Said en-Nakkaş'ın Mu'cem'inden.
[25] Müsned, 2:492; 4:391,392,406,414.
25] Müsned, 2:492; 4:391,392,406,414.
[26] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdovg'ınden.
[27] Taberâni'nin Kebîr'i ve Beyhak'ı'nin Şİ'bü'l-îman'\nĞar\.
[28] Taberânî'nin Kebîri ve Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmarimdan.
[29] İbni Adiyy'in el-Kâmil'mâen.
[30] Tırmizl Edeb: 43; Ibni Mâce, Edeb: 38.
[31] Darekutnînin Sünen'inden
[32] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmariından.
[33] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdovg'ınden.
[34] Ebû Davud, Edeb: 72; Müsned, 4:119; 5:401.
[35] Buharı, Fezâilü'l-Kur'ân: 23; Müslim, Müsâfirîn; 228; Neseî, Iftftah: 37,
[36] Ebû Nuaym'ın Hı/ye'sİnden.
[37] Beyhaki'nin Şi'bül-fmarfı ve Hatibin Taritimden.
[38] Tirmizİ, Daavat: 100; Müsned, 1:201.
[39] Taberâni'nin Kefe/finden.
[40] Mösned, 4:194,228; Darimî, Büyü': 2.
[41] AbdürrezzaK\ an.
[42] Taberânî'nin Kebît\ ve Beyhaki'nin Şi'bü't-İman'möan.
[43] Ebû Davud'un Merasiminden.
[44] Taberânfnin Keb/Vinden.
[45] Hatibin Tarifti ve Beyhaki'nin Şi'bü'i-İman'mdan.
[46] Mösned, 1:166.
[47] Beyhakı'nin Şi'bü'l-îmarfınöan.
[48] Buharı, Büyü': 19,22,44,46; Ebû Davud, Buyu': 51; Tirmizî, Buyu1:26; Meseı", Büyü'; 4; Dârimî, Büyü": 15; Müsned, 3:402, 403.
[49] Tirmizî, Hac: 2; Neşet, Hac: 6; IbniMâce, Mer.asik: 3; Müsned, 3:446,
[50] Buharı, Ezan: 129; Rikak. 52; Tevhid: 24; Müslim, îman: 299.
[51] Hatib'in TanTı'İnden.
[52] Müsned, Zühd,
[53] Buharı, Enbiya: 8,14,19; Menakıb: 1; TefsiH Sûre: 12; Müslim, Fezail: 168; Fezailü's-Sahabe: 199; Dârimt,
Mukaddime: 24.
[54] Taberânfnin Keb/Vinden.
[55] Ibni Asakifden.
[56] TaberânîTıin Kebirinden.
[57] Taberârtfnin Kebifl, Hâkimin Möstedre/flnden.
[58] Hünatf dan.
[59] Taberânî'nin Kebif], Hâkimin Mü$tedreK\, Ebû Nuaym'm Hılye'si ve Beyhaki'nin Ş/'bö7-/man'ındaı.
[60] TaberânFnin /Ceö/Vinden.
[61] Beyhakı'nin Süneri\ ve Ebû Davudöan.
[62] Ukayli'nin ez-Zuafâs\r\dan.
[63] Taberânî'nin Evsafından.
[64] İbni Mâce, Nikâh: 46; Buharı, Nikâh: 12.
[65] İbni Adİy/in el-Kâmit\ ve İbni Asakifden.
[66] TaberânTnin /Cebrinden.
[67] Deylemî'nin Müsnedü'l-Findevg'mâen.
[68] TaberânTnin Ket/finden.
[69] Taberânî'nin Evsafından.
[70] Müslim, Vasâya: 1; Ibnİ Mâce, Vasâya: 2.
[71] /ön/Mâce, Nikâh: 7.
[72] Beyhakı'nin Süne/finden.
[73] Taberânî'nin Keb/Vinden
[74] IbniAdiyy'İn 8İ-Kâmifİnden.
[75] Buharı, Savm: 20; Müslim, Siyam: 45; Tirmizl Savm: 17; Nesei, Siyam: 18,19; Ibni Mâce, Siyam: 22; Dârimî, Savm: 9.
[76] EbûYa'la'nm Müsned'mfen.
[77] IbniSa'd'ın işbaşından.
[78] İbni Adiyy'in e/-Kam//inden,
[79] Taberânfrıİn Evsafı, Ebû Nuaym'ın Hz/ye'sinden.
[80] ibnü'l-MübareK\en.
[81] Bezzat'dan.
[82] Buhan, Fezâilü'l-Kuran: 23; Müslim, Müsaİirin: 228,229, 231; Tirmizî, Kur'ân: 8; Neseî, lititah: 37; Dârimî,
Fezâilü'i-Kufân: 4.
[83] Taberânînin Ke6/7inden.
an, Fezâilü'l-Kuran: 23; Müslim, Müsaİirin: 228,229, 231; Tirmizî, Kur'ân: 8; Neseî, lititah: 37; Dârimî,
Fezâilü'i-Kufân: 4.
[83] Taberânînin Ke6/7inden.
[84] Müsned, 1:314.
[85] Taberânfnin Kebîrinden.
[86] Hakfirtden.
[87] Ebu'l-Kasım bin Büşralitian.
[88] Timizi Birr: 49; Mösned, 2:374.
[89] Nahl Sûresi, 90.
[90] Buhârî, Edeb; 13; Tirmizî, Birr: 16.
[91] (1775 nolu 3:199, 3137 hadîse ve izahına da bakınız.)
[92] Taberânrnin Evsafı ve Ibni Adİyy'in eW(âm//inden
[93] Ibni Adİyy'in e/-Kâm//i ve Hatibin Tariflinden.
[94] Tİrmizi, Sevabü'l-Kur'ân: 2; IbniMice, Mukaddime: 16.
[95] Buharı, Kader: 13; Müslim, Zikir: 53; Neseİ, Istiâze: 24,31,32,34,35; Mûsned, 2:173,246.
[96] Beyhaki'nin Şi'bü'l-fmart \nöan.
[97] Taberânİ'nin Evsafından.
[98] TaberânFnin Kebîrinden.
[99] Müslim, Birr: 34,36; Ebû Davud, Edeb: 47; Taberânî, Hüsnû'l-Halk: 17,18; Müsned, 2:389,400.
[100] Taberânî'nin KeöjVinden,
[101] Ebu'ş-Şeyhten.
[102] Ibnİ Şahin'in Brarfından.
[103] Taberânrnin Kebît\ ve Ebû Nuaym'ın H//y£sinden.
[104] Taberânrnin Kefc/Yinden.
[105] Ibni AsakifĞen.
[106] Taberânînin Kebîrinden.
[107] Rüste'nin /martından.
[108] Taberânrnin /Cebi/inden.
[109] Taberânînin Kebirinden.
[110] Timizi, Daavat: 93; Müsned, 5:231,235.
[111] Ebû Nuaym'ın Hz/ye'sinden.
[112] Ebu's-Salik'İt-Tartusi'in Cüzünden.
[113] Buharı, Nikah: 15; Müslim, Rada: 53; Ebû Davud, Nikâh: 2; Neseî, Nikah: 13;
İbni Mâce, Nikah: 6; Müsned, 2:428.
[114] ibni Adiyy'in e/-Kâmı/inden.
[115] Taberânînin Keö/Vinden.
[116] Ebû Nuaym'ın H///e'sinden.
[117] Hatib'in Tarifimden.
[118] Buharî'nin Edsb'möen.
[119] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmartmdan.
[120] EbûDavud, Edeb: 10.
[121] Taberânfrıin Kebîrinden.
[122] Tİrmizî, Birr: 66.
[123] ibniMâce, Ticarât: 1; Timizi, Buyu"; 4; Dârimî, Buyu': 8.
[124] Qey\em"\'nh Müsndü'i-Firdevs'möen.
[125] bnünneccafdan.
[126] Kazâtden.
[127] Buharı, Bed'ül-Halk: 11; Edeb: 125,128; Müslim, Zühd: 56; Timizi, Edeb: 7; Salât: 156.
[128] Beyhakî'nin Şi'bü'l-İmartmdan.
[129] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdevg'mden.
[130] Deyiemînin Mûsnedö'i-Firdev^nden.
[131] Feyzül-Kadîr, 3:281.
[132] Tirmlzî, Daavat: 86; Müsned, 5:363,365,372.
1830. [3:284, Hadîs No: 3411]
Muhammed bin Umeyr rivayet ediyor:
Tevazu kulun ancak şerefini arttırır. Öyleyse mütevâzi olun ki, Allah sizi yükseltsin. Affetmek de kulun ancak izzetini arttırır. Öyleyse affediniz ki, Allah sizi aziz kılsın. Sadaka ancak malı arttırır. Öyleyse sadaka veriniz ki, aziz ve celîl olan Allah size merhamet etsin.[1]
1831. [3:285, Hadîs No: 3413]
Übeyy bin Ka'b'dan (r.a.) rivayetle:
Gerçek tevbe, günahı işlediğin anda pişmanlık duyman, Allah'tan affını dilemen, sonra da o günahı bir daha hiç işlememendir.[2]
1832. [3:286, Hadîs No: 3415]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Şu üç şey kimde bulunursa o kişi îmanın tadına erer: Allah ve Resulünün kendisine herşeyden daha sevimli olması, sevdiğini sırf Allah için sevmesi, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasma nefret etmesi.[3]
1833. [3:287, Hadîs No: 3416]
Câbir'den (r.a.) rivayetle:
Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, Yüce Allah onu her yönüyle himâyesi altına alır ve onu Cennetine koyar: Zayıfa merhamet, anne babaya şefkat, emri altındakilere iyilik.[4]
1834. [3:288, Hadîs No: 3417]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Üç huy vardır ki, onlar kimde bulunursa Allah onu himayesinde barındırır, rahmetini üzerine yayar ve onu Cennetine koyar. Bu huyu taşıyan kimseler: Birşey verildiğinde şükreden, güçlü iken affeden, öfkelendiğinde öfkesine hâkim olanlardır.[5]
1835. [3:288, Hadîs No: 3418]
Muaz bin Cebelden (r.a.) rivayetle:
Üç huy vardır ki, onlar kimde bulunursa o, Allah'ın sevgili has kullarından olur. Bu üç huy kaderin hükmüne razı olmak, Allah'ın haram kıldığı şeylere girmemek için sabretmek, aziz ve ceiü olan Allah için öfkelenmek.[6]
1836. [3:288, Hadîs No: 3419]
Ebû Hüreyre rivayet ediyor:
Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, Allah, onun hesabım kolaylaştırır, onu rahmetiyle Cennete koyar. Bunlar şunlardır: Sana vermeyene verirsin, sana zulmedeni affedersin, seninle bağlarım koparanla sen iyi münasebetlerini sürdürürsün.[7]
Her insan dehşetli âhiret gününde hesabının kolay geçmesini, Allah'ın rahmetine ermeyi, Cennete girmeyi arzu eder. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) yukardaki hadislerinde bunu sağlayan üç hususa parmak basmaktadır. Birincisi vermeyene vermektir.
Verene vermek kolaydır. Vermeyene vermek ise büyük bir fazilettir, cömertliktir. Çünkü bu büyük bir samimiyet ve içtenliğin ifadesidir. Allah için vermenin delilidir. Bir insan hislerine mağlup olmadan verebiliyorsa, bu Allah için verdiğinin işaretidir ve o insan hadiste belirtilen mükâfata ermiş olur.
o insan hadiste belirtilen mükâfata ermiş olur.
Zulmedeni affetmek de büyük bir fazilettir. Bir insan gücü yettiği, cezalandırabileceği halde affedebiliyorsa, büyüklüktür. Zâlimin cezalandırılmasını istemek adalettir. İnsan adaletin uygulanmasını isteyebilir. Buna rağmen affetme yoluna giderse büyük bir fazilet göstermiş olur. Böylesinin mükâfatı Cennettir.
Allah Resulü, Mekke'nin fethi esnasında, düşmanlarını, eline güç ve imkân geçtiği halde atfetmişti. O insanlar ki yıllarca kendisine düşmanlık yapmış, kötülük etmiş, yurdundan çıkarmış, hatta öldürmeye kalkmışlardı. Onları Mekke'de topladı: "Ey Kureyş topluluğu!" diye seslendi. "Şu anda hakkınızda ne yapacağımı tahmin ediyorsunuz?"
Kureyşliler hep birden: "Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin. Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Bize ancak hayır ve iyilik yapacağına inanırız" dediler.
Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle dedi:
"Benim durumumla sizin durumunuz, Yusuf'un (a.s.) kardeşlerine karşı olan tutumu gibi olacaktır." Sonra da şöyle devam etti:
"Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de diyorum:
'"Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah, sizi bağışlasın... O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.'[8] Gidiniz hepiniz serbestsiniz."[9]
Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) yolunu yol edinen Isfâm büyükleri de hep aynı fazileti sergilemişlerdir. 28 sene zulmen hapishane hapishane dolaştırılan, sürgünden sürgüne gönderilen çağımız îman ve Kur'ân hizmetinin öncülerinden Bedî-üzzaman Hazretleri de, kendisine zulmeden, zehirleyen insanlara, Risale-i Nur'la îmanlarını kurtarmak şartıyla haklarını helâl ettiğini bildirmiştir.
Bağları koparan dost ve arkadaşlardan bağları koparmamak da büyük bir fazilettir. Nefse zor gelse de güzel bir davranıştır. Dostlukların kuvvetlenmesi için bu şarttır. Alâkayı kestiği bir kimseden iyilik gören şahıs, yaptığına pişman olur; dostunun sadık olduğunu anlar ve ona daha kuvvetle bağlanır. Sağlıklı bir Islâ-mî hayat için bu şarttır. Aksi halde herkes karşısındakinin kendisiyle irtibatını kopardığını ileri sürerek aynt tavır içine girse, Müslümanlar, şirazesi kopmuş teşbih tanelerine döner, dağıtılırlar. Bu da Islâmın gücünün azalmasına ve Allah'ın rahmetinden mahrum kalmaya sürükler.
1837. [3:288, Hadîs No: 3420]
Halid bin Zeyd'den (r.a.) rivayetle:
Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, o kimse nefsinin cimriliğinden korunmuş demektir. Zekâtım veren, misafiri barındırıp ikram eden ve felâket ânında yardım elini uzatan.[10]
Resûl-u Ekrem (a.s.m.) bu hadisiyle "Kim nefsinin ihtiraslarından Korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir"[11] âyetinin mânâsına ışık tutmakta, âyette geçen "nefsinin ihtiraslarından kurtulan" tabirinin muhtevası içerisine kimlerin girdiğini açıklamaktadır.
Kötü huylardan kurtulmak insanın en mühim meseleierindendir. Cimrilikten kurtulmak da böyledir. İşte hadîs-i şerif bunun birkaç yolunu göstermektedir. Zekâtını veren, misafirini barındırıp ikram eden ve felâket ânında yardım elini uzatan kimse, bunu başarmış demektir.
Zekâtını veren kimse, nefse zor gelse de çalışıp kazandığı malın bir kısmını fakire verebilmektedir. Böylece hayra tahammülü olmayan nefsin cimriliğinin boynunu vurmakla, nefsi dizginlemektedir.
Misafire ikramda bulunan da öyle. Nefiste bencillik vardır. Bir insan bencilliğini bastırıp cömert davranıp misafirine ikramda bulunuyorsa, o da cimriliği dizginlemiş olur.
Felâket ânında yardım elini uzatmak da aynıdır. Böyle bir anda elinden
Felâket ânında yardım elini uzatmak da aynıdır. Böyle bir anda elinden tutulmaya son derece muhtaç olan bir insana destek vermek büyük bir fazilettir. Yapılan en küçük yardımlar dahi nefsin cimriliğini kırma mânâsına gelir.
Böyle kimselere Cenab-ı Hak büyük mükâfatlar verecektir.
1838. [3:289, Hadîs No: 3422]
Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:
Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa zararı sahibine döner: Zulüm, hîle ve sözünden dönme.[12]
1839. [3:289, Hadîs No: 3423]
Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa o kişi sevabı hak eder ve imânım olgunlaştım*: insanlarla hoş geçineceği bir ahlâk, kendisini Allah'ın yasaklarından alıkoyan bir takva ve câhillerin kabalığına aldırış ettirmeyen bir hilim.[13]
1840. [3:290, Hadîs No: 3424]
İbni Abbas (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarım rivayet ediyor:
Üç şey vardır ki, onlar veya onlardan bir tanesi her kimde bulunursa Cennette istediği kadar hurilerle evlensin. Kendisine birşey emânet edilip o emâneti aziz ve celil olan Allah'ın korkusundan sahibine teslim eden kişi, öldürücü bir darbe yeyip ölmek üzere iken katilini affeden kişi ve her namazdan sonra on defa Ihlâs Sûresini okuyan kişi.[14]
1841. [3:290, Hadîs No: 3425]
Cabir'den (r.a.) rivayetle:
Üç şey vardır ki kimde bulunursa Allah onları Arş'ının gölgesinden başka gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde Arş'ın gölgesinde gölgelendirecektir: Bu üç şey: Soğuk sıcak demeden ve her türlü zorluğa rağmen abdest almak, karanlık gecelerde mescidlere gitmek ve açları doyurmaktır.[15].
1842. [3:290, Hadîs No: 3426]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Üç şey vardır ki, kim imanlı olduğu halde onları yerine getirirse Cennete dilediği kapısından girer ve istediği yerde hurilerle evlendirilir. Ölmeden önce katilini affeden,üzerindeki kimsenin bilmediği borcu ödeyen ve her farz namazdan sonra on defa îhlâs Sûresini okuyan.[16]
1843. [3:290, Hadîs No: 3427]
el-Hasan'dan (r.a.) rivayetle:
Allah buyuruyor ki: "Üç şey vardır ki, kim onları titizlikle yerine getirirse o Benim gerçek dostumdur. Kim de terkederse o Benim gerçek düşmanımdır. Bunlar: Namaz, oruç ve boy abdesti gerektiğinde yıkanmaktır.[17]
1844. [3:291, Hadîs No: 3428]
Muâz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:
Üç şey vardır ki, onları yapan büyük günah işlemiş olur. Haksız yere açılmış bir bayrağın etrafında toplanan, anne babasına isyan eden, yardım etmek için zâlimle beraber yürüyen.[18]
Haklı, makûl ve meşru bir sebep ve gerekçe olmaksızın meşru idareye bayrak kaldırmak ve onun etrafında toplanmak, toplumu ve milleti büyük felaketlerle baş başa bırakır. Birlik ve beraberliği tehlikeye sokar. Kardeşlik ve dayanışmayı sarsar. Zulüm ve haksızlıklara sebep olur. Kan dökülmesine kadar götürüp bölünme tehlikeleri dahi başgösterebilir. Eğer bir hak çiğnenmiş ve hak arama söz konusu olmuşsa, onun meşru yollan vardır. O yollara başvurulmalıdır. Haksız yere yapılan başkaldırmalardan hem başkaldıranlar, hem İslâm, hem de Müslümanlar büyük zarar görür.
Ana babaya isyan etmek ise, yedi büyük günah arasında sayılmıştır. Hürmete, sevgiye ve iyiliğe herkesten daha çok lâyık olan o fedakâr insanlara en güzel şekilde davranmak gerekirken, isyan etmek elbette bağışlanabilecek bir hareket değildir.
Zâlime yardım etmek de böyledir. Bu maksatla onunla birlikte yürüyen kimseler zalime destek verdikleri için büyük günah İşlemiş olurlar. Islâmın şiddetle yasakladığı hususlardan birisi zulümdür. Âyet ve hadislerde âhirette zalimlerin yardımcıları bulunmayacağı bildirilir. Allah'ın, Peygamberinin ve kâmil insanların savaş açtıkları zalimlere destek vermek elbetteki büyük bir günahtır. Bir âyette, "Zulme en küçük bir meyil dahi göstermeyin"[19] diye mü'minler ikaz edilirler. Bu âyet; değil sadece haksızlık ve zulüm yapmayı, zalimlere katılmayı, dalkavukluk yapmayı, taraftar ve âlet olmayı, zulme desteklik mânâsına gelebilecek beraberlikleri ve zulme en küçük bir meyil göstermeyi dahi şiddetli ve dehşetli bir şekilde tehdit etmektedir.
Şu unutulmamalıdır ki, mazlumun dost ve yardımcısı Allah'tır. Zalimin hasmı da Allah'tır. Zalimin yaptığı asla yanına kalmaz. Mazlumun duası Arş'a kadar yükselir, arada hiçbir perde bulunmadığı için Allah onun duasını hemen kabul eder ve gereken cezasını verir. Zulmünü yanına bırakmaz. Aziz-i Züntikam olan Allah mazlumun hakkını er veya geç muhakkak zalimden alır.
1845. [3:291, Hadîs No: 3429]
Enes'den rivayetle:
Üç şey vardır ki, kim onları yaparsa oruca dayanma gücü kazanır. Su içmeden önce yemek yiyen, sahura kalkan ve kaylûle uykusuna yatan.[20]
İbâdetleri nasıl olursa olsun yapmak değil, en iyi şekilde yapmak esas olmalıdır. Orucu da en mükemmel tarzda tutmak gerekir. Resûî-ü Ekrem (a.s.m.) oruçta sıkıntı çekmememiz, hem sağlıklı kalıp hem de diğer işlerimizi rahatça yürütebilmemiz için nasıl oruÇ tutmamız gerektiğini göstermiştir. Çünkü oruç sadece boş insanların işi değil, icabında herbiri değişik iş ve güçte çalışan, birçok işleri birlikte yapması gereken kimselerin yaptığı bir vazifedir. Hem orucunu en güze! şekilde tutacak, hem de işlerini sıkıntı çekmeden kolayca yürütelebilecek-tir. Hele bazı insanlar vardır ki ağır işlerde çalışır, diğerlerine göre güce, kuvvete daha çok ihtiyaç duyar. Bunun için yukardaki tavsiyelerin büyük önemi vardır. İnsan hararate kapılıp çok su içer, midesini suyla doldurursa, yemeğe yer kalmaz, kalmayınca da oruçluyken çabuk acıkır, dayanma gücü bulamaz.
Oruç için sahura kalkmanın da büyük önemi vardır. Bir kimsenin iftarda yediği yemekle yaklaşık yirmi dört saaî oruç tutmasıyla sahura kalkıp da yemek yiyerek oruç tutması arasında elbette büyük farklar vardır. Sahura kalkan daha dayanıklı olur ve orucu daha rahatça tutar.
Kaylûle uykusunun da oruca dayanıklılık açısından büyük faydası vardır. Kaylûle, sabah kerahet vakti çıktıktan sonra ikindiden önceye kadarki süre içerisinde belli bir süre uyunan uykudur. Bu zaman zarfında alınan yarım saat uyku gecenin iki saatine bedeldir. Üstelik vücudu dinç ve zinde tutma bakımından da büyük bir öneme sahiptir. Bu gerçek ilmen de tespit edilmiştir
deldir. Üstelik vücudu dinç ve zinde tutma bakımından da büyük bir öneme sahiptir. Bu gerçek ilmen de tespit edilmiştir. Dinlenen vücut oruca daha dayanıklı hale gelir.
1846. [3:291, Hadîs No: 3430]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Üç şey vardır ki, kini Allah'a güvenerek ve sevabını Ondan bekleyerek onları yaparsa kendisine yardım etmesi ve o işi onun için mübarek kılması Allah'ın üzerine bir hak olur: Esiri hürriyete kavuşturmak için çalışan, evlenen ve ölü bir araziyi ekime hazır hale getiren.[21]
1847. [3:292, Hadîs No: 3431]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Üç şey vardır ki, onlar kime verilmişse, o kişiye Davud'un (a.s.) âline verilen nimetler kadar nimet verilmiş sayılır: Bu üç şey: kızarken de, severken de adaletten ayrılmamak, fakirken de zenginken de iktisatlı davranmak, gizlide de, açıkta da Allah'tan korkmaktır.[22]
1848. [3:292, Hadîs No: 3432]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Üç şey vardır ki, iman ahlâkındandır: Öfkelendiğinde öfkesi onu bâtıla sevketmeyen, hoşlandığında hoşnutluğu onu haktan dışarı çıkarmayan, gücü yettiğinde hakkı olmayan şeyi zimmetine geçirmeyen kimselerin ahlâkı.[23]
1849. [3:293, Hadîs No: 3434]
Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Üç şey imanın aslmdandır: (1) "Lâ ilahe illallah" diyen kimseye sıkıntı vermemek, hiçbir günah sebebiyle onu günahla damgalamamak ve hiçbir amelinden dolayı onu İslâm dışına atmamak. (2) Ci-had, Allah beni peygamber olarak gönderdiği günden itibaren tâ ümmetimin sonu Deccal ile savaşıncaya kadar devam edecektir. Ne bir zâlimin zulmü, ne de bir âdilin adaleti onu ortadan kaldırmayacaktır. (3) Kadere iman.[24]
1850. [3:294, Hadîs No: 3438]
İbni Kurra (r.a.) rivayet ediyor:
Her ne kadar nimetlerin devamları olmasa da şu üç şey dünya ni-metlerindendir: (1) Uysal bir binit, (2) Dindar ve itaatkâr bir hanım, (3) Geniş bir ev. [25]
1851. [3:294, Hadîs No: 3439]
Enes'den rivayetle:
Şu üç şey iyilik hazinelerindendir: (1) Sadakayı gizli vermek, (2) uğradığı musibeti insanlardan gizli tutmak, (3) şikâyetini sadece Allah'a arzetmek. Böyle bir kulu için Allah şöyle buyurur: 'Kuluma bir belâ verdiğimde sabretti, Beni kendisini ziyarete gelenlere şikâyet etmedi. Ben de hastalık sebebiyle eriyen etinin yerine daha hayırlı bir et; kanı yerine de hayırlı bir kan vereceğim. Eğer iyileştirirsem onu hiçbir günahı kalmamış bir halde sıhhatine kavuşturacağım.
almamış bir halde sıhhatine kavuşturacağım. Ruhunu alırsam rahmetime eriştireceğim.[26]
1852. [3:295, Hadîs No: 3441]
Ammar bin Yâsir (r.a.) rivayet ediyor:
Şu üç şey imandandır: Azdan da vermek, tanıdığı tanımadığı her Muslumana selâm vermek, kendi aleyhine de olsa âdil davranmak.[27]
1853. [3:297, Hadîs No: 3446]
Hz. Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Şu üç şeyin doğru olduğuna yemin ederim: (1) Allah islâm'da nasibi olan kimseyi îslâmdan nasipsiz kimseyle bir tutmaz. îslâmdan na-sib ise şu üç şeydir: Namaz, oruç, zekât. (2) Allah dünyada bir kulunu dost edinirse, Kıyamet Gününde başkasının dostluğuna terket-mez. (3) Bir kimse bir topluluğu severse Allah onu mutlaka onlarla beraber kılar. Dördüncü birşey daha vardır ki, doğru olduğuna yemin etsem günahkâr olmayacağımı umanm. O da şudur: Allah dünyada bir kulunun kusurunu örterse, Kıyamet Gününde de mutlaka örter.[28]
1854. [3:299, Hadîs No: 3450]
Ebû Kebşe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Size bir söz söyleyeceğim, onu hatırınızda iyi tutun. Dünya ancak şu dört grup insanındır: Bir kula Allah mal ve ilim vermiş, o da bu konuda Rabbinden korkuyor, bunlarla akrabalarına iyilik yapıyor ve Allah'ın bunda bir hakkı olduğunu biliyor. Bu kimse en üstün mertebededir. Bir kula da Allah ilim vermiş, mal vermemiş fakat iyi niyetlidir. "Eğer malım olsaydı, falan kimse gibi davranırdım" der. Bu kimse niyetine göre mükâfat alır. Bu ikisinin mükâfatı eşittir. Bir başka kula Allah mal vermiş, ama ilim vermemiş. Bu kimse malını bilgisizce harcar, malı konusunda Allah'tan korkmaz, onunla akrabalık haklarını yerine getirmez, Allah'ın onda bir hakkı olduğunu bilmez, îşte bu kişi en kötü derecededir. Bir kul da var ki, Allah ona ne mal vermiş, ne de ilim. "Eğer malım olsaydı, falan.gibi davranırdım" der. Bu da niyetine göre karşılık görür. İkisinin de günahı aynıdır.[29]
1855. [3:300, Hadîs No: 3451]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Üç şey. vardır ki, ciddisi de ciddî, şakası da ciddidir: Nikâh, boşama ve kişinin ric'i talakla boşadığı hanımına geri dönmesi.[30]
1856. [3:300, Hadîs No: 3452]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Üç kişi vardır ki, dualarını geri çevirmemek Allah üzerine bir haktır: Orucunu açıncaya kadar oruçlu, hakkım alıncaya kadar mazlum, evine dönünceye kadar misafir.[31]
1857. [3:300, Hadîs No: 3454]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Şu üç duâ vardır ki, hiç şüphe yok kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin d
Şu üç duâ vardır ki, hiç şüphe yok kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası, babanın çocuklarına dûâsı.[32]
1858. [3:302, Hadîs No: 3457]
Ebû Hüreyre rivayet ediyor:
Şu üç şeyin gerçek olduğunu bilirim: Kişi kendisine yapılan bir haksızlığı affederse Allah bundan dolayı mutlaka izzetini artırır. Kişi malını arttırmak niyetiyle kendisine bir dilencilik kapısı açarsa, Allah bu yüzden mutlaka fakirliğini arttırır. Kişi sadaka vermek için kendisine bir kapı açarsa, bununla da Allah'ın rızâsını gaye edinirse, Allah mutlaka onun malını arttırır.[33]
1859. [3:302, Hadîs No: 3458]
Şu üç şey her Müslüman üzerinde yerine getirilmesi gereken bir haktır: Cuma günü yıkanmak, misvak kullanmak ve güzel koku sürünmek.[34]
1860. [3:302, Hadîs No: 3459]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Üç şey vardır ki, üçü de her Müslümanm üzerinde haktır. Hastayı ziyaret etmek, cenazeye katılmak ve hamd ederse aksıran kimseye "Yerhamükallah" demek.[35]
1861. [3:304, Hadîs No: 3465]
Harise bin Numan (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Üç kötü huy vardır ki, ümmetim bundan kurtulamayacaktır: Sû-i zan, hased ve birşeyi uğursuz saymak. Bir zanna kapıldığında o zan-la hüküm verip öyle hareket etme. Hased ettiğinde Allah'tan afnnı dile. Bir şeyi uğursuz saydığında, ona itibar edip de işinden geri kalma.[36]
Kur'ân-ı Kerim, "Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı büyük günahtır"[37] buyurur. Kur'ân'ın yasakladığı zan, sü-i zandır. Sû-i zan, bir kimse hakkında kötü zan besleme, aleyhine olarak olmayanı olmuş, varmış gibi sanmadır. Asıl olan hüsn-ü zan iken, elde delil bulunmadığı sürece hüsn-ü zan yapmak gerekirken sû-i zanna girmek veballi bir davranıştır. Bu konuda Mesne-vî-iNuriye'de şöyle denilir: "Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin; ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin [kötülemesin.]... Sû-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı [sosyal hayatı] zedeler."[3
mesin; ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin [kötülemesin.]... Sû-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı [sosyal hayatı] zedeler."[38]
O halde hüsn-ü zan esas olmalı, sebebini, hikmetini bilmediğimiz bir davranışı hemen kötüye yormamalıyız. Hadiseler yanıldığımızı ortaya koyar da pişman duruma düşeriz.
Hadiste ümmet-i Muhammed'in kurtulamayacağı hususlardan biri de hased-dir. Hased, Türkçemizde çekememezlik mânâsına gelir. Başkalarının zekâ, kabiliyet, başarı, fazilet ve üstünlüklerini çekememektir.
Hased öylesine kötü bir huydur ki, bu mikrobu taşıyan kimse başkasında bir nimet ve üstünlük görse onu kıskanmaya kalkar. Bu onu o noktaya götürür ki, o nimetlerin sadece kendisinde bulunmasını ister. Başkalarında bulundukça da huzuru kaçar, o kimseler hakkında kötülük düşünmeye başlar. O kimsenin bu imkân ve nimetlerden mahrum kalabilmesi için akla hayale gelmedik hile ve tuzaklara başvurur, iftiraya; malına, canına sûikaste kadar gidebilir. İşte hasedin bu tehlikeleri sebebiyledir ki bir hadis-i şerifte, "Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi hased de iyi amelleri yiyip bitirir"[39] Duyurulmuştur. Hasedçinin şerrinden de Allah'a sığınma tavsiye edilmiş ve bir âyette şöyle buyurulmuştur:
"Hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden Allah'a sığınırım."[40]
Hased, öyle kötü bir huydur ki zararı hased edilenden daha çok hased edene dokunur. Çünkü hasedçi hased ettiği kimseler nimet ve imkânlara kavuştukça huzursuz olur, act çeker. Yükselip başarı üstüne başarı kazandıklarında kendilerini için için yiyip bitirirler.
Hasedin çaresi, hased edilen şeylerin akıbetini düşünmektir. Düşünüldüğünde görülecektir ki, hased edilen kişideki zekâ, güzellik, güç, kuvvet, servet, makam ve mertebe fanîdir, geçicidir. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer âhirete ait meziyet ve faziletlerde hased ediyorsa, bu onun riyakâr olduğunu gösterir, âhi-ret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut haset ettiği kişiyi riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
Aynı zamanda hasedçi bu haliyle kadere de bir nevi itiraz etmiş olur. Çünkü iyiliği ihsan eden İlahî takdirdir. Allah ona iyilikte bulundukça kadere küser, kaderi ve rahmeti tenkide kalkar. Kaderi tenkit eden ise başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden de rahmetten mahrum kalır.
Eğer insan, "Ne yapayım bu duygu içime işlemiş. Huyum böyle. Kendimi tutamıyorum" derse, hasedin zararından kurtulmasi için şu çareyi gösterebiliriz:
Eğer bu duygu içte kalır, haset ettiği kişiye karşı kötü bir tavır ve tutum içine girmez, dedikodu, gıybet yoluna gitmez, aksine o duyguyla mücadele edip kardeşine karşı iyi bir tutum ve davranış sergilerse, vebalden kurtulur. O duyguyu diz-ginleyemez, içinden atamazsa da içinden pişmanlık duyması, kusurunu anlayıp kurtulma çabası içerisine girmesi, haksızlığını anlaması, onu şerrinden kurtarır.
Hadiste herhangi birşeyin uğursuz sayılması da yasaklanan davranışlar arasında sayılmıştır.
Hadiste ümmetin kurtulamayacağı bildirilen bu üç husus umûmî değildir. Bu üç huyun bütün bütün ortadan kalkmayacağı, sayılı bir kısım fertlerde de olsa varlıklarını devam ettireceği mânâsındadır. Peygamberimiz hadislerinde ayrıca bunlardan kurtuluş yolunu da göstermiş, sû-i zanna kapılana o zanna göre hüküm verip ona göre davranmamayı, hased ettiğinde Allah'tan af dilemeyi, kişiden de hakkını helâl etmesini istemeyi bir şeyi uğursuz saydığında da bu kuruntusuna itibar edip de işten geri kalmamayı öğütlemektedir.
1862. [3:306, Hadîs No: 3469]
1862. [3:306, Hadîs No: 3469]
Hz. Ali rivayet ediyor:
Şu üç şeyin ihmaline hiçbir insan için izin ve müsamaha yoktur: Müslüman olsun kâfir olsun anne babaya iyilik, Müslüman olsun kâfir olsun verilen sözü yerine getirme, Müslüman olsun kâfir olsun aldığı emâneti sahibine vermek.[41]
1863. [3:306, Hadîs No: 3470]
Seuban'den (r.a.) rivayetle:
Şu üç şey Arş'a yapışıp yalvarıyorlar: Akrabalarla iyi ilişki şöyle diyor: "Allah'ım, Sana sığınıyorum, koparılmayayım." Emânet şöyle diyor: "Allah'ım, Sana sığınıyorum, bana hiyanet edilmesin." Nimet şöyle diyor: Allah'ım, Sana sığınıyorum, bana karşı nankörlük yapılmasın."[42]
1864. [3:307, Hadîs No: 3472]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Şu üç şey vardır ki helak edicidir, üç şey vardır ki kurtarıcıdır, üç şey vardır ki günahlara keffâret bir, üç şey de vardır ki kişinin derecesini yükseltir. Helak ediciler şunlardır: îtaat edilen cimrilik, peşinden koşulan nefsin kötü arzuları ve kişinin ameline güvenip kendisini garantide hissetmesi. Kurtarıcılar da şunlardır: Öfkeli iken de, hoşnutken de âdil davranmak; fakirken de, zenginken de iktisat etmek ve gizlide de, açıkta da Allah'tan korkmak. Günahlara keffâret olan üç şey ise şunlardır: Bir namazı kıldıktan sonra diğer vaktin namazının beklentisi içerisinde olmak, şiddetli soğuk günlerde abdest almak ve cemaate devam etmek. Kişinin derecesini yükselten şeylere gelince: Yemek yedirmek, selâmı yaymak ve insanlar uykuda iken gece kalkıp namaz kılmak.[43]
1865. [3:308, Hadîs No: 3474]
Avn bin Abdullah bin Utbe'den (r.a.) rivayetle:
Üç şey imandandır: Haya, harama iltifatsızhk ve dinde ince anlayış ve ilim konusu hariç, ısrarla haklı olduğunu kabul ettirmeye çalışmamak. Bunlar, kişinin dünyalığını azaltan ve âhiret azığını arttıran şeylerdendir. Fakat âhirette arttırdıkları dünyada eksilttiğinden fazladır. Üç şey vardır ki, nifaktandır: Müstehcen konuşma, hayâsızca davranışlar ve cimrilik. Bunlar dünyalığı arttıran, âhiret azığını azaltan şeylerdendir. Fakat âhiret azığından eksilttikleri dünyalıktan arttırdıklarından fazladır.[44]
1866. [3:308, Hadîs No: 3475]
Ebû Katade (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Her aydan üç gün ve Ramazan'dan Ramazan'a oruç tutmak, bütün seneyi oruçlu geçirmek gibidir.[45]
1867. [3:310, Hadîs No: 3478]
Hz. Ali'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Üç şey vardır, geciktirilmez: Vakti geldiğinde namaz, hazır olduğunda cenaze ve dengi bulunduğunda bekar.[46]
1868. [3:310, Hadîs No: 3479]
Abdullah bin Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Şu üç ikram vardır ki geri çevrilmez: Üzerine oturulacak veya yaslanılacak şey, güzel koku ve süt.[47]
1869. [3:311, Hadîs No: 3481]
Sevban (r.a.) rivayet ediyor:
Üç şey vardır ki, onları yapmak hiç kimseye helâl değildir: Kişi bir topluluğa imam olup da sadece kendisine duâ edemez. Ederse onlara hıyanet etmiştir. Kişi izin almadan evin içine bakamaz. Böyle yaparsa izinsiz girmiş demektir. Kişi abdesti çok sıkışıkken o halden kurtuluncaya kadar namaz kılamaz.[48]
1870. [3:314, Hadîs No: 3489]
îmran bin Husayn'den (r.a.) rivayetle:
Şu üç şeyle kul dünya ve âhiretin bol nimetlerine kavuşur: Belâya karşı sabır, kadere rızâ, refah ve bollukta duâ.[49]
1871. [3:314, Hadîs No: 3490]
üz. Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Şu üç şey seni Müslüman kardeşine samimî olarak sevdirir: Karşılaştığında selâm verirsin, bir toplulukta otururken geldiğinde ona yer açarsın, onu ençok sevdiği ismiyle çağırırsın.[50]
1872. [3:314, Hadîs No: 3491]
Muhammed bin Atiyye'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Üç şey vardır ki, onlara şahit olduğunda Kıyamet kopar: Eski binaların yıkılarak, terkedilmiş ve daha Önce mamur olmayan yerlere binalar dikilmesi, İyiliğin kötülük, kötülüğün iyilik olarak görülmesi ve kişinin, devenin, ağacı kırıp döktüğü gibi emâneti hafife alıp gerekli önemi vermemesi.[51]
1873. [3:315, Hadîs No: 3492]
Câbir (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla-rını rivayet ediyor:
Üç ses vardır ki, Allah onlarla meleklere karşı iftihar eder: Ezan sesi, Allah yolunda çarpışırken getirilen tekbir sesi ve hacda yüksek sesle söylenilen "Lebbeyk..." sesi.[52]
1874. [3:315, Hadîs No: 3493]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Şu üç göze Cehennem ateşi dokunmaz: Allah yolunda savaşırken kaybedilen göz, Allah yolunda nöbet tutan göz ve Allah korkusundan dolayı ağlayan göz.[53]
1875. [3:315, Hadîs No: 3494]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Üç grup insan vardır ki, Kıyamet Günü ben onların hasmıyım. Ben kimin hasmı olursam onunla dâvâlaşırım. Benim ismimi kullanarak söz verip de sözünden dönen, hür bir kişiyi satıp parasını yiyen ve bir işçi tutup hakkıyla çalıştırdığı halde ücretini tam vermeyen.[54]
1876. [3:316, Hadîs No: 3497]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek, Allah üzerine bir haktır. Allah yolunda cihad eden, bedelini verip kendisini hürriyete kavuşturmak isteyen köle, namus ve iffetini muhafaza etmek düşüncesiyle evlenmek isteyen kimse.[55]
Allah'ın yardımına mazhar olan üç kişiden biri cihad eden kimsedir. Dini, vatanı, milleti korumak, Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad, insanın üzerinden gevşeklik, rehavet tozlarını atar. İnsana canlılık kazandırır. Cesaretle düşmanın üzerine yürüyen asker, genellikle muvaffak olur. Çünkü cesaret başa-rı-nın ilk şartıdır. Yalnız modernize olmak, çağın şartlarını dikkate alarak silahlanmak gerekir ki hedefe ulaşılabilsin. Ihlasla çalışmak, hazırlanmak, neticeyi Allah'a bırakmak başarının temelini teşkil eder. Nitekim bir âyette, "Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sebat verir" [56] buyurulmuştur ki burda Allah'ın dinine yardımdan maksat başta cihad olmak üzere dinin ayakta kalması, güçlenmesi için yapılan her türlü hizmettir.
Günümüzın şartları içerisinde yapılması gereken bir çeşit cihad daha vardır ki bu da manevî cihaddır. Manevî cihâd Allah'ın dinini yaymak için köşe bucak dolaşmak, muhtaçlara Allah'ı, peygamberi anlatmak, îmanları kurtarmak için çırpınmaktır. Allah'ın böyle mücâhidlerin yollarını açacağında şüphe yoktur. Diğer bir âyette de bu gerçek açık açık şöyle anlatılır: "Biz uğrumuzda cihad edenlere yollarımızı gösteririz."[57]
Evet Allah, cihad edenlere yollarını gösterir, işlerini kolaylaştırır, muvaffak kılar, rızrklarına bereket, gönüllerine rahatlık verir. Ömrünü îman ve Kur'ân hizmetine adayan Bedîüzzaman Hazretleri kudsî hizmette hissettiği bu hakikati şöyle dile getiriyor:
"Ben, kat'î bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat'î kanaatim gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki, Risale-i Nurun hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat [genişlik], ferahlık, bereket görüyorum. Hem orada iken, hem burada çok kardeşlerimden aynı haleti hissettim ve ediyorum. Ve çokları itiraf ediyor ki, 'Biz de hissediyoruz' derler."[58]
Hadiste Allah'ın yardım edeceği bildirilen bir diğer grup, kölelerdir. Kölelik, Islâmiyetten önce Araplar arasında bütün şiddet ve dehşetiyle devam ediyordu. Köleler insanlık dışı işlerde çalıştırılıyor, her türiü zulüm ve işkence reva görülüyordu. Bazan aç ve susuz bırakılarak ölüme terkediliyorlar, bazan da zevk için öldürülüyorlardı.
Böyle bir zamanda ortaya çıkan Yüce dînimiz, köleliği vahşî bir suretten kurtardı, zaman içerisinde bütünüyle ortadan kalkmasına sebep olacak şartları hazırladı. Tarihin her devrinde insanlık dışı muamele gören, zulüm ve işkencenin her türlüsü reva görülen köleler, İslâmiyet sayesinde ancak rahat bir nefes alabilmişlerdir. Dinimiz kölelere birçok hak vermiş, onları devletin himâyesi altında almıştır. Hadis ve fıkıh kitaplarımızda "ıtk" yani köle azadı başlığı altında bu hakların izah edildiği bir bölüm vardır.
Islâmiyette kadın olsun, erkek olsun, hürriyet nimetinden mahrum kalanlara karşı büyük bir şefkat ve himaye gösterilmiş, hürriyetlerini kaybeden insanların tekrar hürriyetlerine kavuşabilmeleri için bâzı hükümler getirilmiştir. Bir mü'minin bâzı hatâ ve kusurlarına karşılık, günahını affettirebilmek için keffâret ödemesi gerekir. Meselâ Ramazan orucunu kasdî olarak bozan, yanlışlıkla adam öldüren, yeminini bozan kimseler, bu günahlarının affı için keffâret öderler. İşte bu keffâretin başında köle azâd etmek ilk sırayı alır.
Köle azadını teşvik eden bir diğer esas da ha
köle azâd etmek ilk sırayı alır.
Köle azadını teşvik eden bir diğer esas da hadiste İfâde edilen "mükâ-teb"liktir. Bu, efendisi tarafından hürriyeti için bir kıymet takdir olunan kölenin belirtilen parayı kazanıp ödemesi yoluyla hürriyetini kazanmasıdır. Yüce Rabbi-miz kullarını buna teşvik etmiş ve bir âyetinde bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Kölelerinizden bir bedel karşılığında hürriyetine kavuşmak isteyenlere, eğer onlarda bir hayır görüyorsanız, anlaşma yapın. Allah'ın size ihsan ettiği maldan onlara da verin."[59]
Bir âyet-i kerimede de dînen zengin sayılanların vermesi farz olan zekâtın verilmesi gereken yerlerden birisinin de mükâteb köleler olduğu bildirilir[60]
işte Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadîslerinde hürriyetine kavuşmak için efendisi ile anlaşan kölelere, Allah'ın yardım edeceğini bildirmektedir.
Hadîste ifâde edilen Allah'ın yardım edeceği kimselerden olan bir grup da, namusunu korumak düşüncesiyle evlenmek isteyen kimsedir.
Evet, bir insan harama düşmek korkusuyla evlenmek isterse, Cenabı Hak ona yardım eder. Hiç ummadığı yerden ona ihsanda bulunur. Evli olan herkes kendi şahsî hayatında bu kolaylağın örneğini görmüş ve yaşamıştır. Bu yardımların kaynaklarının her zaman müşahhas ve beklenen yerler olması gerekmez. Bazen hiç umulmadık ve beklenmedik şekilde gelir. Öte yandan hayatın bu mühim hadisesinde genellikle akraba ve dostlar tarafından hatırlanılır. Pekçoğu yuva kurmanın güçlüklerini yaşamış bu yakın çevreler canla başla yardıma koşar, bu evliliğe katkıda bulunurlar.
1877. [ 3:318, Hadîs No: 3499]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Üç grup insan vardır ki, Kıyamet Günü miskten tepeler üzerine oturacaklar. Kıyamet korkusu onları etkilemez. İnsanlar korku içinde iken onlar korkmazlar. Bunlar: Sadece Allah'ın rızasını ve katındaki mükâfatı kazanmak için Kur'ân'ı öğrenip onun hükümlerine göre yaşayan kişi, sadece Allah'ın rızâsını ve katındaki mükâfatı kazanmak için her gün beş vakit insanları namaza çağıran müezzin, ki köleliği, kendisini, Rabbinin emrini yerine getirmekten alıkoymayan köledir.[61]
1878. [3:318, Hadîs No: 3500]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Uç sınıf insan vardır ki, gölgesinden başka gölge bulunmayan Kıyamet Gününde Allah'ın gölgeliğinde bulunacaklardır. Bunlar: (1) Her nereye yönelirse Allah'ın kendisiyle beraber olduğunu bilen kişi.
(2) Bir kadın kendisiyle beraber olmaya çağırdığında Allah'tan korktuğu için kabul etmeyen kişi, (3) Allah rızâsı için seven kişi.[62]
1879. [3:318, Hadîs No: 3501]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor
Üç grup insan vardır ki Arşın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde Arşın gölgesinde barınacaklardır. Bunlar: (1) Akrabalarına iyilik yapan kimse. Bu onun hem rızkını arttırır, hem de ömrünü uzatır. (2) Kocası ölüp arkada küçük yetimler bıraktığı halde "Evlenmeyeceğim. Çocuklarım ölünceye veya Allah onlan bana ihtiyaç bıraktırmayacak yaşa getirinceye kadar yetimlerimin başında duracağım" diyen kadın. (3) Bir yemek yapıp misafir çağıran ve yetime, fakire sadece aziz ve celil olan Allah rızâsı için güzelce yemek yedirerek onların duasını alan kimse.[63]
1880. [ 3:319, Hadîs No: 3502]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Üç kişi Allah'ın kesin himâyesi altındadırlar: Allah'ın camilerinden birine gitmek için çıkan kişi. Allah yolunda savaşa çıkan kişi. Hac yapmak üzere çıkan kişi.[64]
1881.[ 3:319, Hadîs No: 3503]
îbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Üç kişi vardır ki, Allah kesinlikle Cenneti onlara haram kılmıştır: İçki nıübtelâsı, anne babaya itaatsizlik eden, aile ve yakınlarını kıs-kanmayıp kötü yolda olmaların; hoş karşılayan deyyus.[65]
1882. [ 3:320, Hadîs No: 3504]
Ebû Ümâme'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Evine girerken selâm veren kişi Allah'ın himaye ve garantisi altındadır.[66]
1883. [3:320, Hadîs No: 3505]
Îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Üç kişi helâl olmak şartıyla yediğinden hesaba çekilmez. Oruçlu kimse, sahura kalkan kimse ve aziz ve celil olan Allah yolunda düşmana karşı duran kimse.[67]
1884. [3:320, Hadîs No: 3506]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Üç kimse vardır ki, imanları kemâle ermiştir: Allah yolunda hiçbir kınayıcımn kınamasından korkmayan kimsenin. Amelinde asla gösteriş yapmayan kişinin ve biri dünya diğeri âhiretle ilgili iki işle karşılaştığında âhirete âit olanı dünya işine tercih edip onu yapan kimsenin.[68]
1885. [3:320, Hadîs No: 3508]
Sa'd bin Ebî Vakkas (r.a.) rivayet ediyor:
Üç şey saadet alâmeti; üç şey de bedbahtlık alâmetidir. Saadet alâmeti olan üç şey şunlardır: (1) Gördüğünde suret ve ahlâkından hoşlandığın. Namus ve malın hususunda kendisine güvendiğin dindar kadın. (2) Rahat yürüyen, seni yormayan, sıkıntıya sokmayan, dost ve ahbabına kolayca yetiştiren iyi bir binek. (3) îçinde yeterli eşyası bulunan rahat ve geniş bir ev.
Bedbahtlık alâmeti olan üç şey ise şunlardır: (1) Gördüğünde suret ve ahlâkından rahatsız olduğun, dili ile sana eziyet veren, sen yokken namusu ve malın konusunda kendisine güvenemediğin kadın. (2) Yürütmek için vurduğunda seni yoran, kendi haline bıraktığında seni dost ve arkadaşlarına kavuşturmayan, yarı yolda bırakan tenbel ve yavaş binek. (3) Dar ve yetersiz eşyası bulunan ev.[69]
Peygamberimiz bu hadîslerinde râliha bir kadını saadet alâmeti olarak saymaktadır. Aynı zamanda da erkeğin hanımı üzerindeki haklarından bâzılarını zikretmektedir. Bu haklardan birincisi ve en mühimi, kadının namusunu koruması ve Allah'ın emrettiği şekilde örtünmesidir. İkincisi ise, ailenin kazancını saçıp savurmaması, israfa ve gösterişe girmemesidir.
Bu iki hususun aile hayatında doldurulmaz bir yeri vardır. Kadın, kocasının namusunu korur, malını israf etmezse, o aile büyük ölçüde huzur içerisinde olur. Çünkü ailede geçimi, ünsiyet ve ülfeti tamamlayan, arkadaşlığı samimileş-tiren, kadının iffetini koruması ve kötü ahlâktan uzak bulunmasıdır.
Kadın namusunu korumaz, açılıp saçılır, kocasının
dının iffetini koruması ve kötü ahlâktan uzak bulunmasıdır.
Kadın namusunu korumaz, açılıp saçılır, kocasının kazancını har vurup harman savurursa, o aile artık bir sıkıntı yuvası halini alır. Hiçbir erkek böyle bir kadınla mutlu bir hayat yaşayacağını söyleyemez.
O halde huzurlu bir hayat yaşamak isteyen bir erkek, Peygamberimizin (a.s.m.) "dindar kadını tercih edin" tavsiyesinin dışına çıkmamalı, kendisi de dindar eşine lâyık olmaya çalışmalıdır.
Hadiste saadet alâmeti sayılan diğer iki şeyden birisi, kişiyi dost ve ahbabına kolayca yetiştiren iyi bir binek, diğeri de içinde yeterli eşyası bulunan geniş ve rahat evdir.
1886. [ 3:321, Hadîs No: 3510]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Üç şey Allah katında güzel ve asil huylardandır. Sana zulmedeni affetmen, sana vermeyene vermen ve seninle irtibatını kesenle iyi ilişkilerini sürdürmen.[70]
1887. [ 3:322, Hadîs No: 3513]
Rebîa bin Vakkas (r.a,) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Üç durum vardır ki, onlarda hiçbir kulun duası geri çevrilmez: Issız ve Allah'tan başka hiç kimsenin kendisini görmediği bir yerde kalkıp namaz kılan. Savaşta bir grupla beraber çarpışırken arkadaşları kaçtığı halde kendisi sebat eden kişi ve gecenin sonuna doğru ibâdet yapan kişi.[71]
1888. [3:322, Hadîs No: 3515]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Üç grup insan vardır ki, Kıyamet Günü Allah onlarla çok çok konuşacak: İki kişi arasında hiçbir zaman iki yüzlülük edip aralarını bozmayan kişi. Hiçbir zaman zina etmeyi aklından geçirmeyen kişi. Kazancını asla faize bulaştırmayan kişi.[72]
1889. [3:323, Hadîs No: 3516]
Hasan el-Basrî (r.a.) rivayet ediyor:
Üç grup insan vardır ki, gıybetlerini yapman sana haram değildir: Günahı açıkça işlemekten sıkılmayan, zâlim idareci ve dinde olmayanı dine sokan bid'atçı.[73]
1890. [3:323, Hadîs No: 3518]
Muâviye bin Hayde'den (r.a.) rivayetle:
Üç kişi vardır ki, Kıyamet günü gözleri Cehennem ateşini görmez: Allah korkusundan ağlayan göz, Allah yolunda nöbet tutan göz ve Allah'ın haram kıldığı şeylere bakmaktan sakınan göz,[74]
1891. [3:325, Hadîs No: 3522]
Fudala bin Ubeyd (r.a.) rivayet ediyor:
Üç kişi vardır ki, onların halini hiç sorma, onlar helak olmuştur. Allah'la izarım ve ridasmı paylaşmaya kalkışan kişi. Allah'ın ridası büyüklüğüdür, izan ise izzet ve azametidir. Allah hakkında şüphe taşıyan kişi. Allah'ın rahmetinden ümit kesme
1891. [3:325, Hadîs No: 3522]
Fudala bin Ubeyd (r.a.) rivayet ediyor:
Üç kişi vardır ki, onların halini hiç sorma, onlar helak olmuştur. Allah'la izarım ve ridasmı paylaşmaya kalkışan kişi. Allah'ın ridası büyüklüğüdür, izan ise izzet ve azametidir. Allah hakkında şüphe taşıyan kişi. Allah'ın rahmetinden ümit kesmek.[75]
1892. [3:325, Hadîs No: 3524]
Ammar bin Yasir'den (r.a.) rivayetle:
Üç kişi vardır ki, melekler onlara hayır ile yaklaşmazlar: Kâfirin cesedine, kadınlara mahsus koku sürünen erkeğe ve yemek veya uyumak istediğinde namaz abdesti gibi abdest alanın dışında cünüb kimseye.[76]
Hadîste üç kişiye meleklerin hayır ile yaklaşmayacakları bildirilmektedir. Bunlardan birincisi, kâfirin cesedidir. Kâfirin cesedine melekler hayırla yaklaşmazlar.
İkincisi kadınlara mahsus koku sürünen erkektir. Çünkü dinimizde kadınların erkeklere benzemeye, erkeklerin de kadınlara her ne surette olursa olsun benzemeye çalışması haramdır. Peygamberimiz böylelerine lanet etmiştir. Dolayısıyla haram işleyen ve Peygamberimizin lanetini hak eden kimselere de meleklerin rahmetle yaklaşmaları düşünülemez.
Meleklerin rahmetle yaklaşmayacağı üçüncü grup insanlar, cünup kimselerdir. Cünup olan bir mü'min maddî bakımdan pis sayılmaz. Gusletmesi gereken bir kimse, yıkanma veya namaz abdesti gibi bir abdest alma imkânı varken bunu ihmal ederek uyur veya birşey yer, içerse rahmet meleklerinin o faydalı ve sıcak arkadaşlık ve yakınlığından, himayesinden mahrum kalırlar. Böyle bir kimse günahkâr sayılmasa bile böyle bir arkadaşlıktan mahrum kaldığı için zarardadır.
1893. [3:326, Hadîs No: 3527]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Şu üç kişi Cehennem ateşinden korunmazlar: Yaptığı iyiliği başa kakan, anne ve babasına karşı gelen ve içki içmeye devam eden.[77]
1894. [3:328, Hadîs No: 3533]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
Üç kişi vardır ki, onların hakkını ancak münafık olanlar küçümser: İslâm yolunda saçını ağartmış olan, ilim sahibi ve âdil idareci.[78]
1895. [3:329, Hadîs No: 3538]
Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:
Uç kişi vardır ki, Allah onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır. Bunlar: Eteklerini yerde sürüyerek yürüyen kibirli kimse, verdiği herşe-yi başa kakan kimse, yalan yere yeminle malını satan kimse.[79]
1896. [3:330, Hadîs No: 3540]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Üç kişi vardır ki, Kıyamet Günü Allah onlarla hoşnutluk ifâde eden sözlerle konuşmaz, onlara rahmet nazarıyla bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır. Kırda su başında bulunduğu halde onu yolculardan esirgeyen kişi. ikindiden sonra bir malı satarken o malı, gerçek öyle olmadığı halde şu şu fiyata aldığı hususunda Allah adına yemin edip müşterinin kendisine inandığı kişi.
1896. [3:330, Hadîs No: 3540]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Üç kişi vardır ki, Kıyamet Günü Allah onlarla hoşnutluk ifâde eden sözlerle konuşmaz, onlara rahmet nazarıyla bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır. Kırda su başında bulunduğu halde onu yolculardan esirgeyen kişi. ikindiden sonra bir malı satarken o malı, gerçek öyle olmadığı halde şu şu fiyata aldığı hususunda Allah adına yemin edip müşterinin kendisine inandığı kişi. Bir devlet başkanına sırf dünyalık için bîat edip idareciliğini onaylayan ve o dünyalığı kendisine verirse sözünde duran, vermediği takdirde ise sözünden dönen kişi.[80]
1897. [3:331, Hadîs No: 3541]
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet ediyor:
Üç kişi vardır ki Allah Kıyamet Günü onlarla konuşmaz. Onları temize çıkarmaz. Onların yüzüne bakmaz ve onlara acıklı bir azab vardır; Zina eden ihtiyar, yalan söyleyen idareci ve kibirli fakir.[81]
1898. [3:332, Hadîs No: 3545]
isme bin Mâlik'den (r.a.) rivayetle:
Uç kişi vardır ki, Allah yarın onların yüzüne rahmet nazarıyla bakmaz: Zina eden ihtiyar, yeminleri bir çıkar aracı yapıp doğru yalan demeden her konuda yemin eden ve övünüp kibirlenen fakir.[82]
1899. [3:334, Hadîs No: 3549]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayet ediyor:
Üç kişi vardır ki insanlar Mahşerde hesap verirken Allah'ın Arşının gölgesinde sohbet ederler. Bunlar; Allah yolunda hiçbir kmayıcı-nın kınamağımdan etkilenmeyen kişi, kendisine helâl olmayan şeye elini uzatmayan kişi ve Allah'ın bakılmasını haram kıldığı şeye bakmayan kişi.[83]
1900. [3:335, Hadîs No: 3550]
Ebû Zer'den (r.a.) rivayetle:
Üç kişi vardır ki Allah onları sever. Üç kişi de vardır ki Allah onlara buğz eder. Allah'ın sevdiği üç kişi şunlardır: (1) Bir ihtiyaç sahibi, aralarında akrabalık bağı bulunmayan bir tupluluğun yanma ihtiyacını arzetmek için varıyor. Onlar da hiçbirşey vermeden geri çeviriyorlar. Topluluğun arkasında oturan biri, gizlice ayrılıp ona ihtiyacı olan şeyi veriyor. Bu iyiliği sadece Allah ve verdiği kimse biliyor. (2) Bir grup insan gece boyunca yol almışlar. Öyle ki uyku kendilerine en sevimli ve dengi bulunmaz bir nimet haline gelmiş. Uzanıp yatmışlar. Aralarından biri kalkmış Bana yalvarıyor ve âyetlerimi okuyor. (3) Bir müfrezeyle birlikte düşmanla karşılaşan, yenilgiye uğradıkları halde, kendisi geri çekilmeyip düşmanla göğüs göğüse çarpı şıp şehid düşen veya kendisine fetih müyesser olan kimse.
Allah'ın buğzettiği üç kimse ise: Zina eden ihtiyar, kibirli fakir ve zalim zengindir. [84]
1901. [3:336, Hadîs No: 3552]
îbni Mes'ûd rivayet ediyor:
Üç kişi vardır ki, Allah onları sever: Gece kalkıp Allah'ın kitabını okuyan kişi. Sağ elinin verdiğini sol elinden gizleyecek kadar sadakayı gizli veren kişi. Bir savaşta bulunup da arkadaşları bozguna uğrayıp dağıldıkları halde, sebat ederek düşmanın üzerine yürüyen kişi.[85]
1902. [3:336, Hadîs No: 3555]
Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle:
Şu üç şeyden Allah son derece hoşnut olup onu yapanlara rahme-tiyle tecellî eder. Kişi gece kalkıp ibadet ettiği zaman, insanlar namaz için saf tuttukları zaman ve Allah yolunda savaş için sıra sıra oldukları zaman. [86]
1903. [3:337, Hadîs No: 3556]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Şu üç kimse vardır ki, Allah onları başka gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde, gölgesinde gölgelendirecektir: Emin tüccar, âdil idareci ve hararetle namaz vakitlerini gözleyen.[87]
1904. [3:337, Hadîs No: 3557]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Şu üç kişi âhiret günü hesap ânında helak olurlar: [îhlaslı davranmayan] Cömert, cesur ve âlim.[88]
1905. [3:337, Hadîs No: 3559]
Vadin bin Ata (r.a,) rivayet ediyor:
Şu sekiz sınıf insan Kıyamet Günü yaratıklar içerisinde Allah'ın ençok buğzettiği kimselerdir: Yalancılar, kibirliler, Müslüman kardeşine karşı göğüslerinde kin biriktirenler, onlarla karşılaştıklarında ise içlerinde sakladıklarının tersi bir tavır takınanlar, Allah ve Resulüne itaata çağrıldıklarında ağırdan alıp, şeytan ve emirlerine davet edildiklerinde ise hızla koşanlar, hiçbir şekilde hakları olmadığı halde, en ufak bir dünyalık dahi gözlerine çarpar çarpmaz yeminle ona sahiplenenler, söz götürüp getirenler, dostların arasını ayıranlar, suçsuz kimselerin ayağını kaydırmak isteyenler. İşte Aziz, Celil ve Rahman olan Allah, bunların yaptıklarını çok çirkin karşılıyor.[89]
1906. [3:338, Hadîs No: 3560]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Cennetin fiatı wLâ ilahe illallah"tır.[90]
1907. [3:338, Hadîs No: 3561]
Ibni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
îçki ve kumar haramdır. Her sarhoş edici şey haramdır.[91]
1907. [3:338, Hadîs No: 3561]
Ibni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
îçki ve kumar haramdır. Her sarhoş edici şey haramdır.[91]
1908. [3:339, Hadîs No: 3562]
Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Şarkıcı kadının aldığı para haramdır. Şarkı söylemesi haramdır. Onlara bakmak haramdır. Aldığı para köpek satımı karşılığında alınan para gibidir. Köpeğin parası haramdır. Eti haramla beslenen kimseye Cehennem ateşi daha lâyıktır.[92]
1909. [3:340, Hadîs No: 3567]
Muhacir bin Gunfuz (r.a.) rivayet ediyor:
Gücü yetmeyen hayvana birlikte binen üç kişi mel'ûndur.[93]
1910. [3:341, Hadîs No: 3569]
Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle:
Malın üçte birini vasiyet et. Üçte bir de çok olur ya. Vârislerini zengin olarak bırakman onları fakir ve insanlara el açar durumda bırakmandan daha hayırlıdır. Sen hanımının ağzına koyacağın lokmaya varıncaya kadar Allah rızası için neyi harcarsan onunla mükâfatlandırılırsın.[94]
Hadîste kişinin malının üçte birisini vasiyet edebileceğine dikkat çekilmektedir. Buna göre üçte birisinden fazlasını vasiyet etmek doğru değildir. Çünkü üçte birinden fazlasını vasiyet etmek mirasçılara zulümdür. Peygamber Efendimiz mirasçıları "zengin olarak bırakmanın onları fakir ve insanlara el açar durumda bırakmaktan daha hayırlı" olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca kişinin ailesi için harcadığı şeyden dolayı sevap kazanacağını nazara vermiştir. Başka bir hadislerinde de mirasçıları nazara almayarak fazla miktarda vasiyet edilmesini yasaklamıştır.[95]
1911. [3:343, Hadîs No: 3574]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Satılık evin komşusunun, komşu bulunduğu evi almaya herkesten daha çok hakkı vardır.[96]
1912. [3:343, Hadîs No: 3577]
Ebu Cuhayfe'den (r.a.) rivayetle:
Tecrübe sahibi yaşlılarla oturup kalkınız. Alimlere soru sorunuz. Hikmet sahipleriyle haşir neşir olunuz.[97]
1913. [3:344, Hadîs No: 3578]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.[98]
Hadis bizleri maddî ve manevî cihada çağırmaktadır.
1907. [3:338, Hadîs No: 3561]
Ibni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
îçki ve kumar haramdır. Her sarhoş edici şey haramdır.[91]
1908. [3:339, Hadîs No: 3562]
Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Şarkıcı kadının aldığı para haramdır. Şarkı söylemesi haramdır. Onlara bakmak haramdır. Aldığı para köpek satımı karşılığında alınan para gibidir. Köpeğin parası haramdır. Eti haramla beslenen kimseye Cehennem ateşi daha lâyıktır.[92]
1909. [3:340, Hadîs No: 3567]
Muhacir bin Gunfuz (r.a.) rivayet ediyor:
Gücü yetmeyen hayvana birlikte binen üç kişi mel'ûndur.[93]
1910. [3:341, Hadîs No: 3569]
Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle:
Malın üçte birini vasiyet et. Üçte bir de çok olur ya. Vârislerini zengin olarak bırakman onları fakir ve insanlara el açar durumda bırakmandan daha hayırlıdır. Sen hanımının ağzına koyacağın lokmaya varıncaya kadar Allah rızası için neyi harcarsan onunla mükâfatlandırılırsın.[94]
Hadîste kişinin malının üçte birisini vasiyet edebileceğine dikkat çekilmektedir. Buna göre üçte birisinden fazlasını vasiyet etmek doğru değildir. Çünkü üçte birinden fazlasını vasiyet etmek mirasçılara zulümdür. Peygamber Efendimiz mirasçıları "zengin olarak bırakmanın onları fakir ve insanlara el açar durumda bırakmaktan daha hayırlı" olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca kişinin ailesi için harcadığı şeyden dolayı sevap kazanacağını nazara vermiştir. Başka bir hadislerinde de mirasçıları nazara almayarak fazla miktarda vasiyet edilmesini yasaklamıştır.[95]
1911. [3:343, Hadîs No: 3574]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Satılık evin komşusunun, komşu bulunduğu evi almaya herkesten daha çok hakkı vardır.[96]
1912. [3:343, Hadîs No: 3577]
Ebu Cuhayfe'den (r.a.) rivayetle:
Tecrübe sahibi yaşlılarla oturup kalkınız. Alimlere soru sorunuz. Hikmet sahipleriyle haşir neşir olunuz.[97]
1913. [3:344, Hadîs No: 3578]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.[98]
Hadis bizleri maddî ve manevî cihada çağırmaktadır.
Hadis bizleri maddî ve manevî cihada çağırmaktadır.
Müslümanın vazifesi Allah'ın dinini dünyanın en ücra köşelerinde de olsa Allah'ın kullarına ulaştırmak ve Allah'ın mülkü olan yeryüzünde Allah'a hür bir şekilde kulluk edilmesini sağlamaya çalışmaktır. Bu teşebbüse enge! olan her türlü maniayı ortadan kaldırmak da onun vazifesidir. Bunun için gerekli vesile ve vasıtayı günün şartlarını göz önünde bulundurarak temin etmekle mükelleftir.
Bu mükellefiyetin îfâsı maddeten ve manen mücehhez olmakla mümkündür. Müslüman, bu iki açıdan güçlü olmak durumundadır.
Gerektiğinde, Müslüman, Islâmın tebliği önündeki engelleri aşmak için maddî güç kullanma ihtiyacını duyabilir. Gün gelir, Islama ve Müslümanlara saldıran düşmana karşı müdafaa durumunda kalabilir. İşte bütün bu şartlarda Müslüman malıyla, canıyla ve bütün varlığıyla harekete geçmeyi kendine bir vazife bilmelidir. Bu bir maddî cihaddır. .
Bir de manevî cihad vardır. Bu da İsJâmı anlama ve anlatma, yaşama ve yaşatma, faaliyetidir. Bu cihadda mağlup edilmesi gereken ilk düşman nefis ve şeytandır.
Manevî cihadın silahı ilim ve fikir, metodu ise iknadır. İnsanlar ilim ve fikirde ilerledikleri ölçüde bu cihad önem kazanır.
Maddî cihadla fethedilen ülkeleri gerçek mânâda İslâm ülkesi yapan bu cihaddır. Bu cihad olmadan alınan yerlerin kaybediimesi işten bile değildir.
Bu cihad için ne gün beklenir, ne zaman. Çünkü her an, her saniye bu cihad için en uygun gün ve zamandır.
Zira hiçbir zaman bu cihaddan uzak kalmayı gerektirici bir sebep bulamayız. Herşey adetâ bizi bu manevî cihada zorlar.
Herkes gücü ve bilgisi ölçüsünde bu cihadla mükelleftir. Her fert küçük âleminde büyük bir kumandan olduğu için Allah'ın hükümlerini hususî âleminde elinin ve sözünün yetiştiği yere kadar ulaştırmak ve uygulamakla vazifelidir.
Günümüzde mânevi cihad daha bir önem kazanmıştır. Çünkü Islâmın etrafında kaleler yıkılmış, bin yıldan beri Islama yöneltilen hücum ve ithamlar bir sel gibi Müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştır.
Materyalist felsefeyi okuyup akılları karışan, Allan'ı ve âhireti inkâra kalkan bir değil, binlerce insana rastlayabilmekteyiz.
Çığırından çıkmış bir kısım neşriyat, olanca hızıyla îman, ahlâk, örf ve âdetlerimizi tahrip etmek için çalışmaktadır.
Avrupa'nın rezil ahlâkı dükkânlarımızda vitrinlenmekte ve manevî bağlan zayıf birçok müşteri de bulabilmektedir.
Daha tehlikeli olanı ise dinsizlik, fen ve ilmi âlet edip îman esaslarını yıkmaya çalışmakta, gençleri îmansız yaparak kendine bağlamaktadır.
Yaratılış ve dünyada bulunuş maksadının şuurunda olan hiçbir Müslüman bu dehşetli yangın karşısında ilgisiz kalamaz. Canla başla cihada koşmak; malı, mülkü, canı, dili, kısacası neyle hizmet yapabilecekse onunla cihad meydanına atılmak zorundadır.
Peki bu nasıl gerçekleştirilecektir?
Dünün maddî kılıçlarının yerini büyük ölçüde bugünün manevî kılıçları almıştır. Geçmişin ok ve mızrağı yerini bugünün îman, ilim ve fikir bombaları olan yazılı, sesli ve görüntülü neşriyat doldurmuştur.
İşte bu manevî cihaddır, fikir savaşıdır.
Bugün hüküm büyük çapta ilmin eline geçmiştir. İlmini, fikrini iyi takdim edebilen bu mücadeleyi kazanır.
Bu fikir savaşında hedef akıl, ruh, kalb ve nefislerdir.
Bu mânevi savaşın mücahidleri olan bizlere ise inancımızı, kudsî değerlerimizi, bizi biz yapan esasları çok iyi öğrenmek ve öğretmek düşüyor.
1914. [3:344, Hadîs No: 3580]
Îbni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uy ur muşlar dır:
Kalbler kendisine iyilik yapanı sevecek, kötülük yapana ise buğze-decek şekilde yaratılmıştır.[99]
1915. [3:345, Hadîs No: 3581]
Ebû Hüreyre (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
imanınızı yenileyeniz. "La ilahe illallah" kelime-i tevhidini çokça söyleyiniz[100]
1916. [3:346, Hadîs No: 3583]
Ümm-ü Hakîm'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Fakirin, zenginin iyiliğine vereceği karşılık, onun için hayır temennisinde bulunma ve duâ etmedir.[101]
1917. [3:347, Hadîs No: 3587]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Allah rahmetini yüz parçaya ayırmış, doksan dokuz parçasını yanında tutmuş, sadece bir parçasını yeryüzüne indirmiş. Bu bir parça rahmet sebebiyledir ki, yaratıklar birbirlerine acırlar. Öyle ki, kısrak yavrusuna dokunma korkusuyla ayağını kaldırır.[102]
1918. [3:348, Hadîs No: 3589]
îbni îyaş'den (r.a.) rivayetle:
Allah takvayı sana azık eylesin, günahlarını bağışlasın ve her nerede olursan ol seni hayra yöneltsin.[103]
1919. [3:348, Hadîs No: 3591]:
Seuban (r.a.) rivayet ediyor:
Allah, yapılan her iyiliğe on katıyla karşılık verir. Ramazan ayı yılın on ayına bedeldir. Ondan sonra Şevval ayında tutulan altı gün oruç da iki aya karşılıktır. Böylece sene tamamlanır.[104]
1920. [3:350, Hadîs No: 3597]
Selmân'dan (r.a.) rivayetle:
Yarın âhirette Allah'a yakın mecliste oturacak olanlar, dünya da iken harama karşı hassas ve dünyaya kalben değer vermeyenlerdir.[105]
1921. [3:350, Hadîs No: 3599]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Erkeğin güzelliği güzel konuşabilmesidir.[106]
1922. [3:350, Hadîs No: 3600]
Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:
Firdevs cennetleri dört tanedir: ikisi süsleriyle, kabı kaçağıyla ve içindeki herşeyiyle altındandır. Diğer ikisi ise, süsleriyle, kabı kaçağıyla ve içindeki herşeyiyle gümüştendir. Adn Cennetindeki insanlarla Rablerini görme arasında zâtı önündeki kibriya örtüsünden başka birşey yoktur. Cennet nehirleri Adn Cennetinden çıkarlar, daha sonra kollara ayrılırlar.[107]
1923. [3:352, Hadîs No: 3603]
Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
En zorlu imtihan malın az; geçimiyle yükümlü bulunduğu fertlerin çok olmasıdır.[108]
1924. [3:352, Hadîs No: 3604]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
En şiddetli belâ sabrın az olmasıdır.[109]
1925. [3:352, Hadîs No: 3605]
ibniAbbas (r.a.) rivayet ediyor:
En şiddetli belâ insanların elinde bulunan birşeye muhtaç olduğunuz halde onun esirgenmesidir.[110]
1926. [3:353, Hadîs No: 3609]
Ali'den (r.a.) rivayetle:
Evden önce komşu, yoldan önce arkadaş, yolculuktan önce azık gelir.[111]
1927. [3:354, Hadîs No: 3610]
Hz. Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Pazara mal sevkeden kazançlı, karaborsa yapan ise Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır.[112]
1928. [3:356, Hadîs No: 3621]
Üsâme bin Zeyd'den (r.a.) rivayetle:
Âlimin yüzüne bakmak ibâdettir. Âlimin nefesi zikir ve teşbihtir.[113]
1929. [3:357, Hadîs No: 3624]
Nu'man bin Beşir (r.a.) rivayet ediyor: Cemaat rahmet, bölücülük ise azaptır.[114]
1930. [3:357, Hadîs No: 3626]
Câbir'den (r.a.) rivayetle:
Güzellik, hak sözü doğruca söylemektir. Kemâl ise dürüstçe güzel davranışlarda bulunmaktır.[115]
1931. [3:360, Hadîs No: 3638]
îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
Cennet, sizden birinizin ayakkabısının bağından kendisine-daha yakındır. Cehennem de böyledir.[116]
NECİP FAZIL KISAKÜREK’TEN GÜZEL SÖZLER
Bin “günahın” olsa da bana, bir “gün ah’ım” yok sana…
Veren de o alan da o, nedir senden gidecek? Telaşını gören de, can senin zannedecek.
Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar, ne de şeytan, bir günahı, seni beklediğim kadar.
İnsanlar ikiye ayrılır, vaktini beşe ayıranlar, vaktini boşa ayıranlar.
Başım çığlıklı bir çocuk, onu nasıl avutsam? Ne yapsam da ölümü bir saatçik unutsam?
Tam 30 yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
Biz; ayakları şişene kadar namaz kılan peygamberin, gözleri şişene kadar uyuyan ümmetiyiz.
Bizler açlıktan karnına taş bağlayan peygamberin,doymak bilmeyen ümmetiyiz .
Ne gelirse başımıza Hak’tandır; fakat geliş sebebi, Hak’tan ayrılmaktandır.
Dün geçti bugünü düşünüyorum, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı?
Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten affet, senden habersiz aldığım her nefesten.
Çok sıkıldıysan hayattan, bir mezarlığa git. Ölüler iyi bilir; yaşamak güzeldir.
Ölüm her aklına geldiğinde ‘ah’ edip ‘vah’ edip inleme; bu halinle rabbimi incitmiş olacaksın. Ecel kapıyı çaldığı zaman evi telaşa verme;
Ölüm her aklına geldiğinde ‘ah’ edip ‘vah’ edip inleme; bu halinle rabbimi incitmiş olacaksın. Ecel kapıyı çaldığı zaman evi telaşa verme; o geldiği zaman, sen çoktan gitmiş olacaksın.
Ya Allah’a baş eğer hiç kimseye eğmezsin, ya da herkese baş eğer hiçbir şeye değmezsin.
Evdeki hesabımız bile çarşıya uymuyorken, ahiret hesabımızın vay haline.
Seni affetmek hayatımın en büyük hatasıydı. Nerden bilebilirdim ki. Katilini affedersen seni yine öldüreceğini…
Başım çığlıklı bir çocuk, onu nasıl avutsam? Ne yapsam da ölümü bir saatcik unutsam?
Kendini dünyalar kadar değerli zannedenlere kısa bir not; dünya beş para etmiyor…
Öz anne-babasını huzurevine gönderip, evde kedi köpek besleyen insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz…
Öyle ucuz değil gül koklamak… Gül tutan ele diken batmalı… Bir aşka gönül veren o aşkın kapısında yatmalı!
Ağaçtan düşen yaprak nasıl kurumaya mahkûmsa; gönülden düşen insan da ‘unutulmaya mahkûmdur.
Ömrün ilk yarısı; ikinci yarısını beklemekle, ikinci yarısı da; ilk yarısının hasretiyle geçer.
Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değil.
Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.
Dünya güzel olsaydı, doğarken ağlamazdık… Yaşarken temiz kalsaydık ölünce yıkanmazdık.
Eğer tadını bilirseniz ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir.
Benimki benim, seninki de senin! Bu şeriattır… ”Seninki senin, benimki de senin! Bu tarikattır… Ne benimki benim ne de seninki senin herşey Allah’ın! Bu da hakikattir!
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa yaşasın kefenimin kefili karaborsa.
Beni kimsecikler okşamaz madem, öp beni alnımdan; sen öp seccadem.
İnsan namaz kılarsa, namaz da insanı insan kılar.
İki insan çeşidi vardır. Zaman geçtikte hatalarıyla yüzleşen! Zaman geçtikçe yüzsüzleşen.
Kavuşmak mı? Belki… Daha ölmedim!
Geçti, istemem gelmeni yokluğunda buldum seni.
Akıldan büyük nimet, zekâdan da ağır yük tanımıyorum.
Neye yaklaşsam sonu uzaklık ve kırgınlık, anla ki yok Allah’tan başkasıyla yakınlık.
Ayasofya’nın kapılarıyla beraber ‘ruhumuzu’ kilitlediler; ruhumuzu kilitlemek için Ayasofya’yı kilitlediler!
Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat; zift dolu gözlerde karanlık kat kat… Yalnız seccademin yününde şefkat; beni kimsecikler okşamaz madem; öp beni alnımdan, sen öp seccadem!
Bir idamlık Ali vardı, asıldı; kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; bahçeye diktiği üç beş karanfil…
Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere, ayağım takılıyor yerdeki gölgelere.
İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; sükût gibi münzevi, çığlık gibi hürsünüz. Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; iki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Kökünü beğenmeyen dal ve dalını beğenmeyen meyve olgunlaşmadan çürür.
Zamanın çarkları sizi yürütüyor, zamanın çarkları beni öğütüyor…
İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan kork.
Armut deyip geçmeyin, onun ilk hecesi çoğu kişide yoktur!
Yanında olduğum zaman değerimi bilmezsen; değerimi bildiğin gün beni yanında bulamazsın…
Üç günlük dünya için gayret üstüne gayret, ebedi bir yaşam için gayret yok hayret.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Bana çağdışı diyorlarmış. Ne büyük bir onur! Ben bu çağın dışında kalmayayım da, içinde mi boğulayım.
Geçti, istemem gelmeni, yokluğunda buldum seni; bırak vehmimde gölgeni, gelme, artık neye yarar?
EN GÜZEL SAİD NURSİ SÖZLERİ
Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun!
Milletimin imanını selamette görürsem, Cehennem’in alevleri arasında yanmaya razıyım!
SMadem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı.. O halde çalışınız ahiretiniz ağlamasın.
İslamiyet Güneş Gibidir, Üflemekle Sönmez! Gündüz Gibidir, Göz Kapamakla Gece OLmaz! Gözünü Kapayan Yalnız Kendine Gece Yapar!
Zaman gösterdi ki; Cennet ucuz değil, Cehennem de lüzumsuz değil.
Her sözün doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek, doğru değil.
Bizler muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yoktur.
Sevdası büyük olanın imtihanı da büyük olur.
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet! Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okur!
Allah’ım madem sen varsın ve bâkisin, giden gitsin, sen bana yetersin.
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Her şey kader ile takdir edilmiştir; kısmetine razı ol ki rahat edesin.
Cenâb-ı Hakk’ı bulan, neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır.
Kâinatta en yüksek gerçek imandır, imandan sonra namazdır.
Beni dünyaya çağırma, ona geldim fenâ gördüm.
İnsanları canlandıran emeldir; öldüren Ümitsizliktir.
Bîçare hakikatlar, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur.
Ey nefsim! deme zaman değişmiş, çünkü ölüm değişmiyor.
Hazırlanınız; başka, daimi bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki; bu memleket ona nispeten bir zindan hükmündedir.
İnsanda en tehlikeli damar enâniyettir. Ve en zaif damarı da odur. Onu okşamakla çok fenâ şeyleri yaptırabilirler.
Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâva etmek, Hakka bir nevi haksızlıktır.
Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde ceza’a iltica etmemek gerektir.
Kur’an kalplere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifadır. gıdanın tekrarı, kuvveti arttırır.
Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş’i dahi o halketmiştir .
Kadınlar şefkat kahramanıdır. En korkağı da kahramancasına ruhunu yavrusuna feda eder.
Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.
Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, İSLAMın sadası olacaktır.
Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba’-ı Kur’andır.
Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır.
Deli adama iyisin, iyisin denilse iyileşmesi, iyi adama fenasın, fenasın denilse fenalaşması nâdir değildir .
Sıkıntı, sefahetin muallimidir. Ye’s, dalalet i fikrin; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menba’ıdır.
Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı halk ve iddia-yı icad edemez. Zira herşey, herşeyle bağlıdır.
Ey Aslan Kürtler! Ey Asurîler ve Keyanîlerin cihangirlik zamanında piştar, kahraman askerleri olan Aslan Kürtler! Beş yüz senedir yattığınız yeter.Artık uyanınız, sabahtır.Yoksa sahra-i vahşette vahşet ve gaflet sizi yağmalayacaktır.
En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zira atalet ademin biraderzadesidir; sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.
Tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir; terettüb-ü neticede, tevekküldür.
Şöhret zehirli bala benzer.
Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.
Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket (kâinat) hâkimsiz olur?
Ahiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a asker olmaktadır.
Her şey kader ile takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin.
Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.
Bismillah her hayrın başıdır.
Cihad, merteb-i şehadetin merdivenidir
Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!
Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.
Madem bu dünya geçici bir imtihan meydanıdır, imtihanda rahat olmaz.
Bu dünya bir karalama defteridir.
Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket (kâinat) hâkimsiz olur?
Ahiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a asker olmaktadır.
Her şey kader ile takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin.
Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.
Bismillah her hayrın başıdır.
Cihad, merteb-i şehadetin merdivenidir
dan hükmündedir.
Şükrün mikyası; kanaattir; ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir… Şükürsüzlüğün mîzanı; hırstır ve israftır hürmetsizliktir haram helal demeyip rast geleni yemektir.
EN GÜZEL İMAM EL GAZALİ SÖZLERİ
Ne kadar kibirli dursa da bardağın önünde eğilir çaydanlık. Öyleyse bu büyüklenme niye? Bu kibir, bu gurur niçin?
Bedenine değil kendine değer ver, ve gönlünü olgunlaştır ! Çünkü kişi; bedeni kadar değil, ruhu kadar insandır.
Şüphe duymayan hakikati bulamaz.
Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder.
Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün! Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan söyle. Yoksa sus.
Çocuktaki utanma hali ondaki akıl nurunun alametidir.
Her hâdisin hudûsu (sonradan var olanın var olması) için bir sebebe ihtiyaç vardır.
Ölüm Allah’ın sevgili kullarına, bir bardak tatlı soğuk suyu içmek kadar kolay gelir.
O hâlde evrenin de var olması için bir sebebe ihtiyaç vardır. O sebep de Tanrı’dır.
İlmi ile amel etmeyen alim; başkalarını giydirdiği halde kendisi çıplak olan iğne gibidir.
Belaya şükretmek lazımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka bela yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini senden iyi bilir.
Uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkündür.
Cuma günü günah işlemeden geçerse, diğer günler de selametle geçer.
Tevbe ederim, ameli salih işlerim dersen, ölüm daha evvel gelebilir. Pişman olur, kalırsın. Yarın tevbe etmeyi bugün tevbe etmekten kolay zannediyorsun, yanılıyorsun.
Bil ki, kalble gıybet etmek, dille etmek gibi haramdır. Bir kimsenin noksanını, kusurunu başkasına söylemek doğru olmadığı gibi, kendi kendine söylemek de caiz değildir.
Sabır insana mahsustur. Hayvanlarda sabır yoktur. Meleklerin ise sabra ihtiyacı yoktur.
Tamahkar, aç gözlü olma, kalbin katı ve kara olur. Çok mal artırmak için hasislik yapma.
Dargın ve küskün olanları barıştır ki yarın kıyamet gününde sevinenlerden olasın.
Dünyada kimi sever ve kim ile düşüp kalkarsan kıyamette onunla haşrolursun. O halde ilmi ile amel eden alimlerin ve salihlerin sohbetine devam et..!/
Allahü teâlânın verdiği nimeti, Onun sevdiği yerde harcamak şükür; sevmediği yerde kullanmak ise küfran-ı nimettir (nimeti inkâr etmektir).
Allah-ü teâlânın, her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur.
Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. O halde bu günü elden kaçırmamak bunu saadete kavuşmak için kullanmamaktan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi bütün âzâlarını haramdan koru.
Ey nefsim, sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım, diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tevbe etmeyi bugün tevbe etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun.
Servetinin tam listesini, mevcut paranın tam rakamım çoluk çocuğuna verme. Çünkü bunlar onu az görecek olurlarsa kendilerini zayıf zannederler. Çok görecek olurlarsa yaşayışlarında değişiklik yapmak isterler. Onları hırpalamadan belli ölçüde idare etmeye çalış.
Karşındaki adam sana ölçüsüz davranır, küstahlıkta bulunursa sen de nezih ve ağırbaşlı davran.
eni kızdıracak olursa, yine ölçülü konuşmaya çalış, kendi şerefini düşün.
Devrin hükümdarı sana yakınlık gösterirse, onunla mızrak ucunda bulunduğunu hesapla.
Sakın hükümdarla yakını arasına girme. Ancak iyilik ve hayırlı işlerde gir. Çünkü hükümdarla yakınları arasına giren kişinin düşüşü çok ani ve süratli olur.
Büyüklerin sofrasında dikkatli ol: Ey oğul! Büyüklerle bir sofraya oturduğun zaman fazla su isteme. Etin kemiği ile fazla meşgul olma. Hiçbir yemeği ayıplama ve sofradaki hiçbir yiyeceği küçümseme. Sonra sofra sahibini üzmüş olursun.
Gözü aç ve savurgan olma: Ey oğul! Kendini iyice sıkıntıya sokmuş bir miskin gibi gözü aç; mal kıymeti bilmeyen, ilerisini görmeyen bir sefih gibi savurgan olma. Sana ait hakları belirle. Dostuna saygılı, düşmanına insaflı ol.
Su içerken acele ile bardağı dikerek, hort hort içme. Vücuda zarardır. Yavaş yavaş arada nefes alarak iç.
Dükkânını erken aç, geç kapa ve kaparken Besmele çek ve “La havle velâ kuvvete illâ billahilaliyyilazîm”i oku.
Dünya ahiretin tarlası ve hidayet konaklarından bir konaktır. Kendisine, mahiyetine uygun bir ifade olarak dünya denmiştir.
Bazı kimseler nefislerinde bir yakınlık hissederek ibadetlerinde ve meclislerinde Allah’a yakın olduklarını zannederler. Böylece kendilerinden başka meclislerinde bulunan herkesin bağışlanacağı fikrine saplanırlar. Eğer böyle bir kimseye, bu şekilde sû-i edebinden dolayı Allah Teâlâ, müstahak olduğu muameleyi yapmış olsaydı, hemen o anda helak olurdu.
Her sâlik, bulunduğu menzil ile geçtiği makamlar hakkında konuşabilir. Kendisinin ulaşamadığı makamlar, ihata edemediği menziller hakkında ise hiçbir şekilde konuşamaz. Ancak onlara gaybî bir şekilde inanır.
ediği menziller hakkında ise hiçbir şekilde konuşamaz. Ancak onlara gaybî bir şekilde inanır.
Allah Teâlâ ilim nurlarını insanoğlundan esirgememiştir; Allah Teâlâ cimrilik yapmaktan münezzehtir. İlim nurlarının kalplere akmamasının sebebi, o kalpleri doldurmuş bulunan bulanıklıklar ve kötülüklerdir. Çünkü kalpler kaplara benzer; bir kap su ile dolu ise, havanın o kaba girmesine imkân yoktur. Kalp mâsiva ile dolu oldukça Allah’ın celâl marifeti oraya girmez.
İlimlerin içinde en şerefli olanı Allah’ın sıfat ve fiillerini bildiren ilimdir. İnsan bu ilimle kemâle ulaşır. Kâmil olmanın saadetini duyar. İnsanoğlu, Allah’ın celâl ve kemâl sıfatlarının komşuluğuna ulaştığı zaman, bu komşuluğun ona büyük saadetler kazandıracağı muhakkaktır.
Kalplerin ve insan basiretinin cilası zikirdir. Zikri ancak muttaki kullar yapabilirler. Bu nedenle takva zikrin kapısı; zikir keşfin kapısı, keşif ise büyük zafere açılan kapının ta kendisidir.
Kalbiyle arasındaki perdeler aralanan bir kimseye, mülk ve melekûtun tecellisi görünür. Böyle bir kimse, genişliği yerle gökleri içine alan cenneti müşahede eder.
İbadetlerin esası kalbin tezkiyesidir. Kalbin tasfiyesi de marifet nurunun orada doğması ile mümkündür.
Akılcılar tarafından inkâr edilen dinî ve gaybî bir şey işittiğin zaman, onların bu inkârları sakın seni şaşırtmasın; zira şarkta bulunan bir insanın garbdaki hakikati bilmesi imkânsızdır.
Etrafta ilâhî rüzgârlar esiyor; kalp gözlerini örten perdeleri açıyor. İşte bu gözler Levh-i Mahfuzda, yazılı olan birtakım hakikatleri görürler.
Ehl-i tasavvuf, çalışmakla elde edilen ilimlerden ziyade ilhamla öğrenilen ilimlere meyleder. Onun için musanniflerin yazdıkları ilimlere eğilmeye, oradaki sözleri ve delilleri araştırmaya önem vermemişlerdir.
Takva, çok secdeden ötürü alında iz bırakma veya oruç tutmaktan sararma veya secde ve rükûdan belin bükülme hâli değildir. Eğilen boyunda veya sarkıtılan eteklerde takva aranmaz. Takva, kalplerdeki vera’ hâlidir. Güler yüzle karşıladığın kimse, seni asık bir yüzle karşılar ve bilgileriyle sana mihnet yüklerse, Allah böyle kimselerin sayılarını artırmasın!
Müminin kalbi ölmez, ilmi, ölüm anında silinip gitmez. Kalbindeki berraklık kesinlikle sönmez. Hasan Basrî de bu mânâya şöyle işaret etmiştir: ‘Toprak imanın merkezini yiyip bitiremez’.
Kur’an takvanın, hidayetin ve keşfin anahtarı olduğunu açıkça beyan eder. Takva ise, öğretmen olmadan elde edilen ilimdir.
Muamele ilminin en yüksek zirvesi, nefsin hilelerine ve şeytanın desiselerine vâkıf olmaktır. Böyle bir ilme vâkıf olmak her insana farz-ı ayndır. Fakat ne yazık ki halk bu farzı terk etmiş ve vesveselere sebep olan birtakım fuzulî ilimlerle uğraşır olmuştur. İşte bu ilimleri vesile ederek şeytan onları yoldan çıkarmaktadır.
Âlimlerin birbirlerine hücum ettiklerini, birbirlerine haset ettiklerini ve anlaşamadıklarını gördüğün zaman, onların dünya hayatına karşılık ahiretlerini sattıklarına hükmet! Acaba bu kişilerden daha fazla aldanan bir satıcı var mıdır?
ACELE
İki şey, aklı ve tedbiri bozar; biri acele etmek, diğeri de olmayacak şeyi istemek. (Hz. Ali)
Acele her işte kötüdür. Yalnız şer ve kötülüğün defedilmesinde değil. (Hz. Ali)
Acele şeytan işidir. Ama beş yerde öyle değildir; Misafire yemek yedirmekte, namazı vaktinde kılmakta, tövbe etmekte, kız evlâdı evlendirmekte, ölüyü defnetmekte. (Hâtem-i Esam)
ADALET
Kılıcın yapamadığını adalet yapar. (Kanuni Sultan Süleyman)
AHLÂK
Güzel ahlâk, suyun kiri yok ettiği gibi kusuru yok eder. (Hz. Ali)
AHMAK-AHMAKLIK
Aptallığın en büyüğü, övmede ve yermede aşırılığa kaçmaktır.
İki şey ahmaklığa dalâlet eder: Hiç bir sebep yokken gülmek; sormadan haber vermek. (Malik bin Dinar)
Ahmağı tanımakta en kesin ölçü, onun Allah'a inanıp inanmadığıdır. Böylelerinin deneysel bilgileri, marifetleri hiçbir değer ifade etmez. (İmam Rabbani)
İlim cehaleti kaldırır, fakat ahmaklığa birşey yapamaz. (A.Arvasi)
AKIL
Bir adamın aklının derecesini soru sormasından anlarım. (Hz. Ömer)
Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edeb gibi miraz, ilim gibi şeref olmaz. (Hz. Ali)
Akıl kemal bulunca boş sözler zeval bulur (yok olur.) (Hz. Ali)
En büyük servet akıldır. (Hz. Ali)
Dünyalığı artınca sevinenler, hergün eksilmekte olan ömrüne üzülmeyenler arasında aklı noksan olmayan yoktur. (Ebû'd-Derda)
Akıllı olan üç kimseyi hafife almaz; Alimleri, hükümdarları, dostları. Alimleri hafife alanın ahireti gider, sultanları hafife alanın dünyası gider, dostlarına mürüvveti olmayanın dostluğu gider. (Abdullah b. Mübarek)
Akıl yeryüzünden kalksa bile hiç kimse akılsız olduğuna inanmaz. (Sâdi Şîrâzî)
İki şey akıl hafifliğini gösterir: Konuşacak yerde susmak, susacak yerde konuşmak. (Sâdi Şîrâzî)
ALAY ETMEK
Şirkten sonra en büyük günah, insanlarla eğlenip alay etmektir. (Vehb ibni Münebbih)
ALÇAKGÖNÜLLÜLÜK (TEVÂZU)
İbâdetlerin en faziletlisi tevazudur. (Hz. Aişe)
Her kim kendisini kıymetli bilirse onun tevâzûdan nasibi yoktur. (Mâlik b. Dinar)
Tevâzu yaptığın güzel işlere bakıp kendini beğenmemen ve şımarmamandır. (Ebû Süleyman Dârânî)
Tevâzu kimden olursa olsun hakkı (doğruyu, gerçeği) kabul etmendir. (Fudayl b. İyad)
İnsanoğlu topraktan yaratılmıştır, eğer toprak gibi alçakgönüllü olmazsa insan değildir. (Sâdî)
Tevâzu ne dünyada ne de ahirette hiç kimseyi kendine muhtaç görmemendir. (Hamdun Kassar)
Her türlü iyilik bir evde toplanmış ve onun anahtarı tevâzu olmuştur. Her türlü kötülük bir evde toplanmış ve onun anahtarı kibir olmuştur. (Yusun bin Hüseyin)
ALLAH'I SEVMEK
Ey kişi, kalbinde Allah sevgisinden başka bir şey olmadığı zaman bil ki çok zenginsin. (İbni Vefa)
Bir kimse Allah'ı seviyor, O'na itaat ediyorsa sen de onu sevmek zorundasın. Çünkü iyi kimseyi seven Allah'ı sevmiş olur. (Ebû Said Hasan Basri)
ALLAH İÇİN SEVMEK
Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uyumadan geceleri ibadetle geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda infak etsem, fakat gönlümde Allah'a itaat edenlere karşı bir sevgi, isyan edenlere karşı bir nefret duymasam, bütün bu yaptıklarımdan bir fayda göremem. (Abdullah bin Ömer)
ALLAH KORKUSU
ALLAH KORKUSU
Allah korkusuyla dökülen gözyaşları, ariflerin ibadetleridir. (Hz. Ali)
Vezir, padişahtan korktuğu kadar Allah'tan korksaydı melek olurdu. (Sâdi)
Kıyamet günü her göz ağlayacaktır. Ancak Allah Teâlâ'nın haram kıldıklarına bakmayan, Allah için uykusuz kalan, Allah korkusundan ağlayan gözler, ağlamayacaktır. (Safvan bin Süleyman)
ALLAH KATINDA İYİ OLMAK
Alla Teâlâ'nın senin hakkındaki bilgisi, insanların senin hakkındaki bilgisinden daha iyi olmalı. Bunun için yalnız olduğun zaman hal ve hareketine, insan içinde olduğundan daha çok dikkat etmelisin. (Hamdun Kassar)
ANA-BABAYA HÜRMET
Sen, babanın hakkına riayet edersen, oğlun da senin hakkına riayet eder. (Hz. Ali)
ARKADAŞ
En büyük belalardan biri, anlaşamadığın halde ayrılma imkanın olmayan arkadaştır. (Muhammed er-Rasibi)
Komşusu, akrabası ve arkadaşı tarafından iyi denen kimse gerçekten iyidir. (Hz. Ömer)
Aralarında yaşayabileceğin samimi arkadaşlar edin; çünkü onlar iyi günlerde gönül şenliği, kötü günlerde yardımcıdırlar. (Hz. Ömer)
Dünyada arsız kimseyle arkadaş olmak, ahirette insanı mahcub eder. (İmam Şafii)
Ufak bir yanlış hareketinle üzülecek, darılacak kimseye çok güvenme. (İmam Şafii)
BAĞIŞLAMAK
Zalimleri bağışlamak yoksullara cefadır. (Sâdî)
BAHTİYARLIK
Allah'a itaat etmek, fakat reddedilmekten korkmak bahtiyarlık alameti; Allah'a asi olmak ama O'nun katında makbul olmayı ummak bedbahtlık alametidir. (Ebû Osman Nisaburi)
BEDBAHTLIK
Bir kimsesinin bedbaht olmasının alameti (işareti, belirtisi) üçtür: 1- Kendisini ilim verilip amelden mahrum bırakılması, 2- Amel verilip ihlâstan mahrum bırakılması, 3- Allah dostları ile sohbete nail olup onlara hürmetten mahrum olması. (Muhammed bin Fadl Belhi)
Altı şey cehaled ve bedbahtlık eseridir: 1- Sebepsiz yere kızmak, 2- Gereksiz ve faydasız konuşmak, 3- Sırrını ifşa etmek, 4- Herkese güvenmek, 5- Dostunu düşmanını ayıramamak, 6- Yersiz ve zamansız nasihatte bulunmak. (Muhammed bin Mansur et-Tûsî)
Beş şey bedbahtlık nişanıdır: Gönül katılığı; göz yaşarmazlığı; hayasızlık; dünya sevgisi; dünya için uzun endişe. (Malik bin Dinar)
BİLGİ-BİLGİN (İLİM-ÂLİM)
Bilgi zenginlikten üstündür. Çünkü zenginliği sen korursun, bilgi ise seni korur. (Hz. Ali)
İlim adamları için yokluk içinde yaşadığı halde kanaat sahibi olmaktan daha değerli bir ziynet yoktur. (İmam Şafii)
Kötülükten kaçmayan bilgin, ışık tutan bir kördür, başkalarına doğru yolu gösterir, ama kendisi göremez. (Sâdî)
İlim bir avdır, onun kösteği yazmaktır. (Safiyyü'l-Hılli)
Biz, ilmi yazmayan kişiyi, ilmi bilen kişi olarak kabul etmezdik. (Muaviye bin Kurre)
İlim öğrenilen değil, yaşanandır. Yaşanmayan ilim geçmeyen para gibidir. (İmam Şafii)
İlmin de ehli vadır. Onun ehlinden başkasına verirsen ziyan etmiş, ehline vermezsen ihanet etmiş olursun. (Süfyan bin Uyeyne)
En güvendiğim sağlam amelim (çabam) ilmi yaymak için yaptığım çalışmadır. (Ata bin Meysene)
Önce yol bil, sonra yol göster. Yolu görememişsen mürşitlik davasını bırak. (Nâsır-ı Hüsrev)
İlmi ile amel etmeyen âlim, başkalarını giydirdiği halde kendisi çıplak olan iğne gibidir. (İmam Gazalî)
BİRLİK (TOPLULUK, CEMAAT)
Halkın içinden kaçmak marifet değildir. Asıl marifet halkın içinde iken kendi içine dönebilmektir. (Ebû Bekir Şibli)
BORÇ
Borcunu azaltırsan hür yaşarsın, günahlarını azaltırsan rahat ölürsün. (Hz. Ömer)
BÜYÜKLENME (KİBİR)
Öğünmeyiniz! Hem topraktan yaratılmış hem de toprağa dönünce kendisini kurtların yiyeceği insanın övünmesi neye yarar! (Hz. Ebû Bekir)
Hurma ağacına bakınız. Başı dik olduğu için Allah ona meyvelerini nasıl taşıtıyor. Kabak, kavun, karpuz gibi bitkiler ise yüzünü ve dallarını yere koyduğu için Allah onların meyvelerinin yükünü toprağa taşıtıyor. (Ahmed er-Rufai)
Dindarsan kendini beğenmişliği bırak, kendini görmezsen Allah'ı görürsün. (Nasr-ı Hüsrev)
Allah'a karşı isyan bayrağını çektiren günahların başında kibir gelir. (Avn İbn-i Abdullah)
Bir günah ki kaynağı şehvettir, affa mazhar olacağı umulur; ama bir günah ki kibirden kaynaklanır onun için mağfiret umulmamalıdır. (Seriyyü's-Sakati)
Bir kimsede kibir varsa bu, söz söylerken soğan gibi kokar. (Mevlânâ)
Dağları iğneyle kazmak, kalbden kibri söküp atmaya nazaran daha kolaydır. (Ebû Haşim Sofi)
İsyanda olanların mahçup hali, benim için ibadette olanların mağrur halinden daha sevimlidir. (Yahya Vâiz)
Kişinin kendini beğenmesi, aklının zayıf olduğuna dalalet eder. (Hz. Ali)
Bir Müslümanı küçük gördüğün zaman karşılığında iman ve irfan duygusunun azalışını görürsün. (Ebû Bekir bin Hamid Tirmizi)
CÂHİL-CÂHİLLİK
Câhilin yüz faydası bir zararını karşılamaz. (Nâsır-ı Hüsrev)
Akraban da olsa câhille ilgini kes. Çünkü vereceği sıkıntı, sağlayacağı huzurdan fazla olur. (Nâsır-ı Hüsrev)
Rızık, bilgi ile artsaydı câhilden zor geçinen olmazdı. (Sâdî)
Âlim, ölse de yaşar; câhil yaşarken ölüdür. (Hz. Ali)
İnsanların en câhili, ahiretini başkasının dünyası için satandır. (Hz. Ömer)
CİMRİLİK
Cimri insan dünyada fakirler gibi yaşar, ahirette zenginler gibi sorguya çekilir. (Hz. Ali)
Kıyamette bir devenin iğne deliğinden geçmesi, cimri bir zenginin cennete girmesinden daha kolaydır. (Vehb ibn-i Münebbih)
İnsanların malca en cimrisi, namusca en cömertidir. Yani malına kıymaması, namusunun ayak altı olmasına sebep olur. (İbn-i Mu'tez)
CÖMERTLİK
Cömertliğin aslı, kendi malından verip, başkasının malını korumaktır. (Hz. Ali)
Bir kimsenin Allah'ı sevmesinin belirtisi üçtür: Deniz gibi cömertlik, güneş gibi şefkat, yer gibi tevazu. (Bâyezid Bistâmi)
Amellerin (güzel işlerin) şahı üçtür: Mal az olduğunda da cömert olmak. Yalnızken de Allah'tan korkup haramdan sakınmak. Kendisinden korkulan veya bir şey umulan kimsenin huzurunda da doğruyu söyleyebilmek. (Bişr-i Hafi)
Sıkışık zamanında imdadına koşacak kimse isteyen, bolluk içindeyken cömert olmalıdır. (Şeyh Sâdî)
En hayırlı cömertlik, ihtiyaç sahibini arayıp ona vermektir. (Ebû Süleyman Dârânî)
Allah'a giden yolun köprüsü, malını O'nun uğruna saçmaktır. (Şems-i Tebrîzî)
ÇALIŞMAK-KAZANMAK
Herhangi bir kimseyi ne dünyasının ne de âhiretinin emrinde çalışır olarak görmezsem ondan nefret ederim. (ibn-i Mes'ud)
Çalışmak en hayırlı maldır. (Hz. Ömer)
Hazine, eziyet çekene, çalışıp çaba gösterene gözükür. (Mevlânâ)
Çalışanlar kötülük düşünmeye vakit bulamazlar; tenbeller ise kendilerini kötülükten kurtaramazlar. (Hz. Ali)
Ali)
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, Dostunun yüz karası düşmanının maskarası. (Mehmed Akif)
ÇOK KONUŞMAK
Üç şey kalbi öldürür: Çok yemek, çok uyumak, çok konuşmak. (Fudayl bin İyaz)
İnsanları iki şey mahveder: Fazla mal toplama hırsı ve çok konuşmak. (İbrahim en-Nehâi)
ÇOK YEMEK
Üç şey kalbi katılaştırır: Çok yemek, çok konuşmak, çok uyumak. (Mâlik bin Dinar)
Herşeyin bir helâk (bozulma, yok olma) sebebi vardır, kalb nurunun helâk sebebi tokluktur. Her şeyin bir pası vardır, kalb nurunun pası tokluktur. (Ebû Süleyman Dârânî)
Yemin ederim ki ağzıma koyduğum her lokmanın benim en büyük düşmanım olduğunu daima düşünmüşümdür. (Yezid bin Şüreyk et-Teymi)
DERVİŞ - DERVİŞLİK
Dervişlik, elenmiş ve üzerine su dökülmüş toprağa benzer, böyle toprak ne basanın ayağını incitir ne de üzerine toz kondurur. Derviş de böyle kimseyi incitmez. (M. Alauddin Âbizî)
Dervişlik herkesin yükünü çekmek, fakat kimseye kendi yükünü çektirmemektir. (Ubeydullah Taşkendî)
DİLİ KORUMAK (DİLİ TUTMAK) SUSMAK
Bilirken susmakta, bilmezken söylemekte olduğu gibi hayır yoktur. (Hz. Ali)
Dil bedenin denge organıdır. Dil doğru olursa diğer organlar da doğru olur. (Hz. Ali)
Ayıplarını örtmek ve nefsini selamete ulaştırmak istersen az söyle çok dinle. (Hz. Ali)
Dil yırtıcı bir hayvana benzer, ipini biraz gevşetin, ısırır. (Hz. Ali)
İnsanın kadere dili altında saklıdır. (Hz. Ali)
Her kötülükten uzak kalmanın yolu dilini tutmaktır. (Hz. Ali)
Sükut, insanın en nefis elbisesidir. (Hz. Ömer)
Rahat ve huzur on kısım ise, dokusu susmaktır. (Hz. Ömer)
İnsan, ayağını bastığı yerden çok diline dikkat etmelidir. (Ebû Hâzım Mekki)
İnsan kalbi bir sandıktır; dudaklar, onun kilidi, dil ise anahtarıdır. İnsana o anahtarı iyi muhafaza etmek düşer. (Ömer İbn-i Abdülaziz)
Dilini tutmayı alışkanlık haline getiren güven içinde yaşar. (Feridüddin Attar)
Nefsi en iyi şu dört şey terbiye eder: Susmak, açlık, yalnızlık, uykusuzluk. (Feridüddin Attar)
Dilsiz, dilini tutmayan dilliden çok üstündür. (Sâdî)
Dili korumak, altını ve gümüşü korumaktan daha zordur. (Muhammed ibn-i Vasi)
Sıkıntıdan kurtulmak istiyorsan dünyaya meyletmeyi bırak, özür dilemekten kurtulmak istiyorsan diline hakim ol. (Mansur bin Ammar)
DOĞRU-DOĞRULUK
Ya Rabbi! Doğruyu doğru olarak bize göster ve ona uymak için kuvvet ve kudret ver. (Hz. Ebû Bekir)
Başkalarının düzeltmek için önce kendinizi düzeltiniz. (Hz. Ömer)
Bir doğruyu savunurken ona önce kendimiz inanmalıyız. (Hz. Ali)
Mertlik, açıkta yapılmasından utanılacak bir şeyi gizli olarak da yapmamaktır. (Nuşirevân-ı Âdil)
Şüpheli bir dirhemi geri vermek, bin dirhem sadaka vermekten daha üstündür. (Abdullah ibn-i Mübarek)
Doğruluk, kalbin konuşmasıdır, yani kendisinde olanı söylemesidir. (Ebûlhasen Harakani)
DOĞRU SÖZ
Bana dünyadan üç şey sevimli oldu: Geceleri namaz kılmak, hastaları ziyaret etmek, sözün doğrusunu söylemek. (Hz. Hasan)
Doğru söylediği için zincire vurulmak, yalan söyleyerek zincirden kurtulmaktan iyidir. (Sâdî)
Zalim bir idarecinin yanında doğruyu söylemekten daha üstün bir sadaka yoktur. (Meymun İbn-i Mihran)
DOST-DOSTLUK
DOST-DOSTLUK
İnsanın üç dostu vardır: 1. Şahsi dostu, 2. Dostunun dostu, 3. Düşmanının düşmanı. (Hz. Ali)
Herşeyin hayırlısı yenisidir; fakat dostun hayırlısı eski olandır. (Hz. Ali)
Birçok kimseye dostluk gösterdim, onlardan bir karşılık görmedim, yine de dostluktan vazgeçmedim. (Hz. Ali)
Hakiki dost, sıkıntı zamanında imdada yetişendir. (Hz. Ali)
Dostların kalbini kırmakla düşmanların arzularına hizmet etmiş olursun. (Hz. Ali)
Dostlarla yapılan sohbetle boy ölçüşecek bir güzel davranış daha yoktur. Onların ayrılığı kadar da keder veren birşey yoktur. (İmam Şafii)
Bizde bu aleme hiç meyil kalmamıştır. Dostların gelip bizi bulamayınca gönülleri kırık dönmeleri tek üzüntümüzdür. (Alaeddin Attar)
Zamanımız insanlarının dostluğu çarşı yemeği gibi, rengi ve görünüşü güzel, fakat tadında iş yok. (Mâlik bin Dinar)
Halini iki kişiden gizleme: Uzman doktordan, gerçek dosttan. (Feridüddin Attar)
Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır. (Mevlânâ)
Çiçeksiz bahçenin zevki olmadığı gibi dostsuz hayatın da zevki olmaz. (Nâsır-ı Husrev)
Biriyle dostluk kurmak iyi bir şey, bu dostluğu sonuna kadar bağlı kalmak büyük bir iştir. (Nâsır-ı Husrev)
Akıllı ve içindeki düğümleri çözen bir dosta sahip olan kimse ne bahtiyardır. (Nâsır-ı Husrev)
Senin dindarlığını arttıran dost, her karşılaştığında avucuna bir altın koyan dosttan daha hayırlıdır. (Bilal İbn-i Sa'd)
DUA
Yedi şeyde hayır yoktur: Huşu olmayan namazda, lüzumsuz şeylerden kaçınılmadan tutulan oruçta, düzgün telaffuz etmeden, acele ile Kur'an okumakta, günahlara engel olmayan ibadette, cömertlik bulunmayan malda, samimiyet bulunmayan dostlukta, ihlâs olmayan duada. (Hz. Ali)
Dualar kabul olacak, hemen dua ediniz dense, ben duayı kendim için değil, devlet büyükleri için yapardım. Çünkü benim iyiliğimle halk pek birşey kazanmaz. Ama idare edenlerin iyi olmaları ile Müslümanlar çok şey kazanır. (Fudayl bin İyaz)
Dua yapmaktan mahrum olmam, benim için duama icabet edilmesinden çok daha zordur. (Ebû Hazım Mekki)
DÜNYA
Dünyaya az meylet, rahat yaşarsın.
Allah, dinini düzelten kişinin dünyasını da düzeltir. (Hz. Ali)
Dünya yılan gibidir, cildi yumuşak fakat zehiri öldürücüdür. Hoşuna giden şeylerden uzaklaş ki sana yaklaşmasın. (Hz. Ali)
İnsanlar dünya işlerinde hırs içinde ve tedbir peşisusunda akıl ve kuvvete göre pay alamazlar. Nice büyük insanlar vardır ki dünya onlara gülmez. Eğer kuvvet ve zorbalıkla dünya ele geçseydi, kartallar serçe kuşlarına rızık bırakmazlardı. (Hz. Ali)
"Dünya sizi aldatmasın!" Bunu kim söylüyor? Cenab-ı Hakk söylüyor. Dünyayı onu yaratandan daha iyi bilen olur mu? O halde dünyadan sakının. (Hasan Basrî)
Ademoğlunun canı dünyadan ancak üç hasretle çıkıyor: Derlediğinden doyasıya yiyememek, emeline varamamak, yapacağı sefer için yeterli azık edinememek. (Hasan Basrî)
Sevgilinin sevmediğini sevmek, sevgi alâmeti değildir. Rabbimiz dünyayı kötüledi, biz ise onu övmekle meşgulüz. (İbrahim Edhem)
Nasıl ki beden hastalandığı zaman yeme, içme, uyku ve istirahatten zevk almazsa, kalb de dünya hastalığına tutulunca vaz ve nasihatten zevk almaz. (Mâlik bin Dinar)
Dünya şehvetlerle donatılmış, âfetlerle kuşatılmıştır. Dünya malının helalinin hesabı, haramının azabı vardır. Dünyaya yakınlık ve ilginiz ona göre olsun. (İbn-i Semmak)
Dünyayı arayıp ahireti bulanı hiç görmedik. Ama ahireti arayıp dünyayı bulanı gördük. (Ebû Said Hasan
ahireti arayıp dünyayı bulanı gördük. (Ebû Said Hasan Basrî)
Dünyanın az şeyini istemek, ahiretin çok şeyini kaybetmek demektir. (Ka'b el-Kurâzî)
Dostlar arasında ülfet ve bağlılığın kalkması, dünya sevgisi sebebiyledir. (Hamdun Kassar)
Ahireti isteyen, dünyasına zarar verir; dünyasını isteyen ahiretine zarar verir. Sen ebedi olan için fani olana zarar ver. (Amr bin Mürre)
Dünya üzerindekileri besler, büyütür, sonra onları yine kendi yer. (Ahmed er-Rufaî)
DÜŞMAN-DÜŞMANLIK
Akrabanın düşmanlığı ve dostların eziyeti yılan zehirinden daha acıdır. (Hz. Ali)
Akıllı düşman, akılsız dosttan hayırlıdır. (Hz. Ali)
Açık kalb ile konuşan düşman, içinden pazarlıklı dosttan daha iyidir. (Hz. Ali)
Akıllı düşmanla istişare kabildir; fakat cahil dostun reyinden kaçınmalıdır. (Hz. Ali)
İki düşman arasında öyle konuş ki barıştıkları zaman utanmayasın. (Sâdî)
İnsanın, kusurlarını sayan düşmanlarından edeceği istifade, kendisini öven dostlarından edeceği istifadeden daha fazladır. (İmam Gazali)
Düşmanın senden emin olmadıkça kâmil (tam, olgun) bir kişi olamazsın. (Bişr-i Hafi)
Bir kişinin düşmanlığına karşılık, bin kişinin dostluğu verilse dahi alma. (Ebû Said Hasan Basrî)
EDEB
Edeb, haddini bilmektir. (Hz. Ali)
Himayen altındakilere iyilik yapmak istersen onlara edeb öğret. (Hz. Ali)
Babaların evlatlarına bıraktıkları servetin en hayırlısı edebtir. (Hz. Ali)
Her kim edepten mahrum kaldı, cümle hayırlardan mahrum kaldı. (İbn Atâ)
Aslında insanla hayvan arasındaki fark da edebdir. Bütün Kur'an'ın manası ayet ayet edebten ibarettir. (Mevlânâ)
EHLİYET
Bir inasın layık olmadığı yere koymak zülumdur. (Hz. Ali)
EŞİTLİK
İnsanların evveli bir damla su, sonu ise toprak olmaktır. Asıllarındaki bir şeyle övünenler ancak su ve toprakla övünmektedirler. (Hz. Ali)
GAFLET-GÂFİL
Üç haslet ibadet etmekten daha değerlidir: Gaflet uykusundan uyanmak; nefse dilediğini vermemek; Allah korkusundan ağlamak. (Ebû Bekir Kettânî)
Avam (halk tabakası) için günahtan kaçmak nasıl vacip ise, havas (münevver tabaka) için de gafletten kaçmak öyle vaciptir. (Ebû Yezid Burani)
Gafilin üç alameti vardır: çok yanılmak, çok eğlenmek, çok unutmak. (Vehb ibn-i Münebbih)
GIYBET (ARKADAN KONUŞMA, ÇEKİŞTİRME)
Allah'a yemin ederim ki, gıybet, müminin dinini ifsad (bozma) hususunda, cüzzamın bedeni ifsad etmesinden çok daha hızlıdır. (Hasan Basri)
Dört şeyi dört şeyden temizle: Dilini gıybetten, kalbini kıskançlıktan, mideni haram lokmadan, davranışlarını riyadan. (Feridüddin Attar)
Senin yanında başkasını çekiştiren, seni de başkasının yanında çekiştirir. (İmam Şafii)
GÖNÜL (KALB)
Kalbler, içi boş kablara benzer, hayırlı olanı hayırla dolu olandır. (Hz. Ali)
Kalb kör olduktan sonra gözlerin görmesinde hiçbir fayda yoktur. (Hz. Ali)
Topraktan biten güller solar gider, gönülden biten güller ise devamlıdır. (Mevlânâ)
GÜLMEK
Çok gülenin heybeti azalır, çok konuşan çok yanılır, böylelerinin hayâsı gider. (Hz. Ömer)
GÜNAH-GÜNAHKÂR
Günahtan sakınmak, tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır. (Hz. Ömer)
Kötü yolları öğrenmemen için günahkarlarla sohbet etme. (Hz. Ömer)
Günahtan korkmayan ile düşüp kalkmak, kıyamet gününde insana utanç olur. (İmam Şafii)
Sahibine üzüntü veren günah, sahibine gurur veren ibadetten hayırlıdır. (Ata-i İskenderi)
Günah işlediği zaman üzüntü değil sevinç duyanların hali, günah işlemekten daha beterdir. (Mansur bin Ammar)
Hayret ederim o kişiye ki, hastalık korkusuyla yemekten perhiz eder de, cehennem korkusuyla günahtan perhiz etmez. (Yahya bin Muaz)
Allah'tan korkan günahkar, ibadetine güvenen âbidden daha makbuldür. (Sâdî)
Nefse, günahtan kaçınmak ibadet yapmaktan daha zor gelir. Onun için günahtan kaçınmak daha sevaptır. (İmam Rabbânî)
İşlenen günahların kokusu olsaydı, günahlarımın kokusu yüzünden hiçbiriniz bana yaklaşmazdı. (Muhammed İbn-i Sirin)
HARAM
Biz, harama düşmek korkusuyla helâlin de onda dokuzunu terkederdik. (Hz. Ömer)
Her haram içki gibi sarhoşluk verseydi, hiç kimseyi ayık göremezdin. (Mevlânâ)
Haram para ile sadaka veren, hayır işleyen kimse, kirlenmiş elbiseyi idrar ile yıkayana benzer. (Süfyan-ı Sevri)
Haram yiyenlerin yedi azası istese de, istemese de günah işler. Helâl yiyenlerin bütün bedeni ibadet eder. (Abdullah Tusteri)
HASET (KISKANMA)
Hasetçinin, senin sevindiğin zaman üzülmesi, intikam olarak sana yeter. (Hz. Ömer)
Kıskanç, vücutça sıhhatli görünse de, hasedin tesiriyle muzdarip ve hastadır. (Hz. Ali)
Ölümü çok hatırlayanda ne neş'e olur ne de haset. (Ebü'd-Derda)
Dört şeyden uzak durmalıdır: Haset, kibir, öfke ve kıskançlık. (Feridüddin Attar)
HATA (AYIP, KUSUR)
En büyük ayıp, başkalarında gördüğümüzde beğenmediğimiz bir ayıbın kendimizde bulunmasıdır. (Hz. Ömer)
Bir hata işlediğiniz zaman Allah'tan bağışlanma dileyiniz. Çünkü hatalar, insanlar yaratılmadan önce yaratılmıştır. Bütün tehlike hatada ısrardadır. (Ebû Abdullah Câfer-i Sâdık)
Ey Ademoğlu! Sen imanın hakikatını ancak, sende bulunan bir ayıptan dolayı halkı ayıplamayı terkettikten sonra elde edebilirsin. (Hasan Basri)
Sofiliğin şartı insanların kusurlarını görmemektir. (Ahmed er-Rufai)
Daima başkalarının kusurlarını gören, bir gün rüsvaylık içinde ağzını açamaz olur. (Feridüddin Attar)
Herkesi kusurları ilk anan bir kimsenin senden de teşekkürle söz edeceğini sanma. (Sâdî)
HAYÂ (UTANMA)
Utanması olmayanın kalbi ölür. (Hz. Ömer)
Kulun nefsini tanımamasının alameti haya ve Allah korkusu azlığıdır. (Ahmed bin Âsım el-Antâki)
HELÂL
Allah Teâlâ'ya itaat etmek bir hazineye benzer. Bu hazinenin anahtarı dua, bu anahtarın dişleri de helâl lokmadır. (Yahya bin Muaz)
İmanın hakikatine kavuşmak için dört şey lazımdır: Bütün farzları edeble yapmak; helâl yemek; görünen ve görünmeyen haramlardan sakınmak ve bunlara ölünceye kadar devam etmektir. (Abdullah Tüsteri)
HOŞGÖRÜ (MÜSAMAHA)
Elif okuduk ötürü, pazar eyledik götürü; Yaradılmışı hoşgördük, yaradandan ötürü. (Yunus Emre)
HÜSN-İ ZAN (İYİ ZAN, İYİYE YORMA)
Gerçek anlaşılıncaya kadar Müslüman kardeşinin yaptıklarını iyiye yor. (Hz. Ömer)
Bir din kardeşine ait sevmediğin bir iş duyarsan birden yetmişe kadar özür kapısı araştır. Bulamazsan, belki benim anlayamadığım bir özrü vardır de ve kapa. (Ebû Abdullah Cafir-i Sâdık)
Bir mümin hakkında iyi düşünceler besleyip de yanılmak, kötü zanda bulunup da isabet etmekten daha hayırlıdır. (İmam Gazali) İBADET
İlimsiz yapılan ibadette, anlayış vermeyen ilimde, tefekküre götürmeyen Kur'an okumada hayır yoktur. (Hz. Ali)
Arzularınla arana demirden bir duvar koymadıkça, ibadetin ve kulluğun tadına varamazsın. (Bişr-i Hafi)
Vakit çok kıymetlidir. Ancak kıymetli şeyler için kullanılması gerekir. İşlerin en kıymetlisi ise Allah'a ibadet etmektir. (İmam Rabbani)
İnsanlar genellikle iki sebebten helâk olurlar: 1- Farzların vaktini geçirerek nafile ibadetlere dalmak, 2- İbadetleri kalb ile birlikte değil de sadece organlarla yapmak. (Muhammed Ebû Verd)
İbadetlerin en makbulü, gizliliğine en çok riayet edilendir. (Tavus bin Keysan)
İbadet eden kimse, yaptığı ibadete bakar da kendini bir din kardeşinden üstün görmeye kalkarsa yaptığı ibadet hiç olur. (Süyfan-ı Sevri)
İHLÂS
İhlâs, güzel bir iş yaptığında onun konuşulmasından hoşlanmaman, o güzel işinden dolayı övgü beklememendir. (Ahmed ibn-i Asım el-Antaki)
İhlâs, amel eden kişinin amelinin kabul edilmesine vesile olan şeydir. (Ebû Hayır Nessâc)
Bir şeyin zıddı bilinmez ise kendi de bilinmez. İhlâs da, zıddı olan riyayı tanıyıp onu terketmekle bilinebilir. (Ebû Osman Mağribi)
Her kim ihlâsla bir amel işlese de sonradan onunla övünse, o kimse bu kabul olunmuş ameli iyilik divanından siler, riya divanına yazar. (Süfyan-ı Sevri)
Her kim güzel bir ameli halk görmesin diye terkederse riyadır; halk görsün diye işlerse şirktir; ikisini de terk eder ise ihlâstır. (Malik bin Dinar)
İMAN
İman, Yüce Allah'ın gayba ait bildirdiği her şeyi nefsin tasdik etmesidir. (Muhammed ibn-i Hafif)
İman çıplaktır, onun elbisesi takva, süsü haya, sermayesi ilimdir. (Ebû Hüreyre)
İnsanlar kainatta bulunan şeylere bakıp görmekle değil, bunları yaratan Yüce Zatı düşünmekle huzur duyabilir (Ebû Huseyin Nuri)
İNSAN
Gerçeği, insanların ölçüleri ile değil; insanları gerçeğin ölçüsü ile tanı. (Hz. Ali)
İnsan ile insan arasında fark vardır. Bir de mirden hem nal, hem de kılıç yapılır. (Nizami)
Dünya bir ağaca benzer, biz insanlar bu ağaçta yarı ham, yarı olgun meyveler gibiyiz. (Mevlânâ)
İSRAF (SAVURGANLIK)
Birkaç günlük bir nafakayı bir günde harcayan ev halkına ben buğzederim. (Hz. Ebû Bekir)
Müsrif adam üç yanlışı tekrarlar: Kendine lazım olmayanı alır, kendine ait olmayanı giyer, kendine layık olmayanı yer. (Vehb ibn-i Münebbih)
İSTİŞÂRE (DANIŞMA)
Danışmayı terk eden doğru yolu bulamaz. (Hz. Ali)
İŞ, İŞÇİ
Bir iş bir kere geri kalırsa hiçbir vakit ilerlemez. (Hz. Ömer)
En bedbaht, en muzdarip kimse, yapacak bir işi olmayan kimsedir. (Bediüzzaman)
İYİLİK
Her şeyin bir şerefi vardır, iyiliğin şerefi de çabuk yapılmasındandır. (Hz. Ömer)
İyilik ediniz, onun karşılığında kötülük göreceğinizi hiç aklınıza getirmeyiniz. (Hz. Ali)
İyilik, sana kötülkü edene iyilik etmendir. İyiliğe karşı iyilik etmek, satın aldığın bir şeyin parasını vermeye benzer. (Süfyan-ı Servri)
Bir kul, iyiliği dolayısıyla yeryüzünde övülürse, gökyüzünde de övülür. (Ka'ab el-Ahbar)
KANAAT
Ne kadar yoksul ve aç olursa olsun kanaat sahibi zengindir. (Hz. Ali)
Rızkın ne ise ona kavuşursun, hiç üzülme. Kul kanaat sahibi olduğu zaman hürdür. Hırsa kapıldığında köle olur. Kalbinden tamahı çıkar ki ayalarındaki zincir çözülsün. (Ahmed er-Rufâî)
Hırsını satarak onun parası ile kanaat satın alan kimse, izzet ve şerefle zafere ulaşır. (Ebû Bekir Kettânî)
Kanaat etmekten hiç kimse ölmedi, hırs da hiç kimseyi zengin etmedi. (Mevlânâ)
Üç haslet evliya sıfatıdır: Allah'a tevekkül, Allah'tan başkasından birşey beklememek, kanaat etmek. (Yahya ibn-i Muaz)
Allah beş şeyi beş yere yerleştirmiştir: İzzeti, ibadet ve itaate; zilleti, günaha; heybeti, geceleyin kalkmaya; hikmeti, boş karına; zenginliği de kanaate. (Kuşeyri)
KARDEŞ-KARDEŞLİK
İçinde bulunduğu meşguliyet seni arayıp bulmasına engel olan, fakat kalbinde sevgini taşıyan kimse senin din kardeşin sayılır. (Mâlik bin Dînar)
Üç durumda din kardeşinizi yalnız bırakmayınız: Hastalandıklarında ziyaret ediniz, meşguliyetlerinde yardım ediniz, unuttuklarında hatırlatınız. (Ata ibn-i Meysere el-Horasânî)
Kendisine minnet etmeğe mecbur olduğun kimse senin kardeşin değildir. (İmam Şafi'î)
KOMŞU-KOMŞULUK
Komşusu, arkadaşı ve akrabası tarafından iyi denen kimse gerçekten iyidir. (Hz. Ömer)
İyi komşuluk, sadece komşuya eziyet etmemek değil, onun verdiği eziyete de katlanmaktır. (Hasan Basri)
KÖTÜ-KÖTÜLÜK
Kötülüklerini herkesin görmesinden çekinmeyen kimse insanların en şerlisidir. (Hz. Ali)
Bir müslüman kardeşine yapacağın en büyük kötülük, kızdığın zaman hayırlı işleri gizlemen, şerli yönünü anlatmamandır. (Muhammed ibn-i Sirin)
KUR'ÂN-I KERİM
Manevi lezzeti üç şeyde arayın: Namazda, zikirde ve Kur'an okumakta. Bulunsanız ne âlâ! Bulamazsanız kalbiniz hasta demektir. (Hasan Basri)
MAL-MÜLK (PARA, SERVET)
Mal (servet) hasislerde, silah korkaklarda, otorite (yetki) zayıflarda olursa işler bozulur. (Hz. Ebû Bekir)
İnsanları iki şey mahveder: Mal toplama hırsı ve çok konuşmak. (İbrahim en-Nehai)
MERHAMET
Her kim ki, kendisinde Allah'ın yarattıklarına karşı merhamet yoktur, o kimse Hak ehlinin yükseldiği makama yükselemez. (İbrahim Düssuki)
Hiçbir din yolcusu, bütün insanları sevinceye, onlara şefkat besleyinceye, görünen ayıplarını örtünceye kadar olgunluğa ulaşamaz. (İbrahim Düssuki)
MÜSLÜMAN-MÜSLÜMANLIK
Eğer biz İslâm'ın bir üstün değerler sistemi olduğunu Müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak, onlara, her şeyden önce bizim İslâm'ı temsil etmediğimizi söylemek zorundayız. (Muhammed İkbal)
NASİHAT (ÖĞÜT)
Nasihat dünyanın en pahalı mücevheri kadar değerli olduğu halde ekseriya pek ucuza satılır. (Hz. Ali)
Dil ile öğüt verene değil, davranışları ile örnek olana uymalıdır. (Muhammed ibn-i Hafif)
NEFİS ve NEFSİ TERBİYE
Tasavvuf yolunda bulunan kişinin yapacağı ve dikkat edeceği en mühim şey nefsini hesaba çekmektir. (Ebû Osman Mağribi)
En büyük nimet nefsin arzularından kurtulmaktır. Çünkü nefis kişi ile Allah arasında bulunan perdelerin en büyüğüdür. (Ebû Bekir Temestani)
Bütün Kur'an nefislerin kötülüklerini bildirmek ve açıklamaktan ibarettir. (Mevlânâ)
Nefis bir katırdır, amel (ibadet ve taat) da onun yüküdür. (Vehb ibn-i Münebbih)
Nefsini zelil kılan kimseyi Yüce Allah aziz kılar ve o kişinin derecesini yükseltir. Nefsini beğenen kişiyi de Allah zelil ve hakir kılar. (Ebû Hasan Buşenci)
Nefsi en iyi şu dört şey terbiye eder: Susmak, açlık, yalnızlık ve uykusuzluk. (Feriduddin Attar)
İnsanların en zayıfı, nefsani arzularından el çekmede aciz kalandır. En güçlüsü de, bu arzuları terketmeye güç yetirendir. (Davud Kassar)
Salih bir kişi için en kötü şey nefsine kolaylık göstermektir. (Muhammed ibni Hafif)
Nefsinden gördüğü şeyleri iyi sanan ayıplarını göremez. Ancak nefsinin ayıplarını arayan, ondan gelen şeyleri elekten geçiren kendi kusurlarını bulur ve görür. (Hayır Nisaburi)
Bir kimse nefsini terbiye etmekten acizse, başkasına edeb öğretmek işinde daha acizdir. (Seriyy'üs-Sakati)
Nefsimi elimde tutabilseydim parça parça doğrar hayvanların önüne yem olarak atardım. (Süleyman ibn-i Mihran)
Nefis, üç köşeli bir dikendir; ne türlü koysan batar. (Mevlânâ)
İyilikte her düşmanı dost edinebilirsin, oysa nefsin ona iyilik ettikçe düşmanlığını arttırır. (Sâdî)
NİYET
Nice küçük amel (iyilik ve ibadet) vardır ki niyet onu büyük yapar; nice büyük amel vardır ki niyet onu küçük yapar. (Abdullah ibn-i Mübarek)
ÖFKE
Öfke, düşünceyi, muhakemeyi, hafızayı bulandıran en kötü çamurdur. (Atiye Keskin)
Bir kimsenin cimrilik adeti ile öfke duygusu körelmedikçe muttakiler sınıfına geçemez. (Abdullah el-Müzeni)
Öfkenin aşırısı, kişiyi özür dilemek küçüklüğüne iter. (Amr bin As)
ÖLÜM
Kabre hazırlıksız giren, denize kayıksız açılmış gibidir. (Hz. Ebû Bekir)
Ölmek felaket değildir, öldükten sonra başa gelecekleri bilmemek felakettir. (İmam Rabbani)
Üç şey kalbin paslanmış olmasının alametidir: 1. Allah'a ibadetten zevk almamak, 2. Günaha düşmekten korkmamak, 3. Ölümden ibret almayıp dünyaya daha çok bağlanmak. (İbrahim Edhem)
Ey insanlar! Ölünce peşinizden size ağlanmadan önce, siz kendinize, kendi halinize ağlayın. (Abdülkadir Geylâni)
Geylâni)
Ölümü hatırlamak kalbi temizler, insanı dünyaya ve dünyadakilere bağlanmak felaketinden kurtarır. (Abdülkadir Geylâni)
Ölüm büyük bir olaydır, büyük bir tehlikedir. İnsanlar bunu bilmiyorlar. (İmam Gazali)
İki şeyi asla unutma: Allah'ı ve ölümü; İki şeyi de unut: Yaptığın iyiliği, gördüğün kötülüğü. (Lokman Hekim)
Sizi mezarda takip etmeyecek olan her şeyle alakanızı kesiniz. (Mevlânâ Alâuddin)
ÖMÜR
Ömrünü faydasız ve boş şeylerle geçiren, tarlaya tohum etmek vaktini kaçırır, hasat zamanı geldiğinde pişman olur. (Hz. Ebû Bekir)
RIZIK
Rızkın Allah Teâlâ'dan olduğuna inanan kimse, zengin olunca sevinmez, fakirleşince üzülmez. (Hâtem-i Esam)
RİYA (GÖSTERİŞ) - RİYÂKAR
Bir kimse yaptığı hayırların ve iyi işlerin bilinmesinden ve konuşulmasından hoşlanıyorsa Allah'a şirk koşmuş olur. (Ahmed ibni Ebûl-Havârî)
Riyakâr, memnun ettiğin zaman, seni sende bulunmayan vasıflarla anan; darılttığın zaman yine seni sende bulunmayan kötülüklerle anıp anlatandır. (İmam Şafii)
Doğruluk, yaptığını Allah için yapmaktır; halk için yapmak ise riyadır. (Ebû'-l-Hasen Harakânî)
SABIR
Sabır, belayı hafifletir. (Hz. Ali)
Hiç kimse, kendisine sabır verilen kimse kadar Allah'ın lütfuna uğramamıştır. (Hz. Ali)
Sabır ve sebat insanların iki büyük yardımcısıdır. (Hz. Ali)
Sabrın insandaki mevkii, başın vücuttaki mevkii gibidir. (Hz. Enes)
Sabır, yüzünü ekşitmeden acıyı yudumlamaktır. (Kuşeyri)
Belaya feryad eden, Allah'a kafa tutmuş olur. Feryad etmek belayı geri çevirmez, ama sabretmenin ecir ve sevabını yok eder. (Şakik Belhi)
SEVGİ
Sevgi ile, bulanık, tortulu sular arı duru bir hale gelir. (Mevlânâ)
Sevgiden ölüler dirilir, sevgiden padişahlar kul olur. Sevgiden bakırlar altın kesilir. (Mevlânâ)
İyi amellerim arasında en değerli bulduğum, salih bir zata olan sevgimdir. (Abdullah el-Müzeni)
Hakiki sevgi, iyilik gördüğünde artmayan, kötülük gördüğünde eksilmeyendir. (Yahya bin Muaz)
SIR
Sırrını saklayanın iradesi elindedir. (Hz. Ömer)
Sende bulunduğu zaman gizli kalmasını istediğin şeyi, başkalarında görünce ifşa etme. (Hamdun Kassar)
Her insan sırdaş olamaz. Her testi su tutamaz. (Nâsır-ı Husrev)
SÖZ
Ne söylediğine ve ne zaman söylediğine dikkat et. (Hz. Ebû Bekir)
Söz, ilaç gibidir; azı yaşatır, çoğu öldürür. (Hz. Ali)
Bir söz kulağa gelip orada kalıyor, kalbe ulaşmıyorsa, o söz dudaktan söylenmiştir. Bir söz kulağı aşıp kalbe ulaşıyorsa o söz gönülden söylenmiştir. (Hz. Ali)
Akıl tamamlandığında söz noksanlaşır. (Hz. Ali)
Önce düşün, sonra söyle, çünkü önce temel sonra duvar gelir. (Sâdî)
Hoşa gitmeyen söz söyleme, çünkü bu sözün karşılığı da hoşa gitmez. Dağda güzel ses çıkar ki dağ da onu güzel aksettirsin. (Nâsır-ı Husrev)
Yerinde söz söylemesini bilen, özür dilemek zorunda kalmaz. (Fatih Sultan Mehmed)
Güzel sözler, petekten damla damla sızan bala benzer. İnsanın ruhuna tat verir. (Hz. Süleyman)
Sözün revaç bulduğu, buna karşılık işin hiç olduğu bir devreye yetişirsen, şerli insanlar arasında kaldığını ve şerli bir zamanda yaşadığını bilesin. (Ebû Hâzım)
ŞEHVET
Cenneti arzulayan bir kimse, mutlaka dünyada şehvetlerinden fedakarlık etmelidir. (Hz. Ali)
Şehvet şeytanın yularıdır. Bu yuları şeytana kaptıran ona kul olur. (Ebû Bekir Kettâni)
Organlarını şehvetlerle razı eden bir kimse, kalbine pişmanlık ağacını diktiğini bilmelidir. (Ebû Yahya el-Verrak)
İnsanların en zayıfı, şehvete esir ve nefsine oyuncak olandır. (İbrahim bin Davud Rıkkî)
ŞEKİL ÖNEMLİ DEĞİLDİR
Bir adamın şöhretine, görünüşüne bakmayın. Bir kimsenin namaz ve niyazına aldanmayın. Ancak aklına ve doğruluğuna bakınız. (Hz. Ömer)
ŞERİAT
Kıyamette şeriatten sorulur. Ebedi hayata giriş ve azaptan kurtuluş, şeriatın yerine getirilmesine bağlıdır. (İmam Rabbani)
Şeriat üç bölümdür: İlim, amel, ihlâs. Bunlardan herbiri yerine getirilmedikçe şeriat gerçekleşemez. (İmam Rabbani)
Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola koyulmak gerekir. Yola koyuldun mu bu gidişin adı tarikattır. Maksadına ulaştın mı o da hakikat. (Mevlânâ)
Pergel gibi bir ayağımızla şeriat üzerinde sabitken diğeriyle yetmiş iki milleti dolaşırız. (Mevlânâ)
ŞÖHRET
Zillete düş, fakat şöhret isteme. Başkaları seni söylesinler diye yükselmeye çalışma. (Hz. Ali)
Bir kişi tanımıyorum ki, tanınmasını sevsin de bu yüzden dini gidip rezil olmasın. (Bişr-i Hafi)
İnsanoğlu üç perdeyi gönlünden gidermeyince ona Allah yolu açılmaz: Dünyayı mülk olarak verseler sevenmemek, dünya kendisinin olsa da elinden alsalar yerinmemek; şöhretten ve övülmekten hoşnut olmamak. (İbrahim Edhem)
ŞÜKÜR
Şükür, nimetlerin süsüdür. (Hz. Ali)
Allah'ın verdiği nimeti, O'nun razı olduğu yerde harcamakla şükür, razı olmadığı yerde harcamak nankörlüktür. (İmam Gazali)
Allah'ın ihsan ettiği nimetlerle O'na isyan etmemek, o nimetleri haram olan yerde asla kullanmamak şükürdür. (Cüneyd-i Bağdâdî)
Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir. (İmam Şibli)
TAMAH (HIRS)
Şarap, tamahkarlık kadar aklı baştan alamaz. (Hz. Ömer)
Tamahta zillet (aşağılık duruma düşmek) vardır. (Hz. Ali)
TEDBİR
TEDBİR
İşten evvel tedbir, pişmanlığa yer bırakmaz. (Hz. Ali)
İtaat ve ibadetle iş bitmez. Söz söylemekte, etrafa bakmakta, yemek yemekte fevkalade ihtiyatlı olmak lazımdır. (Mevlânâ Alâuddin)
TEMBELLİK
İnsanı vaktinten önce yıpratan bir şey varsa o da tembelliktir. (Hz. Ali)
Dört şey bedbahtlık işaretidir: Câhillik, tembellik, kimsesizlik, nâkeslik (kimseye iyiliği dokunmamak) (Feridüddin Attar)
TEMİZLİK-SAĞLIK-HASTALIK
Oburlukla sağlık bir arada bulunmaz. (Hz. Ali)
Elden gitmeden iki şeyin değerini anlamak zordur. Bunlar, sağlık ve gençliktir. (Hz. Ali)
Dört şeyi küçümsemeyin: Düşmanı, ateşi, hastalığı, az bile olsa ilmi. (Feridüddin Attar)
Hastaya durumu sorulduğunda, önce halini hayırla anıp sonra derdini anlatırsa halinden şikayet etmiş sayılmaz. (İbrahim en-Nehaî)
Cümle hastalıkların aslı çok yemektir. (Hamdun Kassar)
TERBİYE
Halkı hakka davet eden, canavar terbiyecisi gibi olmalıdır, canavar terbiyecisi nasıl hayanın huyunu ve yeteneğini bilip on göre davranırsa hak davetçisi de aynı şekilde davranmalıdır. (Ali Râmitenî)
TEVEKKÜL
Tevekkül, olan şey ile yetinmek, olmayan şeye razı olmaktır.
Hakiki mânâda tevekkül, Allah'tan başkasından korkmamak, O'ndan başkasına güvenmemektir. (Fudayl bin İyaz)
Cenâb-ı Hakkın kapısından kovduğu kimse her kapıya koşar; fakat O, bir kimseyi kendi kapısına çağırırsa onu kimsenin kapısına bırakmaz. (Şeyh Sâdî)
TÖVBE
Günah işlemekten kaçınmak, tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır. (Hz. Ömer)
Tövbe edenlerle beraber oturun, çünkü onların kalbleri yumuşak olur. (Hz. Ömer)
Kim ki başından geçen bir günahı hatırlar ve bu nedenle kalbi acı duyarsa, Allah katındaki kitapta o günah ondan silinmiş olur. (Abdullah bin Ömer)
Bina için toprak, yaşamak için gıda neyse, melekut aleminde yükselmek için de tövbe odur. (Şahabeddin Sühreverdi)
TUTUMLULUK (İKTİSAT)
Tutumluluk, az şeyi çoğaltır; israf, çok şeyi azaltır. (Hz. Ali)
İyi kullanılan az mal, kötü kullanılan çok maldan daha ziyade dayanır. (Hz. Ali)
Allah'ın rahmetinden ümitsiz olmak, günahkar olmaktan daha tehlikelidir. (Hz. Ali)
Mümin kulun korku ve ümidi aynı olmalıdır, tartılacak olsa eşit gelmelidir. (Tavus bin Keysan)
Mümin günah korkusu ile ümit arasında iki arslan arasındaki tilki gibi olmalıdır. (Yahya bin Muaz)
Üç şey insanı ibadet ve itaate sevkeder: Korku, ümit ve sevgi. Üç şey de insanı günaha sevkeder: Kibir, hırs ve haset. (Hatem-i Esam)
Mümin, yalnız Allah'tan ümit eder, münafık ise Allah'tan başka herkesten ümit eder. (Hatem-i Esam)
Dört şey kafirliğe sebep olabilir: Gıybet etmek, haset etmek, haram mal devşirmek, Allah'ın rahmetinden ümit kesmek. (Süfyan-ı Sevri)
YALAN
Doğruluk ile yalancılık kalbte şiddetli bir kavgaya tutuşurlar. Birisi diğerini kalbten kovuncaya kadar kavgaları devam eder. (Malik bin Dinar)
ZAMAN
ZAMAN
Üç şey Allah'ın azabını gerektirir: 1- Oyun ve eğlence ile boşuna vakit geçirmek, 2- Başkalarıyla alay etmek, 3- İnsanların arkasından konuşmak. (Seriyy'üs-Sakati)
ZENGİN-ZENGİNLİK
Zenginlik, gurbeti vatan; yoksulluk vatanı gurbet yapar. (Hz. Ali)
Beş şey, beş nevi insanda şiddetle kötülenmeye layıktır: Âlimlerde fücur, hakimlerde hırs, kadınlarda hayasızlık, ihtiyarlarda zina, zenginlerde cimrilik. (Hz. Ali)
Bir kimse zenginlerle beraber olmayı, fakirlerle beraber olmaya tercih ederse, Allah onu kalb ölümü hastalığına müptela kılar. (Ebû Osman Mağribi)
Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin cennete girmesinden daha kolaydır. (Vehb ibn-i Münebbih)
Büyüklenen zenginden çekin, zira lağım doldukça daha pis kokar. (Nâsır-ı Husrev)
Zenginlerden kendini sakın. Kalbini ne zaman onlara bağlar, ne zaman onlardan birşey beklemeye kalkarsan, Allah'tan başka rabler edinmiş olursun. (Şakik Belhi)
Zenginlerin karşısında izzet tavrı takınmak tevâzu sayılır. Fakirlerin yanında gösterilecek zillet hali ise bir şereftir. (Hayır Nisaburi)
Allah'a yemin ederim ki, parayı aziz eden bir kimseyi Allah zelil eder. (Hasan Basri)
Ne kadar zengin olsan yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan alabileceği kadar alır, gerisi kalır. (Mevlânâ)
Zillet bakımından insanların en ileri olanı zenginlere yaltaklanan veya ona tevazu gösteren fakirdir. İzzet bakımından insanların en iyisi ise fakirlere karşı alçakgönüllü olan zengindir. (Muhammed ibn-i İsmail Mağribi)
ZİKİR
Zikir, bir kazmadır, onunla gönüllerdeki yabancı duygu dikenleri temizlenir. (Ubeydullah Ahrar)
Kalb uyanıklığının belirtisi, Allah'ı zikrettiğin zaman Allah'ın da seni andığını duymandır. (Ebûl-Hasen Harakâni)
ZULÜM-ZÂLİM
Zulüm, vefâsızlık ve hile kimde bulunursa zararı yine kendine dokunur. (Hz. Ebû Bekir)
Memleketler, mülk ve saltanat, küfür üzerine durabilir de zulüm üzerinde durumaz. (İmam Maverdi)
Sultanların ve devlet adamlarının bozulması zulüm ile, âlimlerin bozulması tamahkarlık ile, fakirlerin bozulması ise riya ile olur. (Ebû Bekir Varrak)
Haksızlık karşısında eğilmeyiniz. Zira hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz. (Hz. Ali)
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem!;Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem! (Mehmed Akif)
ZÜHD-ZÂHİD
Kul ile Allah arasında dört deniz vardır. Kul bu denizleri geçmeyince Allah'a ulaşamaz. İlk deniz dünyadır, onun gemisi zühddür; ikincisi, halktır, Onun gemisi uzlettir; üçüncüsü nefistir, onun gemisi dileğini reddetmektir; dördüncüsü İblis (şeytan)tir, onun gemisi kendisini düşman bellemektir. (Cüneyd Bağdâdî)
Zahid o kimsedir ki, eline hiç birşey geçmese bile gönlü hoş olur ve rızık dolayısıyla endişe etmez. (Ebû Bekir Kettânî)
Akıllının dünyayı talebi, cahilin onu terkinden zühde daha yakındır. (Yahya bin Muaz)
Zühd, elleri mal ve mülkten, kalbleri mal ve mülk isteğinden uzak tutmaktır. (Cüneyd-i Bağdâdi)
Zahidlik helale karşı olur; harama gelince o bir ateştir. Ona ancak ölüler el uzatır. (Ömer ibn-i Abdülaziz
25. El-Muizz: Bütün izzet doğrudan doğruya irâdesine bağlı olan; dilediğini dilediği şekilde aziz kılan.
26. El-Muzül: İzzet gibi zillet de bütünüyle irâdesine bakan; dilediğini müstehak olduğu şekilde zillete düşüren.
27. Es-Semr: Ezelden ebede varlıkların bütün seslerini biri diğerine engel olmaksızın işiten; kâinattaki bütün ses ve işitmeler Onun herşeyi kuşatan işitme sıfatının tecellîleri olan.
28. El-Basîr: Gizli ve açık herşeyi her haliyle çok iyi gören, sonsuz kudret ve hikmetiyle her canlıya lâyık gözü ve görme kabiliyetini ihsan eden.
29: El-Hakem: Varlıklar dünyasında ve haklı ile haksız arasında hiçbir adaletsizliğe, yanlışlığa ve itiraza yer bırakmayacak şekilde hükmeden.
30: El-Adl: Zerreden kürelere kadar kâinatı bütün varlıklarıyla birlikte ölçü altına alıp dengeleyen; canlı cansız herşeye en güzel ve en uygun vaziyeti veren; her varlığa lâyık olduğu ölçüde varlığını devam ettirme hakkı vermekle sonsuz adaletini gösteren; emrine itaat edenleri mükâfatlandırırken, haddini aşanları dizginleyen ve hak ettikleri cezayı veren; haşrin büyük mahkemesinde ise mutlak adaletini en geniş ve en mükemmel tarzda gösteren.
31. El-Latif: Varlıkiarı en nâzik incelikler ve nazenin güzellikler içinde yaratan, herbir canlıya lütufkarlıkla ihsan ve ikramlarda bulunan; sonsuz ilmiyle eşyanın bütün inceliklerine nüfuz eden.
32. El-Habîr: Göklerde ve yerde, görünen ve görünmeyen âlemlerde en gizli sırtardan, en saklı şeylerden haberdar olan. İlminin dışında hiçbir şey bulunmayan; her şeyin gizli açık, küçük büyük her halini bilen.
33. El-Halîm: Günah ve isyanlarına rağmen kullarını hemen cezalandırma-yıp onlar için tevbe ve ümit kapılarını açık bırakan; onları sonsuz rahmet ve ke-remiyle nzıklandırmaya devam eden.
34. El-Azîm: Bütün varlıkları her hallerinde kudret ve hâkimiyetiyle çekip çe-vjren, en küçük zerreden Arş-ı Azama kadar herşeyi sınırsız isim ve sıfatlarının tecellileriyle kuşatan.
35. El-Gafûr: Sonsuz rahmetiyle dilediğinde küçük büyük bütün günahları bağışlayan
36. Eş-Şekûr: Bütün kullarının bütün şükür ve sâlih amellerinden haberdar olan, şükredenlerin nimetlerini arttıran; en küçüğünü dahi zayi etmeksizin bütün iyiliklere bol bol sevaplar ihsan eden.
37. El-Aliyy: Zât, sıfat ve isimleriyle her türlü kusur ve noksandan uzak, mümkün ve düşünülebilecek ve tasavvur edilebilecek her türlü derece ve mertebelerin üstünde olan.
38. EI-Kebîr: Sınırsız isim ve sıfatlarıyla ilmimizi aşan sonsuz büyüklük sahibi olan.
39. El-Hafîz: Bütün varlıkların her türlü davranış, hal ve hareketlerini kaydeden; milyonları aşan canlı türlerinin nesillerini, tohum ve nutfelerinde muhafaza edip devam ettiren; İnsanların bütün yaptıklarını sorgulama için inceden inceye dikkatle kaydeden; bütün varlıkları devamlı gözetimi altında tutan; onları heı türlü zarar ve kötülüklerden koruyan.
40. El-Mukît: Herşeye gücü yeten, herşeyi lâyıkıyla gözeten, iyiyi iyiliğinden kötüyü de kötülüğünden derecesine göre hissedar eden; maddî ve manevî heı türlü rızkı veren.
41. El-Hasîb: Bütün mevcudatın bütün amellerinin muhasebesini yapıp, neti cesini hıfz eden; sonsuz acizlik ve hadsiz düşmanlara karşı mahlukâtın imdadı na kudret ve rahmetiyle yetişen. Onlara her zaman, her ihtiyaçlarında kâfi bi vekil olan.
42. El-Celîl: Bütün celâl sıfatlarıyla sıfatlanmış olan; en geniş dairelerde^ varlıkların türleri üzerinde icraat ve tecelliyatlarıyla rubûbiyetinin ihtişamını gös teren; birliğini ve yüce zâtına lâyık muhteşem sıfatlarını bildiren.
43. EI-Kerîm: Bütün zîhayatları binler işteha. duygu, âlet ve organlarla dona tıp süsleyen; sonsuz rahmet hazinelerinin süslü ve tatlı nimetlerini karşılık bek lemeden önlerine seren. Sonsuz keremi, yarattığı bütün sanatlı mahlukât üze rindeki tezyinat ve bunların terbiyelerindeki dikkat ve titizlikle açıkça görünen.
44. Er-Rakîb: Mahlukâtın hareket, davranış, hal ve işlerini devamlı kontrol ve gözetimi altında tutan, bunları kaydeden.
45. El-Mucîb: Bütün varlıkların hal ve dil İle yardım istemelerine ve dualarına tam bir hikmet, rahmet ve inayetle dâima cevap veren. Darda ve sıkıntıda olanların imdadına koşan.
46. El-Vâsi': Kudret, rahmet, bağışlama, iş ve fiilleri, tecellî ve tasarrufları, sıfat ve isimlen, bütün varlıkları içine alacak kadar geniş olan. Kullarına bol bol nimetler veren.
47. El-Hakîm: Herşeyi en kısa yoldan, en faydalı, en kolay ve en güze! bir şekilde yaratan. Boş iş yapmayan, herbir şeyde sayısız faydalar gözeten, ve bunu yaratıkları üzerinde tecellileriyle gösteren.
48. El-Vedûd: Cemâlini, isimlerini ve bunların tecellîleri olan mahlukâtının güzelliklerini çok seven; rahmetinin güzel meyveleriyle söz ve fiilleriyle kendini yaratıklarına sevdiren.
49. El-Mecîd: Zât ve sıfatı herşeyden yüce, şan ve şerefi herşeyin üstünde, lütuf ve keremiyle herşeyden üstün, her türlü yüceltmeye nihayet derecede lâyık olan.
50. El-Bâis: Şuur sahibi yaratıklarına elçiler göndererek emir ve yasaklarını bildiren; sayısız insan, hayvan ve bitkileri hayat sahnesine çıkaran; haşirde bütün ölüleri tek bir emirle diriltip kabirlerinden çıkaran ve onları yüce huzurunda toplayan.
51. Eş-Şehîd: Bütün varlıkları her an müşâhadesi altında bulunduran; varlık ve birliğine, elçilerinin ve kitaplarının hak olduğuna, konuşması, fiilleri ve eserleriyle bizzat şahitlik eden.
52. El-Hakk: Varlığı gerçek olan ve hiç değişmeyen, ibâdete lâyık ve her hakkın sahibi olan.
53. El-Vekîl: Bütün varlıkları bütün halleriyle idare eden, bütün ihtiyaçlarını karşılayan, bütün hal ve davranışlarını bilen ve gözeten; kendisine tevekkül edenlerin herşeyine kâfi gelen.
54. El-Kaviyy: Kuvveti bütün kâinata hâkim ve bütün eşyayı zapteden ve bütün varlıkları hükmü altına alan.
55. El-Metîn: Herşeye tam bir teslimiyetle boyun eğdiren; hiçbir fiilinde hiçbir güçlükle karşılaşmayan; hiçbir varlık, vasıta ve cisim fiillerine hiçbir cihetle engel olmayan.
56. El-Veliyy: Varlıkların bütün işlerini ve ihtiyaçlarını üzerine alan, bütün yardımlar ve muvaffakiyetler kendisinden gelen, Kendisine îman ile bağlananları her zaman yardım, himaye ve yakın dostluğuyla koruyup gözeten.
57. EI-Hamîd: Zâtındaki sonsuz kemalâtıyla her hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyık olan; ezelden ebede kâinattaki bütün nimet ve ihsanlar karşılığında, hal ve dil iie her kimden her kim için yapılırsa yapılsın sayısız hamd, şükür ve övgüler yalnızca kendisine âit olan.
58. El-Muhsî: İlmiyle maddî ve manevî bütün herşeyi kuşatan; ne zâtı ve ne de ilmi hiçbir şekilde ihata edilemeyen. Bildirdikleri dışında hiçbir şey bilinemeyen; dünyada kullarının küçük büyük bütün yaptıklarını bilen ve mahşerde sayıp dökecek olan.
59. El-Mübdi': Kudret ve iradesiyle varlıklara ilk yaratılışlarında yoktan, hiçten vücut veren, onlara gerekli olan şeyleri de hiçten icad edip ellerine veren.
60. El-Muîd: Ölmüş ve dağılmış sayısız canlıları her baharda ilk yaratılışlarında olduğu gibi yeniden diriltip inşâ eden; gönderdiği rızıklarla varlıkların mevcudiyetini her an tazeleyen; mahşerde ise bu ismin azamî derecede tecellî-siyle bütün varlıkları oraya uygun bir tarzda yeniden yaratan.
61. El-Muhyî: Cansız maddelerden canlı maddeler yaratan, hayatı veren ve onu rızıkla devam ettiren; hayat için gerekli olan şartları hazırlayan; bütün canlıları perdesiz, vasıtasız olarak kudretiyle ihya eden ve ölüleri dirilten; manen ölü kalpleri îmanla hayatlandıran; kışta ölen sayısız canlıları baharda yeniden dirilten.
62. El-Mümît: Ölümü veren, hayat vazifesinden terhis eden, kullarını fâni dünyadan baki âleme götüren, kulluğun külfetinden azâd eden.
63. El-Hayy: Sonsuz mükemmellikteki hayat Zâtının sıfatı olan; Zâtı bu sıfattan ayrı düşünülemeyen; hayatı, daimî, ezelî ve ebedî olup ölme ve yok olma gibi arızalardan uzak bulunan; kâinattaki bütün hayat izleri ve canlı fertler üzerinde taklid edilmez mühürleri bulunan.
64. El-Kayyûm: Varlığı için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan, bizatihi varlıkta kaiabilen; fakat bütün eşya onun iradesi ve yaratmasıyla varlıklarını sürdüren ve vücutta kalan. Zerreler ordusundan yıldızlar ordusuna kadar bütün varlıkları hassas bir denge ve ölçü ile ayakta tutan ve önemli vazifelerde çalıştıran.
65. El-Vâcid: istediği herşeyi bulabilen, elinden hiçbir şey kaçmayan, sonsuz derecede varlıklı olan.
66. El-Mâcid: Zâtı, sıfatlan ve isimleri, izzet ve azametin şan ve şerefin son mertebesinde bulunan.
67. El-Vâhid: Zât, sıfat ve isimlerinde bir olan, eşi bulunmayan; taklid edilmez imzalarla bütün varlıklarda tevhidin mühürlerini nakşeden; bir bütün olarak kâinattan birliği görünen; birliğinin tecetlisiyle kâinatı bir fabrika gibi çalıştırıp varlıkları o fabrikanın çarkları ve bir vücudun azaları gibi birlik, dayanışma ve bütünlük içerisinde birbirinin yardımına koşturan.
68. Es-Samed: Herşey her halinde kendisine muhtaç olan, kendisi ise hiçbir şeye muhtaç olmayan; bütün ihtiyaç ve dileklerde dergâhına başvurulan.
69. El-Kâdir: Gücü herşeye yeten, kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen; Zâtından ayrılmaz ve ezelî olan kudretine acizlik asla bulaşmayan.
70. El-Muktedir: Sonsuz ve sınırsız kudretine bütün varlıkları itirazsız itaat ettiren.
71. EI-Mukaddim: İstediğine, zaman ve mekân yönünden; maddî manevî yönden, şeref,ve rütbe bakımından öncelik veren.
72. El-Muahhir: İstediğini zaman ve mekân yönünden; maddî manevî yönden, şeref ve rütbe bakımından sona bırakan; herşeyi eceli gelinceye kadar erteleyen; imtihan gereği genellikle kullarının cezasını hemen vermeyip âhiret gününe bırakan.
73. El-Evvel: Başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve kudretine bağlı olan; herşeyin ilk hali ve aslı Onun ezelî ilminin düsturla-rıyla tanzim edilen.
74. El-Âhir: Sonu olmayan, herşeyden sonra varlığı devam eden; bütün varlıkların neticesi kendisine bakan ve Ona dönecek olan; herşeyin son noktası, nesli, geleceği ve neticesi Onun emir ve kudretiyle tanzim edilen.
75. Ez-Zâhir: Varlık ve birliğinin delilleri herşeyde ap açık görünen; bütün varlıklar dış görünüşleriyle ve sanatlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şahitlik eden.
76. El-Bâtın: Herşeyin gerçek yüzüne vâkıf olan; herşeyin iç yüzü bilhassa canlıların vücut fabrikalarında işleyen binler mucizeli ve muntazam tezgâhlar ilim, kudret ve hikmetine şahitlik eden; şiddet-i zuhurundan, sınırsız büyüklüğünden ve zıddının olmayışından dolayı mahlukâtın gözünden gizlenen, ancak eserleriyle varlığını gösteren,
77. El-Vâli: Herşeyin dizginini elinde tutan, her işi sadece kendi elinde; varlıkları idare, hâkimiyet ve tasarrufu altında bulunduran.
78. El-Müteâlî: Yüceliğinin sonu olmayan, her türlü noksanlıklardan uzak bulunan.
79. El-Berr: Dilediği kullarına kesintisiz iyilik ve ihsanda bulunan; nimet veren.
80. Eî-Tevvâb: İsyanından dönen kullarının tevbelerini her zaman kabul eden; sevdiği kulunun günahla bağlantısını kesen ve tevbeye muvaffak kılan.
81. El-Muntakim: Emir ve yasaklarına karşı gelenleri, helâl dairenin dışına taşanları cezalandıran; din düşmanlarına, hakkı alçaltmak için çalışanları er veya geç, hatır ve hayale gelmez felâketlerle perişan eden.
82. El-Afuvv: Günahları silen, çok affeden ve affetmeyi seven.
83. Er-Raûf: Rahmet ve şefkatiyle herbir canlının üzerinde titreyen; en gizli ve en küçük ihtiyaçlarına cevap veren; son derece merhamet ve şefkat sahibi.
84. Mâlikü'l-Mülk: Kâinatın, canlı, cansız; küçük büyük içindekilerin ezelden ebede tek gerçek sahibi ve mutlak hâkimi.
85. Zü'l-Celâl-i ve'l-İkram: Sonsuz büyüklük, azamet ve yüceliğiyle beraber, canlı mahlukâtına ihsan ve ikramlanyla iltifat eden.
86. El-Muksıt: Her fiil ve icraatında hak ve adaleti gözeten, adaletten ayrılmayan,
87. El-Câmi': Zât, sıfat, isim ve fiillerinde her türlü kemâli toplayan; en büyük mahlukâtindaki hikmet ve sanat numunelerini en küçüğüne de yerleştiren. Eser ve fiillerinde zıtları bir arada kullanarak büyüklüğünü gösteren; haşirde bütün mahlukâtı yüce divanında toplayan.
88. El-Ganî: Sonsuz zengin olan; hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı bulunmayan.
89. El-Muğnî: Bütün mevcudatın bütün ihtiyaçlarını tükenmez servet ve hazinelerinden karşılayan ve varlık sahibi her bir yaratığa servet ve zenginliği ihsan eden; kullarından dilediğini lütfü ile zengin kılan.
90. El-Mani': Varlıkları hadlerini aşmaktan ve saltanatına ortaklıktan men eden; zararlı ve tehlikeli sebepleri izni dışında yaratıklarına zarar vermekten alıkoyan; dilediğinden dilediği şeyi esirgeyen.
91. Ed-Dâr: Her türlü zarar elinde bulunan ve Onun izniyle var olan; bir hikmete binâen zarar vermek istediği bir kimseden o zararı geri çevirecek Kendisinden başka hiç kimse bulunmayan.
92. En-Nâfi': Bütün hayır ve menfaat elinde bulunan; Onun kudretiyle var olan ve hayır murad ettiği kimseden o hayrı geri çevirecek Kendisinden başka kimse bulunmayan.
93. En-Nûr: Bütün kâinatı maddeten aydınlattığı gibi, kullarının hayat yollarını akıl nimetiyle, gönderdiği kitap ve peygamberlerle aydınlatan; mü'min kullarının kalplerini îman ile nurlandtran.
94. El-Hâdi: Her bir varlığı tam bir hikmetle yaratılış gayesine doğru ileten; dünyevî ve uhrevî her konuda bütün zarar ve menfaatleri gösterip doğru yola sevkeden; lâyık gördüğü kullarını hidâyete erdiren.
95. El-Bedi': Kâinatı hiçten, yoktan, taklitsiz, modelsiz ve benzersiz bir surette yaratan, onu binbir isminin sonsuz güzellikleriyle süsleyen
96. El-Bâki: Zât, sıfat ve isimleriyle dâimi olan; her türlü yokluk ve fânilikten münezzeh bulunan; Kendisine ölüm arız olmayan.
97. El-Vâris: Mülkün ezelî ve ebedî sahibi olan; Ondan başka herşey ölüm ve yokluğa mahkûm olan, yaratıklar öldükten sonra da varlığı devam eden ve herşey Kendisine dönecek olan.
98. Er-Raşîd: Hiçkimseye danışma ihtiyact duymadan, bizzat, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan en güzel şekilde ayırıp kullarına da bunu gösteren; kâinatı bütün varlıklarıyla istikâmet üzere hikmetle, en kısa ve en kolay yola sevkeden.
99. Es-Sabûr: Bütün âsilere lâyık oldukları cezayı vermeye her an gücü yettiği halde onları cezalandırmada acele etmeyen; sabırsızlıkla henüz zamanı gelmeyen bir işi yapmaya tevessü! etmeyen ve bütün sabırlıların sabrı onun yardım ve rahmetiyle var olan.
1321. [2:495, Hadîs No: 2371]
îbni Mes'ûd Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah'ın öyle kulları vardır ki, onları öldürülmekten korur, güzel ameller içerisinde ömürlerini uzatır. Rızıklarmı güzelce verir. Onları afiyetle yaşatır, ruhlarını yataklarında huzur içerisinde aldığı halde onlara şehitlerin makamını verir.[21]
1322. [2:498, Hadîs No: 2380]
Muhammed bin Abdullah bin Cahş (r.a.) rivayet ediyor:[22]
1932. [3:361, Hadîs No: 3639]
Utbe binAbd'dan (r.a.) rivayetle:
Cennetin sekiz, Cehennemin ise yedi kapısı vardır.
1933. [3:361, Hadîs No: 3641]
Ebû Said el-Hudrı (r.a.) rivayet ediyor:
Cennet yüz derecedir. Bütün âlemler bir tanesinde toplansa hepsini içine alır.[117]
1934. [3:361, Hadîs No: 3642]
Enes'den (r.a.) rivayetle Resûl-u Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Cennet annelerin ayakları altındadır.[118]
1935. [3:362, Hadîs No: 3643]
Ebû Mûsâ (r.a.) rivayet ediyor: Cennet kılıçların gölgesi altındadır.[119]
1936. [3:362, Hadîs No: 3644]
Âişe'den (r.a.) rivayetle: Cennet cömertler yurdudur.[120]
1937. [3:363, Hadîs No: 3648]
Ibni Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Cennete girmek her hayâsıza haramdır.[121]
1938. [3:363, Hadîs No: 3650]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Cennetin bir kerpici altından, bir kerpici gümüştendir. Harcı halis misktir. Çakılları inci ve yakuttur. Toprağı za'ferandır. Ona giren kişi nimetlenir, sıkıntı çekmez. Orada ebedî kalır, ölmez, elbiseleri eskimez, gençliği yok olmaz.[122]
Bu hadis bize Cennetin bir kısım güzelliklerini nazara vermektedir. Açıkça görülmektedir ki, Cennet, herşeyin en güzellerinin bulunduğu, insanın gıpta damarlarını tahrik edecek ehemmiyette bir yerdir. Güzellikleri insanı büyüleyecek özellikte olan Cenneti şüphe yok ki dünya ölçüleriyle anlamak mümkün değildir, anlamaya kalkmak da o derece yanlıştır.
Herşeyden önce Cenneti yaratan Allah'tır. Sonsuz kudret sahibi Allah diledikten sonra dilediği şeyi dilediği gibi yaratır. Cennetin bazı köşklerinin tuğlalarının gümüşten oluşu, gümüş gibi parlaklığından, beyazlığından kinayedir. Tıpkı, "Onlar gümüş beyazlığında, biliûr berraklığında kaplardır ki, sakiler onları herkesin iştahına gönderir"[123] âyetinde geçtiği gibi.
Tuğlalar arası harcın miskten olması Allah'ın kudreti için güç değildir. Zafe-ran da Cennetin güzel kokular yeri olduğunu gösterir. Baharda bağ, bahçe ve tarlaları rengarenk çiçek ve güzel kokularla süsleyen Allah için ne zor olabilir?
Böylesine nimet ve güzelliklerin sergisi olan Cennette en büyük nimetlerden biri hiç şüphesiz devamlı genç kalmak ve ölmemektir. Herşey mükemmel olsa fakat ölüm gelip hepsine son verse o lezzetin, zevkin, yaşamanın tadı kalmaz. Onun içindir ki insanın en büyük arzusu ebedî yaşamaktır.
Yaratılışına ölümsüzlük yerleştirilen insan geçici dünyada ne kadar arzulasa da bu isteğine kavuşamaz. Ölümsüzlüğe ancak bu dünyadan göçtükten sonra kavuşulacak, İsrafil'in ikinci suruyla diriltilen insan bir daha ölmeyecektir. Allah ebedî olduğu için kullarına da ebediyeti ihsan edecek, yaratılıştaki bu en büyük arzuyu tatmin etmiş olacaktır.
Cisim, eğer canlıysa, bedeninde devamlı sentez ve analizler vukubulur. Dolayısıyla canlı ölüme mahkûm olur. Böyle bir cismin Cennette ebediyet kazanması, ancak Cenab-ı Hakkın o vücudu Cennetin şartlarına uygun tarzda ayarla-masıyla mümkündür. Bu hususa Sözleı'öe şöyle dikkat çekilir:
"Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın [canlı vücudunun] inkiraza ve mevte [dağılıp Ötmeye] mahkûmiyeti ise, varidat ve sarfiyatın müvazenesizliğîndendir [vücuda giren ve çıkan şeylerin dengesizliğindendir.] Çocukluktan sinn-i kemâle kadar varidat çoktur; ondan sonra masarif ziyadeleşir, muvazene kaybolur. Âlem-i ebediyette ise; zerrâM cisim sabit kalıp terkip ve tahlile maruz değil veyahut muvazene sabit kalır, varidat ile masarif müvazenettedir. Devr-i daimî gibi, cism-i zîhayat; telezzüzat için, hayat-ı cismaniye tezgahının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir."[124]
1939. [3:366, Hadîs No: 3656]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Komşu üç türlüdür: Bunlardan birincisinin bir hakkı vardır. Bu, komşulardan en az hak sahibi olanıdır, ikincisinin iki hakkı vardır. Üçüncüsünün de üç hakla vardır. Bir hakkı olan komşu, akraba olmayan gayr-i müslim komşudur, iki hakkı olan komşu, Müslüman olan komşudur ki, onun hem Müslümanlık, hem de komşuluk hakkı vardır. Üç hakkı olan komşu ise, akraba olan Müslüman komşudur. Bunun hem Müslümanlık, hsm akrabalık, hem de komşuluk hakkı vardır.[125]
1940. [3:367, Hadîs No: 3658]
Osman'dan (r.a.) rivayetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kur'ân'ı ezberleyen, onun hükmünü yaşamaya gayret gösteren kimse Allah tarafından korunmuştur.[126]
1941. [3:368, Hadîs No: 3660]
Ebû Umâme (r.a.) rivayet ediyor:
Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kimse islâm sancağını taşıyan kimsedir. Böyle bir kimseye saygı gösteren Allah'a saygı göstermiştir. Onu küçük görene ise Allah lanet etsin.[127]
1942. [3:368, Hadîs No: 3661]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle, Peygamber E fendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kadınlar çocuklarını karınlarında taşır, dünyaya getirirler, emzi-rirler, onlara karşı çok da merhametlidirler. Eğer kocalarına eziyet etmeyip namazlarını da kılsalar Cennete girerler.[128]
1943. [3:368, Hadîs No: 3662]
Hasan el-Basrî rivayet ediyor: Dünya sevgisi her hatanın başıdır.[129]
1944. [3:369, Hadîs No: 3663]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
İnsanların övgüsüne olan düşkünlük kişiyi kör ve sağır eder.[130]
Bir insan düşünün ki övülmeyi sevmekte, övgüye göre kendine yön vermekte ve şekillendirmektedir. Böyle bir insanın hakkı, hakikati, doğru ve gerçeği bulma ve görmesi mümkün değildir. Böyle insanlar gerçeğe karşı kör ve sağırdırlar. Çünkü onlara göre doğru hayranlarını, övgü yağdıranları memnun edecek davranışlardır. Artık o söz ve davranışlarını hak ve hakikate göre değil, kendini öven insanlara göre ayarlamakta, hak ve hakikate ters de olsa onlara lâyık hale gelmek istemekte, övgü ve sevgilerini devam ettirebilmek için onların istediği tarzda olmaya çalışmaktadır.
Övgüye düşkün kimse zamanla nefsini putlaştırır. Herkesi etrafında pervane, kendini de âdeta dünyanın merkezi sanır. Böyle bir felsefeye sahip bir kimsenin hak ve hakikati ve hele şahsî kusurlarını görmesi, kendine çekidüzen vermesi mümkün mü? Kendi sırça sarayında ve fildişi kulesinde gerçek dünyadan habersiz adetâ kör ve sağır hayatı sürmektedir.
1945. [3:370, Hadîs No: 3668]
îbni Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Sahabîlerime dil uzatana Allah lanet eylesin. Kim Sahabîlerim konusunda benim hakkımı gözetirse, ben de Kıyamet günü onu gözetirim.[131]
1946. [3:370, Hadîs No: 3669]
Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku. Gerçek sevincim namazdadır.[132]
1947. [3:371, Hadîs No: 3670]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Siz Allah'ı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin.[133]
1948. [3:372, Hadîs No: 3674]
Abdullah bin Enis (r.a.), Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Birşeyi aşarı sevmen seni ona karşı kör ve sağır yapar.[134]
1949. [3:373, Hadîs No: 3675]
Abdullah bin Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Zulme uğradığı halde kendisi de başkasına zulmetmiş olan bir kimsenin duasını kabul etmemeye Allah kesin karar vermiştir.[135]
1950. [3:373, Hadîs No: 3676]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Cehennem nefse hoş gelen şeylerle, Cennet ise nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle kuşatılmıştır.[136]
1951. [3:376, Hadîs No: 3685]
Abdullah bin Cerad, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Hac yapın. Şüphesiz hac suyun kiri yıkadığı gibi günahları yıkar, temizler.[137]
1952. [3:376, Hadîs No: 3686]
Saffan bin Süleym'den rivayetle:
Seyahata çıkın ki, sıhhat bulaşınız.[1]
1953. [3:377, Hadîs No: 3692]
Ebû Kırsafete rivayet ediyor:
Benden duyduklarınızı nakledebilirsiniz. Fakat asla yalan katmayın. Kim benim söylemediğim şeyi söyledi diye benim adıma yalan söylerse, Cehennemde kendisi için bir ev yapılır. Orada yaşar.[2]
1954. [3:377, Hadîs No: 3693]
Ali'den (r.a.) rivayetle:
İnsanların anlayıp kavrayacakları dilden konuşun. Onların Allah ve Resulünü yalanlamalarını ister misiniz?[3]
Mesele öğretmek, başkalarına birşeyler anlatmaksa, muhatabın zekâ, kabiliyet ve anlayış seviyesini göz önünde bulundurmak gerekir. Bir ilkokul çocuğuna üniversite talebesine verilen ders verilmez. Çocuğa, çocukça bir dille anlatmak gerekir. Rabbimiz de kelâmını bizim anlayabileceğimiz bir dille göndermemiş midir? Anlayış kapasitemizin üstünde gönderseydi, değil anlamak inkâr etmek işten bile olmazdı.
Bilhassa Islâmı tebliğle görevli kimselerin bu hadisteki ikaza çok dikkat etmeleri gerekir. Muhatabın kültür, idrak ve anlayış seviyesini iyi hesaplamalı; aklı almadığı için kabullenemeyeceği, inkâr ve itiraz edebileceği gerçekten hayaliyle anlatmamalıdır. Derin hakikatleri akla yaklaştırmak için gerek Kur'ân ve gerekse hadislerde verilen örnekler bize rehber olmalıdır.
Muhatabın ilim ve kültür seviyesi dikkate alınmadan anlatılan bir kısım meseleler, muhatapta ters tepki uyandırıp inkârına sebep oluyor, Allah'ı ve Peygamberi yalanlamaya götürüyorsa, meselâ okunan âyeti ve söylenen hadisi, ilmi anlamaya, aklı kavramaya müsait olmadığı için, "böyle şey de olur mu canım? Bu akla yatmıyor" gibi bir ifade kullanarak inkâra sapıyorsa bunda önemli bir sorumluluk da anlatan kişiye düşmektedir. Maksat insanlara hak ve hakikati kabul ettirmekse, bunun usûlüne de riâyet etmek gerekir. Aksi halde kaş yapayım derken göz çıkarılmış olur.
1955. [3:378, Hadîs No: 3694]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Cebrail, bana Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu anlattı: '"La ilahe illallah' Benim kalemdir. Oraya giren azabımdan emin olur."[4]
1956. [3:379, Hadîs No: 3697]
Osman'dan (r.a.) rivayetle:
Aziz ve celil olan Allah yolunda bir gece nöbet beklemek; gecesi nafile ibâdetle, gündüzü nafile oruçla geçirilen bin günden fazîletli-dir.[5]
1957. [3:380, Hadîs No: 3702]
Âişe rivayet ediyor:
İnsanlardan her yumuşak huylu, ince kalbli, hoş geçimli ve cana yakın kimse Cehennem ateşine haram kılınmıştır.[6]
1958. [3:381, Hadîs No: 3705]
Büreyde'den (r.a.) rivayetle:
Allah yolunda cihada çıkan mücâhidlerin hanımlarının cihada çıkmayanlara haram oluşu tıpkı annelerinin kendilerine haram oluşu gibidir. Her kim mücâhidlerden birinin ailesinin işleri konusunda bii vazife alır da ona riâyet etmeyip hainlik ederse, Kıyamet Günü bu adam mücâhidin karşısında durdurulur ve kendisine şöyle denir; "Bu, senden sonra ailenin işlerini üzerine almış ve hainlik etmişti. Dolayısıyla iyiliklerinden istediğin kadarım al." O da onun sevabından istediği kadar alır. Emânete ihanet etmiş olan bu adamın sevabından geride birşey kalacağını mı sanıyorsunuz?[7]
1959. [3:381, Hadîs No: 3706]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Komşunun malının, namusunun ve buna benzer şeylerinin ha-ramlığı, kanını dökmenin haramhğı gibidir.
1960. [3:381, Hadîs No: 3707]
Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle:
Müslümanın malının haramlığı, kanının haramlığı gibidir.[8]
1961. [3:383, Hadîs No: 3712]
Muaz bin Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Müezzinin namaza çağırdığını duyup da dâvetine uymaması, bir mü'min için kötülük ve hayırdan mahrumiyet olarak yeterlidir.[9]
1962. [3:383, Hadîs No: 3715]
Şeddad bin Evs'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
"Hasbiyallâhü ve ni'mel vekîl (Allah bana kâfidir. O ne güzel vekildir)" sözü her korkan kimse için bir emniyet kaynağıdır.[10]
1963. [3:384, Hadîs No: 3716]
Ebû Sabit rivayet ediyor:
Yaratıcıma olan ümidim bana yeter. Dünyamdan dinim bana yeter.[11]
1964. [3:384, Hadîs No: 3717]
Ammar bin Yasir'den (r.a.) rivayetle:
Güzel ahlâk, Allah'ın yarattığı en büyük şeydir.[12]
1965. [3:384, Hadîs No: 3718]
Enes (r.a.) rivayet ediyor: Güzel ahlâk dinin yansıdır.[13]
1966. [3:384, Hadîs No: 3719]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Güzel ahlâk, günahları güneşin buzu erittiği gibi eritir.[14]
1967. [3:385, Hadîs No: 3722]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Hüsn-ü zan güzel ibâdetlerdendir.[15]
1968. [3:386, Hadîs No: 3725]
Cabir (r.a.) rivayet ediyor:
Emri altındakilere karşı güzel davranmak, hayır ve berekete vesiledir. Kötü ahlâk uğursuzluktur, iyilik, Ömrün artmasına vesîledir. Sadaka kötü kazayı önler.[16]
1969. [3:387, Hadîs No: 3726]
Bera binÂzib'den (r.a.) rivayetle:
Kur'ân'ı seslerinizle güzeli eştirin. Çünkü güzel ses Kur'ân'm güzelliğine güzellik katar.[17]
Başka bir hadiste de güzel sesin, Kur'ân'm süsü olduğu[18] bildirilmiştir. Başka hadislerinde de Peygamberimiz Kur'ân'ı güzel sesle okuyanları teşvik ve iltifat etmiştir. Birgün Ebû Musa'l-Eş'ârî'nin güzel sesiyle Kur'ân okuduğunu görünce, "Ey Ebû Musa! Sana Hz. Davud'un güzel nağmelerinden bir nağme verilmiştir[19] buyurmuş, içe işleyen sesiyle Huzeyfe'nin âzadlı kölesi Salim'in Kur'ân okuduğunu işittiğinde de şöyle iltifatta bulunmuşlardı: "Allah'a hamdolsun ki, ümmetim içinde böyle insanlar var."[20] Allah'ın, Kur'ân'ı güzel ve terbiye edilmiş bir sesle okuyan kimseye güzel okuyuşuna karşılık hiçbirşeye verilmeyen bir sevap verildiğini de[21] bildirmiştir ki, bunun kadar güzel sesle Kur'ân'ı okumanın önemini anlatan bir husus olamaz.
Niçin Kur'ân'm güzel sesle okunmasının bu kadar önemi vardır ve neden Peygamber Efendimiz (a.s.m.) güzel sesle okuyanlara böylesine bir iltifatta bulunmaktadır?
Yukardaki hadiste bunun önemli bir sebebi üzerinde durulmakta ve güzel sesin "Kur'ân'ın güzelliğine güzellik kattığı" belirtilmektedir.
Kur'ân bütünüyle güzeldir. Güzei ses herşeyden önce o güzelliği yansıtır, dikkatleri üzerine çeker, tefekküre sevkeder. Bülbül gibi kuşların seslerinin ruha işlediği düşünülürse hoş bir sâdâ, yakıcı bir ses, ruha işleyici bir edâ ile bülbül sesli hafızlar tarafından okunan Kur'ân'm insanda yapacağı etkileri anlamak güç olmasa gerek.
Herşeyden önce Allah'ın kelâmı en mukaddes kelâmdır. Onu okurken, dinlerken gereken saygıyı göstermek, islâmın gereği olduğu kadar onu güzel sesle okumak da ona olan saygının ifadesidir. Açıktan ve güzel sesle Kur'ân'ı okumak, dinleyenlerin gönlünü Islama meylettirir, dine olan bağlılık ve hürmetlerini arttırır. Ruhları büyüler, kalbleri yatıştırır, huzur, sürür ve sükûn verir. Ruhları okşuyan güzel bir sesle Kur'ân'ı dinleyerek hidayete eren kimselerin varlığı da bilinen bir gerçektir.
Kur'ân'] güzel bir sesle okumak demek, teğannîye kaçmadan, ağzı sağa sola bükmeden hoş ve tatlı bir sâdâ ile onu okumak demektir.
Böyle bir sesle okunan Kur'ân'ı dinleyen insan, Allah'ın kelâmını dinleme, onu anlamaya çalışma ve düşünme fırsatı bulur. Allah yoluna girme, onda sebat etme, gayret gösterme, kötülüklerden uzaklaşma çabası içerisine girer.
Bu hadisten sesleri güzel olmayan kimselerin Kur'ân okumamaları gibi bir mânâ çıkarılmamalıdır. Aslında bu hadiste bir Allah vergisi olan güzel seslerin yanında sesleri tecvid ve kıraat kaidelerine göre terbiye etmenin önemine dikkat çekilmiştir.
1970. [3:387, Hadîs No: 3727]
Yala bin Mürre (r.a.) rivayet ediyor;
Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Allah Hüseyin'i seveni sevsin.[22]
1971. [3:387, Hadîs No: 3728]
İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Mallarınızı zekâtla emniyet altına alınız. Sadaka vermekle hastalarınızı tedavi ediniz. Belânın gelmemesi için duâ ediniz.[23]
1972. [3:389, Hadîs No: 3733]
-İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor;
Küçük çocuğun birşcyi hafızasına alması taş üzerine kazılan nakış gibi kalıcıdır. Kişinin yaşlandıktan sonra birşeyi hafızasına almaya çalışması ise, su üzerine yazı yazmaya benzer.[24]
Bu hadis, çocuk yaşta öğrenmenin önemini vurgulamaktadır. Nasıl taşa kazılan yazı, kolay kolay silinmezse, küçük yaşlardayken öğrenilen bilgiler de kolay kolay unutulmazlar. Onun içindir ki ebeveyn, çocuklarına daha küçük yaşlardayken okuma şevk ve hevesi yanında zarurî ve öz bilgileri verirlerse, çocuk hem çok şey öğrenir, hem de hayatını sağlam bir temel üzerine oturtmuş olur. Yaşlılıkta öğrenilenler ise suya yazı yazmak gibidir ki, çabuk unutulur ve silinir. Âdeta bu yorgunu yokuşa sürmeye benzer. Fazla başarı elde edilmez. Bu gerçekle beraber insan yaşlıyken de birşeyler öğrenebilir. Bu hadis yaşlılıkta ilim öğrenmenin imkânsızlığına değil, çabuk unutulacağına dikkat çekmektedir. Yoksa mü'min ölünceye kadar öğrenmekle mükelleftir.
1973. [3:390, Hadîs No: 3736]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle;
Bir Müslümanm diğer Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: (1) Karşılaştığında kendisine selâm ver. (2) Seni davet ettiğinde dâvetine icabet et. (3) Senden nasihat istediğinde yol göster. (4) Aksırıp 'Elhamdülillah* dediğinde, fYerhamükellah [Allah sana merhamet etsin]' de. (5) Hastalandığında kendisini ziyaret et, (6) Öldüğünde cenazesine katıl.[25]
1974. [3:391, Hadîs No: 3738]
Temim ed-Dâri (r.a.) rivayet ediyor;
Erkeğin hanımı üzerindeki hakkı yatağım terk etmemesi, dîne ters olmayan bir hususta yemin ettiğinde yeminini doğru çıkarması, sözünü dinlemesi, izni olmaksızın dışarı çıkmaması, hoşlanmadığı kimseleri evine almaması.
1975. [3:391, Hadîs No: 3740]
Muâviye bin Hayde'den rivayetle:
Kadının kocası üzerindeki hakkı şunlardır: Yemek yediğinde ona yedirmesi, birşey giydiğinde ona da giydirmesi, yüzüne vurmaması, "Çirkinsin" gibi sözlerle hakaret etmemesi, cezalandırmak düşüncesiyle evinin dışındaki bir yerde onu terk edip yalnız bırakmaması.
1976. [3:393, Hadîs No: 3741]
Ebû Muaviye bin Hayde rivayet ediyor:
Komşu hakkı, hastalandığında ziyaret etmen, öldüğünde cenazesine katılman, borç istediğinde vermen, fakir düştüğünde bunu olur olmaz yerde söylememen, güzel bir şeye kavuştuğunda tebrik etmen, başına bir musibet geldiğinde teselli etmen, binam onun binasından yüksek yapıp da evinin hava almasına engel olmaman, komşuna göndermeyeceksen, yaptığın yemeğin kokusuyla ona sıkıntı verme-mendir.
1977. [3:393, Hadîs No: 3742]
Ebû Rafi'den (r.a.) rivayetle:
Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona okuma yazmayı, yüzmeyi, ok atmayı öğretmesi ve ancak helâl rızıkla beslemesidir.
1978. [3:394, Hadîs No: 3743]
Ebû Hüreyre (r.a.) Resâlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Çocuğun babası üzerindeki hakkı güzel isim koyması, evlenecek yaşa geldiğinde evlendirmesi ve ona Kur'ân'ı Öğretmesidir.
1979. [3:394, Hadîs No: 3746]
Âişe'den (r.a.) rivayetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması, iyi bir anne ve eğitimi için uygun bir muhit seçmesi ve güzel bir terbiye vermesidir.[26]
1980. [3:395, Hadîs No: 3749]
Muaz bin Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Bir meclisten ayrılırken oradakilere selâm vermesi, kişinin üzerinde bir haktır. Bir meclise uğradığında da selâm vermesi kişinin üzerine haktır.[27]
1981. [3:395, Hadîs No: 3750]
Ebû Büreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın haram kıldığı şeyden korunmak için evlenen kimseye yardım etmek, Allah üzerine bir haktır.[28]
1982. [3:396, Hadîs No: 3751]
Mesrâk'ten rivayetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kişinin tenha bir yere çekilerek tek başına kalıp günahlarını hatırlayacağı, bu günahlardan dolayı Allah'tan af ve mağfiret dileyeceği anlarının olması, güzel bir şeydir.[29]
1983. [3:396, Hadîs No: 3754]
Ebû Mâlik el-Eş'art'den (r.a.) rivayetle:
Dünyanın tatlılığı âhirette acıdır. Dünyanın acılığı âhirette tatlıdır.[30]
1984. [3:396, Hadîs No: 3757]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Hamza Kıyamet günü Şehidlerin efendisidir.[31]
1985. [3:397, Hadîs No: 3759]
Hz. Hüseyin (r.a.) rivayet ediyor:
Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kimseler, Kıyamet Günü Cennet ehlinin rehberleridir.[32]
1986. [3:397, Hadîs No: 3760]
Ibni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kimse Allah'ın dostudur. Dolayısıyla onlara düşmanlık besleyen Allah'a düşmanlık beslemiştir. Onları dost edinen Allah'ı dost edinmiştir.[33]
1987. [3:398, Hadîs No: 3762]
Mersed bin Abdullah Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Erkeklerden vezirim Zübeyr bin Avvam, kadınlardan ise Âişe'dir.[34]
1988. [3:398, Hadîs No: 3763]
İbni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Sizden Önceki ümmetlere mensup bir adam hesaba çekilir. Yaptığı hiçbir hayıra rastlanmaz. Ancak o kimse dünyada iken hali vakti yerinde biriydi. İnsanlarla haşir neşir olur, hizmetçilerine fakir olan borçlularını affetmelerini emrederdi. Aziz ve celil olan Allah meleklere şöyle buyurur: 'Biz aynısını yapmaya ondan daha çok lâyıkız. Siz de onu affedin/[35]
1989. [3:399, Hadîs No: 3765]
Abdullah binAmr (r.a.) rivayet ediyor:
Benim havzımm genişliği bir aylık mesafedir. Kare şeklinde olup dört kenarı eşittir. Suyu sütten daha beyazdır. Kokusu misk kokusundan daha güzeldir. Sürahileri gökteki yıldızlar kadardır. Ondan içen bir daha ebediyyen susamaz.[36]
1990. [3:400, Hadîs No: 3768]
tiz. Hasan (r.a.) rivayet ediyor:
Nerde olursanız olun bana salavat getirin. Şüphesiz salavatlarınız bana ulaşır.[37]
1991. [3:401, Hadîs No: 3771]
Bekr bin Abdullah'dan (r.a.) rivayetle:
Hayatım sizin için hayırlıdır. Siz benimle konuşuyorsunuz, ben sizinle konuşuyorum. Ben öldüğümde vefatım da sizin için hayırlıdır.
Amelleriniz bana gösterilir. Bir hayır bulursam Allah'a hamd ederim. Kötülük bulursam sizin için Allah'tan bağışlanma dilerim.[38]
1992. [3:402, Hadîs No: 3774]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Binekli hacıya devesinin attığı her adıma karşılık bir sevap verilir.[39]
1993. [3:402, Hadîs No: 3775]
Ebâ Umâme'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Hacı giderken de, dönerken de Allah'ın koruması altındadır.[40]
1994. [3:417, Hadîs No: 3776]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Hacı ve Allah yolunda savaşa çıkan mücâhid Allah'ın elçileridir. Duâ ederlerse Allah kabul eder, bağışlanma dilerlerse Allah affeder.[41]
1995. [3:403 Hadîs No: 3780]
Büreyde bin Husayb'den (r.a.) rivayetle:
Çörek otunda ölümden başka her derde şifâ vardır.[42]
1996. [3:403, Hadîs No: 3781]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Baştan kan aldırmak hastalıklardan kurtarıcıdır. Ben Yahudî kadının zehirlediği yemeğini yediğimde Cebrail benden böyle yapmamı istemişti.[43]
1997. [3:405, Hadîs No: 3784]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle
Baştan kan aldırmak, sahibi Allah'tan şifâ aramayı niyet ederse, şu yedi derde devadır: Delilik, baş ağrısı, cüzzam, alaca hastalığı, uyuklama, diş ağrısı, göz kararması.[44]
1998. [3:406, Hadîs No: 3791]
Abdullah bin Amr (r.a.) rivayet ediyor:
Hac ve umreye giden kişiler Allah'ın elçileridirler. Birşey isterlerse, Allah kendilerine verir, duâ ettiklerinde dualarım kabul eder. Birşey verdiklerinde Allah yerini doldurur. Muhammed'in nefsi kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bir kimse, bir tümsek üzerinde tekbir getirirse ve bir tepe üzerinde 'Lâilâhe illallah' derse, yerin öteki ucuna varıncaya kadar önündeki herşey onun hesabına tekbir getirir ve 'Lâ ilahe illallah' der.[45]
1999. [3:406, Hadîs No: 3792]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Hac Allah yoludur. O yolda yapılan harcamaların sevabı yedi yüze katlanır.
2000. [3:406, Hadîs No: 3793]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Kabul edilen bir haccın mükâfatı Cennetten başka birşey olamaz[46].
2001. [3:409, Hadîs No: 3803]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Hacerü'l-Esved Cennet yakutlarından beyaz bir yakuttur. Onu müşriklerin hatâları kararttı. O, Kıyamette Uhud Dağı büyüklüğünde diriltilecek, kendisini selâmlayan ve Öpen kimse hakkında şeha-dette bulunacaktır.[47]
2002. [3:410, Hadîs No: 3805]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Hacerü'l-Esved, yeryüzünde Allah'ın eli yerinedir. Ona dokunan yolundan ayrılmayacağına dâir Allah'a söz vermiş olur.[48]
2003. [3:410, Hadîs No: 3809]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Dine titizlikle bağlılık, ancak ümmetimin salihleri ve hayırlılarında bulunur.[49]
2004. [3:411, Hadîs No: 3812]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Harp hiledir.[50]
Siyâsî ve askerî bir düstur olan bu hadîs, düşmanı tuzağa düşürmek için harb oyunlarının kullanılabileceğine işaret eder. Peygamberimiz bunu kendi hayatında da tatbik etmiştir. Meselâ Ka'b bin Mâlik (r.a.), Peygamber Efendimizin (a.s.m.) savaşa çıkacağı zaman asıl maksadının aksi bir istikâmete gidip düşmanı yanılttıktan sonra asıl hedefe yöneldiğini ve "Harp hiledir" buyurduğunu rivayet eder.[51] Mekke'nin fethine çıkarken de Sahabîlere sefer için hazırlanmalarını söylemiş, fakat bunu bir müddet gizli tutmuştu. Nereye gideceğini açıklamaması bir nevi hîle idi.
Hamrâü'l-Esed seferinde beş yüz yere ateş yakılmasını, Mekke'nin fethine giderken de on bin ateş yakılmasını emrederek düşmana Islâni ordusunun ka-iabalık olduğu intibaını vermişti.
Seyfullah, yani Allah'ın kılına olarak tanınan Hâlid bin Velid de (r.a.) Mûte Savaşında iki ordu birbirinden ayrıldıktan sonra sağ kanattaki askerleri sol kanada, sol cenahtakileri sağ cenaha, arka saftakileri ön safa alarak yardımcı kuvvet geldiği intibaını vermişti. Ertesi gün farklı insanları karşılarında gören düşman ordusu, Müslümanlara destek kuvveti geldiğini zannederek paniğe kapılmıştı.
Bu hadis, bir taraftan Müslümanlara savaşta düşmana karşı hîle yapabileceklerine ruhsat verirken, diğer taraftan düşmanın da bu yola başvuracağını ihtar ederek dikkatli olmaya davet etmektedir.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadislerinde de üç yerde söylenilen yatandan dolayı mes'ûl olunmayacağını bildirmiştir. Bu üç yerden birisi de savaştır. Dolayısıyla bir Müslüman savaşta düşman tarafına İslâm ordusunun sayısı, yeri ve buna benzer hususlarda gerçek olmayan açıklamalarda bulunabilir. Ancak verilen sözü bozmak, meşru bir hîle değildir. Buna cevaz yoktur.
2005. [3:412, Hadîs No: 3814]
Vasile bin el-Eskâ (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Aç gözlü, helal olmayan yoldan kazanç sağlamak isteyen kimsedir.[52]
2006. [3:412, Hadîs No: 3816]
Semüre bin Cündiib (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Dünyada itibar mal ile, âhirette ise şeref takva iledir.[53]
2007. [3:413, Hadîs No: 3817]
Enes'den (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Hased ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder. Namaz mü'mi-nin nurudur. Oruç Cehenneme karşı kalkandır.[54]
2008. [3:413, Hadîs No: 3818]
îbni Amr (r.a.) rivayet ediyor: İki kimseye gerçekten gıpta edilir:
Allah'ın kendisine Kur*ân öğrenmeyi nasip ettiği kimse ki sürekli onu okuyor; helâlini helâl, haramını haram biliyor. Diğeri de Allah'ın kendisine mal verdiği kimse ki bu malla akrabalarına iyilik ediyor. Allah'a itaatta bulunuyor. Böyle kimseler gibi olmayı arzu edesin.[55]
2009. [3:414, Hadîs No: 3819]
Ebû Saîd'den rivayetle:
Hased, öd ağacının balı bozduğu gibi, îmanı bozar.[56]
2010. [3:415, Hadîs No: 3821]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Hasan ve Hüseyin Cennet gençlerinin efendisidir. Babalan onlardan daha hayırlıdır.[57]
2011. [3:415, Hadîs No: 3825]
Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Hakkın kökü Cennette, bâtılın kökü ise Cehennemdedir.[58]
2012. [3:415, Hadîs No: 3826]
Fadl bin Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Benden sonra, Ömer nerede ise hak da oradadır.[59]
2013. [3:416, Hadîs No: 3827]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Hikmet [eşyayı gerçek yüzüyle bilmek ve nasıl gerekiyorsa öyle davranmak], şereflinin şerefine şeref katar. Köleyi sultanların makamına oturtuncaya kadar yükseltir.[60]
2014. [3:416, Hadîs No: 3829]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Yemin, ya yerine getirilmemekle veya pişmanlıkla son bulur.[61]
Yemin, bir işi yapmak veya yapmamak hususunda iddiaya kuvvet vermek; bir haberi, bir iddiayı kuvvetlendirmek için Allah adını anmak demektir. "Vallahi şu işi yaptım," veya "Yapmadım," "Vallahi doğru söylüyorum" ifâdeleri birer yemindir. Yemin ayrıca bir şarta bağlı olarak da yapılabilir. Meselâ, "Filan işi yaparsam, Allah rızası İçin şu kadar oruç tutayım," "Bir daha babamla konuşursam, hanımım benden boş olsun" ifâdeleri birer yemindir.
Dinimizde yeminin mühim bir yeri vardır. Bir âyet-i kerimede yeminin ciddiyeti ile ilgili olarak şöyle buyurulur:
"Herşeye yemin etmemek, ettiğiniz yemini unutmamak ve bozmamak, bozduğunuz yeminin de keffâretini vererek yeminlerinizi muhafaza ediniz"[62]
İşte Peygamberimiz de bu hadislerinde Müslümanlara her olur olmaz şeye yemin etmemeleri îkazında bulunmaktadır. Çünkü bir insan bir şeyi yapmayacağına yemin eder, fakat o şeyi mutlaka yapması gerektiğinde yemininden dolayı pişman olur veya yeminini bozar, "Yapmayacağım" dediği şeyi yapar, ancak keffâretini ödeyemediği için manen mes'ûl duruma düşer. Böylece de günahkâr olur. Öyle ise bir Müslüman her olur olmaz şeye yemin etmemelidir. Hele hele yemininde boşanmayı kesinlikle ağzına almamalıdır. Zira böyle bir yeminin sonu çoğu kez pişmanlıkla neticelenir.
2015. [3:417, Hadîs No: 3830]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Yemin, malı sattırırsa da bereketini giderir.[63]
2016. [3:417, Hadîs No: 3831]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Öfkelendiğinde öfkesine hâkim olan halîm kişi, dünyada da efendidir, âhirette de efendidir.[64]
2017. [3:418, Hadîs No: 3833]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Fatiha Sûresi, Kur'ân'm anası, Kitabın kaynağı, tekrar edilen yedi âyettir.[65]
2018. [3:418, Hadîs No: 3835]
Abdullah bin Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:
Hamd şükrün başıdır. Kul Allah'a hamd etmedikçe şükretmiş sayılmaz.[66]
2019. [3:418, Hadîs No: 3836]
Ömer (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Nimete hamd etmek, nimetin gitmesine karşı bir garantidir.[67]
2020. [3:419, Hadîs No: 3838]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Ateşli hastalıklar, Cehennem ateşinin şiddetindendir. Öyleyse onu su ile serinletin.[68]
2021. [3:419, Hadîs No: 3839]
Ebû Ümâme (r.a.) Resâlullah Efendimizin (as.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Ateşli hastalıklar, Cehennemden bir körüktür. Mü'mine isabet ederse, bu onun Cehennemden payı yerine geçer,[69]
2022. [3:420, Hadîs No: 3843]
Esed bin Kürz'den (r.a.) rivayetle:
Ateşli hastalıklar, ağacın yapraklarını döktüğü gibi, günahları döker.[70]
2023. [3:422, Hadîs No: 3849]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Ateşli hastalıklar, şehidliktir.[71]
2024. [3:422, Hadîs No: 3852]
Semûre bin Cündeb'den (r.a.) rivayetle:
Hâmîm ile başlayan sûreler Cennet bahçelerinden bir bahçedir.[72]
2025. [3:422, Hadîs No: 3853]
Halil bin Mürre (r.a.) rivayet ediyor:
Kur'ân'm Hâmîm'le başlayan sûreleri yedidir. Cehennemin kapıları da yedidir. Her bir Hâmîm gelerek bu kapılardan birinde durur ve şöyle duâ eder: "Allah'ım, bana inanıp da beni okuyan kimseyi bu kapıdan sokma!"[73]
2026. [3:423, Hadîs No: 3855]
Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Cennet hurileri meleklerin teşbihinden yaratılmışlardır.[74]
Yüce Allah itaatkâr kullan için Cennet gibi ebedî bir hayatta, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akılların anlamaktan âciz kaldığı nimetler hazırlamıştır. İşte bu Cennet nimetlerinden birisi de "huriler" dir. Kur"ân-ı Kerimin pekçok âyetinde bu hurilerden söz edilir. Bu âyetlerden birisi şu mealdedir:
"Cennette sedefinde saklı inciler gibi, iri gözlü huriler vardır."
Peygamberimiz de pekçok hadislerinde hurilerden ve vasıflarından bahsetmiştir. İşte bu hadislerinde de hurilerin meleklerin teşbihinden yaratıldığına dikkat çekmektedir. Câmiü's-Sagîı'öe yer alan bir önceki hadislerinde de Peygamberimiz hurilerin za'ferandan yaratıldığını bildirmiştir.
Peygamberimiz bu hadisleriyle hurilerin eşsiz güzelliklerine dikkat çekmektedir. İnsan, hurilerin güzelliğini tasavvur etmek isterse, gördüğü ve duyduğu en güzel şeyi düşünsün. Sonra onun neden yaratıldığına baksın. Meselâ en güzel bir insan bile topraktan ve bir damla sudan yaratılmıştır. Hurilerin yaratılış maddesiyle mukayese edildiğinde, toprak ve meni hakir görülen şeylerdir. Zaferan ise güzel kokulu ve saklanan, değer verilen bir maddedir. Meleklerin teşbihleri de mukaddestir. Dolayısıyla hakir maddelerden birbirinden güzel insanlar yaratıldığına göre, za'feran ve meleklerin teşbihi gibi güzel manevî şeylerden yaratılan huriler de elbette o nisbette güzeldirler. Cennette herşey Cennete lâyık bir tarzda olduğu gibi, Cennet kadınları da elbette Cennete lâyık bir tarzda yaratılacaklardır.
2027. [3:424, Hadîs No: 3856]
Numan bin Beşir (r.a.) rivayet ediyor:
Helâl da bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. İnsanların çoğu bunların helâl mi, haram mı olduğunu bilmez. Şüpheli şeylerden sakınan şerefini ve dinini korumuş olur. Şüpheli şeylere giren harama da düşer. Böylelerin durumu, tıpkı koruluğun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibidir. Her an o koruya dalabilir. Dikkat edin! Her sultanın bir koruluğu vardır, iyi dinleyin! Allah'ın yer yüzündeki koruluğu da haram kıldığı şeylerdir. Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki, o iyi olduğunda bütün beden iyi olur. O
2028. [3:424, Hadîs No: 3857]
Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Helâl da bellidir, haram da bellidir. Öyle ise seni şüphelendiren şeyi bırak, şüphelendirmeyen şeye bak.[75]
2029. [3:426, Hadîs No: 3861]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Haya ile iman arkadaş kılınmışlardır. Biri gidince, diğeri de gider.[76]
2030. [3:427, Hadîs No: 3864]
îmran bin Husayn'dan (r.a.) rivayetle:
Haya ancak hayır getirir.[77]
2031. [3:427, Hadîs No: 3865]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Haya imandandır. îman ise Cennete götürür. Hayâsızlık kabalıktandır. O da Cehenneme götürür.[78]
2032. [3:428, Hadîs No: 3866]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
Haya ve dili muhafaza îmandan iki bölümdür. Hayâsızlık ve dili kötüye kullanma ise, münafıklıktan iki bölümdür.[79]
2033. [3:428, Hadîs No: 3868]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Haya süstür. Takva şereftir. En hayırlı binek sabırdır. Musibet anında aziz ve celil olan Allah'tan kurtuluş beklemek de ibâdettir.[80]
2034. [3:429, Hadîs No: 3869]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Haya îmandandır. Ümmetimin en hayalısı Osman bin Afvan'dır.[81]
2035. [3:429, Hadîs No: 3870]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Haya on parçadır. Dokuzu kadınlarda, biri erkeklerdedir.[82]
2036. [3:430, Hadîs No: 3875]
Hz. Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Halid bin Velid, Allah'ın müşriklere karşı kınından sıyırdığı kılınçlardan bir kılınçtır.[83]
2037. [3:430, Hadîs No: 3877]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Halid bin Velîd, Allah'ın ve Resulünün kılmadır. Hamza, Allah'ın ve Resulünün arslanıdır. Ebû Ubeyde bin Cerrah, Allah'ın ve Resulünün güvendiği kişidir. Hüzeyfe bin el-Yeman, Rahmanın seçkin kullarmdandır. Abdurrahman bin Avf, aziz ve celil olan Rahman için ticâret yapanlardandır.[84]
2038. [3:431, Hadîs No: 3878]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Müşriklere muhalefet edin. Bıyıklarınızı kısaltın, sakalınızı da bırakın.[85]
Her inancın, sistemin, dinin kendine göre şart ve özellikleri vardır. Eğer o inanç, sistem ve din bu şart ve özelliklerini koruyamaz, başkalarını taklide kalkarsa zamanla rayından çıkar, mahiyetini yitirir.
İslâm dini ise öylesine köklü, sağlam ve hiçbir yabancı unsura ihtiyaç bırakmayacak inanç, ibadet ve muamelat esaslarına sahiptir ki herşeye kâfî ve vafî-dir. Binanın temelini andıran inanç esasları ibadet ve muamelattaki uygulamalar sayesindedir ki varlığını ve canlılığını sürdürebilir. Tatbikata dökülmeyen inanç meyvesiz ağacı andırır.
Muamelatta dine ters düşen davranışlar içerisine girmek, başkalarına özenmek de herşeyden önce dine saygısızlıktır ve maneviyattaki zayıflığın ifadesidir. Onun içindir ki inançta olduğu gibi muamelatta da Islâmın koyduğu esaslara uymak gerekir. Peygamberimiz, taklitçiliğin çeşitli zararları sebebiyledir ki başka milletlere benzememeyi, bunun bir örneği olarak da onlar gibi bıyıkları uzatmamayı, sakalı ise tıraş etmemeyi tavsiye etmiştir.
2039. [3:431, Hadîs No: 3880]
Şeybe bin Ebî Kesir Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Sarhoş edici şey içilip yüz ekşidiğinde, sevaplar yüzden dökülür.[86]
2040. [3:431, Hadîs No: 3881]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kocana hizmetin sadakadır.[87]
2041. [3:432, Hadîs No: 3883]
Urve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Hatice, dönemindeki kadınların en hayırhsıdır. Meryem, dönemindeki kadınların en hayırhsıdır. Fâtıma, dönemindeki kadınların en hayırhsıdır.[88]
2042. [3:432, Hadîs No: 3885]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Sonunu iyice düşünerek işe el at. Sonunu hayırlı görürsen yap, kötülüğe varacağından korkarsan vaz geç.[89]
2043. [3:433, Hadîs No: 3888]
Ebû Hiireyre (r.a.) rivayet ediyor:
Yeterli veya yetersiz olsun harama girmeden hakkını al.[90]
2044. [3:433, Hadîs No: 3889]
Ibni Amr'den (r.a.) rivayetle:
Kur'ân'ı şu dört kişiden öğrenin: Ibni Mes'ud, Übey bin Ka'b, Mu-az bin Cebel ve Ebû Hüzeyfe'nin azadh kölesi Sâlim'den.[91]
2045. [3:435, Hadîs No: 3893]
Yâ'iş Zûzvâid (r.a.) rivayet ediyor:
İdarecilerin ihsanını, ihsan olarak kaldığı sürece alın. Fakat, Ku-reyş kıhnçla hâkimiyeti birbirinin elinden kapmaya çalışınca ve ihsan, dininizden taviz için rüşvet halini alınca terk edin.[92]
2046. [3:435, Hadîs No: 3894]
Numan bin Beşir'den (r.a.) rivayetle:
Onlarda,sizdehelakolmadanbeyinsizlerinizinkötülüklerineen-?elolun. [93]
2047. [3:435, Hadîs No: 3895]
Ebû Hiireyre (r.a.) rivayet ediyor:
Cehenneme karşı kalkanınızı alın. 'Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allâhü ekber' deyin. Çünkü bunlar, Kıyamet Günü söyleyenin önünden, ardından yürümek ve onu korumak üzere gelirler. Bunlar, Kur'ân'm belirttiği "bakî kalan sâlih amelleredir.[94]
2048. [3:437, Hadîs No: 3903]
Ali'den (r.a.) rivayetle:
Ben, Adem'den itibaren babam ve annem beni dünyaya getirince* ye kadar, zina sonucu değil, hep meşru evlilikten doğdum. Cahiliyye gayr-i meşruluğundan hiçbir şey bana bulaşmamıştır.[95]
2049. [3:438, Hadîs No: 3905]
Abdullah bin Amr (r.a.) rivayet ediyor:
Sizden önceki ümmetlerden bir adam güzel bir elbise giyinerek dışarı çıktı, böbürlene böbürlene yürümeye başladı. Bunun üzerine Allah yere onu yutması için emir verdi. Bu adam Kıyamete kadar yere batmaya devam edecektir.[96]
2050. [3:438, Hadîs No: 3906] :
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Peygamberlerden biri, halkıyla beraber Allah'tan yağmur dilemeye çıkmışlardı. Peygamber, o anda bir karıncanın duâ eder tarzda ön ayaklarını göğe doğru kaldırdığını gördü, şöyle dedi: "Dönünüz! Çünkü bu karınca sebebiyle sizin isteğiniz yerine gelmiştir."[97]
2051. [3:439, Hadîs No: 3908]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Cuma günü, imamın hutbe için minbere çıkışı, namazı; konuşması ise konuşmayı keser.[98]
Peygamberimiz bu hadislerinde, hatip hutbe okumak üzere minbere çıktığında, camiye o anda gelenlerin farzdan önce kılınan dört rekat sünnet namaza başlamamalarına dikkat çeker. Camiye sonradan gelen kimse, hatibin minbere çıkmak için hazırlandığını görürse, bu namaza başlamaz, oturur. Kılmadığı o dört rekat sünnet namazı, Cumanın farzından sonra kılar.
Hadiste dikkat çekilen ikinci husus, hatibin hutbeye başlamasıyla konuşmanın kesileceğidir. Evet, hatip hutbeye başladığında, cemaat susup dinlemeli, selamlaşmamalı, hattâ Peygamberimizin ismi anıldığında açıktan değil, içlerinden salât ve seiâm getirmeli, yapılan duaya içten "âmin" demelidirler. Mesele o kadar önemlidir ki, Peygamberimiz başka bir hadislerinde hutbe esnasında yanında konuşan birisine "Sus" bile demenin hutbenin sevabını götüreceğine dikkat çekmiştir.
Hutbe esnasında konuşma doğru olmayacağı gibi, her hangi btrşeyie meşgul olmak da doğru değildir.
2052. [3:439, Hadîs No: 3909]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Allah korkusu her hikmetin başıdır. Şüpheli şeylerden titizlikle sakınmak, amellerin efendisidir.[99]
2053. [3:441, Hadîs No: 3914]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Şu iki haslet münafıkta birleşmez: Güzel bir dînî tutum ve dînde ince anlayış.[100]
2054. [3:441, Hadîs No: 3915]
Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle;
îki haslet vardır ki, mü'minde bir araya gelmezler: Cimrilik ve çirkin ahlâk.[101]
2055. [3:442, Hadîs No: 3916]
Abdullah bin Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
îki şey vardır ki, bunları devamlı olarak yapan Müslüman, muhakkak Cennete girecektir. Bu iki işi yapmak çok kolaydır. Ne var ki yapan da pek azdır.
1. Müslüman, her namazın sonunda on defa "Sübhanallah," on defa "Elhamdülillah," on defa "Allâhü ekber" der. Bunların [beş vakit namaz hesabıyla] sayısı yüz elliyi bulur. Fakat, âhiret terazisinde sevapları bin beş yüzdür.
2. Yatacağı zaman da, 34 defa "Allahü ekber," 33 defa "Elhamdülillah," 33 defa da "Sübhanallah" der ki, bunların toplamı da yüz eder. Fakat âhiret terazisinde, sevapları 1000'dir.
Hanginiz bir gece ve gündüzde 1500 günah işliyor ki?[102]
2056. [3:442, Hadîs No: 3918]
Abdullah bin Amr'dan (r.a.) rivayetle:
İki haslet vardır ki, kimde bulunurlarsa Allah onu şükredici ve sab-redici olarak yazar. Bulunmazsa, Allah onu şükredici ve sabredici olarak kaydetmez. Bunlar: Dîni konusunda kendisinden daha üstün olana bakıp onu-'örnek alan. Dünyası konusunda ise kendinden daha aşağıda olanlara bakıp kendisine verdiği üstünlükten dolayı Allah'a hamd eden. İşte Allah, bu kimseyi şükredici ve sabredici olarak yazar.
Dini yaşayışta kendisinden daha aşağıda olana bakıp onu örnek alanı ve dünyası konusunda ise, kendisinden daha yukarıda olana bakıp elde edemedikleri şeyler için hasret çeken kimseyi, şükredici ve sabredici olarak yazmaz.[103]
2057. [3:442, Hadîs No: 3919]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
İki şey vardır ki, onları başkalarından esirgemek helâl olmaz: Su ve ateş.[104]
2058. [3:443, Hadîs No: 3923]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Aranızda iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıhrsanız, yoldan sapmazsınız. Biri Allah'ın Kitabı, diğeri de benim Sünnetimdir. Bunlar, Kevser Havuzuna varıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar.[105]
2059. [3:444, Hadîs No: 3924]
îbniAmr'dan (r.a.) rivayetle:
İki haslet vardır ki, Allah onları sever. İki haslet de vardır ki, Allah onlardan nefret eder: Allah'ın sevdiği iki hasletten biri cömertlik, diğeri ise maddî ve manevî fedakârlıktır. Allah'ın nefret duyduğu iki haslet ise, biri kötü ahlâk, diğeri de cimriliktir. Allah, bir kulunun hayrını dilerse, onu insanların ihtiyaçlarını gidermede istihdam eder.[106]
2060. [3:444, Hadîs No: 3926]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Allah, Adn Cennetini yarattı. Ağaçlarım özel bir itina ile dikti. Sonra da ona "Konuş" buyurdu. O da, "Mü'minler muradlarma erdiler" dedi.[107]
2061. [3:445, Hadîs No: 3928]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Allah Adem'i Kendi sureti üzere yarattı. Boyu 60 arşındır. [1 arşın 68 cm'dir] Sonra şöyle buyurdu: "Git şu oturan melekler topluluğuna selâm ver. Onların verecekleri karşılığı dinle, işte o senin ve neslinin selamlaşması olacaktır." Hz. Âdem gitti, "Es-Selâmü aleyküm" dedi. Melekler, "Es-Selâmü aleyke ve rahmetullahi" diye karşılık verdiler. Onun verdiği selâma "ve rahmetullahi" ilâve ettiler. Cennete giren herkes Adem'in altmış arşmhk uzunluğunda olacaklardır. İnsanlar ondan sonra şu âna kadar küçülmektedirler."[108]
2062. [3:447, Hadîs No: 3929]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Allah yüz rahmet yarattı. Bunlardan birisini yaratıklarının arasına koydu. îşte, yaratıklar bu rahmetle birbirlerine karşı merhamet ederler. Allah yüz rahmetin doksan dokuzunu yanında bıraktı.[109]
2063. [3:451, Hadîs No: 3942]
Bu ümmetten dostum Veysel Karanîdir.[110]
Peygamberimizin "dostum" diye vasıflandırdığı Veysel Karânî, hemen hemen hepimizin duyduğu, "Yemen illerinde Veysel Karânî" ilâhisinde bahsi geçen zâttır. Asıl ismi Üveys bin Âmir'dir. Yemenlidir. İsmi Türkçemize Veysel Karânî diye geçmiştir.
Üveys, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sağlığında Müslüman olduğu halde, onu görmediği için Sahabî olma şerefine eremedi, fakat Tabiînin büyüklerinden oldu. Deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Hasta ve âmâ bir de annesi vardı.
Üveys, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Medine'ye geldi. Hz. Ömer Peygamber Efendimizin (a.s.m.) onu metheder sözlerini işitmişti. Hemen ona gitti ve şöyle dedi:
"Ben Resûlullahın şöyle buyurduğunu işitmiştim: 'Size Yemen halkından yardımcı mücâhid kuvvetleriyle beraber, Karan Kabilesinden olan Üveys bin Âmir gelecektir. O baras hastalığına yakalanmış, vücudunda bir dirhem yerin dışında bu hastalıktan iz kalmamıştır. Onun bir annesi vardır. Annesine karşı çok taatkârdır. Üveys birşey hakkında Allah'a yemin etse, Allah onun yeminini muhakkak doğru çıkarır. Ey Ömer, eğer onun senin için istiğfar etmesini sağlayabi lirsen, bunu yap' buyurdu. Binaenaleyh benim için Allah'tan bağışlama dile."
Üveys, Hz. Ömer'in bu teklifini kırmadı ve Allah'a onu bağışlaması için duâ etti. Hz. Ömer ona nereye gitmek istediğini sordu. Üveys, Kûfe'ye gideceğini bildirince, "Küfe valisine senin için bir mektup yazayım" dedi. Üveys şu cevabı verdi:
"Ben insanların zayıfları, fakirleri ve kendilerine değer verilmeyenler arasında olmak isterim. Bu benim için daha sevimlidir."
Sonra da birbirlerinden ayrıldılar. Ertesi yıl Hz. Ömer Kûfe'den gelen birine Üveys'i sordu. Adam, fakir bir halde yaşadığını söyleyince, Hz. Ömer ona Peygamberimizin yukarıdaki hadisini haber verdi.[111]
Tasavvufta "Üveysî" makamı vardır. Manevî rehberlerini görmedikleri halde onların ruhaniyetinden istifade edip feyz alarak yükselenlere "Üveysî" denilir. Bu tâbir, tasavvufta, Veysel Karânî Hazretlerinin Peygamberimizi görmeden feyz alıp ona tâbi olmak suretiyle yüksek derecelere kavuşmasına benzetilerek söylenmiştir.
Bediüzzaman, Mektûbat isimli eserinde Veysel Karânî'nin şöyie bir duasına yer verir:
"Yâ llâhenâ! Rabbimiz Sensin! Çünki biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden Sensin! Hem Sensin Hâlık! Çünki biz mahlûkuz; yapılıyoruz. Hem Rezzak Sensin! Çünki biz rızka muhtacız; elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin. Hem Sensin Mâlik, çünkü biz memlûkuz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek Mâlikimiz Sensin. Hem Sen Azizsin! İzzet ve azamet sahibisin. Biz zilletimize bakıyoruz; üstümüzde bir izzet cilveleri var.. Demek Senin izzetinin âyineleriyiz. Hem Sensin Ganiyy-i Mutlak! Çünkü biz fakiriz. Fakrımızın eline yetişemediği bir gına veriliyor. Demek ganî Sensin, veren Sensin. Hem Sen Hayy-ı Bakîsin! Çünki biz ölüyoruz. Ölmemizde ve dirilmemizde, bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz. Hem Sen Bakisin! Çünki biz, fena ve zevalimizde, Senin devam ve bekanı görüyoruz. Hem cevap veren, atiyye veren Sensin! Çünkü biz umum mevcudat, kâlî ve halî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz; niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerlerine geliyor; maksutlarımız veriliyor. Demek bize cevap veren Sensin. Ve hâke-zâ."[112]
Hz. Üveys, Hicrî, 37. (Milâdî 637) senesinde şehid edilmiştir. Allah kendisinden razı olsun.
2064. [3:452, Hadîs No: 3945]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uyurmuşlardır:
Beş şey beş şeyin karşılığıdır: (1) Bir topluluk verdiği sözden dönerse, Allah mutlaka düşmanlarını başlarına musallat eder. (2) Allah'ın indirdiğinden başka birşeyle hükmederlerse, fakirlik mutlaka aralarında yaygınlaşır. (3) Aralarında fuhuş yaygınlaşırsa, ölümler mutlaka çoğalır. (4) Ölçü ve tartıyı eksik yaparlarsa, ziraatın bereketinden mutlaka mahrum kalırlar ve kıtlığa yakalanırlar. (5) Zekâtı vermezlerse, Allah mutlaka yağmuru keser.[113]
2065. [3:452, Hadîs No: 3946]
Übâde bin Sâmit (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Aziz ve Celil olan Allah beş vakit namazı farz kılmıştır. Kim ki, onlar için güzelce abdest alır, vakitlerinde kılar, rükû ve huşûlarını tam yaparsa Allah'ın onu affedeceğine dair bir sözü vardır. Kim böyle yapmazsa, Allah katında böyle bir sözü yoktur. Dilerse onu affeder, dilerse azab eder.[114]
2066. [3:453, Hadîs No: 3948]
Abdullah binAmr (r.a.) rivayet ediyor:
Kim beş vakit namazı güzelce kılarsa bunlar, Kıyamet günü kendisi için nur, delil ve kurtuluş olur. Kim de güzelce kılmazsa Kıyamet Gününde onun için bir nur, bir delil ve bir kurtuluş bulunmaz.[115]
2067. [3:454, Hadîs No: 3952]
Ebû Ümame (r.a.) rivayet ediyor:
Beş gece vardır ki onlarda yapılan duâ geri çevrilmez. Receb'in ilk gecesi olan Regâib Kandili, Şaban'ın on beşinci gecesi olan Berat Kandili, Cuma gecesi, Ramazan bayramı gecesi, Kurban bayramı ge-cesj [116]
2068. [3:456, Hadîs No: 3957]
Abdullah bin Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Şu beş şey îmandandır. Kimde bunlardan birşey bulunmazsa, kâmil îmana sahip değildir: (1) Allah'ın emrine teslim olmak, (2) Allah'ın takdirine rızâ göstermek, (3) işinin sonunu Allah'a havale etmek, (4) Allah'a güvenmek, (5) musibetin ilk anlarında sabır göstermek.[117]
2069. [3:456, Hadîs No: 3958]
Hüseyini'l-Hatmî Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Şu beş şey peygamberlerin sünnetlerindendir: (1) Haya, (2) hilim, (3) kan aldırma, (4) misvak kullanma, (5) güzel koku sürünme.[118]
2070. [3:457, Hadîs No: 3961]
Ukbe binÂmir'den (r.a.) rivayetle:
şehiddir: (1) ölen şehiddir ır hastaIık sebebiyi yaralanarak ve vebadan ölen şehiddir. (5) Allah'a itaat yolunda olup da doğum sebebiyle ölen şehiddir.[119]
Islâmî kaynaklarda şehitlik üç başlık altında incelenir:
1. Hem dünyevî, hem uhrevî şehid: Allah yolunda cihada çıkıp öldürülenlerdir. Böyle şehidler yıkanmazlar, kanlı elbiseleriyle gömülürler. Hadiste sayılan beş sınıf şehitten birincisi bu kısma girer.
2. Dünyevî şehid: Düşmanla yapılan savaşa ganimet için, makam, şan, şöhret ve riyakarlık gibi dünyevî çıkarlar için katılan ve savaşta öldürülen kimsedir. Bu tür şehitlerin âhiretten hiçbir nasibi yoktur. Hattâ niyetine göre günah da kazanır. Bununla beraber, böyle biri niyeti bilinemediği için defnedilme hususunda birinci maddedeki şehid gibi kabul edilir, yıkanmaz, kanlı elbisesiyle gömülür. Böyle bir kimse, insanlar gözünde şehittir. Allah katında ise kesinlikle şehit sayılmaz.
3. Uhrevî şehid: Bunlar da sadece âhirette şehid olarak muamele görecek olan kimselerdir. Uhrevî şehidlerin sevabı, savaşta öldürülen kimsenin makamına çıkamaz. Uhrevî şehidlere dünyada şehid muamelesi yapılmaz. Bunlar normal olarak yıkanırlar, kefenlenirler, cenaze namazları kılınır, sonra defn edilirler.
İşte Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu hadislerinde saydığı beş sınıftan birincisi hariç diğerleri bu manevî şehidler kısmına dâhildir. Başka hadislerde mânevi şehidlerin sayısı daha arttırılır. Meselâ malını korurken ölen, ailesini korurken öldürülen, dini için öldürülen, yıkık altında kalarak ölen, yanarak ölenler de şehittirler.
Kaynaklarımızda uhrevî şehidin sayısı elliyi bulur. Yukarıda sayılanlardan başka, akrep sokması neticesinde ölen, gurbette ölen, ilim tahsil ederken ölen, Cuma gecesinde ölen, Islâmtn emirlerine uygun alışveriş yapan tüccar, ailesinin geçimi uğrunda ölen ev reisi de uhrevî şehid sayılır.
Hatta Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bir hadislerine istinaden, uhrevî şehidlerin sayısını biraz daha arttırabiliriz. Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kim ihlâsla samimî olarak şehid olmayı Allah'tan dilerse, yatağında ölse bile, Allah onu şehidler makamına ulaştırır."[120]
2071. [3:458, Hadîs No: 3963]
Büreyde (r.a.) rivayet ediyor;
Beş şey vardır ki, onları Allah'tan başkası bilemez. O da şu âyette sayılan hususlardır: (1) Kıyamet vaktine dâir bilgi Allah katandadır. (2) Yağmuru O indirir. (3) Rahimlerde olanı O bilir. (4) Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. (5) Hiç kimse nerede öleceğini bilmez.[121] [122]
Peygamberimiz Lokman Sûresi 34. âyette yer alan beş gaybî hususa dikkatlerimizi çekmektedir. Bu beş husus insan ilminin sınırlı, Allah'ın ilminin ise sınırsızlığının delillerinden biri olarak karşımızda durmaktadır.
Bahsi geçen âyetin indirilişine şöyle bir olay vesile olmuştu: Birgün Resûl-ullaha Haris bin Ömer isimli bir kişi gelmiş, bazı sorular sormuştu. Şöyle diyordu Haris: "Ya Muhammedi Kıyamet ne zaman kopacak? Beldelerimiz kuraklıktan kırıldı, bolluk ne zaman gelecek? Karım hamile, ne zaman doğuracak? Bugün ne kazandığımı biliyorum. Peki yarın ne kazanacağım? Nerede doğduğumu biliyorum. Ama nerede öleceğim hakkında bilgim yok."
Bu sorular üzerine beş gaybı bildiren yukardaki âyet nazil olmuştu.[123] Âyette geçen beş hususun insanlarca bilinemediği bilinen bir gerçektir. Ancak ana rahmindeki çocuğun kız veya erkek oluşunun röntgen ışınlarıyla bilinebildiği, yağmur vaktinin meteoroloji istasyonlarınca tahmin edildiği şeklindeki görüşler, âyetteki hususlar hakkında tartışmaya sebep olmaktadır.
Acaba âyette geçen ana rahmindeki çocuğun durumunu bilmekten maksat nedir? Sadece bazı eski tefsirlerde yer aldığı gibi çocuğun erkekliği, dişiliği meselesi mi, yoksa daha başka hususlar da bunun içerisine girer mi? Bugün röntgen ışınlarıyla çocuğun erkekliği, dişiliğinin bilinebildiği belirtilmektedir. Bu âyete ters düşmez mi?
Hemen belirtelim ki, âyet, sadece çocuğun erkeklik, dişilik yönüne bakmamaktadır. Birçok özelliklerini, tek kelimeyle ifade etmek gerekirse 'mukadderatını' içine almaktadır. Buhartde yer alan bir hadiste, bu mukadderata şöyle yer verilir: "Çocuk ana rahminde gelişme devrelerinden dördüncüsüne geldiğinde Cenab-ı Hak bir melek gönderir. O anda meleğe "işini, rızkını, ecelini, şakı veya saîd olacağını yaz"[124] buyurur.
Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri, Lem'alar isimli eserinde, bu hususu açıklarken âyetin şümulü içine çocuğun hayret verici hususî kabiliyetleri, Allah'ın taklid edilmez mührünü taşıyan siması, istikbalde alacağı vaziyet, hayat boyu başına gelecekler gibi hususların girdiğini belirtmektedir. Şöyle der: "Yüz bin röntgenmisal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrad-ı beşeriyeye [herbir insan ferdine] karşı birer alâmet-i farikası bulunan yalnız sima-yı vechi-yesini [yüz simasını] keşfedemez. Nerede kaldı ki, sima-yı vechîsinden yüz defa daha harika olan, istidadındaki sima-yı manevîyi keşfedebilsin!"[125]
Yağmurun vaktinin rasathanelerde bilinebildiğinin söylenmesi hususuna gelince; rasathanelerde yapılanlar herşeyden önce adı üstünde tahmindir. Bu tahmin tabii ki rastgele değil, bir kısım işaretlere dayanılarak yapılmaktadır. Yalnız bu, gaybta olanı bilmek değildir. Bir kısım belirtileri ortaya çıkmış, bilinebilen, görünebilen, hissedilebilen ve şehadet âlemine geçmiş veya geçmekte olan, yani gayb olmaktan çıkmış, nem, v.s. gibi olaylarla gelişini göstermiş olan yağmuru tesbit edip tahmin yürütmekten ibarettir. Bu konuda yine Lem'alafda şu satırlara yer verilir:
"Nasıl en hafî umûr-u gaybiyye [gizli, görünmeyen, bilinmeyen işler] vukua geldikte, veyahut vukua yakın olduktan sonra, hiss-i kable'l-vukûun [meydana gelmeden önce hissetmenin] bir nev'iyle bilinir. O gaybı bilmek değil, belki o, mevcudu veya mukarrebü'l-vücûdu [gerçekleşmesi yakın olanı] bilmektir. Hatta ben kendi asabımda [sinirlerimde] bir hassasiyet cihetiyle, yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru bazan hissediyorum. Demek yağmurun mukaddeman, meba-dîleri [geleceğini gösteren işaret ve belirtiler] var. O mebâdîler, rutubet nev'in-den kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gâibten çıkıp daha şehadete girmeyen umura vusule [işleri tesbit etmeye] bir vesile olur. Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hâssa ile rahmet-i hâssadan [Allah'ın hususî irade ve rahmetinden] çıkmayan yağmurun vakt-i nüzulünü [indiriliş vaktini] bilmek, ilm-i Allâmü'l-Gu-yûb'a [bütün gayb, gizli, görünmeyen, bilinmeyen ve ilerde olacakları bilen Allah'a] mahsustur."[126]
Hadiste geçen diğer hususlardan biri de Kıyametin ne zaman kopacağının bilinmesi meselesidir. Gerek bu ve gerekse diğer hususları bütün ayrıntılarıyla bilen Allah olduğu halde, bazı sevgili kullarına bildirdiğinde onlar da bilebilir. Bazı velilerin bu konuda âyet ve hadislere dayanarak fikir yürütmeleri, cifir ve eb-cedle yaklaşık ve muhtemel bir tarih çıkarmaları ancak böyle yorumlanabilir. Nitekim âlemlere rahmet olarak gönderilen, Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) Kıyametin birçok alâmetlerinden söz etmiştir. Onun kesin vaktini ise ancak Allah bilir.
İnsanın yarın ne kazanacağını da bilmesi beşer ilminin sınırlarını aşar. İnsan iradesini kullanıp didinir, çırpınır; bir kısım tasarı ve tahminlerde bulunur; fakat bunlar tahminden öte geçmez. Rızkının nereden ve nasıl geleceğini, neler yapacağını, neler kazanıp neler kaybedeceğini kesin olarak kestirmesi asla mümkün olmaz. Bunları ancak Allah bilir. Kula ise sadece gayret göstermek düşer.
Ecel meselesine gelince; ecel, insanın ölüm vaktidir. İnsanın ne zaman ve nerede öleceğini de ancak ve ancak Allah bilir. Bu bakımdan insanın çeşitli olaylar karşısında paniğe, telaşa kapılmasına gerek yoktur. "Ecel birdir, vakti bellidir, üzülmemelidir" deyip gereken neyse onlar yapılmalı, gerisi ise Allah'a bırakılmalıdır. İnsan nerede ve ne zaman öleceğini bilemediği içindir ki son âna kadar mutlu bir hayat sürebilmekte, öleceği yere bile bilmediği için sevinçle gidebilmektedir.
2072. [3:458, Hadîs No: 3965]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır;
Şu beş şey insanın belini kıran şeylerdendir: (1) Anne babaya eziyet, (2) kocası kendisine emniyet ettiği halde onu aldatan kadın, (3) insanlar kendisine itaat ettiği halde Allah'ın emrini dinlemeyen idareci, (4) hayır işleyeceğine dair söz verdiği halde tersini yapan, (5) kişinin insanların nesebi hakkında ileri geri konuşması.[127]
2073. [3:459, Hadîs No: 3966]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Şu beş şey ibâdettendir: (1) Az yiyip içmek, (2) mescidlerde oturmak, (3) Kabe'ye bakmak, (4) Kur'ân'ı açıp bakmak, (5) bildiğini yaşayan âlimin yüzüne bakmak.[128]
2074. [3:459, Hadîs No: 3967]
Zeyd bin Erkâm'dan (r.a.) rivayetle:
Kendisine şu beş şey verilen kimsenin âhirete çalışmama noktasında mazereti kabul edilmez: (1) Dindar bir hanım, (2) hayırlı çocuklar, (3) insanlarla güzelce geçinebilme, (4) geçim kaynağının memleketinde olması, (5) Muhammed'in (a.s.m.) Ehl-i Beytini sevmek.[129]
2075. [3:459, Hadîs No: 3968]
Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor:
Şu beş şeyin cezası hemen dünyada verilir: (1) Zulüm, (2) hainlik etmek, (3) anne babaya eziyet etmek, (4) akrabalarla ilişkiyi kesmek, (5) yapılan iyiliği görmemek.[130]
2076. [3:460, Hadîs No: 3970]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Şu beş duâ kabul edilir: (1) Hakkım alıncaya kadar zulme uğrayan kimsenin duası, (2) evine dönünceye kadar hacının duası, (3) çoluk çocuğuna dönünceye kadar gazinin duası, (4) iyileşinceye kadar hastanın duası, (5) mü'minin nıü'min kardeşine yokluğunda yaptığı duâ. Bu dualardan en süratli kabul edileni ise, mü'minin mü'min kardeşine yokluğunda iken yaptığı duadır.[131]
2077. [3:460, Hadîs No: 3972]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Müminlerin en hayırlıları kanaatkar olanlar, en şerlileri ise aç gözlü olanlardır.[132]
2078. [3:461, Hadîs No: 3974]
Urue bin Meryem rivayet ediyor:
Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, benim de Allah'ın elçisi olduğuma şahitlik eden ümmetimin en hayırlıları iyilik yaptıklarında sevinen, kötülük yaptıklarında Allah'tan bağışlanma dileyenlerdir. Ümmetimin en şerlileri de, nimetler içerisinde doğan, nimetler içerisinde yüzen, tek düşünceleri çeşit çeşit yemekler yemek, türlü türlü elbiseler giymek olan ve konuşurken edebiyat parçalayan kimselerdir.[133]
2079. [3:462, Hadîs No: 3975]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Ümmetimin en hayırlıları âlimlerdir. Âlimlerin de en hayırlıları merhametli olanlarıdır. Dikkat edin! Allah, câhilin bir tek günahını affetmeden önce, âlimin kırk günahını affeder, iyi dinleyin! Merhametli âlim, Kıyamet Günü, nuru etrafi aydınlatacak şekilde gelir. Öyle ki, doğu ve batı arasındaki yaratıklar, onun parlak bir yıldız gibi aydınlatan ışığında yürür.[134]
2080. [3:462, Hadîs No: 3976]
Übâde bin Sâmit (r.a.) rivayet ediyor:
Ümmetimin en hayırlıları, görüldüklerinde Allah hatırlanan kimselerdir. En şerlileri ise, söz götürüp getiren, birbirini seven insanların arasını açan, suçsuz ve masumlara sıkıntı vermeyi meslek edinen kimselerdir.[135]
2081. [3:463, Hadîs No: 3979]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Ümmetimin en hayırlıları, insanları Allah'a çağıran ve onları Allah'ın seveceği hallere teşvik edendir.[136]
2082. [3:463, Hadîs No: 3980]
Avfbin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:
İdarecilerinizin en hayırlıları o kimselerdir ki, siz onları seversiniz, onlar da sizi sever. Siz onlara duâ edersiniz, onlar da size duâ eder. İdarecilerinizin en şerlileri ise o kimselerdir ki, siz. onlardan nefret edersiniz, onlar da sizden. Siz onlara lanet okursunuz, onlar da size lanet okur.[137]
2083. [3:464, Hadîs No: 3982]
Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle:
En hayırlınız, Kur an'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.[138]
2084. [3:464, Hadîs No: 3984]
îbni Amr (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
En hayırlılarınız, ahlâkı en güzel olanlannızdır.[139]
2085. [3:465, Hadîs No: 3985]
Ibni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygambar Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
En hayırlılarınız, kendisiyle kolayca uyuşulabilen kimselerdir. En şerlileriniz ise, çok konuşan ve edebiyat parçalamaya düşkün olanlannızdır.[140]
2086. [3:466, Hadîs No: 3989]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
En hayırlılarınız borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir.[141]
2087. [3:466, Hadîs No: 3990]
Ebû Kebşe'den (r.a.) rivayetle:
En hayırlılarınız, çoluk çocuğuna en hayırlı olammzdır.[142]
2088. [3:466, Hadîs No: 3991]
îbni Amr (r.a.) rivayet ediyor:
Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına en iyi davrananınızdır.[143]
2089. [3:467, Hadîs No: 3992]
Câbir'den (r.a.) rivayetle:
Sizin en hayırlılarınız ömrü uzun olup da, ameli en güzel olandır.[144]
2090. [3:467, Hadîs No: 3995]
Ibni Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
En hayırlılarınız, görünüşü size Allah'ı hatırlatan, konuşması ilminizi arttıran ve davranışları sizi âhirete teşvik edendir.[145]
2091. [3:469, Hadîs No: 3998]
Ibni Araf dan (r.a.) rivayetle:
Allah katında en hayırlı arkadaş, arkadaşına karşı en hayırlı olandır. Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusuna karşı en hayırlı olandır.[146]
2092. [3:469, Hadîs No: 3999]
Hasan-ı Basrî (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:,
Arkadaşların en hayırlısı, sen Allah'ı andığında yardım eden, unuttuğunda da sana hatırlatan kimsedir.[147]
2093. [3:469, Hadîs No: 4001]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Amellerin en hayırlısı, ilk vaktinde kılınan namazdır.[148]
2094. [3:470, Hadîs No: 4403]
Hz. Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Tabiînin en hayırlısı Veysel Karanı1 dir.[149]
2095. [3:471, Hadîs No: 4405]
îbni Amr'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Duaların en hayırlısı Arefe gününde yapılandır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en hayırlı söz de şudur: "Lâ ilahe il-lallahu vahdehû lâ şerike leh. Lehul-mülkü ve lehul-hamdü ve Hüve alâ külli şeyin kadir." (Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Mülk ancak Onundur. Hamd de Ona mahsustur. Onun herşeye gücü yeter.)[150]
2096. [3:471, Hadîs No: 4407]
Hz. Ali (r.a.) rivayet ediyor:
En hayırlı ilaç Kur'ân'dır.[151]
2097. [3:472, Hadîs No: 4409]
Sa'd bin Ebî Vakkas'dan rivayetle:
En hayırlı zikir, gizli yapılandır. En hayırlı rızık da yetecek kadar olandır.[152]
2098. [3:473, Hadîs No: 4413]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
En hayırlı azık takvadır. Kalbe konulan en hayırlı şey de şüpheden uzak, hâlis imandır.[153]
2099. [3:473, Hadîs No: 4417]
Zeyd bin Hâlid (r.a.) rivayet ediyor: Şahitliğin en hayırlısı, ihtiyaç anında istenmeden yapılan şahitliktir.[154]
2100. [3:474, Hadîs No: 4420]
Ukbe bin Âmir'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
En hayırlı mehir, en kolay ödenebilendir.[155]
İslâm hukukunda, nikâh sebebiyle kadının erkekten almaya hak kazandığı para veya mala "mehir" denir. Evlenen erkeğin evlendiği kadına mehir vermesi farzdır. Bununla ilgili olarak bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Evlendiğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin..."[156]
Dinimizde mehrin miktarı tespit edilmemiştir. İzahını yaptığımız hadislerinde de Peygamberimiz en kolay ödenebilen mehiri, "hayırlı mehir" olarak vasıflan-drrmıştir. Çünkü mehrin az olması, evliliği kolaylaştırır. Evliliğin kolaylaşması da, hem neslin çoğalmasına vesîle olur, hem de mü'mini haramdan korur. Bunun için, mehri yükseltip evliliğe engel hale getirmemelidir. Fakat bu, imkânı olanın mehri az vermesi mânâsına gelmez. Herkes imkânı ölçüsünde "kolay" olanı vermelidir.
Hadiste bahsedilen mehir, kadının hakkıdır. Günümüzde "başlık parası" adı altında alınan ve dinimizce caiz olmayan paranın mehirle ilgisi yoktur.
2101. [3:475, Hadîs No: 4022]
İbni Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Sadakanın en hayırlısı, verildiğinde muhtaç duruma düşülmeyen sadakadır. Veren el, alan elden üstündür. Harcamaya, geçimi sana âit olanlardan başla.[157]
2102. [3:476, Hadîs No: 4025]
Abdullah bin Busr (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
En hayırlı amel, dünyadan ayrılırken dilinin Allah'ın zikriyle meşgul olmasıdır.[158]
2103. [3:476, Hadîs No: 4027]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
En hayırlı kazanç, yaptığı işin hakkını vermek şartıyla, kişinin kendi el emeğiyle sağladığı kazançtır.[159]
2104. [3:477, Hadîs No: 4031]
îbni Amr'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uyurmuşlardır:
En hayırlı Müslüman, Müslümanların dilinden ve elinden selâmette oldukları kimsedir.[160]
2105. [3:478, Hadîs No: 4032]
Dürre binti Ebî Leheb (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
En hayırlı insan, Kur'ân'ı en güzel okuyan, Allah'ın dilini en iyi bilen, Allah'tan en çok korkan, iyiliği en çok emredip kötülükten en fazla sakındıran ve akraba hakkını en iyi gözetendir.[161]
2106. [3:480, Hadîs No: 4039]
Ebâ Bekre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
İnsanların en hayırlısı Ömrü uzun, ameli güzel olandır. İnsanların en şerlisi de ömrü uzun, ameli kötü olandır.[162]
2107. [3:480, Hadîs No: 4041]
îbni Ömer'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
insanların en hayırlısı, ahlâkı en güzel olandır.[163]
2108. [3:481, Hadîs No: 4043]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
İnsanların en hayırlısı gücünün yettiği kadar veren fakir mü'mindir.[164]
2109. [3:481, Hadîs No: 4044]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır.
2110. [3:481, Hadîs No: 4045]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Kadınların en hayırlısı, kendisine baktığı zaman kocasını sevindiren, birşey yapmasını istediğinde itaat eden, nefsi ve malı hususunda kocasının hoşlanmadığı tutum ve davranışlardan kaçınan kadındır.[165]
2111. [3:482, Hadîs No: 4047]
Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor: En hayırlı evlilik en kolay olanıdır.[166]
2112. [3:482, Hadîs No: 4049]
Abis bin Rebîa'den (r.a.) rivayetle:
En hayırlı kardeşim Ali, en hayırlı amcam Hamza'dır.[167]
2113. [3:482, Hadîs No: 4050]
Ebû Sebra (r.a.) rivayet ediyor:
İsimlerinizin en hayırlısı Abdullah ve Abdurrahman'dır.[168]
2114. [3:483, Hadîs No: 4051]
Cübeyr bin Mut'im'den (r.a.) rivayetle:
Müfreze kumandanlarının en hayırlısı Zeyd bin Hârise'dir: O, bir-şey taksim ettiğinde en eşit bölüştüreni, emri altındakilere de en âdil davranandır.[169]
2115. [3:483, Hadîs No: 4052]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Benden sonra ümmetimin en hayırlısı Ebû Bekir ve Ömer'dir.[170]
2116. [3:483, Hadîs No: 4054]
Salebe binZeyd'den (r.a.) rivayetle:
Ümmetimin en hayırlıları, baştan çıkacak kadar fazla servet verilmeyen ve başkalarına el açma durumuna düşecek kadar kendilerinden esirgenmeyendir.[171]
2117. [3:483, Hadîs No: 4056]
Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
Ümmetimin en hayırlısı başı ve sonudur. Ortasında ise bulanıklık vardır.[172]
2118. [3:484, Hadîs No: 4058]
Ebû'd Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Müslümanların evleri içerisinde en hayırlısı, içerisinde kendisine iyi davramlan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanların evleri içerisinde en şerli olanı ise içerisinde kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Ben ve yetimin bakımını üstlenen kişi [Peygamberimiz iki parmağını bitiştirerek] Cennette şöyle yanyana-yız.[173]
2119. [3:486, Hadîs No: 4068]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Dininizin en hayırlısı en kolay olanıdır, ibâdetin en hayırlısı dini öğrenmektir.[174]
2120. [3:487, Hadîs No: 4071]
İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Gençlerinizin en hayırlısı, ihtiyarlarınız gibi ölümü düşünen, gençlik hevesatma mağlup olmayıp gaflette boğulmayandır. İhtiyarlarınızın en kötüsü gaflet ve nefsin isteklerine uymada gençlere benzemek isteyen, çocukcasma nefsin heveslerine uyandır.[175]
2121. [3:488, Hadîs No: 4073]
Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:
Kadınların en hayırlı namazı, evlerinin bir köşesinde kıldıkları namazdır.[176]
2122. [3:489, Hadîs No: 4077]
îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Yeryüzündeki suların en hayırlısı Zemzem suyudur. Onda doyurucu bir gıda ve hastalıklara karşı şifâ vardır,[177]
2123. [3:489, Hadîs No: 4079]
Mü'min kişiye verilmiş olan şeylerin en hayırlısı güzel bir ahlâktır. Kişiye verilmiş olan şeylerin en kötüsü ise güzel bir beden içerisindeki kötü bir kalbdir.[178]
2124. [3:490, Hadîs No: 4083]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Uğrunda yolculuğa çıkılan yerlerin en hayırlısı, benim şu mescidim (Mescid-i Nebevi) ve Mescid-i Haramdır.[179]
2125. [3:492, Hadîs No: 4090]
Arap kadınlarının en hayırlısı, Kureyşin iyi amel sahibi kadınlarıdır. Bunlar çocuklarına karşı en şefkatli ve kocalarının malını muhafaza hususunda da en dikkatlileridir.[180]
Dinimizde hiçbir kimse sırf kabile veya ırkından dolayı bir üstünlük sahibi o\-maz. Bu üstünlüğü ancak sahip olduğu bir vasfından dolayı kazanabilir. İşte Peygamberimiz bu hadislerinde, Kureyş'in salih amel işleyen kadınlarını Arap kadınlarının en hayırlısı olarak vasıflandırmaktadır. Bunların "hayırlı" olmalarına sebep olarak da, çocuklarına karşı şefkatli, kocalarının malını muhafaza hususunda da dikkatli olmalarını göstermektedir.
Kadının vazifeleri arasında en zor olanı, hiç şüphe yok ki anneliktir. Annenin meşakkati, daha yavrusuna hâmile kalır kalmaz başlar. Dokuz ay müddetle sıkıntı üstüne sıkıntıyla onu karnında taşır. Doğum sancısı ise annelerin kendi ifâdeleri ile hemen hemen dokuz aydaki çekilen sıkıntıya bedeldir. Çocuk doğduktan sonra çekilen sıkıntı katlanarak artar. Anne artık kendi yemez yavrusuna yedirir, içmez yavrusuna içirir. Gece, uykunun en tatlı ânında yavrusunun ağlama sesleriyle uyanır, altını değiştirir, karnını doyurur, onu uyutmak için kendisi uykusuz kalır. Anne yavrusu ile güler, yavrusu ile ağlar, onunla hasta olur, yavrusu iyi olursa kendisi de iyi olur. Yavrusunu tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmekten çekinmez.
Anneyi yavrusuna karşı bu derece fedakâr kılan güç, hiç şüphesiz Allah'ın annelere ihsan ettiği şefkat duygusudur. Anneler şefkat kahramanı oldukları için bu fedakârlığın altından kalkabiliyorlar. Bu şefkat az veya çok her annede bulunur. Ancak bu şefkatin tezahürü yöreden yöreye, toplumdan topluma değişebilir. Bazan da tam tersi ilgisizliklere kadar varabilir. Peygamberimiz bu fıtrî duyguyu azamî derecede gösteren Kureyş kadınlarını bu özelliklerinden dolayı övmüştür. Bu övgü bir Özelliğe bina edildiğinden bu özelliği taşıyan her kadın için geçerlidir.
Çocuğa karşı şefkati hissettirmemek ne kadar zararlı ise, bu şefkat duygusunu kötüye kullanmak da o derece yanlıştır. Meselâ, şefkatli anne, çocuğunun dünya hayatında tehlikeye düşmemesi, istifade etmesi ve fayda görmesi için her türlü fedakârlığı nazara alır, çocuğunu öyle terbiye eder. "Oğlum hâkim olsun, doktor olsun, kaymakam olsun" der, bütün malını bu uğurda harcamaktan çekinmez. Dinî eğitim gören bir okuldan alır, Avrupa'ya gönderir. Bunu yaparken ciğerparesinin ebedî hayatının tehlikeye girdiğini düşünmez. Dünya hapishanesinden kurtarmaya çalışır, fakat Cehennem gibi dehşetli bir hapse düşmesini hiç nazara almaz.
Cenabı Hakkın kendisine ihsan ettiği şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu âhirette kendisine şefaatçi edecekken, tam tersine kendisinden dâvâcı ettirir. Kıyamet gününde, âhireti ihmal edilen ve cezaya çarptırılan evlâdt, annesinden şikâyetçi olur: Niçin benim îmanımı kuvvetlendirmeyip helâketime sebep oldun?" der.
Şefkatini kötüye kullanan anne sadece âhirette mi ceza çeker? Haytr, dünyada da ceza çeker. Çünkü Islâmî terbiyeden nasibini alamayan çocuk, annesinin hakkına lâyıkıyla karşılık veremez. Çoğu zaman vicdansızca annesine karşı çıkar, hattâ bazan döver.
Kadın eğer şefkat hissini kötüye kullanmayıp o hisle çocuğunu Cehennemden kurtarmaya çalışsa, çocuğunun işlediği sevapların bir mislini kendisi de kazanır. Vefat ettiğinde de Islâmî terbiye ile yetiştirdiği evlâdı, hayır ve hasenatla ruhuna nurlar gönderir.
Ayrıca annesinden dâvâcı olmak yerine bütün ruhu canıyla şefaatçi olur.[181]
Kadınları hayırlı kılan ikinci husus, kadının beyinin malını muhafaza etmesidir. Yüce Allah da bir âyet-i kerimede sâlih kadınların vasıflarını sayarken, kocalarının malını korumayı da bu vasıfların içerisinde saymış ve şöyle buyurmuştur: "Salih kadınlara gelince, onlar Allah'ın emirlerine itaat edip kocalarının hakkına riâyet ederler ve Allah onların hukukunu nasıl koruduysa, onlar da kocalarının malını, namusunu ve sırlarını kocalarının gıyabında korurlar...."[182]
2126. [3:492, Hadîs No: 4092]
Süleyman bin Yesar'den (r.a.) rivayetle:
Allah'tan korkmaları şartıyla, kadınların en hayırlısı, çok çocuk doğuran, kocasına karşı kendisini sevdiren, onunla hoş geçinen ve uyum içerisinde olan kadındır.
Kadınlarınızın en şerlisi ise açılıp saçılan, böbürlenendir. Onlar münafıklık sıfatı taşımaktadırlar. Cennete ancak onların pek azı gireceklerdir.[183]
2127. [3:493, Hadîs No: 4093]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Kadınların hayırlısı namusunu ve iffetini koruyan, cinsî duygusu fazla olsa bile, dışarıda gözü olmayan, sadece kocasına ilgi duyup ona kanaat edendir.[184]
2128. [3:494, Hadîs No: 4096]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:
Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür. Hz. Âdem o günde yaratıldı. Vazifeli olarak Cennetten yer yüzüne o gün indirildi. Tevbesi o gün kabul edildi. Ruhu o gün alındı. Kıyamet o gün kopacaktır. Yeryüzünde insanoğlundan başka hiçbir canlı yoktur ki, Kıyamet Gününün korkusundan Cuma günü dikkatle bekleyerek sabahlamasın. O günde öyle bir an vardır ki, mü'min bir kul duâ ederken Allah'tan birşey isterse, Allah onu mutlaka kendisine verir.
2129. [3:496, Hadîs No: 4102]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
En hayırlınız çoluk çocuğuna karşı en hayırlı olanınızdır. Ben çoluk çocuğuna karşı en hayırlı olammzım. Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.[185]
2130. [3:496, Hadîs No: 4103]
Süheyb'den (r.a.) rivayetle:
En hayırlınız yemek yediren ve verilen selâmı alandır.[186]
2131. [3:497, Hadîs No: 4106]
tmran bin Husayn (r.a.) rivayet ediyor:
İnsanların en hayırlısı benim içerisinde bulunduğum nesildir. Sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenlerdir. Onlardan sonra öyle bir topluluk gelir ki, hıyanet ederler, kendilerine emniyet edilmez. Şahitlik etmeleri istenmediği halde, şahitlik ederler. Adakta bulunur, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık baş gösterir.[187]
2132. [3:498, Hadîs No: 4108]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
En hayırlınız, kadınlarına ve kızlarına karşı en hayırlı olandır.[188]
2133. [3:498, Hadîs No: 4109]
Abdurrahman bin Avf(r.a.) rivayet ediyor:
En hayırlınız, eli altındakilere en hayırlı olandır.[189]
2134. [3:498, Hadîs No: 4110]
Süraka bin Mâlik'dan (r.a.) rivayetle:
En hayırlınız, günaha girmemek şartıyla milletini savunandır.[190]
2135. [3:499, Hadîs No: 4112]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
En hayırlınız, dünyası için âhiretini, âhireti için de dünyasını ter-ketmeyen ve insanlara yük olmayandır.[191]
2136. [3:499, Hadîs No: 4113]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
En hayırlınız hayrı umulan, şerrinden emin olunandır. En şerliniz ise hayn umulmayan, şerrinden de emin olunmayandır.[192]
2137. [3:499, Hadîs No: 4114]
Hasan Basrî (r.a.) rivayet ediyor:
En hayırlınız dünyaya karşı kalben en soğuk davrananınızdır. Ahirete karşı da en istekli olanınızdır.[193]
2138. [3:500, Hadîs No: 4115]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Dini bilmek şartıyla İslâmî bakımdan en hayırlınız, ahlâkı en güzel olanlardır.[194]
2139. [3:500, Hadîs No: 4116]
Ebû Berze (r.a.) rivayet ediyor:
En hayırlınız, en cömert olanımzdır.[195]
2140. [3:500, Hadîs No: 4118]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Süleyman (a.s.) mal, saltanat ve ilim arasında bir tercih yapma hususunda serbest bırakıldı; o ilmi seçti, ilmi seçtiği için kendisine saltanat ve mal da verildi.[196]
2141. [3:500, Hadîs No: 4119]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Ben şefaat etmek ile ümmetimin yarısının Cennete girmesi arasında bir tercih yapmam hususunda serbest bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü o daha umumî ve maksadı daha çok karşılayıcıdır. Siz şefaatin takva sahibi mü'minlere mi edileceğini sanıyorsunuz? Hayır, bilakis o günahkâr, manen kirlenmiş çok hatâ işleyenler içindir.[197]
2142. [3:501, Hadîs No: 4120]
E6û Musa'dan (r.a.) rivayetle:
Verilmesi emredilen şeyi verilmesi istenilen kimseye gönül hoşluğu ile eksiksiz ve tam olarak veren Müslüman ve güvenilir veznedar sadaka veren kimselerden biri sayılır.[198]
2143. [3:502, Hadîs No: 4124]
Bera bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor: Teyze anne hükmündedir.[199]
2144. [3:504, Hadîs No: 4131]
İbni Şihob'dan (r.a.) rivayetle:
Kabalık uğursuzluk, yumuşaklık ise uğurdur.[200]
2145. [3:505, Hadîs No: 4134]
Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:
Güzel yazı hakkı ve hakikati daha fazla açıklar.[201]
Hadiste geçen yazı sadece güzel hat demek değildir. Daha çok güzel yazı gerçeklerin ve güzel düşüncelerin tercümanı olan yazıdır.
Bu mânâda güzel yazı, güzel bir makale, şahane bir kitap, yerine göre köşe yazısı veya bir roman olabilir.
Bu hiç şüphesiz üstün bir kabiliyet ve yoğun bir gayretin eseridir. Çokça yapılan yazı egzersizleri insanı zamanla o burca yükseltir.
Güzel yazı yazan insan, yazı mimarıdır. Söz taşlarını nerede ve nasıl kullanacağını çok iyi bilir. Hak ve hakikatleri öylesine güzel dile getirir, yerli yerince ifade eder, şanına yakışır tarzda takdim eder, anlatır ki hayran kalmamak mümkün değildir.
Güzel yazı içinde hazineler taşıyan muhteşem bir köşkü andırır. Seyredenler karşısında adetâ büyüfenir. Güzel yazıyı okuyan kimse de ister istemez büyülenir, o yazının etkisi altında kalır. Güzel yazı yerine göre yüzlerce, binlerce, milyonlarca insanı düşündürür, coşturur, heyecana getirir, hayra, hakka ve hakikate sahip çıkmaya yöneltir. Islâmın geldiği yıllarda şâirlerin kabileleri coşturup savaşa sevk edecek, bazan da savaşt bitirecek derecede etkili oluşu güzel yazı ve hitabetin tesirlerinin en güzel örneklerinden birini teşkil eder. Bazan millî konularda yazı ustalarının ortaya koydukları eserler yüzbinleri yönlendirmekte, coşturmakta; vatana, millete hizmet için aşk ve heyecanla koşturmaktadır.
Güzel yazı insanın manevî dünyasını da dalgalandıracak, çalkalayacak güçtedir. Kişinin karanlık dünyası o yazıdaki fikirlerle aydınlanır; küfür ve inkâr zulmetleri dağılır, yerini îmanın aydınlığı alır. İnsan artık o nurla kâinatı bir başka görmeye başlar. Önceden herşey bir düşman gibi gözükürken, bu defa herşeyi dost ve arkadaş ve güzel görmeye başlar. Hayatın tadını alır, gönlü huzurla dolar. "Bazı sözlerde sihir vardır" buyuran Allah Resulü, sözün bu ve buna benzer tesirlerini veciz bir şekilde dile getirmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîmin, yazılanların en güzeli oluşu ve birçok kimseyi belagat ve fesahaîına hayran bırakıp îmanına vesile olduğu, bazılarını da dize getirdiği bilinen gerçeklerdendir.
Güzel fikirlerle dolu bir kitap, bir makale veya herhangi bir neşriyat aynı zamanda çağımızın fikir harbinde manevî birer nükleer silah niteliğindedir. Bedi-üzzaman Hazretleri, Sözler isimli eserinin 246. sayfasında özellikle bu gerçeği nazara verir ve şöyle der:
"Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belagat ve cezalet, bütün envâıyla âhirza-manda en merğûb bir suret alacaktır. Hatta insanlar, kendi fikirlerini birbirine kabul ettirmek için, en keskin silahını; cezalet-i beyandan [güzel ve sağlam ifade] ve mukavemetsûz [karşı konulmaz] kuvvetini, belağat-ı edadan [yerli yerince ifadeden] alacaktır."[202]
2146. [3:505, Hadîs No: 4135]
Ibni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır;
Bütün yaratıklar Allah'ın aile fertleri hükmündedir. Allah'a en sevgili kimse, Onun yaratıklarına en çok faydası dokunandır.[203]
Bu hadîste, yaratıkların, Cenab-ı Hakkın aile fertleriymiş gibi değerlendirilmesi mecazî bir ifadedir. Nasıl bir aile reisi aile fertlerinin, çoluk çocuğunun rızkını kazanıyor, ihtiyaçlarını temin ediyorsa, yaratıkların rızıklarını da Allah ta-ahhüd etmekte, hiçbir yaratığı nzıksız, yüzükoyun bırakmamakta, ihtiyaçları olan rızıkları ayaklarına göndermektedir.
Hadisin devamında "Allah'ın ençok sevdiği kimsenin insanlara en çok faydası dokunan kimse" olduğunu bildirilmesi de oldukça dikkat çekicidir.
Bu hadise göre, kişi en yakınlarından başlayarak ailesine, aile fertlerine ne kadar faydalı olabiliyor, maddeten ve manen hizmet götürebiliyor, huzur ve saadetleri için çalışabiliyorsa, o ölçüde Allah'ın sevgisine mazhar olur.
Bunun gibi eğer kişi, kendini aşıp topluma yararlı olabiliyorsa, o ölçüde Allah'ın sevgisine kavuşur. Diğer bir hadiste bu faydalılık, "İnsanların en iyisi insanlara en çok faydası dokunandır"1 şeklinde ifadesini bulmuştur.
Herşeyden Önce faydalı olma, başta insanların îmana, doğru yola ermeleri, bilgilendirilmeleri, iyiye yöneltilmeleri, davranışlarının düzeltilmesi, şefkat, merhamet; küçük, büyük demeden maddeten ve manen iyilikte bulunmak gibi her türlü hususu içerisine alır. Bu faydalılık sadece insanlara has kalmayacak, Allah'ın yarattığı bütün canlıları içerisine alacaktır.
Öte yandan insanın gücü, kapasitesi her zaman, herkese faydalı olmaya yetmeyebilir. En azından Yunus Emre'nin belirttiği gibi "Yaratılanı severiz Yaratandan Ötürü" dediği gibi Yaratıcının hatırı için yaratılmışı sevmeli, hepsine karşı güzel duygular, iyi niyetler içerisinde olmalı, zarar vermekten sakınmalı, tatlı dil, güler yüz göstermeli, nezaketle davranmalıdır.
Kısaca insan çevresine faydalı olabildiği, zarar vermekten sakınabildiği ve iyi dilekler beslediği ölçüde Allah'ın sevgili kulu olmuş olur.
Bu hadis aynı zamanda bize insanın en dar daireden en geniş daireye kadar çevresine faydalı olabildiği ölçüde iyi ve üstün bir Müslüman olabileceğinin de göstergesidir.
2147. [3:506, Hadîs No: 4136]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
İyiliği öğreten kimseye denizdeki balıklara varıncaya kadar bütün yaratıklar duâ eder.[204]
2148. [3:507, Hadîs No: 4140]
Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Ahlâk dinin kabıdır.[205]
2149. [3:507, Hadîs No: 4141]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
İçki bütün kötülüklerin anasıdır. Günahların en büyüğüdür.[206]
2150. [3:509, Hadîs No: 4147]
Sefîne'den (r.a.) rivayetle:
Benden sonra halifelik otuz senedir. Ondan sonrası saltanattır.[1]
2151. [3:509, Hadîs No: 4148]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor: Haricîler, Cehennemin köpekleridir.[2]
Peygamber Efendimiz {a.s.m.) bu hadisleriyle gaybî bir ihbarda bulunmakta, ileride ortaya çıkacak bir grubu ismiyle haber vermekte ve onların Cehennemlik olduklarını bildirmektedir.
Kimdi bu Haricîler ve neler yapmışlardı ki, Cehenneme girmeye müstehak olmuşlardı?
Hz. Ali ile Hz. Muaviye'nin arasında yapılan Sıffîn Savaşı, "Hakem Olayı "yia sonuçlanmıştı. Müslümanlar arasında yapılan savaşa son vermek için, her iki iaraf da aralarında birer kişiyi hakem seçmişlerdi. Hz. Ali ordusundan bir grup, hakem fikrine karşı çıktılar. Şöyle dediler:
"Siz Allah'ın emirlerine ve verdiği hükümlere ortak mı koştunuz? Hayır, vallahi hüküm yalnızca Allah'ındır ve Ondan başkası hüküm veremez."
Bu görüşte olan 12 000 kişilik bir grup, Hz. Ali'nin ordusundan ayrılarak Ha-rûra mevkiinde toplandılar. Mü'minlerin emîrine itaattan çıktıkları için bunlara Haricîler denildi. Bu davranışlarıyla İslâm birliğine büyük bir darbe indirmişlerdi.
Hz. Ali, büyük Sahabîlerden Abdullah bin Abbas'ı Haricîlere gönderdi. Onlara nasihatta bulunmasını istedi. Fakat Haricîler Hz. Abdullah'ı dinlemediler. Sonradan Hz. Ali de onlarla konuştu. Onların "İnsanlar hüküm veremez. Hüküm Allah'ındır" sözlerine karşı veciz bir konuşma yaptı. Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi:
"Biz bu konuda insanların hüküm vermelerini kabul etmiş değiliz. Kur'ân'ın hükmünü talep ediyoruz. Kur'ân-ı Kerim iki kapak arasında satırlarla yazılmış, dili olmayan bir kitaptır. O ancak insanlar okuduğunda konuşur ve hükmünü açıklar."
Fakat Haricîler gerçeği bir türlü anlamadılar. Netice'de onlarla savaşıldı. Pekçoğu öldürüldü. Çok azı da kurtulup sağa sola dağıldılar. Haricîlerle yapılan bu savaş Hicretin 37. yılında oldu. Hz. Ali'yi de bu savaştan kurtulanlardan birisi olan Ibni Mülcem şehit etti.
2152. [3:510, Hadîs No: 4151]
îbniAbbas'dan (r.a.) rivayetle: Hayır, büyüklerinizle beraberdir.[3]
2153. [3:510, Hadîs No: 4152]
Muâviye (r.a.) rivayet ediyor:
Hayır, fitrata uygundur. Şer ise fitratm sapması sonucu işlenir. Allah kimin hakkında hayır dilerse, onu dinde bilgili ve ince anlayış sahibi kılar.[4]
2154. [3:511, Hadîs No: 4154]
Ibni Amr'dan (r.a.) rivayetle:
Hayır çoktur, fakat yapanı azdır.[5]
2155. [3:514, Hadîs No: 4164]
Ebû Mûsâ (r.a.) rivayet ediyor:
Cennette oyma inciden yapılmış öyle çadırlar vardır ki, yükseklikleri altmış mildir. O çadırların herbir köşesinde mü'minin bir hanımı bulunur. Onlar birbirini görmezler.[6]
2156. [3:516, Hadîs No: 4170]
Zübeyr bin Avvam'dan (r.a.) rivayetle:
Sizden önceki ümmetlerin hastalığı yavaş yavaş size de bulaşır. Bu, hased ve kindir. Bu hastalık tıraş edicidir. Fakat saçı değil, dini tıraş eder. Muhammed'in nefsi kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de İman etmiş olamazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız.[7]
2157. [3:518, Hadîs No: 4175]
îbniAbbas (r.a.) rivayet ediyor:
Miraca çıkarıldığım gece Cennete girdim, bir hışırtı işittim. "Yâ Cebrail, bu nedir?" diye sordum. "Bu, müezzin Bilâl'dir" dedi.[8]
2158. [3:518, Hadîs No: 4177]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
Cennete girdim, kapısında şu yazıyı gördüm: "Sadaka için on sevap verilir. Karşılık beklemeden verilen borca ise on sekiz sevap verilir." Şöyle dedim: "Ey Cebrail, nasıl oluyor da sadakaya on, borca ise on sekiz sevap veriliyor?" Şöyle cevap verdi:
"Çünkü sadaka zenginin de, fakirin de eline düşebilir. Borç ise ancak muhtaç olana verilir."[9]
2159. [3:519, Hadîs No: 4178]
Âişe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Cennete girdim, orada bir okuma sesi işittim. "Bu okuyan kim?" diye sordum. "Harise bin Nu'man" dediler. [Harise bin Numan anne babasına iyiliği sebebiyle bu makama ulaşmıştır.] îşte anne babaya yapılan iyilik böyledir. İşte anne babaya yapılan iyilik böyledir, işte kişiyi böyle yükseltir.[10]
2160. [3:520, Hadîs No: 4180]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Cennete girdim, bir hışırtı işittim. "Bu nedir?" diye sordum. "Mil-han'm kızı Gumeysâ'dır" dediler.[11]
2161. [3:520, Hadîs No: 4181]
Enes (r.d.)-rivayet ediyor:
Cennete girdim, kıyılarında inciden çadırlar bulunan bir nehir gördüm. İçinde akan suya elimi daldırdım. Hâlis misk olduğunu gördüm. "Bu nedir, ey Cebrail?" diye sordum. "Bu, Allah'ın sana vermiş olduğu Kevser'dir" dedi.[12]
2162. [3:521, Hadîs No: 4183]
Büreyde'den (r.a.) rivayetle:
Cennete girdim, genç bir kız beni karşıladı. "Sen kiminsin?" diye sordum. "Zeyd bin Hârise'ninim" dedi.[13]
2163. [3:521, Hadîs No: 4184]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Bu gece rüyamda Cennete girdim, içine göz attım. Cafer'in meleklerle beraber uçtuğunu, Hamza'nm da bir koltuk üzerine yaslandığını gördüm.[14]
2164. [3:521, Hadîs No: 4186]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Cennete girdim, kapısının iki kanadında altınla yazılmış şu üç satır yazıyı gördüm: Birinci satır, "Allah'tan başka ilâh yoktur, Mu-hanımed Onun elçisidir" yazıyordu. İkinci satır, "Önümüzden gönderdiğimiz iyilik ve hayırların karşılığını bulduk. . Helâl olarak ye diki eri- mi zde kazançlı çıktık. Allah yolunda harcamayıp da geride bıraktığımız şeylerde de zarar ettik" şeklindeydi. Üçüncü satırda da şu yazıyordu: "Günahkâr bir ümmete, çok bağışlayıcı bir Rab."[15]
2165. [3:522, Hadîs No: 4191]
İbni Ömer (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Bir kadın, bir kediyi bağlayıp ölünceye kadar birşey yedirmediği ve yeryüzünün haşeratmdan da yemesine müsaade etmediği için Cehenneme girdi.[16]
2166. [3:524, Hadîs No: 4196]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kişinin sağlığında Allah yolunda harcadığı bir dirhem, ölümü ânında bir köleyi hürriyetine kavuşturmasından daha hayırlıdır.[17]
2167. [3:525, Hadîs No: 4197]
Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
Bir Müslümanm yanında yokken din kardeşi için yapmış olduğu duâ kabul olunur. Bu iş için görevli bir melek bulunur. Din kardeşi için hayırla duâ ettiğinde, melek, "Amin. Kardeşin için istediğinin bir misli de sana verilsin" der.[18]
2168. [3:525, Hadîs No: 41981
Ümm-ii Hakimden (r.a.) rivayetle:
Babanın duası, hiç bir engelle karşılaşmadan Allah'ın huzuruna çıkar.[19]
2169. [3:525, Hadîs No: 4199]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Babanın çocuğuna duası, peygamberin ümmetine olan duası gibidir.[20]
2170. [3:526, Hadîs No: 4201]
İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Kendisine iyilik yapılan kişinin iyilik yapana olan duası geri çevrilmez.[21]
2171. [3:526, Hadîs No: 4202]
Ebû Bekre (r.a.) rivayet ediyor:
Sıkıntıda olan kimsenin yapacağı duâ şudur: "Allah'ım, sadece senin rahmetini umarım. Beni, göz açıp kapayıncaya kadar dahi nefsimin eline bırakma. Benim bütün işlerimi yoluna koy. Senden başka hiçbir ilâh yoktur.[22]
2172. [3:526, Hadîs No: 42031
Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle:
Yumıs'un (a.s.) balığın karnında iken yapmış olduğu duâ şudur: "Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Hiç şüphesiz ben kendine zulmedenlerden oldum." Birşey hakkında bunu okuyarak duâ eden hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah onun duasını kabul etmesin.[23]
Bu duanın önemini daha iyi anlamak için Yunus'un (a.s.) durumunu göz önüne getirmek gerekir. Denize atılan Yunus Peygamberi büyük bir balık yutmuştu. Gece alabildiğine karanlık, deniz de dalgalıydı. Balık, gece ve deniz, aleyhinde âdeta ittifak etmişlerdi. Allah'tan başka hiç bir ümit kapısı kalmamıştı. O anda bütün dünya onun hizmetkârı olsaydı, beş kuruş faydası olamazdı. Ancak balığa, denize ve geceye sözü ve hükmü geçen birisi onu o vaziyetten kurtarabilirdi. O da Allah'tı. Bunu çok iyi bilen Hz. Yunus, "Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Hiç şüphesiz ben kendine zulmedenlerden oldum"[24] duasını yaptı. Bu dua sebeplerin hiçbir tesiri bulunmadığını itiraf; her-şeyin dizgininin Allah'ın elinde oluşunun, Onun emri ve izni olmaksızın hiçbir şeyin halledilemeyeceğinin ifâdesinden başka birşey değildi. Sebepleri elinde tutan, kapısından başka başvurulmaya değer bir ümit kapısı olmayan, herşeyin sahibi ve maliki Allah'ı bulmak, Ona yönelmek, Ona sığınmak, Ondan meded ummak elbette neticesiz kalmaz. Bu dua Hz. Yunus'a kurtuluş yolunu açmış, balığı bir denizaltı gemisi, geceyi mehtaplı, denizi sakin hale getirmişti.
Yunus'un (a.s.) bu vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyette bulunduğumuzu söyleyen Bedîüzzaman, bizim bu duaya ondan çok daha fazla muhtaç olduğumuzu söylüyor ve şöyle diyor: "Hz. Yunus'un (a.s.) birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbâlimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan [başıboş] küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde [dalgasında] binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-i nefsimiz, hûtumuzdur [nefsimizin kötü arzuları balığımızdır]. Hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hût, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûîumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
"Madem hakiki vaziyetimiz budur. Biz de, Hz. Yunus Aleyhisselâma iktidâen [uyarak,] umum esbaptan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü'l-Esbâb olan [sebepleri elinde tutan] Rabbimize iltica edip, "Lâ ilahe illâ ente süb-haneke innî küntü minezzâlimîn" demeliyiz..."[25]
Görüldüğü gibi bu duada katıksız ve halis birtevhid vardır. Doğrudan doğruya herşeyin dizgini elinde olan Allah'a yönelme, sebeplerin tesirsiz olduğunu düşünüp hayrın tamamen Onun elinde, şerri yaratan Allah olmakla birlikte onu isteyen ve sebep olanın nefis olduğunu ve sebeplerin tükendiği noktada Ondan başka hiçbir merci ve kurtarıcı bulanamayacağını, her ne kadar sebeplere sarılmak tevekkülün gereği ise de neticede Onun izni olmadan hiçbirinin etkili olamayacaklarını düşünme vardır.
İşte duanın bu mahiyet ve özellikleri sebebiyledir ki yukardaki hadis-i şerifte Hz. Yunus'un bu tesirli duası dikkate verilmekte, o duayla birşey isteyene Allah'ın isteğini vereceği bildirilmektedir. Peygamberimiz bir başka hadis-i şeriflerinde bu duanın en mühim bir özelliğine şöyle dikkat çekmektedir: "Kendisiyle dua edildiğinde Allah'ın kabul ettiği ve birşey istenildiğinde verdiği ism-i âzami Yunus bin Mettâ'nın duasıdır."[26]
Yüce Allah da Kur'ân-ı Kerim'inde Hz. Yunus'tan naklen bu duaya yer vermekle bizi bu şekilde dua etmeye teşvik etmektedir.
2173. [3:526, Hadîs No: 42041
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Çok günahkâr da olsa zulme uğrayan kimsenin duası kabul edilir. Günahkârlığı kendine aittir.[27]
Allah âdildir. Adi isminin gereği olarak herşeyi adaletle yürütür, kâinatı onunla ayakta tutar. Zulüm ise adaletine bütün bütün zıt bir harekettir. Âdeta kâinattaki bu düzene başkaldırmaktır, isyandır. Evet, zulüm, kâinatta hâkim olan hak ve hukuku çiğnemek demektir.
Bunun içindir ki Cenab-ı Hakkın gazap ettiği şeylerin başında zulüm gelir. Zulmün kötülüğünü, zâlimlerin yardımcıları bulunmadığını, hasmının Allah olduğunu anlatan âyet ve hadisler zerre kadar vicdanı olanlara ürperti vermekte, dikkate ve titizliğe sevk etmektedir.
Bütün bunlara rağmen zulme girmek büyük bir hatadır. Mazlumun yardımcısının Allah olduğunu bilmek gerekir. Zulmeden insan bilerek veya bilmeyerek Allah'ı karşısına almaktadır. Allah'la cedele gireni ise Allah mahveder.
Cenab-ı Hakkın, bazı hataların cezasını âhirete bırakmadan daha dünyadayken peşin olarak verdiğini, bunlar arasında zulmün de bulunduğunu düşünürsek zâlimin hiçbir zaman iflah olamayacağını anlarız. Aİtah mazlumların yar-dımcısıdır. Hatta hadiste belirtildiği gibi, zulme uğrayan çok günahkâr birisi dahi olsa, Allah onun günahlarına bakmaksızın o kuluna yardım eder, dua ettiğinde duasını kabul eder. Allah, o kişinin iyilik ve kötülüğünden ziyade içinde bulunduğu acıktı duruma, yani zulmün dehşetine bakar, günahkâr da olsa ona yardım eder.
Bu hadis bize, kim olursa olsun zulmetmenin cezasız bırakılmayacağını, mazlumlara Allah'ın yardımcı olduğunu açıkça göstermektedir. "Mazlumun duasından sakının. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur" hadisi de bu gerçeği dile getirir.
2174. [3:527, Hadîs No: 4206]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Gizli yapılan bir duâ açıktan yapılan yetmiş duaya denktir.[28]
2175. [3:527, Hadîs No: 4208]
Muâz bin Cebel rivayet ediyor:
Muâz'la uğraşma. Şüphesiz Allah meleklere karşı Muaz bin Cebel ile iftihar ediyor.[29]
Peygamberimizin, "Haramı ve helâli en iyi bilen" diye tarif ettiği Hz. Muâz, Akabe Bîatında, daha on sekiz yaşında iken Müslüman olmuştu. Medineliydi. Hz. Muâz, Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara katıldı. Birgün Peygamberimiz Hz. Muâz'ın elinden tutarak, "Ey Muâz, vallahi ben seni çok severim" buyurmuştu.
Peygamberimiz, irşadda bulunması ve Müslümanlara dinlerini öğretmesi için onu vazifeli olarak Yemen'e göndermişti. Hareket etmeden önce de ona şu tavsiyede bulundu: "Her ne halde ve nerede olursan ol, Allah'tan kork, günah işlediğinde arkasından hemen sevap kazandıracak bir amel işle ki, onu yok etsin. İnsanlara da güzel şekilde muamele et."
Muâz (r.a.), Peygamberimizin vefatına kadar Yemen'de kaldı, Islama hizmet etti. Orada bulunduğu süre içerisinde Müslümanların sayısı gün geçtikçe arttı. Müslüman olanlar önce kendisine bîat ediyor, sonra da Medine'ye gidip Resûlullaha bîat ediyorlardı. Bir defasında sadece Nehâ Kabilesinden 100 kişi onun vasıtasıyla Müslüman olmuştu.
Hz. Muâz, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Suriye'de ordu kumandanı iken, Hicretin 18. yılında, 38 yaşında Şam'da çıkan veba hastalığına yakalandı ve o hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. Vefatından önce onun ağladığını görenler "Sen ki, Resûluflahın Sahabîsisin. Sen ki bu kadar faziletli birisin. Niçin ağlıyorsun?" diye sormuşlardı. Hz. Muâz şu cevabı verdi:
"Siz benim ölümden korktuğum veya dünyayı terkettiğime üzüldüğüm için mi ağladığımı zannediyorsunuz? Oysa ben öldükten sonra Cennete mi, yoksa Cehenneme mi gideceğimden emin olmadığım için ağlıyorum."
Hz. Muâz'ın Hz. Ömer'in yanında ayrı bir yeri vardı. Vetât ederken kendisine "Bize kimi halife bırakıyorsun?" diyen birine şu cevabı vermişti:
"Şayet Muâz bin Cebel sağ olsaydı, onu halife bırakırdım. Rabbime kavuştuğumda Rabbim bana 'Kimi halife bıraktın?' deyince, 'Senin kulun ve Resulün Muhammed'in {a.s.m.), 'Muâz Kıyamet gününde âlimlerin önünde tek başına bir cemaattir' buyurduğu kimseyi bıraktım,'derdim."
Son olarak ilme çok büyük değer veren ve kendisi de büyük bir âlim olan Hz. Muâz'ın ilimle ilgili bir sözüne yer verelim:
"İlim öğrenin. Çünkü o Allah'a karşı korkunuzu arttırır. İlim istemek ibâdettir. İlmî müzâkerelerde bulunmak Allah'ı teşbih etmektir. İlimden bahsetmek cihad-dır. Bilmeyenlere öğretmek sadakadır. İlmi lâyık olanlara dağıtmak, kişiyi Allah'a yakınlaştırır. Çünkü ilim helâl ve haramın ölçülerini verir."
2176. [3:528, Hadîs No: 4210]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Dedikoduyu, çok suâl sormayı ve malı boşu boşuna harcamayı terk et.[30]
2177. [3:529, Hadîs No: 4213]
Hz. Hasan (r.a.) rivayet ediyor:
Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphelendirmeyene bak. Şüphesiz doğruluk kalbin yatıştığı şeydir. Yalan ise kalbin kuşku duyduğu şeydir.[31]
Helâl da, haram da bellidir. Bir de ikisi ortasında bulunan şüpheliler vardır ki, bunlar helalliği da, haramlığı da tam olarak kestirilemeyen hususlardır. Mü'mi-nin en önemli vazifelerinden biri helal dairede yaşamak, haramlardan ve elden geldiğince de şüphelilerden kaçınmaktır. Çünkü şüpheli şeylerde de harama düşme tehlikesi vardır.
Hadis bize bir ölçü daha vermektedir ki, o da doğruluğun mahiyetindeki özelliktir. Doğruluk kalbin yatıştığı, rahatladığı; yalan da kalbin kuşkulandığı, tedirgin olduğu şeydir.
Bu aynı zamanda iyiliklere verilen peşin bir mükâfat ve kötülüklere verilen peşin bir cezanın güzel bir örneği olarak da önümüzde durmaktadır. Bozulmamış fıtrat ve vicdanlar bu gerçeği hissetmekte gecikmezler. Doğru ve iyi olan şeyi yaptığı zaman insan büyük bir huzur duyar, vicdanen rahatlar. Kötülük ise insanı sıkıntıya atar, huzursuz ve tedirgin eder. Zaten Cenab-ı Hak iyilik ve kötülüklere bu peşin karşılıkları vermiştir ki, insanların iyiliklere yönelip kötülüklerden sakınmalarına birer vesile olsun, iyilik ve kötülüklerin bu özelliği üzerinde duran Bedîüzzaman Hazretleri, Uhuvvet Risalesi isimli eserinde şöyle der: "Cenab-ı Hak, kemâl-i kereminden ve merhametinden ve adaletinden, iyilik içinde muaccel [peşin] bir mükâfat ve fenalıklar içinde muaccel bir mücazât [ceza] dere etmiştir. Hasenatın [iyiliklerin] içinde âhiretin sevabını andıracak manevî lezzetler; seyyiâtın içinde, âhiretin azabını andıracak manevî cezalar dere etmiş."
Bu gerçeği dile getiren Bedîüzzaman sonra da sevgi, düşmanlık, hürmet, merhamet, hırs, israf, hased, tevekkül, kanaat, gurur, kibir, tevazu, enaniyeti terk etmek, sû-i zan ve sû-i tevil gibi iyi ve kötü huyların dünyada verilen peşin mükâfat veya cezalarından örnekler vermektedir. Bu örneklerden sadece muhabbet ve düşmanlık üzerinde duralım: "Meselâ, mü'minler mabeyninde [arasında] muhabbet, ehl-i îman için güzel bir hasenedir [iyiliktir]. O hasene içinde âhiretin maddî sevabını andıracak mânevi bir lezzet, bir zevk, bir inşirah-ı kalb [kalb rahatlığı] dere edilmiştir. Herkes kalbine müracaat etse bu zevki hisseder.
Meselâ, mü'minler mabeyninde husûmet ve adavet [düşmanlık] bir seyyiedir [kötülüktür]. O seyyie içinde, kalb ve ruhu sıkıntılarla boğacak bir azab-ı vicdanîyi, âlicenap ruhlara hissettirir. Ben kendim belki yüz defadan fazla tecrübe etmişim ki; bir mü'min kardeşe adavetim vaktinde, o adavetten, öyle bir azap çekiyordum. Şüphe bırakmıyordu ki, bu, seyyieme muaccel bir cezadır, çektiriliyor."[32]
Bu çerçeve içerisinde doğruluk ve yalana baktığımızda da aynı şeyleri görürüz, îmanın en önemli meyvesi olan doğruluk, kalbe öyle zevk ve huzur verir ki, insan, tehlike de bulun doğruluğu tercih eder. Yalan da insanda öylesine büyük bir sıkıntı ve huzursuzluk meydana getirir ki, onun bu acı meyvesini tadan kişi kolay kolay yalana giremez. Tabii ki bu bozulmamış fıtrat ve vicdanlar için söz konusudur. Bu ölçü helâl ve haram sınırları tam bilindikten sonra devreye girer.
2178. [3:529, Hadîs No: 4214]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphelendirmeyen şeye bak. Şüphesiz sen, Allah için terkettiğin hiçbir şeyin kaybolup gittiğini göremezsin.[33]
2179. [3:530, Hadîs No: 4217]
IbniAbbas (r.a.) rivayet ediyor:
sakının. Çünkü göz ve kalbten gelen şey Allah'tandır ve Onun rahmetindendir Elden ve dil den gelen şey ise şeytandandır.[34]
2180. [3:531, Hadîs No: 4222]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Sahabîlerimi bana bırakın. Nefsimi kudreti elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz Allah yolunda Uhud Dağı kadar altın harcasa-nız, onların yaptıklarına yetişemezsiniz.[35]
2181. [3:532, Hadîs No: 4227]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Bırakın konuşsun. Hak sahibinin söz söylemeye hakkı vardır.[36]
2182. [3:535, Hadîs No: 4241]
İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
islâm hâkimiyetinde yaşayan gayr-i müslimin kan bedeli, Müslü-manın kan bedeli kadardır.[37]
2183. [3:535, Hadîs No: 4242]
Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:
Kişinin dini, aklı ölçüsündedir. Aklı olmayanın dini de yoktur.[38]
Akıllı olmanın ölçüsü nedir? Çok para kazanmak mı? Yüksek öğrenim yapmak mı? Büyük bir makam ve mevkiiye ulaşmak mı? Şan ve şöhrete kavuşmak mı? Bazılarına göre öyle. Oysa gerçek akıllılığın ölçüsünü yukardaki hadis veriyor. Hadiste kişinin aklı ölçüsünde dinine bağlı olacağı anlaşılıyor. Diyebiliriz ki, kişi dinine ne kadar bağlıysa o kadar akıllı demektir. "Aklı olmayanın elini de yoktur" ifadesi aklı olmayan delilerin mükellef olmadıklarını gösterdiği gibi, dinden kopmuş insanların gerçek mânâda akıllı sayılamayacaklarını anlatıyor.
Evet, akıllı Rabbini bilen, kendisini dünyada Onun bir misafiri olarak telakki eden ve bu çerçevede ömür süren kimsedir. Şu hadis-i şerif bu gerçeği ne güzel ifade ediyor: "Akıllı o kimsedir ki, kendini bilir ve ölümden sonrası için çalışır. Ahmak da o kimsedir ki nefsine uyar, sonra da Allah'tan olur olmaz şeyleri te-mennî eder."[39] Diğer bir hadis de şu mealdedir:
Sizin akıl yönünden en mükemmel olanınız, Allah'tan en çok korkanıntzdır. Allah'ın size emrettiği ve sakındırdığı hususlarda—ameli bakımından en azınız olsa bile—düşüncesi ve aklı tam olanınızdır."[40]
Başka bir hadiste insanların en üstününün akıllı olanları olduklarının bildirilmesi de[41] bu ifadeleri teyid etmektedir.
2184. [3:536, Hadîs No: 4245]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Duâ edenle "Âmin" diyen sevapta ortaktırlar. Okuyan ve dinleyen sevapta ortaktırlar. Alim ve talebe sevapta ortaktırlar.[42]
2185. [ 3:537, Hadîs No: 4247]
Büreyde (r.a.) rivayet ediyor:
Hayrın yolunu gösteren onu işleyen gibidir. Allah zor durumda bulunanın yardımına koşulmasını sever.[43]
2186. [3:537, Hadîs No: 4250]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Deccal'ın bir gözü kördür. İki gözü arasında, "Bu kâfirdir" yazılıdır. Bu yazıyı her Müslüman okur.[44]
Deccâl, İslâm dinini inkâr eden bir kâfir-i mutlaktır. Kur'ân'ı ve hadisi esas ve ölçü almaz. Ebedî hayatı bütün bütün inkâr eder. Onun içindir ki hadis-i şerif onun âhirete ve akıbete bakan gözünün bütün bütün kör olduğunu bildirir. Dec-cal herşeyi dünyadan ibaret sanar, bütün kuvvetiyle dünyaya bağlanır, ebedî kalacakmışcasina dünyaya sarılır. Fakat herkes gibi o da fânilik damgasını yemekten kurtulamaz. Bu hadisin izahı sadedince Şuâlaföa şu satırlara yer verilir: "Büyük Deccalin ispirtizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslâm Dec-calının dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur. Hatta rivayetlerde, 'Deccalın bir göz kördür' diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek büyük Deccalin bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan yalnız ve münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve akıbeti ve âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder."[45]
2187. [3:538, Hadîs No: 4251]
Huzeyfe (r.a.) rivayet ediyor:
Deccal'm sol gözü şaşıdır. Saçları çoktur. Yanında da Cennet ve Cehennemi vardır. Onun Cehennemi aslında Cennet, Cenneti ise aslında Cehennemdir.[46]
Deccal'ın şaşı ve saçlarının bol olduğu açık ifadelerdir. Yanındaki Cennet ve Cehennem tabirleri ise izaha muhtaçtır.
Deccalin Cennet ve Cehenneminin ancak yalancı birer Cennet ve Cehennem olabileceği azıcık bir düşünmeyle anlaşılabilir. Zâten hadis, Kıyamet alâ-metleriyle ilgili birçok hadis gibi mecaz mânâda kullanılmıştır. Bu hadis, Deccalin birçok şeyi olduğu gibi medeniyeti de sûistimal ederek onun kötü yönlerini nefisleri bende etmede, insanları emri altında almada kullanacağını ifade etmektedir. Medeniyetin oyun ve eğlenceleri onun yalancı Cennetinden başka bir-şey değildir. Sefaheti o kadar cazip bir hale getirir ki ağızların suyunu akıtır. Bu yolla insanları avlar, taraftar edinir. Taraftarlarını zevk ü safa içerisinde yaşatır. Muhalefet edenlere ise çile ve sıkıntı çektirir. Bunun için zamanın en modern araçlarını kullanmakta tereddüt etmez. Bu sayede kendine tâbi olanlara yalancı bir Cennet, yani mutluluk, tâbi olmayanlara da azap çektirir. Âhirzamanla ilgili hadisleri şerh ve izah etme konusunda orijinal izahları bulunan Bedîüzzaman Said Nursî şunları söyler:
"Deccalin yalancı Cenneti, medeniyetin câzibedâr lehviyâtı [oyunları] ve fan-îaziyeieridir. Merkebi ise şimendifer [tren] gibi bir vasıtadır ki, bir başında ateş ocağı bulunur, kendine tâbi olmayanları bazan ateşe atar. O merkebin bir kulağı, yani diğer başı Cennet gibi tefriş edilmiş, tâbi olanları oraya oturtur. Zâten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir Cennet getirir. Biçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için medeniyet elinde Cehennem zebanisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar."[47]
Bu izahlar ışığında Deccalın Cennetinin gerçekte Cehennem, Cehenneminin de gerçekte Cennet olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Onun yalancı Cenneti otan sefahet ve gayr-ı meşru hayata kendini atan dünyasını Cehenneme çevirmekle kalmaz, âhiret hayatını da berbad eder. Ona tâbi olmamakla sıkıntıları üstlenen insan ise, dünyada bir nevi Cehennem içerisinde yaşasa da gönlü gül gülistanlık içindedir, huzurla doludur; âhirette de sonsuz saadete erecektir.
2188. [3:539, Hadîs No: 4252]
Ebû Sa'id'den rivayetle:
Deccalın çocuğu olmaz. Mekke'ye de Medine'ye de giremez.[48]
Deccal zürriyetsizdir. Çocuğu olmaz. Gerek şahsı ve gerekse temsil ettiği dinsizlik rejimi Mekke ve Medine'ye giremeyecektir. Bilindiği gibi, Deccal inkarcı biridir. Allah'ı ve Resulünü inkâr etmekte tereddüt etmemektedir. Kurduğu sistemini de bu inançsızlık üzerine oturtur. Eğitimi dinsizlik üzerine bina eder. Bütün hak dinlere savaş açar. Güçlü, kuvvetlidir. Dünyanın büyük bir kısmını istilâ eder. Dinsizliği esas alan komünizmin dünyanın büyük bir bülümünü istilâ etmesi, bu hadisin acı bir tecellîsinden ibarettir. Cenab-ı Hak sevgili Resulünü incitmemek için Deccala Mekke ve Medineye girme imkânı vermemiştir, vermeyecektir. İslâm Deccalı olan Süfyanın da Islâmı inkâra dayanan sistemini o mübarek beldelere sokma imkânından mahrum kalacağını yukarıdaki hadis-i şeriften anlıyoruz.
2189. [3:539, Hadîs No: 4253]
Ebû Bekir (r.a.) rivayet ediyor: Deccal, doğuda, Horasan denilen yerden çıkacak. Ona yüzleri katmerli kalkan gibi olan topluluklar uyacak.[49]
Yorum Gönder