15 Eylül 2007 Cumartesi

Hadis-i Şerif

1- Beş vakit namazı camide kılan Bismillahirrahmanirrahim demiş gibidir.

2-Ümmetim yıldızlara gidesiye kadar kıyamet kopmayacaktır.

6.314 yorum:

1 – 200 / 6314   Yeni›   En yeni»
yüksel dedi ki...

hülasa yol ikidir. ya sukut etmektir çünkü söylenen her sözün doğru olması lazımdır sıdktor.çünki islamiyetin esası (temel) sıdktır bürüm kemalata isal (ulaştırmak)edici sıdktır.imanın hassası (özelliği)sıdktır.nevi beşeri veba-i kemalata isal eden sıdktır.ahlak-ı aiyenin hayatı sıdktır.terakkyatın mihveri sıdktır.alemi islamın nizamı sıdktır.ashabı kiramı bütün insanlara tefevvuk (üstün olma) ettiren sıdktır.muhammed-i haşimi aleyhissalatü vessalamin meratibi beşeriyetin (insanlık bertebesi) en yükseğine çıkaran sıdktır.
münafıkların azaplarının mezkür cinayetleri asarında yalnız kizp ile vasıflandırılması kizbin şiddeti kubh ve çirkinliğine işarettir.bu işaret daki kizbin ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahidi sadıktır. zira kizb küfrün esasıdır.kizb nifakın birinci elametidir.kizb kudreti ilahiyeye bir iftiradır kizm hikmeti rabbaniyeye zıttır.ahlakı aliyeyi tahrik eden kizb dir. alemi islamı zehirlendiren ancak kizbdir.almemi beşirin ahvalini fesada veren kisbdir. nev-i beşeri kemalattan geri bırakan kizb dir.müseylimei kezzap ile emsalini alemde rezil ve rüsva eden kizbdir.işte busebeblerden dolayıdırki bütün cinayetler içinde teline tehdide tahsis eden kizbdir(telin lanetleme )
risale-i nur külliyatı işaretül hicaz

yüksel dedi ki...

hadis-i şerif
aranızda nübüvvet allahın istediği kadar sürer. sonra onu (peygamberliği)kaldırmayı istediği zaman kaldırır. sonra, Allah'ın sürmesini murat ettiği kadar (30 sene) nübüvvet yolunda halifelik gelir. sonra kaldırmak istediği zaman onu kaldırır. ve Allah'ın murad ettiği kadar şiddetli bir meliklik idaresi gelir. sonra onu kaldırmak isdeği zaman kaldırır sonra zorba bir idare gelir sonra da nübüvvet yolu üzere bir hilafet gelir.
(ramuz el ehadis_257.sayfa_14.paragraf)

yüksel dedi ki...

Huşusuz kılınan namazda, dilin afetlerinden ve boş şeylerden sakınmaksızın tutulan oruçta, Kur'an'ı tefekkürsüz okumakta, kalbe nakşolmayan ilimde, infak edilmeyen malda,zor günlerde gösterilmeyen kardeşlikte, şükredilmeyen nimette, gönülden edilmeyen ihlassız dua da hayır yoktur.
Hz.Ali
(Altın oluk Mayıs 2007,sayı:255)

yüksel dedi ki...

ey halk taharete devam edip nanaza deyvam edin.malınızın zekatını verin zekat vermeyenin namazıda yoktur.namazı olmayanın ise orucu
haccı,cihadı ve dini yok demektir.

yüksel dedi ki...

ey halk alve ehli beytime ve kuran'ı bilenlere sevgiden ayrılmayınız.Alimlere saygı gösterin,onlara kin gütmeyin,onları kıskanmayın bilmiz olun ki onları seven beni sevmiş olur.
kaynak:hz.MUHAMMED VE HAYATI

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI SAYFA:441

yüksel dedi ki...

her şeyin anahtarı vardır.göklerin anahtarı lailaheillallah sözüdür. ramuz el ehadis sy.350 p.6

yüksel dedi ki...

ameller niyetlere göredir.kişi için ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır.şu halde kimin hicreti allah ve resulu için ise okimsenin hicreti allah ve resulunedir.kiminde hicreti elde edeceği bir dünyalık veya nikahlayacağı bir kadın için ise onunda hicreti hicret ettiği o şeyedir. camiüs sağir sy.19

yüksel dedi ki...

kıyametinisimleri .....kimsenin kimseden fayda görmeyeceği bir dostun bir dosttan hiç bir şeyi muğni kılamayacağı ,kimsenin kimse için bir şeye malik olamayacağı,cehennem ateşine davet edildikleri,yüzüstü cehenneme atılacakları,yüzlerincehenneme çevrileceği,babanın evladına faydasının olamıyacağı,kişinin anne ve babasından kaçacağı.....mal ve evladın fayda vermiyeceği,zalimlere mazeretlerinin fayda vermiyeceği ve allahın lanetionlar için olup kötü yerin onlar için hazırlandığı gün,mazeretlerin reddedilip gizli işlerin açığa çıkacağı.....ihyau ulumid din cilt.4 sy.924

yüksel dedi ki...

üç şey vardır ki bunu ancak ehlicennet yapar.ilim peşinde olmak,ölülere merhametli olmak,fukarayı sevmek. ramuz el ehadis sy.262 p.10

yüksel dedi ki...

evet,eğer tarihi bir nazarla sahife i aleme bakacak olursan ve osahifeyi lekelendiren beşerin mesavisine,hatalarına dikkat edersen,heyet i içtimaiyede görünen ihtilaller,fesatlar ve bütün ahlak ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.birisi.ben tok olayımda başkası açlığından ölürse ölsün,bana ne.ikincisi.sen zahmetler içinde boğulki,ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim.alemi insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren,ancak zekattır.nevi beşeri umumi felaketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevk edip terakkiyatı,asayişi mahvedenikinci kelimeyi kökünden kesip atan,hurmeti ribadır.

yüksel dedi ki...

insan ruhlar aleminden,annerahminden,çocukluktan,ihtiyarlıktan,dünyadan,kabirden,
berzahtan,haşirden,sırattan geçen uzun bir imtahan yolculuğundadır.

yüksel dedi ki...

meşhur hikemi ataiyenin şu fıkrası...yani cenabı hakkı bulan neyi kaybeder.ve onu kaybeden neyi kazanır.yani onu bulan her şeyi bulur.onu bulmayan hiç bir şey bulmaz,bulsada başına bela bulur ne derece ali bir hakikat olduğunu gördüm ve...o gariplere müjdeler olsun.hadisinin sırrını anladım,şükrettim...risalei nur....mektubat.sy.30

yüksel dedi ki...

dost istersen allah yeter.evet odost ise,herşey dosttur.yaran istersen kuran yeter.evet,ondaki enbiya ve melaike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder.mal istersen kanaat yeterevet,kanaat eden iktisat eder.iktisat eden bereket bulur.düşman istersennefis yeter.evet kendini beğenenbelayı bulur,zahmete düşer.kendini beğenmeyen safayı bulur,rahmete gider.nasihat istersen ölüm yeter.evet ölümü düşünen,hubb u dünyadan kurtulur ve ahiretine ciddi çalışır.r.nur.mektubat.sy.273.

yüksel dedi ki...

sayın prof.yazamadığı sayamadığı bu kadar çok atomun nasıl olupta çarpışmadan ahenkli bir şekilde sadece zamansız bir yerde kaderlerin çizildiğiyazıldığı levhi mahfuzda binlerce varlığın ne yapacağının bilinmesi ancak bir tek eşsiz doğmayan doğurulmayan ezeli ebedi bütün yüce sıfatların hepsi onda olan allah c.c.lütuflarının ve azametinin sınırının bulunmaması sayısından değil sonsuzluğun sayılamamasındandır.d.t.24 3 1974

yüksel dedi ki...

dünya sonsuzluğun zamanında bir an,bir an faniliğin zamanında bir ömür,bir ömür bir kere ele geçen bir fırsat,işte bu fırsat tek,sonsuz olanı görmek isteyenlerin imtihanıdır.y.ç

yüksel dedi ki...

insanlar üzerine bir zaman gelecek ki kaygıları kursakları şerefleri malları,kıbleleri kadınları olacak.dinleride altın ve gümüşleri olacaktır.bunlar halkın şerlileridir ve allah c. c. yanında onların nasibleri yoktur.

yüksel dedi ki...

unutulmayacak şeyler ikidir.birincisi allah cc.ikincisi olumdür.unutulacak şeyler yaptığın iyilikleri unutmak.sana yapılan kötülükleri unutmaktır.

yüksel dedi ki...

hadisişerif.benim sevgim bir kulun kalbine girerse,aziz ve celil olan allah,onun cesedini ateşe haram kılar.ramuz el ehadis 2.cilt.370.sy.2.sıra

yüksel dedi ki...

bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad ı islamdır.yalanlarla ittihad yalandır.risale i nur külliyatı fihrist ve indeksi sayfa.357.360.

yüksel dedi ki...

BİSMİLLAHİRRAHMENİRRAHİM
elhamdülillah
Allhümmesallialaseyidinamuhammed

yüksel dedi ki...

Bismillahirrahmanirrahim
"Ey insanlar!
"Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha bulusamiyacagim.
"Insanlar!
"Bugünleriniz nasil mukaddes bir gün ise, bu aylariniz nasil mukaddes bir ay ise, bu sehriniz (Mekke) nasil
mübarek bir sehir ise, canlariniz, malariniz, namuslariniz da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden
korunmustur.
"Ashabim!
"Muhakkak Rabbinize kavusacaksiniz. O'da sizi yapti olayi sorguya cekecektir. Sakin benden sonra eski
sapikliklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayiniz! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,
bulunmayanlara ulastirsin. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunlari daha iyi anlayan birisine ulastirmis
olur.
"Ashabim!
"Kimin yaninda bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her cesidi kalidirilmistir. Allah
böyle hükmetmistir. Ilk kaldirdigim faiz de Abdulmutallib'in oglu (amcam) Abbas'in faizidir. Lakin
anaparaniz size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme ugrayiniz.
"Ashabim!"
"Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün adetler kaldirilmistir, ayagimin altindadir. Cahiliye devrinde güdülen
kan davalari da tamamen kaldirilmistir. Kaldirdigim ilk kan davasi Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin
Rabia'nin kan davasidir.

yüksel dedi ki...

"Ey insanlar!
"Muhakkak ki, seytean su topraginizda kendisine tapinmaktan tamamen ümidini kesmistir. Fakat siz bunun
disinda ufak tefek islerinizde ona uyarsaniz, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak icin bunlardan da
sakininiz.
"Ey insanlar!
"Kadinlarin haklarini gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah'in
emaneti olarak aldiniz ve onlarin namusunu kendinize Allah'in emriyle helal kildiniz. Sizin kadinlar üzerinde
hakkiniz, kadinlarin da sizin üzerinizde hakki vardir. Sizin kadinlar üzerindeki hakkinizi; yataginizi hic
kimseye cignetmemeleri, hoslanmadiginiz kimseleri izininiz olmadikca evlerinize almamalaridir. Eger
gelmesine müsade etmediginiz bir kimseyi evinize alirlarsa, Allah, size onlarin yataklarinda yalniz
burakmaniza ve daha olmasza hafifce dövüp sakindirmaniza izin vermistir. Kadinlarin da sizin üzerinizdeki
haklari, mesru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
"Ey mü'minler!
"Size iki emanet burakiyorum, onlara sarilip uydukca yolunuzu hic sasirmazsiniz. O emanetler, Allah'in kitabi
Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin (a.s.m) sünnetidir.
"Mü'minler!
"Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanin kardesidir ve böylece bütün Müslümanlar
kardestirler. Bir Müslümana kardesinin kani da, mali da helal olmaz. Fakat malini gönül hoslugu ile vermisse
o baskadir.

yüksel dedi ki...

"Ey insanlar!
"Cenab-i Hakk her hak sahibine hakkini vermistir. Her insanin mirastan hissesini ayirmistir. Mirasciya vasiyet
etmeye lüzüm yoktur. Cocuk kimin döseginde dogmussa ona aittir. Zina eden kimse icin mahrumiyet vardir.
Babasindan baskasina ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden baskasina intisaba kalkan köle, Allah'in,
meleklerinin ve bütün insanlarin lanetine ugrasin. Cenab-i Hakk, bu gibi insanlarin ne tevbelerini, ne de adalet
ve sehadetlerini kabul eder.
"Ey insanlar!
"Rabbiniz birdir. Babaniz da birdir. Hepiniz Adem'in cocuklarisiniz, Adem ise topraktandir. Arabin Arap
olmayana, Arap olmayanin da Araap üzerine üstünlügü olmadigi gibi; kirmizi tenlinin siyah üzerine, siyahin
da kirmizi tenli üzerinde bir üstünlügü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadir. Allah yaninda
en kiymetli olaniniz O'ndan en cok korkaninizdir.
"Azasi kesik siyahî bir köle basinza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'in kitabi ile idare ederse, onu
dinleyiniz ve itaat ediniz.
"Suclu kendi sucundan baskasi ile suclanamaz. Baba, oglunun sucu üzerine, oglu da babasinin sucu üzerine
suclanamaz.
"Dikkat ediniz! Su dört seyi kesinlikle yapmaycaksiniz:
• Allah'a hicbir seyi ortak kosmayacaksiniz.
• Allah'in haram ve dokunulmaz kildigi cani, haksiz yere öldürmeyeceksiniz.
• Zina etmeyeceksiniz.
• Hirsizlik yapmayacaksiniiz..
"Insanlar Lâilahe illallah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri
zaman kanlarini ve mallarini korumus olurlar. Hesaplari ise Allah'a aittir.

yüksel dedi ki...

"Insanlar!
"Yarin beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?"
Saheb-i Kiram birden söyle dediler:
"Allah'in elciligini ifa ettiniz, vazifenizi hakkiyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye
sehadet ederiz!"
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) sehadet parmagini kaldirdi, sonra da cemaatin üzerine cevirip indirdi ve söyle buyurdu:
"Sahid ol, yâ Rab! Sahid ol, yâ Rab! Sahid ol, yâ Rab!"

yüksel dedi ki...

Tac da, Taht da, Mal da, Evlad da
HAYATTA HERŞEY EMANET...
Emanetin hesabını verebilecek miyiz?

yüksel dedi ki...

O KARDEŞİMİZE SORDUK BU ACİP İHLASI NEREDEN DERS ALMISSIN? DEMİŞ İKİ NOKTADAN BİRİSİ ALEMİ İSLAMİYETİN EN ACİP HARBİ OLAN BEDİR HARBİNDE, NAMAZ VAKTİNDE CEMAATTEN HİSSESİZ KALMAMAK İÇİN, DÜŞMANI HÜCÜNUYLA BERABER MÜCAHİTLERİN YARISI SİLAHINI BIRAKIP CEMAAT HAYRINA ŞERİK OLMAK, İKİ REKAT SONRA ONLARDA HİSSEDAR OLSUN DİYE FAHRİ ALEM ALEYHİSSETÜ VESSELAM BİR HADİSİ ŞERİFİYLE EMRETMİŞ OLMASIDIR MADEM HARPTE BU RUHSAT VAR VE MADEM CEMAAT HAYRI DA SÜNNET OLDUĞU HALDE O SÜNNETE RİAYET ETMET EN BÜYÜK BİR HADİSE İ DÜNVİYEYE TERCİH EDİLMİŞ... USDSADI MUTLAKIN BÖYLE BİR İŞARETİNDEN BİR NÜKTECİK OLARAK BİZDE RUH VE CANIMIZLA İTTİBA EDİYORUZ EMİRDAĞ LAİKASI 455 460 SYF. R.NUR

yüksel dedi ki...

bir öğün yiyen açım diyemez.iki öğün yiyen salihim diyemez.üç öğün yiyen insanım diyemez.

yüksel dedi ki...

yunus emre iyilik ve kötülük adına dilin neler yapabileceğini bir kıt ada şöyle anlatır.söz ola kese savaşı.söz ola kestire başı.söz ola ağulu aşı.bağ ile yağ ede bir söz.

yüksel dedi ki...

şüphesiz allah,dinini günahkar bir adamla da kuvvetlendirir.buhari,cihad..182....

yüksel dedi ki...

Bir kâfirin ma'siyet-i küfriyesi mahduddur; kısa bir zamanı işgal ediyor. Ebedî ve gayr-i mütenahi bir ceza ile tecziyesi, adalet-i İlahiyeye uygun olmadığı gibi, hikmet-i ezeliyeye de muvafık değil. Merhamet-i İlâhiye müsaade etmez?

C: O kâfirin cezası gayr-ı mütenahî olduğu teslim edildiği takdirde, kısa bir zamanda irtikâb edilen o ma'siyet-i küfriyenin, gayr-ı mütenahi bir cinayet olduğu altı cihetle sabittir:

Birincisi: Küfür üzerine ölen bir kâfir, ebedî bir ömür ile yaşayacak olursa, o gayr-ı mütenahi ömrünü behemehal küfür ile geçireceği şüphesizdir. Çünkü kâfirin cevher-i ruhu bozulmuştur. Bu itibarla o bozulmuş olan kalbin gayr-ı mütenahi bir cinayete istidadı vardır. Binaenaleyh ebedî cezası, adalete muhalif değildir.

İkincisi: O kâfirin masiyeti; mütenahi bir zamanda ise de, gayr-ı mütenahi olan umum kâinatın vahdaniyete olan şehadetlerine gayr-ı mütenahi bir cinayettir.

Üçüncüsü: Küfür, gayr-i mütenahi ni'metlere küfran olduğundan, gayr-i mütenahi bir cinayettir.

Dördüncüsü: Küfür, gayr-i mütenahi olan zât ve sıfat-ı İlâhiyeye cinayettir.

Beşincisi: İnsanın vicdanı, zâhiren mütenahi ise de, bâtınen ebede bakıyor ve ebedi istiyor. Bu itibarla, gayr-i mütenahi hükmünde olan o vicdan, küfür ile mülevves olarak mahvolur gider.

Altıncısı: Zıd zıddına muânid ise de, çok hususlarda mümasil olur. Binaenaleyh iman lezaiz-i ebediyeyi ismar ettiği gibi, küfür de âlâm-ı elîmeyi ve ebediyeyi âhirette intac etmesi şe'nindendir.

Bu altı cihetten çıkan netice ve gayr-i mütenahi olan bir ceza, gayr-i mütenahi bir cinayete karşı ayn-ı adalettir.

yüksel dedi ki...

S- Kâfirin o cezasının adalete uygun olduğunu teslim ettik. Fakat azabları intac eden şerlerden hikmet-i ezeliyenin gani olduğuna ne diyorsun?

C- Kavâid-i esasiyedendir ki, ara sıra vukua gelen şerr-i kalil için hayr-ı kesir terkedilmez. Terkedildiği takdirde, şerr-i kesir olur. Binaenaleyh hakaik-i nisbiyenin sübutunu izhar etmek, hikmet-i ezeliyenin iktizasındandır. Bu gibi hakaikın tezahürü, ancak şerrin vücuduyla olur. Şerden, haddi tecavüz etmemek için, terhib ve tahvif lâzımdır. Terhibin vicdan üzerine tesiri, terhibi tasdik etmekle olur. Terhibin tasdiki ise, haricî bir azabın vücuduna mütevakkıftır. Zira vicdan, akıl ve vehim gibi, haricî ve ebedî hakikat hükmüne geçmiş bir azabdan yapılan terhible müteessir olur. Öyle ise dünyada olduğu gibi âhirette de, ateşin vücudundan yapılan terhib, tahvif; ayn-ı hikmettir.

S: Pekâlâ o ebedî ceza hikmete muvafıktır, kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlahiyeye ne diyorsun?

C: Azizim! O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir, ya ademe gidecektir veya daimî bir azab içinde mevcud kalacaktır. Vücudun velev Cehennem'de olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Vücud ise velev Cehennem de olsa, hayr-ı mahzdır. Maahâza kâfirin meskeni Cehennem'dir ve ebedî olarak orada kalacaktır.

Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a'mâl-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işârât-ı hadîsiye vardır.

Maahaza cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe'nidir. Evet, dünyada çok namus sahipleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için, kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir.. ve isteyenler de vardır.

yüksel dedi ki...

İbadetin şahsî kemalâta sebeb olduğunun izahı:

İnsan; cismen küçük, zaîf ve âciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor ve pek büyük bir istidada mâliktir ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır ve gayr-i mütenahî emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır ve gayr-ı mahdud şeheviyye ve gadabiyye gibi kuvveleri vardır ve öyle acaib bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün enva' ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır.

İşte böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir; istidadlarını inkişaf ettiren, ibadettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir; emellerini tahakkuk ettiren ibadettir; fikirlerini tevsi' ve intizam altına alan, ibadettir; şeheviyye ve gadabiyye kuvvelerini had altına alan, ibadettir; zâhirî ve bâtınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir; insanı mukadder olan kemalâtına yetiştiren, ibadettir; abd ile Mâbud arasında en yüksek ve en lâtif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemalât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir.

İhtar: İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.

yüksel dedi ki...

iki şey e dikkat lazımdır.birincisi günahında ısrarlı olmamak.ikincisi hatasına,günahına kılıf uydurmamak.

yüksel dedi ki...

-"Allah"O kendinden başka hiç bir ilah bulunmayan tek bir Allah'tır
Esma-ül Hüsna ve anlamları 2-"er-Rahman":Esirgeyici,bütün mahlukatına rahmetiyle muamele eden(dünyada)
3-"er-Rahim":Bağışlayıcı,sevdiklerine ve müminlere merhamet eden(ahirette)
4-"el-Melik":Mülkün sahibi,mülk ve saltanatı devamlı olan
5-"el-Kuddüs":Her türlü eksiklik ve ayıplardan münezzeh olan
6-"el-Selam":Her çeşit afet ve kederlerden emin olan
7-"el-Mü'min":Kullarına emniyet verenKendinin ve peygamberlerinin dogrulugunu
ortaya koyan,kullarına yaptıgı vadinde sadık
8-"el-Müheymin" Saltanatı hakkında dilediği gibi tasarruf eden,her şeyi gözetip koruyan
9-"el-Aziz":İzzet sahibi,maglup edilmesi imkansız olan,her şeye galip olan
10-"el-Cabbar":Azamet ve kudret sahibi,istediğini mutlak yapan,dilediğine muktedir olan
11-"el-Mütekebbir":Ululuk sahibi,her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren
12-"el-Halik":Her şeyin varlığını ve gecireceği halleri takdir eden,yaratan,yoktan vareden
büyüklükte eşi olmayan
13-"el-Bari":Her şeyin aza ve cihazını birbirine uygun yaratan

yüksel dedi ki...

-"el-Musavvir":Tasvir eden ,her şeye bir şekil ve hususiyet veren
15-"el-Gaffar":Kullarının günahını örten,magfireti çok,günahları bağışlayıcı
16-"el-Kahhar":Her şeye,her istedigini yapacak surette,galip ve hakim
17-"el-Vahhab":Çok fazla ihsan eden,çeşit çeşit nimetleri daima bağışlayan
18-"el-Rezzak":Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyacını karşilayan
19-"el-Fettah":Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran,darlıktan kurtaran
20-"el-Alim":Her şeyi en ince noktasına kadar bilen,ilmi ebedi ve ezeli olan
21-"el-Kabıt" Dilediğine darlık veren,sıkan,daraltan
22-"el-Basit" Dilediğine bolluk veren,açan,genişleten
23-"el-Hafıd":Yukarıdan aşağıya indiren,alcaltan,dereceleri düşüren
24-"el-Rafi":Yukarı kaldıran,yükselten,dereceleri yükselten
25-"el-Muiz":İzzet veren,aziz kılan
26-"el-Müzil":Zillete düşüren,hor ve hakir eden
27-"el-Semi":Her şeyi işiten,kullarının niyazını kabul eden
28-"el-Basir":Her şeyi gören

yüksel dedi ki...

29-"el-Hakem":Hikmet sahibi olan,yaptığı her işte hikmeti gözeten,hükmeden
30-"el-Adl" Son derece adaletli olan
31-"el-Latif":En ince işlerin bütün inceliklerini bilen,lütuf ve ihsan sahibi olan
32-"el-Habir":Her şeyi iç yüzünden,gizli tarafından haberdar olan
33-"el-Halim":Yumuşak davranan,hilmi çok olan
34-"el-Azim":Pek azametli olan,yüce
35-"el-Gafur":Çok bagışlayan,magfireti çok
36-"el-Şekur":Kendini rızası için yapılan amelleri daha ziyadesi ile karşilayan
37-"el-Aliyy":Çok yüce
38-"el-Kebir":Pek büyük
39-"el-Hafız":Yapılan işleri bütün tavsilatıyla hıfzeden,her şeyi afad ve beladan koruyan
40-"el-Mukit":Bilen,tayin edenHer yaradılmışın rızkını veren
41-"el-Hasib":Herkesin hayatı boyunca yaptıklarının bütün teferruatıyla hesabını iyi bilen Mahlukatına kafi olan
42-"el-Celil":Azamet sahibi olan,ululuk sahibi olan
43-"el-Kerim":Çok ikram edici
44-"el-Rakib"Bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında bulunan
45-"el-Mucib"Kendine yalvaranların isteklerini veren,duaları kabul eden
46-"el-Vasi":Lütfu bol olan
47-"el-Hakim":Emirleri,kelamı ve bütün işleri hikmetli,hikmet sahibi olan
48-"el-Vehud":İyi kullarını seven,rızasına indiren ve sevilmeye layık olan
49-"el-Mecid"Şanı,şerefi çok üstün olan
50-"el-Bais"Ölüleri dirilten ,kabirlerde

yüksel dedi ki...

50-"el-Bais"Ölüleri dirilten ,kabirlerden çıkaran
51-"el-Şehid"Her zaman ve her yerde hazır ve nazır olan
52-"el-Hakk":Vacib'ul vücut olan,varlıgı hiç degişmeden duran
53-"el-Vekil":Tevekkül sahiplerinin işini düzeltip onlardan daha iyi temin eden
54-"el-Kaviyy":Pek kuvvetli
55-"el-Metin":Pek güclü
56-"el-Veliyy" Seckin kullarının dostu
57-"el-Hamid":Ancak kendine hamd edilen,bütün varlığın diliyle övülen
58-"el-Muhsin":Namütanahi de olsa,bir bir herşeyin sayısını bilen
59-"el-Mubdi":Mahlukatı maddesiz ve örneksiz olarak baştan yaratan
60-"el-Muid":Yaradılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan
61-"el-Muhyi":İhya eden,dirilten,can bağışlayan,saglık veren
62-"el-Mümit":Canlı,bir mahlukatın ölümünü yaratan,öldüren
63-"el-Hayy" Diri,tam ve mükemmel manasıyla hayat sahibi
64-"el-Kayyum":Yarattıklarının işini çeviren her işleneni bilen,evveli olmayan
65-"el-Vacid"istediğini,istediği vakit bulan
66-"el-Macid"Kadri ve şanı büyük,kerem ve müsemahası bol
67-"el-Vahid":TekZatında,sıfatlarında,isimlerinde,efaili nde ortağı ve benzeri olmayan
68-"el-Samed":Her şey O na muhtac,fakat O hiç birşeye muhtac degil
69-"el-Kadir":istediğini,istediği gibi yaratmaya muktedir olan
70-"el-Mukdedir":kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eden
71-"el-Mukaddim":İstediğini öne getiren,öne alan
72-"el-Muahhir"İstediğini geri koyan,arkaya bırakan
73-"el-Evvel":Her şeyden önce var olan
74-"el-Ahir":Her şey helak olduktan sonra geri kalan
75-"el-Zahir":Varlığı sayısız delillerle açık olan
76-"el-Batın":Akılların idrak edemeyecegi yüceliği gizli olan
77-"el-Vali":Bu muazzam kainatı ve bütün hadisatı tek başina idare eden
78-"el-Müteali":Aklın mümkün gördüğü her şeyden,her halden pek yüce olan
79-"el-Berr":Kullarına iyilik ve ihsanı,nimetleri bol olan
80-"el-Tevvab":Tevbeleri kabul edip günahları bağışlayan
81-"el-Muntekım"Günahkarlara,adaletiyle,müstahak oldukları cezayı veren
82-"el-Afüvv"Affeden,magfiret eden
83-"el-Rauf":Merhamet edicipek şefkatli
84-"Malik'ül-Mülk":Mülkün ebedi ezeli sahibi
85-"Zülcelali ve'l-İkram":Hem azamet sahibi,hem fazlu kerem sahibi
86-"el-Muksit":Hükmünde ve işlerinde adaletli olan
87-"el-Cami":İstediğini istedigi zaman istediği yerde toplayan
88-"el-Ganiyy":Çok zengin,hiç birşeye muhtac olmayan
89-"el-Mugni" Diledigine

yüksel dedi ki...

89-"el-Mugni" Diledigine zenginlik veren müstagni kılan
90-"el-Mani":Bazı şeylerin meydana gelmesine müsade etmeyen,engelleyen
91-"el-Darr":Elem ve zarar verecek şeyleri yaratan,hüsrana ugratan
92-"el-Nafi":Hayır ve menfaat verecek şeyleri yaratan,faydalandıran
93-"el-Nur":Alemleri nurlandıran,diledigine nur eden,nur olan
94-"el-Hadi":Hidayete kavuşturan,kulunu hayırla muvaffak kılan
95-"el-Bedi":Örneksiz,misalsiz,acaip ve hayret verici alemler yaratan
96-"el-Baki":Varlıgının sonu bulunmayan,ebedi olan
97-"el-Varis":Varlığı devam eden,servetlerin hakiki sahibi
98-"el-Raşit":Bütün alemleri dosdogru bir nizam ve hikmetle akıbetine ulaştıran
99-"es-Sabur":Çok sabırlı olan,isyankarlardan acele intikam almayan

728

yüksel dedi ki...

On Yedinci Lem'anın On Yedinci Notasının Yedi Meselesinden Dördüncü Meselesi iken, ihlâs münasebetiyle Yirminci Lem'anın İkinci Noktası oldu. Nuraniyetine binaen Yirmi Birinci Lem'a olarak Lemeâta girdi.



Bu Lem'a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı.



-1-
-2-
-3-
-4-


EY ÂHİRET KARDEŞLERİM ve ey hizmet-i Kur'âniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz:

Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir duâ-i mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.


--------------------------------------------------------------------------------

1- "Allah için kıyamda bulunup Ona kulluk edin." (Bakara Sûresi: 2:238.)
2- "İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider." (Enfâl Sûresi: 8:46.)
3- "Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin." (Bakara Sûresi: 2:41.)
4- "Nefsini günahlardan arındıran, kurtuluşa ermiştir. Nefsini günaha daldıran ise hüsrana düşmüştür." (Şems Sûresi: 91:9-10.)

yüksel dedi ki...

Sayfa: 131

1. Peygamberlerden bazıları ses işitirlerdi. Bununla tebliğe memur edilirlerdi. Bir kısmı rüyada (tebliği) alır, bir kısmının da kalb ve kulaklarına yerleşirdi. Bana ise Cebrail (a.s.) gelir, şifahen tebliğini yapar, sizden birinizin gelib arkadaşları ile konuşması gibi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

2. Bu beş vakit farzı cemaatle kılmaya devam eden kimse, sırat köprüsünü ilk geçenleren olur ve onu şimşek gibi geçer. Allah, o kimseyi sâbıkların ilk zümresinde haşreder, namazına devam ettiği her gün ve gece içinde bin şehid sevabı alır.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

yüksel dedi ki...

11. Bir adam kırk sabah ilk tekbire yetişirse kendisine iki beraat yazılır: Cehennemden azadlık beratı, münafıklıktan eminlik beratı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

12. Bir kimse babası olmadığını bildiği halde birine "babamdır" derse, ona cennet haram olur.
Ravi: Hz. Saad (r.a.)

Unknown dedi ki...

Ilim maluma tabidir.
kuran, zikir, mescid.

Unknown dedi ki...

Nakşibendi silsilesinde şeyhin sohbeti çok önemlidir.

Unknown dedi ki...

Sadakanın en faziletlisi müslümanın ilim öğrenmesi sonrada onu müslüman kardeşine öğretmesidir.

Unknown dedi ki...

Sayfa: 470

1. Kocası vefat eden kadın, kınalanmasın, sürme çekmesin, koku sürmesin, boyalı elbise giymesin, süs ve ziynet takmasın (4 ay 10 gün)
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.a.)

2. Saflarınızda ileri geri durmayın. Öyle durursanız kalbleriniz de öyle aykırı olur. Allah (z.c.hz.) ve melekleri ön saftakilere selat ederler.
Ravi: Hz. Bera (r.a.)

3. Çakıl av avlamaya ve düşman tenkiline yaramaz. Diş kırmak, göz sakatlamak gibi sebebiyet verir.
Ravi: Hz. Abdurrahman İbni Muğaffel (r.a.)

4. Mescidden çıkma. Ta ki sana Benden önce Davud oğlu Süleyman (a.s)den başka hiç birisine nazil olmayan bir sureden bir ayet öğreteyim. Namazına ve okumana ne ile başlarsın? De ki: "Bismillahirrahmanirrahim". Buyurdu ki, bak işte bu odur.
Ravi: Hz. Büreyde (r.a.)

5. Peygamberleri birbirine tafdil etmeyin. Muhakkak ki insanlar (birinci surda) düşerler de Ben yerin yarılıp da baas olanların ilki olurum. Bir de bakarım ki, Musa (a.s) Arşın direklerinden birine tutunmuş. Bilmem ki ilk sayhada (surda) düşüp ölenler arasında mı idi, yoksa Tur dağındaki "Sayka" da muhasebesi yapıldımıydı? (Yahudinin birisi Musa (a.s)ı tafdil eden bir şekilde kasem etmiş. Müslümanın birisi de Hz. Muhammed (sa.v)den de mi demiş ve ona bir tokat vurmuş. Onun üzerine yukarıdaki hadis varid olmuştur.)
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

6. Evine müttekiden başkasını sokma, ikram da mü'minden başkasına yapma.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

7. İçinde çan olan eve melek girmez ve içinde çan olan kafileye de melek yoldaşlık etmez.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

8. İçinde resim veya heykel gibi bir şey olan eve melaike girmez.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

9. Kendisinde, suret, köpek ve cünüb bulunan eve melek girmez.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

10. Bir adamın kalbine iman tatlılığı girmez, ta ki doğru dahi olsa bir takım lakırdıları, yalan olması tehlikesine karşı, terketmedikçe ve haklı dahi olsa bazı mücadeleden sakınmadıkça.
Ravi: Hz. Ebû Mûsa (r.a.)

11. Nefislerine zulüm edip de helak olan kavmin meskenlerine girmeyin. Ancak (mecbursanız), onlara isabet edenin benzerinin size de isabet etmesinden sakınarak ağlar bir tarzda girin.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

12. (Hz. Ali'ye hitaben) Heykelleri, suretleri imha et. Yüksek yapılmış kabirleri de dümdüz et.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

13. Akşam yemeğini bırakma, bir avuç hurma da olsa. Zira onu terketmek insanı çabuk kocaltır.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

14. Akşam yemeğini bırakmayın, velev bir avuç kuru ekmek de olsa. Zira onu terketmek ihtiyarlatıcıdır.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

15. Kendinize beddua etmeyin, ancak hayırla dua edin. Zire melaike dediğinize "amin" der.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.a.)

16. Kendiniz çocuklarınız, hiçmetçiniz veya malınız hakkında fena dua etmeyin. Olur da saatına rastlar Allah tarafından kabul olunur.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)
ağ ° +

Unknown dedi ki...

Sayfa: 471

1. Umeranıza fesatla dua etmeyin. Zira onları iyiliğini sizin iyiliğiniz, onların fenalığ sizin fenalığınız demektir.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

2. Cüzzamlıya sürekli nazar etmeyin. Ve onlarla konuştuğunuzda sizinle aralarında bir mızrak kadar mesafe olsun.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

3. Benim ashabımın kusurlarını zikretmeyin. Yoksa kalbleriniz onların aleyhine ihtilaf eder. Ashabımın iyiliklerini zikredin ki kalbleriniz ülfet etsin.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

4. Üç yerde Beni zikretmeyin; Yemek besmelesinde, hayvan keserken ve aksırma sırasında.
Ravi: Hz. Abdurrahman İbni Zeyd (r.a.)

5. Muaviye (r.a) mülk sahibi oluncaya kadar günler ve geceler geçmez.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

6. Dünya gitmez, kadınlar kadınlarla, erkekler erkeklerle iktifa etmeyince. Bu "sihah" kadınlar için de zina mahiyetindedir.
Ravi: Hz. Vesile (r.a.)

7. Develeri içiripte salmayın. Memelerini bağlayın. Yoksa şeytana yarar.
Ravi: Hz. Seleme ibni Akva ra.

8. Hayvan ve çocuklarınızı güneş battıktan sonra salmayın, yatsının koyu karanlığı geçinceye kadar. Zira güneş battıktan yatsının karanlığı gidinceye kadar ki zaman şeytanların boşandığı zamandır.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

9. Beni hakkımın fevkine yükseltmeyin. Zira Allah Teala Beni Kendine Resul etmeden kul edinmiştir.
Ravi: Hz. Ali İbni Hüseyin (r.a.)

10. Deniz vasıtalarına, ancak Allah yolunda gaza veya umre veya hac edenler olarak binin. Muhakkak ki denizin altında ateş vardır, ve ateşin altında da yine deniz vardır. Sultandan dolayı başı sıkılmış adamdan da bir şey almayın.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

11. Cehenneme (cehennemlikler) atılmaya devam ettikçe o şöyle der; "Daha var mı?" İzzet sahibi Rab ayağını ona koyuncaya (tecelli edinceye) kadar. O zaman bir kısmı küçülür de, "İzzet ve keremin hakkı için pes pes" der. Cennette ise fazla yer bulunmaya devam eder. Hatta öyleki, Allah başka mahlukat yaratır da Cennetin fazla yerlerine onları iskan eder.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

12. Ümmetimden bir taife Hak üzerine mücadele etmekte, kıyamete kadar galib olarak devam edecektir.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)
r>¥ M Î

Yüksel dedi ki...

Usul ilminde beyan edildiğine göre, Nesih üç şekilde meydana gelir :
Birinci : Lafzı ve manası mensuh (kaldırılmış) olan,
İkincisi : Yalnız manası mensuh olup, lafzı baki kalan (devam eden)
Üçüncüsü : Ise, lafzı mensuh olup, manası baki olandır.

Yüksel dedi ki...

Cenab ı Hakkın üç bin ismi
Bil ki Allahü Teala nın üç bin ismi vardır.Bin ismini sadece meleklere öğretmiştir,başkasına değil.Bin ismini de yalnız peygamberlere göndermiştir.sırlar hazinesi

Yüksel dedi ki...

Üçyüz ismi Tevrat ta, üçyüz ismi İncil de,üçyüz ismi Zebur da,doksandokuz ismi de Kuran ı Kerim de mevcuttur.Bir ismini de Cenab ı Hak kendine seçip ayırmıştır.Bahsedilen ücbin isminin manası şu üç isimde toplanmıştır.BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.Kim bunu öğrenir ve söylerse,ALLAH c.c. ın bütün isimlerini anmış gibi olur.Sırlar Hazinesi sy.318.

Yüksel dedi ki...

Madde asıl değil,tabi dir.mahdum değil,hadimdir;hakimdeğil mahkumdur.Lub,esas,müstakar değil;yarılmaya,erimeye,yırtılmaya müheyya bir kışırdır,zebeddir, surettir.Eski said dönemi eserleri nokta.

Yüksel dedi ki...

Zira alet i mükebbire ile binler defa büyütülen,sonra görülen bir mikroba dikkat edilse görünür ki,maddenin tesaguru nispetinde asar ı hayat,nur i ruh tezayüt eder,teşeddüt eder.Eski Said dönemi eserleri nokta sy.417.

yuksel dedi ki...

İki haslet var ki ,bunlar münafıkta bulunmaz: Güzel siret ve ahlak ile,din ilmi.İhyau Ulumi d -Din
Siret: ahlak ,karakter,davranış tarzı;insanın iç dünyası,ruh dünyası.

yuksel dedi ki...

McPhail elektronik sömürgecilik kavramı ile derinleştirmiştir....
Enformasyon 1980lerin petrolüdür.Bu söz 1970 lerin ikinci yarısından itibaren yeniden yapılanmaya başlayan küresel ekonomiyi çokgüzel özetlemektedir.iletişim ağlarının ekonomisi sy 209.

yuksel dedi ki...

Onun muhtelif fırkalardan ve mezheblerden ders alması,türlü gıdalardan enerji toplayan vücude benzer.O gıdalar vücutta erir,kana karışır,enerjiye inkılap eder.Ebu Hanife de böyle yaptı.Her unsurdan alıyor,fakat onları işliyor,temizini alıyor,fenasını atıyor,nev i kendisine mahsus olan yepyeni ve kuvvetli bir fikir halinde onu meydana çıkarıyor.Ebu Hanife sy.69.

yuksel dedi ki...

Hz.Aişe r.a.nın Resulüllah tan rivayet ettiği bir hadiste Resulüllah Nas kıyamette üç mahalde zühul eder.Birincisi;herkesin kitabı eline verilirken,ikincisi;ameli tartılırken
Üçüncüsü;sırattan geçerken.Bu üç mevzide herkes kendi derdiyle meşgul olur,gayrin halinden bahse mecali olmaz buyurmuştur.Hulasat ül Beyan cilt.9.sy.3670.

yuksel dedi ki...

Gayet kat i bir hads ile sabittir ki;cesed ruhla kaimdir.Ruh,binefsihi kaim ve hakim olduğundan;cesed istediği gibi dağılsın,toplansın istiklaleyetine sebep vermez.Belki cesed,hanesi ve yuvasıdır.Libası ise bir derece sabit ve letafetçe ona münasib bir gılaf ı latifi var.Öyle ise mevtte bütün bütün çıplak olmaz.Asar ı Bediiyye.sy.40.

yuksel dedi ki...

O delil olarak Kitap,sünnet,İcma ve Kıyas a dayanır.Şafii,Hanefi ve malikilerin delil olarak kabul ettikleri İstihsan ı reddeder ve istihsan yapan kişi,kendisi şeriat koymuş olur derdi.Mesalih i Mürsele yi ve medinelilerin amelini delil almayı reddederdi.Şafii Fıkhı cilt 1.sy.24.

yuksel dedi ki...

Resulullah s.a.s.ın sünnetine sıkı sıkıya bağlı idi.Diğer büyük imamlar gibi nasslar karşısında kendi içtihadından vazgeçtiği gibi,nasslara dayanmayan içtihadlara da değer vermezdi.Bağdatlılar ona Sünnetin Yardımcısı lakabını vermişlerdi.Şafii Fıkhı

yuksel dedi ki...

Öğrendiklerinle amel et.Doğrusu ilim,amel ile değerlidir.
İlim amele seslenir.Amel onun çağrısına icabet edip onunla beraber olursa ne ala .Aksi halde ilim çekip gider.Şafii Fıkhı

yuksel dedi ki...

İslam diyarında yaşamakta olan kimselerin dini hükümleri bilmemeleri kendileri için bir mazeret olarak kabul edilmez.Şafii Fıkhı cilt 1. sy.28.

yuksel dedi ki...

Dinin dört temel presibi vardır:
1.Dürüst niyet.Bu,ibadetleri ihlas ve samimi bir niyetle eda etmektir.
2.Ahde vefa.Bu,farzları eda etmektir.
3.Yasakları terk.Bu haramlardan uzak durmaktır.
4.Sahih inanç.Bu da ehl i sünnet akaidine bağlı olmaktır.
Şafii Fıkhı cilt 1.sy.35.

yuksel dedi ki...

Ayrıca Kuran ın medeniyeti üreten ilme,tecrübeye,araştırmaya,aklı kullanmaya teşviki müslümanlanlar için muharrik unsur olmuş,hamle ruhu vermiştir.islam medeniyeti tarihi.sy.33.

yuksel dedi ki...

Müslümanların kuran ı kerim in temel prensipleri doğrultusunda oluşan tevhid ve ona bağlı ahiret inancı hayata bakışlarını,ahlak anlayışlarını,karakter yapılarını şekillendirmiş,bu nitelik ve kazanımlar da ürettikleri medeniyetin unsurlarına yansımıştır.İslam Medeniyeti Tarihi.sy.33.

yuksel dedi ki...

Tercüme medeniyet tarihinde,toplumların ürettiklerinin birbiriyle karşılıklı bağlantısını sağlayan ana araç olmuştur.Medeni açılışın sürekliliğini temin eden bütün uyanış dönemleri tercümelerle gerçekleşmiştir.islam medeniyeti tarihi sy.36.

yuksel dedi ki...

Tercüme,diğer medeniyetleri tanımanın ve öğrenmenin yanısıra,o medeniyetlere ait unsurların bir arada karşılaşmalarını ve toplanmalarını sağlar.Bu karşılaşmanın doğurduğu sentezden yeni bir medeniyet doğar.Bir toplum kendi iç dinamiğiyle medeni doğuş hareketini bu suretle gerçekleştirebilir.İslam Medeniyeti Tarihi.sy.36.

yuksel dedi ki...

İnsaf imanın yarısıdır.dünya atasözleri.sy.494.

yuksel dedi ki...

Kuran ı kerim de zikredilen ayetlerinde mealde olmayan manalar vardır.Katre

yuksel dedi ki...

Ama baş kısmında geçen beş ayetten sonra herhangi bir ayet veya bölüm okunmak istendiği zaman besmele ile başlanır.Asrın Kuran tefsiri cilt 5. sy.2418

yuksel dedi ki...

Kuran ı kerim Tevbe suresi

yuksel dedi ki...

Siz şehvetin adını aşk koymuşsunuz.Eğer öyle olsaydı eşek insanların şahı olurdu.hz.Mevlana.Geçmişten günümüze özdeyişler

yuksel dedi ki...

Bayrakları bayrak yapan üstünde ki kandır
Toprak uğrunda ölen varsa Vatandır.

yuksel dedi ki...

Size en çok yardim eden kitaplar,sizi en çok duşunduren kitaplardir.
Unutulmayan altin sozler antolojisi.sy.258.

yuksel dedi ki...

Yetişen zekalari kitaplarla beslemeyen uluslar yikilmaya mahkumdur.

yuksel dedi ki...

Okumak bir çare anlamak bir şifadir.

yuksel dedi ki...

Yabani milletler dişinda her ulke ,kitaplar tarafindan yonetilir.

yuksel dedi ki...

Mektum,mektume:ketmolunmuş,gizli ,sakli.2.hukumetten gizli tutulan.Emval i .mektume:vergiden kaçirilan mallar.mal i mektum:gizli sakli mal.nufus i mektume:kutuğe kaydolunmamiş kimseler.varidat i mektume:deftere geçilimeyerek şahis elinde kalan devlet geliri.

yuksel dedi ki...

Mektum muhimme.osmanli devletinde babiali den gizli olarak yazilan ferman ve hukumlerin kopyalari .osmanlica turkçe ansiklopedik lugat.

yuksel dedi ki...

Çok söyleyen hakimdense , çok iş gören amire ihtiyacımız vardır.

Hz. Osman (r.a)
Geçmize günümüze Özdeyişler

yuksel dedi ki...

Kul,Allah ü Teala için neyi terk ederse,Allah ü Teala,ona karşılık daha hayırlısını verir.Ebu Saidi Ebul Hayr .dünyaya iz bırakan insanlardan geçmişten günümüze özdeyişler hazinesi.sy.366.

yuksel dedi ki...

Çekirdek kabuksuz ekilirse yeşermez,kabuklu ekmek gerek.Hz. Mevlana.

yuksel dedi ki...

Kaideler istisnaları bozar.İsmet Özel.

yuksel dedi ki...

Dikkat et;Allah c.c.ın dışındaki her şey batıldır.Lebid,

yuksel dedi ki...

Allah c.c. ı tanıyan vefakardır;kalbi zeki,,ameli halistir.Zünnun i Mısri

yuksel dedi ki...

Hakk ı tanıyan hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez.Zira hakkın hatırı alidir,hiçbir hatıra feda edilmemek gerekir.Bediüzzaman

yuksel dedi ki...

Allah c.c.ı,tanımayanın,dünya dolusu bela başında vardır.Allah c.c.ı tanıyanın dünyası nurla ve manevi sürurla doludur.Bediüzzaman

yuksel dedi ki...

Gerçek hürriyet Hakk a köleliktir.Hz.Ali.r.a.

yuksel dedi ki...

Allah c.c. eğer hikmetiyle bir kapıyı kaparsa ,rahmetiyle başka kapıyı açar.Sadi.

yuksel dedi ki...

Allah c.c. ın rahmeti, kahrını ve öfkesini aşmıştır.Bu yüzden de,birisini imtihan etmek için belalara uğratması, rahmetindendir.Çünkü O nun kahrında gizli bir lütuf vardır.Hz.Mevlana

yuksel dedi ki...

Her şey için kerem vardır ,kalbin keremi Rabb inden razı olmaktır.Ahmed bin Hanbel.

yuksel dedi ki...

Allah c.c. adın zikredelim evvela.
Vacb oldur cümle işde her kula .Süleyman Çelebi.

yuksel dedi ki...

Allah c.c.adın zikredelim evvela.
Vacib oldur cümle işde her kula.Süleyman Çelebi.

yuksel dedi ki...

Allah c.c.sevmenin alameti O nun zikrini sevmektir.Ebul Havari.

yuksel dedi ki...

Derman ararsan derde ,rabbini zikret her yerde.Mahmud Ustaosmanoğlu

yuksel dedi ki...

Her nefis ,dünyadan susuz olarak gidecektir.Ancak Allah ü Teala yı zikreden kullar bundan müstesnadır.Davud i Tai.

yuksel dedi ki...

Zikre devam etmek, Allah c.c. a yönelmek ve sünnete ittiba ve meşru iş ile iştigal etmektir.Menlana Seyfüddin Ebül Bereket

yuksel dedi ki...

Ve yine biz Kuran da :Öz babalarınızın dışındakileri baba kabul etmeyin.Başkalarını baba kabul etmekle kendinizi inkar etmiş olursunuz ayetini okuyorduk.
Bu ayet mensuhtur.Hadislerle Hz.Peygamber ve Ashabının yaşadığı Müslümanlık cilt 2. sy.609.

yuksel dedi ki...

Zaten zaman ve zemine göre, mensuh olan bir ayetin hükmü yeniden geçerlilik kazanabilir.
Ruhu l Furkan .cilt .11.sy.111.

yuksel dedi ki...

Onun(Bediüzzaman) cehalet, zaruret ve ihtilaf hastalıklarına reçete olarak önerdiği ve bugün dahi güncelliğini koruyan Medresetüzzehra projesi Abdülhamid e ulaşmış ve onun tarafından anlaşılabilmiş olsaydı,tarih çok daha farklı şekillenebilirdi.Bediüzzaman Said Nursi ve 2.sultan Abdülhamid

yuksel dedi ki...

Orhan koloğlu nun ifadesiyle,hastayı mikroptan kurtarmak isterken havasızlıktan boğan bir sistem .tesis edilmiştir.Bediüzzaman Said Nursi ve sultan 2.Abdulhamid.sy.25.

yuksel dedi ki...

Akılsız başın cezasını ayaklar çeker.Atasözü

yuksel dedi ki...

Çürük tahta civi tutmaz işe yaramaz olanı ya da işe yaramaz duruma geleni ne kadar uğraşırsanız uğraşınız işe yarar bir duruma getiremezsiniz. Onunla uğraşacağınıza yenisini almanız ya da yapmanız daha iyidir.
Atasözleri ve deyimler sözlüğü

yuksel dedi ki...

İşlerinde Allah c.c. tan korkanla istişare et;selamet bulursun.hz.eEbubekir.r.a.

yuksel dedi ki...

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ELHAMDÜLİLLAH
ALLAHÜMMESALLİALASEYYİDİNAMUHAMMED

yuksel dedi ki...


1116. [2:316, Hadîs No: 1942]
Aişe (r.a.) rivayet ediyor:
Allahu Taâlâ Şaban ayının on beşinci gecesinde [Berat Gecesi] rahmetiyle dünya semâsına iner ve Benîkelb kabîlesinin koyunları­nın kılları adedinden fazla sayıda kimseleri affeder.[125]

1117. [2:317, Hadîs No: 1943]
îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:
Allahu Taâlâ şu Mescid-i Haramdakilere hergün ve hergece yüz yirmi rahmet indirir. Altmışı Kabe'yi tavaf edenlere, kırkı namaz kı­lanlara, yirmisi de Kabe'yi seyredenleredir.[126]

yuksel dedi ki...


1118. [2:318, Hadîs No: 1944]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Allah aile fertlerinin geçim yükü ölçüşünce yardım, belâ ölçüşünce sabır verir.[127]

Bir atasözümüz vardır: "Allah, dağına göre kış verir" diye. Allah hiçbir kimse­ye altından kalkamayacağı, dayanamayacağı yükü yüklemez. Her canlının rız­kını daha doğmadan vermeye başlayan Rabbimiz, yaşadığı sürece de herkesin rızkını gönderecektir. Onun içindir ki hiçbir aile reisi "Çoluk çocuğum çok, geçin-diremiyorum" diye endişe etmemelidir. Biraz gayret göstermesi yeterlidir. Nice çok çocuklu aileler vardır ki, Cenab-ı Hak, onlara ummadıkları yerden rızıkları-nı göndermektedir.
Belâ meselesine gelince; Allah hiçbir kula taşıyamayacağı yükü yüklemez, dayanamayacağı belâyı vermez. Belâ vermişse ona dayanabilme gücünü de ih­san eder. Onun için bir musibet karşısında bağırıp çağırmamalı, sabır ve sükûnetle karşılaman, Allah'tan yardım dilemeli, sabır gücünü dağ itmam alı dır. Çünkü sabır gücü insanın hayatı boyunca başına gelebilecek bütün musibetle­re karşı dayanabilecek güçtedir. Hele geçmişe ve geleceğe dağıtılmazsa bulun­duğu âna fazlasıyla yeter. Bediüzzaman, Lem'alar isimli eserinde, müthiş bir hastalığa yakalanan Erzurum'lu bir dostunun, 'Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım" diye acı bir şikayette bulunması üzerine sabır tavsiye etmiş ve sabrı bulunduğu âna teksif etmesini istemişti. Konuşmalar şöyle:
"Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün şimdi sürûrlu [sevinçli] yüz gün hük­mündedir. Onları düşünüp şekva etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise madem daha gelmemişler, Rabbin olan Rahmânürrahimînin rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe [yokluğa] vücut rengi verme, Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfî gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah [kanat] düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip [katılıp] ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cena­hı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düşman ednâ [çok az] bir kuvvet ile merkezi harap eder." Dedim: "Kardeşim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et. Rahmet-i İlâhiyeyi ve mükâfat-ı uhreviyeyi, fânî ve kısa ömrünü uzun ve bakî bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekva yerinde ferahlı bir şükret,'1 O da ta­mamıyla bir ferah alarak, "Elhamdülillah," dedi, "hastalığım ondan bire indi."[128]
O halde belâ ve musibetler ne kadar ağır olursa olsun Rabbimizin, bize ona dayanabilecek güç ve kuvvet verdiğini de düşünüp sabretmelidir.

yuksel dedi ki...


1119. [2:319, Hadîs No: 1947]
Mikdam bin Ma'dikerb rivayet ediyor:
Allah, kadınlarınız hakkında hayır tavsiye eder. Çünkü onlar an­neleriniz, kızlarınız ve teyzeleri nizdir.[129]

1120. [2:321, Hadîs No: 1950]
Sevban (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Yer, günde yetmiş defa seslenir: "Ey Âdemoğlu, dilediğinizi diledi­ğiniz kadar yiyin. Allah'a yemin ederim ki, ben de sizin etlerinizi ve derilerinizi yiyeceğim.[130]

1121. [2:321, Hadîs No: 1951]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
İslâm garib olarak başladı, yine garip hale gelecektir. O gariplere müjdeler olsun.[131]

yuksel dedi ki...


Bâzıları bu hadisde göçen "seyeûd" fiilini "seyesîr" mânâsında anlayarak ve neticenin kötü olacağı hükmüne varmışlardır. Buradan da İslâmın neticesinin iyi olmayacağı kanaatına varıiarak ümitsizliğe düşülmüştür. Oysa bu yanlı anla­yıştır. Çünkü "yeûd"fiilinde "yeniden başlama" mânâsı davardır. Doğru olan da "yeûd" kelimesine bu mânâyı vermektir. Bu mânâ İslâm kültürüne uygur> bir mâ­nâdır. Nitekim Peygamberimiz en zor şartlarda dahi mü'minleri istikbalde yapa­cakları fetihlerle müjdelemiş, İslâmiyetin yeryüzüne hâkim olacağını bildirmiştir. Dolayısıyla ümmetini ümitsizliğe düşürmek Peygamberimizin yapmayacağı bir şeydir.
Âlimler, bu hadisin neticenin kötü olacağını söyleyerek korkutmak değil, müj­delemek mânâsına geldiğini söylerler. Meselâ bunlardan Elmalılı Hamdi Yazır, Nemi Sûresinin 93. âyetinin tefsirinde "İslâmiyetin istikbâli gece değil, gündüz­dür; sönük değil, parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir" dedikten sonra yukarıdaki hadis-i şerifi zikretmekte ve özet olarak şöyle demektedir:
Birçok kimseler bu hadisi hep mü'minleri korkutmak için söylemişler, onları ümitsizliğe ve bedbinliğe sokmuşlardır. Bu hadis, İslâm garip olarak zuhur etti, ileride garip olarak zuhur edecek" manasınadır. Hadiste geçen "fetûbâ (ne mut­lu)" kelimesi,, geleceğin karanlık olacağını söyleyerek korkutmak için değil, müj­de içindir. Çünkü hadisde geçen "garipler" İslâmı ilk yayan bahtiyar kimseler gi­bidir.[132]
İslâmı ilk yayan bahtiyar kimselere niçin "garip" deniliyordu?
Şirkin, putperestliğin ve her türlü ahlâksızlığın yaygın olduğu Cahiliyye dev­rinde Peygamberimizin Allah'ın birliği inancıyla ortaya çıkıp müşriklerin inandık­ları sayısız ilâhlar yerine tek Allah inancını savunması "bir" e indirmesi onlar ta­rafından "garip" karşılanmıştı.
Müşrikler Peygamberimize îman eden kimselerin işkenceyi, hattâ ölümü dahi göze alarak sarsılmaz bir îmanla ona bağlanmalırını da "garip" karşılamışlardı. O insanların Allah ve Resulü uğrunda, mallarını, mülklerini, ailelerini bırakarak Habeşistan'a ve Medine'ye hicret etmeleri de "garip" di. Kısacası müşriklere gö­re İslâmiyet de, Müslümanlar da "garip"di. Bu insanlar müşriklerin nazarında ga­riptiler, fakat Allah'ın nazarında bahtiyardılar. Rabbimiz bunu bir âyet-i kerime­de şöyle bildirir:
"O Peygambere îman eden, ona hürmet eden, düşmanlarına karşı ona yar­dımda bulunan ve onunla indirilmiş olan nura [Kur'ân'a] uyanlar, kurtuluşa eren­lerin tâ kendisidir."[133]

yuksel dedi ki...

İşte Peygamberimiz bu hadislerinde Allah'ın bildirmesiyle asırlar sonrasını görmüş, İslâmiyetin ve Müslümanların İslâmiyetin ilk yıllarında olduğu gibi "ga­rip" karşılanacaklarını, îmanları uğrunda sıkıntı çekeceklerini bildirmiştir. "Ne mutlu o gariplere!" buyurarak da bu "garipliğe" razı olanları, Allah ve Resulü uğ­runda sıkıntı çekenleri müjdelemiştir.
Nitekim tarihin pekçok devirlerinde mü'minler "garip" karşılanmışlar, sıkıntı çekmişler, zindanlara atılmışlardır. Ülkemizde de Cumhuriyet devrinden sonra Allah'a îman eden, Ona ibâdet eden ve bu noktada taviz vermeyen mü'minler "garip" karşılanmış, eziyete tâbi tutulmuş, öldürülmüş, zindanlara atılmış, devlet kademelerinden uzak tutulmuşlar ve mesleklerinden olmuşlardır. Yirminci yüz­yılın son çeyreğinde dahi insanlar İslâmiyet! savundukları için hapsedilmekte, başını örttükleri için okuldan atılmaktadırlar. Peygamberimiz bu hadisleriyle İs­lâmiyet uğrunda çile çekenleri bir yönüyle Sahabîlere benzetmekte, sabretmele­rini isteyerek "Ne mutlu o gariplere!" ifadesiyle istikbalin böylelerinin olduğunu müjdelemektedir.
Asrımızın en büyük "gariplerinden birisi de, en zor şartlar dahi İslâmiyetin geleceğinin parlak olduğunu, istikbalde İslâmiyetin hükmedeceğini müjdeleyen Bediüzzaman'dır. Bediüzzaman Said Nursî, Allah, Peygamber ve Kur'ân dediği için memleketinden, talebelerinden koparılmış, çeşitli yerlere sürgüne gönderil­miş, zindanlara atılmış, defalarca zehirlenmiştir. Fakat bu hadisi düşünerek Al-fah'a şükretmiştir. Garipliğini ve bu hadisin kendisine nasıl tesellî verdiğini yer yer atlayarak nakletmek istiyoruz:
"Sizleri ziyâde müteessir etmemek için, gurbetimdeki firkatimin ziyâde elîm kısmını tayyedip [atlayıp] bir kısmını sizlere hikâye edeceğim....
"İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akari-bimden yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş'et eden hazin bir gurbeti hissettim (...) Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet daha açıldı ki, vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp, yalnız kaldığımdan te-vellüd eden firkatli bir gurbeti hissettim....
"Birden fesübhânaflah dedim; bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm.,..
Birden nûr-u iman, feyz-i Kur'ân, lütf-u Rahman imdada yetiştiler. O beş ka-ranlıklı gurbetleri, beş nûrânî ünsiyet dairesine çevirdiler. Lisânım: "Vekil olarak Allah yeter. O ne güzel vekildir' söyledi. Kalbim, 'Allah bana yeter. Ondan baş­ka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur" âyetini[134] okudu.
"Meşhur Hikem-i Atâiyyenin şu fıkrası: "Cenâb-ı Hakkı bulan, neyi kaybe­der? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır?" Yâni: "Onu bulan herşeyi bulur. Onu bul­mayan hiçbir şeyi bulmaz, bulsa da başına belâ bulur." Ne derece âlî bir hakikat olduğunu gördüm ve Tûbâ li'l-ğurabâ [Ne mutlu o gariplere]!' hadisinin sırrını anladım, şükrettim."[135]

yuksel dedi ki...

1122. [2:322, Hadîs No: 1953]
Âişe'den (r.a.) rivayetle:
İslâm temizdir, öyleyse siz de temizleniniz. Şüphesiz Cennete an­cak temiz olanlar girer.[136]

1123. [2:323, Hadîs No: 1954]
Usâme bin Zeyd (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ameller Pazartesi ve Perşembe günleri Allah'a arz edilir. Ben amelimin oruçlu iken arzedilmesini isterim.[137]

1124. [2:323, Hadîs No: 1956]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:
îdâreci insanlarda şüpheli şeyler ararsa onları fesada götürür.[138]

1125. [2:323, Hadîs No: 1957]
Abdullah bin Amr (r..a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:
Birinizin elbisesi eskidiği gibi göğsündeki îmanı da eskir. Öyle ise Allah'tan kalbinizdeki îmanı tazelemesini dileyiniz.[139]

îman etmek önemlidir. Kâinat çapında bir ehemmiyete sahiptir. İnsanın en önemli meselesidir. Fakat en az onun kadar önemli olan ise o îmanı son âna kadar muhafaza edebilmektir. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) birgün, "îmanınızı yenile­yiniz" buyurdu. "Nasıl yenileyelim, ya Resûlallah?" diye sorduklarında "Lâ ilahe illallah' kelime-itevhidiyle"[140] buyurdular.

yuksel dedi ki...

Niçin îmanı yenilememiz gerekmektedir?
İnsanın maddî dünyası değiştiği gibi manevî dünyası da daima inkıiâblara maruz kalır. Manevî dünyamızın merkezi hükmünde olan kalb hergün hergün değişik şekillere girmekte, bir kararda durmamaktadır. Bir hadislerinde Peygamberimiz (as.m), "Kalb, bir insanın başına asılan ve rüzgarın her ân alt üst ettiği bir kuş tüyüne benzer"[141] buyurmuşlardır.
Evet, kalbimiz daima manevî tahribata hedef olmaktadır: Günahlar dört bir yandan hücum etmekte, şüphe ve tereddütler sarsmakta, ağzımızdan bilerek veya bilmeyerek isyan ve küfür kokan kelimeler çıkmaktadır.
İşte hergün hergün yıpranan, yara alan, zaman zaman kararan iç dünyamız, ancak îmanla tamir ve tedavî edilebilir. Kararan dünyamızı aydınlatan îmandır. Beden temiz hava ve sağlıklı gıdalarla beslendiği gibi ruh ve kalb de îmanı tak­viye edici manevî gıdalara muhtaçtır. Şu satırlarda bu hakikat ne güzel anatılır:
"İnsanda madem nefis, hevâ ve vehim ve şeytan hükmediyorlar. Çok vakit îmanını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileler ederler, hile ve vesveselerle îman nurunu kaplarlar. Hem zahirî şeriata muhalif düşen [dînîn zahirine ters düşen] hatta bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimât ve harekât [söz ve davranışlar] eksik olmuyor. Onun için her vakit, her saat, her gün tecdid-i îmana [îman yenilemeye] bir ihtiyaç vardır."[142]
İşte bu ve buna benzer sebepler münasebetiyledir ki kelime-i tevhid ve keli-me-i şehadeti sık sık tekrarlamak, böylece îmanları yenilemek, bu konuda Al­lah'tan yardım dilemek gerekir.

yuksel dedi ki...


1126. [2:324, Hadîs No: 1959]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz bereket yemeğin ortasına iner. Dolayısıyla yemeğin etra­fından yeyin, ortasından yemeyin.[143]

1127. [2:325, Hadîs No: 1961]
Sabit bin Ebî Hümeysote'den rivayetle:
Yıldızlar yer ehline ışık verdiği gibi, içinde Allah'ın anıldığı evler de gök ehline öylece ışık verirler.[144]

1128. [2:325, Hadîs No: 1963]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
îman ve haya beraber bulunurlar. Birisi alındığında diğeri de pe­şinden gider.[145]

1129. [2:326, Hadîs No: 1965]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Kimde iyi bir huy bulunursa, Allah o iyi huy vesilesiyle onun bü­tün amellerini düzeltir. Kişinin namaz için temizlenmesi sebebiyle Allah günahlarını örter. Namazı fazladan kendisine kalır.[146]

1130. [2:326, Hadîs No: 1966]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Hayrın yolunu gösteren kimse, o hayrı işleyen gibidir.[147]

yuksel dedi ki...


1131. [2:327, Hadîs No: 1968]
Temim ed-Dârî'den (r.a.) rivayetle:
Din, Allah için, kitabı için, Resulü için, Müslümanların lideri için ve halk için hayır ve iyilik dilemekten ibarettir.[148]

Allah için nasihattan maksat, ona îman etmek, emirlerini tutup yasaklarından kaçınmaktır. İnsanları buna davet etmek de nasihat cümlesindendir. Kâinatın Sultanını tanımanın verdiği nur ve sürurla insanlar mutlu bir hayata kavuşmuş olacaklardır.
Kitap için nasihat denilince Kur'ân'a ve diğer ilahî kitapların Allah'tan gönde­rildiğine bütün gönlümüzce inanmak, Rabbimizin bize olan hitaplarını, emir ve yasaklarını öğrenmek ve hayat veren bu prensipleri yaşamak ve insanları bu gerçeklere davet etmektir.
Peygamber için nasihat denilince onun seçkin hayatını iyice öğrenmek, gü­zel ahlâkını ve sünnetini rehber edinmek, uygulamak ve insanları buna davet etmek anlaşılmalıdır.
İdareciler için nasihat idarecilerin Allah ve Resulüne itaat etmeleri, isyana girmemeleri ve onları bu önemli hususa davet düşünülmelidir.
Dinin bütün Müslümanlar için nasihat olması ise onları hem dünya, hem de âhirette huzur ve saadete sevk edecek İslâmın esas ve meselelerini anlatmak, ona yöneltmektir.
Kısacası din idarecisinden idare edilenine kadar herkes için bir nasihattan ibarettir. Görülüyor ki bütün bu nasihat şekillerinde insanların iyiliğini isteme, dünya ve âhirette saadete kavuşmalan için gayret gösterme söz konusudur. Mutlulukları paylaşma açısından bunun büyük önemi vardır.

1132- [2:329, Hadîs No: 1969]
Ebû Hüreyre (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:
Din kolaylıktır. Bir kimse onu ince eleyip sık dokursa din ona mutlaka galip gelir. Öyle ise ifrat ve tefritten sakının, orta yolu tu­tun. Gücünüzün yettiği kadar yapın. Müjdeye kavuşun. Nafile ibâdet için sabah, akşam ve biraz da gece vaktinden istifade ediniz.[149]

yuksel dedi ki...


1133- [2:331, Hadîs No: 1972]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Kişi uzun zaman Cennet ehlinin amelini işler, sonra ameli Cehen­nemliklerin işi ile noktalanır. Başka bir kişi de uzun zaman Cehen­nem ehlinin amelini işler, sonra ameli Cennet ehlinin işiyle noktala­nır.[150]

1134- [2:332, Hadîs No: 1974]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:
Sofraya oturduğunda "Bismillah," sofradan kaltığmda da "Elham­dülillah" diyen kişinin Önünden sofra henüz kalkmadan günahları bağışlanır.[151]

1135- [2:333, Hadîs No: 1976]
Sevban'dan rivayetle:
Kişi Cennet meyvelerinden birini kopardığında yerine başkası ge­lir. [152]

1136. [2:333, Hadîs No: 1977]
Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor;
Erkek hanımına, hanım da beyine sevgiyle baktıklarında Cenâb-ı Hak da onlara rahmet nazarıyla bakar. Şayet erkek hanımının elleri­ni ellerine alırsa, her ikisinin de günahları parmaklarının arasından dökülür.[153]

Karı kocanın birbirlerine sevgiyle bakmaları halinde Cenâb-ı Hakkın onlara rahmet etmesi, günahlarım bağışlaması, sevginin Allah hesabına olmasıyla mümkündür. Allah'ı hiç hatıra getirmeden, sırf nefis ve nefsin arzulan hesabı­na, karı kocanın birbirlerini sevmeleri, hadisin şümulüne girmez. Yani şehvet düşüncesiyle birbirlerini seven karı kocanın birbirlerinin ellerini tutmalarıyla gü­nahları dökülmez.
Sevginin Allah rızâsı için olmasının ölçüsü, kan kocanın birbirlerini yüz gü­zelliklerinden ziyâde, ahlâk güzelliği sebebiyle sevmeleridir. Hem böyle bir sev­gi, gittikçe daha da kuvvetlenir. Böylece mes'ûd bir hayat yaşanır. Yoksa sevgi nefsânî olup sırf maddî güzelliğe verilirse çabuk bozulur. Çünkü maddî güzellik bozulmaya, kaybolmaya mahkûmdur.

yuksel dedi ki...

1137. [2:335, Hadîs No: 1980]
lbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle;
Kişi, kendisiyle istişare edenin hayrına olan şeyi dilediği sürece görüşü doğru kalmaya devam eder. Onu aldattığı anda ise Allah onun isabetli görüşünü alır.[154]

1138. [2:335, Hadîs No: 1982]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Bir erkek veya kadın altmış sene boyunca Allah'a itaatte bulunur, Sonra da ölüm ânında yaptıkları vasiyette bazılarına zarar verirler de Cehennem ateşini hak ederler.[155]

Vasiyet, bir malı veya her hangi bir menfaati, ölümünden sonra geçerli ol­mak üzere başkasına vermek mânâsına gelir. Vasiyetin vacip ve müstehap gibi çeşitleri vardır.
Hadiste kişinin altmış sene boyunca Allah'a itaatte bulunduktan sonra ölüm ânında yaptıkları vasiyetle Cehennem ateşini hak edecekleri bildirilmektedir. Yani böyle bir kimse, Cehennem azabını hak edecek kötü bir amel işlemiş olur. İyilik yapalım derken cahilliklerinden veya hakkı gözetmediklerinden elleriyle kendilerini tehlikeye atmış oludur. Vasiyet esnasında yapılabilecek haksızlıkla­ra şu iki hususu misâl olarak verebiliriz.
Kişinin malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmesi doğru değildir. Nitekim Peygamberimiz (a.s.m.) malının tamamını vasiyet etmek isteyen Sa'd bin Ebî Vakkas'ın (r.a.) teklifini kabul etmemiştir. Sa'dın mîrasçılan olduğundan ancak malının üçte birini vasiyet etmesine razı oldu. Kalan kısmı mîrasçılara bırakma­sını istedi.[156]
Peygamberimiz bir diğer hadislerinde de mirasçılarını nazara almayarak faz­la miktarda vasiyet edilmesini yasakladı[157]
Miras bırakanın yapacağı bir diğer haksızlık, malının bir kısmını veya kıy­metli bir bölümünü çocuklarından birisinin alması için vasiyette bulunması, ço-cuklan arasında adaletli davranmamasıdır. Mirasçıyı hakkı olan mirastan mah­rum bırakıcı vasiyetler doğru olmadığı gibi, mirasçıya mirastan hak ettiği mala ilaveten malın bir bölümünü vasiyet etmek de, insanın ebedî hayatını tehdit eder. Peygamberimiz bir hadislerinde mirasçıya vasiyet edilmeyeceğini bildir­mekte ve şöyle buyurmaktadır:
"Cenâb-ı hak, her mirasçıya mirastan olan nasibini tayin etti. Artık hiçbir mi­rasçıya vasiyet etmek caiz değildir."[158]
Bununla beraber, bir kimse vârislerden birine fazla birşey verilmesini bir maslahata binâen uygun görürse, diğer vârisler de kabul edip razı olurlarsa, bu­nu sağlığında iken yapabilir. Kişi sağlığında iken malından tasarruf etme hakkı­na sahip olduğundan, vermek istediği şeyi sağlığında iken teslim edebilir. Fakat bunda da adaleti gözetmeli, diğer mirasçıların haklarını da düşünmelidir.

yuksel dedi ki...


1139. [2:336, Hadîs No: 1983]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kişi hiçbir sakınca görmediği öyle bir kelime söyler ki, bu söz yü­zünden yetmiş sene Cehennemin dibine düşer.[159]

1140. [2:336, Hadîs No: 1984]
Ebû Saîd el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle Resûlullah (a.s.m.) şöyle bu­yurmuşlardır:
Kişi insanları güldürmek için bir mahzuru yokmuş gibi görülen öyle bir söz söyler ki, bu söz sebebiyle gökten daha yüksek bir mesa­feden aşağı düşer.[160]

Öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batırır; bir gülle savaşı başlatır—1. Cihan Savaşında olduğu gibi—ve sonuçta otuz milyon kimsenin mahvolmasına sebep olur. Bazan bazı şartlar alttnda yapılan küçük bir hareket insanı âlâ-yı il-liyyîne, yücelerin yücesine çıkarır. Bazan da küçük bir fiil, insanı esfel-i sâfilîne, aşağıların aşağısına indirir.[161]
Bu ifâdeler sözün tesirini anlatır. Hadiste de belirtildiği gibi bazan insan, gül­dürmek maksadıyla öyle inkâr ve isyan kokan sözler söyler ki, bu onun manevî dünyasını yıkar, gökten yuvarlanıyormuşcasına düşürür. Güzel sözler söyleyip manen yükselebilecekken veya normalde belli bir mertebede iken söyiediği o sözler sebebiyle aşağılara doğru düşer de farkında olmaz. Veya faydalı ve gü­ze! sözler söyleyip manen yükselebilecekken, ilerleyebilecekken o fırsatı kaçır­mış oiur.
Bu hadis insanın sözlerine ne kadar dikkat etmesi gerektiğini gösterir. Şaka­cıktan da, güldürmek maksadıyla da olsa yalan, yanlış; dine, îmana ters düşen, hakaret ve inkâr mânâları taşıyan sözlerden uzak kalınmalıdır.

yuksel dedi ki...

1141. [2:336, Hadîs No: 1985]
İbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:
Kişi, memleketinden uzak bir yerde vefat ettiğinde memleketin­den öldüğü yf>re kadar olan mesafe ölçülür ve Cennetten o kadar yer verilir.[162]

1142. [2:337, Hadîs No: 1988]
Zeyd bin Erkam'dan (r.a.) rivayetle:
Cennet ehlinden birtek kişiye yemede, içmede, arzuda ve cinsî münasebette yüz adamın kuvveti kadar güç verilir. Onlardan birinin def-i haceti ter olarak derisinden çıkar gider. Bir de bakar ki karnın­daki şişkinlik gitmiştir.[163]

1143. [2:338, Hadîs No: 1989]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Kişi güzel ahlâkı sayesinde gece ibâdet eden ve kavurucu sıcakta susuzluk çeken oruçlunun derecesine ulaşır.[164]

1144. [2:338, Hadîs No: 1990]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Kıyamet Günü ter adamın gırtlağına kadar çıkar. Öyle ki, 'Ya Rabbi, Cehenneme göndermek suretiyle de olsa beni bu halden kur­tar" der.[165]

yuksel dedi ki...

1145. [2:338, Hadîs No: 1991]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Kişi bir ihtiyacını onu karşılayabilecek birinden ister. Allah onun için daha hayırlı olduğundan bunu kendisine verdirmez. İhtiyacı kar­şılanmayan kişi, insanları haksız yere suçlayarak "Bunun verilme­mesine kim sebep oldu?" der.[166]

İhtiyaçsız kul olmaz. Bu ihtiyacını yine kullar vasıtasıyla giderir. Ama bazan müracaat ettiği kimse, ihtiyacına cevap verir. Bazan da imkânları yerinde oldu­ğu halde vermeyeDilir. Bunun sebebini hem biz bilmeyebiliriz, hem de vermiş ol­saydı verdiği şeyin hakkımızda hayırlı olup olmadığını bilemezdik. O halde ver-mediğinde, "Gücü yettiği, imkânları olduğu halde niçin karşılamadı?" diyerek suçlama yoluna gitmemeli, olgunlukla karşılaman, "Demek ki bunda da bir hayır varmış, herşeyden önce kader müsaade etmedi. Etseydi onu verebilecek hale getirirdi. Eğer onun eliyle beni rızıklandırmak isteseydi bunu kimse engelleye­mezdi" diye düşünmelidir. Sebebini bilemediğimiz bir hususta yapılması gere­ken hüsn-ü zanla davranıp meseleyi olumlu değerlendirmektir. Böyle yapmayıp da, ya doğrudan o kişiyi veya başkalarının engel olduğu zehabına kapılıp da, "Buna kim, niçin engel oldu?" gibi başkalarını suçlamak, araştırmaya koyulmak, şüpheyle şuna buna bakmak olgun mü'mine yakışmayacak davranışlardır. En uygunu onun da ihtiyacı olduğunu düşünüp başka çareler aramalıdır.

1146. [2:339, Hadîs No: 1992]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:
Kişinin Cennette derecesi yükseltilir, sebebini sorar "Yâ Rabbi, bu lütuf nereden?" ona şöyle cevap verilir: "Çocuğunun senin için yaptı­ğı istiğfar ve dualardan."[167]

yuksel dedi ki...

1147. [2:340, Hadîs No: 1995]
Vkbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor:
Kişi birinin tuttuğu yoldan ve yaptığı işten hoşlanırsa o da onun gibidir.[168]

1148. [2:340, Hadîs No: 1996]
Talk bin Habib 'den rivayetle:
Kişiye namazı kılması ve vaktini geçirmemesi, ehlinden ve malın­dan daha hayırlıdır.[169]

1149. [2:340, Hadîs No: 1997]
îbni Ebî Evfâ rivayet ediyor:
İçinde akrabalarla irtibatı kesen birinin olduğu bir topluluğa rah­met inmez.[170]

1150. [2:340, Hadîs No: 1998]
Ebû 'd-Derdâ1dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:
Kulun rızkı, kendisini ecelinin aradığından daha fazla arar.[171]

Ecel ölüm vaktidir. Aİlah, herkesin ölüm vaktini tayin etmiştir. İlm-i İlâhîde ke­sindir. Ne ileri, ne geri alınması söz konusu değildir. Bunun gibi rızık da tayin edilmiştir. Kimse açlıktan ölmez. Allah bitkilerin, hayvanların, ne kadar rızka muhtaç varlık varsa hepsinin rızkını verir, hiçbirini ihmal etmez. Ağaçlar topra­ğa tezgahlarını kurup tevekkülle yerlerinde dururlar. Rızıkları da ayaklarına ge­lir.
Kimse rızıksız kalmaz. Çünkü bir âyette, 'Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah'a ait olmasın"[172] buyurulmustur. Yalnız Mesnevf-i Nuriye'de belirtildiği gibi rızık ikidir. Biri hakiki, biri mecazîdir. "Âyette taahhüd altına alınan, zarurî kısmıdır. Evet, hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor. Cisim ve bedenin semizliği ve zafiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bak­maz. Denizin balıklarıyla karanın patlıcanları buna şahittir. Mecazî olan rızık ise, âyetin taahhüdü attında değildir. Ancak sa'y ve kisbe [çalışıp kazanmaya bağlıdır.][173]
Yukarıda da belirtildiği gibi, hakiki rızık garanti altındadır. Ancak bunun öte­sinde, yani mecazî rızkı kazanmak için ise fazladan gayret göstermek gerekir. Bunu elde edebilmek için gerekli sebeplere sarılmak, iradeyi kullanmak, gayrete geçmek lâzımdır. Yoksa rızık kendiliğinden ayağımıza gelmez.
Bu hadis bize rızık konusunda endişeye yer olmadığını göstermektedir. Kimse, "İş bulamam. Aç kalırsam ne olur halim" gibi bir düşünceye kapılmama­lıdır. İnsanın biraz elini oynatması, erinmeden, telaşlanmadan Allah'a güvenle yola çıkması yeterlidir. O rızkına, rızkı da ona gelir. Yalnız onu elde edeceğim düşüncesiyle harama da girilmemelidir.

yuksel dedi ki...


1151. [2:341, Hadîs No: 2001]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz rüya tabir edildiği şekilde çıkar. Bunun misâli şuna ben­zer: Kişi ayağını kaldırır, ne zaman yere koyacağını bekler. Biriniz bir rüya gördüğünde onu ancak bir iyiliğini isteyen samimî dostuna
veya bir âlime anlatsın.[174]

1152. [2:342, Hadîs No: 2002]
İbni Mes'ûd'dan rivayetle:
Kur'ân'dan başka şeylerle yapılan okuyup üflemeler, nazar boncu­ğu ve kadının erkeğe sevdirmesi için sihir yaptırması Allah'a ortak koşmaktır.[175]

Hadiste şifa ve kimseye zarar vermeme, tedavi etme niyetiyle Kur'ân'dan âyetler okuyup üflemenin faydalı olacağı belirtilirken, bunun dışında başka şey­ler okuyup üflemenin, nazar boncuğu takmanın ve kadını erkeğe sevdirmek için sihir yaptırmanın Allah'a ortak koşma olduğu belirtiliyor.
Doktorla tedavisi mümkün olmayan bir kısım manevî hastalıklar vardır ki özellikle böyle anlarda Kur'ân'a başvurmak, dualar okumak dinde yeri olan dav­ranışlardandır. Resûlullahın bir kısım hastalıkların tedavisi için okumaya baş­vurduğu bilinmektedir.
Cahiliyye döneminde insanlar bir kısım mânâsız, karma karışık şeyleri oku­yup üfler ve bunların tesirli olacağına inanırlardı. İşte böylesine boş ve mânâsız şeylere tesir vererek okuyup üflemek Allah'a ortak koşma olarak değorlendirilmistir. Bu, Allah'a tevekküle, herşeyin Onun takdir, izin ve iradesiyle yürüdüğü inancına ters düştüğü için böyle bir inançla yapılan okuyup üflemeler Cahiliyye âdetidir ve şirk sayılmıştır.
Nazar boncuğundan meded ummak, bunun kaza ve belâları defedeceğine inanmak da böyledir. Birgün Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), kendisine bîat eden on ki­şiden birinin bîatını kabul etmemiş, pazusundaki muskayı çıkarmasını istemişti. Bu muskada Kur'ân veya dualar değil, bazı şifreli ve tılsımlı yazılar vardı. Mâ­nâsı bilinmeyen bir kısım harf ve rakamlar bulunmaktaydı. Onun için çıkarması­nı tenbihlemiş ve Allah'tan başkasından meded ummak mânâsını taşıyan bu hareket karşısında "Kim onu takarsa müşrik olur"[176] buyurmuştu. Yine Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), kolunda bir nevi boncuk ve muska mahiyetinde halka bulunan bir kimseye, niçin taktığını sormuş, ağrıyı gidermek için taktığını söylediğinde, çıkarmasını emretmiş ve "Çünkü o senin rahatsızlığını arttırır"[177] buyurmuşlardı.

yuksel dedi ki...

Sihir meselesine gelince, büyü de denilen sihir Hz. İbrahim devrinden beri bi­linmekteydi. Hz. Musa ve Hz. Süleyman devirlerinde oldukça yaygınlaşmıştı.
Sihir, göz boyama ve aldatma esasına dayanan, gerçeğe ters düşen olum­suz bir sanattır. Mahiyetinde ilmî bir kısım gerçekleri tersyüz edip kullanmak, menfiye âlet etmek, zarar vermek bulunmaktadır. Onun içindir ki varlığı inkâr edilmeyen sihir, dinimizde kesinlikle yasaklanmış, haram kılınmıştır. Bu bakım­dan bir kadının, meşru, makûl yollan bırakıp da sihir yoluyla erkeğe kendini sevdirmeye kalkması haramdır. Eğer bu kadın eşi olan erkeğe karşı böyle bir yol deneyecekse ki, eğer tesiri Allah'tan değil de böyle bir şeyden bekleyerek si­hir yaptırma yoluna gidiyorsa, bu bir nevi Allah'a ortak koşmadır. Karşılıklı sev­gi ve saygının yerleşmesi için İsfâmî ve insanî birçok şartlar vardır. Bunlara riâ­yet eden genellikle erkeğinin ilgisini çekebilir. Böyle meşru olmayan yollara başvurmasına gerek yoktur. Nikah olmaksızın herhangi bir kadını elde etmek için yapılan sihiri de bu katagoride değerlendirmek gerekir. Kısacası sihrin her çeşidi haramdır.

1153. [2:342, Hadîs No: 2003]
tbni Amr (r.a.) rivayet ediyor:
Hacerü'l-Esved ve makam-ı İbrahim, Cennetin yakutlarından iki yakuttur. Allah onların nurunu gidermiştir. Şayet gidermeseydi do­ğu ile batının arasını aydınlatırdı.[178]

1154. [2:343, Hadîs No: 2005]
Abdullah bin Yüsr'den (r.a.) rivayetle:
Zinakârlar haşir meydanına vücutları alevler içinde yanar bir hal­de gelirler.[179]

yuksel dedi ki...


1155. [2:344, Hadîs No: 2006]
Huzeyfe bin Esîd rivayet ediyor:
Şu on alâmet çıkmadan Kıyamet kopmaz:
1. Duhan,
2. Dabbetü'1-Arz.
3. Deccal
4. Güneşin batıdan dogması.
5.7. Üç yerde, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında yere batma­lar.
8. Hz. îsâ'nm inmesi.
9. Ye'cüc ve Me'cüc'ün çıkması Aden şehrinin aşağılarından bir ateşin çıkıp insanları mahşere sevk etmesi ve yanlarından ayrılma­ması. Öyle ki onlar geceyi geçirdiklerinde ateş de yanlarında geceler, gündüz istirahat ettiklerinde o da yanlarında bekler.[1]

1156. [2:344, Hadîs No: 2007]
Sahur, Allah'ın size verdiği bir berekettir. Onu ihmal etmeyiniz.[2]

1157. [2:345, Hadîs No: 2008]
Muttalip babasından (r.a.) rivayetle:
Gerçek saadet, Allah'a itaatte geçirilen uzun ömürdür.[3]

yuksel dedi ki...

1158. [2:345, Hadîs No: 2009]
Mikdam bin Madikerb'den rivayetle:
Bahtiyar kişi fitnelerden uzaklaştırılan ve musîbet verildiğinde sabredendir.[4]

1159. [2:345, Hadîs No: 2010]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Düşük olarak doğan çocuk, anne ve babası Cehenneme girdiğinde Allah'a karşı naz yapar. Kendisine "Ey Allah'a karşı naz yapan ço­cuk, anneni ve babanı al da gir Cennete" denir. O da onları göbek ba­ğı ile çekip Cennete girdirir.[5]

1160. [2:346, Hadîs No: 2011]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Selâm, Allah'ın isimlerinden birisidir. Yere indirilmiştir. Öyle ise selâmı aranızda yayın.[6]

1161. [2:346, Hadîs No: 2012]
Büreyde bin Husayb (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Yedi kat gök, yedi kat yer ve dağlar zina eden ihtiyara lanet eder. Zina edenlerin avretlerinin kokusu bütün Cehennem halkına ezâ ve­rir.[7]

1162. [2:346, Hadîs No: 2013]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Efendi cimri olamaz.[8]

yuksel dedi ki...


1163. [2:347, Hadîs No: 2016J
îbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:
Şüphesiz güneş ve ay hiç kimsenin ne ölümünden ve ne de haya­tından dolayı tutulmazlar. Fakat bunlar Allah'ın büyüklüğünü göste­ren iki delildir. Allah onlarla kullarını korkutur. Bunu gördüğünüz zaman namaz kılın ve açılıncaya kadar duâ edin.[9]

Resûl-ü Ekremin (as.m.) oğlu İbrahim'in ölümü esnasında güneş tutulmuş, bunun üzerine halk, "Bak, güneş bile İbrahim'in ölümü üzerine yas tutuyor" de­mişlerdi. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yukarıdaki hadislerini bu hadise üzerine söyledi.
Her gün güneş doğar, batar. Her akşam ay görünür, bazan kaybolur. Mevsi­mi, günü ve vakti geldiğinde yağmur yağar. Kâinatta cereyan eden hadiseler hiç aksamadan muntazam bir şekilde devam eder, gider. Bütün bunlar, Rabbimizin büyüklük, kudret ve hikmetine işaret eden olaylardır. Fakat insan yaratılışı îcabı çabuk gaflete kapılabildiğinden, kendisi dâhil, kâinattaki bütün varlıkları ilgilen­diren bu hadiselere bakıp onlarda Yaratıcının hâkimiyet ve tasarrufunu, hikmet ve rahmetini görmezden gelir, bazan unutuverir.
İşte insana yaratılış maksadını ve dünyaya gönderiliş gayesini unutturan böyle bir hal, yine aynı kudret ve azamet tarafından birtakım tasarruf ve icraat­larla hatırlatılır.
Allah'ın emrinde çalışan birer memur ofan güneş ve ay, yine o emirle bir müddet yüzüne karanlık perdesini çeker, insanları korku ve endişeye düşürür. Böylece insanın gafleti dağıtılır, İnsanlar korkutularak günaha girmekten kurta­rılıp, ibâdet ve tevbeye yöneltilir. Bunları gören insan Rabbine yönelir, huzuru­na durur, el bağlar, acizliğini ve güçsüzlüğünü dile getirir. Bu ânın bir ibâdet vakti olduğu şuuru içinde bulunur, kul olarak kendine düşen vazifeyi yapmaya başlar. Zaten Peygamberimiz de izahını yaptığımız hadislerinde ümmetini bu durumlarda buna davet etmektedir.

yuksel dedi ki...

Güneş ve ay tutulması, yağmursuzluk aynı zamanda bu nimetlerin kıymetini hatırlatan birer ikazdır. Böylece Rabbîmiz yağmur yağmadığında, ay ve güneş tutulması devam ettiğinde halimizin ne olacağını, hayatımızda ne gibi acı deği­şikliklerin meydana geleceğini düşünmemizi ister.
Yağmursuzluk yağmur namazının vakti olduğu gibi, ay ve güneş tutulmaları da bu ibâdetlerin vaktidir. Yapılan ibâdetler ve kılınan namazlar bunlann açıl­ması için değil, bu vesileyle Yaratana yakınlaşmak içindir. Yoksa astronomik hesaplarla ne kadar süre ile kapalı kalacağı bilinen bir hadisenin, normal hale gelmesi için duâ etmek söz konusu değildir.

1164. [2:349, Hadîs No: 2019]
Ebâ Ümâme (r,a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:[10]

1165. [2:350, Hadîs No: 2022]
Muaz bin Cebel'den (r.a.) rivayetle:
Şeytan insanın kurdudur. Koyunun kurduna benzer. Kurdun, sü­rüden ayrılan kenarda duran koyunu kaptığı gibi, şeytan da cemaat­tan ayrılanı gözetir. Ayrılıktan sakının. Cemaattan, topluluktan ve camilerden ayrılmayın.[11]

1166. [2:351, Hadîs No: 2025]
Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:
Şeytan şöyle dedi:
"Ya Rabbi! İzzetine yemin ederim ki, kullarının ruhları cesetlerin­de kalmaya devam ettikçe, onları devamlı olarak yolundan saptıraca­ğım." Cenâb-ı Allah da şöyle buyurdu:
"îzzet ve celâlime yemin olsun ki, Ben de onları Benden bağışlan­ma diledikleri sürece bağışlayacağım."[12]

yuksel dedi ki...


1167- [2:352, Hadîs No: 2026]
Südeyse 'den rivayetle:
Ömer Müslüman olduğundan beri şeytan her karşılaştığında mut­laka yüz üstü düşmüştür.[13]

1168. [2:353, Hadîs No: 2029]
İbni Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Şeytan birinize gelir şöyle vesvese verir:
"Göğü kim yarattı?" O kişi, "Allah" der, "Yeri kim yarattı?" der. O kişi "Allah" cevabını verir. Bu defa "Allah'ı kim yarattı?" der. Biriniz bunu hissettiğinde "Ben Allah'a ve Resulüne îman ettim" desin.[14]

Varlıkları Yaratıcı ve yaratılan olarak iki şıkta toplamak mümkündür. Allah Yaratıcı, diğerleri ise yaratıktır. Bu durumda Yaratıcı yaratık olarak düşünüle­meyeceği gibi, yaratık da Yaratıcı olamaz. Nasıl bir masa aynı zamanda hem masa, hem de kendisinin ustası olamıyorsa bir varlık da aynı zamanda hem Yaratıcı, hem de yaratık olamaz. O halde Allah Yaratıcı olduğuna göre yaratık-mış gibi düşünülüp de, "Kim yarattı?" gibisinden bir soru sorulamaz. Bunu bir örnekle daha açıklayalım: Nasıl camiide bir imam, imamın arkasında da cema­at bulunmaktadır. İmam kendisine uyulan, cemaat de ona uyandır. "Cemaat imama uymaktadır. Peki imam kime uyar?" diye bir soru sorulamaz. Çünkü o da uysa imam değil, cemaat olur. Bunun gibi yaratıkları "Kim yarattı?" diye sorabili­riz. Ama Allah yaratık olmadığı için "Onu kim yarattı?" şeklinde bir soru sorula­maz. Şu örnekle de meseleye bakabiliriz. Trenin önünde bir lokomotif, arkasın­da da vagonlar vardır. Vagonları lokomotif çeker. Ama lokomotifi çeken ikinci bir lokomotif yoktur. 'Vagonları ne çekiyor?" diye bir soru sorulsa, "Lokomotif cevabını verebiliriz. Ama, "Lokomotifi ne çekiyor?" diye bir soru sorulmaz. Çün-. kü lokomotif çekilmemektedir. Bunun gibi "Allah'ı kim yarattı?" şeklinde sorulan bir soru da mantıksızdır. Tamamen şeytandan gelmektedir. Peygamberimiz (a.s.m.) bu hadislerinde, böyle bir vesveseye muhatap ofan kimsenin "Ben Allah-a ve Resulüne îman ettim" demesini tavsiye etmekte, başka bir hadislerinde de böyle diyen kimseden söz konusu vesvesenin yok olacağın, bildirmektedir.

yuksel dedi ki...

1169. [2:354, Hadîs No: 2031]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Şeytan ağzını Âdemoğlunun kalbi üzerine koymuştur. Kişi Allah'ı zikrettiğinde geri çekilir, Allah'ı unuttuğunda ise kalbini yutar.[15]

1170. [2:356, Hadîs No: 2034]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz şeytan namaz kılanların kendisine kulluk etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirine karşı kışkırtma konusunda hâlâ ümitlidir.[16]

1171. [2:358, Hadîs No: 2036]
Safıyye binti Huyey'den (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz şeytan Âdemoğlunun bedeninde, kanın bedende dolaştı­ğı gibi dolaşır.[17]

1172. [2:359,Hadis No:2039]
Büreyde (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz şeytan senden korkuyor, yâ Ömer.[18]

1173. [2:359, Hadîs No: 2038]
Ümmü Umâre (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:
Oruçlu kimsenin yanında yemek yendiğinde, yemek işi bitinceye kadar, melekler durmadan Allah'tan onun için günahlarının bağış­lanmasını dilerler.[19]

1174. [2:359, Hadîs No: 2039]
Âişe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:
Şüphesiz sâlih kimseler sıkıntıya maruz bırakılır. Mü'mine bir di­ken veya daha küçüğü de olsa her hangi bir musibet dokunursa, mutlaka bununla bir günahı dökülür ve mertebesi de bir mertebe yükseltilir,[20]

yuksel dedi ki...


1175. [2:361, Hadîs No: 2043]
Ebu'd-Derdâ'dan (r.a.) rivayetle:
Mü'min, günahları Uhud Dağı kadar olduğu halde başağrısı ve ateşli hastalıklara müptelâ olur. Hardal tanesi kadar da olsa günah­ları kalmayınca bırakılır.[21]

1176. [2:361, Hadîs No: 2045]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Sadaka ancak malı çoğaltır.[22]

1177. [2:362, Hadîs No: 2046]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
Akrabalara verilen sadakanın sevabı iki kat olarak verilir.[23]

1178. [2:362, Hadîs No: 2047]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Sadaka Rabbin gazabını söndürür. Sahibini kötü ölümden korur.[24]

1179. [2:362, Hadîs No: 2049]
Ukbe bin Amir'den rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:
Sadaka, sahibinden kabir hararetini söndürür. Mü'min Kıyamet Gününde ancak verdiği sadakanın gölgesinde gölgelenir.[25]

1180. [2:364, Hadîs No: 20533
Süheyl bin Hassan (r.a.) rivayet ediyor:
Alimlerin, üzerinde kaymaktan kurtulamadığı çok kaygan bir te­pe vardır ki, o da tamadır.[26]

yuksel dedi ki...


1181 . [2:365, Hadfs No: 2055]
Enes 'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:
Namaz, mü'mini Allah'a yaklaştıran bir vasıtadır.[27]

1182. [2:366, Hadîs No: 2057]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Kuşlar, sabaha çıktıklarında Rablerini teşbih eder ve ondan gün­lük rızıklarını dilerler.[28]

1183. [2:366, Hadîs No: 2059]
Câbir'den (r.a.) rivayetle:
Ar, Kıyamet gününde insanı öylesine kaplar ki, Cehennemdeki azabın şiddetini bildiği halde şöyle demek zorunda kalır: "Ya Rabbi, beni Cehenneme göndermen, içinde bulunduğum şu halden daha iyi­dir.[29]

1184. [2:368, Hadîs No: 2062]
İbni Ömer rivayet ediyor:
Kuİ, namaza durduğunda, bütün günahları getirilir, başı ve omuz­ları üzerine konulur. Rükû ve secdeye gittikçe dökülür.[30]

1185. [2:369, Hadîs No: 2064]
Hasan-ı Basrt'den rivayetle Resûlullah (a.s.m.) şöyle buyurmuşlar­dır:
Kul bir günah işler. Onunla Cennete girer. Bu şöyle olur: İşlediği günah devamlı hatırındadır. Ondan tevbe edip kaçınır, böylece Cen­nete girer.[31]

yuksel dedi ki...


1186. [2:369, Hadîs No: 2065]
Hasan (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Kulun bütün düşüncesi âhiret olursa, Allah onun işini derli toplu yapar. Gönlünü zengin kılar. Artık o kimse zengin yatar, zengin kal­kar. Şayet bütün düşüncesi dünya olursa, Allah onun işini dağıtır. Akşam ihtiyaç içinde fakir yatar, ihtiyaç içinde kalkar.[32]

1187. [2:369, Hadîs No: 2066]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m,) şöyle buyurmuşlardır:
Kul, hem insanlar arasında namaz kıldığında güzel kılar, hem de kimsenin görmediği yerde güzel kılarsa Allah, "İşte bu benim gerçek kulumdur" buyurur.[33]

1188. [2:370, Hadîs No: 2068]
Ebû Berze (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:
Kul, bir parça ekmeği sadaka olarak verir, bu Allah katında Uhud Dağı kadar büyür.[34]

1189. [2:370, Hadîs No: 2069]
Ebû'd-Derdâ'dan (r.a.) rivayetle Resâl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır.
Kul birşeye lanet ettiğinde o lanet göğe çıkar da gök kapıları ka­panır, giremez, yere döner. Yerin kapıları da kapanır, giremez. Sağa, sola gider, gelir. Bir yer bulamayınca lanet edilen şeye gider. Eğer la­nete lâyîksa ona gider, değilse söyleyene döner.[35]

yuksel dedi ki...

1190. [2:371, Hadîs No: 2070]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kul bir günah işlediğinde kalbinde bir siyah nokta meydana gelir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan bağışlanmasını diler ve tevbe ederse kalbi cilalanır. Eğer bir daha o günaha dönerse o siyah nokta büyür, öyle ki, bütün kalbi kaplar. İşte Yüce Allah'ın Kur'ân'mda, "Hayır! Hayır! Doğrusu onların kazandıkları günahlar birike birike kalplerini kaplayıp karartmıştır" (Mutaffîfîn Sûresi, 14) buyurduğu "karartma" budur.[36]

Allah'ın rızasının Ona itaatta, gazabının da Ona isyan etmekte olduğunu bi­liyoruz. Onun içindir ki günahlar, isyanlar hafife alınmamalı, Allah'ın gazabını celbedeceği düşünülmelidir.
Sonra günahlar küfre de götürebilir. Bedîüzzaman'm Lem'alar isimli eserinde belirttiği gibi, herbir günah içinde küfre giden bir yol bulunmaktadır. Şöyle denilir: "Günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler— neûzü biilâh—mahall-i îman olan bâtın-i kalbe [kalbin içine] ilişip îmanı zedeler ve îmanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar.
"Evet, günah kalbe işleyip, siyahlândıra siyahlandıra, tâ nûr-u îmanı çıkann-caya kadar katılaştırıyor Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O gü­nah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, befki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor."
Bu satırlardan sonra da örnekler verilir. Meselâ utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkası görecek diye endişelenince, meleklerin gördüğünü düşünerek meleklerin varlığından sıkıntı duymaya başlar. Küçük bir bahane ile melekleri inkâra kalkar.
Veya adam Cehennem azabını netice verecek bir günah işler. İstiğfarla si­per alması gerekirken, bunu yapmaz. Cehenneme girileceği şeklindeki tehditleri düşününce de bu işine gelmez ve "Cehennem yok" deyip çı ki verir.
Diğer bir örnek de namazla ilgili. Meselâ bir memur küçük bir âmirinden vazi­fesinde ihmal veya eksikliği sebebiyle uyarı alır ve bundan müteessir olur. Farz namazını kılmayan insan da Allah'ın namaz kılmayanlar hakkındaki tehditlerini düşününce, dayanamaz ve "Keşke bu kulluk vazifesi olmasaydı" deyiverir. Bu arzudan Allah'a karşı bir düşmanlık duygusu uyanır. Allah'ın varlığı konusunda bir şüphe meydana gelse, ona kesin bir delilmiş gibi sarılır. Kendisine büyük bir helâket kapısı açılır da farkında olmaz.[37]
Bu örneklerde de görüldüğü gibi, herbir günah içinde küfre giden bir yol bulu­nabilmektedir.

yuksel dedi ki...

1190. [2:371, Hadîs No: 2070]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kul bir günah işlediğinde kalbinde bir siyah nokta meydana gelir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan bağışlanmasını diler ve tevbe ederse kalbi cilalanır. Eğer bir daha o günaha dönerse o siyah nokta büyür, öyle ki, bütün kalbi kaplar. İşte Yüce Allah'ın Kur'ân'mda, "Hayır! Hayır! Doğrusu onların kazandıkları günahlar birike birike kalplerini kaplayıp karartmıştır" (Mutaffîfîn Sûresi, 14) buyurduğu "karartma" budur.[36]

Allah'ın rızasının Ona itaatta, gazabının da Ona isyan etmekte olduğunu bi­liyoruz. Onun içindir ki günahlar, isyanlar hafife alınmamalı, Allah'ın gazabını celbedeceği düşünülmelidir.
Sonra günahlar küfre de götürebilir. Bedîüzzaman'm Lem'alar isimli eserinde belirttiği gibi, herbir günah içinde küfre giden bir yol bulunmaktadır. Şöyle denilir: "Günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler— neûzü biilâh—mahall-i îman olan bâtın-i kalbe [kalbin içine] ilişip îmanı zedeler ve îmanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar.
"Evet, günah kalbe işleyip, siyahlândıra siyahlandıra, tâ nûr-u îmanı çıkann-caya kadar katılaştırıyor Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O gü­nah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, befki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor."
Bu satırlardan sonra da örnekler verilir. Meselâ utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkası görecek diye endişelenince, meleklerin gördüğünü düşünerek meleklerin varlığından sıkıntı duymaya başlar. Küçük bir bahane ile melekleri inkâra kalkar.
Veya adam Cehennem azabını netice verecek bir günah işler. İstiğfarla si­per alması gerekirken, bunu yapmaz. Cehenneme girileceği şeklindeki tehditleri düşününce de bu işine gelmez ve "Cehennem yok" deyip çı ki verir.
Diğer bir örnek de namazla ilgili. Meselâ bir memur küçük bir âmirinden vazi­fesinde ihmal veya eksikliği sebebiyle uyarı alır ve bundan müteessir olur. Farz namazını kılmayan insan da Allah'ın namaz kılmayanlar hakkındaki tehditlerini düşününce, dayanamaz ve "Keşke bu kulluk vazifesi olmasaydı" deyiverir. Bu arzudan Allah'a karşı bir düşmanlık duygusu uyanır. Allah'ın varlığı konusunda bir şüphe meydana gelse, ona kesin bir delilmiş gibi sarılır. Kendisine büyük bir helâket kapısı açılır da farkında olmaz.[37]
Bu örneklerde de görüldüğü gibi, herbir günah içinde küfre giden bir yol bulu­nabilmektedir.

yuksel dedi ki...

1191. [2:372, Hadîs No: 2071]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Kul bir günah işler. Onu hatırladıkça üzülür. Onun üzüldüğünü gören Cenâb-ı Allah, o daha namaz veya oruç gibi günahına keffâret olacak bir amel işlemeye başlamadan onu affeder.[38]

1192- [2:372, Hadîs No: 2072]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Kul kabre konulduğunda, dostları dönüp gittiği ve onların ayak sesleri henüz işitildiği sırada iki melek gelir, onu oturturlar ve Hz. Muhammed'i kastederek, "Şu kişi hakkında ne düşünüyordun?" diye sorarlar. O kişi mü'minse şöyle der:
"Onun Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim." Bunun üzerine kendisine, "Cehennemdeki yerine bak. Şüphesiz Allah orayı Cennetteki yerinle değiştirdi" denir. O kişi her iki yerini de görür. Kabri yetmiş arşın genişletilir. Kıyamet Günü insanlar diri İtil inceye kadar kabri hoş kokularla doldurulur.
Eğer kabre konan kişi kâfir veya münafık ise ona da, "Şu kişi hak­kında ne diyordun?" diye sorulur. O, "Bilemiyorum. İnsanların dedik­lerini diyordum" der. Bunun üzerine kendisine "Bilmeyesin, anlama-yasın" denir. Sonra demirden bir tokmakla başının tam ortasına bir darbe indirilir. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insanların dışındaki bü­tün yaratıklar işitirler. Kabri Öyle daraltılır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer.[39]

1193. [2:375, Hadîs No: 2074]
Hz. Hüseyin'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:
Kişinin kendi ameline güvenmesi yetmiş senelik amelini boşa çı­karır.[40]

yuksel dedi ki...


Ye'se düşmek manen yıkılış olduğu kadar, tersine ucub, yani amele güven­me de en az o kadar felâkettir. "Ben mahvoldum" diye ümitsizliğe kapılan kim­se, azaptan kurtulabilmek için, dayanacağı bir nokta aramaya başlar. Azıcık bir-şey bulsa ona kurtuluş simidi gibi yapışmaya çalışır. İyiliklerine bel bağlamaya kalkar ve "Bunlar beni kurtarır, yeter" der, bir derece rahat eder. Oysa, "A'mâle [amellere] güvenmek ucbdür; insanı dalâlete atar. Çünkü insanın yaptığı kemâ-lât ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güvenemez."[41]
Çünkü iyilikleri yapmaya muvaffak olduğu eli, ayağı, gözü, kulağı onun eseri değildir. Bedeni bütünüyle Allah'ın emanetidir. İnsan bunları yolda bulmuş da almış değildir, herhangi bir fabrikada da yaptırmamıştır. Tamamen Allah'ın ih­sanıdır ve onda emaneten oturmaktadır. Herşeyini bütünüyle Rabbine borçluy­ken iyiliklerine nasıl sahip çıkabilir?
Sonra insan sebepler içerisinde en güçlüsü olduğu halde, iradesiyle yaptığı en meşhur fiilleri olan yeme, içme gibi davranışlarının gerçekleşmesinde ancak yüzde bir gibi küçük bir paya sahiptir. Meselâ lokmayı ağzına atar, çiğner, son­rasına karışmaz. Yaptığı birçok işlem tamamen onun iradesi dışında meydana gelir.
Evet, insan iyiliklere sahip çıkamaz. Çünkü iyi bir manevî eğitimden geçme­miş insan nefsi iyiliğe asla razı değildir. Onu isteyen Allah'tır. Mükâfatı verecek olan da yine Allah'tır. Onu yapabilecek güç ve kuvveti ihsan «den de yine Odur. Bu bakımdan insanın iyilikleriyle gururlanıp övünmeye hakkı yoktur.
Hadiste ucbün yetmiş senelik ameli iptal edişinin bildirilişi ise çokluktan kina­yedir. Çünkü Arapçada yedi, yetmiş kelimeleri çokluğu ifade eder. Bu durumda hadîs, kendini beğenme, amele güvenmenin çok senelik amellerin sevabını yok ettiği şeklinde anlaşılmalıdır.
Mü'mine düşen ne ümitsizliğe düşmek, ne de ameline güvenmektir. Aksine korku ve ümit ortasında olmaktır. Tıpkı Hz. Ömer gibi. O şöyle demişti: "Bir kişi Cehennemliktir deseler, acaba o kişi ben miyim, diye korkarım. Bİrtek kişi de Cennete gidecektir deseler, 'Acaba o ben miyim?' diye ümit ederim.'"

yuksel dedi ki...


1194. [2:377, Hadîs No: 2080]
Atiyye el-Ûft (r.a.) rivayet ediyor:
Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak suyla söndürülür. Öyle ise biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın.[42]

1195. [2:377, Hadîs No: 2081]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Fitne gelecek ve insanları büyük bir felâkete atacak. Fakat âlim ilmiyle ondan kurtulacaktır.[43]

1196. [2:378, Hadîs No: 2082]
Câbir bin Semûre (r.a.) rivayet ediyor:
Hayasızlığın ve hayasızca sözler söylemenin İslâmda hiç yeri yok­tur, Müslümanlık bakımından insanların en iyi olanı ahlâkı en güzel olanlarıdır.[44]

1197. [2:379, Hadîs No: 2084]
Adil hâkim Kıyamet Günü hesap için getirilir. Şiddetli hesapla karşılaşınca şöyle der: "Keşke iki kişi arasında bir hurma için dahi hüküm vermeseydim."[45]

1198. [2:379, Hadîs No: 2085]
Osman bin Affan (r.a.) rivayet ediyor:
Kabir, âhiret konaklarının ilkidir. Kişi onun azabından kurtuldu­ğu zaman ondan sonrakiler daha kolay olur. Ondan kurtulamadığı zaman ise sonrakiler ondan daha sıkıntılıdır.[46]

1199. [2:380, Hadîs No: 2087]
İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Kâfir, bir veya iki fersah [24.000 adım] kadar uzayan dilini arka­sından sürükler. İnsanlar ona basar geçerler.[47]

yuksel dedi ki...


1200. [2:380, Hadîs No: 2088]
Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:
Kâfir Cehennemde öylesine büyür ki, bir azı dişi Uhud Dağından daha büyük olur. Onun cesedinin bu dişe göre büyüklüğü, sîzden bi­rinizin cesedinin azı dişine nisbeti gibidir.[48]

1201. [2:381, Hadîs No: 2090]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Hastalığı indiren, şifâsını da indirmiştir.[49]

1202. [2:382.. Hadîs No: 2093]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Ezberinde Kur'ân'dan bir şey bulunmayan kişi harabe ev gibidir.[50]

1203. [2:384, Hadîs No: 2098]
Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz mü'min güzel ahlakıyla gece ibâdete kalkan ve gündüz oruç tutan kişinin derecesine yükselir.[51]

1204. [2:384, Hadîs No: 2099]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Mü'min, Allah'a hamd ede ede ruhunu teslim eder.[52]

1205. [2:385, Hadîs No: 2101]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Mü'min, şeytanını birinizin yolculukta devesini yorup zayıflattığı gibi zayıflatır.[53]

yuksel dedi ki...

1206. [2:385, Hadîs No: 2102]
Âmir er-Râm Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Mü'min bir hastalığa yakalanır, sonra da Allah ona o hastalıktan şifâ verdiğinde, bu geçmiş günahlarına keffâret ve ileride işleyeceği kusurlar için de bir îkaz olur. Münafık ise hastalanır, sonra da sıhha­tine kavuştuğunda sahibi tarafından bağlanan sonra da salıverilen, fakat niçin bağlandığını ve niçin sal iver ildiğini anlamayan deve gibi­dir.[54]

1207. [2:386, Hadîs No: 2104]
Ka'b bin Mâlik'den (r.a.) rivayetle: Mü'min kıhncıyla ve diliyle cihat eder.[55]

1208. [2:387, Hadîs No: 2105]
Aişe (r.a.) rivayet ediyor:
Mü'min sıkıntıya tabi tutulur. Çünkü bir diken batışı veya ondan daha küçük bir musibetle veya bir ağrıyla sıkıntıya düşerse Allah bu­nunla mutlaka onu bir derece yükseltir ve onun bir günahını düşü­rür.[56]

1209. [2:387, Hadîs No: 2106]
Muaz'dan (r.a.) rivayetle:
Allah için birbirlerini sevenler Arşın gölgesinde olacaklardır.[57]

1210. [2:387, Hadîs No: 2107]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Kibirinden dolayı ağızlarını eğip bükerek konuşan gevezeler ateş­tedirler.[58]

1211 . [2:387, Hadîs No: 2108]
Ebû Sâid el-Hudrt (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:
Sohbet toplantıları üç çeşittir: (1) Zararsız, (2) kârlı, (3) zararlı.[59]

yuksel dedi ki...


1211 . [2:387, Hadîs No: 2108]
Ebû Sâid el-Hudrt (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:
Sohbet toplantıları üç çeşittir: (1) Zararsız, (2) kârlı, (3) zararlı.[59]

1212. [2:389, Hadîs No: 2113]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Kadın insana yöneîip gelirken bir şeytan suretinde gelir, ardını dönüp giderken şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördüğün­de, ondan hoşlanır, kalbinde ona karşı bir arzu hissederse, hanımına dönsün ve onunla beraber olsun. Böyle yapması nefsindeki arzuyu gi­derir.[60]

Dinimizde zina ve zinaya götürücü yollar haram kılınmıştır. İnsi1 ve cinnî şey­tanlar, Allah'ın mü'min kulların bu harama düşürebilmek için tuzak olarak kadını kullanırlar. Kadın vasıtasıyla erkekleri tahrik ederler. Çünkü kadın yaratılışı îca-bı caziptir. Şeytan bu cazibeyle nefisleri avlamak için her an fırsat kollar.
Zinayı haram kılan dinimiz, zinaya götürücü yolları da yasaklamıştır. Bu cüm­leden olarak kadınlara örtünmelerini, birbirine nikâhı düşen erkekle kadının baş-başa kalmamalarını, şehvetle birbirine bakmamalarını ve tokalaşmamalarını emretmiştir, işte dinimizin zinayı önleyici tedbirlerinden birisi de, izah ettiğimiz hadiste dikkat çekilen husustur. Yani erkeğin şehvetini eşiyle tatmin etmesidir.
Evet, evlilik, insanın iffet ve namusunu koruyan, hizmet ve ibâdetini gönül ra­hatlığıyla yapmasına yardımcı olan bir müessesedir. Evli bir erkek, şeytan ves­vese verdiği zaman, nefsindeki arzusunu hanımıyla tatmin eder. Böylece hem manevî hayatı tehlikeden kurtulmuş olur, hem de helâlle yetinip harama girme­diği için, büyük bir sevap kazanır.
Kadın, bu noktada beyine anlayış gösterir, ona yardımcı olursa hem onun gözünü dışarıdan kurtarmış, hem sevap kazanmış, hem de beyi için manevî bir kalkan vazifesi görmüş olur.

yuksel dedi ki...


1213. [2:389, Hadîs No: 2114]
Câbir'den (r.a.) rivayetle:
Kadınlarla dört hasleti için evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelli­ği ve dînî için. Sen dindar olanını tercih et ki, mes'ûd olasın.[61]

Evleneceği kadını seçmek hususunda herkesin kendine göre bir tercih sebe­bi vardır. Kimi en mühim şart olarak güzelliği esas alır, kimi zengini tercih eder, kimi asil bir aileye mensup birisiyle evlenmek ister. Fakat bir Müslümanın tercih sebebi sadece bunlar olmamalıdır. O, seçeceği hayat arkadaşında herşeyden önce dindarlığı esas almalıdır. Çünkü dindar bir erkekle dînî yaşayışı zayıf bir kadının kuracakları yuvanın huzurlu olabileceğini ve devam edebileceğini söyle-mekçok zordur. Dünyaları ayrı iki insanın arasında muhabbetin devam etmesi, çok defa mümkün olmamaktadır.
Dindar bir kadınla, dinini yaşamayan bir erkeğin evlenmeleri de bundan fark­lı değildir. Böyle bir evliliğin de uzun süre mutlu bir şekilde devam edeceği söy-lenilemez.
İşte Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde bir Müslümanın evleneceği ka­dında öncelikle dindarlığı esas alması gerektiğini, dindarı tercih edenin mes'ûd olacağını bildirmektedir.
"Şer'an, koca karıya küfüv olmalı," yani birbirine münasip olmalı diyen Bedi-üzzaman Hazretleri de, bu denkliğin en mühimminin dindarlık noktasında olma­sı gerektiğine dikkat çekmiştir.[62]
Sadece güzelliğin mes'ûd bir yuva kurmaya yeterli olmadığı herkes tarafın­dan bilinen bir gerçektir. Bilakis dindarlık olmadığı zaman, güzel bir kadınla ev­lenmek çoğu zaman insanı sıkıntıya sokar. Çünkü, böyle bir kadını güzelliği tehlikeye atabilir.
Ayrıca güzel bir kadın, güzelliği sebebiyle kocasına karşı gurura kapılabilir.

yuksel dedi ki...

Diğer bir husus, güzellik kalıcı değildir. Beş on sene sonra kaybolup gider. Hanımıyla sırf güzelliği için evlenmiş bir erkek, böyle bir zamanda ona evliliğin ilk yıllarında duyduğu sevgiyi gösterebilir mi?
Unutulmaması gereken bir diğer husus da, bir kadın ne kadar güzel olursa olsun, mutlaka ondan daha güzeli vardır. Hanımıyla sırf güzelliği için evlenen erkek, ondan daha güzel bir kadınla karşılaştığında evliliği ve aile hayatının tehlikeye düşme ihtimali vardır.
Güzellik, mes'ûd bir yuva kurmak için yeterli olmadığı gibi, zenginlik de böy­ledir. Çünkü, yarın ne olacağı belli değildir. Hiç beklenmedik anda kapıyı çalan bir musibet bütün serveti yok edebilir. Evliliğe temel yapılan servet yok olunca, evlilik artık nasıl bir bağla devam ettirilecektir?
Fakir birinin zengin bir ailenin kızıyla evlenmesi de problemlere sebep olabi­lir. Herşeyden önce, böyie bir kız, varlıklı bir şekilde büyümüştür. Maddeten sı­kıntı çekmemiş; hemen her istediğini alabilmiştir. Böyle olunca, birden bire sı­kıntılı hayata alışması düşünülemez. Neticede ise, mes'ûd bir aile yuvası için çok mühim olan evliliğin ilk günleri, sıkıntıyla geçer. Hattâ evliliğin devamı tehli­keye düşer.
Dindarlık olmadığı zaman zenginliğin bir diğer mahzuru da, kadının servetini kocasına karşı bir üstünlük vasıtası olarak kullanabilmesidir. Böyle bir kadın, devamlı olarak fakirliğini başına kakarak kocasını rahatsız edebilir. Ekonomik bakımdan kocasına bağımlı olmadığı için, herşeyi söyleyebilir. Bu tip bir evlili­ğin devam etse bile huzurlu bir şekilde yürümesi elbette beklenemez.
Ama dindar bir kadın güzel de olsa, zengin de olsa, bu tür şeyleri düşünmez. Kocasına itaat etmeyi, onu kırmamayı bir ibâdet olarak gördüğünden, ebedî ha­yat arkadaşını üzmemek için azamî hassasiyet gösterir. Sevgisinde samimîdir. Namusunu korur, ibâdetlerini eksiksiz yapmaya çalışır. Meşru isteklerinde koca­sına itaat eder.

yuksel dedi ki...

Diğer taraftan, evleneceği kadını sırî dindarlığı ve ahlâkı için tercih eden bir erkek, artık onu Cenâb-ı Hakkın nâzik bir emâneti olarak görür. Beraberlikleri­nin sırf dünya hayatıyla kayıtlı olmadığını, âhirette de devam edeceğini düşü­nür. Ona olan sevgisini çabuk bozulan dış güzelliğine değil; îmanına, ahlâkına, edebine ve namusuna bina eder. Bunlar devam ettiği müddetçe sevgisi de arta­rak devam eder.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadislerinde bütün bunlan veciz bir şekil­de şöyle ifâde etmiştir:
"Kadınları sırf güzellikleri için nikahlamayınız. Çünkü güzellikleri onları tehli­keye atabilir. Sadece malları için de nikahlamayınız. Çünkü malları onları azdı-rabilir. Dindar olanını nikahlayınız. Şüphe yok ki, burnunun bir kısmı kesik, kula­ğı delik ve teni siyah dindar bir câriye, dindar olmayan hür bir kadından efdaldir."[63]
Aynı tercih kadın için de geçerlidir. O da seçeceği eşte evvelâ dindarlık ve güzel ahlâk şartını aramalıdır. Yoksa zengin olduğu veya tahsilli olduğu için din­darlığı hiç nazara almadan evlenmek, sonradan kötü neticeler doğurabilir.

1214. [2:390, Hadîs No: 2115]
Enes (r.a.) rivayet ediyor: Dilencilik şu üç durumda helâl olur:
1. Verilmediği takdirde hayatî tehlikeye sebep olacak kan bedelini Ödemek için.
2. Ağır bir borçtan kurtulmak için,
3. Şiddetli fakirlik sebebiyle.[64]

1213. [2:390, Hadîs No: 2117]
Seubân'dan (r.a.) rivayetle;
Müslüman, din kardeşini ziyarete gittiğinde dönünceye kadar Cennet bahçesi içindedir.[65]

yuksel dedi ki...


1216. [2:390, Hadîs No: 2118]
Ebû Salih rivayet ediyor:
Kıyamet Günü mazlumlar mutlaka kurtuluşa ereceklerdir.[66]

1217. [2:390, Hadîs No: 2119]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asâletli ve ağır başlı olan kimse­lere yakışır.[67]

1218. [2:391, Hadîs No: 2120]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz kişiye bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyacı öl­çüsünde Allah'ın yardımı gelir. Musibetin derecesi ölçüsünde Al­lah'tan sabır gelir.[68]

1219. [2:392, Hadîs No: 2122]
Ebû Zerr'den (r.a.) rivayetle:
Dünyada malı çok olanlar, âhirette sevabı az olanlardır. Ancak Al­lah'ın kendisine ihsan ettiği serveti sağına, soluna, önüne ve arkası­na dağıtan ve onunla hayır hasenat işleyen kimseler bundan müstes­nadır.[69]

1220. [2:392, Hadîs No: 2123]
Saffan bin Assai rivayet ediyor:
Melekler, yaptıkları işlerden hoşlandıkları için ilim talebesinin önüne kanatlarını yere indirirler.[70]

1221. [2:393, Hadîs No: 2125]
îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:
Sıkıntı çeken fakir Müslümanlara acıdıkları için melekler kışın bitmesine sevinirler.[71]

yuksel dedi ki...


1222. [2:396, Hadîs No: 2129]
Âişe (r.a,) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:
Sizden birinizin sofrası kurulu olduğu müddetçe melekler kendisi için istiğfar ederler.[72]

1223. [2:399, Hadîs No: 2136]
Ebû Bekir'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
insanlar zâlimi görüp zulmüne engel olmazlarsa, Allah'tan hepsi­ni kaplayan bir azabın gelmesi yakındır.[73]

1224. [2:399, Hadîs No: 2138]
Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:
insanlar size tâbi olacaklardır. Dünyanın dört bir yanından dini öğrenmek için size geleceklerdir. O zaman onlara hayır tavsiye edi­niz.[74]

1225. [2:401, Hadîs No: 2140]
Said bin Müseyyeb'den (r.a.) rivayetle:
İnsanlar bir şeyi lâyık olduğundan fazla yüceltirlerse, Allah onu mutlaka alçaltır.[75]

1226. [2:401, Hadîs No: 2141]
Üsâme bin Şüreyk rivayet ediyor:
İnsanlara güzel ahlâktan daha değerli bir şey verilmemiştir.[76]

1227. [2:401, Hadîs No: 2143]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Adak, Allah'ın insanoğlu için takdir ettiğinden başkasını yaklaş­tırmaz. Fakat adak bazan kadere uygun düşer, bu da cimrinin ver­mek istemediği malını vermesine sebep olur.[77]

Adak, Yüce Allah'ın rızâsını kazanmak için helâl bir işin yapılmasını kişinin üzerine alıp yüklenmesidir. Adağa "nezir" de denilir.

yuksel dedi ki...

'Yarın Allah rızâsı için oruç tutmak adağım olsun. Bir fakire şu kadar para vermeyi adıyorum" gibi, Allah rızâsı için ibâdet sayılacak bâzı şeyleri adamak, sevap kazanmaya sebeptir.
Fakat, "Şu işim olursa üç gün oruç tutacağım, kurban keseceğim, şu kadar sadaka vereceğim" gibi, dünyalık birşey sağlamak için yapılan adak makbul de­ğildir. Çünkü bu ilâhı bir maksada değil, dünyevî gayeye yöneliktir. Bu ise ibâ­dette olması gereken ihlâsa zıttır. Aslında böyle bir adak kaderi değiştirmez, takdire bir tesiri olmaz. Takdir ne ise o olur, adak neticeyi değiştirmez. Adak, ha­yır hasenat nevinden olması sebebiyle, malını hayırda harcamayan kimseler bu vesileyle başkalarına iyilik etmiş olur. İşte Peygamberimiz bu hadislerinde bu gerçeğe dikkat çekmişlerdir.
Bununla beraber Allah için söz vermiş olduğundan, şartlarına uygun olarak yapılan bir adağa uyması gerekir. Zaten böyle bir adağın yerine getiriîmesi va­ciptir. "Adaklarını da yerine getirsinler"[78] âyet-i kerimesi, adak sahiplerine İlâhî bîr emirdir.
Peygamberimiz de bununla ilgili olarak şöyle buyurur:
"Allah'a itaati ifâde eden bir adak yapılmışsa, bu şüphesiz Allah içindir ve ye­rine getirilmesi gerekir."[79]

1228. [2:402, Hadîs No: 2148]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Hak yolda istikâmet, orta yol ve iktisat, peygamberliğin yirmi beş cüzünden bir cüzdür.[80]

yuksel dedi ki...


1229. [2:403, Hadîs No: 2151]
Havle binti Haktm'den rivayetle:
Çocuk anne babasını cimri, korkak, câhil ve üzüntülü yapar.[81]

Nefis ve şeytan, çocuğu olan anne babalarla biraz daha fazla uğraşır. Nor­malde cömert, cesur, bilgili ve neşeli olmaları gereken ebeveyni cimri, korkak, cahil ve üzüntülü hale getirmeye çalışır. Şöyle ki:
Anne baba "Çocuğum var. Onları geçindirmem lâzım. İstikbale hazırlayıp, onlara birşeyler bırakmalıyım" der. Bunda ilk bakışta yanlışlık yoktur. Ama bu duygu anne babayı öylesine sarar ki bu hizmetleri yapacağım diye bütün bütün cimrileşir, beş kuruşluk hayır dahi yapmaktan çekinir. Fakir fukaraya hiçbirşey vermez. Oysa herşeyin yeri başkadır. Biri diğerine engel değildir.
Anne baba "Çoluk çocuğumun geçimini kazanacağım" diye okumaya, öğ­renmeye fırsat bulamaz. Geçim meselesine kendini öylesine kaptınr ki ilimle uğ­raşmaya, kitap okumaya, ilmî toplantılara katılmaya zaman ayıramaz. Bütün meşgalesi geçim olur, ilim irfandan nasipsiz kalır. Oysa herşeye yeteri kadarın-ca yer ayrılsa para kazanmaya da, okumaya da zaman kalır.
Yine çocuklarının iyilikleri, saadetleri için çırpınan anne babalar, kendilerini yerli yersiz üzüntülere de atarlar. Çocuklarının okumaları için nice sıkıntılara katlanan o fedakâr anne ve babalar, "Aman evladımız sınıfta kalmasın. Üniver­siteye girememezlik etmesin. Bu çocuğun istikbali ne olacak?" gibisinden kendi­lerini üzüntülere atarlar. Dert ve problemlerine, sıkıntı ve hastalıklarına üzülür, başına birşey gelecek diye telaşlanır, endişeye kapılırlar. Çocukları kavga ettik­lerinde yine üzülürler.
Anne babayı üzen sadece bunlar değildir. Eğer maneviyata düşkün kimse-lerse çocuklarının maneviyattaki zayıflıkları onları üzer, daha iyi olmalarını iste­dikleri halde bunu göremeyince sıkıntıya düşer, üzülürler.
Hadiste ifâde edildiği gibi çocuk anne ve babayı korkak da yapar. Böylece o anne baba, dinleri ve dünyaları için yapmaları faydalı olan birşeyi bazan tehlike­sinden çekinerek yapmayabilmektedirler.

yuksel dedi ki...


1230. [2:404, Hadîs No: 2156]
Avfbin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:
İnsanların en cimrisi, yanında benim adım anılıp da bana salavat getirmeyendir.[82]

1231. [2:405, Hadîs No: 2157]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
İnsanların en cimrisi selâm vermede cimri davranan, insanların en âcizi de duâ etmekte acizlik gösterendir.[83]

1232. [2:407, Hadîs No: 2161]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın en çok kızdığı kimse, dinini dünyalığına âlet etmek için hükümdarın memurlarını ziyaret eden âlimdir.[84]

1233. [2:408, Hadîs No: 2163]
Câbir'den (r.a.) rivayetle:
İblis tahtım su üzerine kurar. Sonra askerlerini bölük bölük gön­derir. Askerlerinin derece ve makamca kendisine en yakını, fitnesi en büyük olanıdır. Askerlerinden biri gelir şöyle der: "Şöyle şöyle iş­ler yaptım." İblis ona "Sen hiç bir şey yapmamışsın" der. Sonra da onlardan bir diğeri gelir ve "Filan kimsenin hanımıyla arasım açın-caya kadar yakasını bırakmadım" der. Bunun üzerine iblis o askerini kendisine yaklaştırır ve "Sen ne kadar iyisin" diyerek takdir eder.[85]

1234. [2:408, Hadîs No: 2164]
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
İblis en güçlü ve en kuvvetli adamlarını malını hayır yolunda sar-fedenlere gönderir.[86]

yuksel dedi ki...


1235. [2:409, Hadîs No: 2165]
İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
İnşan, yasaklanan şeylere karşı aç gözlüdür.[87]

Nefiste aç gözlülük vardır. Mahiyeti icabı hep menfî, çirkin ve kötü şeylere meyleder. Yasaklar da en çok ilgi sahası içerisinde yer alır. Onu merak eder, içine girmeye çalışır. Oysa insan nefsini ikna edebilse, yasaklardaki kötülükleri görebilse, onu *renlemek güç olmaz. Helal dairenin keyfi ise yasaklara, haram­lara perde olacak kadar geniş ve sevimlidir. Keyfe kâfidir. Harama girmeye ihti­yaç bırakmaz. Meselâ nefis, keyf verici içkilere meyleder. Halbuki o içki birkaç dakikalık verdiği zevke karşılık, bazan aylarca, senelerce acı çektirir. Helâl dâi­rede ise öylesine çok içilecek şeyler vardır ki, içkiye hiç ihtiyaç bırakmaz. Çeşit çeşit meyve suları ve meşrubatlar var. İnsan bunlardan istediğini içebilir. İçki gi­bi ne sarhoş yapar, ne de insanın başına belâlar açar. Rahatla yaşar, keyfeder insan.
Aslında Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bizlere bu hadis-i şeriflerinde genel bir ölçü vermektedir. Sadece haram kılınan olumsuz şeylere karşı değil, yasaklanan olumlu şeylere karşı da insan merak duyar. Meselâ bir dönem ülkemizde din yasaklanmış, birçok insan iştiyakla ona yönelmiş, dört elle sarılmışlardır. Risa-le-i Nurlar üzerine yapılan baskıların da alâkayı daha çok topladığı yakın tari­hin unutulmaz hadiselerindendir.
Resûlullah, bu hadisleriyle Müslümanlara çok önemli bir eğitim metodunu da vermektedir. Bilhassa vaizler, mürebbîler, anne babalar buna çok dikkat etmeli­ler. Bazı yasaklardan ölçüsüzce bahseden vaizler sakındıralım derken ilgi odaklarını yasak üzerine de çekebilirler Ölçü çok iyi korunmalı, ifrat ve tefrite girilmemelidir. Anne babalar da çocuklarını eğitirlerken şiddet ve ısrarla sakın-dırmamalı, onun o yasağa alakasını celbedecek tavır ve sözlerden uzak kalma­lıdırlar.

yuksel dedi ki...


1236. [2:409, Hadîs No: 2166]
Havle binti Kays Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:
Ademoğlu sıcak görse sızlanır, soğuk görse sızlanır.[88]

1237. [2:409, Hadîs No: 2167]
Ebû Bekre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardı r:
Şu benim oğlum Hasan seyyiddir, efendidir. Allah'ın onun vasıta­sıyla Müslümanlardan iki büyük gurubun arasını bulduracağını ümid ederim.[89]

Peygamberimizin sayısı binleri bulan mucizeleri vardır. Onun mucizelerinin bir çeşidi de gelecekle ilgili olarak verdiği haberlerdir. Sevgili Peygamberimiz, Allah'ın bildirmesiyle pekçok hâdiseyi olmadan önce bilmiş, bildirmiş, vakti gel­diğinde o hâdise onun haber verdiği gibi gerçekleşmiştir. İşte bu hadîs de, Pey­gamberimizin böyle bir mûcizesidir. Hz. Hasan, bu hadiste haber verildiği gibi, iki büyük İslâm ordusunun Müslüman kanı dökmesine mâni olmuştur. Bu hadi­se kısaca şöyle meydana' gelmişti:
Hz. Ali, Abdurrahman bin Mülcem tarafından şehid edilmişti. Bundan sonra Medine'de bulunan Müslümanlar Hz. Hasan'a bîat ederek onu kendilerine halife seçtiler. Birkaç gün içerisinde ona bîat edenlerin sayısı 40 bini buldu. Böylece Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sevgili torunu Irak, Hicaz, Horasan, Yemen, Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan Müslümanların halifesi oldu.
Ancak, Mısır ve Şam halkı onun halifeliğini tanımadılar. Çünkü onlar daha önce Hz. Muâviye'ye bîat etmişlerdi.
Bunun neticesinde Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik bir defa daha bozulmuştu. Yine savaş olacak, Müslüman kanı dökülecekti. Hz. Hasan'ın hali­feliğinin yedinci ayında, iki İslâm ordusu Medâyin'de karşı karşıya geldi. Hz. Muâviye tarafında bulunan ve dört Arap dâhisinden birisi olan Amr bin Âs (r.a.), Hz. Hasan'ın ordusunu görünce şu itirafta bulunmaktan kendisini alamadı:
"Ben karşımda öyle bir ordu görüyorum ki, karşısındaki orduyu yok etmedik­çe geri dönmez."

yuksel dedi ki...

tmedik­çe geri dönmez."
Aslında Muâviye de (r.a.), Müslüman kanı dökülmesini istemiyordu. O da sulh taraftarıydı. Hz. Hasan'a elçi göndererek sulh teklifinde bulundu. Halifelik dâvasından vaz geçtiği takdirde bütün tekliflerini kabul edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Hz. Hasan bâzı şartlar öne sürdü. Bunlardan birisi Muâviye'nin (r.a.) kendisinden sonra oğlu Yezid'i veliahd tayin etmernesiydi. Çünkü Müslümanla­rın halifelerini kendilerinin seçmelerini istiyordu. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sevgili torunu bir diğer teklifinde de fakirlere sadaka olarak dağıtılmak üzere her yıl bir miktar para gönderilmesini istiyordu, Hz. Muâviye onun tekliflerini kabul etti. Böylece İki İslâm ordusu arasında sulh temin edildi. Bundan sonra Hz. Ha­san taraflara hitaben bir konuşma yaptı, halifelik dâvasından vaz geçmesinin sebeplerini anlattı. Şöyle dedi:
"Takvaya uygun hareket etmek akıllılıktır. Fitne ve kötülük ise ahmaklıktan kaynaklanır. Halifelik eğer benim hakkımsa, Müslümanların birliğini sağlamak ve kanlarının dökülmesini önlemek için ben bu hakkımdan feragat ediyorum. Yok benden daha lâyık birisinin hakkı ise, devrederek gereğini yapmış oluyo­rum."
Bu konuşmadan sonra Hz. Hasan'in ordusunda bulunanlar Hz. Muâviye'ye bîat ettiler. Böylece hem Müslümanlar arasında birlik yeniden temin edilmiş ol­du, hem de Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bir mucizesi gerçekleşerek mü'min-lere şevk verdi.[90]

1238. [2:410, Hadîs No: 2169]
Ebû Eyyüb (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz öğle namazının vakti girdiğinde gök kapıları açılır. Öğle namazı vakti bitinceye kadar kapanmaz. O kapılardan benim için hayrın yükselmesini seviyorum.[91]

1239. [2:411, Hadîs No: 2171]
Hasan el-Basrî'den rivayetle:
Allah'ın ençok sevdiği kulu, diğer kullarının hayır ve iyiliğini en çok isteyendir.[92]

1240. [2:411, Hadîs No: 2172]
Ebû Satd el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın kullan içerisinde Allah'a en sevimli olan kişi iyiliklerin ve iyilik işlemenin kendisine sevdirildiği kimsedir.[93]

yuksel dedi ki...


1241. [2:411, Hadîs No: 2173]
Ibni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Kulun Uykudan uyandığında söyleyeceği en sevimli söz şudur: "Ölüleri dirilten Allah bütün kusurlardan uzaktır. Onun herşeye gü­cü yeter."[94]

1242. [2:411, Hadîs No: 2174]
Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:
Kıyamet Günü insanlar içerisinde Allah'a en sevimli olan ve Ona en yakın bulunan kişi âdil idarecidir. İnsanlar içerisinde Allah'ın en çok kızdığı ve Ondan en uzak olan kişi de zâlim idarecidir.[95]

1243. [2:416, Hadîs No: 2180]
EbûHüreyre'den (r.a,) rivayetle:
Biriniz kalkıp namaza durduğunda Rabbiyle konuşuyor. O halde Onunla nasıl konuştuğunu iyi düşünsün.[96]

1244. [2:416, Hadîs No: 2181]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Mü'min kardeşinin aynasıdır. Öyle ise üzerinde rahatsız edici bir-şey gördüğünde gidersin.[97]

Aynayı gözümüzün önünde canlandıralım. Baktığımızda bütün kusur ve ek­sikliklerimizi görebiliriz. Saçımızı, üstümüzü başımızı düzeltebiliriz.
Bunun gibi mü'min de diğer mü'min kardeşine karşı aynalık yapmak duru­mundadır. Gerek üst başında, gerek kılık kıyafetinde bir aksaklık, derbederlik varsa onun düzeltilmesinde yardımcı olmalı. Tabii ki tatlılıkla, güzellikle, kırıcı olmadan. Sadece bu maddî sahada-değil mânevi sahada da böyle olmalıdır. Mü'min, mü'min kardeşinin manevî hata ve kusurlarını gördüğü zaman da dü­zeltilmesi için yardımcı olmalıdır. Nemelâzım havasına girmemelidir.

1245. [2:417, Hadîs No: 2183]
Hz. Hasan'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
En güzel güzellik, güzel ahlâktır.[98]

yuksel dedi ki...


1246. [2:419, Hadîs No: 2190]
Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
Ümmetim hakkında ençok korktuğum, yoldan çıkarıcı önderler­dir.[99]

1247. [2:420, Hadîs No: 2192]
Câbir bin Abdullah'tan (r.a.) rivayetle:
Ümmetim hakkında en çok korktuğum, Lut kavminin işi olan li-vâtadır.[100]

1248. [2:420, Hadîs No: 2193]
Şeddat bin Evs (r.a.) rivayet ediyor:
Ümmetim hakkında en çok korktuğum, Allah'a ortak koşmaktır. Ben, güneşe, aya ve puta tapacaklarını söylemiyorum. Fakat Allah rızâsı dışında yapılan amelleri ve gizli arzuları kast ediyorum.[101]

1249. [2:421, Hadîs No: 2194]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Cennette en aşağı derecede olanın temaşa ettiği mülkünün mesa­fesi bin senelik yoldur. Mülkünde yer alan şeyler bahçeleri, hanımla­rı, sürüleri, hizmetçileri ve tahtlarıdır. Allah katında en değerli olan ise sabah akşam Rabbinin cemâlini seyreder.[102]

Cennet ve Cehennemle ilgili bir kısım hadisler vardır ki ilk bakışta insana mübalağalı gibi gelir. Oysa bütünüyle hak ve hakikattir. Çünkü âhiret âlemlerini dünya ölçüleriyle ölçmek, değerlendirmek, karşılaştırmaya kalkmak insanı ya­nıltır. Öyleyse Cennet ve Cehennem kendi ölçüleri içerisinde değerlendirilmeli­dir.
En aşağı derecede olanın mülkünün bin senelik yaya yürüyüşüyle bir ucun­dan diğer ucuna varılabilecek genişlikteki bir Cennet, dünya ölçüleriyle bakıldı­ğında geniş görünebilir. Ancak Cennet şartları içerisinde bakıldığında geniş de­ğil, dardır bile. Herşeyin en güzel, en iyi ve en mükemmelini isteyen bir insanı koca dünya tatmin etmiyor. Duygu ve kabiliyetleri dünyadakine göre yüz kere, bin kere daha gelişmiş bir insan, orada hayal hızı ve ruh sür'atine sahip olacak. Işık hızından daha hıziı gidebilen vasıtalara binecek.

yuksel dedi ki...

a hıziı gidebilen vasıtalara binecek.
O halde Cennette en aşağı derecede bulunan bir kimseye yaya yürüyüşüyle bir baştan diğer basma bin sene süren genişlikteki bir Cennetin verilmesi garip-senmemelidir.
En yukarı derecede bulunanın Cennetteki kavuşacağı nimetin bir tanesi ise kulun sabah akşam cemâlullâhı seyretmesidir. Bir hadisten öğrendiğimize göre Cenab-ı Hak aradan perdeyi kaldırıp kullarına görünecek, Cennetlikler cemâlul-'âhı seyretmenin zevkine öylesine kendilerini kaptıracaklar ki, ondan daha gü­zel ve sevimli bir nimet verilmediğini anlayacaklardır.[103]
Mektûbafla ise bu nimetin büyüklüğü bir vesileyle şöyle anlatılır:
"Dünyanın bin sene mes'ûdane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü'yet-i cemâ­line mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i hu­zuruna gidiyorsun."[104]
Cennette en aşağı mertebede bulunan kişi de Allah'ı görecektir. Ama belki birkaç günde, belki hafta da bir. En üst tabakada bulunan ise sabah akşam her-gün görecek ve yukarda anlatıldığı gibi o eşsiz zevki tadacaktır.

1250. [2:421, Hadîs No: 2196]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın kula en merhametli olduğu an, kabrine konulduğu andır.[105]

1251 . [2:422, Hadîs No: 2198]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Mü'minlerin ruhları yedinci kat göktedir. Oradan Cennetteki ma­kamlarını seyrederler.[106]

yuksel dedi ki...


1252. [2:423, Hadîs No: 2199]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Cennet ehlinin hanımları, hiç kimsenin duymadığı güzel nağme­lerle kocaları için şarkı söylerler.[107]

1253. [2:424, Hadîs No: 2201]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
Kıyamet Günü insanlardan en çok pişmanlık duyacak olan, dinini başkasının dünyası için satan kimsedir.[108]

Dünya bütün güzelliği, ihtişamı ve cazibesine rağmen Cennetin yanında bir hiç hükmündedir. Fânî bir âlem ne kadar uzun ve güzel olursa olsun, sonsuz güzelliklerle dolu ebedî bir âlemle kıyaslanamaz. Tıpkı bu devamlı parlayan ve hiç sönmeyen bir güneşin, bir anda çakıp sönen şimşeğe nisbeti gibidir. Şu gü­zelim dünyamız, eğer mümkün olsaydı da Cennetle yanyana konulup karşılaş­tın labilseydi, dünyanın Cennet yanında bir zindan gibi kaldığı görülürdü.
Böylesine fâni, geçici bir dünyayla ebedî bir dünyayı değiştirmek, yani Al­lah'ın emirleri dairesinde yaşamak varken, ebedî dünyayı verip fânî dünyayı al­mak akıl ve mantıkla bağdaşmaz. Hele hele dünyanın nefse hitap eden süfli ve aldatıcı yönünü, ebedî bir âleme tercih etmek, yani ebedî âlemi verip dünyayı satın almak, yani kırılacak şişe hükmündeki sıradan dünya işleriyle elmas hük­mündeki ebedî hayata yönelik nimetleri değiştirmek ondan çok daha büyük bir ahmaklıktır.
İşte dinini dünyalık elde etmek için satan bu büyük fecaati işlemekte, belki geçici bir kısım menfaatler elde etmekte, ama bunun karşılığında ebedî saadeti netice veren dinini, îmanını kaybetmektedir.
Hadiste bu değiştirmenin daha kötüsüne dikkat çekilmekte, başka birinin, meselâ bir arkadaşı, bir dostu veya bir yakınının dünyalık kazanması uğruna yalan, hile, yalancı şahitlik, v.s. gibi dinini tehlikeye sokan davranışlar içerisine girmesi nazara verilmektedir. Belki onun o hatasıyla arkadaşı kazanacaktır, ama aslında hem onu, hem de kendini tehlikeye atmakta, ebedî hayatını tehli­keye sokacak bir yanlışlığın içerisine girmektedir. İşte, âhirette insanı ençok pişmanlığa iten davranışlardan biri budur.

yuksel dedi ki...

1254. [2:424, Hadîs No: 2204]
Muâz (r.a.) rivayet ediyor:
Kazançların en helâl ve temiz olanı o tüccarın kazancıdır ki, ko­nuştuğunda yalan konuşmaz, birşey emânet edildiğinde hıyanet et­mez, söz verdiğinde sözünden dönmez, satın aldığında malı kötüle-mez, birşey sattığında aşırı methetmez, borç aldığında geciktirmez, alacağı olduğunda zorluk çıkarmaz.[109]

1255. [2:425, Hadîs No: 2206]
Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:
Allah'ın yasakladığı büyük günahlardan sonra kulun Allah'ın hu­zuruna onunla varacağı en büyük günah, kişinin borcunu ödemek için mal bırakmadan ölmesidir.[110]

1256. [2:426, Hadîs No: 2207]
Katade bin Diâme rivayet ediyor:
Kıyamet Günü insanların hatası en büyük olanları, boş lafa da­lanlarıdır.[111]

1257. [2:428, Hadîs No: 2213]
İmran bin Husayn'dan (r.a.) rivayetle:
Kıyamet Günü Allah kullarının en üstünleri çok hamdedenlerdir.[112]

1258. [2:428, Hadîs No: 2214]
Hz. Ali rivayet ediyor:
Ağızlarınız Kur'ân'm yollarıdır. Öyle ise misvakla temizleyiniz.[113]

Resûlullahın gerek bu ve gerekse başka hadislerinde misvak üzerinde özel­likle durduğunu görmekteyiz. Resûlullah bazı hadislerinde misvağı tavsiye eder­ken ağfz kokusunu güzelleştirdiği ve Allah'ın rızasına vesile olduğundan bah­setmektedir. Burada ise bu temizliğin diğer bir önemli noktası üzerinde durmakta, Kur'ân okuyan ağzın ona lâyık tarzda temiz olması gerektiğine dikkat çekmektedir. Bu elbette önemlidir. Herşeyden Önce Allah'ın kelâmına duyulan, duyulması gereken saygı ve edebin bir ifadesidir. Birçok sebepleri yanında sa­dece şu sebep bile insanı Kur'ân okuyacağı zaman misvak kullanmaya itecek ehemmiyettedir.
Ayrıca zikir ve Kur'ân'm meleklerin gıdaları olduğu düşünülürse, Kur'ân okunduğunda melekler gelip dinleyeceklerdir. Misvaklı, güzel kokulu bir ağız onları memnun eder.
Misvağın ağız temizliğinde farklı bir yeri de olsa diş fırçası da ağız temizli­ğinde kullanılabilir. Asıl olan ağız temizliğidir.

yuksel dedi ki...


Resûlullahın gerek bu ve gerekse başka hadislerinde misvak üzerinde özel­likle durduğunu görmekteyiz. Resûlullah bazı hadislerinde misvağı tavsiye eder­ken ağfz kokusunu güzelleştirdiği ve Allah'ın rızasına vesile olduğundan bah­setmektedir. Burada ise bu temizliğin diğer bir önemli noktası üzerinde durmakta, Kur'ân okuyan ağzın ona lâyık tarzda temiz olması gerektiğine dikkat çekmektedir. Bu elbette önemlidir. Herşeyden Önce Allah'ın kelâmına duyulan, duyulması gereken saygı ve edebin bir ifadesidir. Birçok sebepleri yanında sa­dece şu sebep bile insanı Kur'ân okuyacağı zaman misvak kullanmaya itecek ehemmiyettedir.
Ayrıca zikir ve Kur'ân'm meleklerin gıdaları olduğu düşünülürse, Kur'ân okunduğunda melekler gelip dinleyeceklerdir. Misvaklı, güzel kokulu bir ağız onları memnun eder.
Misvağın ağız temizliğinde farklı bir yeri de olsa diş fırçası da ağız temizli­ğinde kullanılabilir. Asıl olan ağız temizliğidir.

1259. [2:428, Hadîs No: 2216]
tbni Amr (r.a.) rivayet ediyor:
Allah katında en büyük günah, kişinin, geçimi kendisine âit olan­ları ihmal etmesidir.[114]

1260. [2:430, Hadîs No: 2219]
Ebû Derdâ'dan (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz önünüzde sarp bir yokuş var. Onu yükü ağır olanlar aşa­mazlar.[115]

1261. [2:431, Hadîs No: 2221]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:
Ümmetim dalâlet üzere ittifak etmeyecektir. Siz bir ihtilaf gördü­ğünüzde sevad-ı azama tâbi olunuz.[116]

yuksel dedi ki...


Resûlullah bir hadislerinde, "Ümmetim 73 fırkaya bölünecektir. Bunların 72'si Cehennemde biri de Cennette olacaktır" buyurmuştur.
"Cennette olan kimdir ya Resûlallah?" diye sorduklarında da "Benim ve As­habımın yolunda olan"[117] cevabını vermişlerdir.
Zaman bu hadisi doğrulamış, tarih içerisinde İslâm ümmeti 73 kadar gruba ayrılmış, içlerinde Resûlullahm yolunu bütünüyle takip eden ise Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olmuştur. Diğer gruplardan hiçbiri onun kadar güç ve kuvvet kaza­namamış, birçoğu sönmek, yok olmak zorunda kalmış ve Resûlullahm yukarda-ki hadiste verdiği gaybt haberi doğrulamıştır. Kıyamete kadar da bu böyle de­vam edecektir.
Ehl-i Sünnetin bu derece kıymet ve kuvvet kazanmasının sebebi, Kur'ân'a ve Sünnet-i Seniyyeye olan bağlılığıdır. Aklını, içtihad gücünü sırf bu iki kay­naktan hüküm çıkarma yolunda kullanan Ehl-i Sünnet, ihlâs, iyi niyet ve gayret­leri sonucunda doğruyu, hakkı bulabilmiş ve bu hak etrafında da her devirde milyonların halkalanmasına sebep olmuştur.
Madem ki ümmet-i Muhammed dalâlet üzerine birleşmemekte, çoğunluğu ar­kasına alıp götürmekte, o halde "sevad-ı âzam" denilen bu büyük topluluğa tabi olmaktan başka çare yoktur.
Eh!-i Sünnet içinde de bir kısım İslâmî gruplar ortaya çıkacaktır. Bunlar ara­sında da en çok sadık ve en isabetli olanlar kervanı götürecek, ekseriyet onlar etrafında toplanacaktır. Bir ihtilaf esnasında yapılacak iş sadece ve sadece hakka taraftar olmak olmalıdır. Hiç şüphe edilmemelidir ki, er veya geç hakkın gücü kendini gösterecek, büyük halk çoğunluğu onların etrafında toplanacak, bayrağı birlikte götürecek, burca dikeceklerdir. Başka duygu ve düşüncelerle hareket ise, kişiyi yanıltmak ve zarara sokmaktan kurtarmaz.

1262. [2:431, Hadîs No: 2223]
Ibnı Ömer den (r.a.) rivayetle:
Bu ümmetin ilim deryası Abdullah bin Abbas'tır.[118]

yuksel dedi ki...


Hadîste "ilim deryası" olarak vasıflandırılan Abdullah bin Abbas, Peygambe­rimizin amcası Hz. Abbas'ın oğluydu. Teyzesi Hz. Meymûne de Peygamberimi­zin hanımlarındandı. Bu sebeple sık sık Resûlullahın evine gider, ondan ders alırdı. Çalışkanlığı ile, pratik zekâsıyla ve doğruluğuyla Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sevgisini kazanmıştı.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) onun âlim birisi olarak yetişmesi için gayret gösterir, her vesîleyle ona birşeyler öğretirdi.
Resûlullah vefat ettiğinde Hz. Abdullah 14, 15 yaşlarında bir gençti. Fakat Resûlullahtan aldığı dersler sayesinde Kur'ân ve hadis ilimlerinde bir derya ol­muştu. Bunda, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kendisini kucaklayıp, "Allah'ım, ona Kitabı, Kitabın tefsirini ve hikmeti öğret. Allah'ım, onu dinde ince anlayış sa­hibi kıl" şeklindeki mübarek dualarının hissesi vardır.
Diğer taraftan, Hz. Abdullah Peygamber Efendimizin (a.s.m.) vefatından son­ra âlim Sahabîlerden de ders aldı. Bu hususta yılmadan, usanmadan gayret gösterdi. Neticede ilmin en yüce mertebelerine çıktı, yaşının küçüklüğüne rağ­men büyük ilim meclislerine katıldı, en zor meseleleri halletti. Sahabîler arasın­da "Kur'ân tercümanı," "Hadis Denizi" ünvanlarıyla anıldı. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi Sahabîlerin ilmî danışmanlığını yaptı. Hz. Ömer kendisine sorulan zor meseleleri Hz. Abdullah bin Abbas'a havale eder, onun verdiği tatminkâr ce­vap karşısında memnuniyetini ifâde ederdi. Hattâ bir defasında, hiç kimseden tatminkâr bir cevap alamayan Yemenli bir zâtın Hz. Abdullah'tan doyurucu ce­vap alması üzerine Hz. Ömer çok sevinmiş ve "Şahitlik ederim ki, Abdullah, Pey­gamber Efendimizin (a.s.m.) "evinde yetişti" diyerek veciz bir şekilde memnuni­yetini ifâde etmişti. Şu hadise onun ilminin büyüklüğünü gösteren pekçok misâl­den bir tanesidir:
Yaşı küçük olmasına rağmen Hz. Ömer, Abdullah bin Abbas'ı da (r.a.) Bedir ehli ile birlikte ilim meclislerine alıyordu. Bir gün Abdurrahman bin Avf (r.a.), Onun yaşında oğullarımız olduğu halde sen bu delikanlıyı da bizim aramıza ka­tıyorsun" dedi.
Hz. Ömer, "Bu genç sizin bildiğiniz gibi değildir" dedi, Ve bir gün onlara Hz. Abdullah'daki ilmi göstermek için toplantı halinde iken onu da çağırdı. Sonra halka hitaben:
"Cenâb-ı Hak, 'Ey Muhammed, Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman ve in­sanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiğini gördüğün zaman, Rabbine hamd ederek Onu teşbih et ve Onun mağfiretini dile. Çünkü O tevbeleri çok kabul edendir' âyetleri ile neyi kastediyor" diye sordu.

yuksel dedi ki...

e neyi kastediyor" diye sordu.
Kimisi, Allah'ın yardımı ve zaferi gelince ona hamdetmemizi ve ondan gü­nahlarımızı bağışlamasını istememizi emrediyor" dedi. Kimisi hiç cevap verme­di, Kimisi de "Bilmiyoruz" dediler.
Bunun üzerine Hz. Ömer, Abdullah bin Abbas'a sordu. Hz. Abdullah şu ceva­bı verdi:
"Cenâb-ı Allah bu sûreyi indirmekle, Peygamberimizin (a.s.m.) artık vazifesi bitip bu dünyadan göç edeceğini haber veriyor. Yâni, 'Allah'ın yardımı ve zaferi gelip insanların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini ve Mekke'nin fethedildiğini gördüğünde artık senin görevin bitmiştir. Ölüme hazırlan' demek istiyor."
Onun cevabından memnun kalan Hz. Ömer, "Ben de bu sûreyi senin anladı­ğın gibi anlıyorum" dedi.
Pekçok hizmetlerde bulunan Hz. Abdullah, Hicretin 68. yılında vefat etti. Bu­rada onun ilim ve âlimle ilgili bir sözünü nakledelim; "Eğer ilim sahipleri ilmi hak­kıyla öğrenseler, ilimlerin gereğini yapsalardı, mutlaka Allah, melekler ve sâlih kimseler kendilerini severlerdi. İnsanlar da onlara saygı duyarlardı. Fakat âlim­ler ilimlerini dünya menfaati elde etmek için kullandılar. Bu sebeple, Allah kendi­lerine gazap etti. İnsanlar nazarında da küçük düştüler."

1263. [2:432, Hadîs No: 2225]
îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz ümmetimden öyle insanlar vardır ki, dinde bilgi sahibi olurlar, Kur'ân-ı Kerimi okurlar ve derler ki, "İdarecilere gidip dün­yalıklarından nasiplenelim. Dinimizi de onlardan gizli yaşayalım." Böyle birşey olamaz. Tıpkı diken bitkisinden dikenden başka meyve toplanmadığı gibi, onların yakınlığından da günahtan başka birşey toplanmaz. [119]

1264. [2:432, Hadîs No: 2226]
Velid bin Ukbe'den rivayetle:
Şüphesiz Cennette bir kısım insanlar Cehennem ehline yukarıdan bakarlar ve onlara şöyle derler: "Neden Cehenneme girdiniz? Allah'a yemin ederiz ki, biz ancak sizden öğrendiklerimizle Cennete girdik." Onlar, "Biz söylerdik ama, söylediklerimizi kendimiz yapmazdık" ce­vabını verirler.[120]

yuksel dedi ki...


1265. [2:433, Hadîs No: 2228]
Câbir (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:
Şüphesiz Cennet ehli orada yerler, içerler, fakat tükürmezler, kü­çük ve büyük abdest yapmazlar, sümkürmezler. Onların yedikleri ye­mekler bir geğirti ve kokusu misk kokusu gibi olan bir ter olarak çı­kar. Size nefes alıp vermeniz ilhamen öğretildiği gibi, onlara da Allah'ı teşbih ve hamdetme ilham edilir.[121]

1266. [2:435, Hadîs No: 2231]
Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle:
Cennette yüksek derece sahiplerini daha aşağıda olanlar sizin ufukta doğan yıldızı gördüğünüz gibi görürler. Şüphesiz Ebû Bekir ve Ömer de onlardandır ve daha da üstündürler.[122]

1267. [2:436, Hadîs No: 2234]
Büreyde (r.a.) rivayet ediyor:
Cennet ehli günde iki defa Allah'ın huzuruna çıkar. Aîlah onlara Kur'ân okur. Onlardan her biri amellerine göre orada inci, yakut, zümrüt, altın ve gümüşten minber üzerine otururlar. Gözleri hiçbir zaman bu kadar aydın olmamıştır. Bundan daha değerli ve güzel hiç­bir şey dinlememişlerdir. Sonra tekrarına kavuşmak ümidiyle ertesi günü bekler halde gözler aydınlatıcı diğer Cennet nimetlerinin yanı­na dönerler.[123]

1268. [2:437, Hadîs No: 2235]
Câbir'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle bu­yurmuşlardır.
Cennet ehli Cennette âlimlere muhtaç olacaklardır. Bu da şöyle olacaktır. Her Cuma günü Allah'ı ziyaret ettiklerinde Allah, "Diledi­ğinizi benden isteyin" buyuracak. Onlar âlimlere bakacaklar ve "Ne isteyelim?" diye soracaklar. Âlimler, "Şunu şunu isteyin" diyecekler. Onlar dünyada âlimlere muhtaç oldukları gibi Cennette de muhtaç olacaklar.[124]

1269. [2:437, Hadîs No: 2237]
Ebû Cüheyfe rivayet ediyor:
Şüphesiz bir ev halkı aralarında ne bir hür, ne bir köle veya câriye kalmaksızın peşpeşe Cehenneme düşerler. Bir ev halkı da aralarında hiçbir hür ve köle veya câriye kalmaksızın peşpeşe Cennete girecek­tir.[125]

yuksel dedi ki...


Nedir bu ev halkını Cehenneme sürükleyen yanlışlıklar? Ve niçin istisnasız hep birlikte Cehenneme gitmektedirler?
Hadis bize açıkça göstermektedir ki, bazı günahlar vardır ki bunlar ferdî ol­maktan çıkmış, o günaha birçokları ortak olmuşlardır. İster aynı günahı birlikte işlemiş olsunlar, isterse ayrı ayrı günah işlemiş, diğerleri de ses çıkarmamış ol­sunlar, neticede hep birlikte Cehenneme yuvarlanmaktadırlar. O aile âdeta gü­nah işlemekte anlaşmış, kenetleşmiş, işbirliği yapmışlardır. İşledikleri günahları hoş görmekte, birlikte işlemekte, birbirlerini sakındırma yoluna gitmemekte, ak­sine söz ve tavırlarıyla desteklemekte, teşvik etmektedirler. Aslında birbirlerini Cehenneme sürükler de farkında değillerdir.
Oysa ailede birisi, meselâ, içki, kumar, v.s. gibi dinin kesinlikle haram kıldığı günahlara meyletse, diğerleri buna engel olmaya çalışsalar, en azından îkaz vazifesini yapsalar, sorumluluktan kurtulurlar. Haramlara sessiz kalmak günah­tır. Onlara katılmak, aynı günaha ortak olmak ise daha büyük günahtır.
Cehenneme girenlerin aksine hürüyle, kölesiyle İslama sanlmış; bütün ben-likleriyle ona teslim olmuş, birbirlerini teşvik etmekte ve desteklemekteler. Küçügünden büyüğüne hep birlikte meselâ namazlarını kılıyor, oruçlarını tutuyor, ha­ramlardan şiddetle kaçınıyor, birbirlerine iyiliği, iyi yolu gösteriyor, buna teşvik ediyorlar. Hiç şüphesiz böyle bir aile daha dünyadayken Cennet hayatı yaşama­ya başlamış demektir. İslama sarılan bu aile, dünyada bir ölçüde tadını aldıkları Cennet hayatını ebediyete dek daha geniş ve ayrıntılı bir şekilde yaşamak için topyekün Cennete gireceklerdir.

1270. [2:439, Hadîs No: 2241]
İbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Bir ev halkı birbirlerine iyilik ve ikramda bulunduğunda Allah üzerlerine rızık akıtır ve Allah'ın himayesinde olurlar.[126]

1271. [2:439, Hadîs No: 2242]
îbni Ömer (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:
Gök ehli yer ahalisinden ezan sesinden başka birşey işitmezler.[127]

yuksel dedi ki...


1272. [2:439, Hadîs No: 2243]
Ebû Satd (r.a.) rivayetle;
Cennet ehli hanımlarıyia cinsî münasebette bulunduklarında ka­dınlar yeniden bakire olurlar.[128]

1273. [2:441, Hadîs No: 2247]
Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:
İslâmın en sağlam kulpu Alîah için sevmen, Allah için düşmanlık beslemendir[129].

1274. [2:441, Hadîs No: 2248]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
İnsanlar içerisinde Allah'ın rahmet ve bağışlamasına en lâyık kişi insanlara önce selâm verendir.[130]

1275. [2:441, Hadîs No: 2249]
îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
Kıyamet Gününde insanlar içerisinde bana en yakın olan bana en fazla salavat getirendir.[131]

1276. [2:442, Hadîs No: 2250]
îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:
Allah'ın öldükten sonra mü'mine ilk mükâfatı, cenazesine katılan­ların bağışlanmasıdır.[132]

1277. [2:443, Hadîs No: 2253]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kıyamet Günü kula hesabı ilk sorulacak nimet şudur: "Biz sana sıhhat vermedik mi? Ve sana kana kana soğuk su içirmedik mi?"[133]

yuksel dedi ki...


1277. [2:443, Hadîs No: 2253]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kıyamet Günü kula hesabı ilk sorulacak nimet şudur: "Biz sana sıhhat vermedik mi? Ve sana kana kana soğuk su içirmedik mi?"[133]

Sıhhatten söz açılsa, tartışmasız herkes önemini itiraf eder. Ne var ki sağlı­ğın kıymetini çoğu insan pek bilmez. Peygamberimiz de bir hadislerinde insan­ların iki şeyin kıymetini bilmediklerini anlatırken, bunlardan birinin boş vakit, di­ğerinin de sıhhat olduğunu bildirmişlerdir. Aydınlık karanlıkla bilindiği gibi sağlığın kıymeti de daha çok hastalanınca anlaşılır. Ama mühim olan hastalan­madan da onun kıymetini bilebilmektir, Yukardaki hadiste ilk hesabı sorulacak nimetin sıhhat olduğunun bildirilişi, pek önemsenmeyen bu büyük nimetin değe­rini bilmeye dikkat çekmek içindir.
Sağlığa dikkat edilmelidir. Çünkü sağlık hayatta herşey için gereklidir. İba­detler, maddî ve manevî her türlü faaliyetler onun sayesinde gerçekleşir. Sağlıktaki bir aksama, diğer görevlerde de aksamaları netice verir. Sonra sağlıklı bir vücutla yapılan görevler, hasta bir vücutla yapılan çförevlerden çok daha üstün­dür.
Her nimetin olduğu bahşedilen sağlık nimetinin de hakkını vermek, sorumlu­luklarını yerine getirmek zorunda olduğumuzu hatırdan çıkarmamalıyız. Sağlık­lı bir vücutla neler yapılmaz ki? Her şeyin en iyi ve en güzelini yapmak elimizde­dir. İbadetlerimiz, çalışmalarımız en mükemmel seviyeye sağlıkla ulaşır. Bunu yerine getirmemek ise şüphesiz insana büyük sorumluluklar yükler.
Hesabı sorulacak ilk şeylerden biri de kana kana içilen soğuk sudur. Birço­ğumuzun bolluğu sebebiyle pek değerini bilemediğimiz su nimetinin büyüklüğü, bilhassa susayınca anlaşılır. O anda verilen bir bardak soğuk su, dünyalara be­deldir. Bu kadar değerli bir nimetin, şükrü yerine getirilip getirilmediğinin hesabı sorulacaktır. Getirilmemişse cezası ağır olacaktır.

1278. [2:444, Hadîs No: 2257]
Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:
Kıyamete yakın bir zamanda öyle günler gelecek ki, o günlerde ce­halet inecek, ilim kalkacak, here çoğalacak. Herç, Öldürme demektir.[134]

yuksel dedi ki...


1279. [2:444, Hadîs No: 2258]
îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz Allah'ın yeryüzündeki evleri camilerdir. Camilere ibâdet için uğrayan kimselere ihsanda bulunmak Allah'ın üzerine bir hak­tır.[135]

1280. [2:446, Hadîs No: 2262]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Güzel ahlâk, güneşin kırağıyı erittiği gibi, günahları eritir.[136]

1281. [2:446, Hadîs No: 2264]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Ahde titizlikle vefa göstermek îmandandır.[137]

1282. [2:447, Hadîs No: 2266]
Muhammed bin Kâ'b'dan rivayetle:
Birbirinin sıkıntısından dolayı acı çekmesi mü'minler üzerine hak­tır. Tıpkı bedenin sıkıntısından başın acı çekmesi gibi.[138]

1283. [2:448, Hadîs No: 2267]
Sevban (r.a.) rivayet ediyor:
Benim Havzımm genişliği Aden'den Amman'a kadardır. Suyu süt­ten beyaz, baldan tatlıdır. Kadehleri yıldızlar sayısmcadır. Ondan bir defa içen bir daha ebediyyen susamaz.[139]

1284. [2:449, Hadîs No: 2270]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
En hayırlınız, başkasının hakkını en güzel şekilde ödeyendir.[140]

1285. [2:449, Hadîs No: 2271]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz kul, günahları Benden [Allah'tan] başka bağışlayacak kimsenin olmadığını bilerek, "Ey Rabbim, günahlarımı bağışla" dedi­ğinde bu Allah'ın hoşuna gider.[141]

yuksel dedi ki...


1286. [2:450, Hadîs No: 2273]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz Cebrail kalbime şöyle ilham etti: "Bir canlı ömür suresi­ni tamamlamadıkça ve rızkını tamamıyla almadıkça Ölmez. O halde Allah'tan korkun. Rızkı aramada güzel dayranin. Birinize rızkının gelmekte gecikmesi onu Allah'ın emirlerini ve yasaklarını çiğneyerek aramaya sevk etmesin. Şüphesiz Allah'ın yanındaki nimetlere ancak ona itaatla erişilir.[142]

1287. [2:452, Hadîs No: 2277]
Enes (r.a) rivayet ediyor:
Şüphesiz Subhanallah, Elhamdülillah ve Allâhü ekber kelimeleri ağacın yapraklarını döktüğü gibi günahları dökerler. [143] /

1288. [2:453, Hadîs No: 2279]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Kur'ân'ın bir sûresi vardır ki, otuz âyettir. Kişi için bağışlanıncaya kadar şefaat edecektir. O sûre, "Tebârekellezî biyedihi'1-mülk" diye başlayan Mülk Süresidir.[144]

1289. [2:452, Hadîs No: 2280]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihattır.[145]

Bir hadîslerinde Peygamberimizin "Seyahat edin ki sıhhat bulaşınız" buyur­duğunu görüyoruz. Seyahatin sağlık açısından olduğu kadar, bilgi, tecrübe, maddeten ve manen inkişaf noktasından da büyük faydalan vardır.
Mü'minin seyahati boş, mânâsız, gönül eğlendirme, sırf hoşça vakit geçirme, eğlenme cinsinden bir seyahat değildir. Gezdiği, gördüğü yerlerdeki her şahit ol­duğu, incelediği, araştırdığı hâdise büyük mânâlar ifade eder. Bütün bunlara mü'min ibretle bakar, tefekkür süzgecinden geçirir, bilgi ve tecrübe dağarcığını doldurur. Birçok yeni kişiyle tanışan toplum ve olayları müşahede eden mü'min ünsiyet perdesini de büyük ölçüde yırtmış olur, monotonluktan kurtulur, yenile­nir; şevk ve heyecanla dolar.
Mü'min seyahatinde sadece manen kazançlı olmakla kalmaz, bazan ticaret yaparak maddeten de kazanır.

yuksel dedi ki...

kazanır.
Daha bir sürü maddî ve manevî faydaları bulunan seyahatin mü'minin cihadı sayılması bu ve buna benzer hikmetleri sebebiyledir ki büyük bir önem taşır.
Ayrıca bu hadis-i şerif ümmet-i Muhammed'e seyahat gibi önemli bir ihtiyacı, cihadla karşılama yolunu da açmıştır. Yâni mü'min Allah yolunda cihada—bu maddî cihad da olabilir; manevî cihad da olabilir—yeri ve zamanı gelince girer, girmek zorunda kalır. Bu farz emri îfa ederken, bazan savunmada kalır, bazan da taarruza geçer. Bazan kilometrelerce mesafe katetmek, bazı şehir ve ülkele­re uğramak zorunda kalır. Bu bir ölçüde zorunlu seyahattir. Bir ölçüde sıkıntılı bir seyahattir, ama Allah yolunda hareket etmenin verdiği manevî huzur, hepsini izale edecek derecede büyüktür. Maddî ve manevî kazancı büyük böyle bir se-yahata mü'min hayatını ortaya koyacak kadar heveslidir. Her türlü fedakârlığı zevkle üstlenir.

1290. [2:453, Hadîs No: 2281]
Âişe'den (r.a.) rivayetle:
Ümmetimin en şerlileri Sahabîlerime karşı en cüretkâr olanları­dır.[146]

1291. [2:454, Hadîs No: 2284]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Kıyamet Günü Allah katında yeri en kötü olan insan, kötü ahlâ­kından dolayı insanların terkettikleri kimsedir[147].

1292. [2:455, Hadîs No: 2287]
Cerir'den rivayetle:
Ramazan ayı orucu gökle yer arasında asılı durur. Ancak fıtır sa-dakasiyla Allah'ın huzuruna yükseltilir.[148]

1293. [2:456, Hadîs No: 2291]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz günahları yazan sol taraftaki melek günah işleyen Müs-lümanın günahını yazmadan altı saat bekler. Bu müddet içerisinde pişmanlık duyup Allah'tan bağışlanmasını dilerse yazmaz. Bunu yapmazsa bir günah yazılır.[149]

yuksel dedi ki...

eltilir.[148]

1293. [2:456, Hadîs No: 2291]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz günahları yazan sol taraftaki melek günah işleyen Müs-lümanın günahını yazmadan altı saat bekler. Bu müddet içerisinde pişmanlık duyup Allah'tan bağışlanmasını dilerse yazmaz. Bunu yapmazsa bir günah yazılır.[149]

1294. [2:456, Hadîs No: 2293]
îbni Abbas't
an (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz gizli verilen sadaka Allah'ın gazabını dindirir. Akraba­larla iyi ilişkiler ömrü uzatır. İyiliklerin yapılması kötü ölümden ko­rur. "Lâ ilahe illallah" sözü kendisini söyleyen kimseden doksan do­kuz belâ çeşidini defeder. Ki, bunların en hafifi kaygı ve üzüntüdür.[150]

1295. [2:458, Hadîs No: 2296]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Cennetin dereceleri Kur'ân sûrelerinin âyetleri kadardır. Kur'ân'ı gereği gibi amel ederek okuyan kimse Cennete girince onun derecesi­nin üzerinde hiç kimse bulunmaz.[151]

1296. [2:459, Hadîs No: 2298]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:
Büyük mükâfatlar büyük musibetlerin beraberindedir. Allah sev­diği kavmi musibetlere müptelâ eder. Buna sabır ve rızâ gösterenlere Allah'ın rızâsı, hoşnutsuzluk gösterenlere ise gazabı vardır.[152]

1297. [2:459, Hadîs No: 2299]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kendisinden faydalanılan bir ilim, Allah yolunda harcanan bir ha­zine gibidir.[153]

1298. [2:460, Hadîs No: 2300]
Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:
Allah'ın evleri olan cami benzeri yerleri maddeten ve manen îmar edenler Allah'ın has kullarıdır.[154]

yuksel dedi ki...


1299. [2:461, Hadîs No: 2306]
Ebû Saîd (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:
Şüphesiz Muhacirlerin fakirleri zenginlerinden beş yüz sene ka­dar evvel Cennete girecekler.[155]

1300. [2:462, Hadîs No: 2309]
îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
Fâtıma namusunu koruduğu için Allah da onu ve neslini Cehenne­me haram kıldı.[156]

1301. [2:463, Hadîs No: 2311]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Cuma gününde Öyle bir an vardır ki, Müslüman bir kul namaz kı­larken o anda Allah'tan hayırlı birşey dilerse, Allah onu mutlaka kendisine verir.[157]

yuksel dedi ki...



1302. [2:464, Hadîs No: 2312]
Sehl bin Sa'd (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:
Şüphesiz Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Oruç tutanlar Kıyamet Günü o kapıdan Cennete girecektir. Oradan onların dışında kimse girmez. "Oruçlular nerede?" diye seslenilir. Oruçlular kalkar o kapıdan girerler. Onlar girince kapı kapatılır, başka hiçkimse ora­dan girmez.[1]

1303. [2:464, Hadîs No: 2313]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır.
Cennette üzerinde zebercetten köşklerin bulunduğu yakuttan di­rekler vardır. Bu köşklerin kapıları açıktır. Parlak yıldızın ışık saçtı­ğı gibi ışık saçarlar. Buralarda Allah rızâsı için birbirini sevenler, Al­lah rızâsı için sohbet meclisi kuranlar ve Allah rızâsı için bir araya gelip yardıml aşanlar bulunacaklardır.[2]

1304. [2:465, Hadîs No: 2314]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Cennette dışarıdan içerisi, içeriden dışarısı görünen köşkler var­dır. Allah bu köşkleri yemek yediren, yumuşak söz söyleyen, oruca devam eden ve geceleyin insanlar uyurken kalkıp namaz kılanlar için hazırlamıştır.[3]

1305. [2:465, Hadîs No: 2315]
Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle:
Cennette yüz derece vardır. Bütün âlemler toplansa bir tanesi hepsini içine alır.[4]

1306. [2:466, Hadîs No: 2316]
Muâviye bin Hayde rivayet ediyor:
Cennette su denizi, bal denizi, süt denizi ve sarhoş etmeyen şarap denizi vardır. Daha sonra nehirler açılır.[5]

yuksel dedi ki...


1307. [2:467, Hadîs No: 2319]
Sehl bin Sa'd'dan (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz Cennette gözün görmediği, kulağın işitmediği ve hiç kim­senin hatırına gelmeyen nimetler vardır.[6]

1308. [2:468, Hadîs No: 2321]
Hz. Aişe (r.a.) rivayet ediyor:
Cennette büyük bir köşk vardır. îsmi "Dârü'l-ferahtır [sevinç köş­kü]." Buraya ancak çocukları sevindirenler girer.[7]

1309. [2:469, Hadîs No: 2323]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Cennette "Duha" denilen bir kapı vardır. Kıyamet Günü olduğun­da bir nida edici şöyle seslenir: "Kuşluk namazına devam edenler ne­rede? İşte kapınız budur. Allah'ın rahmetiyle buradan girin."[8]

1310. [2:469, Hadîs No: 2324]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Cennette büyük bir köşk vardır, ismi cömertler köşküdür.[9]

1311. [2:473, Hadîs No: 2336]
Kişi malı, hanımı ve çocuğuyla imtihan edilir.[10]

Hayat bir imtihandır. İnsan bu dünyada herşeyiyle ve her yönden imtihan edilmektedir. Hadiste bu imtihan vesilelerinin en önemlilerinden bir kaçı sayıl­makta, kişinin malı, hanımı ve çocuğuna dikkat çekilmektedir.
Kişi nasıl malla imtihan edilmektedir?
Mal şükür maksadıyla verilir. Malın gerektirdiği sorumlulukları yerine getiren kimse ona şükretmiş olur. Eğer malının şükrünü yerine getirmiyor, zekâtını ver­miyor, israf ediyor, haram yerlerde harcıyor, hayır hasenat yapmıyorsa o kişi mal imtihanını kaybetmiş demektir.

yuksel dedi ki...

anını kaybetmiş demektir.
Peki kişinin hanımı nasıl imtihan vesilesi olmaktadır?
Evin hanımı İslâm? ölçülere riâyet etmiyor, kocasına itaat etmemesi bir yana onu günahlara, haramlara sevk ediyor, israfa girmesine sebep oluyorsa kocası­nı maddeten ve manen tehlikeye sevk etmektedir. Günaha şevkte karısına ayak uyduran bir koca imtihanı kaybeder.
Bazı kadınlar görenek belâsı çevrelerinde gördüklerinin alınmasını isterler. İmkânları buna yetmeyen koca ise ya çalıp çırpar, ya da dilencilik eder. Bu onun için mânevi bir yıkımdır.
Çocuk da imtihan vesilesidir. Çocuklarına olan aşırı sevgilerinden anne ve baba onlara dokunmaz, kötü olan davranışlarına ses çıkarmazlarsa hem onları, hem de kendilerini zarara sokmuş olurlar. Eğer baba "Viran olası hanede evlad ü iyal var" düşüncesiyle geçim derdine düşer, helali haramı araştırmadan ha­ram yollara girerse imtihanı kaybeder. Oysa helal dairesinin geniş olduğunu dü­şünüp ona göre hareket eder ve ona göre bir geçim yolu ararsa imtihanı kaza­nır.
Kısaca söylemek gerekirse eğer mal, eş ve evlad kişiyi Allah yolundan alıko-yuyarsa hem bir fitne, hem de imtihanı kaybetmesine vesile olmuş olur. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) zamanında meydana gelen şu hadise bize bu konuda ışık tutar:
Mekke'de bazı kişiler Müslüman oimuş ve Medine'ye hicret eden Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) yanma gitmek istemişlerdi. Ancak eşleri ve çocukları buna en­gel olmak istemiş, hatta bir süre kalmalarını da sağlamışlardı. Buna rağmen Müslümanlar gittiler. Gördüler ki önceden gitmiş olan kardeşleri manen inkişaf etmiş, çok şeyler öğrenmişlerdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Rab-bimiz şöyle buyuruyordu: "Ey îman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan si­ze düşman olup sizi ibadetten alıkoymak ve günaha sevk etmek isteyenler var­dır; onlardan sakının. Fakat onları affeder, kusurlarına bakmaz, bağışlarsanız, muhakkak ki Allah da çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

yuksel dedi ki...

icidir.
"Mallarınız ve evlatlarınız sizin için ancak bir imtihandır. Asıl büyük mükâfat ise Allah katındadır"[11] âyeti açıkça bu imtihanı nazarımıza vermektedir.
Diğer bir rivayete göre âyetler, Avf bin Malik hakkında nazil olmuştu. O sava­şa gitmek istemiş, fakat ailesi ve çocukları, ayrılığına dayanamayız deyip ağla­yıp sızfamışlardı. O da onları kırmamak maksadıyla cihada katılmamış, fakat hatası için de oldukça pişman olmuştu. Bunun üzerine yukarıdaki âyetler gön­derilerek eşlerin, çocukların insanı Allah yolundan alıkoymaması gerektiğine dikkat çekilmişti.

1312. [2:474, Hadîs No: 2340]
Huzeyfe'den (r.a.) rivayetle:
Namuslu kadına iftira atmak yüz senelik ameli mahveder.[12]

1313. [2:476, Hadîs No: 2345]
Said bin Zeyd (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz benim ağzımdan yalan konuşmak her hangi birisinin ağ­zından yalan konuşmaya benzemez. Kim benim ağzımdan bilerek ya­lan konuşursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.[13]

1314. [2:477, Hadîs No: 2349]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Allah'ın öyle kullan vardır ki, insanları ferasetleriyle tanırlar.
İnsan bazı konuları veya kişileri zaman zaman uzun bilgi ve tecrübeler sonu­cunda kavrar, onlar hakkında bilgi ve kanaat sahibi olur. Tabii bu kişiden kişiye göre değişir. Bazı insanlar ise bunu daha sür'atli yapar, hızla kavrarlar. İşte kişi ve olayları bir nevi önsezi veya manevî bir kuvvetle çabucak kavrama ve anla­ma bir feraset işidir. Feraset bir Allah vergisidir. îman inkişaf eîîikçe feraset de gelişir ve mü'min meseleleri ve hadiseleri çabuk anlar, yorumlar. Kolay kolay ya­nılma imkânı olmaz. Bir gün Hz. Osman'ın huzuruna bir adam gelmişti. Ona, "Gözünden günah tütüyor" deyince adam itiraf etti: "Gelirken bir kadına bakmış­tım." Bu Örnek de göstermektedir ki, mü'min ferasetiyle meseleleri çabucak kav­rar. Bir hadiste de, "Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nuruyla ba­kar" buyurulmuştur.

yuksel dedi ki...

muştur.
Bu feraset âmî ve cahil de olsa her mü'minde bulunur. Öyle ki karşılaştığı hadisenin durumuna göre hoş karşılanacak, sevilecek birşeyse hoş görür, sem­pati duyar. Eğer zararlı ve kötü bir şeyse aklı anlamasa da kalbi soğuk görür, manen nefret eder.

1315. [2:478, Hadîs No: 2352]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın insanlara faydalı olmaları için Özellikle nimet verdiği top­luluklar vardır. Onlar bu nimetlerden verdikleri sürece Allah o nime­tini onlarda bırakır. Esirgedikleri zaman ise Allah onlardan alır, baş­kalarına verir.[14]

1316. [2:479, Hadîs No: 2355]
İbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz Allah'ın yeryüzünde dolaşan melekleri vardır. Ümme­timden gelen selâmları bana ulaştırırlar.[15]

1317. [2:480, Hadîs No: 2358]
Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:
^ Allah'ın her namaz vaktinde şöyle seslenen bir meleği vardır: "Ey Ademoğulları! Kendi elinizle tutuşturduğunuz sizi yakacak olan ate­şi namazla söndürmek için kalkınız."[16]

1318. [2:481, Hadîs No: 2360]
ibniAbbas (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın Öyle bir meleği vardır ki, ona ''Yedi gök ve yeri tek bir lok­mada yut" dense yutabilir. Onun yaptığı teşbih şudur: "Sen her yerde noksan sıfatlardan münezzehsin"[17]

1319. [2:481, Hadîs No: 2361]
Üsâme bin Zeyd'den (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz ki, Allah'ın aldığı da Onundur, verdiği de. Herşey Onun yanında herşey için belli bir ömür süresi tayin edilmiştir.[18]

yuksel dedi ki...

rşey için belli bir ömür süresi tayin edilmiştir.[18]

1320. [2:483, Hadîs No: 2367]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz ki, Allah'ın doksandokuz ismi vardır. Onları mânâlarım anlayıp inanarak ezberleyip okuyan Cennete girer. Bu isimler şun­lardır:
O kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır, Er-Rahman, Er-Rahim, El-Melik, El-Kuddûs, Es-Seîâm, El-Mü'min, El-Müheymin, El-Aziz, El-Cebbar, El-Mütekebbir, El-Hâlık, El-Bâri, El-Musavvir, El-Gaffar, El-Kahhar, El-Vehhab, Er-Rezzâk, El-Fettah, El-Alîm, El-Kâbıd, El-Bâsıd, El-Hâfıd, Er-Rafi', El-Muiz, El-Muzil, Es-Sem'i, El-Basîr, El-Hakem, El-Adl, El-Latif, El-Habîr, El-Halim, El-Azîm, El-Gafûr, Eş-Şekûr, El-Aliyy, El-Kebîr, El-Hafîz, El-Mukîd, El-Hasîb, El-Celîl, El-Kerîm, Er-Rakîb, El-Mucîb, El-Vâsi', El-Hakîm, El-Vedûd, El-Mecîd, El-Bâis, Eş-Şehîd, El-Hak, El-Vekîl, El-Kavî, EI-Metîn, El-Veliyy, El-Hamîd, El-Muhsî, El-Mübdi1, El-Muîd, El-Muh-yî, El-Mümît, El-Hayy, El-Kayyûm, El-Vâdd, El-Mâcid, El-Vâhid, Es-Samed, El-Kâdir, El-Muktedir, El-Mukaddim, El-Muahhir, El-Evvel, El-Âhir, Ez-Zâhir, El-Bâtm, El-Vâli, El-Müteâlî, El-Berr, Et-Tevvâb, El-Muntakim, El-Afuw, Er-Rauf, Mâliku 1-Mülk, Zü'1-Celâl-i
ve'1-îkram, El-Muksid, El-Câmi1, El-Ganî, El-Mugnî, El-Mani1, Ed-Dâr, Eri-Nâfi1, En-Nûr, El-Hâdi, El-Bedi', El-Bâkî, El-Vâris, Er-Râşid, Es-Sabûr:[19]

Bir âyet-i kerimede "En güzel isimler Allah'ındır. Allah'tan bu isimlerle isteyi­niz" Duyurulur.[20] Bu âyet, Cenâb-ı Hakkın birçok isimlerinin bulunduğuna işaret eder. Her birisi güzel ve yüce mânâlar ifâde eden bu isimlere, "En güzel isimler" mânâsına "Esmâü'l-Hüsnâ denir. Yukarıdaki hadiste bunlardan bâzıları sayıl­maktadır.

yuksel dedi ki...


Cenâb-ı Hakkın isimlerinin tamamı kesin olarak bilinmemektedir. Bâzı âlim­ler Esmâü'l-Hüsnânın bin kadar olduğunu belirtirler. Nitekim Peygamberimiz Cevşenü't-Kebir isimli duasında Rabbine binbir isim ve sıfatıyla niyaz eder. Bâ­zı âlimler Rabbimizin güzel isimlerinin dört bini bulduğu kanaatindedirler. Bu isimlerin çoğunu sadece Cenabı Hak bilir. Bir kısmını melekler, bir kısmını me­leklerle birlikte peygamberler ve peygamberlerin bildirdiği kadarıyla da insanlar bilirler.
Peygamberimiz bâzı hadislerinde Esmâü'l-Hüsnânın faziletini sayar. İzahını yaptığımız hadis bunlardan birisidir. Hadisteki müjdede kastedilen, bu isimlen mânâ ve tecellîlerini düşünmeden ezberlemek değildir. Bu yüce ilâhî isimlerin içinde bulunan ve taşımış oldukları ulvî mânâları düşünüp, kâinat yüzündeki te­cellî ve akislerini tefekkür etmek gerekir. Meselâ kişi, Allah'ın Rezzâk, yani rızık verici olduğunu bilip düşünmeli, rızık için endişeye kapılmamalıdır. Rızkını he­lâlinden aramalı, tok gözlü olmalıdır. Cenâb-ı Hakkın sadece kendisine ve di­ğer insanlara değil, en küçük mikroptan file kadar, parmak kadar balıktan, ton­larca ağırlıktaki balinalara kadar, bir çiçekten .koca çınar ağaçlarına kadar milyarlarca canlının rızıklarını, hiç şaşırmadan, ihmâl etmeden, en güzel şekil­de ihsan ettiğini düşünüp tefekkür etmek, Rezzâk ismini okumanın bir yönüdür. Hadîste sayılan doksan dokuz ismin mânâları şöyledir:
1. Allah: Her türlü eksiklik ve noksanlıklardan uzak, bütün kemâl sıfatlarını taşıyan, en güzel isim ve sıfatların sahibi ve yegâne hak mabûd.
2. Er-Rahman: Şefkat ve merhametinin eserleriyle bütün kâinatı dolduran, Cennet bir cilvesi, ebedî saadet bir parıltısı, dünyadaki bütün rızık ve nimetler birer damlası olan, mü'min kâfir ayırd etmeksizin bu dünyada herkese nimetler veren.
3. Er-Rahîm: Rahmeti herşeyi kuşatan, kâinattaki bütün nimet ve ihsanlar af ve rahmet, şefkat ve merhamet Kendi eseri olan ve âhirette mü'minlere sonsuz nimetler ihsan edecek olan.
4. El-Melik: Ferşten Arşa, yerde

yuksel dedi ki...

nlere sonsuz nimetler ihsan edecek olan.
4. El-Melik: Ferşten Arşa, yerden göğe, atomlardan yıldızlara ve ezelden ebede kadar herbir varlığın sahibi ve idarecisi olan. Mülk ve saltanat en yüksek mertebesiyle sadece Kendisine âit olan.
5. El-Kuddûs: Bütün noksanlıklardan uzak ve temiz; dalâlet ehlinin Kendisi hakkındaki her türlü asılsız düşüncelerinden uzak; kâinattaki bütün eksiklik ve kusurlardan münezzeh olan; kâinatı bütün varlıklarıyla temizleyen, güzelleştiren ve bütün yaratıkların tesbihatlan kudsi isimlerine bakan.
6. Es-Selâm: Her türlü kusur, acizlik, noksanlık ve başkalarının kendisine kusur, noksan ve zarar vermesinden sonsuz derecede uzak ve emin bulunan. Yaratıklarına huzur ve emniyet bahşeden.
7. El-Mü'min: Muhafaza ve himayesiyle her korkuyu gideren, her tehlike ve felâketten kurtuluş ve güven veren.
8. El-Müheymin: Bütün yaratıkları her türlü hal, hareket ve davranışlarında görüp gözeten; herşey denetim ve koruyuculuğu altında bulunan.
9. El-Azîz: İzzet, kudret ve bütün kudsî sıfatlarıyla acizlik ve kusurlardan uzak olan. Bütün varlıkları acizlik, zayıflık ve tezellül içerisinde Kendisine boyun eğdiren. Mutlak galip, karşı konulamayan güç sahibi.
10. El-Cebbar: Sonsuz ve sınırsız büyüklük ve kudret sahibi olan; bütün varlıklar bütün yönleriyle doğrudan doğruya kudretine bakan ve emrine boyun eğen; hiçbir şey hiçbir cihetle mutlak kudretine karşı koyamayan.
11. El-Mütekebbir: Yaratıkların bütün sıfatlarından sonsuz derecede yük­sek olan; varlıklar dünyasında büyüklüğünü gösteren; Kendini Zâtına lâyık sı­fatlarla tanıtan.
12. El-Halık: Bütün yaratıkları takdirine uygun olarak gerekli şartlarla birlikte yaratan.
13. El-Bâri: Her bir varlığı be

yuksel dedi ki...

tan.
13. El-Bâri: Her bir varlığı belli ve farklı suretleriyle modelsiz ve benzersiz yaratan.
14. El-Musavvir: Herbir yaratığa titizlik ve maharetle sanatlı bir şekilde farklı suretler giydirerek sanatının güzellik ve mükemmellikleri gösteren.
15. El-Gaffar: Sonsuz rahmet, fazi ve keremiyle kullarının günahlarını çokça bağışlayıp silen.
16. El-Kahhar: Bütün varlıkları emir ve iradesi altında bulunduran. Hiçbir şey, hükmü altında zerrece haddinden tecâvüz edemeyen. Hiç kimse hükmün­den kaçıp kurtulamayan. İnsanlık âleminde devamlı celâl silleleriyle izzet ve azametini gösteren.
17. El-Vehhab: Sayı ve hesaba sığmaz çeşit çeşit nimetleri, türlü türlü rah­met hediyelerini her varlığa lâyık olduğu şekilde, her an ve karşılıksız olarak ih­san eden.
16 El-Kahhar:
18. Er-Rezzâk: Herbir yaratığın rızıklarını ayrı ayrı, tam bir ölçü, intizam, rahmet ve hikmetle aksatmaksızın vakti vaktinde veren.
19. El-Fettah: Basit basit maddelerden yarattığı sayısız ve mükemmel var­lıkların ve türlü türlü canlıların suretlerini ayrı ayrı, muntazam bir tarzda veren, her birisine lâyık ve farklı birer şekil giydiren.
20. El-Alîm: Ezelden ebede herşeyi bütün yönleriyle, hiçbir şey hiçbir şekil­de hiçbir zaman ilminden gizlenemeyen.
21. El-Kâbıd: Başta ruh, kalb ve nefisler olmak üzere bütün varlıkları bütün halleriyle kudret elinde tutan; maddî, manevî bütün darlık ve sıkıntılar sadece iradesiyle gerçekleşen. Dilediğinin maddî ve manevî rızkını daraltan, canlıların ruhlarını alan.
22. El-Bâsıt: Bütün zaman, mekân ve varlıklarda, ilim, yaratma, cisim ve n-zık gibi her işteki genişlik, ferahlık ve bolluk yalnız Onun rahmet ve iradesiyle meydana gelen. Maddî ve manevî rızıkları çoğaltan.

yuksel dedi ki...

î ve manevî rızkını daraltan, canlıların ruhlarını alan.
22. El-Bâsıt: Bütün zaman, mekân ve varlıklarda, ilim, yaratma, cisim ve n-zık gibi her işteki genişlik, ferahlık ve bolluk yalnız Onun rahmet ve iradesiyle meydana gelen. Maddî ve manevî rızıkları çoğaltan.
23. El-Hâfıd: İnançsızları ve emrine muhalefet edenleri alçaltan, zelil kılan.
24. Er-Rafi': İnananları ve emrine itaat edenleri yükselten; maddî manevî her türlü rütbe irâdesinin elinde olan ve istediğini bu rütbelere yükselten.
25. El-Muizz: Bütün izzet doğrudan doğruya irâdesine bağlı olan; dilediğini dilediği şekilde aziz kılan.
26. El-Muzül: İzzet gibi zillet de bütünüyle irâdesine bakan; dilediğini müstehak olduğu şekilde zillete düşüren.
27. Es-Semr: Ezelden ebede varlıkların bütün seslerini biri diğerine engel olmaksızın işiten; kâinattaki bütün ses ve işitmeler Onun herşeyi kuşatan işitme sıfatının tecellîleri olan.
28. El-Basîr: Gizli ve açık herşeyi her haliyle çok iyi gören, sonsuz kudret ve hikmetiyle her canlıya lâyık gözü ve görme kabiliyetini ihsan eden.
29: El-Hakem: Varlıklar dünyasında ve haklı ile haksız arasında hiçbir ada­letsizliğe, yanlışlığa ve itiraza yer bırakmayacak şekilde hükmeden.
30: El-Adl: Zerreden kürelere kadar kâinatı bütün varlıklarıyla birlikte ölçü altına alıp dengeleyen; canlı cansız herşeye en güzel ve en uygun vaziyeti ve­ren; her varlığa lâyık olduğu ölçüde varlığını devam ettirme hakkı vermekle sonsuz adaletini gösteren; emrine itaat edenleri mükâfatlandırırken, haddini aşanları dizginleyen ve hak ettikleri cezayı veren; haşrin büyük mahkemesinde ise mutlak adaletini en geniş ve en mükemmel tarzda gösteren.
31. El-Latif: Varlıkiarı en nâzik incelikler ve nazenin güzellikler içinde yara­tan, herbir canlıya lütufkarlıkla ihsan ve ikramlarda bulunan; sonsuz ilmiyle eş­yanın bütün inceliklerine nüfuz eden.
32. El-Habîr: Göklerde ve yerde, görünen ve görünmeyen âlemlerde en gizli sırtardan, en saklı şeylerden haberdar olan. İlminin dışında hiçbir şey bulunma­yan; her şeyin gizli açık, küçük büyük her halini bilen.

yuksel dedi ki...

bilen.
33. El-Halîm: Günah ve isyanlarına rağmen kullarını hemen cezalandırma-yıp onlar için tevbe ve ümit kapılarını açık bırakan; onları sonsuz rahmet ve ke-remiyle nzıklandırmaya devam eden.
34. El-Azîm: Bütün varlıkları her hallerinde kudret ve hâkimiyetiyle çekip çe-vjren, en küçük zerreden Arş-ı Azama kadar herşeyi sınırsız isim ve sıfatlarının tecellileriyle kuşatan.
35. El-Gafûr: Sonsuz rahmetiyle dilediğinde küçük büyük bütün günahları bağışlayan
36. Eş-Şekûr: Bütün kullarının bütün şükür ve sâlih amellerinden haberdar olan, şükredenlerin nimetlerini arttıran; en küçüğünü dahi zayi etmeksizin bütün iyiliklere bol bol sevaplar ihsan eden.
37. El-Aliyy: Zât, sıfat ve isimleriyle her türlü kusur ve noksandan uzak, mümkün ve düşünülebilecek ve tasavvur edilebilecek her türlü derece ve merte­belerin üstünde olan.
38. EI-Kebîr: Sınırsız isim ve sıfatlarıyla ilmimizi aşan sonsuz büyüklük sa­hibi olan.
39. El-Hafîz: Bütün varlıkların her türlü davranış, hal ve hareketlerini kayde­den; milyonları aşan canlı türlerinin nesillerini, tohum ve nutfelerinde muhafaza edip devam ettiren; İnsanların bütün yaptıklarını sorgulama için inceden inceye dikkatle kaydeden; bütün varlıkları devamlı gözetimi altında tutan; onları heı türlü zarar ve kötülüklerden koruyan.
40. El-Mukît: Herşeye gücü yeten, herşeyi lâyıkıyla gözeten, iyiyi iyiliğinden kötüyü de kötülüğünden derecesine göre hissedar eden; maddî ve manevî heı türlü rızkı veren.
41. El-Hasîb: Bütün mevcudatın bütün amellerinin muhasebesini yapıp, neti cesini hıfz eden; sonsuz acizlik ve hadsiz düşmanlara karşı mahlukâtın imdadı na kudret ve rahmetiyle yetişen. Onlara her zaman, her ihtiyaçlarında kâfi bi vekil olan.
42. El-Celîl: Bütün celâl sıfatlarıyla sıfatlanmış olan; en geniş dairelerde^ varlıkların türleri üzerinde icraat ve tecelliyatlarıyla rubûbiyetinin ihtişamını gös teren; birliğini ve yüce zâtına lâyık muhteşem sıfatlarını bildiren.
43. EI-Kerîm: Bütün zîhayatları binler i

yuksel dedi ki...

ına lâyık muhteşem sıfatlarını bildiren.
43. EI-Kerîm: Bütün zîhayatları binler işteha. duygu, âlet ve organlarla dona tıp süsleyen; sonsuz rahmet hazinelerinin süslü ve tatlı nimetlerini karşılık bek lemeden önlerine seren. Sonsuz keremi, yarattığı bütün sanatlı mahlukât üze rindeki tezyinat ve bunların terbiyelerindeki dikkat ve titizlikle açıkça görünen.
44. Er-Rakîb: Mahlukâtın hareket, davranış, hal ve işlerini devamlı kontrol ve gözetimi altında tutan, bunları kaydeden.
45. El-Mucîb: Bütün varlıkların hal ve dil İle yardım istemelerine ve duaları­na tam bir hikmet, rahmet ve inayetle dâima cevap veren. Darda ve sıkıntıda olanların imdadına koşan.
46. El-Vâsi': Kudret, rahmet, bağışlama, iş ve fiilleri, tecellî ve tasarrufları, sıfat ve isimlen, bütün varlıkları içine alacak kadar geniş olan. Kullarına bol bol nimetler veren.
47. El-Hakîm: Herşeyi en kısa yoldan, en faydalı, en kolay ve en güze! bir şekilde yaratan. Boş iş yapmayan, herbir şeyde sayısız faydalar gözeten, ve bunu yaratıkları üzerinde tecellileriyle gösteren.
48. El-Vedûd: Cemâlini, isimlerini ve bunların tecellîleri olan mahlukâtının güzelliklerini çok seven; rahmetinin güzel meyveleriyle söz ve fiilleriyle kendini yaratıklarına sevdiren.
49. El-Mecîd: Zât ve sıfatı herşeyden yüce, şan ve şerefi herşeyin üstünde, lütuf ve keremiyle herşeyden üstün, her türlü yüceltmeye nihayet derecede lâyık olan.
50. El-Bâis: Şuur sahibi yaratıklarına elçiler göndererek emir ve yasaklarını bildiren; sayısız insan, hayvan ve bitkileri hayat sahnesine çıkaran; haşirde bü­tün ölüleri tek bir emirle diriltip kabirlerinden çıkaran ve onları yüce huzurunda toplayan.
51. Eş-Şehîd: Bütün varlıkları her an müşâhadesi altında bulunduran; varlık ve birliğine, elçilerinin ve kitaplarının hak olduğuna, konuşması, fiilleri ve eserle­riyle bizzat şahitlik eden.
52. El-Hakk: Varlığı gerçek olan ve hiç değişmeyen, ibâdete lâyık ve her hakkın sahibi olan.

yuksel dedi ki...

e her hakkın sahibi olan.
53. El-Vekîl: Bütün varlıkları bütün halleriyle idare eden, bütün ihtiyaçlarını karşılayan, bütün hal ve davranışlarını bilen ve gözeten; kendisine tevekkül edenlerin herşeyine kâfi gelen.
54. El-Kaviyy: Kuvveti bütün kâinata hâkim ve bütün eşyayı zapteden ve bütün varlıkları hükmü altına alan.
55. El-Metîn: Herşeye tam bir teslimiyetle boyun eğdiren; hiçbir fiilinde hiçbir güçlükle karşılaşmayan; hiçbir varlık, vasıta ve cisim fiillerine hiçbir cihetle en­gel olmayan.
56. El-Veliyy: Varlıkların bütün işlerini ve ihtiyaçlarını üzerine alan, bütün yardımlar ve muvaffakiyetler kendisinden gelen, Kendisine îman ile bağlananla­rı her zaman yardım, himaye ve yakın dostluğuyla koruyup gözeten.
57. EI-Hamîd: Zâtındaki sonsuz kemalâtıyla her hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyık olan; ezelden ebede kâinattaki bütün nimet ve ihsanlar karşılı­ğında, hal ve dil iie her kimden her kim için yapılırsa yapılsın sayısız hamd, şü­kür ve övgüler yalnızca kendisine âit olan.
58. El-Muhsî: İlmiyle maddî ve manevî bütün herşeyi kuşatan; ne zâtı ve ne de ilmi hiçbir şekilde ihata edilemeyen. Bildirdikleri dışında hiçbir şey bilineme­yen; dünyada kullarının küçük büyük bütün yaptıklarını bilen ve mahşerde sa­yıp dökecek olan.
59. El-Mübdi': Kudret ve iradesiyle varlıklara ilk yaratılışlarında yoktan, hiç­ten vücut veren, onlara gerekli olan şeyleri de hiçten icad edip ellerine veren.
60. El-Muîd: Ölmüş ve dağılmış sayısız canlıları her baharda ilk yaratılışla­rında olduğu gibi yeniden diriltip inşâ eden; gönderdiği rızıklarla varlıkların mevcudiyetini her an tazeleyen; mahşerde ise bu ismin azamî derecede tecellî-siyle bütün varlıkları oraya uygun bir tarzda yeniden yaratan.
61. El-Muhyî: Cansız maddelerden canlı maddeler yaratan, hayatı veren ve onu rızıkla devam ettiren; hayat için gerekli olan şartları hazırlayan; bütün canlı­ları perdesiz, vasıtasız olarak kudretiyle ihya eden ve ölüleri dirilten; manen ölü kalpleri îmanla hayatlandıran; kışta ölen sayısız canlıları baharda yeniden diril­ten.
62. El-Mümît: Ölümü veren, ha

yuksel dedi ki...

en diril­ten.
62. El-Mümît: Ölümü veren, hayat vazifesinden terhis eden, kullarını fâni dünyadan baki âleme götüren, kulluğun külfetinden azâd eden.
63. El-Hayy: Sonsuz mükemmellikteki hayat Zâtının sıfatı olan; Zâtı bu sı­fattan ayrı düşünülemeyen; hayatı, daimî, ezelî ve ebedî olup ölme ve yok olma gibi arızalardan uzak bulunan; kâinattaki bütün hayat izleri ve canlı fertler üze­rinde taklid edilmez mühürleri bulunan.
64. El-Kayyûm: Varlığı için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan, bizatihi varlıkta kaiabilen; fakat bütün eşya onun iradesi ve yaratmasıyla varlıklarını sürdüren ve vücutta kalan. Zerreler ordusundan yıldızlar ordusuna kadar bütün varlıkları hassas bir denge ve ölçü ile ayakta tutan ve önemli vazifelerde çalıştıran.
65. El-Vâcid: istediği herşeyi bulabilen, elinden hiçbir şey kaçmayan, son­suz derecede varlıklı olan.
66. El-Mâcid: Zâtı, sıfatlan ve isimleri, izzet ve azametin şan ve şerefin son mertebesinde bulunan.
67. El-Vâhid: Zât, sıfat ve isimlerinde bir olan, eşi bulunmayan; taklid edil­mez imzalarla bütün varlıklarda tevhidin mühürlerini nakşeden; bir bütün olarak kâinattan birliği görünen; birliğinin tecetlisiyle kâinatı bir fabrika gibi çalıştırıp varlıkları o fabrikanın çarkları ve bir vücudun azaları gibi birlik, dayanışma ve bütünlük içerisinde birbirinin yardımına koşturan.
68. Es-Samed: Herşey her halinde kendisine muhtaç olan, kendisi ise hiçbir şeye muhtaç olmayan; bütün ihtiyaç ve dileklerde dergâhına başvurulan.
69. El-Kâdir: Gücü herşeye yeten, kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen; Zâ­tından ayrılmaz ve ezelî olan kudretine acizlik asla bulaşmayan.
70. El-Muktedir: Sonsuz ve sınırsız kudretine bütün varlıkları itirazsız itaat ettiren.
71. EI-Mukaddim: İstediğine, zaman ve mekân yönünden; maddî manevî yönden, şeref,ve rütbe bakımından öncelik veren.

yuksel dedi ki...


72. El-Muahhir: İstediğini zaman ve mekân yönünden; maddî manevî yön­den, şeref ve rütbe bakımından sona bırakan; herşeyi eceli gelinceye kadar er­teleyen; imtihan gereği genellikle kullarının cezasını hemen vermeyip âhiret gü­nüne bırakan.
73. El-Evvel: Başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve kudretine bağlı olan; herşeyin ilk hali ve aslı Onun ezelî ilminin düsturla-rıyla tanzim edilen.
74. El-Âhir: Sonu olmayan, herşeyden sonra varlığı devam eden; bütün var­lıkların neticesi kendisine bakan ve Ona dönecek olan; herşeyin son noktası, nesli, geleceği ve neticesi Onun emir ve kudretiyle tanzim edilen.
75. Ez-Zâhir: Varlık ve birliğinin delilleri herşeyde ap açık görünen; bütün varlıklar dış görünüşleriyle ve sanatlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şa­hitlik eden.
76. El-Bâtın: Herşeyin gerçek yüzüne vâkıf olan; herşeyin iç yüzü bilhassa canlıların vücut fabrikalarında işleyen binler mucizeli ve muntazam tezgâhlar ilim, kudret ve hikmetine şahitlik eden; şiddet-i zuhurundan, sınırsız büyüklü­ğünden ve zıddının olmayışından dolayı mahlukâtın gözünden gizlenen, ancak eserleriyle varlığını gösteren,
77. El-Vâli: Herşeyin dizginini elinde tutan, her işi sadece kendi elinde; var­lıkları idare, hâkimiyet ve tasarrufu altında bulunduran.
78. El-Müteâlî: Yüceliğinin sonu olmayan, her türlü noksanlıklardan uzak bu­lunan.
79. El-Berr: Dilediği kullarına kesintisiz iyilik ve ihsanda bulunan; nimet ve­ren.
80. Eî-Tevvâb: İsyanından dönen kullarının tevbelerini her zaman kabul eden; sevdiği kulunun günahla bağlantısını kesen ve tevbeye muvaffak kılan.
81. El-Muntakim: Emir ve yasaklarına karşı gelenleri, helâl dairenin dışına taşanları cezalandıran; din düşmanlarına, hakkı alçaltmak için çalışanları er ve­ya geç, hatır ve hayale gelmez felâketlerle perişan eden.
82. El-Afuvv: Günahları silen, çok affeden ve affetmeyi seven.
83. Er-Raûf: Rahmet ve şefkatiyle herbir canlının üzerinde titreyen; en gizli ve en küçük ihtiyaçlarına cevap veren; son derece merhamet ve şefkat sahibi.

yuksel dedi ki...

t ve şefkat sahibi.
84. Mâlikü'l-Mülk: Kâinatın, canlı, cansız; küçük büyük içindekilerin ezelden ebede tek gerçek sahibi ve mutlak hâkimi.
85. Zü'l-Celâl-i ve'l-İkram: Sonsuz büyüklük, azamet ve yüceliğiyle beraber, canlı mahlukâtına ihsan ve ikramlanyla iltifat eden.
86. El-Muksıt: Her fiil ve icraatında hak ve adaleti gözeten, adaletten ayrıl­mayan,
87. El-Câmi': Zât, sıfat, isim ve fiillerinde her türlü kemâli toplayan; en büyük mahlukâtindaki hikmet ve sanat numunelerini en küçüğüne de yerleştiren. Eser ve fiillerinde zıtları bir arada kullanarak büyüklüğünü gösteren; haşirde bütün mahlukâtı yüce divanında toplayan.
88. El-Ganî: Sonsuz zengin olan; hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiya­cı bulunmayan.
89. El-Muğnî: Bütün mevcudatın bütün ihtiyaçlarını tükenmez servet ve ha­zinelerinden karşılayan ve varlık sahibi her bir yaratığa servet ve zenginliği ih­san eden; kullarından dilediğini lütfü ile zengin kılan.
90. El-Mani': Varlıkları hadlerini aşmaktan ve saltanatına ortaklıktan men eden; zararlı ve tehlikeli sebepleri izni dışında yaratıklarına zarar vermekten alı­koyan; dilediğinden dilediği şeyi esirgeyen.
91. Ed-Dâr: Her türlü zarar elinde bulunan ve Onun izniyle var olan; bir hik­mete binâen zarar vermek istediği bir kimseden o zararı geri çevirecek Kendi­sinden başka hiç kimse bulunmayan.
92. En-Nâfi': Bütün hayır ve menfaat elinde bulunan; Onun kudretiyle var olan ve hayır murad ettiği kimseden o hayrı geri çevirecek Kendisinden başka kimse bulunmayan.
93. En-Nûr: Bütün kâinatı maddeten aydınlattığı gibi, kullarının hayat yolla­rını akıl nimetiyle, gönderdiği kitap ve peygamberlerle aydınlatan; mü'min kulla­rının kalplerini îman ile nurlandtran.
94. El-Hâdi: Her bir varlığı tam bir hikmetle yaratılış gayesine doğru ileten; dünyevî ve uhrevî her konuda bütün zarar ve menfaatleri gösterip doğru yola sevkeden; lâyık gördüğü kullarını hidâyete erdiren.

yuksel dedi ki...

e erdiren.
95. El-Bedi': Kâinatı hiçten, yoktan, taklitsiz, modelsiz ve benzersiz bir suret­te yaratan, onu binbir isminin sonsuz güzellikleriyle süsleyen
96. El-Bâki: Zât, sıfat ve isimleriyle dâimi olan; her türlü yokluk ve fânilikten münezzeh bulunan; Kendisine ölüm arız olmayan.
97. El-Vâris: Mülkün ezelî ve ebedî sahibi olan; Ondan başka herşey ölüm ve yokluğa mahkûm olan, yaratıklar öldükten sonra da varlığı devam eden ve herşey Kendisine dönecek olan.
98. Er-Raşîd: Hiçkimseye danışma ihtiyact duymadan, bizzat, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan en güzel şekilde ayırıp kullarına da bunu gösteren; kâinatı bütün varlıklarıyla istikâmet üzere hikmetle, en kısa ve en kolay yola sevkeden.
99. Es-Sabûr: Bütün âsilere lâyık oldukları cezayı vermeye her an gücü yet­tiği halde onları cezalandırmada acele etmeyen; sabırsızlıkla henüz zamanı gelmeyen bir işi yapmaya tevessü! etmeyen ve bütün sabırlıların sabrı onun yardım ve rahmetiyle var olan.

1321. [2:495, Hadîs No: 2371]
îbni Mes'ûd Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah'ın öyle kulları vardır ki, onları öldürülmekten korur, güzel ameller içerisinde ömürlerini uzatır. Rızıklarmı güzelce verir. Onları afiyetle yaşatır, ruhlarını yataklarında huzur içerisinde aldığı halde onlara şehitlerin makamını verir.[21]

1322. [2:498, Hadîs No: 2380]
Muhammed bin Abdullah bin Cahş (r.a.) rivayet ediyor:[22]

Hiç şüphesiz kadının yanında beyinin ayrı bir değeri vardır.
Kadın, annesini, babasın;, çocuklarını, kardeşlerini ve diğer akrabalarını se­ver. Fakat kadının yanında beyinin ap ayrı bir yeri vardır. Sayılan akrabalarının da iyi olmasını arzu eder, onlara bir musibetin gelmemesini ister, ama beyi hak­kındaki hassasiyeti daha fazladır. Nitekim Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu sözü söylemesine sebep olan hadisede de, bunu görüyoruz. Peygamber Efen­dimiz (a.s.m.) bu sözünü şu hâdise üzerine söylemişti:

yuksel dedi ki...

ine söylemişti:
Peygamberimizin halasının kızı ve baldızı Hamne binti Cahş (r.a.), Mus'ab bin Ümeyr ile (r.a.) evliydi. Birlikte Mes'ûd bir hayat yaşıyorlardı. Bir müddet sonra, Hz. Mus'ab, Uhud Savaşına çıkan orduya katıldı. Yapılan savaşta çok büyük kahramanlıklar gösterdi. Neticede de şehid edildi.
Bu arada Medine'de İslâm ordusunun mağlup düştüğü ve Peygamberimizin şehid edildiği haberi yayılmıştı. Bunu duyan kadınlar cepheye koştular. Bunla­rın arasında Hz. Mus'ab'ın hanımı Hamne bint-i Cahş da (r.a.) vardı. Bu hanım­lar Peygamberimizin hayatta olduğu haberini alınca çok sevindiler.
Uhud Savaşında Hz. Hamne'nin dayısı Hz. Hamza, kardeşi Abdullah bin Cahş (r.a.) ve beyi Mus'ab bin Ümeyr (r.a.) şehid düşmüştü. Bu haberi ona Pey­gamber Efendimiz (a.s.m.) vermek istedi. Hamne'yi gördüğünde, "Ey Hamne, sabret ve Allah'tan sevabını bekle" buyurdu. Hamne, "Kimin için sabredeyim yâ Resûlallah?" diye sordu. Peygamber Efendimiz, "Dayın Hamza için" buyurdu. Hamne kadere teslim olmuş birisiydi. "Bizler Allah'ın kullarıyız ve Ona dönece­ğiz. Allah onu bağışlasın ve rahmet etsin. Onu şehidlik sevabıyla sevindirsin ve müjdelesin" dedi.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tekrar, "Ey Hamne, sabret ve Allah'tan seva­bını bekle" buyurdu. Hamne, "Kimin için sabredeyim yâ Resûlallah?" diye sordu. Peygamber Efendimiz, "Kardeşin için" buyurdu. Hamne metanet ve tevekkül içe­risinde "Bizler Allah'ın kullarıyız ve Ona döneceğiz. Allah onu bağışlasın ve rah­met etsin. Onu şehidlik sevabıyla sevindirsin ve müjdelesin" dedi.
Peygamberimiz yine "Ey Hamne, sabret ve Allah'tan sevabını bekle" buyur­du. Hamne, "Kimin için sabredeyim yâ Resûlallah?" diye sordu. Resûlullah (a.s.m.), "Mus'ab bin Ümeyr için" buyurdu. O âna kadar sabır ve metanetini hiç bozmayan Hamne (r.a.) birden değişti. Yetim kalan çocuklarını düşündü. "Vay benim başıma gelenlere!" diye ağlamaya başladı. Bunun üzerine Peygamberi­miz şöyle buyurdu:
"Hiç şüphesiz kadının yanında beyinin ayrı bir değeri vardır. Hamne, dayısı­nın, kardeşinin ölümüne dayanabildi. Fakat kocasının vefatını duyunca metane­tini koruyamadı."
Hz. Hamne, kocası için aynı sabrı gösterememekle beraber, kadere itiraz da etmedi. Resûlullahın duâ ve tesellisiyle sakinleşti.

yuksel dedi ki...


Evet, kadının yanında beyinin ayrı bir yeri vardır. Bu sebeple annesi, babası ve sair akrabaları için beyini incitmesi uygun olmaz. Fakat bu, onları incitsin de­mek değildir. Onları da incitmemelidir.

1323. [2:498, Hadîs No: 2382]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Şeytanın sürmesi, yalama şekeri ve enfiyesi vardır. Yalama şekeri yalan söyletmektir, enfiyesi öfkelendirmektir. Sürmesi de uykuyu sevdirmektir.[23]

1324. [2:499, Hadîs No: 2383]
Nu'man bin Beşir'den (r.a.) rivayetle:
Şeytanın süsleri ve tuzakları vardır. Süs ve tuzaklarından bir kıs­mı şunlardır: Allah'ın verdiği nimetlerle şımarmak, Allah'ın ihsan et­tiği şeylerle övünmek, Allah'ın kullarına karşı büyüklük taslamak, Allah'ın rızasını bırakıp nefsinin gayr-i meşru isteklerine uymak.[24]

1325. [2:500, Hadîs No: 2385]
îbniAmr (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz oruçlu için iftar vaktinde geri çevrilmeyen bir duâ hakkı vardır.[25]

1326. [2:500, Hadîs No: 2386]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Allah'ın nimetlerini yiyip şükreden için oruç tutup sabredenin se­vabı kadar sevap vardır.[26]

1327. [2:501, Hadîs No: 2387]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz kabrin sıkması vardır. Ondan kurtulan biri olsaydı, Sa'd bin Muaz kurtulurdu.[27]

Mü'min olsun, kâfir olsun kabir her ölüyü sıkar. Kâinatın Efendisi, Peygam­ber Efendimiz {a.s.m.) bu hadislerinde kabir sıkmasından hiçkimsenin kurtula­mayacağını, eğer bundan kurtulabilen birisi olsaydı, bunun Sa'd bin Muaz (r.a.) olacağını bildirmektedir.

yuksel dedi ki...

edir.
Hz. Sa'd, Medineli Müslümanlar içerisinde Peygamber Efendimize (a.s.m.) en sevgili olma şerefini kazanan bahtiyar bir Sahabîdir. Bedir Savaşı ile ilgili isti­şarede yaptığı konuşma, Peygamber Efendimize (a.s.m.) bağlılığını göstermesi bakımından bir şaheserdir. Uhud ve Hendek savaşlarına da katılan Hz. Sa'd, Hendek Savaşından hemen sonra yapılan Benî Kurayza Savaşından sonra düşmanla yapılan müzekerelerde Yahudilerin teklifiyle hakem tayin edildi. Verdiği hükümle Peygamber Efendimizin (a.s.m.) takdirini kazandı. Biraz sonra da Hendek Savaşında aldığı yarası açıldı ve şehid oldu. Vefatı Peygamber Efendi­mizi (a.s.m.) çok üzdü, onun hakkında şöyle buyurdu:
"Sa'd'ın cenazesi üzerine Rahman'ın Arşı titremiştir," "Sa'd bin Muâz için da­ha önce yeryüzüne ayak basmamış yetmiş bin melek inmiştir."
Sa'd bin Muâz'tn (r.a.) cenazesi taşınırken münafıklar, "Ne de hafif bir cena­ze" diyerek afaya almışlardı. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bunu duyduğunda, "Onun cenazesini melekler taşıyordu" buyurdu.
İşte Sa'd bin Muâz (r.a.) böylesine faziletli birisiydi. Buna rağmen Peygam­ber Efendimiz (a.s.m.) kabrin onu dahi sıkacağını ifâde etmektedir. Fakat mü'-, mini sıkması şefkatli bir annenin sıkması gibidir. Hiçbir korku vermez. Kâfiri ise, şiddetle sıkar, kemiklerini birbirine geçirir.

1328. [2:501, Hadîs No: 2389]
Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır.
Kalbler tıpkı demir gibi paslanır. Cilası ise istiğfardır.[28]

yuksel dedi ki...


1329. [2:502, Hadîs No: 2391]
Vasile bin el-Hattab rivayet ediyor:
Müslümanın Müslüman kardeşini gördüğünde yer açması, onun hakkıdır.[29]

1330. [2:502, Hadîs No: 2393]
Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle:
Kıyamet Günü Muhacirler için üzerinde korkudan emin olarak oturacakları altından minberler vardır.[30]

1331. [2:504, Hadîs No: 2395]
İbni Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:
İblisin şeytanlardan azgın bir kısım askerleri vardır. Onlara şöyle der: "Hacıların ve mücâhidlerin peşini bırakmayın. Onları Allah'ın yolundan saptırın."[31]

Şeytanın azılı askerleri ancak dinî bakımdan dişli, zorlu olan kimselere mu­sallat olur, onları yoldan çıkarmaya çalışırlar. Hacı manen büyük bir üniformayı omuzuna almış kişidir. Mücahid de Allah yolunda büyük zorlukları omuzlamış insandır. Hayatını ortaya koyup yola çıkmıştır.
İşte şeytan manen böylesine yüksek ve ilerde olan elamanlarla daha çok uğ­raşır. Onları yoldan saptırmaya, hatalar yaptırmaya çalışır.
Onlar yoldan sapar, hata yaparlarsa bu şeytanın hoşuna gider. Böylece şey­tan bir çok hedefine birden ulaşmış olur.
Çünkü hacı da, mücahjd de örnek insandır, lyilikleriyle, kötülükleriyle örnek alınırlar. Bütün hareketleri kılı kırk yararcasına kontrole tabi tutulur.
Eğer böyle kimselerin kötülükleri tenkide uğrarsa, bu kendileri için zararlı ol­makla kalmaz, çevresindekiler açısından da kaygı verici, moral bozucu ve şevk kırıcı olur.
Eğer hatalı halleriyle örnek alınırlarsa başkalarının yanlışa ve günaha gir­melerine vesile olmuş, ve veballerini yüklenmiş olurlar.

yuksel dedi ki...

.
Onların hata ve kusurları şahıslarında da kalmaz; dine, temsil ettikleri dâva­ya, hizmete de yüklenir. Onun için dinî kisveye bürünen hacılar ve Allah için ci­hada çıkan mücahidler şeytanın tuzaklarına takılmamak, hizmetlerinin büyüklü­ğü ölçüsünde titiz davranmakla kendilerini vazifeli bilmelidirler.

1332. [2:504, Hadîs No: 2396]
İbni Abbas rivayet ediyor:
Cehennemde sadece öfkesini Allah'a isyanla dindiren kimselerin gireceği bir kapı vardır.[32]

1333. [2:504, Hadîs No: 2397]
îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:
Selâmı almak kadar, mektuba cevap vermek de bir vazifedir.[33]

1334. [2:505, Hadîs No: 2398]
Muhammed bin Mesleme (r.a.) rivayet ediyor:
Rabbinizin ömrünüz müddetince hiç eksik olmayan rahmet esinti­leri vardır. Size de dokunması için ona yönelin. Ki, bundan sonra ebediyyen bedbaht olmayasmız.[34]

1335. [2:505, Hadîs No: 2399]
Ebû Hümeyd es-Saidî'den rivayetle: Hak sahibinin konuşmaya hakkı vardır.[35]

Dinimiz, hakkı herşeyin üstünde tutar. Küçüğüne büyüğüne bakılmadan hak­kı hak sahibine vermeyi emreder. Adalet de zaten bu değil midir? Hak sahibinin de hakkını arama, konuşma, meramını dile getirme hakkı vardır. Onu hakkını aramaktan kimse alıkoyamaz. Hakkı mukaddes tanıyan İslâm, hakkın ortaya çıkması, sahibini bulması için hak sahibine alabildiğince geniş hak ve hürriyet tanır; sözlü ve yazılı olarak hakkını arayabilme kapılarını açar. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) zamanında geçen şu hâdise bunu ne kadar güzel anlatır:
Bir gün Resûlullaha bir bedevi geldi. Borç oiarak bir deve vermişti. Onu iste­yecekti. Ama öyle bir isteyişle istedi ki, herkes yadırgamıştı. Gayet haşindi çün­kü. Sert bir tavır takınmış, Sahabîler de bu saygısızlığı sebebiyle haddini bildir­mek istemişlerdi. Resûlullah (a.s.m.) müdahale edip, "Dokunmayın," dedi. "Her hak sahibinin alacağını istemeye hakkı vardır" buyurdular ve alacağının veril­mesini emrettiler. İstediği yaşta bir deve bulunmadığını, daha değerlisi bul

yuksel dedi ki...

nı, daha değerlisi bulundu­ğunu söylediklerinde de, "Bunu veriniz!" buyurdular. "Sizin en hayırlınız en gü­ze! şekilde borcunu ödeyeninizdir."[36]
Başka bir rivayette alacak vaktine bir gün kala bir Yahudi Resût-ü Ekreme gelmiş, "Ya Muhammed, alacağımı öde. Siz Abdülmuttalipoğullarının âdeti borçlarını zamanında ödemeyip uzatmaktır."
Bu hakaret dolu sözleri duyan Hz. Ömer hemen müdahele etmiş, "Ey pis Ya­hudi, vallahi, Resûlullahın evinde olmasaydın, gözünü patlatırdım" demişti.
Bunun üzerine söze karışan Peygamberimiz, Hz. Ömer'e döndü ve, "Ey Hafs'ın babası! Allah seni bağışlasın. Biz senden başka türlü davranmanı beklerdik. Sen bana, onun bendeki hakkını güzellikle ödememi isteyecek, ona çla, alacağını almada yardımcı olacak, hem de alacağını isterken nazikçe davran­masını isteyecektin."
Daha sonra Resûlullah, Yahudîye ödeme gününün yarın sabah dolacağını bildirmiş, sonra da Hz. Ömer'e borcunun, hem de fazlasıyla Ödenmesi talimatını vermiş, bu güzel muamele ve yumuşak huyluiuğu gören Yahudi, ailesiyle birlikte Müslüman olmuştu.
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bu tavırlarıyla hak arama, hak alma konusunda nasıl davranılması gerektiğinin ölçüsünü vermektedir. Alacaklı meşru ve makul tarz­da, edeb dairesinde, nezaketle ve hukuk çerçevesinde alacağını istemelidir. Borçlu da alacaklının olumsuz davranışlarıyla karşılaşsa bile olgunluğu, hoşgö­rüyü elden bırakmamalı, gönlünü almalıdır. Aşırı bir tutumla karşılaşsa bile, "Vermiyorum" gibi inatçı bir tavra girmemelidir.

1336. [2:505, Hadîs No: 2400]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Kur'ân ehlinin Kur'ân'ı her hatmettiğinde kabul edilecek bir duası ve Cennette bir ağacı vardır. Ki, bir karga ihtiyarlayıncaya kadar uç­sa, o ağacın kökünden dallarına ulaşamaz.[37]

1337. [2:505, Hadîs No: 2402]

yuksel dedi ki...


1337. [2:505, Hadîs No: 2402]
Câbir'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle bu­yurmuşlardır:
Kur'ân okuyanın kabul edilecek bir duası vardır, isterse o duayı dünya için yapar, isterse onu âhirete erteler, orada yapar.[38]

1338. [2:507, Hadîs No: 2405]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Her ümmeti bir emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebu Ubeyde bin Cerrah'tır.

1339. [2:507, Hadîs No: 2406]
Cübeyr bin Nefir rivayet ediyor:
Her ümmetin bir hakîmi vardır. Bu ümmetin hâkimi de Ebu'd-Derdâ'dır.[39]

1340. [2:507, Hadîs No: 2407]
Ka'b binîyaz'dan (r.a.) rivayetle:
Her ümmet için bir imtihan vesilesi vardır. Bu ümmetin imtihanı mal iledir.[40]

1341. [2:508, Hadîs No: 2411]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Her dinin ahlakî bir özelliği vardır. Benim ümmetimin ahlâkî özel­liği hayadır.[41]

1342. [2:508, Hadîs No: 2412]
İbni Amr'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Her görevlinin vazifesinin son bulacağı bir gün vardır. Âdemoğlu-nun memuriyetinin sonu ise ölümdür. Öyle ise Allah'ın zikrine sarılı­nız. Çünkü bu âhirete âit işlerinizi kolaylaştıracak ve âhireti size sevdirecektir.[42]

yuksel dedi ki...

1343. [2:509, Hadîs No: 2413]
İbni Ömer (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Her ağacın bir meyvesi vardır. Kalbin meyvesi de çocuktur.[43]

1344. [2:509, Hadîs No: 2415]
Damre bin Hubeyb'den rivayetle:
Herşeyin bir kapısı vardır, ibâdetin kapısı da oruçtur.[44]

1345. [2:510, Hadîs No: 2416]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Ahlâkı kötü olan kimse müstesna her şeyin tevbesi vardır. Çünkü o bir günahtan tevbe eder etmez daha kötüsünün içine düşer.[45]

1346. [2:510, Hadîs No: 2417]
Ebud-Derdadan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:
Herşeyin bir hakikati vardır. Kul, başına gelen birşeyin mutlaka geleceğine, gelmeyen şeyin de gelmesine imkân olmadığını bilmedik­çe îmanın hakikatma erişemez.[46]

1347. [2:510, Hadîs No: 2418]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Herşeyin bir direği vardır. Bu dinin direği de din ilmidir. Şeytana karşı bir tek âlim, kendisini ibâdete vermiş bin kişiden daha güçlü­dür.[47]

1348. [2:511, Hadîs No: 2419]
İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Herşeyin bir cilası vardır. Kalblerin cilası da Allah'ı anmaktır. Parçalanmcaya kadar kılmanla düşmana vurman dahil, Allah'ı zik­retmekten daha fazla Allah'ın azabından koruyan hiçbir şey yoktur.[48]

1349. [2:511, Hadîs No: 2420]
Sehl bin Sa'd (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:
Herşeyin bir zirvesi vardır. Şüphesiz Kur'ân'ın zirvesi Bakara Süresidir. Kim geceleyin evinde onu okusa o eve üç gece şeytan gir­mez. Kim onu evinde gündüzleyin okusa, o eve üç gün şeytan girmez.[49]

yuksel dedi ki...


1350. [2:512, Hadîs No: 2421]
İbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:
Herşeyin bir şerefi vardır. Oturuşların en şereflisi ise kıbleye yö­nelerek oturmaktır.[50]

1351. [2:513, Hadîs No: 2423]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Herşeyin bir kalbi vardır. Kur anın kalbi de Yâsîn Süresidir. Kim bu sûreyi okursa, Allah onun için Kur'ân'ı on defa okumuş kadar se­vap yazar.[51]

Hadîste geçen "Herşeyin bir kalbi vardır" ifâdesi, "Herşeyin bir özü vardır" mânâsındadır. Yâsîn Sûresine bu gözle baktığımızda, onun Kur'ân'ın bir hulâ­sası olduğunu görüyoruz. Kur'ânın bütün sûre ve âyetlerinin etrafında döndüğü dört temel esas vardır. Bunlar: Allah'ın varlık ve birliğinin İspatı, peygamberlik müessesinin ispatı ve Peygamberimizin peygamberliğinin hakkaniyeti, dünyada yapılanların hesabını vermek üzere öldükten sonra dirilme gerçeğinin zihinlere nakşedümesi ve insanları yalnızca Allah'a kul yaparak dünya hayatının nizam ve intizamının sağlanmasıdır. Bu dört esasa en etkili ifâdelerle Yâsîn Sûresinde yer verilmiştir.
Hadîsin ikinci kısmında ise bu sûreyi okuyanların Kufân'ı on defa okumuş gibi sevap kazanacağına dikkat çekilmiştir. Bu ve benzeri hadislerde geçen fazi­letler ilk bakışta mübalağa gibi görülebilir. Çünkü Kur*ânın içerisinde bu sûreler de yer almaktadır. Dolayısıyla bu sûreler kendilerinin de yer aldığı bütün Kur'ân'la mukayese edilmiş oluyor. Bediüzzaman, Sözler isimli eserinde bu me­seleyi Özetle şöyle izah ediyor:
Kur'ân'ın herbir harfinin bir sevabı vardır. Allah'ın bir ihsanı olarak o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş. Âyete'l-Kürsî harflerine yediyüz, Ihlâs Sûresi harflerine binbeşyüz, Berat Gecesinde ve makbul vakitler­de okunan âyetlere onbin, Kadir Gecesinde okunan âyetlere otuz bin sevap ve­rir. Bu haliyle Kur'ân-ı Kerim'in sevabı tartmaya gelmez. Belki gerçek sevabıyla bâzı sûrelerle tartılabilir.
Meselâ bin tane mısır ekilmiş bir tarla farzedelim. Bazı tanelerin yedi sünbül verdiğini farzetsek, her bir sünbülde de yüzer adet mısır tanesi bulunsa, bu du­rumda sünbül veren yedi tane, bütün tarlanın üçte ikisine denk gelir. Meselâ bir mısır tanesi de, on sünbül verse, her sünbülde ikiyüz tane bulunsa, bu durumda bir tek tane tarlaya ekilen tanelerin iki misli kadar olur. Bunu daha fazla devam ettirebiliriz.
İşte Kur'ân-t Hakîmi nûrânî, mukaddes semavî bir tarla olarak düşünüyoruz. Her bir harfi asıl sevabıyla birer tane hükmündedir. Diğer sûrelerin sünbülleri nazara alınmadığında, Yasin Süresinin harflerine verilen sevap, diğer sürelerin harflerine sünbülsüz olarak verilen sevabın on katına denk gelir.[52]

1352. [2:514, Hadîs No: 2426]

yuksel dedi ki...


1352. [2:514, Hadîs No: 2426]
îbni Amr'dan (.a.) rivayetle:
Her işin bir gayret dönemi vardır. Her gayret döneminin de bir gevşeme devri vardır. Kimin gevşeme dönemi benim Sünnetim ölçü­sünde olursa, o hidâyete ermiştir. Kaminki böyle değilse helak olmuş­tur.[53]

Bu haöîs-i şerif insan psikolojisini en güze! şekilde ortaya koymaktadır. İn­san her zaman aynı olmayabilir. Saati saatine, dakikası dakikasına uymayabilir. İç âleminde bazan bahar havası hüküm sürer, bazan da kış fırtınaları eser. Ba­zan o kadar gayretli, şevkli olur ki, yorulmayacak, bıkmayacak, usanmayacak sanılır. Bazan da öyle bir sönüklük, donukluk içerisine girer ki, sanki böyle dav­ranan insan önceki insan değildir.
İnsanın bu halet-i ruhiyesi dikkate alınmadan onun hakkında teşhis koymak güç olur. İşte Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) insandaki bu değişikliği nazara alıp ona göre ölçü koymakta, şaşırmaması, yanılmaması için yol göstermektedir. O hal­de insan gevşeme döneminde hak ve adaletten, doğru yoldan ayrılma yerine Sünnet-i Seniyyeyi kendine rehber edinse şaşırmaz, doğru olanı yapmış olur. Aksi halde o gevşeklik nefse köle olma ve yoldan çıkmayı netice verirse o kim­seyi helak olmaktan kimse kurtaramaz.
Meseleyi bir örnekle açıklamak gerekirse, meselâ bir kimse kendini öylesine ibadete veriyor ki, aşırı denebilecek derecede gecesini, gündüzünü, namazla, oruçla geçiriyor. Veya olağanüstü denebilecek bir aşk ve şevkle hizmetlere ko­şuyor. Şu var ki aynı hızı bütün ömrü boyunca devam ettirmesi mümkün değil­dir. Zaman geliyor bir gevşeme dönemine giriyor. Eski aşkı, şevki, gayreti kalmı­yor. İşte böyle bir anda ona yakışan tefrite düşmeden, farzları terk etmeden, haramlara girmeden, çalışma grafiğini itidalde tutmak, Sünnetin çizdiği çerçeve­nin dışına taşımamaktır.

1353. [2:515, Hadîs No: 2431]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Her peygamberin hâlis bir vezîr ye yardımcısı vardır. Benim hâlis vezirim ve yardımcım da Zübeyir bin Avvam'dır.[54]

1354. [2:516, Hadîs No: 2433]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:
Her peygamberin arkadaşları içerisinde hasları vardır. Benim Sa-habîlerim içerisindeki haslarım da Ebû Bekir ve Ömer'dir.[55]

yuksel dedi ki...


1355. [2:517, Hadîs No: 2434]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Her peygamberin kabul edilecek bir duası vardır. Onlar bu duayı yaptılar ve kabul edildi. Ben ise duamı Kıyamet Günü ümmetime şe­faat olarak sakladım.[56]

1356. [2:519, Hadîs No: 2441]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Yeryüzünde âlimlerin durumu, karanlık gecelerde karada ve de­nizde kendisine bakılarak yol bulunan gökteki yıldızlara benzer. Yıl­dızlar kararınca yol arayan yolcuların kaybolması an meselesidir.[57]

1357. [2:519, Hadîs No: 2442]
Ebû Zer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
içinizde Ehl-i Beytimin durumu Hz. Nuh'un gemisine benzer. O gemiye binen kurtulur, binmeyen helak olur.[58]

1358. [2:520, Hadîs No: 2443]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Hediye verip de geri isteyen kimsenin durumu, doyuncaya kadar yedikten sonra kusan, sonra da dönüp kusmuğunu yiyen köpeğin du­rumuna benzer.[59]

1359. [2:520, Hadîs No: 2444]
Ukbe bin Âmir rivayet ediyor:
Kötülük yapıp sonra da iyilik yapmaya başlayan kimsenin duru­mu, dar bir zırh giyip boğulacak dereceye gelen adama benzer. Bu ki­şi bir iyilik yapınca zırhın bir halkası, bir iyilik daha yapınca diğer halkası çözülür. Nihayet zırh tamamen çözülerek yere düşer.[60]

1360. [2:521, Hadîs No: 2446]
Alâ bin Kesir'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle bu­yurmuşlardır;
Güzel huylar Allah katında bir hazine gibi korunmaktadır. Allah bir kulunu sevince, ona güzel bir huy ihsan eder.[61]

1361. [2:521, Hadîs No: 2448]
îbni Ömer (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:
Hacerü'l-Esved ve Kabe'nin Rükn-ü Yemânî köşesine el sürmek günahları bol bol döker.[62]

yuksel dedi ki...


1362. [2:522, Hadîs No: 2451]
Bilal bin Yahya el-Absî Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:
Allah'ın dünyada kula selâmet vermesi, yaptığı günahlarını ört-mesidir.[63]

1363. [2:523, Hadîs No: 2454]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Rızkın anahtarları Arşa yöneliktir. Allah insanların rızıklarını ih­tiyaçlarına göre indirir. İhtiyacı çoğalana çok verilir. Azalana az veri­lir.[64]

1364. [2:524, Hadîs No: 2455]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Kur'ân okuyan kimse için bir vekil melek tayin edilmiştir. Bu me­lek Kur'ân'dan bir bölüm okuduğu halde güzel telaffuz edemeyen okuyucunun bu hatâsını düzeltip Allah nezdine yükseltir.[65]

1365. [2:525, Hadîs No: 2458]
Büreyde (r.a.) rivayet ediyor:
Bâzı sözler sihir gibidir. Bâzı ilimler cehalettir. Bâzı şiirler de hik­mettir. Bâzı sözler de dinleyene bir yüktür.[66]

1366. [2:525, Hadîs No: 2459]
Talha bin Ubeydullah'tan (r.a.) rivayetle:
Kişinin sohbet toplantılarında aşağılarda oturmaya gönlünün râz: olması Allah için tevâzudandır.[67]

1367. [2:526, Hadîs No: 2461]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Günahlardan öyleleri vardır ki, ne namaz, ne oruç, ne hac ve ne de umre onlara kefîâret olur. Bunları ancak geçim yolunda çekilen sı­kıntı affettirir.[68]

1368. [2:526, Hadîs No: 2462]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Her canının çektiği şeyi yemen israftandır.[69]

1369. [2:527, Hadîs No: 2463]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kişinin misafirini dış kapıya kadar uğurlaması Sünnettendir.[70]

yuksel dedi ki...


1370. [2:528, Hadîs No: 2465]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
İnsanlardan öyleleri vardır ki, hayrın anahtarı, şerrin de kilitleri­dir. Öyleleri de vardır ki, şerrin anahtarları, hayrın kilitleridir. Al-iah'm ellerine hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun. Ellerine şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun.[71]

1371. [2:528, Hadîs No: 2466]
İbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
İnsanların öyleleri vardır ki, Allah'ı hatırlamanın anahtarıdır. On­lar görüldükleri anda Allah hatırlanır.[72]

1372. [2:529, Hadîs No: 2468]
îbniAmr'dan (r.a.) rivayetle:
Şüphesiz içinizden bana en sevimli olan, ahlâkı en güzel olandır.[73]

1373. [2:529, Hadîs No: 2469]
Ebû Mûsâ (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:
Saçı sakalı ağarmış Müslümana, Kur'ân okuyup hükümleri ile amel etmekte ifrat ve tefritten uzak duran kişilere ve adaletli idare­ciye saygı göstermek Allah'ı tazim etmekten sayılır.[74]

1374. [2:529, Hadîs No: 2470]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Ümmetimin yaşlılarına saygı göstermek bana saygı göstermekten sayılır.[75]

1375. [2:529, Hadîs No: 2471]
Cündüb bin Abdullah rivayet ediyor:
Olgun müminin özelliklerinin bir kısmı şunlardır:
Dinde tavizsizlik, yumuşaklıkta tedbirlilik, îmanda kesinliğe ulaş­mak, ilimde aç gözlü olmak, yürekte şefkat, âlim olmakla birlikte yu­muşak huylu olmak, fakirlikte sabır, tamahkârlıktan sakınmak, he­lâl kazanç, istikâmet üzere iyilik, doğru yolda gayret, nefsânî istekle­rini dizginlemek, bitkin düşene merhamet.
Allah'ın mü'min kulu, kızdığına zulmetmez. Sevdiği kişi için güna­ha girmez. Kendisine emânet edilen şeyi zayi etmez. Hased etmez. Başkasının şerefini lekelemez. Sövüp saymaz. Şahidi bulunmasa da üzerindeki hakkı itiraf eder. Başkasına kötü lakap takmaz.
Namazda huşu sahibidir. Zekâtını acilen verir. Sarsıcı olaylarda metanetini kaybetmez. Bollukta çok şükreder. Sahip olduklarına ka­naat eder. Kendisine âit olmayan şeyi "Benimdir" diye iddia etmez. Başkalarının kusurlarını biriktirip intikam alma yoluna gitmez. Yap­mak istediği bir işe cimrilik mâni olmaz. Öğrenmek için insanlarla haşir neşir olur. Meseleleri kavramak için insanlarla konuşur. Zulüm ve haksızlık da görse Rahman olan Allah bizzat intikamım alıncaya kadar sabreder.[76]

1376. [2:532, Hadîs Ne: 2473]

yuksel dedi ki...


1376. [2:532, Hadîs Ne: 2473]
Ebû Ruhm es-Sûmî'den rivayetle: "
Hırsızların en kötüsü, idareciye nüfuz edip yularım eline geçirerek onu istediği gibi konuşturan kimsedir. Hatâların en büyüğü, bir Müs-lümanın haksız yere malını almaktır.
Hasta ziyareti güzel işlerdendir. Ziyaretin tamamlanması da elini hastanın üzerine koyman ve hatırını sonnandır.
Aracı olmanın en üstünü, evlenmek isteyen iki kişinin evlenmeleri için aracı olmaktır.[77]

İdarecilere yaklaşıp dalkavukluk eden, onlardan menfaat uman insanlara ta­rihin her devrinde rastlanmıştır. Gerek söz ve gerekse davranışlarıyla kendini sevdirebilen böyle insanlar herşeyden önce hilekârdırlar. İdarecinin mizacını, psikolojisini çok iyi bilir, onun koltuğunun altına girmeyi başarır; yaldızlı laflarıy­la tesiri altına alırlar. Bir taraftan apanr, kesesine doldurur, sûistimallere girer; diğer taraftan da aynı sûistimallere idarecisini de ortak eder, âdeta gebe yapar. İpini eline geçirip istediği tarafa çeker, onu istediği gibi konuşturur, işte böyle kimseler hırsızların en kötüsüdür. Hırsızlıklarını ört bas ettirmesini çok iyi bilir, idareciyi de avukatı haline getirirler.
Ayrıca hadiste, Müslümanın malını haksız yere almanın hataların en büyü­ğü olduğuna dikkat çekilmektedir ki, bu davranış gerçekten büyük bir haksızlık­tır. Belki günler, belki yıllar süren bir emek sonucu kazandığı herhangi bir mal* alma ve vermemenin ne demek olduğunu yaşayanlar daha iyi bilir. Bir ömür tü­ketilip edinilen herhangi bir mal veya eşyayı hiçbir alın teri dökmeden, hak et­meden zimmete geçirmek, çalmak affedilir bir hata değildir. Böyle bir davranış hadiste hataların en büyüğü olarak zikredilmiştir.
Haksızlığın her türlüsüne karşı olan Resûi-ü Ekrem (a.s.m.) mü'minlerin böyle hatalara düşmemeleri için dikkatlerini çekmektedir.

1377. [2:532, Hadîs No: 2474]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Şunlar Kıyamet alâmetlerindendir: İlmin kaldırılması, cehaletin yaygınlaşması, zinanın açıktan işlenmesi, içkinin içilmesi, elli kadına bir tek erkek himaye ve nezâret edecek kadar erkeklerin ölüp kadın­ların kalması.[78]

1378. [2:533, Hadîs No: 2475]
Ebû Ümeyye el-Cümehî'den rivayetle:
Bid'at sahibi manen küçük insanların yanında ilim aramak, Kıya­met alâmetlerindendir.[79]

yuksel dedi ki...


1379. [2:533, Hadîs No: 2476]
Seleme binti'l-Hur rivayet ediyor:
Kıyamet alâmetlerinden biri, cami ehlinin kendilerine namaz kıl­dıracak birini bulamadıkları için birbirlerini ileriye itmeleridir.[80]

1380. [2:533, Hadîs No: 2477]
Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kıyamet Günü Allah katında hıyanet edilen emânetlerin en bü­yüklerinden bir tanesi, erkeğin hanımı ile cinsî münâsebette bulun­duktan sonra, hanımının Sırrını yaymasıdır.[81]

1381. [2:534, Hadîs No: 2479]
İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Yalanların en büyüğü kişinin görmediği rüyayı gördüm demesidir.[82]

1382. [2:536, Hadîs No: 2482]
Abdullah bin Enîs'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Büyük günahların en büyüklerinden bir kısmı şunlardır: Allah'a ortak koşmak, anne babaya sıkıntı vermek, yalan yere yemin etmek.[83]

1383. [2:536, Hadîs No: 2483]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Mü'minlerin îman bakımından en üstünlerinden bir tanesi de ah­lâkı en güzel olanı ve aile fertlerine en lütûfkâr davrananıdır.[84]

1384. [2:536, Hadîs No: 2484]
Ebû Ümâme'den rivayetle:
Ümmetimden öylesi vardır ki, çarşıya gider bir dinarın yarısıyla veya üçte biriyle bir gömlek alır, giyerken Allah'a hamd eder. Daha gömleği tam giymeden günahları affedilir.[85]

1385. [2:536, Hadîs No: 2485]
Ümmetimden öyle bir topluluk vardır ki, onlara ilk Müslümanla­rın sevabı kadar sevap verilir. Bunlar, dînin hoş karşılamadığı şeyle­ri çirkin görüp yadırgayan kimselerdir.[86]

yuksel dedi ki...


1386. [2:537, Hadîs No: 2486]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor;
Kulun sözlerinde "inşaallah" demesi, îmanının mükemmelliğin­den di r.[87]

İnşaallah, Allah dilerse mânâsına gelir. Allah dilemezse karınca adımını ata­maz, kuş kanadını, insan dilini oynatamaz. Herşey Allah'ın izin ve müsaadesiy­le yürür. Kolumuzu hareket ettirmekten kafamızı çalıştırmamıza varıncaya ka­dar vücudumuza öyle bir sistem ve ahenk yerleştirilmiştir ki, Allah'ın sonsuz kudreti, emir ve izni olmaksızın bunların hiçbirinin fonksiyonunu icra etmesi mümkün değildir. Güneşin doğup batmasından, yağmurun yağması, rüzgarın esmesine varıncaya kadar kâinatta cereyan eden hadiseler de aynı izin ve mü­saadeyle yürür. Sirayette, "Allah dilemedikçe siz hiçbirşeyi dileyemezsiniz"[88] bu-yurulur ki, Allah'ın dilemesinin asıl olduğunu göstermektedir.
O halde herşeyin anahtarının Onun yanında, herşeyin dizgininin Onun elin­de olduğunu bilip İnşaallah" kelimesini dilimizden eksik etmememiz, ancak mü­kemmel bir îmanın eseri olabilir. Herşeyde Allah'ın kudretini, iradesini görmek ve ona göre hareket edebilmek herşeyden önce güçlü ve tahkîkî bir îmanın neti­cesidir. Burada Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) Yahudilere bir meselede "Yarın söyle­rim" dediği, "İnşaallah" demeyi unuttuğu için o gün gelince cevap veremediğini, Allah'ın ikazına muhatap olduğunu da düşünelim ve muhakkak söz vermemiz veya bir işi yapmamız gerektiğinde inşaallah diyelim.

1387. [2:538, Hadîs No: 2489]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:
Kendisine okuma yazma öğretmesi, güzel isim koyması ve buluğ çağına erişince evlendirmesi, çocuğun babası üzerindeki hakların­dandır.[89]

1388. [2:538, Hadîs No: 2490]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Kişinin ömrünün uzun olup da, Allah'ın, her an ona Kendisine yö­nelmeyi nasip etmesi bahtiyarlığından dır.[90]

1389. [2:539, Hadîs No: 2493]
Ebû Said'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:
Şunlar îmanın zayınığındandır:
Allah'ı kızdırmak pahasına insanları razı etmen, Allah'ın verdiği nzıktan dolayı insanları övmen, Allah'ın sana vermediği rızıktan do­layı insanları kötülemen.
Bir kimse ne kadar şiddetle isterse istesin, Allah'ın nasip etmediği şeyi sana getiremez. Hiç kimsenin hoşnutsuzluğu da Allah'ın sana verdiğini geri alamaz.
Allah, hikmet ve büyüklüğü ile huzur ve ferahı kadere rızâ ve kuv­vetli imana; kaygı ve üzüntüyü de şüpheye ve kaderine itiraz etmeye yerleştirmiştir.[91]

îman arttıkça kişi sadece büyük

yuksel dedi ki...


îman arttıkça kişi sadece büyük değil küçük günahlardan da kaçınmaya baş­lar. Çünkü günahlar maneviyat binasınt dinamitler durur. îmanı kuvvetli bir kim­se için en önemli mesele, günahlardan kaçınarak Allah'ın rızasını kazanmaktır. O artık Allah'ın rızasından başka birşey düşünmemek gibi yüksek bir dereceye gelir. Allah'ın rızasını esas alır, bu uğurda insanların küsmesine aldırmaz. Ama îman zayıfsa insanların rızası ön plâna geçer. Allah'ı Öfkelendirme pahasına in­sanları memnun etmeye bakar. Çünkü zarar ve menfaatin Allah'ın elinde oldu­ğunu gaflet sebebiyle düşünmez.
Yine îmanı zayıf olan insanların düştükleri hatalardan biri, insanların hoşuna gitsin, onlar memnun olsun diye Allah'a isyan mahiyetinde olan günahlara, ha­ramlara öylesine dalar ki, Allah'ın gazabını kazandığının farkında bile olmaz.
Allah'ın kızdığı hususlardan biri de gerçek rızık veren Allah'ı göremeyip va­sıtalara takılıp kalmak, onları aşırı derecede övüp göklere çıkarmaktır. Böyle bir kimsenin nazarı gerçek nimet verici Allah'ı göremediği için, bir insan kendisi­ne bir ihsan ve ikramda bulunsa onu göklere çıkarır, iyiliklerini öve öve bitire­mez. Birisi birşey vermediği zaman da ona göre ondan kötü insan yoktur. Oysa rızkı veren Allah'tır. İnsanlar ise birer aracı, birer tevziat memurudurlar. Allah fa­lan veya filan kişinin eliyle rızık vermeyi takdir etmişse, o nzık muhakkak gelir bizi bulur. Ama takdir etmemişse vermedi diye bazı kimseleri kınamanın mânâ­sı yoktur. Sözieföe bu konuda şöyle bir örnek verilir: Bir padişahtan hediye geti­ren bir adamın ayağına kapanıp hediyeyi gönderen padişahı tanımamak ne ka­dar büyük bir aptallıksa, görünürdeki sebepleri tanıyıp gerçekten nimet veren Allah'ı tanımamak ise ondan bin kere daha büyük bir aptallıktır. Ve gerçekten bu Allah'ın gazabına vesile olacak çapta bir davranıştır.
Hadîste dikkat çekilen bir husus da herkesin nasibinde, kısmetinde olan bir şeye ulaşacağı hususudur. Kâinatta zerreden küreye kadar herşey, Allah'ın izni ve takdiriyle hareket etmektedir. Allah ne dilemişse, ne takdir etmişse o olur, va­sıtalar, sebepler bize onu getirir. Onun içindir ki bir insanın gerek kendisi ve ge­rekse başkaları için bir kısım şeyleri şiddetle istemiş olması, eğer Allah takdir etmemişse gelmesi için yeterli olmaz. Eğer Allah takdir etmişse, insanlar hoşlan-masa da, kıskansalar da o kişiyi bulur, onu kimse engelleyemez. Verdiği, ihsan ettiği birşeyi de kimse geri alamaz. Bir defa buna bütün gönlümüzle inanmalıyız. Sonra da yapılması gereken birşey varsa sebeplere sarılıp neticeyi Allah'tan is­temeliyiz. Çünkü biz rızkın gelip gelmeyeceğini bilemiyoruz. Belki falan veya fi­lan vasıtalarla bize ulaşacak. O vasıtalara başvurmak da vazifemizdir.

«En Eski ‹Eski   1 – 200 / 6314   Yeni› En yeni»