15 Eylül 2007 Cumartesi

Hadis-i Şerif

1- Beş vakit namazı camide kılan Bismillahirrahmanirrahim demiş gibidir.

2-Ümmetim yıldızlara gidesiye kadar kıyamet kopmayacaktır.

6.313 yorum:

«En Eski   ‹Eski   3401 – 3600 / 6313   Yeni›   En yeni»
yuksel dedi ki...


nush
Kompakt görünüm
İzahlı görünüm
Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler)
[ Meninski, Thesaurus, 1680]
naṣḥ & nuṣūḥ: Monere, monitum dare, consulere [öğüt vermek].
Köken
Arapça nṣḥ kökünden gelen nuṣḥ نصح "öğüt, nasihat" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça naṣaḥa نصح "öğüt verdi" fiilinin fuˁl vezninde masdarıdır.

Bu maddeye gönderenler
nasihat

yuksel dedi ki...

Dördüncü bölüm olan (Bedi'), edebiyatın eskiden beri çok geniş bir alanıdır.Kullanılan şekillerden bazılarını kaydedelim:
Okuyanın zihninde kendiliğinden belirecek bir veya birkaç kelimeyi söylenmemek (hazf) ellips, gramere göre değil mânaya göre mutabakat sylleps,devrik cümle inversion, bir sözü faydalı bir şekilde uzatma (ıtnap) pleonasme,....
Kur'ân Bilgisi
M.Sadeddin Evrin.sy.17.cilt 1.

yuksel dedi ki...

.....sebep yerine etkeni, mahal yerine hali deyiş (tebadül) metonymie, sözü yumuşatma ( edebi kelâm) euphemisme, özel isim yerine cins ismi, yahut bir terim kullanma antonomase, bir kelimeyi asıl anlamına aykırı bir anlamda kullanma (karşıtıyla adlandırma) antiphrase, nesirde, son kelimenin kafiyeli oluşu ( seci') assonence, vezin eşitliği (âhenk) rytme vb. lâfza ait şekiller ( sanayii lafziye) ..
Kur'an Bilgisi.
M.Sadeddin Evrin.cilt.1.sy.17.

yuksel dedi ki...

Karşıtları yan yana getirme (cem'ı ezdad) antithese, takrir sırasında bir şahsa (hitap) apostrophe, soru ( istifham) interrogation, bir işin olay sırasına göre anlatılması ( lef ve neşri müretteb) enumeration, büyüyen veya küçülen halleri belirten kelimeleri buna göre sıralama(sşralama) ( tedric, tensik) graddation,
Kura'an Bilgisi.
M.Sadeddin Evrin.cilt.1.sy.17.

yuksel dedi ki...

bir fikri ima ile anlatma (telmih) reticence, cümleyi kesik bırakma (kat') interruption, bir söz yerine mâna bakımından münasip bir kaç söz katma (telfik) periphrase, bir mânayı etkili yapmak için tasvire şiddet verme ( Mübalaga) hyperbole,az sözle çok mâna sezdirme ( icâz) litote,
Kur'an Bilgisi.
M.Sadeddin Evrin.cilt.1.sy.17.

yuksel dedi ki...

açıklamak istenmeyeni anlayışa bırakma (ihâm) preterition, bâzı yerleri ve şahısları konuşturur gibi söyliyerek bir fikri açıklama (intak) prosopopee, bir şeyi göz önünde tecessüm ettirir gibi tasvir etme (hale mutabıklık) hypotypose,
Kur'an Bilgisi.
M. Sadeddin Evrin.cilt.1.sy.17.

yuksel dedi ki...

kısaltılmış terimler ( mukattaât) abrevation, konu sonundaki kuvvetli deyişler (hüsnü intiha) epiphoneme, ...gibi mânaya ait incelikler ( sanayii mâneviye)
Kur'an Bilgisi.
M.Sadeddin Evrin .cilt.1. sy.17.

yuksel dedi ki...

Hızır aleyhisselam
Niyazi Misri
Ayasofya ve Hızır kıssası
İstanbul fethettikten sonra cuma namazını kılmak üzere cemaat hazır bulundu. Birden kalabaliğin içinde bir ses "İkindi namazının sünnetini ömür hayatında kaçırmayan kim varsa mihraba geçsin" dedi
Herkes birbitine baktı. Hazreti Fatih mihraba geçti. Bu sözu söyleyen Hizir (as)dı.

yuksel dedi ki...

Hazreti Fatih cumanın farzına üç tekbir aldi. Üçüncü tekbirde Hızır (as) Ayasofya Camii'i cevirdi. Hazreti Fatih Kabe'yi görünce namaza durdu.
Hazreti Fatih'e niye üç ayrıldığını sordular. Kendisi bir ve ikinci tekbirlerde Kabe'yi göremediğini üçüncü tekbirde gördüğünü söyledi.
Akşemseddin Hazretleri ömründe ikindinin sünnetini kaçirdigi için Hazreti Fatih'i mihraba geçirmiştir.
(Hızır as'ın Ayasofya Camii'ni yer bugün dahi ziyarete açıktır.)

yuksel dedi ki...

Çünkü ilmin özü ameldir.İlmin sana söylediği şeyleri yerine getirmedikçe Hz. Peygamber'e de itaat etmiş olmazsın.Emrettiklerini yaparsan o, senin kalbini ve sırrını kapıda karşılar ve Rabb'in huzuruna götürür.....
el-Fethu'r Rabbani
Âlemlerin Anahtarı..
Abdülkadir Geylani. sy.24,25.

yuksel dedi ki...

Ey fakir! Zenginlik arzun olmasın.Çünkü o senin helâk sebebin olabilir.Ey hasta ! Sen de sağlığına kavuşmayı arzulama.O da senin helâk sebebin olabilir.Akıllı ol.Elinde olan meyveyi koru ki yaptığın iş övgüye lâyık olsun.Elinde olan bu miktarla yetin ve fazlasını isteme.Hakk'ın senin isteğinle verdiği herşey senin hayat suyunu bulandırır,başına bela olur.Bu tecrübe edilmiş, yaşanmış bir gerçektir.....
el- Fethu'r Rabbani.
Âlemlerin Anahtarı.
Abdülkadir Geylâni.sy.23.

yuksel dedi ki...

Besmele
Kur'an-ı Kerim'in ilk nazil olan ayet-i kerimesi "Yaratan Rabb'inin adiyla (besmele çekerek) oku!" mealinde olup emir sıgasiyla inzal buyurulmustur. Bu emir sadece Peygamber Efendimize değil, bütün mü'minleredir. Çünkü usul-i tefsirde kaidelerden birisi de "Sebebin hususi olması, hükmün umumi olmasına mani değildir. Cümlesiyle ifade olunmuştur. Müminler, meşru şer'i mübah bir işe başlanan herhangi bir işte, mutlaka bereketsizlik ortaya cıkar. Ku'an'ı Kerim okurken, hayvan keserken, abdest alirken, namaz kılarken ve av ile meşgul olurken besmeleyi ihmal etmezler. Kaldı ki hayvan keserken, ava silah atarken ve av köpeği salarken besmele çekenin kat'i delille nassla sabit olduğunun şuurundadır. Aksi davranışın, yani besmeleyi kasten terkedenin elde ettikleri eti haram kılacağını bilirler.
Yusuf Kerimoğlu Kelimeler Kavramlar sf: 71

yuksel dedi ki...

O,eğitimden Batının bilimi ile Kur'an hükümlerinin ve milli değerlerimizin sentezini beklemiştir.
110.Mehmet Akif'in Türk Eğitim tarihindeki yeri nedir?
Kaynak.Türk Eğitim Tarihi.sy.308.

yuksel dedi ki...

30 Haziran 2019 05:15
Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiç bir hatıra feda etmez.Zira hakkın hatırı alidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir.
-İDE,Münâzarat,s.459.
Risale-i Nur külliyatından
Hizmet Rehberi.sy.140.

YANITLASIL

yuksel30 Haziran 2019 05:17
Başa gelenin bir maddi sebebi, birde manevi sebebi vardır.

yuksel dedi ki...

Önemli olan tevbe etmek değil,tevbede sebatlı olmaktır.Önemli olan fidan dikmek değil, o fidanın kök salması, dallanıp budaklanması,meyve vermesidir.
Dördüncü sohbet.
el-Fethu'r-Rabbani.Alemlerin Anahtarı.Abdülkadir Geylani.sy.35.

yuksel dedi ki...

Dilimizde hak kelimesi, Allah c.c. ,Tanrı anlamı dışında; doğruluk ve insaf; bir insana ait olan şey; dava ve iddiada hakikata uygunluk,doğruluk; geçmiş, harcanmış emek; pay, hisse; doğru gerçek; lâyık münasip anlamlarında kullanılmıştır.
Devellioğlu, Ferit.Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara 1970,s.375.
Hukuk Felsefesi.sy.441,442.

Yüksel dedi ki...

Bütün ilimler Allah (c.c.) isimleriyle bağlantılıdır.
Katre dost tv

yuksel dedi ki...

Amellerin temeli tevhid ve ihlastır.Tevhidi ve ihlası olmayan kimsenin ameli de yoktur.Amel temelini tevhid ve İhlas güçlendirir.
el-Fethu'r Rabbani.
Alemlerin Anahtarı.
Abdülkadir Geylani.sy.45,46

Yüksel dedi ki...

Dağları iğneyle yıkmak nefsi terbiye ve tezkiye etmekten daha zordur.
Ruhul Furkan 19. Cilt

yuksel dedi ki...

Ancak iktidar sahipleri ; bütün kaynakları kontrol ettikleri için, insanların düşüncelerini ve davranışlarını bile şekillendirebilirler.
Kelimeler Kavramlar.
Yusuf Kerimoğlu.
Bölüm: şura- müşavere.

yuksel dedi ki...

Evliyaullahtan biri şöyle demiştir: "Dağları tırnaklarla oymak, nefsin yerlaşmiş olan hevâsını gidermekten daha kolaydır.Allah-u Teala, nefis olsun, başkaları olsun Kendinden gayrine yönelişte müşterek olan amelleri sevmediği gibi şehvet veyâ diğer şeylerin sevgisiyle müşterek olan kalbi de sevmez.
Ruhu'l Furkan Tefsiri.cilt 19.sy.156.

yuksel dedi ki...

Ne olursan ol
Paranı ver gönlünü canını ver
Ama sırrını verme!
Günlerini say, kazancını say büyüklerini say!
Ama yerinde sayma!
İşini beğen aşını beğen eşini beğen!
Ama kendini beğenme!
Emek ver kulak ver bilgi ver!
Ama sakın boş verme!
Fidan büyüt çocuk eğit yoksul besle!
Ama kin besleme!
Davet et hayret et ülfet et affet!
Ama ihanet etme!
Mevlana Celaleddin Rumi sy:111

yuksel dedi ki...

Kitap oku meslek oku dünyayı oku
Ama lanet okuma!
Sınıfını geç hayatını seç rakibini geç
Ama gülüp geçme!
Gönül al,dost al yoldaş al
Ama beddua alma!
Yaklaş tanış konuş, uzaklaş
Ama uşaklaşma!
Doğrul, sıyrıl, evril, devril
Ama eğrilme!
Hislen tasalan,seslen, uslan
Ama paslanma!
İtil, ütül, atıl, katıl
Ama satılma!
Mevlana Celaleddin Rumi sy:111

yuksel dedi ki...

Rasul-i Ekrem (S.A.v.)
Şehidlerin en makbulü Abdulmuttalib oğlu Hamza'dır. Bundan sonra Allah uğrunda bir hükümdara emr-i maruf ve nehy-i münker'de bulunduğu için, hükümdar tarafından öldürülen kimsedir.
Hakim Cabir'den rivayet etti ve isnadı sahihtir dedi
İmam Gazali İhyau Ulumud Din cilt 2 sy:835

yuksel dedi ki...

Yaşamın giderek dijitalleşmesinden eğitimde etkilenecektir. Bu etkilenmenin, eğitim modeli ve eğitim kurumlarını değiştireceği beklenmektedir. Yaşam boyu eğitim, yaşam boyu öğrenme, deneğime dayali eğitim her zaman her yerde eğitim modelleri değişecek.
Eğitim sistemi; dijital teknoloji,bilişsel psikoloji, beyin araştırmaları insanın değişen ve degişmeyen -değerleri-,medyaya erişim, dünyada yaşanan olaylar vb. Alanlardaki değişiklerin hem etkileneni hemde etkileyeni konumundadır.
Eğitim Sosyolojisi sy:278

yuksel dedi ki...

.....
Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed Han ihtiyara sordu:
-Peki söyle bakalım, dedi İstanbul bizim elimizden çıkacak mı?
İhtiyar biraz düşündükten sonra şöyle cevab verdi:
-Bu güzel şehri beğenenler ve sâhip isteyenler çoktur.İstanbul güçlünün elinde kalan bir şehirdir.Siz Türkler güçlüsünüz.
Açıklamalı yorumlu
Kronolojik
Kültür sanat Tarih Ansiklopedisi.cilt.3.sy.2360.

yuksel dedi ki...

Ancak sizin aranızda fesat artar, şahsi menfaatler ön planda düşünülmeye başlanır, elindeki emvali yabancılara satanlar çoğalır ve yabancılardan medet umanlar artar ise, işte o zaman İstanbul elinizden çıkar.
Açıklamalı Yorumlu.
Kronolojik.
Kültür Sanat.
Tarih Ansiklopedisi.cilt.3.sy.2360.

yuksel dedi ki...

Fatih Sultan Mehmed Han, bu sözler üzerine ellerini kaldırıp şöyle dua etti:
-Cenab-ı Allah C.C.tan dilerim ki, bu ihtiyarın dediklerini yapanlar Allah C.C. ın kahr u gazabına uğrasınlar.
Açıklamalı Yorumlu Kronoljik
Kültür Sanat
Tarih Ansiklopedisi.cilt 3.sy.2360.

yuksel dedi ki...

Allah c.c. neyi seçti ise, hayırlı olan odur.
-Tarihçe-i Hayat sh:424.
Risale-i Nur külliyatı'ndaki Âyet ve Hadis Mealleri ve Me'hazleri.sy.938.

yuksel dedi ki...

Mustafa Kemal Atatürk'ün gizlenen gerçek vasiyetinde kim seçilmişti?!.
Yüksel Çelik.

yuksel dedi ki...

Sözlerin en güzeli, Allah c.c. kitabıdır.
Yolların en hayırlısı, sünnet yoludur.
En sağlam sığınak takvâdır.
Kelâmın en şereflisi zirullahtır.
Kıssaların en güzeli Kur'an 'dadır.
Nurlu yollar, peygamberlerin hidâyet yollarıdır.
İlmin hayırlısı ve faydalısı, irfana dönendir.
Şükredilen az bir mâl, şükredilmeyen çok maldan hayırlıdır.
En kötü mazeret, ölüm ânındakidir.
En kötü pişmanlık, kıyamet günündekidir.
Hatâların en büyüğü yalancılıktır.
Faziletler Mediniyeti 2.Asr ı Saadetten günümüze.sy.4.

yuksel dedi ki...

En hayırlı zenginlik, gönül zenginliğidir; kanaatle zenginleşmektir.
En hayırlı iman, kalplere nakşolandır.
Zekâtsız, infaksız ve sadakasız para, ahirette yüz karasıdır.
Kazancın en kötüsü, ribâ ve tefeciliktir.
En derin körlük, hakikat yoluna girdikten sonra sapıtmaktır.
En fenâ körlük, kalbin körlüğüdür.
İsrafın her biri diğerinden beterdir.Lâkin en feci israf, "insan israfı" dır.
Faziletler Medeniyeti 2.
Asr-ı Saadet'ten Günümüze.sy.4.

yuksel dedi ki...

Risale-i Nur Külliyatında Hizmet Düsturları.
İhlas risalesi düsturları:
1.Amelde Rıza-yı ilahi olmalı.
2.Tenkid Etmemek.
3.Bütün kuvvetini ihlasta ve hakta bilmek.
Fena fil ihvan.
Ve diğer Düsturlar:
5. Vazifemiz iman hizmeti.
6.Esas-ı Takva.
7.Gücenmemek ve Küsmemek.
8.Siyasetten Uzak durmak.
9.Tesanüd.
10.İktisatlı olmak.
11.Uhuvvet Düsturu.
12.Münakaşa etmemek.
13.Hüsn-ü zan etmek su-i zan etmemek.
14.Hürmet ve merhamet etmek.
15.Gaye-i Hayal sahibi olmak.
16.Sıdk ve kizb.(yalan söylememek)
17.İstiğna Göstermek.
18.Havarik-ı Medeniyet Sefahetinden içtinab.
19.Kazaya Rıza Göstermek.
20.Teeni ile okumak.
Hizmet Düsturları.sy.3.

yuksel dedi ki...

Uhuvvet Risalesi düsturları:
21.Tarafgirlik yapmamak.
22.İnad Etmemek.
23.Hased ve Rekabet etmemek.
24.Kin ve Adavet beslememek.
25.Muhabbet fedaisi olmak.
26.Masum sıfatları mahkum etmemek.
27.Ehak için ihtilaf çıkarmamak.
28.Her doğruyu her yerde söylememek.
Ve diğer Düsturlar:
29.Hakkın hatırını kırmamak.
30.Tevazu ve mahviyet.
31.Kusura bakmamak affetmek.
32.Cerbeze yapmamak.
33.Keramet ve keşfiyat yapmamak.
34.Tekellüf yapmamak, Tasannua Girmemek.
35.Aşırı Hüsn-ü Zan ve Mübalağa yapmamak.
36.Herşeyin Güzel cihetine bakmak.
37.Harici Cereyanları Takip etmemek.
38.Zarara razı olana şefkat etmemek.
39.İhtiyatlı hareket etmek.
40.Tesbihat ve Evradları okumak.
Hizmet Düsturları.sy.4.

yuksel dedi ki...

Hücumat-ı sitte düsturları:
61.Hubb-ı cahı terketmek.
62.Hiss-i Havf.
63.Tama göstermemek.
64.Miliyetçilik yapmamak.
65.Terk-i Enaniyet.
66.Tembellik ve tenperverlik.
Ve diğer Düstürlar:
67.Risale-i Nur'a kanaat etmek ve sair eserler.
68.Risale-i Nur'a Perde olmamak.
69.Riya Şöhret ve teveccüh-ü nası terketmek.
70.Meşveret ve Şura ile hareket etmek.
71.Hasenatı şahsında toplamamak.
72.Hadisata kader cihetiyle bakmak.
73.Himetleri illetlere tercih etmek.
74.Fedakarlık ve Vakf-ı hayat.
75.Dar, Geniş ve Haslar dairesinin varlığı.
76.Medrese hizmetleri.
77.Ferdi hareket etmemek.
78.Tezellüle düşmemek tahakküm etmek.
79.Şerh, izah, tanzim tertib ve neşir vazifesi.
80.Âl-i Beyt'e Muhabbet esası.
Hizmet Düsturları.sy.6.

yuksel dedi ki...


yuksel15 Temmuz 2019 02:38
Hayır Allah c.c.seçtiği şeydir.
Tarihçeyi Hayat sh:596.
Risale-i Nur külliyatı'ndaki Âyet ve Hadis Mealleri ve Me'hazleri.sy.946.

YANITLASIL

yuksel15 Temmuz 2019 02:45
Duru ve saf olanı al
Nokta Risalesi.
Asâr-ı bediyye.sh:8.
Risale-i Nur kulliyati'daki Âyet ve Hadis Mealleri ve Me'hazleri .sy.952.

YANITLASIL

yuksel15 Temmuz 2019 02:52
Allah c.c.in eserlerini nimetlerini tefekkur edin;Onun Zatını tefekkür etmeyin. Çünkü buna güç yetiremezsiniz.( El-Münavi, Feyzü'l Kadir,3:262-263).

YANITLASIL

yuksel15 Temmuz 2019 03:00
Muvaffakiyet sadece Allah c.c.tandır.
Asar-ı Bediiyye sh:27.
Ölümden sonra diriliş hak ve gerçektir.
Âsâr-ı Bediiye sh.28.
O sizi halden hale sokarak yaratmıştır.
Nuh suresi 71:14.
De ki:Onu ilk önce kim yaratmışsa tekrar O diriltecek.
Yasin Suresi 36:79.
Risale-Nur Kulliyatı ndaki Ayet ve Hadis Mealleri ve me'hazleri.sy.954,955.

Yüksel dedi ki...

Alimin eskisi malın yenisi makbuldur.

Yüksel dedi ki...

Ahireti dünyanın önünde tut. Böyle yaparsan her iki dünyada da karlı çıkarsın. Dünyayı ahiretin önünde tutacak olursan her iki dünyada da ziyan edersin. Bu, sana emredilmeyen işlerle uğraşmanın cezasıdır. Dünya işleriyle uğraşmazsan Allah cc dünya yaşantında göndereceği yardımlarla sana destek çıkar, ve dünyadan alınma vakti gelince sana başarı ihsan eder.
El-Fethu'r Rabbani Abdulkadir geylani sy:73

yuksel dedi ki...

Zelzelet-üs sâa: Kıyamet sarsıntısı, Kıyamet kopması aninda meydana gelecek olan çok müthiş zelzele Osmanlıca-Türkçe Buyuk lügat sy:1067

yuksel dedi ki...



Oğlan “saçma” demiş: “Benim bir sürü dostum var ve hepsi beni sever ve her zaman bana yardıma koşacaklarına eminim.” der. “Öyle mi?” demiş babası. “O zaman gel seninle bir test yapalım.”

Adam birkaç tane tavuk kesmiş ve başka birkaç ıvır zıvırla birlikte bir çuvala doldurmuş. Çuvaldan kanlar akıyormuş. “Şimdi git, bu çuvalı arkadaşlarına götür ve onlardan yardım iste. Çuvalı birlikte bir yerlere gömün” demiş.

Oğlan çıkmış yola, bir arkadaşının kapısını çalmış, arkadaşı elindeki kanlı çuvalı görünce çocuğun yüzüne kapıyı kapatmış. Gittiği tüm dost bildiği başka arkadaşları da bir daha onlarla konuşmamalarını, görüşmemelerini rica etmişler. Çünkü hepsi çuvalın içinde bir ceset olduğunu sanmış.

Oğlan, yüzü allak bullak olmuş bir halde babasına dönmüş ve olanları anlatmış. Babası: “İşte senin arkadaşlarının dostluğu bu kadar. Şimdi al bu çuvalı benim dostuma götür” demiş.

Oğlan tekrar sırtlamış çuvalı, düşmüş yola. Babasının dostu kapıyı açıp, oğlanı ter içinde, elinde kanlı bir çuvalla görür görmez etrafa şöyle bir bakmış ve hemen almış içeriye. “Sen Ahmed’in oğlusun değil mi?” demiş. “Evet” demiş oğlan. “Ver elindekini” diyerek çuvalı almış. Arka bahçeye çıkarmış, arka bahçede bir çukur kazıp çuvalı gömmüş. Oğlana su ikram etmiş. Bu arada yetmemiş, gömdüğü yer belli olmasın diye sarımsak ekmiş oraya.

Oğlan “ben artık gideyim” demiş. Adam da “Babana söyle sarımsak tarlasına gözüm gibi bakıyorum” demiş. Oğlan gitmiş babasına durumu anlatmış, “Gerçekten senin dostun varmış benim ise sadece sıradan arkadaşlarım…” demiş. “Yok daha bitmedi” demiş babası; “Şimdi tekrar git, dostumun kapısını çal ve açar açmaz yüzüne okkalı bir tokat yapıştır.” Oğlan “Olur mu hiç öyle şey!” demiş. Babası “Olur olur, ancak o zaman anlayacaksın dostluğun ne demek olduğunu” diye cevap vermiş.

Oğlan çaresiz, utana sıkıla tekrar düşmüş yola. Kapıyı çalmış. Babasının dostu kapıya çıkar çıkmaz da “Babamın size iletmek istediği bir şey var” demiş. “Nedir o?” demeye kalmadan oğlan okkalı bir tokat yapıştırmış babasının dostunun suratına. Üzülmüş bir yandan da, nasıl vurdum diye.

Babasının dostu demiş ki, “Benim de babana iletmek istediğim bir şey var. Söyle o babana biz bir tokada satmayız, koskoca sarımsak tarlasını.”

İşte böyle. Oğlan o zaman anlamış dostluğun değerini ve babasının “Yüzlerce arkadaşın olacağına bir dostun olsun yeter” derken ne demek istediğini.

Mevlana’nın anlattığı ibretlik çok güzel bir hikâyeydi bu. Maalesef günümüzdeki arkadaşlıkların birçoğunu kıyaslayacak olursak; makam, mevki, maddi çıkar, kişisel hırs, siyasi ego ve menfaatler çok ön planda.

Hal böyle olunca ne arkadaşlıklarda samimiyet ne de dostluklarda kalıcılık oluyor. En ufak bir olumsuzlukta hemen her şey bitebiliyor. Maalesef siyasette de dava tanımı ve hassasiyetlerin değiştiği, menfaatin davanın önüne geçmeye çalıştığı, dava arkadaşı diyerek kimsenin kimseye candan destek olmadığı dönemlerden geçiyoruz. Birçok kimse “Buna destek olursam nasıl bir menfaatim olur” diye bakıyor. Menfaat ve siyasi getirimi bitenlerin davası da muhabbeti de ve dostluğu da bitebiliyor.

Evet, gerçek dostlar yıldız gibidir, karanlık üzerinize çöktüğünde ilk onlar kendini gösterir. Size kol kanat olur. Yazık ki dünyanın en vefalı siyasetçilerinden olan Başkan Erdoğan’a karşı bugün cephe alanlara, kazanmaktan ziyade kaybettirmeye, indirmeye çalışanlara. Koltuklar altın tepside sunulunca “eyvallah, çok güzel”, koltuklar el değiştirince “yok vallah, bas feryadı.”

Dostluklar işte böyle imtihanlarla sınandıkça güçlenecektir. Ve hakiki dostlar ortaya çıkacaktır. Başkan Erdoğan’ın sırtından, siyasi bakiyesinden yıllarca en kıyak makamlara gelen, makamlar gidince feryadı basan, cephe açanlara diyorum ki “Bu dava kökleri derinde olan bir çınar ağacı gibidir. Gün gelir yaprak döker, dallar budanır ama gövde heybetinden bir şey kaybetmez. Dallar yine uzar, yaprak yine açar. Gelin üç kuruşa satmayın sarımsak tarlasını.”

yuksel dedi ki...

yuksel24 Temmuz 2019 06:03
Yalan:Gerçeğe uymayan, doğru olmayan soz.
Etkinliklerle Değerler Eğitimi.2.
DİB.Yayinlari.
sy.12.

YANITLASIL

yuksel24 Temmuz 2019 06:07
Gunun mesaji.
Musluman elinden ve dilinden başkalarinin zarar gormediği kimsedir.
Buhari,İman,4.
Etkinliklerle değerler Eğitimi.2.
DİB.Yayinlari.
sy.13.

YANITLASIL

yuksel24 Temmuz 2019 06:12
İman ihaneti bağlamiştir..Mumin ihanet etmez..
Ebu Davud, Cihad,157.
Etkinliklerle Değerler Eğitimi.
DİB.Yayinlari.
sy.63.

YANITLASIL

yuksel24 Temmuz 2019 06:16
Sabredenlere, mukafatlari hesapsiz verilecektir.
Zumer, 39/10.
Etkinliklerle Değerler eğitimi.
DİB.Yayinlari.
sy.91.

YANITLASIL

yuksel24 Temmuz 2019 06:22
Doğrusu O , bağişlayandir,şukrun karşiliğini bol bol verendir.
Fatir.35/30
Etkinliklerle Değerler Eğitimi.
DİB.Yayinlari
sy.104.

yuksel dedi ki...

Bu kitap, 1453 yılında PEYGAMBER EFENDİMİZİN vasiyetini yerine getiren O KUTLU KUMANDANIN VE ASKERLERİNİN emanetine sahip çıkmak için hazırlandı.Bu kitap, AYASOFYA'nın tekrar cami olarak ibadete açılmasına ve yine İSTANBUL'dan başlayacak YENİ BİR ÇAĞA öncülük yapacaktır!
Cennete Açılan Kapı AYASOFYA

yuksel dedi ki...

Lozan müzakereleri ve Mustafa Kemal Atatürk'ün vasiyeti neden gizleniyor.

yuksel dedi ki...

Atatürk’ün ‘vasiyeti’, yani tuttuğu gizli notlar ne açıdan önemli?

Atatürk’ün gizli vasiyeti adı altında 1980’de bunu ilk defa dile getirdim. Kastedilen, Atatürk’ün siyasî vasiyetidir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kişi nasıl bir gelecek öngörüyor? Devletin ilelebet payidar kalabilmesi için neler gerektiğini düşünüyor? Bunun için kendisinin bazı tasavvurları var. Daha cumhuriyet kurulalı 15 sene olmuş. Dolayısıyla kastedilen “Makbule’ye 50 lira verin, ötekine 5 lira verin” şeklinde bir vasiyetname değil. Kendi tuttuğu çeşitli kayıtlar, görüşler ve yaklaşık 400 sayfayı bulan, kimisi iki satır, kimisi bir sayfa notlardan oluşan bir külliyat…

Bu notlar ilk defa İnönü tarafından mı açıldı?

Hayır. Bu, bildiğim kadarıyla 1958’den itibaren Menderes’in haberdar olduğu bir durum. Dolayısıyla 1938’de mühürlenerek saklanan bu kâğıtlar 1950’li yıllarda Menderes başbakan, Celal Bayar da cumhurbaşkanıyken onlar tarafından biliniyor olmalı. 1964’te Celal Bayar’a sordum; o da “Böyle bir olay vardır fakat Türkiye buradaki fikirlere hazır değildir” dedi. 1988’de 50 yıl doldu ve açılması gerektiğinde Kenan Evren 25 sene daha yasak koydu. Kızdığım taraf, hep birileri Türkiye ve Türk milleti adına “Türkler buna hazır değil” diyor. Ya kardeşim sen kimsin, niçin durmadan bunu deme yetkisini kendinde görüyorsun?

Bu notları açıp okuyanlardan bir bilgi sızmadı mı hiç?

Menderes’in 1958’de söylediği bir cümle vardır: “Siz isterseniz hilafeti de getirirsiniz.” O dönemde kullanılmayan, kullanılması mümkün olmayan bir cümle bu. Nitekim Menderes laiklikle ilgili yasa ve yönetmeliklerde değişiklikler yapmayı planlıyordu. 27 Mayıs’ın ardından idamı, notu okuduğunun işaretidir.

yuksel dedi ki...


Merhum Aytunç Altındal: “Mustafa Kemal’in Vasiyet Ettiği Hilafet Gelirse BM’de Türkiye 6. Daimi Üye Olur”

yuksel dedi ki...

Mustafa Kemal Ataturk'un gerçek gizli vasiyetinde Ayasofya açilsin diye yazdimi!.
F35 ler alinmazsa Ayasofya Cami olarak ibadete açilsin.
Yuksel Çelik

yuksel dedi ki...

SELAHADDİN EYYÛBÎ – İSLAM BİRLİĞİNİN MİMARI

Bütün zamanların hükümdarı, İslam birliğinin mimarı Selahaddin Eyyûbî Derin Tarih Ekim sayısında! Çocukluğundan beri karakterine sirayet eden liderlik özellikleri, Kudüs’ün fethine giden yolda Müslümanları aynı çatı altında birleştirmesi, onu diğer liderlerden ayrı kılan özellikler… Prof. Dr. Ramazan Şeşen, İngiliz tarihçi John Man ve Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Selahaddin Eyyûbî’yi Derin Tarih okurları için anlattı.

MUHTEŞEM BİR KİTAP HEDİYESİ!

Süleyman Kocabaş’ın kaleme aldığı 1876’dan 2016’ya 140 Yıllık Resimli Darbeler Tarihi kitabı bütün Derin Tarih okurlarına hediye!

Başka neler var?

Amerika bunu hep yapıyor! 15 Temmuz’un ardından gündeme gelen CIA darbeleri J. Dana Stuster’in kaleminden.

Türkiye Suriye’ye neden girdi? Bülent Aras cevaplıyor.

Mustafa Armağan, Sultan Abdülhamid hakkında yanlış bildiğimiz 10 şeyi köşesine taşıyor.

Sicilya’nın vaftiz edilmiş sultanları Frederick ve Roger Hüseyin Şen’in kaleminden.

Merhum Aytunç Altındal’ın son söyleşisi: “Mustafa Kemal’in vasiyet ettiği Hilafet gelirse BM’de Türkiye 6. daimi üye olur.”

Cumhuriyet inkılapları kapsamında Türk müziği nasıl yasaklandı? Halk Batı müziği dinlemeye nasıl mecbur edildi? Ahmet Uçar cevaplıyor.

Prof. Dr. İsmail Kara’dan “Akademik kıyafetlerimiz nerden geliyor?” sorusuna çarpıcı cevaplar.

Osmanlı’da hilâfet kurumu ve İslam birliği düşüncesini Prof. Dr. Azmi Özcan yazdı.

Sultan II. Abdülhamid, kendisiyle röportaj yapan İngiliz gazeteciye nasıl ayar vermişti? Ömer Hakan Özalp’in yazısında…

Sanat tarihçisi Zeynep Emel Ekim, İngilizlerin Kırım Harbi sırasında tahrip ettiği Üsküdar’daki Kavak İskelesi Camii’nin hikâyesini satırlara taşıdı.

Vefatının 13. yılında Aliya İzzetbegoviç’in eserlerinden alıntılarla 5 soruya verdiği 5 cevap. Prof. Dr. H. Haluk Erdem’den okuyoruz.

Hz. İsa’nın suretinin göründüğü mendil Urfa’da mı? Prof. Dr. Adnan Demircan gizemli hikâyenin üzerindeki sis perdesini aralıyor.

Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu, Harb-i Umumî’de İttihad-ı İslam: Şiî müçtehidler ve cihadı analiz ediyor.

Muhafazakâr düşüncenin önde gelen isimlerinden Edmund Burke’ü ve Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler kitabını, ona aydınlatıcı bir takdim yazan Prof. Dr. Bekir Berat Özipek’e sorduk.

İ. Betül Armağan Gözlü, ateş getiren köle “kibritin” tarihî serencamını satırlara taşıyor.

Halil Solak, İbrahim Hakkı Konyalı’nın kayıp arşivinden Mimar Sinan Eserleri kitabını tanıtıyor.

Mehmet Doğan, ayın kelimesi köşesine bu ay ‘paşa’yı misafir ediyor: Giden Paşam, gelen Generalim

yuksel dedi ki...


Ayasofya Camii’nin kapatılışına ve neden açılması gerektiğine dair bazı düşüncelerimi başlıklar hâlinde özet olarak sıralayacağım. Tartışılan “Ayasofya kararnamesi”ndeki bazı hukuki tutarsızlıklar şöyle tespit edilebilir:

1. Ayasofya Camii’nin ibadete kapatılmasına gerekçe olarak bir sözde Bakanlar Kurulu “kararnamesi” ibraz edilmektedir. Lakin üzerinde 24 Kasım 1934 tarihi yazılı olan bu metindeki tuhaflık ve tutarsızların haddi hesabı yoktur. Tuhaflıklardan sadece birisi, kararnamenin altındaki Atatürk’ün imzası meselesidir. Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal o gün çıkarılan 2587 numaralı kanunla bu defa kendisine yönelik bir “isim devrimi” yapacak, Mustafa ismini nüfus kaydından tamamen çıkaracak, Kemal adlı bir hocasının verdiği Kemal’i “Kamâl”a çevirecek ve nihayet çıkarılan özel bir kanunla “Atatürk” soyadını alacaktır. Bundan sonraki resmi ismi artık Kamâl Atatürk’tür. Dolayısıyla bugün yaygın olarak kullanılan “Mustafa Kemal Atatürk” ibaresi yanlıştır. Her üç ismi birden taşıyan biri hiç yaşamamıştır.

yuksel dedi ki...

965 yılının gazeteleri karıştırıldığında Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesi için kesif bir imza kampanyası düzenlendiğini, Türkiye’nin dört bucağından toplanan imza sayısının milyonları bulduğunu okuyor ve o zamanki dava şuuru karşısında hayret damarlarınız kabarıyor ister istemez.

Papa VI. Paul Temmuz 1967’de Türkiye’yi ziyareti sırasında Ayasofya’da aniden diz çökerek dua edince tepki olarak Ayasofya Camii’nin açılması mitingleri başlayacaktır. Ardından 150 kadar MTTB mensubu genç yasakları dinlemeyerek Ayasofya’da namaz kılacak ve 1970’li yıllarda “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın” sloganı caddelerde yankılanacaktır.

Dergimiz Haziran 2012 ve Aralık 2013 tarihli sayılarında Ayasofya davamızı kapağa taşıyarak “Ayasofya’yı rehinden kim kurtaracak?” diye sormuş ve “Ayasofya kararnamesi sahtedir” tezini ileri sürmüştü. Ayrıca Serdengeçti’nin Ayasofya Davası adlı kitapçığı ile Fossati’nin Ayasofya resim albümünü okurlarına hediye etmiş, böylece Fethin sembolü ve Fatih’in emanetinin işgal altında olduğu gerçeğini gündemde tutmaya gayret etmiştik.

Nihayet 24 Mart gecesi muhterem Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın bir TV programında Ayasofya’nın müze statüsünün değiştirilip adının “cami” yapılabileceğini ve ücretli girişin kaldırılabileceğini açıklaması 80 yılı aşkın bir süredir kanayan yaramıza merhem sürmüş ve ümitlerimizi cilalandırmıştır.

Baskıya girmekte olduğumuz günlerde gelen bu müjdeye Ayasofya Camii’nin neden müze yapılamayacağını hukukî açıdan izah eden ve hukuk ihlâllerine dikkat çeken minik bir dosya ile mukabele etmek istedik. Gelecek sayılarda daha doyurucu dosyalarla huzurlarınızda olacağız.

31 Mart Vak’ası’na ayırdığımız kapak dosyamız yanında Mehmet Barlas ile Turgut Özal’ı, Michael Provence ile Osmanlı sonrası Arap dünyasını konuştuğumuz söyleşiler ve her biri ilginçliklerle dolu yazılarımızı zevkle okuyacağınızdan eminiz.

Bu ay 8. yılımıza giriyoruz. 85 sayıdır bizi yalnız bırakmayan okur dostlarımıza hassaten teşekkür ederiz.

Nice güzel sayılarda buluşmak ümidiyle.
Hayırla kalınız.

yuksel dedi ki...


Ayasofya’nın kilise, cami veya müze olduğu tartışması yaklaşık bir asra dayanan geçmişe sahiptir. Bu tartışmaya pek çok çevre; politik, tarihî ve mimarî açıdan yaklaşmıştır. Biz konuya mülkiyet ve vakıf hukuku açısından bakacağız. Bilindiği üzere, Ayasofya aynı yerde üç kere kilise olarak inşa edilmiş, İstanbul’un fethinden hemen sonra Fatih tarafından camiye dönüştürülmüş ve vakfedilmiştir. Günümüzde Ayasofya’nın mülkiyeti, mazbut Fatih Sultan Mehmet Vakfı’na, yönetim ve temsili ise Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne (VGM) aittir. Mazbut vakıflar, yöneticisi ve mütevelli heyeti kalmadığından, VGM tarafından yönetilen ve temsil edilen vakıflardır. Ayasofya mazbut bir vakfın taşınmazı olması yanında, vakıf siciline tescili bakımından ise hayrat niteliğindedir. Yani toplumun istifadesine veya kullanımına bedelsiz olarak tahsis edilmiş bir eserdir. Aynı zamanda “1. derece arkeolojik sit alanında” bulunmakla birlikte “kültür varlığı” niteliğine de sahiptir.

yuksel dedi ki...

yasofya tarihi deyince ilk akla gelen isimlerdensiniz. Ayasofya’yı önemli kılan nedir sizce?

Ayasofya evrensel bir yapı. İstanbul’un en yaşlı yapılarından olup üç dönem geçirmiştir: Doğu Roma yani Bizans, Osmanlı ve müze olduktan sonraki dönem. Kısacası 916 yıl kilise, 481 yıl cami olmuştur.

Bu üç dönemin ilki pek bilinmez.

Bugünkü Ayasofya’nın yerine inşa edilmiş olan ilk Ayasofya’nın İstanbul’un kuruluşunda I. Konstantinos döneminde, oğlu Konstans’ın babasının kayınbiraderi Lucinus’a karşı kazandığı zaferin anısına yapıldığı söylenir. O yapı bugünkünden oldukça farklıdır. Bizans mimarisinde bazilika olarak isimlendirilen ince uzun, dikdörtgen planlı olup üzeri kırma çatıyla örtülmüştür. İlk Ayasofya’nın yapımı tartışmalı bir konudur. Erken Bizans mimarisine tipik bir örnek olduğu bilinir. Bu yapı Bizans İmparatoru Arkadios’un eşi İudoksia ile İstanbul Patriği Aziz İoannes Christomos arasındaki çekişme sonucu çıkan bir isyan neticesinde yakılmıştır. Bu yapıdan damgalı bir tuğla dışında hiçbir iz kalmamıştır. İkinci Ayasofya’yı II. Thedeosios, Mimar Rufunos’a yaptırmıştır. Bazı lentoları, sütunları ve sütun başlıkları ikinci Ayasofya’dan arta kalan örneklerdir. Su kalıntıları İstanbul Arkeoloji Enstitüsü’nün 1935-36 yıllarında yaptığı kazıda ortaya çıkmıştır. İmparator Iustinianos aleyhine 13 Ocak 532’de başlayan Nika ayaklanması sırasında ikinci Ayasofya da yakılmıştır. İmparator ayaklanmayı bastırdıktan ve siyasî konumunu sağlamlaştırdıktan sonra Ayasofya’yı öncekilerden çok daha görkemli olarak yeniden yaptırmayı istemiştir. Bunun için de dönemin en ünlü mimar-mühendisini ve matematikçisini bu iş için görevlendirdiğini biliyoruz: Miletoslu İsidoros ile Trallesli (Aydın) Antemios. Bizans’ın bütün eyaletlerine emirnameler göndererek, antik çağların mabetlerinden arta kalan mimarî parçaların Constantinopolis’e gönderilmesini istemiştir. Bunun üzerine Aspendos, Efes, Baalbek, Tarsus başta olmak üzere Anadolu, Teselya ve Suriye’nin antik kentlerindeki sütunlar, mermerler, çeşitli renklerde taşlar Ayasofya’da kullanılmak üzere gönderilmiştir. Ayasofya’nın döşeme ve duvarlarını kaplayan beyaz mermerler Marmara Adası’ndan (Prokennesos), yeşil somakiler Eğriboz Adası’ndan getirilir. Bundan başka Teselya ile Mora yarımadasından çeşitli taşlar, Afyon yakınından pembe mermerler, Kuzey Afrika’dan sarı mermerler gönderilir. Ayasofya’nın iç mekânında orta ve yan nefleri birbirinden ayıran, dördü sağda, dördü solda bulunan yeşil-siyah damarlı mermer sütunlar Ephesos Artemis Mabedi’ne aittir. Yarım kubbe altında yer alan sekiz porfir sütun ise Kahire yakınlarındaki eski bir Mısır mabedinden gönderilmiştir. Böylelikle Ayasofya’nın yapımında Anadolu’nun çeşitli antik yerleşme alanları ile Atina, Numidia, Mısır, Suriye ve Teselya’nın taşları, sütunları ve sütun başlıklarından geniş ölçüde yararlanılmıştır. Ayasofya’nın yeniden inşası için öncelikle daha önce yapılmış olan iki Ayasofya’nın bulunduğu alan düzenlenmiş; eski kalıntılar, yıkıntılar ortadan kaldırılmış ve çalışmalara 23 Şubat 532’de başlanmıştır. Mozaikler ve bezemeler dışında yapı 5 yıl, 10 ay, 4 gün sonra, 27 Aralık 537’de tamamlanmıştır. O günün şartlarında böylesine büyük bir mabedin yapılması olağanüstü bir hadiseydi.

yuksel dedi ki...


Tarihler 1453 yılını gösterdiğin­de Bizans’ın surları genç padi­şah Fatih Sultan Mehmed’in önüne açılır. Peygamber Efendimiz’in (sas) müjdesine nail olmanın sevinciy­le Kostantiniyye’ye girer; vakar, şeref ve iftiharla asırların kutsal yapısı Aya­sofya’ya doğru ilerler. Mabedin kapı­sından girince Rabbine şükür secdesi eder. İlk Cuma namazı, bayram na­mazları derken her Osmanlı padişahı şehrin en büyük camisi olan Ayasof­ya’ya hizmet etmeyi adeta bir ibadet sayacaklardır.

yuksel dedi ki...

Senin tasarrufu bulunan her şey : altun, gumuş, ev, bark, kap-kacak, sergi çocuklar,zevce, kitaplar, hizmetçilrr ve diğerleri, sen gerçi, bunlarin maliki ve sahibi olduğunu zannedersin, biri elinden çiksa uzulur,azap çekersin.
...,yine senin olmasini temenni edersin veya arzu ettiğin şey olmazsa tasalanirsin ve buna sebeb olana kin beslersin, işte butun duşmanlik hased, kibir, kendini beğenme ve benzeri şeyler, hep fiiller tevhidini bilmemekten ileri gelir.
....,kendisinin olmmiyana uzatmayan ve onun sevgisini kalbinden sokup atan kimse, zikredilen istiraplardan kurtulur, rahat bulur.
Niyazi Misri.
Mustafa Ozdamar.sy.257,258

yuksel dedi ki...


98. Kur’an’ı oku(mak iste)diğin zaman, o kovulmuş/lanetlenmiş şeytandan Allah’a sığın (“Eûzû billâhi mine’şşeytâni’rracîm” de).

99. Gerçek şu ki inananlara ve Rablerine güvenip dayananlara onun tesir gücü yoktur. [krş. 15/39-40]

100. O (şeyta)nın tesir gücü, ancak (Allah yerine) onu dost edinenlere ve onunla ‘Allah’a ortak koşanlaradır.’

101. Biz, bir âyetin yerini (hükmünü) başka bir âyetle değiştirdiğimiz zaman Allah neyi indireceğini çok iyi bilirken onlar (Peygamber’e): “(Bunları) uyduran ancak sensin.” dediler. Hayır! (Öyle değil), onların çoğu (gerçeği ve nesihteki hikmeti) bilmezler. [bk. 2/106]

102. De ki: “Onu (Kur’an’ı,) Rûhu’l-Kuds (Cebrail), inananları (imanlarında) sağlamlaştırmak, müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara müjde vermek üzere hak olarak Rabbinin katından indirdi.”

103. Andolsun ki biz, onların (peygamber hakkında): “Ona mutlaka (yabancı) bir insan öğretiyor.” dediklerini biliyoruz. Halbuki sapıp kendisine yöneldikleri o (hıristiyan) kimsenin dili yabancıdır.[22] Bu (Kur’an) ise apaçık Arapça bir dildir.

104. Allah’ın âyetlerine inanmayanları; Allah asla doğru yola iletmez, üstelik onlara acıklı bir azap vardır.

105. Yalanı ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte asıl yalancılar onlardır.

106. Kalbi imanla (tevhid ile) huzur bulmuşken, (dinden dönmeye) zorlananın dışında, kim imanından sonra Allah’ı inkâr eder veya (emirlerini kabul etmeyip) gönlünü küfre/kâfirliğe açarsa, Allah’tan onların üzerine (büyük) bir gazap vardır; en büyük azap da onlar içindir.[23]

yuksel dedi ki...

Kur'an-i Kerim. Nahl suresi.
(Bir onceki ayetler)

yuksel dedi ki...


106. Biz, herhangi bir âyeti nesh eder[47] veya onu unutturursak ondan daha hayırlısını ya da onun benzerini getiririz. Allah’ın her şeye kâdir olduğunu bilmez misin?
Bakara suresi 106.

yuksel dedi ki...

Yekçeşm: Tekgozlu.
Ahir zamanda gelecek olan Deccalin bir ismi."Sadece dunya hayatini şiddetle isteyip ahireti unutan ve inkâr eden" mealinde mecâzen soylenilmiştir.
Guneş.
Osmanlica Turkçe Lugat sy.1054.

yuksel dedi ki...

ksel26 Temmuz 2019 06:16
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillah
Allahuekber
Subhanallah
Allahümmesallialaseyyidinamuhammed
Sallaahualeyhivesellem
Estagfirullah

YANITLASIL

yuksel26 Temmuz 2019 11:18
İlim urkek bir kuştur.Bağlamazsan kaçar.
Boş kaşik ağiza, boş soz kulağa yakişmaz.
Kalblerinizden adalet, dudaklarinizdan hakikat eksik olmasin.
Politikaci gelecek seçimleri, devlet adami gelecek nesilleri duşunur.
Hayat Olçuleri.
Altinoluk.nisan1994.sayi .98.
sy.14.

YANITLASIL

yuksel26 Temmuz 2019 23:58
Hadis-i Kudsi.
Ben, bir gizli hazine idim, bilinmek istedim! buyurdu ve kainati yaratti dostlar!.
Esmâ-i Husnâ
Hakikatin Sonsuzluğunda Vedud'a yolculuk.
Vuslat turabi.

YANITLASIL

yuksel27 Temmuz 2019 00:07
ALLAH (c.c.) isminin Arapça kelime yapisindaki ozelliği gereği, harfleri tek tek kaldirilsa bile anlami bozulmayan "tek kelime"dir.
Esma-i Husnâ.
Hakikatin Sosuzluğunda Vedud'a Yolculuk.
Vuslat Turabi.
sy.17.

YANITLASIL

yuksel28 Temmuz 2019 02:19
Biz, imani kutarmak ve Kur'an'a hizmet için, Mekke'de olsam da buraya gelmek lazimdi.
E.195.
Risale-i Nur kulliyatinda Hizmet Dusturlari.
sy.34.

YANITLASIL

yuksel29 Temmuz 2019 06:20
Allah c.c.sebebsizde bir şey yaratabilir,meydana getirebilir.
Yavuz Bahadiroğlu.

yuksel dedi ki...

Ey belde halkı içinizde munafıklık yayıldı, ihlas azaldı eyleme dönüşmeyen sözler çoğaldı, eyleme dönüşmeyen söz hicbir şeyi düzeltmez bu gidişat yürünecek yol değil ,aleyhinize bir delildir.
El Fethur Rabbani Alemlerin Anahtarı Abdulkadir Geylani (ks) sy:107

yuksel dedi ki...

Sufilerden biri şoyle diyor:
Doğruluk, Allah c.c.in yeryuzundeki kilicidir.Her neyin uzerine konursa keser.
El-Fethu'r Rabbani.sy.122.

yuksel dedi ki...

Hazret-i Suleymanin halasi oğlu Berhiya'dir. O ism-i Azam'i biliyordu ve duasinda okuduğuda İsm-Azam'di.Onun duasi:
-ya ilahina ve ilâhe kulli şey'in ilâhen vahiden lâ ilâhe illâ ente ya zel'Arşil azim idi.Ve bununla muradi için dua ederdi.O bu duayi etti:
-Atini bi arşihâ! deyip Sebâ melikesi Belkis'in tahtinin gelmesini yakardi.Goz açip kapayincaya kadar bir zaman içinde Belkis'in tahti getirildi.
Kara Davud
Delail-i Hayrat Şerhi
sy.1155.

yuksel dedi ki...

Gerçi yazar, Mecelle-i Ahkam-i Adliyenin kulli kaideleri için "her devir ve zamanda, hayata, hukuki hadiselere tatbiki kabil, felsefi ve dinamik hukuk kaideleridir"demektedir.
Mecelle-i Ahkami Adliyenin yururluğe Girişi ve Turk hukuk tarihi bakimindan onemi.sy.120.

yuksel dedi ki...

Mecelle-i Ahkam-i Adliyenin 39.maddesinde "ezmanin tagayyuru ile ahkamin tagayyuru inkâr olunamaz/ zamanin değişmesi ile hukumlerinde değişmesi inkâr olunamaz"şeklinde ifade edilmiştir.
Mecelle-i Ahkam-i Adliyenin yururluğe girişi ve Turk hukuk tarihi bakimindan onemi.sy.95.

Yüksel dedi ki...

Kurtuluş Tayiz
Kurtuluş Tayiz
Gladio'nun siyasi ayağı devrede
Kurtuluş Tayiz tüm yazıları
17 Temmuz 2019 Çarşamba
15 Temmuz’un siyasi ayağının soruşturulması eksik kaldı. Bu eksiklik, dönüp gelip Türkiye’nin ayağına muhakkak dolaşacak. 15 Temmuz’da Gladio’nun askeri kolu başarısız olmuştur, evet bu doğru; ama siyasi kolu hâlâ ayaktadır ve 15 Temmuz’dan daha güçlü bir noktadadır. Ve bu güçler, Türkiye’yi siyasi bir 15 Temmuz’a hazırlıyorlar.

Kemal Kılıçdaroğlu, dalga geçer gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef göstererek, savcıları “FETÖ’nün siyasi ayağını çözmeye” davet ediyor. “Yürekli bir savcı arıyorum” diye de vurguluyor üstelik. Ortada “yürekli” bir savcı olsa aslında işe Kemal Kılıçdaroğlu’ndan başlaması gerekir. Fakat Yargı, FETÖ’nün hâlâ “askeri ayağı”yla meşgul; siyasi ayağını soruşturma işine bir türlü giremedi. Bu alan maalesef çok karışık; her türden siyasi var işin içinde. Türkiye’ye bugün en büyük tehdit işte bu gri alandan, yani Gladio’nun siyasi kolu diyebileceğimiz bu şebekeden geleceği de kesin.

FETÖ’nün de dahil olduğu bu siyasi şebeke bir yandan 15 Temmuz’u yalandan kınayan açıklamalar yaparken, diğer yandan sinsice siyasi bir 15 Temmuz’a hazırlanıyor. Dün “tiyatro” diyenler, bugün “bal gibi darbeydi” diyor! Hayırdır? Ne değişti bu kaç ayda? Evet bir şeyler değişti; iktidar partisi, Ankara ve İstanbul’u kaybetti. Bunun üzerine Gladio yeni planı devreye koydu; herkesi buna göre hizaya soktular bile.

Bu Gladio yapısı, Türkiye’yi tekrar kontrol altına almak için siyasetteki bütün unsurlarını harekete geçirdi. Bakıyoruz da bunca parti, siyasetçi, sivil toplum kuruluşu, büyük büyük kanaat önderleri meğerse hep Gladio’nun kuklalarıymış. Tek düdükle harekete geçtiler, hizaya girdiler. Şimdi tek hedefleri var; Erdoğan’dan kurtulmak için siyasi bir 15 Temmuz hazırlamak. Erdoğan’a yetişene kadar ailesini, danışmanlarını ve çevresini dövmeye devam edecekler. Ona yetiştiklerinde ise neler olacağını, neler yapacaklarını tarihten iyi biliyoruz. Bu kez aynı tuzağa düşmemek umuduyla...

yuksel dedi ki...

Kadın olsun erkek olsun veya hür olsun hür olmasın (köle olsun) her kim ki imanında lezzet ve halavet buldu ise o lezzet ve halavet bulan kimse huşu eyleyen kimsedir. İmanında bu halaveti ve bu lezzeti bulmayan kimse ise huşu etmeyen kimsedir.
Karadavut Delail-i hayrat serhi sy:69

yuksel dedi ki...

Peygamberimizin s.a.v. dini asrın hastalıklarını faizi haram kılmak ve zekatı emretmekle tedavi etmiştir.(S.) 685:Lemaat.
Risale-i Nur Külliyatı
Fihrist ve indeksi.sy.62.

Yüksel dedi ki...

Halid ibni Yezid şöyle demiştir. "Yağmurun bir kısmı göktedir, bir kısmı da (buharlaşma yoluyla) bulutun denizden çektiğidir. Gök gürültüsü ve şimşek onu tatlandırnaktadır. Denizden alınan yağmurdan bitki olmaz., nebat ancak gökten gelen yağmurdandır. Ibni Ebi Hayim, no:8612,5/1502
Ruhul Furkan 13. Cilt sy 719

yuksel dedi ki...

Vasıta olmadığında neticede yok olacağı kaidesince
Büyük Cevşen sy:209
İşlerin hayırlısı en iyi olanı ortancası olanıdır. (Hadis)
Risalei Nur Külliyatı'ndaki Ayet ve hadislerin mealleri ve me'azleri

yuksel dedi ki...

Kötü ve sıkıntılı zamanlardan,durumlardan kurtulmanın yolu güzel ahlaktır.
Akra fm
Özlü sözler.
Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz.
Türk Atasözü.
Bir tarafı eğri olanın, diğer tarafı doğru olmaz.
M.Gandi.
Bir çocuğu eğitmek bütün köyü oyalar.
Afrika Atasözü.
Eğitim Psikolojisi.sy.173.

yuksel dedi ki...

Bilim, iyi zamanlarda servet, kötü zamanlarda bir sığınak ve iyi bir yol göstericidir.
Eğitim Psikolojisidir.sy.1.
Öğrenme zihnin hiç bırakmadığı ve pişman olmadığı tek şeydir.
Eğitim psikolojisi.sy.295.Çocukların,nasihatten çok, iyi örneğe ihtiyaçları vardır.Eğitim psikolojisi sy.413.
Bütünlük olmadan hiçbir türlü gerçekliği kabul edemem.
Egitim psikolojisi sy.439.
Hatırlama, zihinsel bir zaman yolculuğudur.
Eğitim psikolojisi.sy.457.

yuksel dedi ki...

Rabbin ismiyle, yani "besmele" ile okumak, idrâkin ve istifâdenin en büyük şifresidir.
Peygamber mesleği: insanın eğitimi.sy.8.
İlim kalbe intikal etmezse, nefsin hoyratlığına duçâr olur ve kişiyi büyük bir felâkete sürükler.Nitekim insanlığa en büyük zulmü yapan zalimler, ilmi kötüye kullanarak zalimlerden olmuşlardır.
Peygamber Mesleği: İnsanın Eğitimi.sy.9.

yuksel dedi ki...

Dünyaya gelen her insan; özündeki cevheri, yaratılış hikmetine uygun bir şekilde ortaya çıkarabilmek için tâlim ve terbiyeye muhtaçtır.
Yüzakı
Eğitim Rehberi 2.
Peygamber Mesleği:
İnsanın Eğitimi.
sy.18.

yuksel dedi ki...

Her akıl sahibi idrâk eder ki; insanın saâdeti, fücur ve günâha temâyülün engellenip takvânın güçlendirilmesiyle mümkündür.Bunun yolu da manevi eğitimdir.

Bir mü'minin Rabbini unutmaması ve mânevi hayatını idâme ettirebilmesi için ruhunun Kur'an ikliminde yaşaması lazımdır.

Abdülkadir Geylani:
"Nefsin hususunda seninle birlikte cihâd edenle arkadaş ol. Nefsini azdıranla arkadaş olma. İhlâslı ol, aksi hâlde boş yere yorulursun."
Yuzakı Eğitim Rehberi 2.Peygamber Mesleği:İnsanın Eğitimi.sy....28.

yuksel dedi ki...

Tin: C.Etyan)Balçık.Mektup gibi şeyleri mühürlemek.
Osmanlıca -Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat.sy.1013.
Tin Suresi.Kur'an-ı Kerim'in 95.suresinin ismidir.Vettini sureside denir.
Tin.incir.

yuksel dedi ki...

Adamlarının dağılması doğru yold olan birini etkilemez. Allah için bir mücadeleye girişmişsen mert adama yakışan tek başına da kalsa mücadeleye devam etmesidir. Daha ne kadar yaşayacaksın, unutma en güzel şeref Allah yolunda sehit olmaktır. Esma bint Ebi Bekir (ranha)

yuksel dedi ki...

Peygamberimiz (s.a.v.) "Lanetlidir, kendi gibi yaratılmışa güvenen kimse lanetlidir."Buyurmuştur.
Kırkbeşinci Sohbet.
el-Fethu'r Rabbani
Alemlerin Anahtarı.
Abdulkadir Geylani.sy.224.

yuksel dedi ki...

M. Kemal ısparta'ya teftişe gelmişti. O gece Eğirdir'de kaldı. Sabahı çok erken saatte gizlice Barla'ya gitmek istediğini bana söyledi. Refakat ettim. Bir de soför vardi. Hic kimseye haber vermeden Bediüzzaman'nın odasina gittik. O ve ben, ikimiz içeri girdik. Bediüzzaman yatağa yan uzanmış bir halde üzerinde yorgan örtülü vaziyette uzaniyordu. Hiç kalkmadı. M. Kemal' e yerdeki şilteyi gösterip,"otur" dedi. O da rafta duran Kur'an'ı alarak Tin suresini actı, "Lekad halekne'l-insane fi ahsani takvim' ayetini okudu. Bu ayet bana bakıyor dedi.
Bediüzzaman; " yanlişlikla komşunun kapısinı çalmişsin. Yaptiklarinla sonraki sure sana bakıyor' dedi
Gerçegin aynasında Bediüzzaman 299

yuksel dedi ki...

Allah c.c.ın yolu bütünüyle doğruluktur.
El-Fethu'r Rabbani Alemlerin anahtarı.sy.243.
Doğruluk Allah c.c. ı tevhid etmek, davranışlarında samimi olmak ve Allah c.c. güvenmek demektir.
El-Fethu'r Rabbani .Alemlerin Anahtarı sy.248.

yuksel dedi ki...

Namazı belirlenen vaktinde kıl. Boş vaktin olsada vaktinden önce kılma; meşguliyetten dolayı geciktirme.Bilmiş ol ki, işleyeceğin her amel, namazına bağlıdır.
Hz.Ali (r.a.)
Asrımızın sefaleti, maddeye bağlanan teknik kuvvetinin fikir kuvvetini yenmiş olmasından ileri gelmektedir.
Nurettin Topçu.

yuksel dedi ki...

Ey ekmek uğruna iman cevherini atan, ey bir arpaya bir hazineyi satan zavallı! Nemrut, gönlünü İbrahim r.a. e kaptırmadı ama canını bir sivrisineğe teslim etti.
Mevlânâ.
Nereye çıktığın bilmediğin yolun basiret gereği en iyi çaresi, ortasında durmaktır.
Cenab Şahabettin.
Seni tüketen, önündeki tırmanılacak dağlar değil, ayakkabındaki çakıl taşıdır.
Muhammed Ali.

yuksel dedi ki...

Yâ Cemîlü yâ Allah. Yâ Karîbü yâ Allah. Yâ Mücîbü yâ Allah. Yâ Ha-bîbü yâ Allah. Yâ Raûfu yâ Allah. Yâ Atûfu yâ Allah. Yâ Ma ‘rufu yâ Allah. Yâ Latifu yâ Allah. Yâ Azîmu yâ Allah. Yâ Hannânü yâ Allah. Yâ Mennâ-nü Yâ Allah. Yâ Deyyânii yâ Allah. Yâ Sübhânü yâ Allah. Yâ Emânu yâ Allah.Yâ Burhânu yâ Allah. Yâ Sultânu yâ Allah. Yâ Müste ’ânu yâ Allah. Yâ Muh-sinü yâ Allah. Yâ Müteâlü yâ Allah. Yâ Rahmânu yâ Allah. Yâ Rahîmü yâ Allah. Yâ Kerîmü yâ Allah. Yâ Mecîdü yâ Allah. Yâ Ferdü yâ Allah. Yâ Vit-rü yâ Allah. Yâ Ahadü yâ Allah. Yâ Samedü yâ Allah. Yâ Mahmûdu yâ Allah. Yâ Sâd’ıka’l-va ‘di yâ Allah. Yâ Aliyyü yâ Allah. Yâ Gatıiyyü yâ Allah. Yâ Şâfîyâ Allah. Yâ Kâfîyâ Allah. Yâ Meâfîyâ Allah. Yâ Bâkîyâ Allah. Yâ Hâdîyâ Allah. Yâ Kâdiru yâ Allah. Yâ Sâtirü yâ Allah. Yâ Kahhâru yâ Allah. Yâ Cebbâru yâ Allah. Yâ Gaffâru yâ Allah. Yâ Fettâhu yâ Allah.

Yâ Rabessemâvâti vel-ardi yâ Zel Celâli Vel-İkrâmi. Es ’elüke bi hakkı hâzihil esmâi küllihâ en tuselliye alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Mu-hammedin, verham Muhammeden kemâ salleyte ve sellemte ve bârekte ve ra-himte ve terahhamte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahime fil âlemine Rabbenâ inneke Hamîdün Mecîdün. Bi rahmetike yâ Erhamerrâhimîn. Vel-Hamdülillahi Rabbil âlemine.) (3)



Bu ism-i âzam duâsı tecrübe edilmiş bir duâdır. Rivayetlere göre, bir gün Peygamber Efendimiz, ashabıyle otururken, Cebrâil aleyhisselâm geldi ve dedi ki “Allah’ın selâmı üzerine olsun, Allah’ın sana selâmı vardır. Şu duâyı sana ve ümmetine armağan eylemiştir. Kim ki bu duâyı okur veya ezberlerse, kumlar adedince günahları olsa affu mağfiret olacaktır.” Bunun fezâili hakkında birçok müjdeler mevcuttur. Bu duâ ihmal edilecek duâ değildir. Her zaman okunmalıdır. Bunun faydası hem dünyada ve hem de âhirette görülecektir. Çünkü bu duâ bizzat Hazreti Allah tarafından bildirilmiş, okunması tavsiye edilmiş ve Peygamberimizle ashab-ı kiram bu duâya ihlâsla sarılmışlardır. Her duâ aynı ağırlıkta ve aynı fazilette değildir. Aralarında mana ve önem taşıma bakımından fark vardır. İşte bu ismi âzam duâsı da böylece önem taşımaktadır. Ne mutlu bu duâlara devam eden kimselere. Her sıkıntılarını bu vesile ile önleyenlere.

yuksel dedi ki...

Allahumme zeyyin bil-Kur’âni esrârenâ. Ve nevvir bil Kur’ârıi ebsârenâ. Ve haşşin bil Kur’ani ahlâkanâ. Ve sahhih bil Kur’âni ebdânenâ. Ve akbil bil Kur ‘ani tâatena. V’ekzi bil Kur’âni hâcatenâ. Vekşif bil Kur ‘âni gumû-menâ, v’eşfi bil Kur’âni emrâzenâ. V’erham bil Kur’âni emvâtenâ. V’eh t im bil Kur’âni imanenâ. Bi rahmetike yâ Erhamerrâhimîn.)

“Kur’anla içimi nurlandır Allah’ım. Kur’an’ın nuru ile gözlerimi nurlu kıl. Kur’an’la ahlâkımı güzelleştir. Kur’anla bedenlerimizi sağlamlaştır. Tâ-atlarımızı Kur’an sayesinde kabul et. Arzularımızı Kur’an sayesinde kabul buyur. Kur’an’ın berekâtıyle sıkıntılarımızı kaldır. Hastalarımıza Kur’an sayesinde şifa ver. Ölülerimize Kur’anla merhamet eyle. Sonunda Kur’an ’la îmanımızı al. Rahmetinle bizi yarlığa. Ey merhamet edicilerin en merhametlisi. ”



Bu duâ çok mübarek bir duâdır. Her Kur’an okunmaya başlanacağı zaman okunması ve her sıkıntı anında tekrarlanması tavsiyeye şâyandır. Hem içimizi ve hem de dışımızı ancak bu duâ vesilesiyle parlatabileceğimize şüphe yoktur. Halis niyet ve sağlam itikat şarttır. Bütün duâlar bu esasa dayandırılarak yapılırsa, mutlaka makbul olurlar.

yuksel dedi ki...

"Sistemin sözlük anlamı, farklı anlatımlar kullanılsa da, "bir işlevi bütünüyle sağlamak amacıyla birlikte çalışan parçalar topluluğu"şeklinde toparlanabilir.
Sistemlerde ki girişler ve çıkışlar bir çok biçimde olabilirler, fakat genelde aşağıdaki gibi sınıflandırabilir.
- Fiziksel maddeler
-Enerji
-Bilgi.
Bunlar islam devletlerinin birleşmesinde önemli unsurlardır.
Mikroelektronik sistemler kitab 1.
sy.1,3.

yuksel dedi ki...

Terkibat-ı nisbet-i hafiyye: Gizli düşünce ve tasavvurlardan meydana gelen terkibler.
Terkib-i kıyâs: Bir davayı isbat için delil arayıp bulma usulü.
Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat.sy.991,992.

yuksel dedi ki...

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillah
Allahuekber
Subhanallah
Allahümmesallialaseyyidinamuhammed
Sallaahualeyhivesellem
Estagfirullah







İbn-i Abbas şöyle anlatmistır. İnsanlar birinci nefhada öldükleri zaman, Arş'ın altından kırk sene diğer bir rivayette ise kırk gün- üzerlerine su yağdırılır ki bu suya hayat suyu denir. Böylece onlar kabirlerinde suyla biten ekin gibi biterler. Nihayet cesetleri tamamlaninca içerlerine ruh üflenir. Sonra üzerlerine bir uyku salınır da kabirlerinde uykuya dalarlar.
Sur'a ikinci defa üfürüldüğünde yaşamaya başlarlar, uyuyanın uykusundan uyanırken hissettiği gibi olarda başlarında ve gözlerinde uyku hissi bulurlar. İste o zaman :
Ey bizim helakimiz! Neredesin?Gel! Şimdi tam senin zamanın Bizi uyuduğumuz yerden kim diriltti derler.



Vahyin Gelişi 193 ve bunların uzunlarına uzun Mufassallar, orta uzunlukta olanlarına orta Mufassallar, daha az Hakikat ehline göre; Kur'ân-1 Kerîm bütün hakikatleri kendisinde topla- yan ledün ilminin de icmali ve özetidir.411 Hz. Ömer'in "ilimle dolu dağarcık!" diyerek takdir ettiği,12 Ashab-1 Kiramdan Abdullah b. Mes'ud: "ilim isteyen, Kur'ân't incelesin! Çünkü, öncekilerin de sonrakilerin de ilmi onun içindedir!" demiştir.1 Abdullah b. Mes'ud'un da "Kur'ân'ın ne güzel tercümanidır!" diyerek takdir ettiği ve Hz. Ömer tarafindan da müşkil meselelerde çağırılıp görüşü alınan415 Abdullah b. Abbas da: âyetli olanlarına kısa Mufassallar denir.10 ve ilminin çokluğundan dolayı Bahr (deniz) diye anılan414 "Eğer bana ait deve dizbağları yitecek olsa, muhakkak orada, Yüce Allah'ın Kitabinda bulurum!" demiştir.
Hz. Muhammed ve islamiyet sy: 193
Levvahatün lilbeşere aleyhâ tis'ate aşere! anları yakıp kavurur. Uzerinde on dokuz melek var.» (Müddessir sû- resi, âyet: 29-30) âyetiyle bildirmiştir. Bu ayet nâzil olduğu zaman Muhammed (S.A.V.) ümmeti için mahzun olmuş, onların halâsını rica etmiştir. O zaman kendisine Hak Subhânehu ve Teâlâ: Senin ümmetine on dokuz harfli bir kelime ihsan eyledim ki onu ümmetin devamlı surette okuduklarında ve ona uyduklarında kendilerini o on dokuz Cehennem hazinedarının elinden ve zebânile- rinin azabından kurtarırım. O kelime: Bismillâhirrahmanirrahim'dir. Hak Tealâ cümlemizi Hüdâ Habibi ve Kıyamet Günü Şefaatçisi Hazret-i Ebû Kasım Muhammed Mustafa sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem hürmetine Cehennem'den azad eylesin. Åmin.
Karadavud şerhi sy:305



Tegut: Tugyan eden, insanlan dogru yoldan saptıran, Alah'in sinırlarını aşan, Islam düşmanı. (Tagut; seytan, insan, kurum, yada dvlt olabilir.) TAGUT: (2/15,256 4/51,60,76 5/68 6/110 7/186 10/11 16/36 17/60 18/80 23/75 39/17) TIGYAN: (haddi/sinını aşmak): (bkz: Sinur/Sirın aşmak/-aşmamak/Sinın aşmayınız') Firavun'a git muhakkak ki o haddi aşmıştır. (20/24) Semud (kavmi)'ne gelince onlar tagiye (azgin bir kasırga) ile helak edildiler. (69/5) Rubb'lerinin emrinden tugyan ettiler (Rabb'lerinin buyrugu dışına çıktılar) ve dediler ki.. (7/77) Su(lar) tugyan ettigi (kabardıgı) vakit biz sizi, akıp giden (gemi)de taşıdık. (69/11) Insan muhakkak tuğyan eder (azar), kendini zengin gördügü için. (96/6-8) ONLAR TAGUT ILE HUKMETMEK ISTERLER, HALBUKI ONA KUFRETMEKLE (ONU RED- DETMEKLE) EMROLUNMUŞLARDIR. (4/60) TAGUTTAN KAÇINMAK. TAŞUTU INKAR ETMEK. TAŞUTU INKAR EDENE (REDDEDENE) MÚJDE VAR: Andolsun, biz her ûmmete: "Allah'a kulluk edin ve taguttan kaçının" (diye teblig etmesi için) bir peygamber gönderdik... (16/36) Taguta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yonelenler ise; onlar için bir müjde vardır, Oyleyse benden korkup-sakının. (39/17)




Tercüme-i Ezeliye: Ezeli tercüme; Allah c.c.ın kelâmı olan ve bütün varlıkların mânâ, mâhiyet ve vazifelerini açıklayan mevcudâtın tercümesi hükmündeki Kur'ân-ı Kerim.
Osmanlıca Türkçe Lügat.sy.1345.

yuksel dedi ki...

Lailaheillallahmuhammedünrasulullah
Temmuz 26, 2019

Y

yuksel26 Temmuz 2019 06:15
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillah
Allahuekber
Subhanallah
Allahümmesallialaseyyidinamuhammed
Sallaahualeyhivesellem
Estagfirullah

YANITLASIL

yuksel26 Temmuz 2019 06:26
Çok şey bilmek insanı kurtarmaz. Şeytan da alimdi. İlmi vardı ama ihlası yoktu.
Selmanı Farisi (ra)

YANITLASIL

yuksel26 Temmuz 2019 06:39
Maddi ve ruhi alanların farklı norm ve değerlerinin birbiriyle çatışmalarının beşeri ilişkilerde meydana getirdiği bu çarpıklıkların oluşturduğu birikim, bireyde ruhi bozukluklara, toplumlarda da çeşitli patlamalara neden olmaktadır.
Altinoluk dergisi nisan 1994

YANITLASIL

yuksel14 Ağustos 2019 04:26
Sair Hakim
Her türlü düsmanlığın dostluğa dönjüşmesi umulur,
Ama seni kıskandığı için düşman olanın ki müstesna.

İbn-i Abbas şöyle anlatmistır. İnsanlar birinci nefhada öldükleri zaman, Arş'ın altından kırk sene diğer bir rivayette ise kırk gün- üzerlerine su yağdırılır ki bu suya hayat suyu denir. Böylece onlar kabirlerinde suyla biten ekin gibi biterler. Nihayet cesetleri tamamlaninca içerlerine ruh üflenir. Sonra üzerlerine bir uyku salınır da kabirlerinde uykuya dalarlar.
Sur'a ikinci defa üfürüldüğünde yaşamaya başlarlar, uyuyanın uykusundan uyanırken hissettiği gibi olarda başlarında ve gözlerinde uyku hissi bulurlar. İste o zaman :
Ey bizim helakimiz! Neredesin?Gel! Şimdi tam senin zamanın Bizi uyuduğumuz yerden kim diriltti derler.?
Ruhul Furkan 13. Cilt sy:721

YANITLASIL

Yüksel31 Ağustos 2019 05:11
1774 Kücük Kaynarca ile Başlayan Mağlubiyetler Cağimiz, 1974 Kibris'ın fethi ile bitmistir. Kader tersine dönmüştür. "Fetihler Caği" Yeniden Başlamıştr. Buna Kimse Mani Olamaz Allah Bu ümmeti yeniden ayağa kaldırıyor Alem-i islam liderliği için Türkiye'yi Hazrlıyor. Üstad Kadir Misiroğlu

yuksel dedi ki...

YANITLASIL

Yüksel31 Ağustos 2019 05:16
1:190 Bediüzzaman Mustafa Kemal'de bir deha gördü. (T.H.) 195. Bediuzzaman Mustafa Kemal'in dehasını Islâmiyet aleyhine çevimemeye büyük gayret gösterdi. (T.H) 195
Bir hazinenin anahtari Risale-i Nur Kulliyati
Fihrist ve indeksi sy 99

YANITLASIL

Yüksel31 Ağustos 2019 05:20
Vahyin Gelişi 193 ve bunların uzunlarına uzun Mufassallar, orta uzunlukta olanlarına orta Mufassallar, daha az Hakikat ehline göre; Kur'ân-1 Kerîm bütün hakikatleri kendisinde topla- yan ledün ilminin de icmali ve özetidir.411 Hz. Ömer'in "ilimle dolu dağarcık!" diyerek takdir ettiği,12 Ashab-1 Kiramdan Abdullah b. Mes'ud: "ilim isteyen, Kur'ân't incelesin! Çünkü, öncekilerin de sonrakilerin de ilmi onun içindedir!" demiştir.1 Abdullah b. Mes'ud'un da "Kur'ân'ın ne güzel tercümanidır!" diyerek takdir ettiği ve Hz. Ömer tarafindan da müşkil meselelerde çağırılıp görüşü alınan415 Abdullah b. Abbas da: âyetli olanlarına kısa Mufassallar denir.10 ve ilminin çokluğundan dolayı Bahr (deniz) diye anılan414 "Eğer bana ait deve dizbağları yitecek olsa, muhakkak orada, Yüce Allah'ın Kitabinda bulurum!" demiştir.
Hz. Muhammed ve islamiyet sy: 193

YANITLASIL

Yüksel2 Eylül 2019 01:39
Levvahatün lilbeşere aleyhâ tis'ate aşere! anları yakıp kavurur. Uzerinde on dokuz melek var.» (Müddessir sû- resi, âyet: 29-30) âyetiyle bildirmiştir. Bu ayet nâzil olduğu zaman Muhammed (S.A.V.) ümmeti için mahzun olmuş, onların halâsını rica etmiştir. O zaman kendisine Hak Subhânehu ve Teâlâ: Senin ümmetine on dokuz harfli bir kelime ihsan eyledim ki onu ümmetin devamlı surette okuduklarında ve ona uyduklarında kendilerini o on dokuz Cehennem hazinedarının elinden ve zebânile- rinin azabından kurtarırım. O kelime: Bismillâhirrahmanirrahim'dir. Hak Tealâ cümlemizi Hüdâ Habibi ve Kıyamet Günü Şefaatçisi Hazret-i Ebû Kasım Muhammed Mustafa sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem hürmetine Cehennem'den azad eylesin. Åmin.
Karadavud şerhi sy:305

yuksel dedi ki...

YANITLASIL

Yüksel2 Eylül 2019 01:48
Tegut: Tugyan eden, insanlan dogru yoldan saptıran, Alah'in sinırlarını aşan, Islam düşmanı. (Tagut; seytan, insan, kurum, yada dvlt olabilir.) TAGUT: (2/15,256 4/51,60,76 5/68 6/110 7/186 10/11 16/36 17/60 18/80 23/75 39/17) TIGYAN: (haddi/sinını aşmak): (bkz: Sinur/Sirın aşmak/-aşmamak/Sinın aşmayınız') Firavun'a git muhakkak ki o haddi aşmıştır. (20/24) Semud (kavmi)'ne gelince onlar tagiye (azgin bir kasırga) ile helak edildiler. (69/5) Rubb'lerinin emrinden tugyan ettiler (Rabb'lerinin buyrugu dışına çıktılar) ve dediler ki.. (7/77) Su(lar) tugyan ettigi (kabardıgı) vakit biz sizi, akıp giden (gemi)de taşıdık. (69/11) Insan muhakkak tuğyan eder (azar), kendini zengin gördügü için. (96/6-8) ONLAR TAGUT ILE HUKMETMEK ISTERLER, HALBUKI ONA KUFRETMEKLE (ONU RED- DETMEKLE) EMROLUNMUŞLARDIR. (4/60) TAGUTTAN KAÇINMAK. TAŞUTU INKAR ETMEK. TAŞUTU INKAR EDENE (REDDEDENE) MÚJDE VAR: Andolsun, biz her ûmmete: "Allah'a kulluk edin ve taguttan kaçının" (diye teblig etmesi için) bir peygamber gönderdik... (16/36) Taguta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yonelenler ise; onlar için bir müjde vardır, Oyleyse benden korkup-sakının. (39/17)

YANITLASIL

yuksel2 Eylül 2019 05:38
Tercüme-i Ezeliye: Ezeli tercüme; Allah c.c.ın kelâmı olan ve bütün varlıkların mânâ, mâhiyet ve vazifelerini açıklayan mevcudâtın tercümesi hükmündeki Kur'ân-ı Kerim.
Osmanlıca Türkçe Lügat.sy.1345.

yuksel dedi ki...

Tercümân-ı kelâm-ı Ezeli: Allah c.c.ın ezeli kelâmının tercümanı; Hz.Muhammed (a.s.m.)
Osmanlıca Türkçe Lügat.sy.1345.

Yüksel dedi ki...

Müslim, Imán, 172 Ebu Hureyre'den (r.a.) Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) in şöyle bu- yurduğu rivayet edilmiştir: "Uç snif insan vardır ki, Allahu Teala kıyamet gününde onlara iltifat buyurmaz, onları tezkiye etmez, korumaz, onlara rahmet nazarıyla bakmaz, onlar için Ct azap vardır. Bir: Zina eden ihtiyar. Iki: Yalancı emir. Uç: Ki- birli fakir." Hadisi, Muslim rivayet etmiştir yakı- Uç simıf insan, Allah onlardan biri olmaktan bizi korusun. çünku bu üç sınif insan kıyamet gününde Allah'in iltifatina mahzar oimayacak. bu üç sinıf insanı Allah tezkiye etmeyecek. yani onlan temize çikarmayacak, temizlenmesine yol açmayacak. Allah bu üç sinuf insanı korumayacak. Allah bu üç sınıf insana rahmet nazarıyla bakmayacak ve bu üç sinif insan can yakICI azap içinde olacaklar

Yüksel dedi ki...


Bu üç sinıftan birincisi, zina eden ihtiyarlar. Zina zaten bay aşına bir fiil, başlı başına bir kötü fiil. Yani Kur'ân-i Kerim de ası belirlenmiş bir haram iş, fakat burada "zina eden ihtiyar" me esi önemli bir açıklamayı gerektiriyor. Zina, toplumun temelleri- çürüten bir fiil. Zina yüzünden bir toplumda o toplumun temelle çürüyor. Yani zina olayına bakarken insanlanın cinsel iştahlanyla gili bir mesele olarak hadiseyi göz önüne almamak lâzım. Zinada irinci derecede hesaba katılan şeylerden birisi nesebin sağlamliğ Yani eğer bir toplumda zina ifa ediliyorsa, o toplumda nesep konu- sunda, kimin çocuğunun kimin çocuğu olduğu konusunda bir kan şıklık doğar. Bu karışıklık, kendi başına bir kötüluk olduğu kadar daha yaygın bir kötülüğün ocağı haline gelir. Çünkü bu karışıklık dolayısıyla insanlar diğer insan ilişkilerini düzenlemeye başlarlar Çok çetrefil, karmaşık, içinden çıkılmaz bir kötülükler zinciri bay lar. Yani artık bir daha düzelmesi çok büyük çabalara, çok huyuk değer kaybına mal olacak bir ortam oluşmuş olur. Zina nesep mese lesi dişında da, insan ilişkilerinin sahte olup olmaması hususana bağh olarak da bir problem, bir mesele doğurur Insanlanın cimsel münasebetleri meşru alanın dışına taşmış ise, artik o toplumda g ven duygusunun da, insanların birbirleriyle olan ilişkisinin de. sa mimiyetinin de, verilen sozlerin ciddiyetinin de tartişldığı bir or tam doğar... Ve bu dediğim gibi insanların cinst istihalarmın otesin de değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Yüksel dedi ki...

Şimdi bu işin bir kismı, ihtiyarlarla ilgili olmayan bir kis- mi... Yani gençlerin zina etmeleri sonucunda da iki büyük kötülük topluma musallat oluyor. Bunlardan bir tanesi nesep dolayısıyla do- gan kötülük, nesebin sahih olmaması ihtimali yüzünden doğan ko- tülük. Ikincisi de, inananların birbirine olan güvenlerinin artik ta- mamen kundaklanmış olması yüzünden doğan bir kötülük. Zina edemn ihtiyar olması halinde bu artık toplumun tamamen inkár edilmesi meselesini önümüze çıkarıyor. Neden? Çünkü, bu takdir- de biraz önce söylediğimiz kötülükleri yapan, kötülüklere sebep olan unsurun zaten toplumdaki yerini de terk etmiş olan birisi olma 168

Yüksel dedi ki...

Yani, ihtiyarin toplumdaki yerinin bir hizaya getirici olması bek- lenirken ihtiyar hizaya getirilmesi gereken bir insan haline geliyor. Zina eden ihtiyar hizaya getirilmesi gereken bir insan durumunda. Halbuki biz ihtiyardan ne bekliyoruz? Toplumu hizaya getirecek davramşlar, uyarılar bekliyoruz, sözler bekliyoruz, örnek tutumlar bekliyoruz. Ortada zina eden insanın olması bir şeydir: fakat zina eden ihtiyarın olması çok fazla bir şeydir. Zina kendi başına toplu- mun yapısını çürütür; ama zina eden ihtiyarın mevcudiyeti de top- Jumun varlığını ortadan kaldırır. Artık toplumdan bahsedemeyiz Orada bir insan kalabalığı vardır ki, bu bir insan toplumu değildir. Bu kalabalık, herhangi bir zararlı böcek sürüsü gibi yaşayan toplu- luktur. Yani, toplu olmaları zarardır; tek başına olmaları daha zarar- dir. Iste o yılan, çıyan cinsi bir şey olmuş oluruz. Zina eden ihtiya- toplumda rahat ettiği bir durum varsa o toplumudur. Amma zehirli konuştum! toplum zehirli böcek rin Şimdi Allahu Teâla'nin kıyamet gününde iltifat etmeyeceği, tezkiye etmeyeceği, korumayacağı, rahmet nazarıyla bakmayacağ ve can yakıcı bir azap içinde bulunacağı bize hadis-i şerifle haber verilen üç simıf insandan ikincisi; yalancı emir. Bu ne demek, yalan- C emir, adam "emir"se emir, daha ne?.. "Yalancı emir".. Bakimız bu çok önemli bir şey

Yüksel dedi ki...

bu cok on Demek ki Islâmiyet devlet düzenini bir ihtiyaca dayanarak kuralmuş bir düzen olduğunu öngörüyor. Bir toplumda "emir" var- ao keyfince hareket etmek üzere o toplumun başında bulunan ki- defildir. Ejer boylese ona "yalancı emir" dememiz gerekir. Ya nedir. Emirü'l Müminin? Aslinda diğer toplumların "emir "leri de tartigma konusu edilmeli, ama Emirü'l Müminin, Müminlerin emi- ri, dinin korunması ve insanların din şemsiyesi altında işlerini daha retken, daha verimli, daha feraha çıkar biçimde yürütmelerini sag- lama yükümlülügünde olan kişidir. Bu kişiye Emirü'l Müminin de riz. Eger böyle değilse ona yalancı emir dememiz Lizm. Insanların baina geçmiş, ne yapıyor? Yerini korumak için ne yapabilirse ya- pryor. Yerini niçin koruyor? Rahatımı böyle temin ediyor da ondan Emri altinda bulunan bütün insanların sorumluluklarımı üstlenme miy, tam tersine onlarm kendisine faydalar sağlamasinu gerektire- 169

Yüksel dedi ki...

cek bir dünyayı muhafaza ediyor. Bu yalancı emir, kıyamet günün de Allahu Teala'nın iltifat buyurmayacağı, tezkiye etmeyeceği, ko- rumayacağı ve rahmet nazarıyla bakmayacağı bir kişidir. "Yalane emir". Demek ki, bugün dünyadaki emirleri de yalancı olup olma- dikları konusunda gözden geçirme zarureti var Üçüncüsü... Neyin üçüncüsü? Allahu Teâla'nın kıyamet gü- nünde iltifat etmeyeceği, tezkiye etmeyeceği, korumayacağı ve rah- met nazarıyla bakmayacağı üç sıinıf insandan üçüncüsü. kibirli fa- kir. Diyeceksiniz ki. "Kibirli fakir fena bir şey değil, çünkü adam hem fakir. hem de kibirli." Günümüzün argo tabiriyle söyleyelim, karizmayı çizdirmesin: geleneksel dille ifade edelim, kan tükürün- ce, kızılcık şerbeti içtim, desin, bu fena mi, diye düşünebilirsiniz Hayır! Kibir zenginler için de çürütücüdür ve fakat fakirler için da ha fazla çürütücüdür. Kibirli fakiri nasıl anlayacağız, nedir kihirlh fakir? Bu acaba, ayranı yok içmeye... diye başlayan sözün anlatngi kişi mi? Bir miktar öyle; styla sahte bir üstünlük peşinde olan kişi. Şimdi fakir olduğu içio ashnda gücü birçok şeye yetmiyor. Ama kibirli olduğu için de yet- yormuş gibi yapıyor. Meselá diyelim ki. kibirli fakir nasıl olabilis Sadaka vermediği halde sadaka veriyormuş gibi vapan olahili Simdi bu adam... Ne yapalım bu adamı? Yani bu adam insan ama daha kötüsü kibirli fakir fakn dolay

Yüksel dedi ki...

kirler içn da ha fazla çürütücudür. Kibirli fakiri nasil anlayacaz, nedir kibri fakir? Bu acaba, ayranı yok içmeye diye başlayan sorin anlanh kişi mi? Bir miktar öyle; ama daha kötüsü kibirli fakir fakn delm sıyla sahte bir üstünlük peşinde olan kişi. Şimdi fakir oldufu ice aslinda gücü birçok şeye yetmiyor. Ama kibirli olduğu için de yormuş gibi yapıyor. Meselá diyelim ki. kibirli fakir nasul olahile Sadaka vermediği halde sadaka veriyormuy gibi yapan olabili Şimdi bu adam.... Ne yapalım bu adamı? Yani bu adam insan iligki lerinde bir "muzir" kişi. Eğer fakirliğinin vakanm korumuy ola ona "kibirli fakir" demeyeceğiz Zaten kibir boy bir seydir. Yani ki bir aslinda Allah'tan başka kimsenin hak etmedigi bir seydir. Hig kimse bana veya bir haşkasına, "Böyle kibirli davranmam benim hakkimdır." diyemez. Tam tersine insaniar tevazu içinde harcket et mek zorundadır. Tevazu, kibrin ziddadir. Nedir tevazu Tevara ye rini bilmektir. Yerini, meselä zengin isen tevazu gostenirsin yeni bilirsin; dolayısryla bir iftar verdiğin zaman iftar verdiğin herkesi dis kirasım verirsin. Işte bu tevazudur. Ama bir iftar verirsin zengin olarak, verdiğin iftarda kuş sününden başka cksik hichir gey yok Ve insanlara, "Siz hiçbir zaman evinizde höyle bir yemek yiyeme siniz." fikrini telkin edersin ya da imá edersin Iste o zam gostermiş olursun. "Ben servet sabibi hir insan oldugm in böyle bir iftar verebiliyorum. diye. Benim iftarma peimeseydin 170

Yüksel dedi ki...

siz bu yemekleri nah yerdiniz," diye bir tavir takınmış olursunuz Bu bir kibirdir işte. Peki fakirin kibri? Fakirin kibri yararlandığı seylere şükran duygusuyla bakmayışıdır. Fakirdir fakat şükretme- mektedir. Yani, fakir demek, her gün aç gezen kişi, demek değil ta- bii ki. Fakir, imkânları kısıth, diğer insanlara göre daha dar imkân- larda yaşayan bir kişidir. Bu kişi fakirliğinden dolayı kendini belki rahatsız hissetmeyebilir. Fakat fakirliğinden dolayı başkalarına ra- hatsızlık verebilecek bir kendini beğenmişlik içindeyse ona "kibirli fakir" dememiz lâzım. O zaman Evet. Bu hadis-i şerîf dolayısıyla gene kendimizi terbiye et- mek için bir firsat geçti elimize. Bu hadis çerçevesinde, bu hadis dolaylarında bazı sözler sarf ettik. Inşaallah sarf ettiğimiz bu sözler hayırlara vesile olacaktır. Doğrusu ben de zina eden ihtiyar, yalan- ci emir ve kibirli fakirden uzak kaldıkça kendimizi doğru yola yak- laştıran insanlardan biri olma duygusuyla, arzusuyla, hevesiyle ya- sayorum. Hepinize bu hevesten bir şeyler nasib olsun isterim.

yuksel dedi ki...

Esir maddesinin yedi tabaka olması.(L.) 336:30.Lem'a 6.nük.1.şua.
Feza esir maddesiyle dolu.
Kâinat esir maddesinden yaratılmıştır.(İ.İ.) 238.
Bir Hazinenin Anahtarı
Risale-i Nur Külliyat-ı Fihrist Ve İndeksi.sy.194.

yuksel dedi ki...

Osmanlı imparatorluğunun sarayları yeşil saraydır.
Yüksel Çeilk

yuksel dedi ki...

Alimin abid üzerine fazileti, Bedir halindeki kamerin diğer yıldızlara olan fazileti gibidir.
Ravi: Hz. Muaz (r.a.)
Sayfa: 323 / No: 4
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Nato nun ilgi alani uzay.
Haber kanali

Uydularin dusurulmesiyle birlikte internet ve haberleşmede sorun yasanabilir.
Haber kanali
Yuksel Çelik

yuksel dedi ki...

Nöron nedir? Nöronlar sinir sistemiyle alakalı işlevlere katılmakla görevli minik hücrelerdir. Beynimizde milyonlarca nöron vardır, bilim insanları doğduğumuzda yaklaşık 80 milyo nörona sahip olduğumuzu hesaplıyor. Büyüdükçe bu sayı azalır. 80 yaşından sonra nöronlarımızın %30'unu kaybetmiş olacağız. Hayatımız boyunca durmaksızın nöron kaybeder ve bunları tekrardan oluştururuz. Nöronlarımızın yenilenme süreciyle hücre doğumu denilen süreci üretene yeni bağlantılar yapılır. Bu süreç kişinin yaşamı boyunca yeni nöronşarın doğmasına olanak sağlar.

İnsanlar günlük olarak nöral bozulmalara yol açan bilişsel bozulma gibi şeyler yaparlar. Alkol alma, sigara içme, iyi yememeke ya da uyumamak, veya stess gibi bu eylemler nöronların daha çok bozulmasına yol açar. CogniFit'te nöronlarınızın yenilenmesi, yeni bağlatıların oluşması ve bilişsel kapasitenizin çalışmasına yardımcı olmak istiyoruz.

Birçoğunuz genellikle fiziksel egzersiz için kullanılan “kullan ya da kaybet” deyimini duymuşsunuzdur; ama aynısı nöronlarımız için de uygulanabilir. Beyin hücrelerimizi neden aktif tutmamız gerektiğine dair birkaç sebebi şuradan görebilirsiniz.

Aktif beyin hücrelerine daha çok kan ulaşır.
Bilim insanları beynin aktif bölgelerinin daha çok enerji ve dolayısıyla daha çok oksijen ve glukoz kullandığını biliyolar. Böylelikle aktif nöronların ihtiyacını karşılayabilmek için bu bölgelere daha çok kan iletilir. Beyninizi etkinleştirdikçe kan, çalışan beyin hücrelerine doğru hücum eder. Aşağıda görebileceğiniz MRI görüntüleri beyindeki kan akışını anlamak için kullanırlar. Bu görüntüler göstermiştir ki diğer adı nöron olan beyin hücrelerimiz oksijen ikmalinden bağımsızdırlar. Beynimizi ne kadar çok kullanır ve nöronlarımız aktive edersek, o kadar çok kan alırlar. Diğer taraftan, etkin olmayan beyin hücreleri giderek daha az kan alırlar ve nihayetinde ölürler.

Aktif beyin hücreleri diğer beyin hücreleriyle daha çok bağlantı kurarlar.
Her bir beyin hücresi hızlı elektrik titreşimleri aracılığıyla etrafıyla bağlantı kurar. Aktif beyin hücreleri bağlantı kurmak için dışa doğru uzayan küçük kollara benzeyen dentritler üretme eğilimi gösterirler. Tek bir hücre 30.000'e kadar bağlantıya sahip olabilir. Sonuç olarak nöronal ağın çok aktif bir parçası haline gelir. Bir hücrenin nöronal ağı ne kadar genişse, aktive olma ve hayatta kalma olasılığı o kadar yüksek olur.

Aktif beyin hücreleri daha fazla "bakım" maddesi üretir.
Sinir Gelişim Faktörü (NGF) vücudunuzun hedef hücrelerinde üretilen bir proteindir. Bu protein nöronları aktif, farklılaşmış ve uyumlu olarak işaretleyerek birbirine bağlar. Beynini ne kadar zorlar, aktifleştirir ve egzersiz yaparsan, o kadar çok NFG üretilir.

Aktif beyin hücreleri beyin kökünden faydalı hücrelerin taşınmasını canlandırır.
En son çalışmalar yeni beyin hücrelerinin beynin hipokampüs denilen özel bir bölümünde üretildiğini göstermiştir. Bu beyin hücreleri beynin en çok ihtiyacı olan bölgelerine göç ederler. Örneğin, beyin hasarından sonra belli bir bölgeye gideceklerdir. Göç eden bu hücreler etraflarındaki hücrelerin hareketlerini taklit edebilirler ve bu da hasarlı alanın kısman tamir edilmesine olanak tanır.

Nöronun Yapısı
Nöron ana parçaları çekirdek, hücre gövdesi ve dentritlerden oluşan bir yapıdır. Aksonlar ya da küçük dallar sayesinde nöronlar arasında birçok bağlantı vardır. Aksonlar işlevi bir nörondan diğerine mesajlar iletmek olan ağların kurulmasına yardımcı olurlar. Bu sürecin adı sinapsistir. Bu, aksonların 0.001 saniyelik elektrik yüklemeleriyle bağlanmasından oluşur ve saniyede 500 kez tekrarlanabilir.

yuksel dedi ki...

1. Çekirdek

Nöronun merkez parçasıdır. Hücre gövdesinde yer alır ve hücrelerin işlevleri için enerji üretmekten sorumludur.

2. Dendritler

Dendritler “nöronun dişleridir”, nöronun değişik bölgelerinden gelen küçük dalları oluştururlar. Diğer bir ifadeyle hücrenin gövdesidir. Hücrenin genellikle birçok dalı bulunur ve büyüklüğü nöronun işlevine ve konumuna göre değişiklik gösterir.

3. Hücre Gövdesi

Bu, içinde çekirdekleri bulunduran parçadır. Burası moleküllerin üretildiği, nöronun en önemli hayati aktivitelerinin yanısıra sinir hücrelerinin fonksiyonlarının bakımının yapıldığı bölgedir.

4. Schwann Hücresi

Schwann hücreleri periferal sinir sisteminde yer alırlar ve nörona gelişimi ve büyümesi esnasında eşlik etmekten sorumludur. Dallar veya aksonları kaplar ve bir yalıtkan zar gibi davranırlar.

5. Miyelin

Miyelin, protein ve lipidlerden oluşan bir maddesidir. Nöronun sinir sisteminde bulunur ve yalıtım etkili kalın bir tabaka etrafında nöral aksonlarla kaplıdır ve sinir titreşimleri iletme kabiliyetine sahiptir. Bu madde Schwann hücrelerinden oluşur.

6. Akson ucu

Akson uçları ya da sinaptik butonlar nöronda bulunur ve işlevi diğer nöronları bağlamak ve bir sinaps yaratmak olan uçlara bölünürler. Beynin nörotransmitterleri, sinaptik kesecikler denilen küçük alanlardaki sinaptik butonlardaki depolardır.

7. Ranvier Düğümü

Ranvier Düğümü akson uzantılarının her bir miyelin kılıfının arasındaki aralık ya da boşluktur. Her kılıf arasındaki boşluk olaması gerektiği kadardır ve titreşim iletiminin en iyi şekilde yapılması sağşamak ve kaybolmalarını engellemek için gereklidir. Ranvier Düğümü'nün asıl fonksiyonu hareketi kolaylaştırmak ve enerji tüketimini en uygun seviyede tutmaktır.

8. Akson

Nöronun diğer bir temel parçası da aksondur. Nöronlar arasındaki elektrik sinyallerini iletmekten sorumlu ince sinir lifidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi aksonların sinaptik veya buton uçlarını durduran sinir uçlarına sahiptir. Aynı zamanda merkezi sinir sisteminki aksonlar miyelinle çevrilidir.

yuksel dedi ki...

Kaynaklar
James Siberski, Evelyn Shatil, Carol Siberski, Margie Eckroth-Bucher, Aubrey French, Sara Horton, Rachel F. Loefflad, Phillip Rouse. Computer-Based Cognitive Training for Individuals With Intellectual and Developmental Disabilities: Pilot Study - The American Journal of Alzheimer’s Disease & Other Dementias 2014; doi: 10.1177/1533317514539376

Preiss M, Shatil E, Cermakova R, Cimermannova D, Flesher I (2013) Personalized cognitive training in unipolar and bipolar disorder: a study of cognitive functioning. Frontiers in Human Neuroscience doi: 10.3389/fnhum.2013.00108.

Shatil E (2013). Does combined cognitive training and physical activity training enhance cognitive abilities more than either alone? A four-condition randomized controlled trial among healthy older adults. Front. Aging Neurosci. 5:8. doi: 10.3389/fnagi.2013.00008

Peretz C, Korczyn AD, Shatil E, Aharonson V, Birnboim S, Giladi N. - Computer-Based, Personalized Cognitive Training versus Classical Computer Games: A Randomized Double-Blind Prospective Trial of Cognitive Stimulation - Neuroepidemiology 2011; 36:91-9.

Evelyn Shatil, Jaroslava Mikulecká, Francesco Bellotti, Vladimír Burěs - Novel Television-Based Cognitive Training Improves Working Memory and Executive Function - PLoS ONE July 03, 2014. 10.1371/journal.pone.0101472

Korczyn AD, Peretz C, Aharonson V, et al. - Computer based cognitive training with CogniFit improved cognitive performance above the effect of classic computer games: prospective, randomized, double blind intervention study in the elderly. Alzheimer's & Dementia: The Journal of the Alzheimer's Association 2007; 3(3):S171.

Shatil E, Korczyn AD, Peretzc C, et al. - Improving cognitive performance in elderly subjects using computerized cognitive training - Alzheimer's & Dementia: The Journal of the Alzheimer's Association 2008; 4(4):T492.

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 1 / 12)

Sayfa

/663






On İkinci Lem'a
Re'fet Beyin iki cüz'î suali münasebetiyle, iki nükte-i Kur'âniyenin beyanına dairdir.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ 2
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَعَلٰى اِخْوَانِكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ 3
Aziz, sıddık kardeşim Re'fet Bey,

Senin, bu müsaadesiz zamanımda suallerin, beni müşkül bir mevkide bulunduruyor. Bu defaki iki sualin çendan cüz'îdir, fakat iki nükte-i Kur'âniyeye münasebettar olduklarından ve küre-i arza dair sualiniz coğrafya ve kozmoğrafyanın yedi kat zemin ve yedi tabaka semâvâta tenkitlerine temas ettiğinden, bana ehemmiyetli geldi. Onun için, sualin cüz'iyetine bakmayarak, ilmî ve küllî bir surette, iki âyet-i kerimeye dair İki Nükte icmâlen beyan edilecek. Sen de cüz'î sualine karşı ondan hisse alırsın.

BİRİNCİ NÜKTE
İki Noktadır.

BİRİNCİ NOKTA:

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ 4
اِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ 5


Dipnot-1
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.
Dipnot-2
"Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin." İsrâ Sûresi, 17:44.
Dipnot-3
Selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketi sizin ve kardeşlerinizin üzerine olsun.
Dipnot-4
"Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlı vardır. Onları da sizi de rızıklandıran Allahtır." Ankebut Sûresi, 29:60.
Dipnot-5
"Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan, ancak Allah'tır." Zâriyat Sûresi, 51:58.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
âyet-i kerime: Kur’ân’ın herbir cümlesi
aziz: çok değerli
beyan: açıklama, anlatım
cüz’î: ferdî, küçük
çendan: gerçi
dair: ilgili, ait
ehemmiyetli: önemli
icmâlen: kısaca
ilmî: bilimsel
kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
küllî: geniş kapsamlı
küre-i arz: yer küre, dünya
lem’a: parıltı
mevki: yer, konum
münasebetiyle: dolayısıyla
münasebettar: ilgili, bağlantılı
müsaadesiz: uygunsuz, izin vermeyen
müşkül: zor
nükte: derin anlamlı söz
nükte-i Kur’âniye: Kur’ân’daki çok ince ve zarif mânâ
Refet Bey: (bk. bilgiler – Refet Barutçu)
semâvât: gökler
sıddık: çok doğru ve sadık
suret: biçim, şekil
tenkit: eleştiri
zemin: yeryüzü

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 2 / 12) / Birinci Nükte( 2 / 12) / Birinci Nokta( 2 / 2)

Sayfa

/663






âyetlerinin sırrınca, rızık doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâlin elindedir ve hazine-i rahmetinden çıkar. Herbir zîhayatın rızkı taahhüd-ü Rabbânîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek olmamak lâzım gelir. Halbuki, zâhiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakikatin ve şu sırrın halli şudur ki:

Taahhüd-ü Rabbânî hakikattir; rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünkü o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hattâ bedenin her hücresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hücrenin bir köşesinde iddihar eder; istikbalde, hariçten rızık gelmediği zaman sarf edilmek üzere bir ihtiyat zahîresi hükmünde bulundurur. İşte, bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüt eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş'et eden bir marazla ölüyorlar.

Evet, zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hattâ bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hattâ bir adam, şedit bir inat yüzünden, Londra mahpushanesinde yetmiş gün, sıhhat ve selâmetle, hiçbir şey yemeden hayatı devam ettiğini on üç (şimdi otuz dokuz)1 sene evvel gazeteler yazmışlar.

Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam ediyor. Ve madem Rezzak ismi, gayet geniş bir surette rû-yi zeminde cilvesi görünüyor. Ve madem hiç ümit edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, başgösteriyor. Eğer pür-şer beşer sû-i ihtiyarıyla müdahale edip karışmazsa, herhalde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyleyse, açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat'iyen rızıksızlıktan değildir. Belki terkü'l-âdât mine'l-mühlikât2 sırrıyla, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş'et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyleyse, açlıktan ölmek olmaz, denilebilir.



Dipnot-1
1934 yılında.
Dipnot-2
Âdetlerin terki helakete götüren sebeplerdendir.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
cilve: görünme, yansıma
evvel: önce
hadd-i vasat: orta çizgi, orta yol
hakikat: asıl, esas, gerçek mahiyet
Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyi hikmetle yapan Allah
hariçten: dışarıdan
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi
iddihar etmek: depolamak
ihtiyat: önlem, tedbir
illet: hastalık, belâ
istiğrak-ı ruhanî: tasavvufta Allah aşkından dolayı ruhen kendinden geçme hali
istikbal: gelecek
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti her şeyi kuşatan, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
kat’iyen: kesin olarak
mahpushane: hapishane
maraz: hastalık
mükemmelen: eksiksiz olarak
neş’et eden: kaynaklanan
pür-şer beşer: çok günahkâr insanlık
Rezzak: bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah
rızk-ı fıtrî: yaratılışla birlikte verilen rızık
rû-yi zemin: yeryüzü
sarf edilmek: harcanmak
selâmet: tehlike ve sıkıntılardan uzak olma, esenlik
sır: gizli gerçek
sû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma
suret: biçim, şekil
şahm: etler arasında bulunan yağ, iç yağı
şedit: şiddetli
taahhüd-ü Rabbânî: bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah’ın taahhüdü, garantisi
terk-i âdet: alışkanlıkların terki
tevellüt eden: doğan, kaynaklanan
zahîre: azık
zâhiren: dış görünüş itibariyle
zîhayat: canlı, hayat sahibi

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 3 / 12) / Birinci Nükte( 3 / 12) / İkinci Nokta( 1 / 1)

Sayfa

/663






Evet, bilmüşahede görünüyor ki, rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Meselâ, daha dünyaya gelmeden evvel bir yavru, rahm-ı mâderde ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum olduğu bir zamanda, ağzını kımıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir surette rızkı veriliyor.

Sonra, dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyar yok, fakat bir derece istidadı ve bilkuvve bir hissi olduğundan, yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en mükemmel ve en mugaddî ve hazmı en kolay ve en lâtif bir surette ve en acip bir fıtratta, memeler musluğundan ağzına veriliyor.

Sonra, iktidar ve ihtiyara bir derece alâka peydâ ettikçe, o kolay ve güzel rızık, bir derece çocuğa karşı nazlanmaya başlar. O memeler çeşmeleri kesilir, başka yerlerden rızkı gönderilir. Fakat iktidar ve ihtiyarı rızkı takip etmeye müsait olmadığı için, Rezzâk-ı Kerîm, peder ve validesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyarına yardımcı gönderiyor.

Her ne vakit iktidar ve ihtiyar tekemmül eder; o vakit rızkı ona koşmaz ve koşturulmaz. Rızık yerinde durur, der: "Gel, beni ara ve bul ve al."

Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Hattâ çok risalelerde beyan etmişiz ki, en ihtiyarsız ve iktidarsız hayvanlar daha iyi yaşıyorlar, daha iyi besleniyorlar.

İKİNCİ NOKTA: İmkânın envâı var. İmkân-ı aklî, imkân-ı örfî, imkân-ı âdî gibi kısımları vardır. Bir hadise, eğer imkân-ı aklî dairesinde olmazsa reddedilir; imkân-ı örfî dairesinde olmazsa dahi mu'cize olur, fakat kolayca keramet olamaz. Eğer örfen ve kaideten nazîri bulunmazsa, şuhud derecesinde bir burhan-ı kat'î ile ancak kabul edilir.

İşte, bu sırra binaen, kırk gün ekmek yemeyen Seyyid Ahmed-i Bedevî'nin harikulâde halleri imkân-ı örfî dairesindedir. Hem keramet olur, hem harikulâde bir âdeti de olabilir. Evet, Seyyid Ahmed-i Bedevî'nin (k.s.) acip ve istiğrakkârâne hallerde bulunduğu, tevatür derecesinde naklediliyor. Kırk günde bir defa yemek yemesi vâki olmuştur. Fakat her vakit öyle değil; keramet nev'inden bazı


Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
acip: hayret verici
âdet: alışkanlık
alâka peydâ etmek: ilgi duymak
beyan etmek: açıklamak
bilkuvve: potansiyel olarak
bilmüşahede: gözle görerek
binaen: dayanarak
burhan-ı kat’î: kesin delil
envâ: türler, çeşitler
evvel: önce
fıtrat: yaratılış
harikulâde: olağanüstü, hayranlık verici
hazım: sindirme
ihtiyar: seçme, tercih etme
iktidar: güç, kuvvet
imkân: olabilirlik
imkân-ı adî: her zaman olabilen, olmasına alışılan şeyler
imkân-ı aklî: aklen mümkün olma
imkân-ı örfî: bir şeyin olabilirliğinin genel kabul görmesi
istidad: kabiliyet
istiğrakkârâne: manevî âlemlere dalıp kendinden geçer şekilde
kaideten: kural gereği
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik
lâtif: güzel, hoş
mâkûsen mütenasip: ters orantılı
merhamet: acıma, şefkat
mu’cize: şaşkınlık ve hayranlık uyandıran olağanüstü olay
mugaddî: gıdalı, besleyici
nazîr: benzer, eş
nev’: çeşit
örfen: örf olarak bilinen ve uygulanan
peder: baba
rahm-ı mâder: ana rahmi
Rezzâk-ı Kerîm: bütün varlıkların rızıklarını veren ve sonsuz cömertlik sahibi olan Allah
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden herbiri
Seyyid Ahmed-i Bedevî: (bk. bilgiler)
suret: biçim, şekil
şuhud: görme, şahid olma
tekemmül etmek: ilerlemek, olgunlaşmak
tevatür: yalanda birleşmeleri imkânsız olan toplulukların bir haberi veya bir hadisi aktarması
vâki olmak: meydana gelmek
valide: anne

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 4 / 12) / Birinci Nükte( 4 / 12) / Birinci Mesele-i Mühimme( 1 / 3)

Sayfa

/663






defa olmuştur. Bir ihtimal var ki, hâlet-i istiğrakiyesi yemeye ihtiyaç görmediği için, ona nisbeten âdet hükmüne girmiştir. Seyyid Ahmed-i Bedevî nev'inden çok evliyalardan bu tarz harikalar mevsukan rivayet edilmiş. Madem Birinci Noktada ispat ettiğimiz gibi, müddehar rızık kırk günden fazla devam eder ve o miktar yememek âdeten mümkündür ve mevsukan harika adamlardan o hâl rivayet edilmiştir; elbette inkâr edilmeyecektir.



İkinci sual münasebetiyle iki mesele-i mühimme beyan edilecek.
Çünkü coğrafya ve kozmoğrafya fenlerinin kısacık kanunlarıyla ve daracık düsturlarıyla ve küçücük mizanlarıyla Kur'ân'ın semâvâtına çıkamadıklarından ve âyâtın yıldızlarındaki yedi kat mânâları keşfedemediklerinden, âyeti tenkit, belki inkârına divanecesine çalışmışlar.

BİRİNCİ MESELE-İ MÜHİMME: Semâvât gibi arzın da yedi tabaka olmasına dairdir. Şu mesele, yeni zamanın feylesoflarına hakikatsiz görünüyor; onların arza ve semâvâta dair olan fenleri kabul etmiyor. Bunu vasıta ederek bazı hakaik-i Kur'âniyeye itiraz ediyorlar. Buna dair muhtasaran birkaç işaret yazacağız.

Birincisi: Evvelâ, âyetin mânâsı ayrıdır ve o mânâların efradı ve mâsadakları ayrıdır. İşte o küllî mânânın müteaddit efradından bir ferdi bulunmazsa, o mânâ inkâr edilmez. Semâvâtın yedi tabakasına ve arzın yedi katına dair mânâ-yı küllîsinin çok efradından yedi mâsadak zâhiren görünüyor.

Saniyen, âyetin sarahatinde "yedi kat arz" dememiş.

اَلله ُ الَّذِى خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ اْلاَرْضِ مِثْلَهُنَّ 1
ilâ âhir. Âyetin zâhiri diyor ki: "Arzı da, o seb'a semâvât gibi halk etmiş ve mahlûkatına mesken ittihaz etmiş." Yedi tabaka olarak halk ettim, demiyor. Misliyet ise, mahlûkiyet ve mahlûkata meskeniyet cihetiyle bir teşbihtir.



Dipnot-1
"O Allah ki, yedi göğü yarattı ve yeryüzünü de onlar gibi yarattı." Talâk Sûresi, 65:12.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
âdeten: örf ve âdet gereği
arz: yeryüzü
âyât: âyetler
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
beyan etmek: açıklamak
cihet: yön, taraf
dair: ilgili, ait
divanece: akılsızca
düstur: kâide, kural
efrad: fertler, bireyler
evliya: Allah dostları
evvelâ: ilk olarak
feylesof: filozof, felsefeci
hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri, gerçekleri
hakikatsiz: bir gerçeğe dayanmayan
hâlet-i istiğrakiye: kendinden geçip dünyayı unutma hâli
halk etmek: yaratmak
ilâ âhir: sonuna kadar
ittihaz etmek: edinmek, kabullenmek
kanun: tabiat olaylarının bağlı olduğu değişmez kaide
keşfetmek: gizli şeyleri açığa çıkarmak
kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
küllî: geniş ve kapsamlı
mahlûkat: varlıklar
mahlûkiyet: yaratılmış olma
mânâ: anlam
mânâ-yı küllî: geniş ve kapsamlı mânâ
mâsadak: bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı
mesele-i mühimme: önemli mesele
meskeniyet: barınak özelliği olma
mevsukan: güvenilir ve sağlam şekilde, yazılı olarak kaydedilmiş
misliyet: benzerlik
mizan: ölçü, terazi
muhtasaran: özet olarak
müddehar: depolanmış, saklanmış
münasebetiyle: dolayısıyla
müteaddit: bir çok, çeşitli
nisbeten: kıyasla
rivayet etmek: bir sözü nakletmek
saniyen: ikinci olarak
sarahat: açıklık
seb’a: yedi
semâvât: gökler, yücelikler
Seyyid Ahmed-i Bedevî: (bk. bilgiler)
tabaka: kat, katman
tenkit: eleştiri
teşbih: benzetme
vasıta: araç
zâhir: açık, görünen
zâhiren: dış görünüş itibariyle

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 5 / 12) / Birinci Nükte( 5 / 12) / Birinci Mesele-i Mühimme( 2 / 3) / İkincisi( 1 / 1)

Sayfa

/663






İkincisi: Küre-i arz her ne kadar semâvâta nisbeten çok küçüktür; fakat hadsiz masnuat-ı İlâhiyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmünde olduğundan, kalb cesede mukabil geldiği gibi, küre-i arz dahi koca, hadsiz semâvâta karşı bir kalb ve mânevî bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir. Onun için,

· zeminin küçük mikyasta eskiden beri yedi HAŞİYE-1 iklimi,

· hem Avrupa, Afrika, Okyanusya, iki Asya, iki Amerika namlarıyla mâruf yedi kıt'ası,

· hem denizle beraber Şark, Garp, Şimal, Cenup, bu yüzdeki ve Yeni Dünya yüzündeki malûm yedi kıt'ası,

· hem merkezinden tâ kışr-ı zâhirîye kadar hikmeten, fennen sabit olan muttasıl ve mütenevvi yedi tabakası,

· hem zîhayat için medar-ı hayat olmuş yetmiş basit ve cüz'î unsurları tazammun edip ve "yedi kat" tabir edilen meşhur yedi nevi küllî unsuru,

· hem "dört unsur" denilen su, hava, nar, toprak (türab) ile beraber, "mevâlid-i selâse" denilen maâdin, nebâtat ve hayvânâtın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri,

· hem cin ve ifrit ve sair muhtelif zîşuur ve zîhayat mahlûkların âlemleri ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşif ve ashâb-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri,

· hem küre-i arzımıza benzeyen yedi küre-i uhrâ dahi bulunmasına, zîhayata makarr ve mesken olmasına işareten yedi tabaka, yani, yedi küre-i arziye bulunmasına işareten küre-i arz dahi, yedi tabaka, âyât-ı Kur'âniyeden fehmedilmiştir.




Haşiye-1
Seb'a ile beraber, yedi kelimesi yedi kere tevafuku pek güzel düşmüş.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
Afrika: (bk. bilgiler)
âlem: dünya
Amerika: (bk. bilgiler)
arz: dünya
ashab-ı şuhud: görülmeyen âlemlerdeki hakikatleri gözlemleyebilen kişiler
Asya: (bk. bilgiler)
Avrupa: (bk. bilgiler)
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân ayetleri
cenup: güney
cüz’î: küçük
ehl-i keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar
fehmedilmek: anlaşılmak
fennen: bilimsel olarak
garp: batı
hadsiz: sınırsız
haşiye: dipnot
hayvânât: hayvanlar
hikmeten: hikmet gereği; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması gereği
ifrit: cinlerden bir tür
kesretli: çok sayıda
kışr-ı zâhirî: dış kabuk
kıt’a: dünyanın kara paçalarından her biri
küllî: geniş, kapsamlı
küre-i arz: yerküre, dünya
küre-i uhrâ: diğer küre
maâdin: madenler
mahlûk: yaratılmış
mahşer: toplanma yeri
makarr: kalınacak yer, merkez
malûm: bilinen
mânevî: maddî olmayan
mâruf: bilinen
masnuat-ı İlâhiye: Allah’ın sanatla yarattığı varlıklar
mazhar: yansıma ve görünme yeri
medar-ı hayat: hayatın kaynağı
mesken: ev, mekan
meşher: sergi yeri
mevâlid-i selâse: üç çocuk; dört unsurun (su, hava, toprak, güneş) birleşiminden meydana gelen madenler, bitkiler ve hayvanlar
mikyas: ölçü
muhtelif: çeşitli
mukabil: karşılık
muttasıl: yapışık, bitişik
mütenevvi: çeşit çeşit
nam: ad, isim
nar: ateş
nebâtat: bitkiler
nevi: çeşit, tür
nisbeten: kıyasla
Okyanusya: (bk. bilgiler)
seb’a: yedi
semâvât: gökler
şark: doğu
şehadet: şahidlik
şimal: kuzey
tabaka: katman
tabir edilen: adlandırılan, anılan
tazammun etmek: içine almak, kapsamak
tevafuk: uygunluk
türab: toprak
unsur: madde, parça
Yeni Dünya: (bk. bilgiler – Amerika)
zemin: yeryüzü
zîhayat: canlı
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 6 / 12) / Birinci Nükte( 6 / 12) / Birinci Mesele-i Mühimme( 3 / 3) / Üçüncüsü( 1 / 1)

Sayfa

/663






İşte, yedi nevi ile yedi tarzda arzın yedi tabakası mevcut olduğu tahakkuk ediyor. Sekizincisi olan âhirki mânâ başka nokta-i nazarda ehemmiyetlidir; o yedide dahil değildir.

Üçüncüsü: Madem Hakîm-i Mutlak israf etmiyor, abes şeyleri yaratmıyor. Ve madem mahlûkatın vücutları zîşuur içindir ve zîşuurla kemâlini bulur ve zîşuurla şenlenir ve zîşuurla abesiyetten kurtulur. Ve madem bilmüşahede o Hakîm-i Mutlak, o Kadîr-i Zülcelâl, hava unsurunu, su âlemini, toprak tabakasını hadsiz zîhayatlarla şenlendiriyor. Ve madem hava ve su hayvânâtın cevelânına mâni olmadığı gibi, toprak, taş gibi kesif maddeler elektrik ve röntgen gibi maddelerin seyrine mâni olmuyorlar. Elbette o Hakîm-i Zülkemal, o Sâni-i Bîzevâl, küre-i arzımızın merkezinden tut, tâ meskenimiz ve merkezimiz olan bu kışr-ı zâhirîye kadar birbirine muttasıl yedi küllî tabakayı ve geniş meydanlarını ve âlemlerini ve mağaralarını boş ve hâli bırakmaz. Elbette onları şenlendirmiş, o âlemlerin şenlenmesine münasip ve muvafık zîşuur mahlûkları halk edip orada iskân etmiştir. O zîşuur mahlûklar, madem ki melâike ecnâsından ve ruhanî envâlarından olmak lâzım gelir. Elbette en kesif ve en sert tabaka, onlara nisbeten, balığa nisbeten deniz ve kuşa nisbeten hava gibidir. Hattâ zeminin merkezindeki müthiş ateş dahi o zîşuur mahlûklara nisbeti, bizlere nisbeten güneşin harareti gibi olmak iktiza eder. O zîşuur ruhanîler nurdan oldukları için, nâr onlara nur gibi olur.

Dördüncüsü: On Sekizinci Mektupta tabakat-ı arzın acaibine dair ehl-i keşfin tavr-ı akıl haricinde beyan ettikleri tasvirata dair bir temsil zikredilmiştir. Hülâsası şudur ki:

Küre-i arz, âlem-i şehadette bir çekirdektir; âlem-i misaliye ve berzahiyede bir


Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
abes: boş ve faydasız
abesiyet: faydasız ve gayesiz oluş
acaib: şaşırtıcı ve garip şeyler
âhir: son
âlem: dünya
âlem-i berzahiye: öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları manevî âlem
âlem-i misaliye: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
âlem-i şehadet: gözle görülebilen âlem
arz: yeryüzü
beyan etmek: açıklamak
bilmüşahede: gözle görerek
cevelân: dolaşma
dair: ilgili, ait
ecnâs: cinsler, türler
ehemmiyetli: değerli, önemli
ehl-i keşf: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar
envâ: türler, çeşitler
hadsiz: sınırsız
Hakîm-i Mutlak: her şeyi hikmetle yapan, sınırsız hikmet sahibi Allah
Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi olan ve her şeyi hikmetle yaratan Allah
hâli: boş, ıssız
halk etme: yaratma
hararet: ısı
haricinde: dışında
hayvânât: hayvanlar
hülâsa: özet
iktiza etmek: gerektirmek
iskân etme: yerleştirme, ev ve yurt sahibi yapma
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti her şeyi kuşatan, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik
kesif: katı, yoğun
kışr-ı zâhirî: dış kabuk
küllî: geniş ve kapsamlı
küre-i arz: yerküre, dünya
mahlûk: yaratılmış, varlık
mahlûkat: varlıklar
mânâ: anlam
mâni: engel
melâike: melekler
mesken: ev, mekan
mevcut olmak: var olmak
muttasıl: yapışık, bitişik
muvafık: uygun
münasip: uygun
nâr: ateş
nevi: çeşit, tür
nisbeten: kıyasla
nokta-i nazar: bakış açısı
nur: aydınlık
ruhanî: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlık
Sâni-i Bizevâl: sonu olmayan, her şeyi san’atla yaratan Allah
şen: sevinç, neşe
tabaka: kat, katman
tabakat-ı arz: yeryüzünü oluşturan tabakalar
tahakkuk etmek: gerçekleşmek
tasvirat: tasvirler, sözlü tanımlar
tavr-ı akıl: aklın kabul edebileceği durum
temsil: analoji, bir bilinmeyeni bilinen bir şeyle kıyaslayarak açıklama
unsur: madde, parça
vücut: varlık
zemin: yeryüzü
zîhayat: canlı
zikredilmek: anılmak, belirtilmek
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 7 / 12) / Birinci Nükte( 7 / 12) / İkinci Mesele-i Mühimme( 1 / 6)

Sayfa

/663






büyük ağaç gibi, semâvâta omuz omuza vuracak bir azamettedir. Ehl-i keşfin küre-i arzda ifritlere mahsus tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, âlem-i şehadete ait küre-i arzın çekirdeğinde değil, belki âlem-i misalîdeki dallarının ve tabakalarının tezahürüdür. Madem küre-i arzın zâhiren ehemmiyetsiz bir tabakasının böyle başka âlemde azametli tezahürâtı var; elbette yedi kat semâvâta mukabil yedi kat denilebilir. Ve mezkûr noktaları ihtar için, îcâz ile i'câzkârâne bir tarzda âyât-ı Kur'âniye, semâvâtın yedi tabakasına karşı bu küçücük arzı mukabil göstermekle işaret ediyor.

İKİNCİ MESELE-İ MÜHİMMEDİR:

.تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ 1 ilâ âhir.

ثُمَّ اسْتَوٰۤى اِلَى السَّمَۤاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ 2
Şu âyet-i kerime gibi müteaddit âyetler, semâvâtı yedi semâ olarak beyan ediyor. İşârâtü'l-İ'câz tefsirinde, eski Harb-i Umumînin birinci senesinde cephe-i harpte ihtisar mecburiyetiyle gayet mücmel beyan ettiğimiz o meselenin yalnız bir hülâsasını yazmak münasiptir. Şöyle ki:

Eski hikmet, semâvâtı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde Arş ve Kürs'ü yedi semâvât ile beraber kabul edip acip bir suretle semâvâtı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhi hükemasının şâşaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar. Hattâ, çok ehl-i tefsir, âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbur kalmışlar. O suretle Kur'ân-ı Hakîmin i'câzına bir derece perde çekilmişti.



Dipnot-1
"Yedi gök ve yer ve içindekiler Onu tesbih eder." İsrâ Sûresi, 17:44.
Dipnot-2
"Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir." Bakara Sûresi, 2:29.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
acip: acaip, hayret verici
âlem-i misalî: görüntüler âlemi; bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
âlem-i şehadet: görünen alem
Arş ve Kürs: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği iki yer
âyât: âyetler
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân ayetleri
âyet/âyet-i kerime: Kur’ân’ın herbir cümlesi
azamet: büyüklük
beyan: açıklama, anlatım
cephe-i harp: muharebe bölgesi
dâhi: son derece zeki, dehâ sahibi
ehl-i keşf: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar
ehl-i tefsir: Kur’ân’ı tefsir eden alimler
eski Harb-i Umumî: Birinci Dünya Savaşı
eski hikmet: ilk dönem İslâm filozoflarının yorumları
hükema: filozoflar
hülâsa: özet
i’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
i’câzkârâne: mu’cizeli bir şekilde, benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekilde
îcâz: az sözle çok mânâlar anlatma
ifrit: cinlerden bir tür
ihtar: hatırlatma, uyarı
ihtisar: kısaltma, özetleme
ilâ âhir: sonuna kadar
İşârâtü’l-İ’câz: Risale-i Nur külliyatında yer alan eserlerden biri
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
küre-i arz: yerküre, dünya
lisan-ı şer’î: İslâm literatürü
mecburiyet: zorunluluk
mesele-i mühimme: önemli mesele
mezheb: yol, usül
mezkûr: adı geçen
mukabil: karşılık
mücmel: kısa, öz
müteaddit: bir çok, çeşitli
nev-i beşer: insanlık
semâ: gökyüzü
semâvât: gökler
suret: biçim, şekil
şâşaalı: gösterişli, göz alıcı
tahakküm: baskı altında tutma
tasavvur: düşünme, hayal etme
tasvir etmek: anlatmak
tefsir: Kur’an ayetlerinin yorumlandığı eser
tevfik etme: bağdaştırma
tezahür: belirme, görünme
tezahürât: görünümler
zâhir: açık, görünürde olan
zâhiren: dış görünüş itibariyle

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 8 / 12) / Birinci Nükte( 8 / 12) / İkinci Mesele-i Mühimme( 2 / 6) / Birinci Kaide( 1 / 1)

Sayfa

/663






Ve hikmet-i cedide namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur ve ubûra ve hark ve iltiyâma kabil olmayan, semâvât hakkındaki ifratına mukabil tefrit edip, semâvâtın vücudunu adeta inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip, hakikati tamamıyla gösterememişler.

Kur'ân-ı Hakîmin hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp, hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni-i Zülcelâl yedi kat semâvâtı halk etmiştir. Hareket eden yıldızlar ise, balıklar gibi semâ içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadiste اَلسَّمَۤاءُ مَوْجٌ مَكْفُوفٌ 1 denilmiş. Yani, "Semâ, emvâcı karardâde olmuş bir denizdir." İşte bu hakikat-i Kur'âniyeyi yedi kaide ve yedi vecih mânâ ile gayet muhtasar bir surette ispat edeceğiz.

Birinci kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki, bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil, belki "esir" dedikleri madde ile doludur.

İkincisi: Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki, ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde mevcuttur.

Üçüncüsü: Madde-i esiriye, esir kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet, nasıl ki buhar, su, buz gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de, madde-i esiriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olmaz.

Dördüncüsü: Ecrâm-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki, o ulvî âlemlerin




Dipnot-1
Tirmizî, 58. Sûrenin tefsiri: 1; Müsned, 2:370; el-Mubârekforî, Tuhfetü'l-Ahvezî, 3352; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:132.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
aklen: akıl bakımından
âlem: dünya, evren
câmid: katı
câzibe: çekim gücü
dâfia: itme gücü
ecrâm-ı ulviye: gök cisimleri
emvâc: dalgalar
esir/madde-i esir: kâinatı kapladığına inanılan ince madde
evvel: önce
fennen: bilimsel olarak
feza: uzay
feza-yı âlem: uzay
hadd-i vasat: orta çizgi, orta yol
hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikat: gerçek, doğru
hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın ifade ettiği hakikat
halk etme: yaratma
hararet: ısı, sıcaklık
hark ve iltiyâm: delinme ve deliğin kapanması
havâî: gaz halinde
hikmet-i cedide: yeni felsefe, fen bilimleri
hikmet-i kudsiye: mukaddes, kusursuz ve eksiksiz hikmet
hikmeten: ilim ve fen itibariyle
ifrat: bir şeyde aşırıya gitme
ihtiyar etme: seçme, tercih etme
kabil olmayan: mümkün olmayan
kaide: kural, prensip
kanun: tabiat olaylarının bağlı olduğu değişmez kaide
karardâde olmak: olgunlaşmak, belli bir şekilde karar kılmak
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mânâ: anlam
mâni-i aklî: aklen oluşan engel
mâyi: sıvı
medar: dayanak noktası, kaynak
mevcut: var
muhtasar: kısa, özet
muhtelif: çeşitli
mukabil: karşılık
mürur ve ubûr: geçiş ve gelip geçme
müşahedeten: gözlemle
nâkil: nakleden, aktaran
nam: ad, isim
nâşir: neşreden, yazıp yayan
nev: çeşit, tür
nihayetsiz: sonsuz
rabıta: bağlantı
sair: diğer
Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
semâ: gökyüzü
semâvât: gökler
suret: biçim, şekil
tefrit: bir şeye aşırı seviyede ilgisiz kalma
tesbih etme: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
teşekkülât: oluşumlar
ulvî: yüce
vecih: yön
vücud: varlık
ziya: ışık

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 9 / 12) / Birinci Nükte( 9 / 12) / İkinci Mesele-i Mühimme( 3 / 6) / Beşincisi( 1 / 1)

Sayfa

/663






tabakatında muhalefet var. Meselâ, Nehrüssemâ ve Kehkeşan namıyla maruf, Türkçe Samanyolu tabir olunan, bulut şeklindeki daire-i azîmenin bulunduğu tabaka, elbette sevâbit yıldızların tabakasına benzemiyor. Güya tabaka-i sevâbit yıldızları, yaz meyveleri gibi yetişmiş, ermişler. Ve o Kehkeşandaki bulut şeklinde görülen hadsiz yıldızlar ise, yeniden yeniye çıkıp ermeye başlıyorlar. Tabaka-i sevâbit dahi, sadık bir hads ile, manzume-i şemsiyenin tabakasına muhalefeti görünüyor. Ve hâkezâ, yedi manzumat ve yedi tabaka birbirine muhalif bulunması, his ve hads ile derk olunur.

Beşincisi: Hadsen ve hissen ve istikrâen ve tecrübeten sabit olmuştur ki, bir maddede tanzim ve teşkil düşse ve o maddeden başka masnuat yapılsa, elbette muhtelif tabaka ve şekillerde olur. Meselâ, elmas madeninde teşkilât başladığı vakit, o maddeden hem ramad, yani hem kül, hem kömür, hem elmas nevileri tevellüt ediyor. Hem meselâ ateş teşekküle başladığı vakit, hem alev, hem duman, hem kor tabakalarına ayrılıyor. Hem meselâ müvellidülmâ, müvellidülhumuza ile mezc edildiği vakit, o mezcden hem su, hem buz, hem buhar gibi tabakalar teşekkül ediyor. Demek anlaşılıyor ki, bir madde-i vâhidde teşkilât düşse, tabakata ayrılıyor. Öyleyse, madde-i esiriyede kudret-i fâtıra teşkilâta başladığı için, elbette ayrı ayrı tabaka olarak فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ 1 sırrıyla yedi nevi semâvâtı ondan halk etmiştir.

Altıncısı: Şu mezkûr emâreler, bizzarure, semâvâtın hem vücuduna, hem taaddüdüne delâlet ederler. Madem kat'iyen semâvat müteaddittir. Ve Muhbir-i Sadık, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın lisanıyla yedidir der. Elbette yedidir.

Yedincisi: Yedi, yetmiş, yedi yüz gibi tabirat, üslûb-u Arabîde kesreti ifade ettiği için, o küllî yedi tabaka çok kesretli tabakaları hâvi olabilir.



Dipnot-1
"Gökleri yedi kat olarak tanzim etti." Bakara Sûresi, 2:29.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
bizzarure: kaçınılmaz şekilde
daire-i azîme: büyük daire
delâlet: delil olma, işaret etme
derk olunmak: anlaşılmak, algılanmak
emâre: belirti, işaret
hads: güçlü sezgi, seziş
hadsen: güçlü bir sezgiyle ortaya çıkarak
hadsiz: sınırsız
hâkezâ: bunun gibi
halk etmek: yaratmak
hâvi: ihtiva eden, içine alan
istikrâen: eldeki verilerden hareketle genel bir hüküm verme şeklinde
kat’iyen: kesin olarak
Kehkeşan: (bk. bilgiler – Samanyolu)
kesret: çokluk
kudret-i fâtıra: herşeyin yaratıcısı olan Allah’ın kudreti
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
küllî: geniş, kapsamlı
madde-i esir: kâinatı kapladığına inanılan ince madde
madde-i vâhid: tek bir madde
manzumat: düzenlemeler, sıralamalar
manzume-i şemsiye: güneş sistemi
maruf: bilinen
masnuat: san’at eseri varlıklar
mezc: karışma, bütünleşme
mezkûr: adı geçen
muhalif: aykırılık gösteren, farklı
Muhbir-i Sadık: doğruluğunda şüphe bulunmayan haberleri veren Peygamber Efendimiz (a.s.m.)
muhtelif: çeşitli, farklı
müteaddit: bir çok
müvellidülhumuza: oksijen
müvellidülmâ: hidrojen
nam: ad, isim
Nehrüssemâ: (bk. bilgiler – Samanyolu)
nevi: çeşit, tür
ramad: ateş külü
sadık: doğru
Samanyolu: (bk. bilgiler)
semâvât: gökler
sevâbit: bulunduğu yerde hep sâbit olarak görülen yıldızlar
taaddüd: çokluk, birden fazla olma
tabaka: kat, katman
tabaka-i sevâbit: yerlerinde sabit olarak duran yıldızlar tabakası
tabakat: katlar, mertebeler
tabir olunan: ifade edilen
tabirat: tabirler, ifadeler
tanzim: düzenleme, düzene koyma
tecrübeten: deneyimle
teşekkül: ortaya çıkma, şekillenme
teşkil/teşkilât: düzenleme ve ıslak etmeye ait çalışma, faaliyet. Teşkilin çoğulu teşkilâttır.
tevellüt etmek: ortaya çıkmak, doğmak
üslûb-u Arabî: Arapça ifade biçimi
vücud: varlık

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 10 / 12) / Birinci Nükte( 10 / 12) / İkinci Mesele-i Mühimme( 4 / 6) / Yedincisi( 2 / 1)

Sayfa

/663






Elhasıl: Kadîr-i Zülcelâl, esir maddesinden yedi kat semâvâtı halk edip tesviye ederek, gayet dakik ve acip bir nizamla tanzim etmiş ve yıldızları içinde zer' edip ekmiştir. Madem Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan umum ins ve cinnin umum tabakalarına karşı konuşan bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i beşerin herbir tabakası, herbir âyât-ı Kur'âniyeden hissesini alacak ve âyât-ı Kur'âniye, her tabakanın fehmini tatmin edecek surette, ayrı ayrı ve müteaddit mânâları zımnen ve işareten bulunacaktır.

Evet, hitâbât-ı Kur'âniyenin vüs'ati ve maânî ve işârâtındaki genişliği ve en âmî bir avamdan en has bir havassa kadar derecât-ı fehimlerini mürâât ve mümâşât etmesi gösterir ki, herbir âyetin herbir tabakaya bir veçhi var, bakıyor. İşte bu sırra binaen, "yedi semâvât" mânâ-yı küllîsinde yedi tabaka-i beşeriye, muhtelif yedi kat mânâyı fehmetmişler. Şöyle ki:

فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ 1 âyetinde, kısa nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye, havâ-yı nesîmînin tabakatını fehmeder.

Ve kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka-i insaniye dahi, elsine-i enâmda "seb'a-i seyyare" ile meşhur yıldızları ve medarlarını fehmeder.

Daha bir kısım insanlar, küremize benzer zevilhayatın makarrı olmuş semâvî yedi küre-i âharı fehmeder.2

Diğer bir taife-i beşeriye, manzume-i şemsiyenin yedi tabakaya ayrılmasını, hem manzume-i şemsiyemizle beraber yedi manzumât-ı şümusiyeyi fehmeder.

Daha diğer bir taife-i beşeriye, madde-i esiriyenin teşekkülâtı yedi tabakaya ayrılmasını fehmeder.



Dipnot-1
"Gökleri yedi kat olarak tanzim etti." Bakara Sûresi, 2:29.
Dipnot-2
bk. el-Hâkim, el-Müstedrek: 2:535; et-Taberî, Câmiu'l-Beyân: 28:153-154.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
acip: hayret verici
âmî: cahil, tahsil görmemiş
avam: halk, sıradan insanlar
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
binaen: dayanarak
dakik: ince, derin
derecât-ı fehim: anlayış dereceleri
elhasıl: özet olarak
elsine-i enâm: canlı varlıkların dilleri
esir/madde-i esiriye: kâinatı kapladığına inanılan ince madde
fehm: anlayış, kavrayış
halk etmek: yaratmak
havâ-yı nesîm: atmosfer
havass: seçkin insanlar
hitâbât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın bütün insanlara yönelik hitapları
hutbe-i ezeliye: Allah’ın bütün varlıklara yönelik konuşması
ins ve cin: insanlar ve cinler
işârât: işaretler, belirtiler
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti her şeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân
küre: dünya, yerküre
küre-i âhar: başka gezegen
maânî: mânâlar, anlamlar
makarr: kalınacak yer, merkez
mânâ: anlam
mânâ-yı küllî: geniş kapsamlı mânâ
manzumât-ı şümusiye: güneşlerin sistemleri
manzume-i şemsiye: güneş sistemi
medar: dayanak noktası, kaynak
muhtelif: çeşitli
mümâşât etmek: uygun hareket etmek
mürâât etmek: gözetmek, dikkate almak
müteaddit: bir çok, çeşitli
nazar: bakış, görüş
nev-i beşer: insanlık
nizam: düzen
seb’a-i seyyare: yedi gezegen
semâvât: gökler
semâvî: gökyüzünde (uzayda) bulunan
sır: ince hakikat
suret: biçim, şekil
tabaka: kat, sınıf
tabaka-i beşer: insanların ayrıldığı sınıfların her biri
tabaka-i insaniye: insan tabakası
taife-i beşeriye: insanlardan oluşan topluluk
tanzim etmek: düzenlemek
tesviye etmek: belli bir şekil vermek
teşekkülât: oluşumlar
umum: bütün
vecih: yön
vüs’at: genişlik
zer’ etmek: ekmek, dikmek
zevilhayat: canlılar
zımnen: gizlice, dolaylı olarak

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 11 / 12) / Birinci Nükte( 11 / 12) / İkinci Mesele-i Mühimme( 5 / 6) / Yedincisi( 3 / 1)

Sayfa

/663






Daha geniş fikirli bir tabaka-i beşeriye, yıldızlarla yaldızlanıp bütün görünen gökleri bir semâ sayıp, onu bu dünyanın semâsıdır diyerek, bundan başka altı tabaka-i semâvat var olduğunu fehmeder.

Ve nev-i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise, semâvât-ı seb'ayı âlem-i şehadete münhasır görmüyor; belki avâlim-i uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misaliyenin birer muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semâvâtın var olduğunu fehmeder.

Ve hâkezâ, bu âyetin külliyetinde, mezkûr yedi kat tabakanın yedi kat mânâları gibi daha çok cüz'î mânâları vardır. Herkes fehmine göre hissesini alır ve o mâide-i semâviyeden herkes rızkını bulur.

Madem o âyetin böyle pek çok sadık mâsadakları var. Şimdiki akılsız feylesofların ve serseri kozmoğrafyalarının, inkâr-ı semâvât bahanesiyle böyle âyete taarruz etmesi, haylâz ahmak çocukların semâvâttaki yıldızlara bir yıldızı düşürmek niyetiyle taş atmasına benzer. Çünkü âyetin mânâ-yı küllîsinden birtek mâsadak sadıksa, o küllî mânâ sadık ve hak olur. Hattâ vâkide bulunmayan, fakat umumun lisanında mütedâvil bulunan bir ferdi, umumun efkârını mürâât için o küllîde dahil olabilir. Halbuki, hak ve hakikî çok efradını gördük. Ve şimdi bu insafsız ve haksız coğrafyaya ve sersem ve sermest ve sarhoş kozmoğrafyaya bak: Nasıl bu iki fen hata ederek, hak ve hakikat ve sadık olan küllî mânâdan gözlerini yumup ve çok sadık olan mâsadakları görmeyerek hayalî bir acip ferdi, mânâ-yı âyet tevehhüm ederek âyete taş attılar, kendi başlarını kırdılar, imanlarını uçurdular!

Elhasıl: Kıraat-ı seb'a,1 vücuh-u seb'a ve mucizât-ı seb'a ve hakaik-i seb'a ve erkân-ı seb'a üzerine nâzil olan Kur'ân semâsının o yedişer tabakalarına cin ve



Dipnot-1
bk. Buhârî, Fezâilü'l-Kurân: 5, 27, Tevhîd: 53; Müslim, Salâtü'l-misâfirîn: 270; Tirmizî, Kırâat: 2.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
acip: hayret verici
ahmak: akılsız
âlem-i şehadet: gözle gördüğümüz âlem
avâlim-i dünyeviye: dünyadaki âlemler
avâlim-i gaybiye: bilinmeyen ve görünmeyen âlemler
avâlim-i misaliye: bütün varlıkların yansımasının bulunduğu âlemler
avâlim-i uhreviye: âhiret âlemleri
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
cüz’î: ferdî, küçük, dar kapsamlı
efkâr: fikirler, düşünceler
efrad: fertler, bireyler
elhasıl: kısaca, özetle
erkân-ı seb’a: yedi temel
fehm: anlayış, kavrayış
filozof: felsefeci
hak: doğru gerçek
hakaik-i seb’a: yedi hakikat
hâkezâ: bunun gibi
hayalî: hayale dayalı
haylâz: yaramaz
ihata: içine alma, kapsama
inkâr-ı semâvât: gökyüzündeki tabakaları kabul etmeme
kıraat-ı seb’a: Kur’ân’ın yedi türlü okunuş şekli
kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
külliyet: kapsamlılık, genellik
lisan: dil
mâide-i semâviye: Allah tarafından kullarına sunulan mânevî sofra
mânâ: anlam
mânâ-yı âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesinin ifade ettiği anlam
mânâ-yı küllî: geniş kapsamlı mânâ
mâsadak: bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı
mezkûr: adı geçen
mucizât-ı seb’a: yedi mucize
muhit: herşeyi içine alan, kuşatan
münhasır: sınırlı
mürâât: gözetme, dikkate alma
mütedâvil: dilden dile dolaşan
nâzil olan: inen
nev-i beşer: insanlık
sadık: doğru
sakf: çatı, tavan
semâ: gökyüzü
semâvât: gökler
semâvât-ı seb’a: yedi kat gök
sermest: başı dönmüş, kendinden geçmiş
taarruz etmek: karşı çıkmak
tabaka: kat, sınıf
tabaka-i beşeriye: insanların ayrıldığı sınıfların her biri
tabaka-i semâvât: gökyüzü tabakaları
taife: grup, topluluk
tevehhüm etme: sanma, kuruntuya kapılma
umum: genel
vâki: gerçekleşmiş
vücuh-u seb’a: yedi vecih; Kur’ân’ın yedi türlü okunuş şekli

yuksel dedi ki...

On İkinci Lem'a( 12 / 12) / Birinci Nükte( 12 / 12) / İkinci Mesele-i Mühimme( 6 / 6) / Yedincisi( 4 / 1)

Sayfa

/663






şeyâtîn hükmündeki itikadsız maddî fikirler çıkamadıklarından, âyâtın nücumunda ne var, ne yok bilmeyip, yalan ve yanlış haber verirler. Ve onların başlarına o âyâtın nücumundan mezkûr tahkikat gibi şahaplar inerler ve onları yakarlar.

Evet, cin fikirli feylesofların felsefesiyle o semâvât-ı Kur'âniyeye çıkılmaz. Belki, âyâtın yıldızlarına, hikmet-i hakikiyenin miracıyla ve iman ve İslâmiyetin kanatlarıyla çıkılabilir.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى شَمْسِ سَمَۤاءِ الرِّسَالَةِ وَقَمَرِ فَلَكِ النُّبُوَّةِ وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ نُجُومِ الْهُدٰى لِمَنِ اهْتَدٰى 1
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 2
اَللّٰهُمَّ يَارَبَّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ زَيِّنْ قُلُوبَ كَاتِبِ هٰذِهِ الرِّسَالَةِ وَرُفَقَۤائِهِ بِنُجُومِ حَقَۤائِقِ الْقُرْاٰنِ وَاْلاِيمَانِ اٰمِينَ 3




Dipnot-1
Allah'ım! Risalet semâsının güneşi ve nübüvvet feleğinin ayı olan zât ile, doğru yola erişenlerin hidayet yıldızları olan âl ve ashâbına salât et.
Dipnot-2
"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin." Bakara Sûresi, 2:32.
Dipnot-3
Ey göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'ım! Bu risalenin kâtibi ile arkadaşlarının kalblerini Kur'ân hakikatlerinin yıldızlarıyla süslendir. Âmin.

Sayfa

/663









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
âyât: âyetler
feylesof: filozof, felsefeci
hikmet-i hakikiye: felsefenin karşısında Kur’ân’ın koyduğu gerçek hikmet
itikadsız: inançsız
maddî: maddeyle alâkalı
mezkûr: adı geçen
miraç: yükseliş
nücum: yıldızlar
semâvât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın yüce makam ve dereceleri
şahap: göktaşı, meteor
şeyâtin: şeytanlar
tahkikat: araştırmalar

yuksel dedi ki...

Mü'minlerin emiri Hz.Ali (r.a.)demiştir ki: (Ebced Hesabına göre) besmelenin harflerinin sayısı bitip tamam olunca (o kadar yıl geçince) işte o zaman Mehdi' nin anasının karnından çıkma zamanı gelir.
Ruhu'l Beyan
Kur'an Meâli Ve Tefsiri cilt 13. sy.390.

yuksel dedi ki...

Hz Seyh-i Ekber (k.s.) Hz.Ali'nin bu sözünün manasını iki beyitle şöyle ifade etmiştir:
Zaman harflerini tamamlayınca
Bismillah'ın mehdi eder kıyam,
Çıkar o, bir orucun ardınca
Artık benden ona söyle selâm.
Eğer hased olmasaydı, bu sayının sırrı muhakkak ortaya çıkardı.
Ruhu'l Beyân
Kur'an Meâli Ve Tefsiri.cilt 13.sy.390.

yuksel dedi ki...

Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) in hadis-i Şerifleri de vahy-i gayri metluv'dur.
Bakara Suresi Tefsiri Cilt 3. sy.19.

yuksel dedi ki...


Hadis-i Şerif
1- Beş vakit namazı camide kılan Bismillahirrahmanirrahim demiş gibidir.

2-Ümmetim yıldızlara gidesiye kadar kıyamet kopmayacaktır

yuksel dedi ki...

Ebu Ali Sekafi demiştir ki: Bu ümmete öyle bir zaman gelir ki, o zamanda bir müminin bir münafığa sırtını dayamadan geçimini güzel yapması mümkün olmaz.
Kuşeyri Risalesi
Sufilerin İnanç Ve Ahlakları.sy.151.

yuksel dedi ki...

ucu
açık kaynak yazılımı (müh.)
(Alm. quelloffene Software, f; Fr. logiciel ouvert, m; İng. open-source software) blşm. Bir bilgisayar yazılımını geliştiren kişinin, yazılımın herhangi bir amaç için kullanımını, dağıtımını, üzerinde değişiklikler yapılmasını bir lisans anlaşması çerçevesinde serbest bıraktığı yazılım.
Yorum ekle
açık yazılım (müh.)
(Alm. öffentliche Software; Fr. logiciel ouvert; publiciel; logiciel libre, m; İng. free software; open source software; public software) blşm. Bir topluluk içinde sürekli olarak geliştirilen, kopyalanan, değiştirilen, dağıtılan ve kaynak koduyla birlikte ücretsiz olarak sunulan, kullanımı özel izne tabi olmayan yazılım.
Yorum ekle
aracı yazılım (müh.)
(Alm. Middleware, f; Fr. intergiciel, f; logiciel des couches intermédiaires, m; médiateur, m; İng. middleware) blşm. 1. Dağıtımlı bir bilişim sisteminde işletim sistemiyle uygulama yazılımı arasında gerekli bağlantı ve uyarlamayı sağlayan ara katman yazılımı. 2. Farklı tiplerde yazılmış, farklı platformlarda çalışan programlar arasında birlikte çalışırlığı sağlayan program; örneğin, bir veritabanı sistemi ile örün tarayıcısını bağdaştıran yazılım.
Yorum ekle
arayüz yazılımı (müh.)
(Alm. Schnittstellesoftware, f; Fr. logiciel d’interface, m; İng. interface software) blşm. Bilgisayar sistemlerinin ve yazılımlarının birlikte çalışmasını ve iletişim kurmalarını sağlayan yazılım.
Yorum ekle
arkaplan destek yazılımı (müh.)
(Alm. Dämon, m; Fr. démon, m; İng. daemon) blşm. Çok programlı işletim sistemlerinde kullanıcılarla doğrudan etkileşime girmeden arka düzlemde sürekli canlı tutulan, bağlı olduğu hizmete erişim noktasına istek geldiğinde gereğini kendiliğinden yerine getiren, ayrıca bazı bakım görevleri de üstlenen destek programı.
Yorum ekle
bilgisayar yazılım paketleri (sos.)
sos. (Alm. Computerprogrammpakete; Fr. paquets de logiciels informatiques, m, pl; İng. computer packages) topb. Büyük çaplı veri kümelerini değerlendirip çözümleyen yazılım paketleri.
Yorum ekle
casus yazılım (müh.)
(Alm. Spionage-Software, f; Spyware, f; Fr. logiciel espion, m; İng. spyware) blşm. Bir kullanıcının internet bağlantısını gözlemleyerek kişisel bilgilerini derleyen ve bunları bir başkasına yollayan yazılım.
Yorum ekle
çoğulortam uygulama yazılımı (müh.)
(Alm. Multimedia-Anwendung, f; Fr. logiciel multimédia; application multimédia, f; programme multimédia, m; İng. multimedia application) blşm. Etkileşimli metin, imge, video, ses, grafik içerikli çoğulortam belgelerinin yaratılmasında aracı olan program.
Yorum ekle
destek yazılım (müh.)
(Alm. Unterstützungssoftware, f; Fr. logiciel de soutien, m; İng. support software) blşm. Derleyici, yükleyici, veritabanı yönetimi gibi başka yazılımların geliştirilmesine, bakımına ve kullanımına destek olan yazılım.
Yorum ekle
eğitim yazılımı (müh.)
(Alm. Lernsoftware, f; Unterrichtssoftware, f; Fr. didacticiel, m; logiciel de formation, m; İng. courseware; learningware; teachware) blşm. Bilgisayar destekli eğitim ve öğrenim amacıyla hazırlanmış ders içeriği ve yazılımı.
Yorum ekle
firmaya özel yazılım (müh.)
(Alm. proprietäre Software; Fr. logiciel propriétaire, m; İng. proprietary software) blşm. Bir bilişim şirketine özgü olan, başka yazılımlarla uyum göstermeyen, ancak özel lisans anlaşmasıyla kullanılabilen yazılım.

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
genişletilebilir yazılım (müh.)
(Alm. ausdehnbar Software, f; Fr. logiciel extensible, m; İng. extendable software; extensible software) blşm. 1. İsterlerdeki değişiklikler doğrultusunda özellikleri kolayca değiştirilebilen bir yazılım sistemi ya da birimi. 2. İş çıkarma hızı ya da bilgi saklama kapasitesi gibi herhangi bir işlevsel özelliği bakımından bulunduğu seviyeden daha üst seviyeye çıkartılabilme özelliği taşıyan yazılım sistemi ya da birimi.
Yorum ekle
gömülü yazılım (müh.)
(Alm. eingebettete Software, f; Fr. logiciel embarqué, m; İng. embedded software) blşm. Genel amaçlı bilgisayar işlevi görmeyen, taşıt aracı, tıbbi aygıt, kamera, silah sistemi vb. herhangi bir sistemin çalışabilmesi için o sistemin donanımı içinde yerleşik merkezi işlemci/ler tarafından yürütülen ve genellikle hız, bellek kısıtı gibi gereksinimlerin öne çıktığı yazılım türü.
Yorum ekle
gözcü yazılım (müh.)
(Alm. Überwachungssoftware, f; Fr. logiciel de surveillance, m; İng. monitoring software) blşm. 1. Disk giriş-çıkışlarını kontrol eden, virüsleri saptayıp yakalayan ve böylece bilgisayar sisteminin doğru çalışırlığını gözleyen, bellekte yerleşik yazılım. 2. Kullanıcılarının internette nerede ve ne kadar süre gezindiğini izleyen program.
Yorum ekle
grafik yazılımı (müh.)
(Alm. Graphiksoftware, f; Fr. graphiciel, m; logiciel graphique, m; İng. graphics software) blşm. Ekranda, yazıcıda, çizicide desenler, şekiller ve diyagramlar yaratılmasına elveren ve bunların ekrana yansıtılmasını veya yazıcıda basılmasını sağlayan yazılım.
Yorum ekle
grup yazılımı (müh.)
(Alm. Gruppenprogramme, f; Fr. collecticiel, m; İng. groupware) blşm. Küçük bir kullanıcı grubunun belirli bir projede ortak olarak çalışmasını sağlayan yazılım.
Yorum ekle
hizmet olarak yazılım (müh.)
(Alm. SaaS; Software as a Service; Fr. logiciel en tant que service; İng. SaaS; software as a service) blşm. Bulut bilişimi sıradüzeninde en üst düzeyde yer alan, internet üzerinden ulaşan kullanıcılara doğrudan doğruya hizmet vermek üzere kurgulanmış yazılım; bulut uygulaması.
Yorum ekle
kamuya açık yazılım (müh.)
(Alm. freibenutzbare Software; Fr. publiciel, m; İng. public-domain software) blşm. Telif hakkı olmayan, herkesin kullanabileceği yazılım.
Yorum ekle
korsan yazılım (müh.)
(Alm. Raubkopie, f; Fr. copie pirate, f; İng. pirated copy) blşm. Kişisel ya da ticari amaçla ve yasadışı yollardan kopyalanmış bir yazılım; eşanlam: taklit yazılım.
Yorum ekle
kritik görev yazılımı (müh.)
(Alm. lebenswichtige Software; Fr. logiciel de première importance; logiciel vital; İng. mission critical software) blşm. Bir kuruluşun işlemesi için olmazsa olmaz, kusurlu olduğunda da bu kuruluşun hayatta kalmasını etkileyecek denli önemli olan yazılım; eşanlam: yaşamsal yazılım.
Yorum ekle
kullanıma hazır yazılım (müh.)
(Alm. gebrauchsfertige Software, f; Fr. logiciel prêt à utiliser, m; İng. off-the-shelf software) blşm. Daha önce hazırlanmış, hemen kullanılabilir durumda olan yazılım; örneğin yazı işlemci ya da elektronik çizelgeleme programları.
Yorum ekle
modüler yazılım (müh.)
(Alm. modulares Computerprogramm; Fr. logiciel modulaire, m; İng. modular software) blşm. 1. Birçok ayrı yazılım biriminin bir araya getirilmesi sonucu oluşmuş program; eşanlam: birimsel yazılım. 2. Yazılım niteliği bakımından tercih edilen biçimde, farklı işlevlerin farklı yapısal birimler tarafından gerçekleştirildiği, birimler arası iletişimin tanımlı arayüzler üzerinden sağlandığı, eşgüdümün de yine tanımlı bir sıradüzen çerçevesinde gerçekleştirildiği yazılım türü; eşanlam: birimsel yazılım.

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
örün uygulama yazılımı (müh.)
(blşm. web uygulaması) (Alm. Webanwendung, f; Webapplikation, f; Fr. application web, f; İng. online software; web application; webware) blşm. İnternet üzerinden bir örün tarayıcısı ile erişilen uygulama yazılımı.
Yorum ekle
paylaşımlı yazılım (müh.)
(Alm. Shareware, f; Fr. logiciel en partage, m; partagiciel, m; İng. shareware) blşm. Bilgi hizmet sunucuları tarafından kullanıcılara ücretsizce ya da çok küçük bir abonelik ücreti ile dağıtılan ve genelde deneme aşamasında olan yazılım.
Yorum ekle
PGP yazılımı (müh.)
(Alm. PGP-Software; Fr. logiciel PGP; İng. PGP software) blşm. İnternet üzerinde çok kullanılan, simetrik anahtar sistemine dayalı ve internetten indirilebilir açık yazılımı olan şifreleme yöntemi. PGP “Pretty Good Privacy” deyiminin kısaltılmışıdır.
Yorum ekle
sistem yazılımı (müh.)
(Alm. Systemsoftware, f; Fr. logiciel système, m; İng. system software) blşm. Bilgisayarda, uygulama programlarının yürütümünü sağlayan ve uygulama programlarından bağımsız olan yazılım; örneğin işletim sistemi.
Yorum ekle
sohbet yazılımı (müh.)
(Alm. Chatsoftware, f; Fr. logiciel de clavardage, m; İng. chat software) blşm. İnternet kullanıcısının bilgisayarına yüklendiğinde kullanıcıya sohbet sunucularına erişme ve aynı türden bir yazılımı yüklemiş bulunan herhangi bir diğer kullanıcı ile karşılıklı kısa metin mesajları değiş tokuşu ile iletişimde bulunma olanağı sağlayan yazılım.
Yorum ekle
şişkin yazılım (müh.)
(Alm. Bloatware; Fr. inflagiciel, m; İng. bloatware) blşm. Çok sayıda özellik taşıyan ve rasgele erişilir bellekte çok fazla yer kaplayan yazılım.
Yorum ekle
tamamlayıcı yazılım (müh.)
(Alm. Erweiterungssoftware, f; Fr. logiciel compagnon, m; İng. add-in software) blşm. Bir yazılım ürününe eklenen ve ona yeni işlevler katmaya yarayan, ancak tek başına çalışamayan küçük bir yazılım; eşanlam: ekleme yazılım.
Yorum ekle
usandırıcı yazılım (müh.)
(Alm. Nagware; Fr. harceliciel, m; İng. nagware) blşm. Özellikle paylaşılan yazılımlarla beraber gelen, sık sık sustalı bir pencereyi ekrana getirerek kullanıcıyı bir uygulama programını almaya ya da bir üyeliğe kaydolmaya davet eden yazılım.
Yorum ekle
uygulama yazılımı (müh.)
(Alm. Anwendungssoftware, f; Fr. logiciel d'application, m; İng. application software) blşm. Bilgisayarların kullanıcılara belli bir hizmeti verebilmesi için hazırlanmış program; böyle programların oluşturduğu bütün.
Yorum ekle
ücretsiz yazılım (müh.)
(Alm. kostenlose Software; Freeware, f; Fr. gratuiciel, m; İng. freeware) blşm. İnternet üzerinden ya da kullanıcı grupları aracılığıyla dağıtılan ve hiçbir ücret talep edilmeyen yazılım.
Yorum ekle
üç boyutlu modelleme yazılımı (müh.)
(Alm. 3D Modellierungsoftware, f; Fr. logiciel 3D, m; logiciel de modélisation en 3D, m; İng. three-D modeling software) blşm. Devinim, özellik ve görünüşleriyle üç boyutlu nesnelerin yaratılmasına elveren yazılım.
Yorum ekle
yatay uygulama yazılımı (müh.)
(Alm. Produktivitätssoftware, f; Fr. logiciel horizontal; İng. cross-industry software; horizontal market software; horizontal software; productivity software) blşm. 1. Farklı dallardaki birçok endüstriyel alanda kullanılabilen uygulama yazılımı. 2. Yazı işleme, muhasebe ve benzeri yazılım örneklerinde olduğu gibi farklı dallardaki iş ve ticaret faaliyetlerinde kullanılan uygulama yazılımı.

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
yazılım (müh.)
(Alm. Software, f; Fr. logiciel, m; İng. software) blşm. Bir bilgi işlem sisteminin işleyişi ile ilgili bilgisayar programlarının, yordamların, kuralların ve belgelerin tümü.
Yorum ekle
yazılım (sos.)
sos. (Alm. Software, f, EDV-Programme, pl; Fr. software, m, logiciel, m, progiciel, m; İng. software) egitb. Bir bilgiişlem dizgesinin işleyişiyle ilgili bilgisayar izlencelerinin, kuralların ve gerektiğinde belgelemenin tümü.
Yorum ekle
yazılıma dayalı radyo (müh.)
(Alm. Softwarefunk, m; Fr. radio logicielle; İng. digital radio; software-defined radio; software radio) blşm. Geleneksel olarak yükselteç, süzgeç, karıştırıcı, modülatör, alıcı gibi fonksiyonların donanımla gerçekleştirilmesinden farklı olarak bu işlevlerin yazılımla gerçeklendiği radyo iletişim sistemi; eşanlam: sayısal radyo.
Yorum ekle
yazılım analizi (müh.)
(Alm. Softwareanalyse, f; Fr. programmatique, f; İng. programmatics; programming techniques; software analysis) blşm. Programların geliştirilmesinde kullanılan dilleri ve genelinde yazılım tasarımı irdeleyen bilişim dalı; eşanlam: programlama bilimi.
Yorum ekle
yazılım aracı (müh.)
(Alm. Programmentwicklungssystem, n; Fr. outil logiciel; İng. software tool) blşm. Bir bilgisayar programının yaratılmasında ve belgelenmesinde kullanılan geliştirme, sınama, analiz ve bakım programlarına verilen ad.
Yorum ekle
yazılım belgeleme (müh.)
(Alm. Softwaredokumentation, f; Fr. documentation de logiciel, f; İng. software documentation) blşm. Bir yazılımın geliştirme çevrimindeki aşamaların herhangi biri, kullanımı, bakımı ya da desteği ile ilgili bilgilerin ve açıklama deyimlerinin tümü.
Yorum ekle
yazılım bileşen modeli (müh.)
(Alm. SoftwarekomponentenModell, n; Fr. modèle de composant logiciel, m; İng. software component model) blşm. Bir ürün hattında üretilen ürünlerin tümü ya da çoğu için kullanılacak bileşenler ve bunların birbirleriyle etkileşimlerini belirleyen kurallar.
Yorum ekle
yazılım bombası (müh.)
(Alm. logische Bombe; Fr. bombe logicelle; İng. logic bomb) blşm. Belirli bir olayla, zamanla, tarihle ya da dışarıdan gönderilen bir iletiyle tetiklenen ve bilgisayar işletim sistemine, uygulamalara ve verilere zarar veren yazılım.
Yorum ekle
yazılım bütünlüğü (müh.)
(Alm. Programmfehlerfreiheit, f; Fr. intégrité du logiciel, f; İng. software integrity) blşm. Yazılımın doğru çalışması ve işlediği verilere ya da bulunduğu ortama tasarımında öngörülmemiş herhangi bir etki yapmaması özelliği.
Yorum ekle
yazılım çeşitlemesi (müh.)
(Alm. Softwarediversität, f; Fr. diversité de logiciel, f; İng. software diversity) blşm. Farklı ekiplerce, aynı işlevsel özelliğe sahip olup hata bulmayı kolaylaştırmak, güvenilirliği artırmak için paralel geliştirilen iki ya da daha fazla yazılım.
Yorum ekle

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
yazılım doğrulama (müh.)
(Alm. Software-Verifizierung, f; Fr. vérification de logiciel, f; İng. software verification) blşm. Bir yazılımın belirtilen tüm isterleri yerine getirdiğinin, fonksiyonel testler, modül testleri, program kod denetimi, program analizi gibi yöntemlerle sınanması.
Yorum ekle
yazılım dönüşümü (müh.)
(Alm. Software-Umstellung, f; Fr. conversion de logiciel, f; İng. software conversion) blşm. Bir yazılımın, baştan tasarımlanmamış olduğu başka bir makineye uyumlu kılınması için üzerinde yapılan değişiklik.
Yorum ekle
yazılım eklentisi (müh.)
(Alm. Plug-in, m; Erweiterungsmodul, n; Zusatzprogramm, n; Fr. module d'extension, f; greffon, m; module externe, m; plug-in, m; plugiciel, m; programme enfichable, m; İng. add-in; plug-in) blşm. Bir ana yazılıma ek işlevsellikler kazandıran, böylece yazılımı müşteriye uyarlama fırsatları veren yazılım parçaları; eşanlam: takma ek program.
Yorum ekle
yazılımevi (müh.)
(Alm. Softwarehaus, n; Fr. société de service et d'ingénierie de logiciel, f; İng. software house) blşm. Müşterilere yazılım desteği sağlayan şirket.
Yorum ekle
yazılım göçürme (müh.)
(Alm. Software-Migration, f; Fr. migration de logiciel, f; İng. software migration) blşm. Bir bilgisayar programının bir işletim ortamından genelde daha gelişmiş bir diğer ortama gerekli uyarlamalar yapıldıktan sonra yerleştirmesi.
Yorum ekle
yazılım güvenilirliği (müh.)
(Alm. Software-Zuverlässigkeit, f; Fr. fiabilité de logiciel, f; İng. software reliability) blşm. Yazılımın belirli bir ortamda, belirli bir süre içinde hatasız çalışma olasılığı.
Yorum ekle
yazılım güvenliği (müh.)
(Alm. Softwaresicherung, f; Fr. securité logicielle, f; İng. software security) blşm. Halihazırdaki ve gelecekteki olası güvenlik tehditlerine karşı yazılımın içinde barındırdığı ya da kontrol ettiği verilerin güvenliğini sağlaması özelliği.
Yorum ekle
yazılım hatası (müh.)
(Alm. Programmfehler, m; Software-Fehler, m; Fr. bogue de logiciel, m; İng. software bug; software error) blşm. Bir bilgisayar programının öngörüldüğü gibi çalışmasını engelleyen programlama ya da mantık hatası.
Yorum ekle
yazılım havuzu (müh.)
(Alm. Softwarerepositorium, n; Fr. gisement de logiciel, m; İng. software repository) blşm. Kurumsal çerçeve, işlevsel içerik ya da kullanım özelliği bakımından belli bir ortak yönü olan bilgisayar programlarının ve ilgili belgelerin saklandığı ve seçilenlerin alınıp kullanılabildiği dağarcık.
Yorum ekle
yazılımın bakımı (müh.)
(Alm. Softwarewartung, f; Fr. maintenance de logiciel, f; İng. software maintenance) blşm. Var olan bilgisayar programlarını tümüyle yeniden yazmadan yapılan değiştirme ve güncelleme işleri, hataların düzeltimi, performansı artırma, değişen isterlere ya da çevreye uyarlama.
Yorum ekle
yazılımın yeniden kullanımı (müh.)
(Alm. Software-Wiederverwendung, f; Wiederverwendung von Software, f; Fr. re-exploitation du logiciel, f; réutilisation du logiciel, f; réutilisation logicielle, f; İng. code reuse; software reuse) blşm. Hazırlanmış bir yazılım biriminin ya da yazılım geliştirme sürecinin herhangi bir ara çıktısının, ya hiç değiştirilmeden ya ister odaklı değişim yönetimi kapsamında ya da gelişigüzel biçimde isterlere göre düzenlenerek yeni bir ürün oluşturulmasında kullanımı.
Yorum ekle
yazılım isterleri (müh.)
(Alm. Softwareanforderungen, f; Fr. exigence logicielle; spécification du logiciel, f; İng. software requirements) blşm. Bir yazılımın yerine getirmesi gereken işlevler, başarım düzeyi, öznitelikler, tasarım kısıtları gibi özellikleri.

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
yazılım işgücü kestirimi (müh.)
(Alm. Aufwandsschätzung, f; Projektaufwandsschätzung, f; Fr. estimation d'effort, f; İng. effort estimation) blşm. Yazılım mühendisliğinde bir geliştirme projesinin tümü ya da herhangi bir aşaması için gerekecek işgücünün, geliştirilecek yazılımla ya da ara çıktılarla ilgili eldeki tüm bilgilerden yararlanılarak elden geldiğince hatasız biçimde öngörülmesine yönelik çalışma.
Yorum ekle
yazılım kitaplığı (müh.)
(Alm. Softwarebibliothek, f; Fr. bibliothèque de logiciel, f; İng. software library) blşm. Farklı bilgisayar programlarının, yazılım birimlerinin ya da bunlarla ilgili belgelerin saklandığı derlem.
Yorum ekle
yazılım kütüphanesi programı (müh.)
(Alm. Bibliothekunterprogramm, n; Fr. programme de bibliothèque logicielle, m; İng. library program; library routine) blşm. İşe yararlığı kanıtlanmış, sınanmış ve kullanışlı ve bir program dağarcığında tutulan program.
Yorum ekle
yazılımla erişim kontrolü (müh.)
(Alm. Software-Berechtigungskontrolle, f; Fr. mesure de sécurité logique, f; İng. logical access control) blşm. Bir bilgisayar sistemine erişimin fiziksel güvenlik önlemleri yerine, giriş parolası gibi yazılıma dayalı yöntemlerle yürütülmesi.
Yorum ekle
yazılımla iş kesme (müh.)
(Alm. Softwareunterbrechung, f; Fr. interruption logicielle; İng. software interrupt) blşm. 1. Bilgisayar işletim sistemine bir çağrı yapmak için yazılıma yerleştirilen özel komut, yazılım kesmesi. 2. Bir bilgisayar programı içinden bir işletim sistemi hizmetinin çağırılması.
Yorum ekle
yazılım metriği (müh.)
(Alm. Softwaremetrik, f; Fr. métrique de logiciel, f; İng. software metric) blşm. Bir yazılım ürünüyle ya da geliştirilme süreciyle ilgili somut, nesnel ve ölçülebilir özniteliklerden herhangi biri.
Yorum ekle
yazılım mimarisi (müh.)
(Alm. Softwarearchitektur, f; Fr. architecture logicielle; İng. software architecture) blşm. Yazılım sistemini oluşturan yazılım bileşenleri ve görünür dış özellikler ile bunlar arasındaki ilişkiler; yazılımın üst düzeyde yapılanması.
Yorum ekle
yazılım mühendisliği (müh.)
(Alm. Softwaretechnik, f; Fr. génie logiciel, f; İng. software engineering) blşm. Yazılım isterlerinin belirlenmesinde, tasarımında, gerçekleştirilmesinde, sınanmasında ve bakımında en yüksek etkinliği sağlamak üzere bilimsel ve teknolojik bilgi, yöntem ve deneyimlerin uygulandığı mühendislik disiplini.
Yorum ekle
yazılım mühendisliği ortamı (müh.)
(Alm. Softwaretechnik-Umgebung, f; Fr. outils de génie logiciel, pl; İng. software engineering environment) blşm. Yazılım mühendisliği sürecinin her aşamasına ilişkin, bilgisayarlar, derleyiciler, çeviriciler, işletim sistemleri, veritabanı yönetim sistemleri, benzeticiler, hata ayıklama programları, öykünücüler, modelleme, test, yapılandırma ve belgeleme araçları gibi yazılım, donanım ve bellenim birimlerinin oluşturduğu bütün.
Yor

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
yazılım nitelik güvencesi (müh.)
(Alm. Software-Qualitätssicherung, f; Fr. plan qualité logiciel, m; İng. software quality assurance) blşm. Yazılım ürününün tasarım, geliştirme ve test aşamalarında tüm süreçlerin ISO 9000 veya CMMI gibi standartlara uygun olarak denetlemesi ile nitelik güvencesi sağlama yöntemi.
Yorum ekle
yazılım paketi (müh.)
(Alm. Softwarepaket, n; Fr. logiciel groupé; progiciel, m; İng. application package; bundled software; package program; software package) blşm. 1. Belli bir konudaki bilgisayar programlarını, yardımcı programları, öğretici materyali ve el kitaplarını düzenli bir bütün biçiminde belgelenmiş olarak sunan yazılım ürünü; eşanlam: yazılım demeti. 2. Satın alınan büyük bir programın yanında gelen, onun işlevselliğini artıran daha küçük programlar ya da satın alınan bilgisayar donanımıyla beraber gelen programlar.
Yorum ekle
yazılım sınama (müh.)
(Alm. Softwareprüfung, f; Fr. mise à l’essai du logiciel, f; test du logiciel, m; İng. software testing) blşm. Bir yazılımın doğru çalıştığını, bütünlüğünü, güvenliğini, kullanılırlığını, güvenilirliğini, taşınırlığını, başka ürünlerle birlikte işlerliğini ve benzeri niteliklerini doğrulamak ve geçerlemek üzere, ilkin denemelik veriler (alfa test), sonra işletim ortamındaki gerçek veriler üzerinde (beta test) yapılan sınama.
Yorum ekle
yazılım sihirbazı (müh.)
(Alm. Assistent, m; Fr. assistant, m; gourou, m; İng. setup assistant; software wizard; wizard) blşm. Peş peşe gelen diyalog kutuları sayesinde bilgisayarda kullanıcıya zor bir görevin yerine getirilmesinde yardımcı olan yazılım; örneğin, bir yazı işleme programı içindeki mektup sihirbazı farklı tip yazışmaları meydana getirmekte yardımcı olur.
Yorum ekle
yazılım sistemi (müh.)
(Alm. Software-System, n; Fr. système logiciel, m; İng. software system) blşm. Bilgisayar donanımını, sistem yazılımını ve veri kaynaklarını, genellikle bir dil aracılığıyla, kullanıcının tanımladığı işlere göre kullanan ve istenen sonucu üreten yordamlarla programlardan oluşan sistem.
Yorum ekle
yazılım sorumlusu (müh.)
(Alm. Softwareentwickler, m; Fr. developer de logiciel, m; İng. software developer) blşm. Bir problemi bilişim tekniklerine dayanarak tanımlayan, çözüm yollarını öneren, çözüm algoritmasını tasarlayan, program kodunu yazan, programın hatalarının ayıklanıp sınanmasından ve hatta bakımından da sorumlu olabilen kişi ya da kuruluş.
Yorum ekle
yazılım süreç ölçeklenebilirliği (müh.)
(Alm. Skalierbarkeit des Software-Entwurfs Prozess, f; Fr. échelonnabilité du processus de développement des logiciels; İng. software process scalability) blşm. Bir yazılım ürün hattında uygulanan geliştirme ve uyarlama sürecinin, aynı ürün ailesinden az ya da çok sayıda benzer ürünün geliştirilmesinde ya da müşteri isterlerine uyarlanmasında kullanılabilme özelliği.

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
yazılım üretim çevrimi (müh.)
(Alm. Softwareentwicklungszyklus, m; Fr. cycle de production de logiciel, m; İng. software development cycle) blşm. Bir yazılımı üretmek için isterlerin belirlenmesi, tasarım, gerçekleştirme, sınama, kurulum ve son kontrol aşamalarının ya da bunların yinelemelerinin herhangi bir diziliminden oluşan süreç.
Yorum ekle
yazılım ürün ailesi (müh.)
(Alm. Software-Produktfamilie, m; Fr. famille de produits logiciels, f; İng. software product family) blşm. Bir yazılım ürün hattında alan varlıkları üzerinde tanımlanmış ister odaklı değişimlerin müşteri ya da pazar isterleri doğrultusunda gerçekleştirilmesiyle ortaya çıkartılabilecek ürünlerin oluşturduğu bütün.
Yorum ekle
yazılım ürün hattı (müh.)
(Alm. Software-Produktlinie, f; Fr. gamme de produits logiciel, f; İng. software product line) blşm. Yazılım mühendisliğinde belli bir pazara yönelik ortak öznitelikleri olan ürün ailelerinin, planlar, belgeler, isterler, tasarımlar, mimari özellikler, yazılmış programlar, yazılım birimleri ya da bileşenleri, çeşitli düzeylerdeki testler gibi tüm ortak varlıklardan yararlanılarak sistematik biçimde geliştirilmesini sağlayan altyapı ve örgütlenme biçimi.
Yorum ekle
yazılım ürünü (müh.)
(Alm. Softwareprodukt, n; Fr. produit logiciel, m; İng. software product) blşm. Bir kullanıcıya teslim edilmek üzere hazırlanan bilgisayar programları, yordamlar, belgeler ve veriler.
Yorum ekle
yazılım üstlenici (müh.)
(Alm. Software-Agent, m; Fr. agent logiciel; agent informatique, m; İng. softbot; software agent; systems agent) blşm. 1. Bilgisayar bilimlerinde, bir kullanıcı ya da bir başka program için aracılık ya da üstlenicilik yapan bir yazılımın modeli ya da soyutlaması. 2. Bir bilgisayar uygulama üzerinde çalışılırken, arka planda verileri hazırlama ve veri alışverişinde bulunma görevlerini yerine getiren bilgisayar programı; eşanlam: yazılım etmeni.
Yorum ekle
yazılım vandallığı (müh.)
(Alm. Softwarevandalismus, m; Fr. vandalisme par logiciel, m; İng. software vandalism) blşm. Zarar verme amacıyla yazılımın kurcalanması, değiştirilmesi, çalışmasının engellenmesi veya dosyalara, ağa veya yazılıma virüslü yazılımın eklenmesi ve kendi kendini çoğaltıp yayan programların sokulması.
Yorum ekle
yazılım yaşam çevrimi (müh.)
(Alm. Software-Lebenszyklus, m; Fr. cycle de vie du logiciel, m; İng. software life cycle) blşm. Bir yazılım ürününün isterlerinin belirlenmesinden başlayıp geliştirilmesi, sınanması, bakım ve sona erdirilmesi aşamalarını içeren çevrim.

yuksel dedi ki...

On İkinci Söz( 1 / 9)

Sayfa

/1041






On İkinci Söz

وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثِيرًا 1
Kur'ân-ı Hakîmin hikmet-i kudsiyesi ile felsefe hikmetinin icmâlen muvazenesi; hem hikmet-i Kur'âniyenin, insanın hayat-ı şahsiyesine ve hayat-ı içtimaiyesine verdiği ders-i terbiyenin gayet kısa bir fezlekesi; hem Kur'ân'ın sair kelimât-ı İlâhiyeye ve bütün kelâmlara cihet-i rüçhaniyetine bir işarettir. İşte bu Sözde Dört Esas vardır.

BİRİNCİ ESAS
Hikmet-i Kur'âniye ile hikmet-i fenniyenin farklarına şu gelecek hikâye-i temsiliye dürbünüyle bak.

Bir zaman hem dindar, hem gayet san'atkâr bir hâkim-i namdar istedi ki, Kur'ân-ı Hakîmi, maânîsindeki kudsiyetine ve kelimâtındaki i'câza şayeste bir yazı ile yazsın, o muciznümâ kamete harika bir libas giydirilsin. İşte o nakkaş zat, Kur'ân'ı pek acip bir tarzda yazdı. Bütün kıymettar cevherleri yazısında istimal etti. Hakaikının tenevvüüne işaret için, bazı mücessem hurufatını elmas ve zümrütle ve bir kısmını lü'lü' ve akikle ve bir taifesini pırlanta ve mercanla ve bir nev'ini altın ve gümüşle yazdı. Hem öyle bir tarzda süslendirip münakkaş



Dipnot-1
"Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir." Bakara Sûresi, 2:269.

Sayfa

/1041









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
acip: ilginç, hayret verici
akik: çoğunlukla kırmızı renkte olan bir süs taşı
cevher: kıymetli taş
cihet-i rüçhaniyet: üstünlük yönü, tercih sebebi
ders-i terbiye: terbiye dersi (bk. r-b-b)
fezleke: özet, netice
hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkim-i namdar: ün sahibi meşhur padişah, hâkim (bk. ḥ-k-m)
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayat-ı şahsiye: kişisel hayat (bk. ḥ-y-y)
hikâye-i temsiliye: analojik, kıyaslamaya dayanan benzetme şeklinde hikâye (bk. m-s̱-l)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i fenniye: fen ve felsefe ilmi (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i kudsiye: mukaddes, kusursuz ve eksiksiz hikmet (bk. ḥ-k-m; ḳ-d-s)
hikmet-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m)
hurufat: harfler
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
icmâlen: kısaca (bk. c-m-l)
istimal etmek: kullanmak
kamet: manevi biçim ve şekil; endam
kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m)
kelimât: kelimeler (bk. k-l-m)
kelimât-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’a ait kelimeler; vahiyle indirilen kitaplar (bk. k-l-m; e-l-h)
kıymettar: kıymetli, değerli
kudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık (bk. ḳ-d-s)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
libas: elbise
lü’lü’: inci
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
mu’ciznümâ: mu’cizeli (bk. a-c-z)
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
mücessem: cisimleşmiş, maddî
münakkaş etme: nakışlarla süsleme (bk. n-ḳ-ş)
nakkaş: nakışlayan, süsleme yapan sanatkâr (bk. n-ḳ-ş)
nev’: çeşit
sair: diğer
şayeste: layık, yaraşır
taife: topluluk, grup
tenevvü: çeşitlilik

yuksel dedi ki...

On İkinci Söz( 2 / 9) / Birinci Esas( 2 / 3)

Sayfa

/1041






etti ki, okumayı bilen ve bilmeyen herkes temâşâsından hayran olup istihsan ederdi. Bahusus ehl-i hakikatin nazarına, o surî güzellik, mânâsındaki gayet parlak güzelliğin ve gayet şirin tezyinatın işârâtı olduğundan, pek kıymettar bir antika olmuştur.

Sonra o hâkim, şu musannâ ve murassâ Kur'ân'ı, bir ecnebî feylesofa ve bir Müslüman âlime gösterdi. Hem tecrübe, hem mükâfat için emretti ki, "Herbiriniz, bunun hikmetine dair bir eser yazınız."

Evvelâ o feylesof, sonra o âlim, ona dair birer kitap telif ettiler. Fakat feylesofun kitabı, yalnız harflerin nakışlarından ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hâsiyetlerinden ve tarifatından bahseder, mânâsına hiç ilişmez. Çünkü o ecnebî adam, Arabî hattı okumayı hiç bilmez. Hattâ o müzeyyen Kur'ân'ı, bilmiyor ki bir kitaptır ve mânâyı ifade eden yazıdır. Belki ona münakkaş bir antika nazarıyla bakıyor. Lâkin, çendan Arabî bilmiyor, fakat çok iyi bir mühendistir, güzel bir tasvircidir, mahir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir. İşte o adam bu san'atlara göre eserini yazdı.

Amma Müslüman âlim ise, ona baktığı vakit anladı ki, o, Kitâb-ı Mübîndir, Kur'ân-ı Hakîmdir. İşte bu hakperest zat, ne tezyinat-ı zahirisine ehemmiyet verdi ve ne de hurufun nukuşuyla iştigal etti. Belki öyle birşeyle meşgul oldu ki, milyon mertebe öteki adamın iştigal ettiği meselelerinden daha âli, daha galî, daha lâtif, daha şerif, daha nâfi, daha cami'... Çünkü, nukuşun perdesi altında olan hakaik-ı kudsiyesinden ve envâr-ı esrarından bahsederek gayet güzel bir tefsir-i şerif yazdı.

Sonra, ikisi eserlerini götürüp o hâkim-i zîşâna takdim ettiler. O hâkim, evvelâ feylesofun eserini aldı. Baktı, gördü ki, o hodpesend ve tabiatperest adam, çok çalışmış, fakat hiç hakikî hikmetini yazmamış, hiçbir mânâsını anlamamış. Belki karıştırmış. Ona karşı hürmetsizlik, belki edepsizlik etmiş. Çünkü, o menba-ı hakaik


Sayfa

/1041









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
âli: yüksek, yüce
Arabî hat: Arapça yazı
bahusus: özellikle
cami’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cevher: kıymetli taş
çendan: gerçi
ecnebî: yabancı
edepsizlik: görgüsüzlük
ehl-i hakikat: gerçeği ve doğruyu bulan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
envâr-ı esrar: sırların nurları; bilinmeyen gizli şeylerin ışıkları (bk. n-v-r)
evvelâ: önce
feylesof: filozof, felsefeci
galî: pahalı, kıymetli
hakaik-ı kudsiye: mukaddes, yüce hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḳ-d-s)
hâkim: hükmeden, padişah (bk. ḥ-k-m)
hâkim-i zîşân: şan ve şeref sahibi idareci (bk. ḥ-k-m; ẕî)
hakperest: hakkı üstün tutan, hak taraftarı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâsiyet: özellik, hususiyet
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hodpesend: kendini beğenen
huruf: harfler
hürmetsizlik: saygısızlık (bk. ḥ-r-m)
istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)
işârât: işaretler
iştigal etme: meşgul olma, ilgilenme
kıymettar: kıymetli, değerli
kimyager: kimyacı
Kitâb-ı Mübîn: herşeyi açıkça beyan eden kitap, Kur’ân-ı Kerim (bk. k-t-b; b-y-n)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lâkin: ama, fakat
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mahir: maharetli, becerikli
mânâ: anlam (bk. a-n-y)
menba-ı hakaik: hakikatlerin kaynağı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
murassâ: kıymetli taşlarla süslenmiş
musannâ: sanatlı bir şekilde yapılan (bk. ṣ-n-a)
mükafat: ödül
münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş)
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)
müzeyyen: süslenmiş (bk. z-y-n)
nâfi: faydalı
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nazarıyla: gözüyle, bakışıyla
nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)
sarraf: anlayan, değerini bilen
surî: dış görünüşe ait
şerif: şerefli
tabiatperest: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden, tabiatçı (bk. ṭ-b-a)
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
tarifat: tarifler, anlatımlar (bk. a-r-f)
tasvirci: ressam
tefsir-i şerif: şerefli ve değerli tefsir (bk. f-s-r)
telif etmek: yazmak
temâşâ: seyir, hoşlanarak bakma
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)
tezyinat-ı zahiriye: görünüşteki süslemeler (bk. z-y-n; ẓ-h-r)

yuksel dedi ki...

On İkinci Söz( 3 / 9) / Birinci Esas( 3 / 3)

Sayfa

/1041






olan Kur'ân'ı, mânâsız nukuş zannederek mânâ cihetinde kıymetsizlikle tahkir etmiş olduğundan, o hâkim-i hakîm dahi onun eserini başına vurdu, huzurundan çıkardı.

Sonra öteki hakperest, müdakkik âlimin eserine baktı. Gördü ki, gayet güzel ve nâfi bir tefsir ve gayet hakîmâne, mürşidâne bir teliftir. "Aferin, bârekâllah," dedi. "İşte hikmet budur ve âlim ve hakîm, bunun sahibine derler. Öteki adam ise haddinden tecavüz etmiş bir san'atkârdır." Sonra, onun eserine bir mükâfat olarak, herbir harfine mukabil, tükenmez hazinesinden on altın verilsin irade etti.

Eğer temsili fehmettinse, bak, hakikatin yüzünü de gör:

Amma o müzeyyen Kur'ân ise, şu musannâ kâinattır. O hâkim ise, Hakîm-i Ezelîdir. Ve o iki adam ise, birisi, yani ecnebîsi, ilm-i felsefe ve hükemâsıdır. Diğeri Kur'ân ve şakirtleridir.

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, şu Kur'ân-ı Azîm-i Kâinatın en âli bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekvîniyeyi cin ve inse ders verir. Hem herbiri birer harf-i mânidar olan mevcudata "mânâ-yı harfî" nazarıyla, yani onlara Sâni hesabına bakar. "Ne kadar güzel yapılmış; ne kadar güzel bir surette Sâniinin cemâline delâlet ediyor" der. Ve bununla kâinatın hakikî güzelliğini gösteriyor.

Amma, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, huruf-u mevcudatın tezyinatında ve münasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitab-ı kebirin hurufatına "mânâ-yı harfî" ile, yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip "mânâ-yı ismî" ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar,


Sayfa

/1041









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
âli: yüksek, yüce
âyât-ı tekvîniye: kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar (bk. k-v-n)
bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k)
beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cihet: yön
cin ve ins: cinler ve insanlar
delâlet: işaret etme, delil olma
ecnebî: yabancı
fehmetmek: anlamak
Furkan: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur’ân (bk. f-r-ḳ)
haddi tecavüz: sınırı aşma, ileri gitme
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkim: hükümdar, hükmedici (bk. ḥ-k-m)
Hakîm-i Ezelî: her işini hikmetle yapan ve varlığının başlangıcı olmayıp zamanla kayıtlı olmayan Allah (bk. ḥ-k-m; e-z-l)
hâkim-i hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve herşeye hükmeden (bk. ḥ-k-m)
hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)
hakperest: doğruluktan ayrılmayan, hakkı tutan (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harf-i mânidar: mânâlı harf (bk. a-n-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
huruf-u mevcudat: büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar (bk. v-c-d)
hükemâ: filozof, felsefeci (bk. ḥ-k-m)
ilm-i felsefe: felsefe ilmi (bk. a-l-m)
ilm-i hikmet: hikmet ilmi (bk. ḥ-k-m)
irade etmek: dilemek, istemek (bk. r-v-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)
kitab-ı kebirin hurufatı: büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar (bk. k-t-b; k-b-r)
Kur’ân-ı Azîm-i Kâinat: büyük bir Kur’ân gibi derin mânâlar ifade eden kâinat (bk. a-ẓ-m; k-v-n)
Kur’ân-ı Hakîm: hikmetli Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de sanatkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna (bk. a-n-y)
mânâ-yı ismî: bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (bk. a-n-y; s-m-v)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mukabil: karşılık
musannâ: sanatlı bir şekilde yapılmış (bk. ṣ-n-a)
müdakkik: inceden inceye araştıran
müfessir: yorumlayıcı (bk. f-s-r)
mükafat: ödül
münasebat: ilişkiler, bağlantılar (bk. n-s-b)
mürşidâne: hak ve doğru yolu göstererek, irşad edici (bk. r-ş-d)

yuksel dedi ki...

On İkinci Söz( 4 / 9) / İkinci Esas( 1 / 1)

Sayfa

/1041






öyle bahseder. "Ne güzel yapılmış"a bedel "Ne güzeldir" der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir.

İKİNCİ ESAS
Kur'ân-ı Hakîmin hikmeti, hayat-ı şahsiyeye verdiği terbiye-i ahlâkiye ve hikmet-i felsefenin verdiği dersin muvazenesi:

Felsefenin halis bir tilmizi, bir firavundur. Fakat menfaati için en hasis şeye ibadet eden bir firavun-u zelildir. Her menfaatli şeyi kendine rab tanır. Hem o dinsiz şâkirt, mütemerrid ve muanniddir. Fakat bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Şeytan gibi şahısların, bir menfaat-i hasise için ayağını öpmekle zillet gösterir denî bir muanniddir. Hem o dinsiz şakirt, cebbar bir mağrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinat bulmadığı için, zatında gayet acz ile âciz bir cebbâr-ı hodfuruştur. Hem o şakirt, menfaatperest hod-endiştir ki, gaye-i himmeti, nefis ve batnın ve fercin hevesatını tatmin ve menfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessas bir hodgâmdır.

Amma hikmet-i Kur'ân'ın halis tilmizi ise, bir abddir. Fakat âzam-ı mahlûkata da ibadete tenezzül etmez. Hem Cennet gibi âzam-ı menfaat olan bir şeyi gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir. Hem hakiki tilmizi mütevazidir, selim, halimdir. Fakat Fâtırının gayrına, daire-i izni haricinde ihtiyarıyla tezellüle tenezzül etmez. Hem fakir ve zayıftır, fakr ve zaafını bilir. Fakat onun Mâlik-i Kerîmi ona iddihar ettiği uhrevî servetle müstağnîdir ve Seyyidinin nihayetsiz


Sayfa

/1041









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
abd: kul (bk. a-b-d)
abd-i aziz: izzetli kul, Allah’tan başkasına müracaat etmeyen ve minnet duymayan kul (bk. a-b-d; a-z-z)
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
âzam-ı mahlûkat: yaratılmışların en büyüğü (bk. a-ẓ-m; ḫ-l-ḳ)
âzam-ı menfaat: menfaatin en büyüğü (bk. a-ẓ-m)
batn: mide, karın
cebbar: zorba, zalim (bk. c-b-r)
cebbâr-ı hodfuruş: kendini beğenen zorba
daire-i izni haricinde: izin verdiği daire dışında
denî: alçak
dessas: hilekâr, aldatıcı
fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r)
Fâtır: benzeri bulunmayan şeyi harika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r)
ferc: üreme organı, avret
firavun-u zelil: alçak bir firavun
gaye-i himmet: gayret ve çabanın gayesi
gaye-i ibadet: ibadetin gayesi (bk. a-b-d)
gayr: başkası
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halim: yumuşak huylu, uysal
halis: samimi, temiz, saf (bk. ḫ-l-ṣ)
hasis: âdi, değersiz
hayat-ı şahsiye: kişisel hayat (bk. ḥ-y-y)
hevesat: hevesler, arzu ve istekler
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i felsefe: felsefe ilmi (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i Kur’ân: Kur’ân’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m)
hod-endiş: kendini düşünen
hodgâm: kendi keyfini düşünen, bencil
iddihar: biriktirmek, saklamak
ihtiyar: irade, tercih gücü, istek (bk. ḫ-y-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mağrur: gururlu, kendini beğenmiş
Mâlik-i Kerîm: bol ihsan ve ikram sahibi olan, herşeyin sahibi olan Allah (bk. m-l-k; k-r-m)
menfaat-i hasise: âdi, değersiz çıkar
menfaat-i kavmiye: milletin çıkarı
menfaat-i şahsiye: kişisel çıkar
menfaatperest: çıkarına tapan
miskin: uyuşuk, tembel
muannid: inatçı, direnen
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
müstağnî: zengin, minnetsiz, tok gönüllü (bk. ğ-n-y)
müştekî: şikayetçi
mütemerrid: inatçı, dikkafalı
mütevazi: alçakgönüllü
nefis: kişinin kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
nokta-i istinat: dayanak noktası (bk. s-n-d)
safsata: yalan, uydurma
selim: sağlam, doğru (bk. s-l-m)
Seyyid: efendi, sahip
şâkirt: talebe, öğrenci
tahkir: hakaret etme, küçümseme
tenezzül etmek: inmek, alçalmak (bk. n-z-l)
terbiye-i ahlâkiye: ahlâk terbiyesi (bk. r-b-b; ḫ-l-ḳ)
tezellül: aşağılanma
tilmiz: talebe, öğrenci
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)
zaaf: zayıflık
zillet: alçaklık, aşağılık

yuksel dedi ki...

On İkinci Söz( 5 / 9) / Üçüncü Esas( 1 / 1)

Sayfa

/1041






kudretine istinad ettiği için kavîdir. Hem yalnız livechillâh, rıza-i İlâhî için, fazilet için amel eder, çalışır.

İşte, iki hikmetin verdiği terbiye, iki tilmizin muvazenesiyle anlaşılır.

ÜÇÜNCÜ ESAS
Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur'âniyenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye verdiği terbiyeler:

Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı "kuvvet" kabul eder. Hedefi "menfaat" bilir. Düstur-u hayatı "cidal" tanır. Cemaatlerin rabıtasını "unsuriyet, menfi milliyeti" tutar. Semerâtı ise, "hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyiddir."

Halbuki, kuvvetin şe'ni tecavüzdür. Menfaatin şe'ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe'ni çarpışmaktır. Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur.

Amma hikmet-i Kur'âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvete bedel "hakkı" kabul eder. Gayede menfaate bedel "fazilet ve rıza-i İlâhîyi" kabul eder. Hayatta düstur-u cidal yerine "düstur-u teâvünü" esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında unsuriyet, milliyet yerine "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayâtı, hevesat-ı nefsâniyenin tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan eder.

Hakkın şe'ni ittifaktır. Faziletin şe'ni tesanüddür. Düstur-u teâvünün şe'ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe'ni uhuvvettir, incizaptır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni, saadet-i dâreyndir.

DÖRDÜNCÜ ESAS
Kur'ân'ın bütün kelimât-ı İlâhiye içinde cihet-i ulviyetini ve bütün kelâmlar üstünde cihet-i tefevvukunu anlamak istersen, şu iki temsîle bak.


Sayfa

/1041









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
beşer: insan
cemaat: topluluk, grup (bk. c-m-a)
cidal: mücadele, kavga
cihet-i tefevvuk: üstünlük yönü
cihet-i ulviyet: yücelik yönü
düstur-u cidâl: mücadele ve kavga prensibi
düstur-u hayat: hayat prensibi (bk. ḥ-y-y)
düstur-u teavün: yardımlaşma prensibi
fazilet: manevi değer ve üstünlük (bk. f-ḍ-l)
gayât: gayeler, amaçlar
hâcât-ı beşeriye: insanî ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların sosyal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hevesât-ı nefsâniye: nefsin gelip geçici olan arzu ve istekleri (bk. n-f-s)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i felsefe: felsefenin hikmeti (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i Kur’ân: Kur’ân’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m)
hissiyat-ı ulviye: yüksek hisler, yüce duygular
incizap: kendine çekme
istinad: dayanma (bk. s-n-d)
ittifak: birlik, birleşme
kâfi: yeterli
kavî: kuvvetli, güçlü
kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m)
kelimât-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’a ait kelimeler; vahiyle indirilen kitaplar (bk. k-l-m; e-l-h)
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar, üstünlükler (bk. k-m-l)
kemâlât-ı insaniye: insana ait mükemmellikler (bk. k-m-l)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
livechillâh: Allah için
maâliyât: yüksek ve yüce fikirler
menfî milliyet: zararlı bir hale gelen milliyetçilik, ırkçılık
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
rabıta: bağ
rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî: din, sınıf ve vatan bağı
rıza-i İlâhî: Allah rızası (bk. e-l-h)
saadet: mutluluk
saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu
sed çekmek: engel olmak
selb olmak: ortadan kalkmak
semerât: meyveler, neticeler
şe’n: özellik, belirleyici nitelik (bk. ş-e-n)
tecavüz: saldırma, sataşma
temsîl: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tesanüd: dayanışma (bk. s-n-d)
tezyid: arttırma
tilmiz: talebe, öğrenci
uhuvvet: kardeşlik
unsuriyet: ırkçılık

yuksel dedi ki...

On İkinci Söz( 6 / 9) / Dördüncü Esas( 2 / 1)

Sayfa

/1041






Birincisi: Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, iki tarzda hitabı vardır. Birisi, âdi bir raiyet ile cüz'î bir iş için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla konuşmaktır. Diğeri, saltanat-ı uzmâ ünvanıyla ve hilâfet-i kübrâ namıyla ve hâkimiyet-i amme haysiyetiyle evâmirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla, bir elçisiyle veya büyük bir memuruyla konuşmaktır ve haşmetini izhar eden ulvî bir fermanla mükâlemedir.

İkinci temsil: Bir adam, elinde bir âyineyi güneşe karşı tutar, o âyine miktarınca bir ışık ve yedi rengi câmi' bir ziya alır. O nisbetle güneşle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ışıklı âyineyi karanlıklı hanesine veya dam altındaki bağına tevcih etse, güneşin kıymeti nisbetinde değil, belki o âyinenin kabiliyeti miktarınca istifade edebilir. Diğeri ise, hanesinden veya bağının damından geniş pencereler açar, gökteki güneşe karşı yollar yapar. Hakikî güneşin daimî ziyasıyla sohbet eder, konuşur ve lisan-ı hâl ile böyle minnettârâne bir sohbet eder, der: "Ey yeryüzünü ışığıyla yaldızlayan ve bütün çiçeklerin yüzünü güldüren dünya güzeli ve gök nazdârı olan nazenin güneş! Onlar gibi benim haneciğimi ve bahçeciğimi ısındırdın, ışıklandırdın." Halbuki âyine sahibi böyle diyemez. O kayıt altındaki güneşin aksi ise, âsârı mahduttur, o kayda göredir.

İşte, bu iki temsîlin dürbünüyle Kur'ân'a bak, ta ki i'câzını göresin ve kudsiyetini anlayasın.

Evet, Kur'ân der ki: "Eğer yerdeki ağaçlar kalem olup denizler mürekkep olsa, Cenâb-ı Hakkın kelimâtını yazsalar, bitiremezler."1 Şimdi, şu nihayetsiz kelimat içinde en büyük makam Kur'ân'a verilmesinin sebebi şudur ki:

Kur'ân, İsm-i Âzamdan ve her ismin âzamlık mertebesinden gelmiş. Hem bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır. Hem bütün mevcudatın ilâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır. Hem semâvât ve arzın Hâlıkı haysiyetiyle bir hitaptır. Hem Rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir. Hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye



Dipnot-1
bk. Lokman Sûresi, 31:27.

Sayfa

/1041









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
âdi: normal, sıradan
arz: yer
âsâr: eserler
âyine: ayna
cami’: kapsayan (bk. c-m-a)
cüz’î: küçük (bk. c-z-e)
evâmir: emirler
ferman: buyruk
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkimiyet-i amme: genel hâkimiyet, egemenlik (bk. ḥ-k-m)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hane: ev
has: özel
haşmet: heybet, görkem
haysiyet: itibar, özellik
hilâfet-i kübrâ: insanın yeryüzünde temsil ettiği mânevî görev (bk. ḫ-l-f; k-b-r)
hitap: konuşma (bk. ḫ-ṭ-b)
hususî: özel
i’câz: mu’cizelik özelliği (bk. a-c-z)
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
izhar: açığa çıkarma, gösterme (bk. ẓ-h-r)
kayıt: sınır
kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m)
kelimât: kelimeler (bk. k-l-m)
kudsiyet: kusur ve noksandan yücelik, kutsallık (bk. ḳ-d-s)
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
mahdut: sınırlanmış
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
minnettârâne: minnetli bir şekilde
mükâleme: konuşma (bk. k-l-m)
münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)
nam: ad, ünvan
nazdâr: nazlı
nazenin: ince, nazik
neşir: yayma
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: oran (bk. n-s-b)
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
raiyet: halk, vatandaş
Rububiyet-i mutlaka: Rablık, Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; ṭ-l-ḳ)
saltanat-ı âmme-i Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Allah’ın herşeye hükmeden, herşeyi kuşatan saltanatı, egemenliği (bk. s-l-ṭ; s-b-ḥ)
saltanat-ı uzmâ: çok büyük saltanat (bk. s-l-ṭ; a-ẓ-m)
semavat: gökler (bk. s-m-v)
tarz: şekil
temsil: örnek, benzetme (bk. m-s̱-l)
teşhir: ilan etme, duyurma
tevcih etme: yöneltme
ulvî: yüce, yüksek
ziya: ışık

yuksel dedi ki...

On İkinci Söz( 7 / 9) / Dördüncü Esas( 3 / 1)

Sayfa

/1041






hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. Hem rahmet-i vâsia-i muhîta noktasında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir. Hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır. Hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan, teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. İşte bu sırdandır ki, "Kelâmullah" ünvanı kemâl-i liyakatle Kur'ân'a verilmiş.

Amma sair kelimât-ı İlâhiye ise, bir kısmı has bir itibar ile ve cüz'î bir ünvan ve hususî bir ismin cüz'î tecellîsiyle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan kelâmdır. Hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri muhteliftir.1 Ekser ilhamat bu kısımdandır. Fakat derecatı çok mütefavittir. Meselâ, en cüz'îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır. Sonra avâm-ı nâsın ilhamatıdır.2 Sonra avâm-ı melâikenin ilhamatıdır. Sonra evliya ilhamatıdır. Sonra melâike-i izam ilhamatıdır. İşte, şu sırdandır ki, kalbin telefonuyla vasıtasız münacat eden bir veli der: حَدَّثَنِى قَلْبِى عَنْ رَبِّى 3 Yani, "Kalbim benim Rabbimden haber veriyor." Demiyor, "Rabbü'l-Âlemînden haber veriyor." Hem der: "Kalbim Rabbimin âyinesidir, arşıdır." Demiyor, "Rabbü'l-Âlemînin arşıdır." Çünkü, kabiliyeti miktarınca ve yetmiş bine yakın hicapların4 nisbet-i ref'i derecesinde mazhar-ı hitap olabilir.



Dipnot-1
bk. Tâhâ Sûresi, 20:38-39.
Dipnot-2
bk. Nahl Sûresi, 16:68.
Dipnot-3
bk. İbnü'l-Cevzî, Telbîsü İblîs s.217, 390, 450, 451; İbni Kayyım, İğasetü'l-Lehefân 1:123; İbni Kayyım, Medâricü's-Sâlikîn 1:40, 3:412; İbni Hacer, Fethu'l-Bârî 11:345; İbni Hacer, el-İsâbe, 2:528.
Dipnot-4
bk. Ebû Ya'lâ, el-Müsned 13:520; et-Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat 6:278, 8:382; er-Rûyânî, el-Müsned 2:212; İbni Ebî Âsım, es-Sünne 2:367; et-Taberî, Câmi'u'l-Beyân 16:95.

Sayfa

/1041









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
arş: taht (bk. a-r-ş)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-ẓ-m)
avâm-ı melâike: meleklerden dereceleri düşük olanlar (bk. m-l-k)
avâm-ı nas: sıradan halk tabakası
âyine: ayna
azamet-i haşmet: haşmetin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m)
cihet: yön
cüz’î: küçük (bk. c-z-e)
defter-i iltifâtât-ı Rahmâniye: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah’ın iltifatlarını içeren defter (bk. r-ḥ-m)
derecat: dereceler
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
has: özel
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hicap: perde, örtü
hikmetfeşan: hikmet yayan (bk. ḥ-k-m)
hususiyet: özel olma, hususîlik
hutbe-i ezeliye: varlığının başlangıcı olmayan Allah’ın konuşması (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l)
ilhamat: ilhamlar, Allah tarafından kalbe gelen mânâlar
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m)
Kelâmullah: Allah’ın kelamı (bk. k-l-m)
kelimât-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’a ait kelimeler; vahiyle indirilen kitaplar (bk. k-l-m; e-l-h)
kemâl-i liyakat: tam layık oluş (bk. k-m-l)
kitab-ı mukaddes: kutsal kitap (bk. k-t-b; ḳ-d-s)
külliyet: genellik, umumilik (bk. k-l-l)
mahsus: özel
mazhar-ı hitap: muhatap alınma, muhatap kabul edilme (bk. ẓ-h-r; ḫ-ṭ-b)
mecmua: kitap (bk. c-m-a)
melâike-i izam: büyük melekler (bk. m-l-k; a-ẓ-m)
muhabere: haberleşme
muhât: kapsama alanı
muhit: çevre, taraf
muhtelif: çeşitli
münacat: dua, yakarış (bk. n-c-v)
mütefavit: farklı farklı, çeşitli
nisbet-i ref’: ortadan kalkma oranı (bk. n-s-b)
nüzul: inme (bk. n-z-l)
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
Rabbü’l-Âlemin: âlemlerin Rabbi Allah (bk. r-b-b; a-l-m)
rahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-

yuksel dedi ki...

On İkinci Söz( 8 / 9) / Dördüncü Esas( 4 / 1)

Sayfa

/1041






İşte, bir padişahın saltanat-ı uzmâsı haysiyetiyle çıkan fermanı, âdi bir adamla cüz'î bir mükâlemesinden ne kadar yüksek ve âli ise; ve gökteki güneşin feyzinden istifade, âyinedeki aksinin cilvesinden istifadeden ne derece çok ve fâik ise; Kur'ân-ı Azîmüşşan dahi, o nisbette bütün kelâmların ve hep kitapların fevkindedir.

Kur'ân'dan sonra, ikinci derecede kütüb-ü mukaddese ve suhuf-u semâviyenin, dereceleri nisbetinde tefevvukları vardır; o sırr-ı tefevvuktan hissedardırlar. Eğer bütün cin ve insanın Kur'ân'dan tereşşuh etmeyen bütün güzel sözleri toplansa, yine Kur'ân'ın mertebe-i kudsiyesine yetişip tanzir edemez. Eğer Kur'ân'ın İsm-i Âzamdan ve her ismin âzamlık mertebesinden geldiğini bir parça fehmetmek istersen, Âyetü'l-Kürsî ve âyet-i وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ 1

ve âyet-i قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ 2

ve âyet-i يُغْشِى الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِهِ 3

ve âyet-i يَۤا اَرْضُ ابْلَعِى مَۤاءَكِ وَيَا سَمَۤاءُ اَقْلِعِى 4

ve âyet-i تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ 5

ve âyet-i مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ 6

ve âyet-i اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ 7

ve âyet-i 8 يَوْمَ نَطْوِى السَّمَۤاءَ كَطَىِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ



Dipnot-1
"Gaybın anahtarları Allah katındadır." En'âm Sûresi, 6:59.
Dipnot-2
"De ki: Ey mülkün hakikî sahibi olan Allahım!" Âl-i İmran Sûresi, 3:26.
Dipnot-3
"O, gündüzü, peşi sıra kovalayan gece ile örter. O, güneşi, ayı ve yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak yarattı." A'râf Sûresi, 7:54.
Dipnot-4
"Ey yer, vazifen bitti suyunu yut. Ey gök, hacet kalmadı, yağmuru kes." Hûd Sûresi, 11:44.
Dipnot-5
"Yedi gök ve yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder." İsrâ Sûresi, 17:44.
Dipnot-6
"Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir." Lokman Sûresi, 31:28.
Dipnot-7
"Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik." Ahzâb Sûresi, 33:72.
Dipnot-8
"O gün semâyı, kitap sahifelerini dürer gibi düreriz." Enbiyâ Sûresi, 21:104.

Sayfa

/1041









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
âdi: normal, basit, sıradan
akis: yansıma
âli: yüce, yüksek
Âyetü’l-Kürsî: Allah’ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Sûresinin 255. âyeti
âyine: ayna
cilve: görünme (bk. c-l-y)
cüz’î: küçük (bk. c-z-e)
fâik: üstün
fehmetmek: anlamak
ferman: buyruk
fevkinde: üstünde
feyz: bolluk, bereket (bk. f-y-ḍ)
haysiyet: itibar, özellik
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
istifade: faydalanma, yararlanma
kelâm: söz, konuşma (bk. k-l-m)
Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân (bk. a-ẓ-m)
kütüb-ü mukaddese: mukaddes kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerim (bk. k-t-b; ḳ-d-s)
mertebe-i kudsiye: mukaddes mertebe, yüce derece (bk. ḳ-d-s)
mükâleme: konuşma (bk. k-l-m)
nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
saltanat-ı uzmâ: çok büyük saltanat (bk. s-l-ṭ; a-ẓ-m)
sırr-ı tefevvuk: üstünlük sırrı
suhuf-u semâviye: bazı peygamberlere gelen sahifeler halindeki küçük kitaplar (bk. s-m-v)
tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r)
tefevvuk: üstünlük
tereşşuh etmek: sızmak

yuksel dedi ki...

On İkinci Söz( 9 / 9) / Dördüncü Esas( 5 / 1)

Sayfa

/1041






ve âyet-i وَمَا قَدَرُوا اللهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَاْلاَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ 1 ve âyet-i لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ 2 gibi âyetlerin küllî, umumî, ulvî ifadelerine bak. Hem başlarında اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ 3 veyahut سَبَّحَ 4 ve يُسَبِّحُ 5 bulunan sûrelerin başlarına dikkat et. Ta bu sırr-ı azîmin şuâını göresin. Hem الۤمۤ 6 lerin ve الۤرٰ 7 ların ve حٰمۤ 8 lerin fâtihalarına bak, Kur'ân'ın, Cenâb-ı Hakkın yanında ehemmiyetini bilesin.

Eğer şu Dördüncü Esasın kıymettar sırrını fehmettinse, enbiyaya gelen vahyin ekseri melek vasıtasıyla olduğunu ve ilhamın ekseri vasıtasız olduğunu anlarsın. Hem en büyük bir velî, hiçbir nebînin derecesine yetişmediğinin sırrını anlarsın. Hem Kur'ân'ın azametini ve izzet-i kudsiyetini ve ulviyet-i i'câzının sırrını anlarsın. Hem Miracın sırr-ı lüzumunu, yani ta semâvâta, ta Sidretü'l-Müntehâya, ta Kab-ı Kavseyne gidip, اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ 9 olan Zât-ı Zülcelâl ile münacat edip, tarfetü'l-aynda yerine gelmek sırrını anlarsın. Evet, şakk-ı kamer nasıl ki bir mucize-i risaletidir; nübüvvetini cin ve inse gösterdi. Öyle de, Mirac dahi bir mucize-i ubûdiyetidir; habibiyetini ervah ve melâikeye gösterdi.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ اٰمِينَ 10


Dipnot-1
"Onlar Allah'ın kudret ve azametini hakkıyla bilemediler. Halbuki kıyamet gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufundadır." Zümer Sûresi, 39:67.
Dipnot-2
"Eğer biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, elbette görürdün ki..." Haşir Sûresi, 59:21.
Dipnot-3
Fâtiha Sûresi, 1:2; Enâm Sûresi, 6:1; Kehf Sûresi, 18:1; Sebe Sûresi, 34:1; Fâtır Sûresi, 35:1.
Dipnot-4
Hadîd, Sûresi, 57:1, Haşir Sûresi, 59:1; Saf Sûresi, 61:1; A'lâ Sûresi, 87:1.
Dipnot-5
Cum'a Sûresi, 62:1; Teğâbün Sûresi, 64:1.
Dipnot-6
Bakara Sûresi, 2:1; Âl-i İmran Sûresi, 3:1; Ankebût Sûresi, 29:1; Rûm Sûresi, 30:1; Lokman Sûresi, 31:1; Secde Sûresi, 32:1.
Dipnot-7
Yunus Sûresi, 10:1; Hûd Sûresi, 11:1; Yusuf Sûresi, 12:1; İbrahim Sûresi, 14:1; Hicr Sûresi, 15:1.
Dipnot-8
Mü'min Sûresi, 40:1; Fussilet Sûresi, 41:1; Şûrâ Sûresi, 42:1; Zuhruf Sûresi, 43:1; Duhân Sûresi, 44:1; Câsiye Sûresi; 45:1; Ahkaf Sûresi, 46:1.
Dipnot-9
"(Allah) ona şahdamarından daha yakın." Kaf Sûresi, 50:16.
Dipnot-10
Allah'ım! Senin rahmetine ve onun hürmetine nasıl yaraşırsa, ona ve âline öylece salât ve selâm olsun. Âmin.

Sayfa

/1041









Bu Sayfaya Yeni Notunuz















Kaydet
azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)
cin ve ins: cinler ve insanlar
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)
fâtiha: başlangıç
fehmetmek: anlamak
habibiyet: sevgililik (bk. ḥ-b-b)
ilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
izzet-i kudsiyet: mukaddesliğinin izzeti, yüceliği (bk. a-z-z; ḳ-d-s)
Kab-ı Kavseyn: Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda bu makamda bizzat Allah’la görüşmüştür (bk. ḳ-v-b)
küllî: kapsamlı (bk. k-l-l)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
mu’cize-i risalet: peygamberlik mu’cizesi (bk. a-c-z; r-s-l)
mu’cize-i ubûdiyet: kulluk mu’cizesi (bk. a-c-z; a-b-d)
münacat: dua, yakarış (bk. n-c-v)
nebî: peygamber (bk. n-b-e)
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)
semavat: gökler (bk. s-m-v)
sırr-ı âzim: büyük sır (bk. a-ẓ-m)
sırr-ı lüzum: gerekliliğin sırrı
Sidretü’l-Müntehâ: yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Cebrail’in (a.s.) çıkabildiği en son makam
şakk-ı kamer: Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi
şuâ: ışın, güçlü ışık hüzmesi
tarfetü’l-ayn: bir göz açıp kapayıncaya kadar olan an
ulvî: yüce, yüksek
ulviyet-i i’câz: mu’cizeliğin yüceliği (bk. a-c-z)
vahy: Allah tarafından gelen emir ve yasaklar (bk. v-ḥ-y)
velî: Allah dostu (bk. v-l-y)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)

yuksel dedi ki...



gender
General Linguistics | Tr. Genel Dil Bilimi
General Semantics | Tr. Genel Anlam Bilimi
generalization | Tr. genelleştirme
generalized phrase structure grammar
Generative Grammar | Tr. Üretici Dil Bilgisi
Generative Linguistics | Tr. Üretici Dil Bilimi
generic antecendents
genetic algorithm | Tr. genetik algoritma
genetive case | Tr. ilgi durumu, tamlayan durumu
gesture | Fr. gestuelle des doigts et des mains | Gr. Geste
gerund
gerundive | Fr. gérondif | Gr. gerundivum | Tr. zarf fiil, ulaç
glossary
glottis
glottochronology
glottogony [origin of language] | Tr. dilin kökeni
Government and Binding Theory | Yönetim ve Bağlama Kuramı
governor | Tr. yönetici
governee | yönetilen
grammar | Tr. dil bilgisi
grammatical gender
grammatical mood | Fr. grammaire mode | Gr. grammatik modus
grammatical person
grammatical polarity
grammatical tense
grammatical word [function word] | Tr. dilbilgisel sözcük [işlevsel sözcük]
grammaticality
grapheme | Tr. yazıbirim
grave accent
great ape language | Tr. büyük maymun dili
guessing meaning | Tr. anlamı kestirme

yuksel dedi ki...



EAP
early immersion
ear-training
ease of processing
echo question
echo word
echoic word
eclectic
eclectic method
eclecticism
eclipsis
ecolect
Ecolinguisitcs
ecology of language
economy princple
ECPE
ecphoneme
editing
Educational Linguistics
educational testing service
effectiveness
effector
efficiency
efficient
EFL
eggcorn
egocentric
egocentric speech
EGP
egressive
egressive air stream mechanism
ejective
elaboration
elaboration relation
elastic activity | Tr. uyarlanabilir etkinlik
elative
elative case
ELBA
elementary illocutionary act
elementary sentence
elevation
elicitation
elicitation frame
elicitation procedure
elicited imitation
elision
elite bilingualism
ellipsis | Tr. eksilti
ellipsis of arguments and frams
ellipted
elliptic | Tr. eksiltili
elliptical
elliptical construction
elocution
ELTS
embed
embed sentences
embedded clause
embedded construction
embedded repair
embedding
embodied cognition
Emergentism
emic / etic
emotional competence
emotive
emotive meaning
empathetic deixis
Empiricism
Empiricist Linguistics
endangered language
endophora
eng
English pronunciation
entailment
epistemology | Tr. bilgi felsefesi
equative case
ergative case
ergative verb
ergative absolute language
ergativity
error
essive case
essive-formal case
essive-modal case
ethnolect
ethnologue
Etymology | A. ilmü'l-ma'ânîü'l-elfâz
Etymologist
euphemism | Tr. örtmece
Eurolinguistics
evaluative meaning | Tr. değerlendirici anlam
eviative case
evidentiality
Evolutionary Linguistics
example-based machine translation
exessive case
exophora
expert system | Tr. uzman sistemler
expletive
explanatory adequacy
Explanatory Grammar
exploitation | Tr. işletim
expressive aphasia
expressive disorder
extended text | Tr. genişletilmiş metin
extension
extensive reading | Tr. ders dışı okuma
Externalism
extinct language | Tr. ölü dil


yuksel dedi ki...



facial expression
false cognate
false dilemma
false friend
feature structure
fiction | Tr. kurmaca
final case
first language
flap consonant
focus
folk etymology
Forensic Linguistics | Tr. Adli Dil Bilimi
form | Tr. biçim
formal case
formal fallacy
Formal Grammar
Formal Semantics
Formalist
formal language
FOXP2 [forkhead box P2] | Tr. dil becerisini geliştiren gen
free form | Tr. bağımsız biçim
free-form language
free morpheme | bağımsız biçim birimi
fricative consonant
function word | Tr. işlevli sözcük
Functional Grammar | Tr. İşlevsel Dil Bilgisi
functional structure | Tr. işlevsel yapı
Functionalism | Tr. işlevselcilik
Functionalist | Tr. İşlevselci
fusional language [inflected language]
future tense
fuzzy concept | Tr. bulanık kavram
fuzzy logic | Tr. bulanık mantık
fuzzy meaning | Tr. bulanık anlam
Fuzzy Sets Theory | Tr. Bulanık Üyeler Kuramı

yuksel dedi ki...



dangling modifier
data mining | Tr. veri madenciliği
dative case | Tr. yönelme durumu
dative shift
deafness
decipherment
declension
deep structure | Tr. derin yapı
defination
definitiness
degree of comparison
degree modifier
deixis | Tr. gösterim
delative case
denotation | Tr. düzanlam
dental consonant
dependence
Dependency Grammar
dependent
depent-marking language
derivation
derivational path
derivational tree
derived P markers
descriptive adequacy
Descriptive Grammar | Tr. Betimsel Dil Bilgisi
Descriptive Linguistics | Tr. Betimsel Dil Bilimi
descriptive meaning | Tr. betimsel anlam
Descriptivism
determiner [function] (1)
determiner [class] (2)
Diachronic Linguistics | Tr. Artsüremli Dil Bilimi
diacritic
diaeresis
diagnostic test | Tr. sorun belirleme sınavı
dialect
dialect continuum
dialectology
dialog | Tr. söyleşim
dialog system | Tr. söyleşim dizgesi
diaphoneme
diasystem
diatype
diatypic analysis
diatypic distribution
diatypic function
diatypic spaces
diatypic system
dichotomy
diglossia
diphone
diphthong
direct case
direct inverse language
discourse
discourse analysis
Discourse Representation Theory
discovery techniques | Tr. belirleme yöntemleri
disjunct
dislocation
distantitive case
distinctive | Tr. ayırıcı
distributive case
distributive -temporal case
dibutive case
document classification
double acute accent
double entendre
double-marking language
double negative
doublespeak
drafting stage | Tr. taslak basamağı
drama techniques | canlandırma yöntemleri
drill | Tr. alıştırma
dual [gramatical number]
dual language
dynamic verb
dyscalculia
dyslexia
dysnomia

yuksel dedi ki...

Toplam Kayıt : 125
Arama Sonucu
açık bilgi (sos.)
sos. (Alm. explizite Information; İng. explicit knowledge) dilb. Çözümlenebilir dilbilgisi birimlerini ve sözcükleri anlatan, anlaşılır ve yeni sözce üretiminde kullanılabilir nitelikte bilgi.
Yorum ekle
ağ bilgisayarı (müh.)
(Alm. Netzrechner, m; Fr. ordinateur de réseau, m; İng. network computer) blşm. Donanımı ve yazılımı ağa bağlanmaya elverişli bilgisayar.
Yorum ekle
ağ işletim bilgisayarı (müh.)
(Alm. Netzprozessor, m; Fr. pocesseur réseau, m; İng. network processor) blşm. Bir bilgisayar iletişim ağı noktasındaki trafiği kontrol etmek, gerektiğinde protokol çevirisi, çoğullama, veri depolama gibi işleri yapmakla yükümlü özel bilgisayar ya da programlanır işlemci; eşanlam: ağ mikroişlemcisi.
Yorum ekle
aile bilgisi (sos.)
sos. (Alm. Familienkunde, f; Fr. arts menagers, m; İng. home-making) egitb. Öğrencilere günlük ev işlerini yapma yollarını öğretmek, mutlu bir aile düzeni için gereken bilgi, beceri ve alışkanlıkları kazandırmak ve onların aileye bağlılık duygularını güçlendirmek amacıyla ilköğretimde okutulan ders.
Yorum ekle
Akaike bilgi ölçütü (müh.)
(Alm. Akaike-Informationskriterium, n; Fr. critère d'information d'Akaike, m; İng. Akaike information criterion; Akaike’s information criterion) ist. Belirli bir veri kümesi için oluşturulan bir grup model içinde, istatistiksel göreceli model kalitesini ölçmekte kullanılan, gerek gerçek veriler ile model çıktıları arasındaki farkın bir normunu, gerekse kullanılan model parametre sayısını göz önüne alan ölçüt; eşanlam: Akaike bilgi kriteri.
Yorum ekle
ana bilgisayar (müh.)
(Alm. Hostrechner, m; Hostsystem, n; Fr. ordinateur serveur, m; système hôte, m; İng. host computer) blşm. Bir ağ üzerinde yoğun hesaplama, veri işleme, veritabanı erişimi ya da özel programlar gibi belli başlı hizmetleri sunan bilgisayar, sunucu bilgisayar.
Yorum ekle
ana bilgisayar düğümü (müh.)
(Alm. Hauptknote, m; Hostknote, m; Fr. nœud central; nœud hôte; nœud principal; İng. host node) blşm. Bir bilgisayar iletişim ağında ana işlemci ya da bilgisayarın yer aldığı düğüm.
Yorum ekle
anaçatı bilgisayar (müh.)
(Alm. Grossrechner, m; Zentralrechner, m; Fr. gros système; ordinateur central; İng. mainframe computer) blşm. Büyük veri hacimlerini işlemek ya da birçok uçbirime birden hizmet vermek üzere tasarımlanmış bilgisayar.
Yorum ekle
analog bilgisayar (müh.)
(Alm. Analogrechner, n; Fr. ordinateur analogique, f; İng. analog computer) mak. Model oluşumunda elektriksel, mekanik, hidrolik ve pnömatik teknolojisine dayalı sürekli fiziksel büyüklükleri kullanan bilgisayar.

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
anarşist bilgi kuramı (sos.)
sos. (Alm. anarchistische Epistemologie; Fr. théorie anarchiste de la connaissance, f; İng. anarchist epistemology) yönb. Bilimsel kuramların değerlendirilmesinde akılcı değerlendirme ölçütlerinin oluşturulamayacağını, bunun bilimsel süreci sınırlayacağını savunan bilgi kuramı.
Yorum ekle
ana sunucu bilgisayar (müh.)
(Alm. nachgestellter Rechner; Fr. ordinateur dorsal; ordinateur principal; İng. back-end computer; back-end processor) blşm. Arkaplanda dosya yönetimi ve veritabanı işlerini yürüten, güçlü ama arayüzü kullanışlı olmayan bir bilgisayar.
Yorum ekle
anlamacı bilgi kuramı (sos.)
sos. (Alm. allumfassende Erkenntnistheorie; Fr. épistémologie compréhensive, f; İng. comprehensive epistemology) yönb. İnsanın anlamlandıramadığı bir dış gerçeklik, bir olgular dünyası olamayacağını savunan bilgi kuramı.
Yorum ekle
anlatı bilgisi (müh.)
(Alm. erzählend Angaben, n; Fr. information narrative, f; İng. narrative information) blşm. Doğal dilin sözdizimine göre kaydedilmiş bilgi.
Yorum ekle
arazi bilgi sistemi (müh.)
(Alm. Flächeninformationssystem, n; Fr. système d'information sur le territoire, m; İng. land information system) geom. Arazi yönetimi için gereken, grafik ve grafik olmayan araziye ilişkin farklı verilere ve özniteliklere sahip bilgilerin tutulduğu ve bir veritabanı işleviyle çalışan bilgi sistemi.
Yorum ekle
armabilgisi (sos.)
sos. (Alm. Ordenschild, m; Fr. héraldique, f; İng. heraldry) tar. Soylu ailelerde aile simgesi ya da orduda aşama belirtisi olarak kullanılan tasarımları inceleyen bilgi dalı.
Yorum ekle
artalan bilgisi (sos.)
sos. (Alm. Vorkenntniss, f; Fr. information d'arrière-plan, f; İng. background information) dilb. Kişinin, sunulan yeni bilgiyi anlamak için bağlamla ilgili bilgiler yanında gereksinim duyduğu yan alan bilgi ya da bilgiler bütünü.
Yorum ekle
artbilgilendirme (müh.)
(Alm. Einsatzbesprechung, f; Nachbesprechung, f; Fr. compte rendu de vol, m; débreffage, m; İng. debriefing) meteo. Genellikle uçuş sonrasında karşılaşılan meteorolojik olayların pilot tarafından ya da yerine getirilen herhangi bir görev sonrasında durumun sözel olarak aktarılması için yapılan kısa sunum.
Yorum ekle
aşağıdan yukarıya bilgi işleme (sos.)
sos. (Alm. Bottom-Up-Design, Basis-Ansatz, m; Fr. traitement de l'information de bas en haut, m; İng. bottom-up processing) ruhb. Uyarıcıların (sisteme giren bilgilerin) yalın ve ayrıntılı tanımlarından başlayıp daha büyük, karmaşık yapıların oluşmasına değin işleyen bilişsel süreçler, veri temelli işlem.

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
atomik bilgi hareketi (müh.)
(Alm. atomische Transaktion, f; Fr. transaction atomique, f; İng. atomic transaction) blşm. İş kesmeye uğratılmaması gereken ya da işin kesilmesi zorunlu olursa verilerin işlem başlamadan önceki değerlerine döndürüldüğü, genelde uzaktaki veri tabanlarının güncellenmesinde kullanılan işlem türü.
Yorum ekle
avuçiçi bilgisayar (müh.)
(Alm. Palmtop, m; Fr. ordinateur de poche, m; İng. palmtop) blşm. Dizüstü bilgisayarlara göre akü yerine pil, disk sürücü yerine rasgele erişilir bellek kullandıkları için boyuttan tasarruf eden, böylece bir avuca sığacak boyutta olan bilgisayar.
Yorum ekle
bağımsal dilbilgisi (sos.)
sos. (Alm. Dependenzgrammatik, f, Abhängigkeitsgrammatik, f; Fr. grammaire de dépendances, f; İng. dependency grammar) dilb. Tümce çözümlemesinde, çekimli eylemden yola çıkarak eyleyenlerden kurulu soyut tümce yapı biçimlerini saptamayı amaçlayan dilbilim akımı.
Yorum ekle
başlık bilgisi (müh.)
(Alm. Header, m; Fr. en-tête; entête, m; İng. header) blşm. Bir bilgisayar programının başında program hakkında insanlara bilgi veren açıklama satırları.
Yorum ekle
belgebilgisi (sos.)
sos. (Alm. Urkundenlehre, f; Fr. documentation; İng. diplomatics) 1. kütp. ulusi. Yazılı belgelerin tipleri ile bileşenlerini, kaynaklarını, çağlar boyunca geçirdikleri biçim değişikliklerini inceleyen bilim dalı. 2. tar. Avrupa'da aydınlık tümerki döneminde, krallık belgelerinin tanınabilmesi ve belge sahteciliğinin önüne geçilebilmesi için, kral sarayının yazışma odalarında düzenlenen belgelerin biçim ve içeriklerine ilişkin olarak geliştirilmiş kurallardan oluşan, sonraları tarihin en önemli yardımcı bilgi alanlarından biri durumuna gelmiş olan bilgi dalı.
Yorum ekle
betimlemeli dilbilgisi (sos.)
sos. (Alm. deskriptive Grammatik; Fr. grammaire descriptive, f; İng. descriptive grammar) dilb. Bir dilin nasıl yazıldığını ya da konuşulduğunu, nesnel biçimde, kişisel beğenileri dikkate almadan, olduğu gibi betimlemeyi amaçlayan dilbilgisi.
Yorum ekle
beyin-bilgisayar arayüzü (müh.)
(Alm. Gehirn-Computer-Schnittstelle, f; Hirn-Maschine-Schnittstelle, f; Rechner-Hirn-Schnittstelle, f; Fr. interface cerveau-machine, f; interface cerveau-ordinateur, f; interface neuronale directe, f; İng. brain-computer interface; brain-machine interface; direct neural interface; mind-machine interface; neural-control interface) elk. Gerek beyin araştırmalarında, gerekse bilişsel veya duyusal motor fonksiyonları iyileştirme amaçlı kullanılan, beynin elektriksel faaliyetini izlemek, ölçmek ya da etkilemek üzere kurulan beyinle dış bir aygıt arasındaki iki yönlü işaret iletişim yolu.
Yorum ekle
biçimbilgisi (sos.)
sos. bkz. egitb. biçimbilim
Yorum ekle
biçimsel dilbilgisi (sos.)
sos. (Alm. formale Grammatik; Fr. grammaire formelle, f; İng. formal grammar) dilb. Doğal dilleri betimleme işlemini biçimselleştirme yoluyla gerçekleştirmeye çalışan dilbilgisi.
Yorum ekle
bildirime dayalı bilgi (müh.)
(Alm. deklarative Kenntnis; Fr. connaissance déclarative; İng. declarative knowledge) blşm. Durumlar, nesneler ve olaylarla ilgili olguları ve savları gösteren beyanlardan oluşan bilgi.
Yorum ekle
bilgi (müh.)
blşm. 1. (Alm. Kentniss, f; Fr. connaissance; İng. knowledge) Olguların ve bunlardan elde edilen tümevarımların örgütlü bütünü. 2. Yapay zekâda bir programın akıllı bir şekilde işlemesine elveren olaylar, olgular, kurallar ve deneme yanılma ile elde edilen ipuçları. 3. (Alm. Angaben, n; Fr. information, f; İng. information) Tanımlı bir kural uyarınca anlamlandırılmış veri.

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
bilgi (sos.)
sos. 1. (Alm. Information, f; Fr. information, f; İng. information; esk. malumat) dilb. Konuşucunun dinleyiciye yönelttiği dilsel iletinin içeriği. (Alm. Erkenntnis, f Kenntnis, f, Wissen, n; Fr. connaissance, f, savoir, m; İng. knowledge; esk. malumat) 2. egitb. kamy. kiti. kütp. yönb. 1. İnsan aklının kapsayabileceği olgu, gerçek ve iIkelerin tümü. 2. İnceleme, araştırma, öğrenme ve gözlem yoluyla elde edilen düşünsel ürün. 3. Öğrenme süreci sonucunda oluşan ve başka bilgi ve bilintilerle ilişkilendirilebilen, akıl yürütme, çıkarımda bulunma ve düşünme amacıyla kullanılan veriler bütünü. 3. fel. Bilme edimi sonucu ulaşılan şey; öznenin nesneye yönelmesi sonucu ortaya konan ürün. 4. insb. Halkın doğal ve toplumsal çevresiyle doğaüstü dünyayla ilgili yorumlarına, anlamlandırma çerçevelerine ve yaşantılarına temel olan geleneksel ve kültürel edinimlerine ilişkin olarak zaman zaman hiç düşünmeden söylediği edinimlerinin bütünü.
Yorum ekle
bilgi açığı (sos.)
sos. (Alm. Wissenskluft, f; Fr. déficit de savoir; İng. knowledge-gap) kiti. Toplumsal sınıflar ve uluslar arasında varolan bilgi açığı.
Yorum ekle
bilgi alanyazını (sos.)
sos. (Alm. Datenliteratur, f; Fr. littérature d'information, f; İng. information literature) kütp. Kütüphanecilik ve bilgibilim ile ilgili kaynakların tümü.
Yorum ekle
bilgi bankası (sos.)
sos. (Alm. Datenbank, f; Fr. banque de données, f; İng. data bank) egitb. isl. Başvuru kaynakları, ölçme ve deneyler, eleştiriler gibi belli bir bilim dalında biriken, düzene konmuş verilerin bütünü, veri bankası.
Yorum ekle
bilgibilim (sos.)
sos. (Alm. Informationswissenschaft, f; Fr. science d'information, f, science de savoir, f; İng. information science) egitb. kütp. Her tür bilgi merkezinde depolanan ve kullanıma sunulan bilgiye gereksinim duyulduğunda en kısa sürede, en ucuz ve en doğru biçimde ulaşılabilmesini amaçlayan ve insanların birbirleriyle olan iletişimini sağlayan yöntem ve uygulamaların tümünü araştıran bilim dalı.
Yorum ekle
bilgi birleştirme merkezi (müh.)
(Alm. Fusion Center; Fr. centre de fusion, m; İng. fusion center) elk. Bir şehir, bölge ya da ülke ölçeğinde farklı noktalardan gelen istihbarat bilgilerinin derlenip, incelenip, analiz edilip dağıtımının yapıldığı merkez.
Yorum ekle
bilgi bütünlüğü (müh.)
(Alm. Informationsintegrität, f; Fr. intégrité d’ information, f; İng. information integrity) blşm. Bir bilişim sisteminde, programların, sistemin ve verilerin değiştirilmemiş, kurcalanmamış ve bozulmamış olması.
Yorum ekle
bilgicilik (sos.)
sos. (Alm. Sophisma, n, Sophismus, m; Fr. sophisme, m; İng. sophism; Lat. sophisma) fel. Herkesçe benimsenebilir gibi görünen öncüllerden yola çıkıp ne pahasına olursa olsun karşısındakini inandıracak sonuçlar çıkarmaya dayalı bir usavurma yolu, bir tartışma tutumu.

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
bilgicilik (sos.)
sos. (Alm. Sophisma, n, Sophismus, m; Fr. sophisme, m; İng. sophism; Lat. sophisma) fel. Herkesçe benimsenebilir gibi görünen öncüllerden yola çıkıp ne pahasına olursa olsun karşısındakini inandıracak sonuçlar çıkarmaya dayalı bir usavurma yolu, bir tartışma tutumu.
Yorum ekle
bilgi çağı (sos.)
sos. (Alm. Wissenszeitalter, n; Fr. age de l'information, m; İng. information age) ulusi. İletişim ve bilgilenme araçlarının yaygınlaştığı, 20. yüzyılın ikinci yarısından bu yana yaşanan dönem.
Yorum ekle
bilgi depolama ve erişim sistemi (sos.)
sos. (Alm. Datenspeicherungs-und Zugangssystem, n; Fr. système d'emmagasinage d'information et de récupération, m; İng. data storage and retrieval system) kütp. Verilerin istendiğinde yeniden kullanılmak üzere depolanması ve erişime hazır duruma getirilmesi için oluşturulan sistem, bilgi biriktirme ve bilgiye erişim dizgesi.
Yorum ekle
bilgi edinme bölümü (sos.)
sos. (Alm. Informationsdienst, m; Fr. service d'information, m; İng. information service) egitb. Öğrencilerin kendilerini tanımaları, çevrelerine başarılı biçimde uyabilmeleri, gerçekçi öğrenim ve meslek planları yapabilmeleri için onlara gerekli bilgileri sağlamak ve istendiğinde vermekle görevli kılavuzluk bölümü.
Yorum ekle
bilgi edinme hakkı (sos.)
sos. (Alm. Recht auf Kenntnisnahme, n; Fr. droit à l'information, m; İng. right to information) huk. kütp. Demokratik ve saydam yönetim gereği ve yansızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak, kişilerin kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından her türlü veriyi isteme ve edinme hakkı.
Yorum ekle
bilgi ekonomisi (sos.)
sos. (Alm. Datenwirtschaft, f; Fr. économie de connaissance, f, économie du savoir, f; İng. knowledge economy) kütp. Ayrı zaman ve yerlerde elde edilen bilginin iletimi yoluyla üretim, satış, hizmet dolaşımı, toplumsal etkinlik ve genel iletişimin gerçekleştiği ekonomi yapısı.
Yorum ekle
bilgi erişim (sos.)
sos. (Alm. Datenzugang, m; Fr. récupération d'information, f; İng. information retrieval) kütp. Bilgi merkezlerinin, kullanıcıların gereksinim duyduğu bilgiye ve bilgi alışkanlıklarına uygun biçimde düzenledikleri basılı ve elektronik bilgi kaynakları aracılığıyla doğru, zamanında, ekonomik ve en üst düzeyde erişimi sağlamak amacıyla kullandıkları yöntem ve tekniklerin tümü.
Yorum ekle
bilgieylem (müh.)
(Alm. Transaction, f; Fr. transaction, f; İng. transaction) blşm. 1. Bir iş istasyonu ile bir başka aygıt arasında gerçekleşen işlem, örneğin, bankacılıkta müşterinin hesabına para girmek; eşanlam: bilgi hareketi. 2. Bir uygulama programına gönderilen ve bir işin ya da sürecin oluşmasına yol açan giriş verileri. 3. Ticari bir bilgi hareketi, örneğin müşterinin faturalandırılması. 4. Uzaktan iş girişinde bir iş ya da iş adımı; örneğin, bir dosyanın güncellenmesi. 5. Yerel bir bilgisayar sistemindeki bir programla uzaktaki bir bilgisayar arasında yapılan ve bir sonuç doğuran bilgi alışverişi; eşanlam: bilgi hareketi.
Yorum ekle
bilgi getirimi (müh.)
(Alm. Abfrage, f; Informationsrückgewinnung, f; Fr. recherche d'information, f; récupération d'information, f; İng. information retrieval) blşm. 1. Bir bilgiye erişim sistemini kullanarak araştırılan konu ve kavramlarla içerik bakımından ilgili olabilecek, genellikle varlığı bile bilinmeyen belgelerin izini bulmayı amaçlayan araştırma. 2. İnternet üzerindeki bir arama motorunun ya da veritabanındaki bir arama algoritmasının hedeflenen belgeleri bulup getirmesi; eşanlam: bilgi geri

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
bilgi gizleme (müh.)
(Alm. Informationmaskierung, f; Fr. masquage d’information, m; İng. information hiding) blşm. Bir çoğulortam belgesinin içine, belgenin niteliğini bozmayacak, varlığı algılanmayacak ve ancak alıcı anahtarı ile kodu çözülebilecek şekilde bilgi yerleştirme.
Yorum ekle
bilgi gösterimi (müh.)
(Alm. Wissensrepräsentation, f; Fr. représentation des connaissances, f; İng. knowledge representation and reasoning) elk. Tıbbi tanı koyma ya da doğal dil anlama gibi karmaşık problemleri çözmek için bilgisayara uygun bilgi gösterimlerini ele alan, akıl yürütmenin mantıksal kurallarını geliştiren yapay zekâ disiplini; eşanlam: bilgi gösterimi ve akıl yürütme.
Yorum ekle
bilgi gözetleme (müh.)
(Alm. Online-Durchsuchung, f; Fr. surveillance informatique, f; İng. computer and network surveillance; computer surveillance) blşm. Gerek internet trafiğinin ve gönderilen veri paketlerinin, gerekse ağa bağlı bilgisayarların belleklerindeki bilgilerin güvenlik amacıyla denetlenmesi.
Yorum ekle
bilgi güvenliği (müh.)
(Alm. Datensicherheit, f; Fr. sécurité informationnelle, f; İng. information security) blşm. 1. Enformasyonun yetki dışı kullanımının engellenmesi, bütünlüğünün korunması, gizliliğinin sağlanması ve kime ait olduğunun belirlenmesi konularını kapsayan teknik alan; eşanlam: enformasyon güvenliği. 2. Tasnifli verilere yetkisiz kişilerin erişimini engelleyen önlemler.
Yorum ekle
bilgi güvenliği (sos.)
sos. (Alm. Datenschutz, m; Fr. sécurité d'information; İng. information security) kütp. Bilgi ve haberin bilgisayar ve iletişim kanallarında güvenli biçimde işlenmesi, depolanması ve gönderilmesinde, bilgisayar ağları girişlerinde ve dış dünyaya bağlantı sağlayan noktalarda, güvenlik amacıyla yetkisiz kişilerin erişiminin engellenmesi.
Yorum ekle
bilgi hareket dosyası (müh.)
(Alm. Transaktionsdatei, f; Fr. fichier de détail, m; fichier mouvement, m; İng. change file; transaction file) blşm. 1. Bir veritabanında yapılan değişikliklerin güncelleme, kontrol tarihçesini oluşturmak gibi amaçlarla tutulduğu dosya; eşanlam: bilgieylem dosyası. 2. Ticari bilgi işlemede, ticari işlemlerle ve bu işlemi gerçekleştiren satıcı, müşteri, çalışanlarla ilgili verilerin tutanaklarından oluşan dosya; eşanlam: bilgieylem dosyası.
Yorum ekle
bilgi hareket işlemi (müh.)
(Alm. Transaktionsverarbeitung, f; Fr. traitement transactionnel; transaction informatique, f; İng. transaction processing) blşm. Bilgisayarda, her biri bölünemez işlem birimi olarak ele alınan, ya başarılı olması ya da başarısız olup terkedilmesi istenen, ara bir durumda kalmasına izin verilmeyen, veritabanlarının güncellenmesinde kullanılan mantıksal işlemler bütünü; eşanlam: bilgieylem işlemi.
Yorum ekle
bilgi havuzu (müh.)
(Alm. Informationsendlager, m; Fr. gisement d’informations, m; İng. information repository) blşm. Bir kuruluşta karar verme süreçlerinde sonuç çıkartılabilecek, bilgi yönetiminde yararlı olabilecek resmî ya da resmî olmayan bilgilerin derlemi.
Yorum ekle
bilgi hızyolu (sos.)
sos. (Alm. Datenautobahn, f; Fr. autoroute d'information, f, réseau d'information, m; İng. information superhighway) kamy. Her türlü yazı, ses ve görüntü verisinin dünyada dolaşımına olanak sağlayan, yüksek hızlı küresel iletişim ağı, İnternet, küresel ağ.
Yorum ekle

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
bilgi hizmeti (müh.)
(Alm. Informationsdienst, m; Fr. service informatique, m; İng. information service) blşm. Elektronik posta, banka işlemleri, seyahat için yer ayırma, büyük veritabanlarına erişim gibi çeşitli hizmetleri sağlayan ve bir kullanıcı uçbiriminden aranarak erişilebilen genellikle bedelli hizmet.
Yorum ekle
bilgi hizmet noktası (müh.)
(Alm. Informationsstand, m; Fr. kiosque d’information, m; İng. information booth; information kiosk) blşm. Satış bilgileri, alışveriş rehberi, bankamatik gibi etkileşimli olanaklar sunan bilgi işlem tabanlı bağımsız etkileşim noktası.
Yorum ekle
bilgi iletim kuramı (sos.)
sos. (Alm. Informationstheorie, f; Fr. thérorie de l'information, f; İng. information theory) dilb. İletişim dizgelerinin bilgiyi nasıl taşıdıklarını ve bilgiyi oluşturan öğeleri inceleyen kuram.
Yorum ekle
bilgi işareti (müh.)
(Alm. Hinweiszeichen, n; Fr. signal d'indication, m; İng. information sign) inş. Kullanıcıları yol ve trafik hakkında bilgilendirmek amacıyla genellikle dikdörtgen şeklinde ve mavi zeminli levhalar üzerinde belirtilen trafik işaretleri .
Yorum ekle
bilgiişlem (sos.)
sos. (Alm. Datenverarbeitung, f; Fr. informatique, f, traitement de l'information; İng. data/information processing) egitb. isl. kamy. kütp. Bilgisayara yüklenen veriler üzerinde yapılan sınıflandırma, sıralama, çözümleme ve yorumlama işlemlerinin tümü.
Yorum ekle
bilgi işleme (müh.)
(Alm. Informationsverarbeitung, f; Fr. traitement de l’information, m; İng. information processing) blşm. Bilginin kaydedilmesi, saklanması, iletişimi, güncellenmesi, aranıp bulunması ve kullanımına yönelik her türlü işlem.
Yorum ekle
bilgi işleme (sos.)
sos. (Alm. Datenverarbeitung, f; Fr. traitement de l'information, m; İng. information processing) ruhb. Bilişsel ruhbilimde, bilginin alınması, yorumlanması, saklanması, anımsanması, unutulması ve kullanılması gibi süreçlerin bütünü.
Yorum ekle
bilgi işleme gücü (müh.)
(Alm. Rechenleistung, f; Fr. puissance d’ordinateur; İng. computer power) blşm. 1. Bilgi işlemeyle ilgili bir sistemin, bilgiyi kaydetme, saklama, iletme, arama bulma, güncelleme gibi tüm işlemleri yapma gücü. 2. Bir bilgisayarın gerek ana bellek sığası, disk erişim hızı gibi donanım özelliklerini, gerekse de mikroişlemcilerin saniyede yapabildikleri standart işlem adedini (MIPS) ya da kayan noktalı sayılarla saniyede yapabildikleri işlem adedini (MFLOPS) göz önüne alarak belirtilen hesaplama gücü.
Yorum ekle
bilgi işlem merkezi (müh.)
(Alm. Datenverarbeitungszentrum, n; Fr. centre du traitement d'information, m; İng. data center; data processing center) blşm. Bilgi işleme hizmetleri için gerekli tüm bilgisayar donanım ve yazılım olanakları yanında, yönetici, sistem çözümleyiciler, programlayıcılar, işletmenler gibi bilişim insan gücünden oluşan ve bilgi işleme hizmeti sunmayı amaçlayan örgüt.
Yorum ekle

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
bilgi kaynağı (sos.)
sos. (Alm. Datenbank, f; Fr. source d'information, f; İng. information source) kütp. Bilgi merkezlerinin amacına, kullanıcıların istek ve gereksinimlerine uygun olarak dermede yer alan, basılı ve elektronik ortamda hazırlanmış kitap, süreli yayın, görsel ve işitsel gereçler, harita, patent, standart, para, pul, küre, nota gibi kaynakların tümü.
Yorum ekle
bilgi kaynaştırma (müh.)
(Alm. Informationsfusion, f; Fr. fusion d’informations, f; İng. information fusion) blşm. Birçok kaynaktan gelen verilerin işlenmesi, ilişkilendirilmesi ve birleştirilmesi ile tek tek kaynaklardan gelen bilgiden daha fazlasını elde etmek.
Yorum ekle
bilgi kuramı (sos.)
sos. (Alm. Epistemologie, f, Erkenntnistheorie, f; Fr. épistémologie, f, théorie de la connaissance, f, gnoséologie, f; İng. theory of knowledge, epistemology; esk. marifet nazariyesi) 1. fel. kütp. topb. yönb. Bilenle bilinen arasındaki ilişkileri; bilgiyle ilgili olarak, ne olduğu, nasıl elde edildiği, geçerliği, kapsamı, türleri ve kişisel görüş, inanç, gerçek ile ayrımı gibi konuların işlendiği felsefe dalı, bilginin felsefesi. 2. tar. Belirli dönemler ve olaylar için yorumlama sürecini başlatmaya yarayan tarih felsefesi ile ilgili bilgi alanı.
Yorum ekle
bilgilendirici etiketleme (sos.)
sos. (Alm. informative Beschriftung; Fr. étiquetage informatif, m; İng. informative labeling) isl. Malın içeriği, markası ve niteliklerine ilişkin bilgi veren etiketleme.
Yorum ekle
bilgilendirici reklam (sos.)
sos. (Alm. informative Werbung; Fr. publicité informative, f; İng. informative advertising) isl. Ürünün piyasaya çıkışında, istem yaratmak amacıyla ürünün kullanımı ve özellikleri konusunda bilgi aktaran reklam, bilgilendirici tanıtı.
Yorum ekle
bilgilendirimli olur (sos.)
sos. (Alm. Einverständniserklärung, f, informierte/vorherige Zustimmung; Fr. consentement éclairé/informé, m; İng. informed consent) 1. ruhb. Kişinin, araştırmaya katılma ya da kendisine belli bir tanı, iyileştirme ya da koruyucu işlem yapılması konusunda yeterli düzeyde bilgilendirildikten sonra, yapılacak işleme gönüllü olarak olur vermesi. 2. yönb. Bir araştırmada, katılımcıya, araştırmanın doğası ve sonuçlarına ilişkin bilgi verildikten sonra, katılımcı ile araştırmacı arasında gönüllülük temelinde yapılan anlaşma, bilgilendirilmiş onam.
Yorum ekle
bilgi literatürü (sos.)
sos. bkz. kütp. bilgi alanyazını
Yorum ekle
bilgin (sos.)
sos. (Alm. Wissenschaftler, m; Fr. savant, m, scientiste, m, homme de science, m; İng. scientist; esk. âlim) egitb. 1. Herhangi bir konuda derin bilgisi olan kimse. 2. Belli olayları bilimsel yöntemlerle inceleyen, yaptığı gözlem ve deneylere dayanarak belli genellemelere varan kimse.
Yorum ekle
bilginin düzenlenmesi (sos.)
sos. (Alm. Datenorganisation, f; Fr. organisation de la connaissance, f; İng. organizing knowledge) kütp. Kullanıcının basılı ya da elektronik ortamda, belirli ölçütler ve kurallar yoluyla gereksinim duyduğu bilgiye, doğru, kolay ve hızlı bir biçimde erişmesini sağlamak amacıyla yapılan çalışmaların tümü.
Yorum ekle

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
bilgi niteliği (sos.)
sos. (Alm. Datenqualität; Fr. qualité d'information, f; İng. information quality) isl. Bilginin gerçeği yansıtma derecesi.
Yorum ekle
bilgi okuryazarlığı (sos.)
sos. (Alm. Datenlesung, f; Fr. alphabétisation informatique, f, information littéraire, f; İng. information literacy) kütp. Bilginin bir gereksinim olduğunun ayrımında olma, etkin bir biçimde bilginin varlığını ya da yerini belirleme, bilgiye erişme, bilgiyi düzenleme ve kullanmadan önce, alınan bilgiyi değerlendirme becerisi.
Yorum ekle
bilgi örneklemi (sos.)
sos. (Alm. Informationsstichprobe, f; Fr. échantillon d'information, m; İng. sample of information) yönb. Tarih gibi geriye dönük araştırmalarda, veri/bilgi toplanabilecek olası evrenden seçilen/belirlenen bilgi evrenini yansıtacak daha küçük bilgi yığını.
Yorum ekle
bilgi politikası (sos.)
sos. (Alm. Datenpolitik, f; Fr. politique d'information, f; İng. information policy) kütp. Kütüphane ve bilgi hizmetlerinin eşgüdümlü gelişimi, yeni teknolojik gelişmelerin bu alanda kullanımı ve kaynak paylaşımının yapılabilmesine olanak sağlayacak yolların belirlenmesi.
Yorum ekle
bilgi saklama (sos.)
sos. (Alm. Falschinformation, f; Fr. désinformation, f; İng. disinformation) yönb. Araştırmanın gerçek niteliğini, araştırmaya katılanlardan saklama.
Yorum ekle
bilgisayar (sos.)
sos. (Alm. Computer, m; Fr. ordinateur, m; İng. computer) egitb. Belli bir izlenceye göre önceden derlenen veriler üzerinde matematiksel yöntemlerle ayırıcı, birleştirici ve karşılaştırıcı işlemler yapan, sonuçları yazılı, sesli ya da görüntülü olarak bildiren ve eğitim araştırmalarında sık sık yararlanılan elektronik aygıt.
Yorum ekle
bilgisayar ağı (müh.)
(Alm. Rechnernetz, n; Fr. réseau d’ordinateur, m; İng. computer network) blşm. Birçok bilgisayar çevresinde yer alan donanım, yazılım ve veri kaynaklarının, bu bilgisayarlar arasında çok yönlü veri iletişim olanaklarının sağlanmasıyla, her türlü olası bilgisayar kullanıcısının çok amaçlı hizmetine sunulduğu bir ağ.
Yorum ekle
bilgisayar ağı (sos.)
sos. (Alm. Computernetzwerk, n; Fr. réseau d'informatique, m; İng. computer network) kamy. Birden çok bilgisayar, bilgi kaynakları ve çevre birimlerinden oluşan ve bir yapı içinde çokyönlü iletişim olanakları ile çok sayıda kullanıcıya hizmet veren sistem.
Yorum ekle
bilgisayar ağının çökmesi (müh.)
(Alm. Rechneretz-Kollaps, m; Fr. effondrement d’un réseau, m; İng. network meltdown) blşm. Bir bilgisayar ağının, aşırı trafik yükünden ötürü hizmet veremez duruma düşmesi.
Yorum ekle
bilgisayar ağ yönetimi (müh.)
(Alm. Netzmanagement, n; Netzwerkmanagement, n; Fr. gestion de réseaux, f; İng. network management) blşm. Bilgisayar iletişim ağlarının, arıza analizi, servis kalitesi sağlama, performansı izleme, kapasite tedariki gibi çeşitli fonksiyonları içeren yönetimi.
Yorum ekle
bilgisayar aktöresi (müh.)
(Alm. Computerethik, f; Fr. code de déontologie de l’informatique; İng. computer ethics) blşm. Bilgisayar üzerindeki verilerin güvenliğini garantilemek, yetkisiz, haksız ya da yanlış bilgi işleme aktiviteleri nedeniyle kullanıcıların zarar görmelerini engellemek gibi amaçlarla evrensel değer yargıları doğrultusunda oluşturulmuş, bilgi işlemede uyulacak davranış ilkelerinin bütünü; bilişim etiği.
Yorum ekle

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
bilgi sistemi (sos.)
sos. (Alm. Datensystem, n, Informationssystem, n; Fr. système d'information, m; İng. information system) kamy. kütp. Bilgi toplama, işleme, saklama, amaçlara göre sınıflayarak sunma, karar verme ve iletme işlevlerini desteklemek ve yürütmek için tasarlanmış; insanı, bilgisayarı ve iletim araçlarını; veri tabanı, yazılım, donanım ve kurallar bileşenlerini içeren yapı.
Yorum ekle
bilgi sorusu (sos.)
sos. (Alm. Kenntnisfrage, f; Fr. question de savoir, f; İng. knowledge question) yönb. Bireyin belli bir konudaki bilgisini yoklayan soru.
Yorum ekle
bilgi sosyolojisi (sos.)
sos. bkz. kütp. bilgi toplumbilimi
Yorum ekle
bilgi tabanı (müh.)
(Alm. Kenntnisbasis, f; Fr. base de connaissances, f; İng. knowledge base) blşm. Yapay zekâda belirli bir alanda insan deneyimlerine ve daha önce çözülmüş problemlere ilişkin verileri içeren veritabanı; örneğin tıpta belirli tanı ve tedavi yöntemlerini içeren bilgi tabanı.
Yorum ekle
bilgi teknolojileri (müh.)
(Alm. Informationstechnik, f; Fr. technologies d’information; İng. information technologies; IT) blşm. Bilginin derlenmesi, edinimi, örgütlenmesi, dağıtımına ilişkin tüm hizmetler, ilgili yazılım ve donanım.
Yorum ekle
bilgi teknolojisi (sos.)
sos. (Alm. Informationstechnologie, f; Fr. technologie d'information, f; İng. information techology) kamy. kütp. Veri ve bilgileri toplayan, işleyen, saklayan ve iletimini sağlayan bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin, yazılım ve donanım öğelerinin bütünü.
Yorum ekle
bilgi testi (sos.)
sos. (Alm. Kenntnistest, m; Fr. test de connaissances, m; İng. knowledge test) egitb. Bireyin ya da kümenin belli bir konuda neler bildiğini ölçmek üzere hazırlanmış test.
Yorum ekle
bilgi toplumbilimi (sos.)
sos. (Alm. Soziologie der Wissensgesellschaft, f; Fr. sociologie de la connaissance, f; İng. sociology of knowledge) kütp. topb. Bilginin içeriği, bilme biçimleri ve söylemi ile toplumsal yapı, siyasal erk ve uygulamalar arasındaki ilişkileri, bilginin, toplumsal ve tarihsel oluşum, işleyiş ve değişim düzenini araştıran toplumbilim dalı.
Yorum ekle
bilgi toplumu (müh.)
(Alm. Informationsgesellschaft, f; Fr. société de l’information; société informationnelle; İng. information society) blşm. Bilgiyi birincil özkaynak olarak gören ve bilişim ve iletişim teknolojilerinin evrimi ile kullanımına bağlı olarak gelişen toplum.
Yorum ekle
bilgi toplumu (sos.)
sos. (Alm. Informationsgesellschaft, f, Wissensgesellschaft, f; Fr. société de l'information, f; İng. information society) kiti. kütp. topb. Bilgi üretim ve akışının bireyler ve kurumlararası ilişkilerdeki etkisinin arttığı, bilginin, ekonomide hammadde ve ürün olarak kullanıldığı, düşük maliyetli bilgiişlem teknolojisinin, bilgisayar ve eklentilerinin yaygın biçimde kullanıldığı toplum.
Yorum ekle
bilgi ve belge yöneticisi (sos.)
sos. (Alm. Informatiker, m; Fr. spécialiste de l'information documentaire; İng. information and records manager) kütp. Bilginin, bilgi kaynaklarının derlenmesi, düzenlenmesi, erişimi ve yayımı sürecini içeren 'bilgi yönetimi' işini yapan; kütüphaneler, belgelikler, bilgi ve belge merkezlerini yöneten, bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanan, bunları kullananlara yardımcı olan kişi, bilgi ve belge uzmanı.
Yorum ekle

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
bilgi yapısı (sos.)
sos. (Alm. Informationsstruktur, f; Fr. structure d'information, f; İng. information structure) dilb. Bir tümce ya da sözcedeki bilginin, biçimsel ve kullanımsal süreçlerin bir arada ve etkileşimli olarak işlemesiyle oluşturulan yapısı.
Yorum ekle
bilgi yaşam çevrimi (müh.)
(Alm. Informationslebenzyklus, m; Fr. cycle de vie de l’information, m; İng. information life cycle) blşm. Bilginin gereksinim duyulup yaratıldığı an ile artık eskiyip değersizleşmesi arasındaki aşamaların tümü.
Yorum ekle
bilgi yenileme eğitimi (sos.)
sos. (Alm. Weiterbildung, f; Fr. éducation recurrente, f; İng. refresher education) egitb. Görevlilere, görevleriyle ilgili yöntemleri, uygulamaları, araç ve gereçleri daha etkili bir biçimde kullanabilmeyi, gerekli bilgi, beceri ve görüşleri tanıtmayı ve geliştirmeyi amaç edinen, iş dışı eğitim türü.
Yorum ekle
bilgi yinelemesi (sos.)
sos. (Alm. Einstudierung der Kenntnis, f; Fr. répétition, f; İng. rehearsal) ruhb. Öğrenilenlerin daha sonra kolayca anımsanması amacıyla bilinç düzeyinde yineleme yoluyla uzun süreli belleğe aktarılması.
Yorum ekle
bilgi yönetimi (sos.)
sos. 1. (Alm. Informationsmanagement, n; Fr. gestion d'information, f; İng. information management) kütp. Bir örgütte bulunan bilgi ile verinin toplanması, düzenlenmesi, depolanması ve bunlardan yararlanılması süreci. 2. (Alm. Wissensverwaltung, f; Fr. gestion de l'information, f; İng. management of knowledge) topb. Eğitim kurum ve izlencelerinin, bilginin, bilgi olduğunu onaylayan ve aykırı yorumların ortaya çıkmasını önleyen yöntemlerle birlikte, geçerli bilginin ne olduğunu denetleme süreci.
Y

yuksel dedi ki...

Yorum ekle
bilgi yönetim sistemi (müh.)
(Alm. Wissensmanagementsystem, n; Fr. système de gestion des connaissances, m; İng. knowledge management system) blşm. Bir kuruluştaki bilgi ve deneyimlerin uzun ömürlü olabilmesi için bilgi ve beceri paylaşımını sağlayan, bir fikrin doğuşundan verilerin toplanmasına, becerilerin geliştirilmesinden bir ürün ya da hizmete dönüşene kadar bütün süreçleri içeren bilişim sistemleri bütünü.
Yorum ekle
İlgili Sonuçlar
ağ kuramı (müh.)
aktif görü (müh.)
aydınlatılmış onam (müh.)
bakışımsız enformasyon (müh.)
bulgetir sistemi (müh.)
bulut bilişim (müh.)
DNS kayıt işletmeni (müh.)
fare (müh.)
fiziksel özkaynak (müh.)
hizmetin devamlılığı (müh.)
imleşim bilgisi (müh.)
in silico ilaç tasarımı (müh.)
izinsiz giriş (müh.)
makine komutu (müh.)
mobil bilgi işleme (müh.)
olta atma (müh.)
paylaşılan özkaynaklar (müh.)
posta sunucusu (müh.)
sayfa başlığı (müh.)
tarafsız önsel olasılık dağılımı (müh.)
virüslü bilgisayar (müh.)
yanıt (müh.)
yerleşik bilgisayar (müh.)
yönetim bilişim sistemi (müh.)
yöngüdüm bilgisayarı (müh.)

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

Beşinci Şuâ

Otuz sene evvel yazılan matbu Muhakemat-ı Bediiyyede bahsedilen "Sedd-i Zülkarneyn" ve Ye'cüc, Me'cüc ve sâireşrat-ı kıyametten yirmi mesele, o Muhakemat'a bir tetimmeolarak on üç sene HAŞİYE-1 evvel bir kısım müsveddesi yazılmış idi. Aziz bir dostumun hatırı için tebyiz edildi, Beşinci Şuâoldu.

Otuz Birinci Mektuptan Otuz Birinci Lem'anın BeşinciŞuâıdır.

İHTAR: Evvelce Mukaddimeden sonra gelen Meseleler okunsun, tâMukaddimedeki maksat anlaşılsın.

فَقَدْ جَۤاءَ اَشْرَاطُهَا 1 âyetinin bir nüktesi, bu zamanda akîde-i avâm-ı mü'minîni vikaye ve şübehattan muhafaza için yazılmış. Âhirzamanda vukuagelecek hâdisâta dair hadîslerin bir kısmı, müteşabihat-ı Kur'âniye gibi, derin mânâları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerindete'vil ederler.



Haşiye-1

Şimdi kırk seneden geçmiş.

Dipnot-1

"Onun alâmetleri gelmiştir." Muhammed Sûresi, 47:18

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Muhakemat / Muhakemat-ı Bediiye: Bediüzzaman’ın eserlerinden biriSedd-i Zülkarneyn: Hz. Zülkarneyn tarafından yaptırılan setYe’cüc ve Me’cüc: Kur’ân-ı Kerimde bahsi geçen ve ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacak olan kavimlerakîde-i avâm-ı mü’minîn: mü’minlerden avam tabakasının inanç seviyesiaziz: çok değerli, izzetlievvel: önceeşrat-ı kıyamet: kıyamet alâmetlerihadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketleri veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışhaşiye: dipnot, açıklayıcı nothâdisât: hâdiseler, olaylarihtar: hatırlatma, ikazlem’a: parıltımaksat: amaç, gayematbu: basılmışmuhafaza: korumamuhkemat: Kur’ân’daki yoruma gerek kalmayacak şekilde açık olan âyetlermukaddime: bir kitabın başlangıç ve giriş bölümümüsvedde: karalama halindeki yazı, ilk nüshamüteşabihat-ı Kur’âniye: Kur’ândaki mânâsı açık olmayan âyetlernükte: ince anlamlı sözsair: diğer, başkatebyiz: karalama olarak yazılan bir yazıyı temize çekmetefsir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitaptetimme: ek, tamamlayıcı notte’vil: yorumvikaye: korumavukua gelme: meydana gelmeâhirzaman: dünyanın kıyamete yakın son devresiâyet: Kur’ân’ın her bir cümlesişua: parıltışübehat: şüpheler, tereddütler

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُۤ إِلاَّ اللهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ 1 sırrıyla, vukuundan sonrate'villeri anlaşılır ve murat ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlar

اٰمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا 2 deyip o gizli hakikatleri izhar ederler.

Bu Beşinci Şuânın bir Mukaddimesi ve yirmi üç Meselesi vardır. Mukaddime beş noktadır.

Birinci nokta: İman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, birmüsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarîmeseleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecedezarurî olmaz. Tâ ki, Ebu Bekir'ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil'ler esfel-i sâfilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki,mu'cizeler seyrek ve nâdir verilir. Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur'âniye gibi kapalı ve te'villi oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve iman makbul olmaz. Çünkü, Ebu Bekir'ler Ebu Cehil'ler ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsâaleyhisselâmın nüzûlü dahi ve kendisi İsâ aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan3 gibi eşhâs-ı müthişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.

İkinci nokta: Peygambere bildirilen umûr-u gaybiye, bir kısmı tafsil ile bildirilir.



Dipnot-1

"Halbuki o âyetlerin tefsirini Allah'tan ve ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlardan başkası bilemez." Âl-i İmrân Sûresi, 3:7. (Bu meal, müteahhirîn alimlerine (Yaklaşık Milâdî 1100 tarihinden sonra gelen âlimlere) göredir. Daha geniş bilgi için bk. Birinci Şua, On Üçüncü ve On Dördüncü Âyetler.)

Dipnot-2

"Biz buna inandık. Muhkem âyetler de, müteşâbih âyetler de, hepsi Rabbimizin katından indirilmiştir." Âl-i İmrân Sûresi, 3:7.

Dipnot-3

Süfyan denilen İslâm deccalının varlığı hakkında bir çok hadîs vardır. Bunlardan birisi için bk. el-Hâkim, el-Müstedrek: 4:520.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunDeccal: (bk. bilgiler)Ebu Bekir: (bk. bilgiler)Ebu Cehil: (bk. bilgiler)Hazret-i İsa: [bk. bilgiler - İsa (a.s.)]Süfyan: Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm Deccalıalâmet-i kıyamet: kıyametin kopmasını haber veren belirtilerbedahet: açıklıkbedihî: çok belirgin, açıkdâr-ı teklif: imtihan yeri, dünyaesfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısıeşhâs-ı müthişe: dehşet verici icraatlar yapacak olan şahıslareşrât-ı saat: kıyametin kopacağını haber veren şartlarhakikat: doğru, gerçekhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıihtiyar: bir şeyi tercih edebilme gücü, iradeizhar etme: açığa çıkarma, göstermemakbul: kabul edilenmağrip: batımukaddime: bir kitabın başlangıç ve giriş bölümümüsabaka: yarışmamüteşabihat-ı Kur’âniye: Kur’an’da hükmü açık olmayan, yorumlanması gereken âyetlernazarî: teoriknur-u iman: iman nurunâdir: eşine az rastlanannüzûl: gökten aşağıya inmerâsih: ilimde derinleşmiş olan, ilimde otorite sahibi olantafsil: ayrıntıtasdik: doğrulama, onaylamatecrübe: deneyimteklif: yükümlülük, sorumluluktetkik: inceleme, araştırmatevbe: pişmanlık duyarak günahtan dönüşte’vil: yorumumûr-u gaybiye: gayba ait, bilinmeyen işler ve gelişmelervuku: gerçekleşme, meydana gelmezarurî: zorunlu, gerekliâlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesiİsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]şua: parıltı

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

Bu kısımda hiç tasarruf edilmez ve karışamaz: Kur'ân'ın ve hadîs-i kudsîninmuhkematı gibi.

Ve diğer bir kısmı icmal ile bildirilir, tafsilât ve tasviratı onun içtihadına havâle edilir: İmana girmeyen hâdisât-ı kevniyeye ve vukuat-ı istikbâliyeye dair hadîsler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (aleyhissalâtü vesselâm) belâğatiyle, temsillersuretinde, sırr-ı teklif hikmetine muvafık tafsil ve tasvir eder. Meselâ, bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: "Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennemin dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür." Bu garip haberden beş altı dakika sonra birisi geldi, dedi: "Ya Resulallah, yetmiş yaşında bulunan filân münafık vefat etti, Cehenneme gitti."1Peygamberin yüksek belîğâne kelâmının te'vilini gösterdi.

İHTAR: Hakaik-i imaniyeye girmeyen cüz'î hâdisât-ı istikbaliye nazar-ı Nübüvvetteehemmiyetsizdir.

Üçüncü nokta: İki Nüktedir.

Birincisi: Teşbihler ve temsiller suretinde rivayet edilen bir kısım hadîsler, mürûr-u zamanla avâmın nazarında hakikat telâkki edildiğinden, vâkıa mutabık çıkmıyor.Ayn-ı hakikat olduğu halde, vâkıa mutabakatı görünmüyor. Meselâ, Hamele-i Arşgibi arzın hamelesinden olan "Sevr" ve "Hut" namında ve misalinde iki melâike, koca bir öküz ve pek büyük bir balık tasavvur edilmiş.

İkincisi: Bir kısım hadîsler İslâmların ekseriyeti noktasında veya



Dipnot-1

Müslim: Cennet, 31, Hadîs No: 2844; Müsned, 3:341, 346.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHamele-i Arş: Arş’ın taşıyıcıları; dört büyük melekHut: balıkSevr: öküzarz: dünyaavâm: halk tabakasıayn-ı hakikat: gerçeğin kendisibelâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söylemebelîğâne: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makamın icabına göre söylenmesicüz’î: yöresel, ferdîehemmiyetsiz: önemsizekseriyet: çoğunlukferman: emir, buyrukhadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketleri veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışhadîs-i kudsî: Peygamber Efendimizin naklettiği Kur’ân dışındaki Cenâb-ı Hakka ait sözlerhakaik-i imaniye: iman hakikatleri, esaslarıhakikat: doğru, gerçekhamele: taşıyıcıhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhâdisât-ı istikbaliye: gelecekteki olaylarhâdisât-ı kevniye: kâinatta meydana gelen hâdiselericmal: özet olarakihtar: hatırlatma, ikaziçtihad: dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hâdise dayanarak hüküm çıkarmakelâm: kelime, sözmelâike: meleklermisal: benzer, örnekmuhkemat: Kur’ân’daki yoruma gerek kalmayacak şekilde açık olan âyetlermuvafık: uygunmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünenmürûr-u zaman: zamanın geçmesinamında: adındanazar-ı Nübüvvet: peygamberlik bakışı, görüşünazarında: gözünde, bakışındanükte: ince anlamlı sözrivâyet: Hz. Peygambere ait bir sözün nakledilmesisuret: biçim, şekilsırr-ı teklif: imtihan sırrıtafsil: ayrıntılı olarak anlatmatafsilât: ayrıntılı bilgilertasarruf etmek: bir şey üzerinde bazı işlemler yapmaktasavvur: zihinde canlandırma ve tasarlamatasvir: bir konuyu örneklerle açıklamatasvirât: tasvirler, anlatımlartelâkki edilmek: anlaşılmak, kabul görmektemsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetmeteşbih: benzetmete’vil: yorumvefat: ölümvukuat-ı istikbâliye: gelecekte meydana gelecek olaylarvâkıa mutabık: gerçekleşen bir olayla uygunluk

yuksel dedi ki...

 3 / 6) /

Dördüncü Nokta( 1 / 1)

Sayfa

/923

hükûmet-i İslâmiyenin veya merkez-i hilâfetin nokta-i nazarında vürud ettiği halde, umum ehl-i dünyaya şamil zannedilmiş ve bir cihette hususî bulunduğu halde, küllî ve âmm telâkki edilmiş. Meselâ rivayette vardır ki, "Bir zaman gelecek, Allah Allah diyen kalmayacak."1 Yani, "Zikirhaneler kapanacak ve Türkçe ezan ve kàmet okunacak" demektir.

Dördüncü nokta: Ecel ve mevt gibi umur-u gaybiye çok hikmet ve maslahatcihetiyle gizli kaldığı misillü, dünyanın sekeratı ve mevti ve nev-i beşerin ve cins-i hayvanın eceli ve vefatı olan kıyamet dahi çok maslahatlar için gizlenilmiş.

Evet, eğer ecel vakti muayyen olsaydı, yarı ömür gaflet-i mutlaka içinde ve yarıdan sonra, darağacına asılmak için her gün bir ayak daha onun tarafına atılmakla dehşet-i mutlaka içinde, havf ve recanın muvazene-i maslahatkârâne vehakîmânesi bozulduğu gibi; aynen öyle de, dünyanın eceli ve sekeratı olan kıyametvakti muayyen olsaydı, kurûn-u ûlâ ve vustâ fikr-i âhiretten pek az müteessirolacaktı. Ve kurûn-u uhrâ, dehşet-i mutlaka içinde bulunup ne hayat-ı dünyeviyenin lezzeti ve kıymeti kalır ve ne de havf ve reca içinde ihtiyar ileitaatkârâne olan ubudiyetin ehemmiyeti ve hikmeti bulunurdu. Hem eğer muayyenolsa, bir kısım hakaik-i imaniye bedahet derecesine girer, herkes ister istemez tasdikeder. İhtiyar ve irade ile bağlı olan sırr-ı teklif ve hikmet-i iman bozulur.

İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye gizli kaldığından, herkes her dakikada hem ecelini, hem bekàsını düşündüğü için hem dünyaya, hem âhiretine çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın



Dipnot-1

Tirmizi, Fiten: 35; el-Hâkim, el-Müstedrek: 4:494; Ibn-i Hibban, Sahih: 8:299.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

asır: yüzyılbedahet: açık, âşikar, belirginbekà: devamlılık, kalıcılıkcihet: yön, tarafcins-i hayvan: canlı türleridehşet-i mutlaka: sınırsız bir dehşet haliecel: ölüm vaktiehemmiyet: değer, önemehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenlerfikr-i âhiret: öldükten sonraki hayat düşüncesigaflet-i mutlaka: tam anlamıyla âhiretten, Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma hâlihakaik-i imaniye: iman hakikatleri, esaslarıhakîmâne: hikmetle bir şekildehavf: korkuhayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhikmet-i iman: iman etmenin ardındaki hikmet, gayehususî: özelhükûmet-i İslâmiye: İslâmiyetin hükmettiği alan, bölgeihtiyar: bir şeyi tercih edebilme gücü, iradeitaatkârâne: itaat ederek, boyun eğerekkamet: farz namaza durmadan önce okunan ezankurûn-u uhrâ: son çağ, dünya hayatının kıyamete yakın son devresikurûn-u ûlâ ve vustâ: ilk ve orta çağlarküllî: bütün fertleri içine alan, kapsamlıkıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılmasımaslahat: fayda, yararmerkez-i hilâfet: hilâfet merkezi, halifelik makamının bulunduğu yermevt: ölümmisillü: benzeri, gibi, aynısımuayyen: belirli, bilinenmuvazene-i maslahatkârâne: büyük faydalarla dolu denge halimüteessir: etkilenen, bir şeyin tesiri altında kalannev-i beşer: insanlarnokta-i nazar: bakış açısıreca: ümitrivâyet: Hz. Peygambere ait bir sözün nakledilmesisekerat: can çekişme anısırr-ı teklif: imtihan sırrıtasdik: doğrulama, onaylamatelâkki etmek: anlamak, kabul etmekubûdiyet: Allah’a kullukumum: bütünumûr-u gaybiye: gayba ait, bilinmeyen işler ve gelişmelervefat: ölümvürud etme: meydana gelmezikirhane: Allah’ın anıldığı yerâhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayatâmm: genelşamil: içine alan, kuşatan

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

devamını düşünebildiği için, hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye, hem hiç ölmeyecek gibi imaret-i dünyaya çalışabilir.

Hem de musibetlerin vakti muayyen olsaydı, musibet başına gelen adam,musibetin intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade mânevî birmusibet, o intizardan çekmemesi için, hikmet ve rahmet-i İlâhiye tarafından gizli, perdeli bırakılmış. Ve ekser hâdisât-ı kevniye-i gaybiye böyle hikmetleri bulunduğundandır ki, gaybdan haber vermek yasak edilmiş.

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ 1 düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, medâr-ı teklif ve hakaik-i imaniyeden başka olan umûr-u gaybiyeden izn-i Rabbânî ile haber verenler dahi, yalnız işaret suretinde perdeli ve kapalı ihbaretmişler. Hattâ Tevrat ve İncil ve Zebur'da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki, o kitapların bir kısım tâbilerite'vil edip iman etmediler. Fakat itikadât-ı imaniyeye giren meseleleri tasrihle ve tekrarla ihbar etmek ve açık bir surette tebliğ etmek hikmet-i teklifin muktezası olduğundan, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan ve Tercüman-ı Zîşânı (a.s.m.) umûr-u uhreviyeden tafsilen ve hâdisât-ı istikbaliye-i dünyeviyeden icmalen haber vermişler.

Beşinci nokta: Hem her iki deccalın, asırlarına ait olan harikaları, onların bahsiyle ve münasebetiyle rivayet edildiğinden, onların şahıslarından sudûr edeceği telâkkive tevehhüm edilmesinden, o rivayet müteşabih olmuş, mânâsı gizlenmiş, meselâtayyare ve şimendiferle gezmesi...

Hem meselâ, meşhur olmuş ki, İslâm Deccalı öldüğü vakit ona hizmet eden



Dipnot-1

Gaybı ancak Allah bilir.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Deccal: (bk. bilgiler)Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ânTercüman-ı Zîşân: Şanlı Tercüman; Allah’tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz Hz. MuhammedTevrat: (bk. bilgiler)Zebur: (bk. bilgiler)asır: yüzyılbahis: konudüstur: kâide, kuralekser: pek çokfânilik: gelip geçici olmagayb: bilinmeyen ve görünmeyen âlemhakaik-i imaniye: iman hakikatleri, esaslarıhayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatıhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhikmet-i teklif: insanlara dünya hayatında bazı sorumlulukların yüklenmesinin hikmeti, imtihan gayesihâdisât-ı istikbaliye-i dünyeviye: gelecekte dünya üzerinde meydana gelecek olaylarhâdisât-ı kevniye-i gaybiye: maddî âlemde gelecekte meydana gelecek olan olaylarhürmetsizlik: saygısızlıkicmalen: kısaca, özetleihbar etmek: haber vermekimaret-i dünya: dünyanın imar edilmesi, üzerinde yapıların kurulmasıintizar: beklemeitaatsizlik: emre uymama, isyanitikadât-ı imaniye: imanla bağlantılı inanışlarizn-i Rabbânî: bütün varlıkların Rabbi olan Allah’ın iznimedar-ı teklif: görev ve sorumluluk sebebimeşhur: herkes tarafından bilinenmuayyen: belirlenmiş, bellimukteza: gerektiren sebepmusibet: belâ, felaket, sıkıntımünasebet: bağlantı, ilgimüteşâbih: mânâsı açık olmayan ve yorumlanması gereken âyet veya hadîsrahmet-i İlâhiye: Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti, şefkatirivâyet: Hz. Peygambere ait bir sözün nakledilmesisudûr etmek: ortaya çıkmaksuret: biçim, şekiltafsilen: ayrıntılı olaraktasrih: açıklamatayyare: uçaktebliğ etmek: bildirmektelâkki etmek: anlamak, kavramaktevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, olmayan şeyi var kabul etmekte’vil: yorumtâbi: bağlı, uyanumur-u uhreviye: âhirete ait işlerumûr-u gaybiye: gayba ait, bilinmeyen işler ve gelişmelerziyade: çok, fazlaİncil: (bk. bilgiler)şimendifer: tren

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

şeytan, İstanbul'da Dikilitaş'ta bütün dünyaya bağıracak1 ve herkes o sesi işitecek ki, "O öldü." Yani pek acip ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyoyla bağırılacak, haber verilecek.

Hem Deccalın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükûmetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı, onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle mânâsı gizlenmiş. Meselâ, "O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsâ (a.s.) onu öldürebilir, başka çare olamaz"2 rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcırejimini bozacak, öldürecek, ancak semâvî ve ulvî hâlis bir din İsevîlerde zuhuredecek ve hakikat-i Kur'âniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın nüzulüyle o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.

Hem bir kısım râvîlerin kàbil-i hatâ içtihadlarıyla olan tefsirleri ve hükümleri, hadîskelimelerine karışıp hadîs zannedilir, mânâ gizlenir. Vâkıa mutabakatı görünmez,müteşabih hükmüne geçer.

Hem eski zamanda, bu zaman gibi cemaatin ve cemiyetin şahs-ı mânevîsi inkişafetmediğinden ve fikr-i infirâdî galip olduğundan, cemaatin sıfat-ı azîmesi ve büyükharekâtı o cemaatin başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle, o şahıslar, harika ve küllî sıfatlara lâyık ve muvafık olmak için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acûbe cisim ve müthiş bir heykel ve çok harika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden öyle tasvir edilmiş. Vâkıa mutabakatı görünmüyor ve o rivayet müteşabih olur.

Hem iki deccalın sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelenrivayetlerde iltibas oluyor; biri, öteki zannedilir. Hem Büyük Mehdinin halleri sâbık



Dipnot-1

Müslim, Fiten: 34.

Dipnot-2

Tirmizi, Fiten: 62; Ebu Davud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunBüyük Mehdî: (bk. bilgiler – Mehdî)Deccal: (bk. bilgiler)Dikilitaş: (bk. bilgiler)Hazret-i İsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]acûbe: alışılmışın dışında, çok garipcemaat: toplulukcemiyet: dernekcihet: yön, taraffikr-i infirâd: bir çok özelliği tek bir kişi üzerine yükleme düşüncesihadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışhakikat-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatiharekât: hareketlerhâlis: samimi, saf, temizhüküm: yargı, kararicraat: faaliyetiktida etme: uymailtibas olma: karıştırılmainkişaf: açığa çıkma, görünmeittihad etme: birleşmeiçtihad: dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve sünnetten hareketle hüküm çıkarmakabil-i hatâ: hatalı olması mümkün olankomite: bir maksat için kurulan gizli cemiyetküllî: geniş, kapsamlımahvolmak: yok olmakmutabakat: uygunlukmutlak: herhangi bir sınırlama olmayanmuvafık: lâyık, uygunmünasebettar: bağlantılı, ilgilimüteşâbih: mânâsı açık olmayan, yorumlanmaya ihtiyacı olan âyet ve hadîslernüzûl: yukarıdan aşağıya inmerejim: bir yönetim şeklirivâyet: Hz. Peygambere ait bir sözün nakledilmesirâvi: rivâyet eden, nakledensemâvî: Allah tarafından gönderilensâbık: önceki, geçmişsıfat-ı azîme: büyük sıfattasvir: tasarlama, bir şeyi sözle veya yazıyla anlatma, göz önünde canlandırmatefsir: Kur’ân-ı Kerim âyetlerini çeşitli açılardan yorumlamateşkil etme: oluşturma, meydana getirmeulvî: yüce, yüksekvâkıa: olayvâkıa mutabakat: gerçekleşen olaylarla uygunlukzuhur: görünme, ortaya çıkmaİsevî: Hıristiyanlık, Hıristiyanlığa aitİstanbul: (bk. bilgiler)şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

şeytan, İstanbul'da Dikilitaş'ta bütün dünyaya bağıracak1 ve herkes o sesi işitecek ki, "O öldü." Yani pek acip ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyoyla bağırılacak, haber verilecek.

Hem Deccalın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükûmetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı, onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle mânâsı gizlenmiş. Meselâ, "O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsâ (a.s.) onu öldürebilir, başka çare olamaz"2 rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcırejimini bozacak, öldürecek, ancak semâvî ve ulvî hâlis bir din İsevîlerde zuhuredecek ve hakikat-i Kur'âniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın nüzulüyle o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.

Hem bir kısım râvîlerin kàbil-i hatâ içtihadlarıyla olan tefsirleri ve hükümleri, hadîskelimelerine karışıp hadîs zannedilir, mânâ gizlenir. Vâkıa mutabakatı görünmez,müteşabih hükmüne geçer.

Hem eski zamanda, bu zaman gibi cemaatin ve cemiyetin şahs-ı mânevîsi inkişafetmediğinden ve fikr-i infirâdî galip olduğundan, cemaatin sıfat-ı azîmesi ve büyükharekâtı o cemaatin başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle, o şahıslar, harika ve küllî sıfatlara lâyık ve muvafık olmak için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acûbe cisim ve müthiş bir heykel ve çok harika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden öyle tasvir edilmiş. Vâkıa mutabakatı görünmüyor ve o rivayet müteşabih olur.

Hem iki deccalın sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelenrivayetlerde iltibas oluyor; biri, öteki zannedilir. Hem Büyük Mehdinin halleri sâbık



Dipnot-1

Müslim, Fiten: 34.

Dipnot-2

Tirmizi, Fiten: 62; Ebu Davud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunBüyük Mehdî: (bk. bilgiler – Mehdî)Deccal: (bk. bilgiler)Dikilitaş: (bk. bilgiler)Hazret-i İsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]acûbe: alışılmışın dışında, çok garipcemaat: toplulukcemiyet: dernekcihet: yön, taraffikr-i infirâd: bir çok özelliği tek bir kişi üzerine yükleme düşüncesihadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışhakikat-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatiharekât: hareketlerhâlis: samimi, saf, temizhüküm: yargı, kararicraat: faaliyetiktida etme: uymailtibas olma: karıştırılmainkişaf: açığa çıkma, görünmeittihad etme: birleşmeiçtihad: dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve sünnetten hareketle hüküm çıkarmakabil-i hatâ: hatalı olması mümkün olankomite: bir maksat için kurulan gizli cemiyetküllî: geniş, kapsamlımahvolmak: yok olmakmutabakat: uygunlukmutlak: herhangi bir sınırlama olmayanmuvafık: lâyık, uygunmünasebettar: bağlantılı, ilgilimüteşâbih: mânâsı açık olmayan, yorumlanmaya ihtiyacı olan âyet ve hadîslernüzûl: yukarıdan aşağıya inmerejim: bir yönetim şeklirivâyet: Hz. Peygambere ait bir sözün nakledilmesirâvi: rivâyet eden, nakledensemâvî: Allah tarafından gönderilensâbık: önceki, geçmişsıfat-ı azîme: büyük sıfattasvir: tasarlama, bir şeyi sözle veya yazıyla anlatma, göz önünde canlandırmatefsir: Kur’ân-ı Kerim âyetlerini çeşitli açılardan yorumlamateşkil etme: oluşturma, meydana getirmeulvî: yüce, yüksekvâkıa: olayvâkıa mutabakat: gerçekleşen olaylarla uygunlukzuhur: görünme, ortaya çıkmaİsevî: Hıristiyanlık, Hıristiyanlığa aitİstanbul: (bk. bilgiler)şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

mehdilere işaret eden rivayetlere mutabık çıkmıyor, hadîs-i müteşabih hükmüne geçer. İmam-ı Ali (r.a.) yalnız İslâm Deccalından bahseder.

Mukaddime bitti, meselelere başlıyoruz.

Şimdilik o hâdisât-ı gaybiyenin yüzer misallerinden,mülhidler tarafından avâmın akidelerini bozmak fikriyle işâaedilen yirmi üç Meseleleri, tevfik-i Rabbânî ile, gayet muhtasarbir surette beyan edilecek. Ve o Meseleler mülhidlerin tahmini gibi zarar vermemekle beraber, herbiri bir lem'a-i i'câz-ı Nebevî olduğu görünmekle ve hakikî te'villeri ispat ve izharedilmekle akîde-i avâmı kuvvetlendirmeye mühim bir sebep olmasını rahmet-i Rabbânîden rica edip hatîâtımı vegalatatımı afv ve mağfiret altına almasını Rabb-i Rahîmimdenniyaz ederim.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Deccal: (bk. bilgiler)Rabb-i Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan ve herşeyi terbiye ve idare eden Allahafv: affetme, bağışlamaakide: inançakîde-i avâm: geniş halk tabakasının akidesi, inancıavâm: halk tabakasıbeyan: açıklamagalatat: hatalar, yanlışlargayet: çokhadîs-i müteşâbih: mânâsı açık olmayan ve yorumlanabilir olan hadîs-i şerifhakikî: asıl, gerçekhatîât: hatalarhâdisât-ı gaybiye: gayb âlemine ait bilinmeyen olaylarizhar etme: açığa çıkarma, göstermeişâa etme: yayma, duyurmalem’a-i i’câz-ı Nebevî: Peygamber Efendimizden kaynaklanan mu’cizelik parıltılarımağfiret: bağışlamamehdî: (bk. bilgiler)misal: benzer, örnekmuhtasar: kısa, özetmukaddime: bir kitabın başlangıç ve giriş bölümümutabık: uygunmülhid: dinsizniyaz: dua etme, yalvarıp yakarmarahmet-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın sonsuz rahmetirivâyet: Hz. Peygambere ait bir sözün nakledilmesisuret: biçim, şekiltevfik-i Rabbânî: her şeyin Rabbi olan Allah’ın yardımı, muvaffak kılmasıte’vil: yorumİmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]

yuksel dedi ki...

Beşinci Şuâ'ın İkinci Makamı ve Meseleleri

BİRİNCİ MESELE

Rivayette var ki, "Âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyanın eli delinecek."

Allahu a'lem, bunun bir te'vili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, "Filân adamın eli deliktir." Yani çok müsriftir.

İşte, "Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar eder" diye bu hadîs ihtar ediyor; "İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer" diye haber verir.

İKİNCİ MESELE

Rivayette var ki, "Âhirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında 'Hâzâ kâfir'yazılmış bulunur."1

Allahu a'lem bissavab, bunun te'vili şudur ki: O Süfyan, kendi başına frenklerinserpuşunu koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanunla tâmim ettiğinden, oserpuş dahi secdeye gittiği için, inşaallah ihtida eder; daha herkes—yalnız istemeyerek—onu giymekle kâfir olmaz.

ÜÇÜNCÜ MESELE

Rivâyette var ki, "Âhirzamanın müstebit hâkimleri, hususan Deccalın yalancı cennet ve cehennemleri bulunur."2



Dipnot-1

Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101, 102; Tirmizî, Fiten: 62; Müsned, 3:115, 211, 228, 249, 250, 5:38, 404-405, 6:139-140.

Dipnot-2

Müslim, Fiten, 104, 109; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned, 5:397.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Allahu a’lem: Allah en iyisini bilirAllahu a’lem bissavab: doğruyu en iyi Allah bilirDeccal: (bk. bilgiler)Süfyan: Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm Deccalıcebir: zorlamadarb-ı mesel: atasözüdâm: tuzakeşhas-ı mühimme: önemli kişilerfrenk: Avrupalı, yabancıhadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışhususan: bilhassa, özellikleihtar: hatırlatma, ikazihtida: hidayete gelme, İslâmı kabul etmeinşaallah: Allah’ın izniyleisrafat: israflar, savurganlıklarkâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin bir hükmü inkâr eden kimselehviyat: haram eğlenceler, oyunlarmusahhar: boyun eğen, emre uyanmüsrif: israf eden, savurganmüstebit: baskıcı, diktatörrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesisefahet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlükserpuş: başa giyilen bir tür başlık, şapkatama: aşırı arzu, açgözlülük, hırste’vil: yorumâhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresişua: parıltı“Hâzâ kâfir”: “Bu kafirdir”

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ 1 bunun bir te'vili şudur ki: Hükûmet dairesinde karşı karşıya kurulan ve birbirine bakan vaziyette bulunan hapishane ile lise mektebi, "Biri hûrive gılmanın çirkin bir taklidi, diğeri azap ve zindan suretine girecek" diye bir işarettir.

DÖRDÜNCÜ MESELE

Rivâyette var ki, "Âhirzamanda Allah Allah diyecek kalmaz."2

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ 3 bunun bir te'vili şu olmak gerektir ki: "Allah Allah Allah" deyip zikreden tekyeler, zikirhâneler, medreseler kapanacak ve ezan vekàmet gibi şeâirde ismullah yerine başka isim konulacak demektir. Yoksa, umuminsanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir. Çünkü Allah'ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahivukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah'ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hatâ ediyorlar.

Diğer bir te'vili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için,mü'minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir. Kıyamet kâfirlerin başlarında patlar.

BEŞİNCİ MESELE

Rivayette vardır ki, "Âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar ulûhiyet dâvaedecekler ve kendilerine secde ettirecekler."4

Allahu a'lem, bunun bir te'vili şudur ki: Nasıl ki padişahı inkâr eden bir bedevîkumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de, tabiiyyun ve maddiyyunmezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevirububiyet



Dipnot-1

"…Gerçek bilgi ancak Allah katındadır." Mülk Sûresi, 67:26.

Dipnot-2

Müslim, İmân: 234; Tirmizi, Fiten: 35; Müsned, 3:107, 201, 259.

Dipnot-3

Gaybı ancak Allah bilir.

Dipnot-4

el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:508; İbni Kesîr, Nihayetü'l-Bidâye ve'n-Nihâye: 1:125, 126; Müsned, 4:20, 5:372

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Allahu a’lem: Allah en iyisini bilirDeccal: (bk. bilgiler)bedevî: çölde yaşayan, göçebedâva etmek: bir iddiayı savunmakekser: çoğunlukeşhas: şahıslargılman: Cennette hizmet eden delikanlılarhûri: Cennet kızıinkâr: inanmama, kabul etmemeismullah: “Allah” lâfzıkabzedilme: insanların ruhunun alınmasıkamet: farz namaza durmadan önce okunan ezankâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin bir hükmü inkâr eden kimseküfr-ü mutlak: her açıdan inkârcılığa düşmekmaddiyyun: materyalistler, her şeyi madde ile açıklamaya çalışanlarmedrese: ders görülen, ders okutulan yermezhep: tutulan yol, usulmü’min: iman etmiş, Allah’a inanannevi: çeşit, türnisbet: ölçü, oranrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesirububiyet: Allah’ın bütün varlıklar üzerindeki malikiyet ve egemenliği, her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran terbiyesisuret: biçim, şekiltabiiyyun: tabiatçılar, her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenlertasavvur: düşünme, zihinde şekillendirme, tasarlamatekye: Allah’ın zikredildiği yerte’vil: yorumulûhiyet: ilâhlıkumum: bütünvuku: gerçekleşme, meydana gelmezikir: Allah’ı anmakzikirhane: Allah’ın anıldığı yerâhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresişeâir: İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerineubudiyetkârâne serfüru ettirirler, başlarını rükûa getirirler demektir.

ALTINCI MESELE

Rivayette var ki, "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkimolmaz."1 Bunun için bin üç yüz sene zarfında emr-i Peygamberî ile bütün ümmeto fitneden istiâze etmiş, azab-ı kabirden sonra

مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ.. مِنْ فِتْنَةِ اٰخِرِ الزَّمَانِ     2

vird-i ümmet olmuş.

Allahu a'lem bissavab, bunun bir te'vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâp ederler. Meselâ,Rusya'da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler. Ve kadın, kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten çok meyyal olmasından, seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar. Ve fıtraten cemâlperest erkekler dahi, nefsine mağlûp olup o ateşesarhoşâne bir sürurla düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid'aları, birer câzibedarlıkla pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa, cebr-i mutlakla olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.

YEDİNCİ MESELE:

Rivayette var ki, "Süfyan büyük bir âlim olacak, ilimle dalâlete düşer. Ve çokâlimler ona tâbi olacaklar."

Ve'l-ilmu indallah, bunun bir te'vili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet vekudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat



Dipnot-1

Süyûtî, el-Fethü'l-Kebîr: 1:315, 2:185, 3:9; el-Hâvî Li'l-Fetâva: 2:217; Ebu Abdullah Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs: 1:266.

Dipnot-2

"Mesih Deccalın fitnesinden... Ahirzaman fitnesinden... (Sana sığınıyoruz Allah'ım)." Buharî, Daavât: 37, 39, 44, 45, 46, Ezan: 149, Cenâiz: 88, Fiten: 26; Müslim, Mesâcid: 127, 128, 130-134; Müsned, 6:139.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Allahu a’lem bissavab: en doğruyu Allah bilirRusya: (bk. bilgiler)Süfyan: Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm Deccalıazab-ı kabir: kabir azabıaşiret: aynı soydan gelenlerin oluşturduğu toplulukbid’a: dinde olmayıp sonradan dine aykırı şekilde ortaya çıkan şeylercebr-i mutlak: tam, kesin baskı, tam diktatörlükcemâlperest: güzelliğe düşküncâzibedarlık: çekicilikdalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlıkemr-i Peygamberî: Peygamber Efendimizin emrifitne: bozgunculukfitne-i âhirzaman: dünyanın sonuna yakın dönemde ortaya çıkacak olan fitnelerfıtraten: yaratılış gereğihâkim: hükmedenihtiyar: irade, tercihirtikâp etme: kötü iş işlemeistiâze: Allah’a sığınmakabile: toplulukkebâir: büyük günahlarkudret: güç, kuvvet, iktidarlehviyat: haram eğlenceler, oyunlarmağlup: yenik düşenmeftun: düşkün, tutkunmeyyal: meyillinefis: insanı hazır, dünyevî zevk ve isteklere sevk eden duygunefisperest: nefsini seven, nefsinin arzularına düşkünraiyet: halk, tabi olanlarrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesirükû: eğilmeksarhoşâne: sarhoşçasınaserfüru: baş eğmeservet: zenginliksürur: mutluluk, sevinçtahayyül: hayal etmete’vil: yorumtâbi: bağlı, uyanubûdiyetkârâne: kulluk eder bir şekildevasıta-i saltanat: saltanat vasıtası, aracıve’l-ilmu indallah: gerçek bilgi ancak Allah katındadırvird-i ümmet: İslâm ümmetinin sürekli tekrar ettiği duazarfında: içindeâlim: ilim ehli, bilginümmet: Peygamber Efendimize inanıp onun yolundan gidenler

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

olmadığı halde, zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüt eden maarifi rehber ediptâmimine şiddetle çalışır, demektir.

SEKİZİNCİ MESELE

Rivayetler, Deccalın dehşetli fitnesi İslâmlarda olacağını1 gösterir ki, bütünümmet istiâze etmiş.

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ 2 Bunun bir te'vili şudur ki: İslâmların Deccalı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali'nin (r.a.) dediği gibi demişler ki: OnlarınDeccalı Süfyandır, İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin BüyükDeccalı ayrıdır.3 Yoksa Büyük Deccalın cebir ve ceberut-u mutlakına karşı itaatetmeyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz.

DOKUZUNCU MESELE

Rivayetlerde, vukuat-ı Süfyaniye ve hâdisât-ı istikbaliye Şam'ın etrafında veArabistan'da tasvir edilmiş.

Allahu a'lem, bunun bir te'vili şudur ki: Merkez-i hilâfet eski zamanda Irak'ta veŞam'da ve Medine'de bulunduğundan, râvîler kendi içtihadlarıyla, daimî öyle kalacak gibi mânâ verip, merkez-i Hükûmet-i İslâmiye yakınlarında tasvir etmişler,Halep ve Şam demişler. Hadîsin mücmel haberlerini, kendi içtihadlarıyla tafsiletmişler.



Dipnot-1

Suyutî, el-Örfî Va'di fî Ahbari'l-Mehdi: 2:233, 334.

Dipnot-2

Gaybı ancak Allah bilir.

Dipnot-3

Süyûtî, el-Orfu'l-Verdî fî Ahbari'l-Mehdi (el-Hâvî li'l-Fetâva): 2:234; Ahmed Zeynî Dahlan, el-Fütûhâtü'l-İslâmiye: 294; el-Berzenci, el-İşâa' fî Eşrâti's-Sâa': 95-99; İbni Haceri'l-Heytemî, el-Fetâva'l-Hadîsiyye: 36; Muhtasar u Tezkireti'l-Kurtubî: 133-134.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Allahu a’lem: Allah en iyisini bilirArabistan: (bk. bilgiler – Arap Yarımadası)Deccal: (bk. bilgiler)Halep: (bk. bilgiler)Irak: (bk. bilgiler)Medine: (bk. bilgiler)Süfyan: Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm Deccalıceberut-u mutlak: sınırsız baskı ve zorbalıkcebir: zorlamaehl-i tahkik: hakikati araştıran ve delilleriyle bilen âlimlerfen: bilimfetva: bir mesele hakkında ehil olan kimse tarafından verilen dinî hükümhadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışhâdisât-ı istikbaliye: gelecekteki olaylaristiâze: Allah’a sığınmaitaat etme: emre uymaiçtihad: dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadîsi dayanarak hüküm çıkarmakâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin bir hükmü inkâr eden kimsemaarif: eğitimmerkez-i Hükûmet-i İslâmiye: İslâm hükümetinin merkezimerkez-i hilâfet: hilafet merkezi, halifelik makamının bulunduğu yermevki: yer, konummuallim: öğretmenmücmel: kısa, özetrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesirâvi: hadîs rivâyet eden, bir hadîsi nakledentafsil: ayrıntılı olarak açıklamatasvir: bir şeyi sözle veya yazıyla anlatma, göz önünde canlandırmatecerrüt eden: soyutlananteshir: boyun eğdirmete’vil: yorumtâmim: genelleştirme, yaymavukuat-ı Süfyaniye: İslâm Deccalı olan Süfyan ile ilgili olaylarzekâvet: zekilik, kurnazlıkâlim: ilim ehli, bilginümmet: Peygambere inanıp onun yolundan gidenlerİmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]Şam: (bk. bilgiler)şehid: Allah yolunda canını feda eden Müslüman

yuksel dedi ki...

/923

ONUNCU MESELE

Rivayetlerde, eşhas-ı âhirzamanın fevkalâde iktidarlarından bahsedilmiş.

Vel'ilmü indallah, bunun te'vili şudur ki: O şahısların temsil ettikleri mânevî şahsiyetin azametinden kinâyedir. Bir vakit Rusya'yı mağlûp eden JaponBaşkumandanının sûreti, bir ayağı Bahr-i Muhitte, diğer ayağı Port Arthur Kalesinde olarak gösterildiği gibi, şahs-ı mânevînin dehşetli azameti, o şahsiyetinmümessilinde, hem o mümessilin büyük heykellerinde gösteriliyor. Ammafevkalâde ve harika iktidarları ise, ekser icraatları tahribat ve müştehiyâtolduğundan, fevkalâde bir iktidar görünür. Çünkü tahrip kolaydır. Bir kibrit bir köyü yakar. Müştehiyat ise, nefisler taraftar olduğundan çabuk sirayet eder.

ON BİRİNCİ MESELE

Rivayette var ki, "Âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder."1

Allahu a'lem bissavab, bunun iki te'vili var:

Birisi: O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya'daki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.

İkinci te'vili: O fitne zamanında, harplerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi suretine çekmeye sebebiyet verdiğinden, emr-i İlâhî ile kızlar pek çok olur.

ON İKİNCİ MESELE

Rivayetlerde var ki, "Deccalın birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür."2



Dipnot-1

Buharî, Nikâh: 110. Ayrıca, bir erkeğin elli kadına nezâret edeceğine dair hadîs için bk. Buharî, İlim: 21, Eşribe: 1; Müslim, İlim: 9; Tirmizi, Fiten: 34; İbni Mâce, Fiten: 25; Müsned, 3:98, 176, 202, 213-214, 273, 289

Dipnot-2

Müslim, Fiten: 110; Ebu Davud, Melâhim: 14; Tirmizi, Fiten: 59; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned, 4:181.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Allahu a’lem bissavab: doğruyu en iyi Allah bilirBahr-i Muhit: (bk. bilgiler)Deccal: (bk. bilgiler)Japon: (bk. bilgiler - Japonya)Port Arthur Kalesi: (bk. bilgiler)Rusya: (bk. bilgiler)azamet: büyüklükbedbaht: kötü bahtlı, kötü yolda olanbinaen: dayanarakekser: çoğunlukemr-i İlâhî: Allah’ın emrieşhas-ı âhirzaman: ahirzamanda ortaya çıkacak ve bütün dünyada büyük etkileri olacak şahıslarfevkalâde: olağanüstüfitne: bozgunculuk, kargaşafıtrat: yaratılışgalebe etme: üstün gelmeharp: savaşhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhürriyet-i nisvan: kadınların serbestliğiicraat: faaliyetiktidar: güç, kudretkinâye: maksadı kapalı bir şekilde ve dolaylı olarak anlatan sözmeşru: helâl, dine uygunmümessil: temsilcimüştehiyât: nefse hoş gelen lezzetli şeylernezaret etme: koruması altında bulundurmarivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesisirayet etme: yayılma, bulaşmasuret: şekil, biçim, görüntütahribat: tahripler, yıkıp bozmalartahrip: bozma, yok etmetelef olma: yok olma, ölmetemsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetmetevellüdat: doğumlarte’vil: yorumveled: çocukve’l-ilmu indallah: gerçek bilgi ancak Allah katındadırâhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresişahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilikşehvet: nefsin arzu ve istekleri

yuksel dedi ki...

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ 1 Bunun iki te'vili vardır:

Birisi: Büyük Deccalın kutb-u şimâlî dairesinde ve şimal tarafında zuhur edeceğinekinaye ve işarettir. Çünkü kutb-u şimâlînin mevkiinde bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Bir gün şimendiferle bu tarafa gelse, yaz mevsiminde bir aymütemadiyen güneş gurub etmez. Daha bir gün otomobil ile gelse, bir haftada daima güneş görünür. Ben Rusya'daki esaretimde bu mevkie yakın bulunuyordum. Demek Büyük Deccal, şimalden bu tarafa tecavüz edeceğini mu'cizâne bir ihbardır.

İkinci te'vili ise: Hem Büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç devre-i istibdatları mânâsında üç eyyam var. "Bir günü, bir devre-i hükûmetinde öyle büyük icraatyapar ki, üç yüz sene yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede, otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığıtebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır" diye, gayet yüksek bir belâğatla ümmetine haber vermiş.

ON ÜÇÜNCÜ MESELE

Kat'î ve sahih rivayette var ki, "İsâ aleyhisselâm Büyük Deccalı öldürür."2

Vel'ilmü indallah, bunun da iki vechi var:

Bir vechi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispritizma gibi istidracî harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccalı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek, ancak harika ve mu'cizatlı ve umumun makbulü bir zât olabilir ki, o zât, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsâ aleyhisselâmdır.

İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsâ aleyhisselâmın kılıncıyla maktul olan



Dipnot-1

Gaybı ancak Allah bilir.

Dipnot-2

Tirmizi, Fiten: 62; Ebu Davud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunBüyük Deccal: (bk. bilgiler – Deccal)Deccal: (bk. bilgiler)Hazret-i İsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]Rusya: (bk. bilgiler)alâkadar: alâkalı, ilgilibelâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söylemedevre-i hükûmet: devlet olarak hükmetme dönemidevre-i istibdat: zulüm ve zorbalık dönemiekser: çoğunlukesaret: esirlikeyyam: günlergurub etme: batmaicraat: uygulamaihbar: haber vermeispritizma: ölülerin ruhlarıyla ilişki kurulabileceğini ileri süren inanış; ruh çağırmaistidraç: Allah tarafından günahkâr kişilere verilen bir takım olağanüstü haller ve üstünlüklerkat’î: kesin olarakkinaye: bir anlamı üstü kapalı olarak ifade etmekutb-u şimâlî: kuzey kutbumakbul: kabul edilenmaktul: öldürülenmanyetizma: telkin ve hipnozla bir kimseyi etkilememevki: yer, konummucizât: mu’cizelermuhafaza: korumamu’cizâne: mu’cizeli bir şekildemütemadiyen: sürekli olarakrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesisahih: sağlıklıtebdil: değişimtecavüz: haddi aşma, ileri gitmeteshir etme: boyun eğdirme, emri altına almate’vil: yorumumum: bütünvecih: yönve’l-ilmu indallah: gerçek bilgi ancak Allah katındadırziyade: çok, fazlazuhur etme: ortaya çıkmaümmet: Peygambere inanıp onun yolundan gidenlerİslâm Deccalı: (bk. bilgiler – Deccal)şahs-ı İsa: Hz. İsa’nın bizzat kendi şahsı [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]şimal: kuzeyşimendifer: tren

yuksel dedi ki...

şahs-ı Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhânileridir ki, o ruhâniler din-i İsevînin hakikatini hakikat-i İslâmiye ilemezc ederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek. Hattâ, "Hazret-i İsâaleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdiye namazda iktida eder, tâbi olur"1 diyerivayeti, bu ittifaka ve hakikat-i Kur'âniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.

ON DÖRDÜNCÜ MESELE

Rivayette var ki, "Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tâbiolurlar."2

Allahu a'lem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça te'vili Rusya'da çıkmış. Çünkü, her hükûmetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudimilletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya'nın Başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin'den sonra Rus hükûmetinin başına geçirerekRusya'nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccalınkomitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükûmetlerde dahi ehemmiyetlisarsıntılar verip karıştırdılar.

ON BEŞİNCİ MESELE

Ye'cüc ve Me'cüc hâdisâtının icmali Kur'ân'da olduğu gibi, rivayette bir kısımtafsilât var. Ve o tafsilât ise, Kur'ân'ın muhkematından olan icmali gibi muhkemdeğil, belki bir derece müteşabih sayılır. Onlar te'vil isterler. Belki râvîleriniçtihadları karışmasıyla, tabir isterler.



Dipnot-1

Buharî, Enbiya: 49; Müslim, İmân:244, 245, 247; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned, 2:336, 3:368

Dipnot-2

Müslim, Fiten: 124; Müsned, 3:224, 292, 4:216-217.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Allahu a’lem: Allah en iyisini bilirAlmanya: (bk. bilgiler)Büyük Deccal: (bk. bilgiler – Deccal)Deccal: (bk. bilgiler)Hazret-i Mehdî: (bk. bilgiler – Mehdi)Hazret-i İsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]Lenin: (bk. bilgiler)Rus: (bk. bilgiler – Rusya)Troçki: (bk. bilgiler)Yahudi: (bk. bilgiler – Yahudilik)Ye’cüc ve Me’cüc: (bk. bilgiler)azamet: büyüklükdin-i İsevî: Hıristiyanlık dinifikr-i küfrî: küfür ve inkârcılık düşüncesihakikat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatihakikat-i İslâmiye: İslâmın hakikatihâdisât: hâdiseler, olaylaricmal: özeticraat: uygulamaiktida: uymainkâr-ı ulûhiyet: her şeyi yaratan bir İlâhın bulunduğunu inkâr etmeittifak: birleşme, birlik oluşturmaiçtihad: dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hâdise dayanarak hüküm çıkarmakesret: çoklukkomite: bir maksat için oluşturulan gizli cemiyetkomünist komitesi: komünizmi yaymak için oluşturulan gizli birlikmaddiyyunluk: dünyada, yalnızca maddenin varlığını kabul eden, manevî kavramları ret ve inkâr eden felsefî görüş, maddecilikmahsulât: ürünlermahveden: ortadan kaldıranmetbûiyet: diğer unsurların kendisine tabi olma özelliğimezc etme: birleştirmemuhkem: hükmü çok açık ve net olan, yoruma gerek olmayanmuhkemat: hükmü çok açık ve net olan, yoruma gerek olmayan âyetlermüteşâbih: mânâsı açık olmayan ve yorumlanmaya ihtiyacı olan âyetnamında: adındarivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesirâvi: Peygamber Efendimiz hakkında görülen ve işitilen bilgiler rivâyet eden, nakledenrûhânî: Hıristiyan din adamısair: diğer, başkatabir: yorumlamatafsilât: ayrıntıterbiyegerde: terbiye edilmiş, yetiştirilmişteşkil etme: oluşturma, meydana getirmete’vil: yorumtâbi olma: uymazulüm: haksızlık, eziyetİsevî: Hıristiyanşahs-ı Deccal: Deccal’ın bizzat kendi şahsışahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik

yuksel dedi ki...

Evet, لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ 1 bunun bir te'vili şudur ki: Kur'ân'ın lisan-ı semâvîsinde "Ye'cüc" ve "Me'cüc" namı verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski zamanda Çin-i Maçin'den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya veAvrupa'yı hercümerc ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeberedeceklerine işaret ve kinayedir. Hattâ şimdi de komünistlik içindeki anarşistinehemmiyetli efradı onlardandır.

Evet, ihtilâl-i Fransevîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden, aşıladığı fikir, bilâhare bolşevikliğe inkılâp etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette, ektikleri tohumlar hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünkü kalb-i insanîdenhürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddarcanavarlar hükmüne geçirir; daha siyasetle idare edilmez. Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise, hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalançapulcu kabileler olacak. Ve o şeraite muvafık insanlar ise, Çin-i Maçin'de kırk günlük bir mesafede yapılan ve Acaib-i Seb'a-i Âlemden birisi bulunan Sedd-i Çinînin binasına sebebiyet veren Mançur ve Moğol ve bir kısım Kırgız kabileleridir ki, Kur'ân'ın mücmel haberini tefsir eden Zât-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm)mu'cizâne ve muhakkikane haber vermiş.

ON ALTINCI MESELE

Rivayette var ki: İsâ aleyhisselâm Deccalı öldürdüğü münasebetiyle, "Deccalın



Dipnot-1

Gaybı ancak Allah bilir.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Acaib-i Seb’a-i Âlem: dünyanın yedi harikasıAleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunAleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunAsya: (bk. bilgiler)Avrupa: (bk. bilgiler)Deccal: (bk. bilgiler)Kırgız: (bk. bilgiler)Mançur: (bk. bilgiler)Moğol: (bk. bilgiler)Sedd-i Çin: (bk. bilgiler – Çin)Ye’cüc ve Me’cüc: (bk. bilgiler)Zât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kendi zâtıanarşist: (bk. bilgiler – anarşizm)bilâhere: daha sonrabolşevik: (bk. bilgiler – bolşevizm)efrad: fertler, bireylerehemmiyet: değer, önemgaddar: acımasız, çok zulmedengayet: çokhercümerc etme: alt üst etme, yıkıp bozmahükmüne geçmek: bir şeyle aynı hükmü almakhürmet: saygıhürriyetperverlik: hürriyetçilikihtilâl-i Fransevî: (bk. bilgiler – Fransız ihtilali)inkılâp etme: değişme, dönüşmekabile: toplulukkalb-i insanî: insan kalbikinaye: bir anlamı üstü kapalı olarak ifade etmekomünist: (bk. bilgiler – komünizm)lisan-ı semâvî: semavî lisan, İlâhî dilmahsul: ürünmazlum: zulme uğrayanmerhamet: acıma, şefkatmucizâne: mu’cizeli bir şekildemuhakkikane: bir bilgiyi en ince ayrıntılarına kadar araştırarak elde etmemukaddesat-ı ahlâkiye: ahlâka dayanan mukaddes şeylermukaddesât: kutsal değerlermuvafık: lâyık, uygunmücmel: kısa, özetmünasebet: bağlantı, ilginam: ad, isimrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesisosyalist: (bk. bilgiler – sosyalizm)tahrip: yıkma, yok etmetefsir eden: yorumlayantevellüd: doğum, doğmate’vil: yorumzekâvet: zeki oluş, kurnazlıkzir ü zeber etme: alt üst etme, yıkıp bozmaÇin-i Maçin: (bk. bilgiler - Çin)çapulcu: başkasının malını çalan, talan edip yağmalayanİsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]şerait: şartlar

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

fevkalâade büyük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsâ aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu"1 gösterir.

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ 2 Bunun bir te'vili şu olmak gerektir ki: İsâaleyhisselâmı nur-u iman ile tanıyan ve tâbi olan cemaat-i ruhâniye-i mücahidîninkemiyeti, Deccalın mektepçe ve askerce ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.

ON YEDİNCİ MESELE

Rivayette var ki, "Deccal çıktığı gün bütün dünya işitir ve kırk günde dünyayı gezer ve harikulâde bir eşeği vardır."3

Allahu a'lem, bu rivayetler tamamen sahih olmak şartıyla te'villeri şudur: Burivayetler mu'cizâne haber verir ki, "Deccal zamanında vasıta-i muhabere ve seyahat o derece terakki edecek ki, bir hadise bir günde umum dünyada işitilecek. Radyo ile bağırır, şark-garp işitir ve umum ceridelerinde okunacak. Ve bir adam kırk günde dünyayı devredecek ve yedi kıt'asını ve yetmiş hükûmetini görecek ve gezecek" diye, zuhurundan on asır evvel telgraf, telefon, radyo, şimendifer,tayyareden mu'cizâne haber verir.

Hem Deccal, deccallık haysiyetiyle değil, belki gayet müstebit bir kral sıfatıyla işitilir. Ve gezmesi de her yeri istilâ etmek için değil, belki fitneyi uyandırmak ve insanları baştan çıkarmak içindir. Ve bindiği merkebi ve himarı ise, ya şimendiferdir ki bir kulağı ve bir başı cehennem gibi ateş ocağı, diğer kulağı yalancı cennet gibi güzelce tezyin ve tefriş edilmiş. Düşmanlarını ateşli başına, dostlarını ziyafetli başına gönderir. Veyahut onun eşeği, merkebi, dehşetli bir otomobildir veya tayyaredir veyahut—sükût lâzım!

ON SEKİZİNCİ MESELE

Rivayette var ki, "Ümmetim istikametle gitse, ona bir gün var."4 Yani,



Dipnot-1

İbni Kesîr, Nihâyetü'l-Bidâye ve'n-Nihâye, 1:103-4; Alâuddin el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, 14:330; Süyûti, ed-Dürrü'l-Mensûr, 5:355; Süyûti, el-Hâvî Li'l-Fetâvâ, 2:588; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:244.

Dipnot-2

Gaybı ancak Allah bilir.

Dipnot-3

İbni Kesîr, Nihâyetü'l-Bidâye ve'n-Nihâye, 1:106; İbni Ebî Şeybe, el-Musannef, 7:495-500.

Dipnot-4

Ebu Davud, Melâhim: 18; Müsned, 1:170, 4:193.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunAllahu a’lem: Allah en iyisini bilirDeccal: (bk. bilgiler)Hazret-i İsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]asır: yüzyılazamet-i heykel: boy ve yapı itibariyle çok büyük olmacemaat-i ruhâniye-i mücahidîn: Allah yolunda cihad eden ruhânîlerin (din adamlarının) oluşturduğu toplulukceride: gazetefevkalâade: olağanüstüfitne: bozgunculuk, ara bozmaharikulâde: olağanüstühimar: eşekhâdise: olayistikamet: doğru yolu takip etmeistilâ etmek: ele geçirmekkemiyet: çoklukkinaye: bir anlamı üstü kapalı olarak ifade etmekıt’a: dünyanın kara parçalarından her birisimektep: okulmerkeb: eşekmucizâne: mu’cizeli bir şekildemüstebit: istibdatçı, diktatörnisbeten: kıyasla, oranlanur-u iman: iman nururivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesisahih: doğru, sağlamsükût: sessiz kalma, susmatayyare: uçaktefriş: döşemeterakki: ilerleme, yükselmetezyin: süslemete’vil: yorumtâbi olan: bağlanan, uyanumum: bütünvasıta-i muhabere: haberleşme aracıümmet: Peygambere inanıp onun yolundan gidenlerİsa: bk. bilgiler – İsa (a.s.)]şark-garp: doğu-batışimendifer: tren

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ 1 âyetinin sırrıyla, bin sene hâkimâne ve mükemmel yaşayacak. Eğer istikamette gitmezse, ona yarım gün var. Yani, ancak beş yüz sene kadar hâkimiyeti ve galibiyeti muhafaza eder.

Allahu a'lem, bu rivâyet kıyametten haber vermek değil, belki İslâmiyetin galibânehâkimiyetinden ve hilâfetin saltanatından bahseder ki, ayn-ı hakikat ve bir mu'cize-i gaybiye olarak aynen öyle çıkmış. Çünkü hilâfet-i Abbâsiyenin âhirinde, onun ehl-i siyaseti istikameti kaybettiği için, beş yüz sene kadar yaşamış. Fakat ümmetinheyet-i mecmuası ise, istikameti kaybetmediğinden, hilâfet-i Osmaniye imdada gelip bin üç yüz sene kadar hâkimiyeti devam ettirmiş. Sonra Osmanlısiyasiyyunları dahi istikameti muhafaza edemediğinden, o da ancak (hilâfetle) beş yüz sene yaşayabilmiş. Bu hadîsin mu'cizâne ihbarını, hilâfet-i Osmâniye kendivefatıyla tasdik etmiş. Bu hadîsi başka risalelerde dahi bahsettiğimizden burada kısa kesiyoruz.

ON DOKUZUNCU MESELE

Rivayetlerde, âhirzamanın alâmetlerinden olan ve Âl-i Beyt-i Nebevîden Hazret-i Mehdinin (radıyallahu anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. Hattâ bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velâyet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.

Allahu a'lem bissavab, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir te'vili şudur ki: Büyük Mehdinin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi, her bir asır, me'yusiyet vaktindekuvve-i maneviyesini teyid edecek bir nevi Mehdiye veyahut Mehdinin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan,



Dipnot-1

"Sizin gününüzle bin sene kadar uzun olan kıyâmet gününde…" Secde Sûresi, 32:5.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Allahu a’lem: Allah en iyisini bilirAllahu a’lem bissavab: doğruyu en iyi Allah bilirBüyük Mehdî: (bk. bilgiler - Mehdî)Hazret-i Mehdî: (bk. bilgiler – Mehdî)Mehdî: (bk. bilgiler)alâmet: belirti, işaretasır: yüzyılayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisicihad âlemi: Allah yolunda savaş yapılmasıyla ilgili alandiyanet âlemi: dinî konuların ele alındığı alanehl-i ilim: ilim ehli, âlimlerehl-i siyaset: siyasetle uğraşanlar, politikacılar, idarecilerehl-i velâyet: veli kullar, Allah dostlarıgalibiyet: üstünlükgalibâne: galip bir tarzdahadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışheyet-i mecmua: çoğunlukhilâfet: halifelikhilâfet-i Abbâsiye: Abbasî halifeliğihilâfet-i Osmaniye: Osmanlı halifeliğihâkimiyet: egemenlikhâkimâne: hükmeder bir şekildeicraat: uygulamaihbar: haber vermeistikamet: doğru yolu takip etmekuvve-i mâneviye: manevi güç, moralkıyamet: dünyanın sonu, her şeyin dağılmasıme’yusiyet: ümitsizlikmuhafaza: korumamu’cize-i gaybiye: Peygamber Efendimizin gaybla ilgili verdiği haberlerin bir mu’cize olarak gerçekleşmesimu’cizâne: mu’cizeli bir şekildenevi: çeşit, türradıyallahu Anh: “Allah ondan razı olsun”risale: Risale-i Nur’da yer alan bölümlerden her birisirivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesisaltanat: egemenliksaltanat âlemi: bir ülkenin hakimiyeti ve yönetimiyle ilgili alansiyasiyyun: siyasetçilertasdik etmek: onaylamakteyid etme: destekleme, onaylamate’vil: yorumvefat: ölümÂl-i Beyt / Âl-i Beyt-i Nebevî: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) neslinden gelenlerâhirinde: sonundaâhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresiümmet: Peygambere inanıp onun yolundan gidenler

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

rahmet-i İlâhiye ile her devirde, belki her asırda bir nevi Mehdi Âl-i Beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. Meselâ, siyaset âleminde Mehdi-i Abbâsî ve diyanet âleminde Gavs-ı Âzam ve Şah-ı Nakşibend veaktâb-ı erbaa ve on iki imam gibi büyük Mehdinin bir kısım vazifelerini icra eden zâtlar dahi, Mehdi hakkında gelen rivâyetlerde, medâr-ı nazar Muhammedaleyhissalâtü vesselâm olduğundan, rivayetler ihtilâf ederek, bir kısım ehl-i hakikatdemiş: "Eskide çıkmış." Her ne ise... Bu mesele Risale-i Nur'da beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki:

Dünyada mütesanit hiçbir hanedan ve mütevafık hiçbir kabile ve münevver hiçbircemiyet ve cemaat yoktur ki, Âl-i Beytin hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine vecemaatine yetişebilsin.

Evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler mânevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i Kur'âniyenin mayasıyla ve imanın nuruyla ve İslâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhirzamanda,şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.)ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdinin kemâl-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet mâkul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.

YİRMİNCİ MESELE

Güneşin mağripten çıkması1 ve zeminden dâbbetü'l-arzın zuhurudur.2



Dipnot-1

Buharî, Fiten: 25, Tefsîr-u Sûre: 6:9, Rikak: 40; Müslim, Tevbe: 31, İman: 248, 249, Fiten: 39, 40, 118, 128, 129; Ebu Davud, Cihad: 2, Melâhim: 11, 12; Tirmizi, Fiten: 21, Tefsîr-u Sûre: 6:8, 9; İbni Mâce, Fiten: 25, 28, 32; Dâremi, Siyer: 69; Müsned, 1:192, 2:164, 201..., 3:31, 4:6, 7.

Dipnot-2

Müslim, İmân: 249, Fiten: 39, 40, 118, 129; Ebu Davud, Melâhim: 11, 12; Tirmizi, Fiten: 21, Tefsir-u Sure 6:9; İbni Mâce, Fiten: 28, 31, 32; Müsned, 2:164, 201, 295, 4:6, 7, 5:268, 357

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunBüyük Mehdî: (bk. bilgiler - Mehdî)Gavs-ı Âzam: [bk. bilgiler – Abdulkàdir-i Geylânî (k.s.)]Mehdî: (bk. bilgiler)Mehdî-i Abbâsî: (bk. bilgiler)aktâb-ı erbaa: dört büyük kutub olan Seyyidler (Abdülkàdir Geylânî, Ahmed-i Bedevî, Ahmed-i Rufâî ve İbrahim Desukî)beyan: açıklama, izahcemaat: toplulukcemiyet: toplulukdiyanet âlemi: dinî konuların ele alındığı alandâbbetü’l-arz: (bk. bilgiler)düstur: kâide, kuralehl-i hakikat: bir meselenin hakikatini ve gerçek yönlerini bütün yönleriyle araştırarak elde eden kimselerhakikat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatihakikat-ı Furkaniye: Kur’ân’ın gerçeğihakkaniyet: haktan ve doğruluktan ayrılmamahanedan: soy, sülâlehayat-ı içtimaiye-i insaniye: insanlığın toplum hayatıicrâ: bir işi yürütme, yerine getirmeihtilâf etme: farklı farklı olmaihya: hayat verme, diriltmekabile: toplulukkemâl-i adalet: kusursuz adaletkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddesmağrip: batımedâr-ı nazar: gözönünde bulundurulması gereken, görüş açısımuhafaza: korumamuktezâ: gereklilikmâkul: akla uygunmünevver: aydınlanmış, nurlanmışmütesanit: birbirini destekleyenmütevâfık: birbiriyle uyumlunevi: çeşit, türrahmet-i İlâhiye: Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmetirivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesisünnet-i Ahmediye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensiplertekemmül eden: mükemmelleşenzemin: yerzuhur: ortaya çıkmaÂl-i Beyt: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) neslinden gelenlerâhirzaman: kıyametin kopmasına yakın dönemümmet: Peygambere inanıp onun yolundan gidenlerŞâh-ı Nakşibend: (bk. bilgiler)şerait: şartlarşeriat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Allah’tan getirdiği İslâm dini

yuksel dedi ki...

/923

Amma güneşin mağripten tulûu ise, bedahet derecesinde bir alâmet-i kıyamettir. Ve bedaheti için, aklın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hadise-i semâviye olduğundan, tefsiri ve mânası zâhirdir, te'vile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu kadar var ki:

Allahu a'lem, o tulûun sebeb-i zâhirîsi: Küre-i arz kafasının aklı hükmünde olan Kur'ân onun başından çıkmasıyla zemin divâne olup, izn-i İlâhî ile başını başkaseyyareye çarpmasıyla hareketinden geri dönüp, garptan şarka olan seyahatiniirade-i Rabbânî ile şarktan garba tebdil etmekle güneş garptan tulûa başlar. Evet,arzı şems ile, ferşi Arş ile kuvvetli bağlayan hablullahi'l-metîn olan Kur'ân'ın kuvve-i câzibesi kopsa, küre-i arzın ipi çözülür, başıboş, serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden güneş garptan çıkar. Hem müsademe neticesinde emr-i İlâhî ilekıyamet kopar diye bir te'vili vardır.

Amma "dâbbetü'l-arz": Kur'ân'da, gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı halinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise, ben şimdilik, başka mes'eleler gibi kat'îbir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim:

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ     1

Nasıl ki kavm-i Firavuna çekirge âfâtı ve bit belâsı ve Kâbe tahribine çalışankavm-i Ebrehe'ye ebâbil kuşları musallat olmuşlar. Öyle de, Süfyanın ve deccallarınfitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği ilefesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a'lem, o dâbbe bir nevidir. Çünkü,



Dipnot-1

Gaybı ancak Allah bilir.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Allahu a’lem: Allah en iyisini bilirArş: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve her şeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yerDeccal: (bk. bilgiler)Ebâbil: (bk. bilgiler - Ebrehe)Süfyan: Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm DeccalıYe’cüc ve Me’cüc: (bk. bilgiler)aksiyle: tam ters yöndealâmet-i kıyamet: kıyamet alâmetianarşist: (bk. bilgiler – anarşizm)arz: yerbedahet: çok açık olmadivâne: aklı başında olmayan, delidâbbe: bir çeşit yerde yaşayan hayvandâbbetü’l-arz: (bk. bilgiler)emr-i İlâhî: Allah’ın emriferş: yerfesad: bozulmafitne: bozgunculuk, ara bozmagarp: batıgayet: çokhablullahi’l-metîn: Allah’ın hiçbir şekilde kopmayan ipihikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhâdise-i semâviye: göklerle ilgili olayihtiyar: irade, tercihintizam: disiplin, düzenirade-i Rabbânî: bütün varlıkları terbiye eden, idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın iradesi, dilemesiisyan: itaatsizlik, emre uymamaizn-i İlâhî: Allah’ın iznikat’î: kesinkavm-i Ebrehe: Ebrehe’nin kavmikavm-i Firavun: Firavun’un kavmikuvve-i câzibe: çekim gücüküfran: kafirlikküfür: inkâr etmeküre-i arz: yeryüzü, dünyakıyamet: dünyanın sonu, varlık âleminin dağılmasılisan-ı hal: hal ve beden dilimağrip: batımusallat olma: sataşmamücmel: kısa, özetmüsademe: çarpışmanevi: çeşit, türsebeb-i zâhirî: görünürdeki sebepseyyare: gezegentafsil: ayrıntıtebdil etme: değiştirmetefsir: yorumlamatekellüm: konuşmate’vil: yorumtulû etmek: doğmaktulûa başlamak: doğmaya başlamaktuğyan: azgınlık, isyan ve inançsızlıkta çok ileri gitmezemin: yeryüzüzir ü zeber etme: dağıtma, yerle bir etmezâhir: açık, âşikarâfât: afetler, musibetlerşark: doğuşems: güneş

yuksel dedi ki...

) /

Yirminci Mesele( 3 / 3)

Sayfa

/923

gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek, dehşetli birtaife-i hayvaniye olacak. Belki, اِلاَّ دَۤابَّةُ اْلاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ 1 âyetinin işaretiyle o hayvan, dâbbetü'l-arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek.Mü'minler iman bereketiyle ve sefahet ve su-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.

رَبَّنَۤا لاَ تُؤَاخِذْنَۤا اِنْ نَسِينَۤا اَوْ اَخْطَأْنَا     2

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ     3



Dipnot-1

"Asâsını kemirmekte olan bir ağaç kurdu." Sebe' Sûresi, 34:14.

Dipnot-2

"Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme." Bakara Sûresi, 2:286.

Dipnot-3

"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın." Bakara Sûresi, 2:32.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

bereket: bollukdâbbetü’l-arz: (bk. bilgiler)hususunda: konusundaişareten: işaret ederekmü’min: iman eden, Allah’a inanansefahet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlüksu-i istimalât: bir nimeti kötüye kullanma işlemleritaife-i hayvaniye: hayvan türütecennüb: sakınma, uzak durmaâyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

 Sabık yirmi adet meselelere bir tetimme olarak

Üç Küçük Meseledir

BİRİNCİ MESELE

Rivayetlerde Hazret-i İsâ aleyhisselâma "Mesih" namı verildiği gibi her iki Deccala dahi "Mesih" namı verilmiş ve bütün rivayetlerde

مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ.. مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ     1

denilmiş. Bunun hikmeti ve te'vili nedir?

Elcevap: Allahu a'lem, bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlâhî ile İsâaleyhisselâm, şeriat-ı Mûseviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazımüştehiyâtı helâl etmiş; aynen öyle de, büyük Deccal, şeytanın iğvâsı ve hükmüyleşeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare edenrabıtaları bozarak anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır eder. Ve İslâmDeccalı olan "Süfyan" dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) ebedî bir kısımahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak, hayat-ı beşeriyenin maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer, hevesat-ı müteaffine bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayetşiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.

İKİNCİ MESELE

Rivayetlerde, her iki Deccalın harikulâde icraatlarından ve pek fevkalâde



Dipnot-1

"Mesih Deccalın şerrinden ... Mesih Deccalın şerrinden." Buharî, Ezan: 149; Cenâiz: 88; Tirmizî, Dua: 70, 76, 132; Müsned: 2:185, 186, 414, 416.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunAllahu a’lem: Allah en iyisini bilirBüyük Deccal: (bk. bilgiler – Deccal)Deccal: (bk. bilgiler)Hazret-i İsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]Hıristiyan: (bk. bilgiler – Hıristiyanlık)Mesih: (bk. bilgiler)Süfyan: Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm DeccalıYe’cüc ve Me’cüc: (bk. bilgiler)ahkâm: hükümleranarşist: (bk. bilgiler – anarşizm)ayn-ı istibdat: baskı ve zorbalığın ta kendisicebrî: zorlamadesise: hile, aldatmaebedî: varlığının sonu olmayan, sonsuzemr-i İlâhî: Allah’ın emrifevkalâde: olağanüstüharikulâde: olağanüstühayat-ı beşeriye: toplum hayatıhayat-ı içtimaiye: sosyal hayathevesat-ı müteaffin: kokuşmuş istek ve arzularhikmet: sebep, gayehürmet: saygıicraat: faaliyet, uygulamaistibdat: baskı, zulüm, zorbalıkiğvâ: aldatmamerhamet: acıma, şefkatmüştehiyât: hoşa giden lezzetli şeylernam: ad, ünvannefis: insanı daima kötülüğe, hazır dünyevî zevk ve isteklere sevk eden duygunuranî: nurlu, aydınrabıta: bağrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesisabık: daha önceden geçenserkeş: başkaldıran, isyan edentekâlif: Allah tarafından yüklenen görevler ve sorumluluklartetimme: ek, tamamlayıcı notte’vil: yorumzapt altına alınmak: kontrol altına alınmakzemin: yerİsa: [bk. bilgiler – İsa (a.s.)]şeriat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in getirdiği İslâm dinişeriat-ı Mûseviye: Hz. Musa’nın getirdiği dinşeriat-ı İsevîye: Hz. İsâ’nın getirdiği şeriat

yuksel dedi ki...

8) /

Bir Tetimme Olarak Üç Küçük Mesele( 2 / 5) /

İkinci Mesele( 2 / 1)

Sayfa

/923

iktidarlarından ve heybetlerinden bahsedilmiş. Hattâ bedbaht bir kısım insanlar, onlara bir nevi ulûhiyet isnad eder diye haber verilmiş. Bunun sebebi nedir?

Elcevap: اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ 1 icraatları büyük ve hârikulâde olması ise: Eksertahribat ve hevesata sevkiyat olduğundan, kolayca harikulâde öyle işler yaparlar ki, bir rivayette, "Bir günleri bir senedir." Yani, bir senede yaptıkları işleri üç yüz senede yapılmaz denilmiş. Ve iktidarları pek fevkalâde görülmesi ise, dört cihet ve sebebi var:

Birincisi: İstidrac eseri olarak, müstebidâne olan koca hükûmetlerinde, cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukua gelen terakkiyat ve iyilikler haksız olarak onlara isnad edilmesiyle, binler adam kadar bir iktidar onların şahıslarındatevehhüm edilmeye sebep olur. Halbuki, hakikaten ve kaideten, bir cemaatin hareketiyle vücuda gelen müsbet mehâsin ve şeref ve ganimet o cemaate taksimedilir ve efradına verilir. Ve seyyiat ve tahribat ve zayiat ise, reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Meselâ, bir tabur bir kal'ayı fethetse, ganimet ve şeref süngülerine aittir. Ve menfî tedbirlerle zayiatlar olsa, kumandanlarına aittir.

İşte hak ve hakikatin bu düstur-u esasiyesine bütün bütün muhalif olarak müsbetterakkiyat ve hasenat o müthiş başlara ve menfî icraat ve seyyiat bîçare milletlerine verilmesiyle, nefret-i âmmeye lâyık olan o şahıslar, istidrac cihetiyle, ehl-i gaflettarafından bir muhabbet-i umumiyeye mazhar olurlar.

İkinci cihet ve sebep: Her iki Deccal, âzamî bir istibdat ve âzamî bir zulüm veâzamî bir şiddet ve dehşetle hareket ettiklerinden, âzamî bir iktidar görünür. Evet, öyle acip bir istibdat ki, kanunlar perdesinde herkesin vicdanına ve



Dipnot-1

"…Gerçek bilgi ancak Allah katındadır." Mülk Sûresi, 67:26.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Deccal: (bk. bilgiler)acip: şaşırtıcıbedbaht: talihsiz, kötü bahtlıbîçare: çaresiz, zavallıcemaat: toplulukcihet: yön, tarafdüstur-u esasiye: temel prensip, esas düsturefrad: fertler, bireylerehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimselerekser: çoğunlukfaal: çalışkan, hareketlifethetme: bir yeri veya bölgeyi ele geçirmefevkalâde: olağanüstüganimet: savaş sonunda düşmandan ele geçirilen mal ve parahakikat: doğru, gerçekhakikaten: bir meselenin gerçek yönü açısındanhasenat: iyilikler, sevaplarhevesat: gelip geçici, nefsin hoşuna giden istek ve arzularheybet: büyüklük ve görkemli oluşhârikulâde: olağanüstüicraat: faaliyet, uygulamaiktidar: güç, kudretisnad etme: dayandırmaistibdat: baskı, zulümistidrac: inkârcı veya günahkâr kimselere Cenâb-ı Hakkın verdiği olağanüstü özelliklerkaideten: kural gereğimazhar olma: güzel bir özelliği ve önemli bir neticeyi elde etmemehâsin: güzelliklermenfi: olumsuz, negatifmuhabbet-i umumiye: toplum genelinde meydana gelen sevgimuhalif: aykırımüsbet: olumlumüstebidâne: ülkeyi istibdatla, diktatörce yönetmenefret-i âmme: umumun, genelin nefretinevi: çeşit, türreis: başkanrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesiseyyiat: günahlar, kötülüklertabur: bir askerî birliktahribat: tahripler, yıkıp bozmalartaksim etme: bölüştürme, pay etmetedbir: yönetim, idaretedbirsizlik: önlem almama, yanlış yönetmeterakkiyat: medeniyet alanında gerçekleştirilen gelişme ve ilerlemelertevehhüm etme: kuruntuya kapılma, olmayan şeyi var zannetmeulûhiyet: ilâhlıkvukua gelme: gerçekleşme, meydana gelmevücuda gelme: meydana gelme, ortaya çıkmazayiat: kayıplarzulüm: haksızlık, adaletsizlikâzamî: çok büyük seviyede

yuksel dedi ki...

/923

mukaddesatına, hattâ elbisesine müdahale ederler. (Zannederim, asr-ı âhirde İslâm ve Türk hürriyetperverleri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hatâ bircephede hücum göstermişler.) Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harap ve yüzer mâsumları tecziye ve tehcir ile perişan eder.

Üçüncü cihet ve sebep: Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hıristiyan aleyhindeşiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hattâ İslâm Deccalımasonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından, dehşetli biriktidar zannedilir. Hem bazı ehl-i velâyetin istihracatıyla anlaşılıyor ki, İslâm devletinin başına geçecek olan Süfyanî Deccal ise, gayet muktedir ve dahi ve faal ve gösterişi istemeyen ve şahsî olan şan ve şerefe ehemmiyet vermeyen birsadrâzam ve gayet cesur ve iktidarlı ve metin ve cevval ve şöhretperestliğe tenezzületmeyen bir serasker bulur, onları teshir eder. Onların fevkalâde ve dâhiyâneicraatlarını, riyasızlıklarından istifade ile kendi şahsına isnat ve o vasıtayla koca ordunun ve hükûmetin teceddüt ve inkılâp ve harb-i umumî inkılâbından gelenşiddet-i ihtiyacın sevkiyle işledikleri terakkiyatı şahsına isnad ettirerek şahsında pekacip ve harika bir iktidar bulunduğunu meddahlar tarafından işâa ettirir.

Dördüncü cihet ve sebep: Büyük Deccalın, ispritizma nevinden teshir edicihassaları bulunur. İslâm Deccalının dahi, bir gözünde teshir edici manyetizmabulunur. Hattâ, rivayetlerde "Deccalın bir gözü kördür"1 diye nazar-ı dikkati



Dipnot-1

Buharî, Fiten: 26, Enbiya: 77; Müslim, Fiten: 100, 109; Ebu Davud, Melâhim: 14, Sünnet: 25; Tirmizi, Fiten: 56, 62; İbni Mâce, Fiten: 33; Muvetta, Sıfatü'n-Nebî: 2; Müsned, 1:176, 182, 240, 311, 2:22, 27, 37, 39, 122, 124,127, 131, 144, 154, 149, 3:79, 103, 115, 173, 233, 333, 4:139-140, 5:13, 383, 397.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Büyük Deccal: (bk. bilgiler – Deccal)Deccal: (bk. bilgiler)Hıristiyan: (bk. bilgiler – Hiristiyanlık)Mason: (bk. bilgiler - Masonluk)Süfyanî Deccal: Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm DeccalıYahudi: (bk. bilgiler - Yahudilik)acip: acaip, tuhafaleyhinde: karşıt olarakasr-ı âhir: son asırcebir: zorlamacephe: savaş yapılan alancevval: sürekli haraket halinde olancihet: yön, tarafdâhiyâne: dâhiceehemmiyet: değer, önemehl-i velâyet: velilik makamına ulaşan Allah dostlarıfevkalâde: olağanüstügayet: çokharb-i umumî inkılâbı: Birinci Dünya Savaşının etkisiyle meydana gelen değişimlerhassa: nitelik, özellikhiss-i kablelvuku: bir şeyi olmadan önce hissetme duygusuhücum: saldırıhürriyetperver: hürriyetçiicraat: faaliyet, uygulamaiktidar: güç, otoriteinkılâp: büyük çaplı yenilikler, değişimler yapmaisnat: dayandırmaispritizma: ölülerin ruhlarıyla ilişki kurulabileceğini ileri süren inanış; ruh çağırmaistibdad: baskı ve zulümistifade: faydalanma, yararlanmaistihracat: bazı delillerden bir çok mânâlar çıkarmakişâa etme: yayma, duyurmakomite: bir maksat için toplanmış gizli cemiyetmanyetizma: telkin ve hipnozla bir kimseyi etkilememeddah: övgü yağdıranmuavenet: yardımmukaddesât: mukaddes, kutsal olan şeylermuktedir: güç ve iktidar sahibimâsum: suçsuzmüdahale etme: karışmamüzaheret: yardım etme, koruma, arka çıkmanazar-ı dikkat: dikkatli bakışnev: türrivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesiriyasızlık: gösterişten uzak olmasadrâzam: Osmanlı Devletinde hükümet başkanı, başbakanserasker: ordu komutanıteceddüt: yenilik yapmatecziye: cezalandırmatehcir: bir topluluğu yurdundan çıkarma, sürgün etmetenezzül etmek: seviyesini düşürmek, alçalmakterakkiyat: ilerleme ve gelişmeyi sağlayan gelişmelerteshir etme: emri altına almaİslâm Deccalı: (bk. bilgiler – Deccal)şiddet-i ihtiyacın sevki: bazı şeylere duyulan şiddetli ihtiyacın yönlendirmesişöhretperestlik: şöhret düşkünlüğü

yuksel dedi ki...


Sayfa

/923

gözüne çevirerek Büyük Deccalın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki gözenisbeten kör hükmünde olduğunu hadîste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlakbulunduğundan, yalnız münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve âkıbeti ve âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder.

Ben bir mânevî âlemde İslâm Deccalını gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirci birmanyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte buinkâr-ı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avâm-ı nâshakikat-ı hali bilmediklerinden, harikulâde iktidar ve cesaret zannederler.

Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlûbiyeti hengâmında, böyle istidraçlı ve şanlı ve tali'li ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan, gizli ve dehşetli olan mâhiyetine bakmayarak, kahramanlık damarıyla onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat kahraman ve mücahid ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur-u iman ve Kur'ân ışığıyla hakikat-ı hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılır.

ÜÇÜNCÜ KÜÇÜK MESELE

Medâr-ı ibret üç hadisedir.

Birinci hadise: Bir zaman, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Hazret-i Ömerradıyallahu anha Yahudi çocukları içinde birisini gösterdi, "İşte sureti" dedi. Hazret-i Ömer Radiyallahu Anh, "Öyle ise ben bunu öldüreceğim" dedi. Ferman etti: "Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun suretiyle öldürülmez."1

Bu rivayet işaret eder ki, onun sureti, hâkimiyeti zamanında çok şeylerde görüneceği gibi, kendisi Yahudiler içinde tevellüt edecek. Gariptir ki, onunsuretindeki bir çocuğu katledecek derecede ona hiddet ve adavet eden Hazret-i Ömer



Dipnot-1

Buharî, Cenâiz: 80, Cihad: 178; Müslim, Fiten: 85, 86, 95; Tirmizi, Fiten: 63.

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunBüyük Deccal: (bk. bilgiler – Deccal)Hazret-i Ömer: [bk. bilgiler - Ömer (r.a.)]Radıyallahu Anh: “Allah ondan razı olsun”Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. MuhammedSüfyan: Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm DeccalıYahudi: (bk. bilgiler - Yahudilik)adavet: düşmanlıkavâm-ı nâs: halk tabakasıcüret: cesaretferman etme: emretmehadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışhakikat-ı hal: durumun gerçek yönüharikulâde: olağanüstühengâm: ân, zamanhiddet: öfke, kızgınlıkhâdise: olayhâkimiyet: egemenlikinkâr-ı mutlak: her yönüyle inkârcılıkta bulunmaistidraç: inkârcı veya günahkâr kimselere Cenâb-ı Hakkın verdiği olağanüstü özelliklerkâfir-i mutlak: Allah’ı ve mukaddes değerlerin hepsini inkâr edenkör hükmünde olan: kör sayılanmanyetizma: telkin ve hipnozla bir kimseyi etkilememağlûbiyet: mağlup olma, yenilmemedâr-ı ibret: ibret kaynağımukaddesât: kutsal değerlermuvaffakiyet: başarımâhiyet: özellik, nitelik, esasmücahid: cihad eden, mukaddes değerler uğrunda her türlü fedakarlığı gösterenmünhasıran: yalnızca belirli bir şeye ait olarakmünkir: inkâr eden, inançsızmüşahede etme: gözlem yapmanisbeten: kıyasla, oranlanur-u iman: iman nururivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesiseyyie: kötülük, günahsuret: biçim, şekiltahribat: tahripler, yıkıp bozmalarteshirci: etkisi altına alantevellüt etme: doğmaâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayatâkıbet: netice, sonuçâlem: dünyaİslâm Deccalı: (bk. bilgiler – Deccal)

yuksel dedi ki...

( 18 / 18) /

Bir Tetimme Olarak Üç Küçük Mesele( 5 / 5) /

Üçüncü Mesele( 2 / 2)

Sayfa

/923

(radıyallahu anh), o Süfyan'ın en çok beğendiği ve takdir ettiği ve çok defa ondansenâkârâne bahsedeceği bir memdûhu Hazret-i Ömer'le çıkmış.

İkinci hadise: O İslâm Deccalı, "Sûre-i وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ 1 mânâsını merak edip soruyor" diye çoklar nakletmişler.

Gariptir ki, bu sûrenin akîbinde olan اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ 2 sûresinde اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغٰى 3 cümlesi, onun aynı zamanına ve şahsına cifirle ve mânâsıyla işaret ettiği gibi, ehl-i salâta ve camilere tâğiyâne tecavüz edeceğini gösteriyor. Demek oistidraçlı adam, küçük bir sûreyi kendiyle alâkadar hisseder. Fakat yanlış eder, komşusunun kapısını çalar.

Üçüncü hadise: Bir rivayette, "İslâm Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek"4 denilmiş.

لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ 5 bunun bir te'vili şudur ki: Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayetzamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle Süfyanî Deccal onların içinde zuhur edeceğine işaret eder.

Gariptir, hem çok gariptir: Yedi yüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur'ân'ın elinde şeref-şiar, bârika-âsâ bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü,muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeâirine karşı istimal etmeye çalışır! Fakatmuvaffak olmaz, geri çekilir. Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor diyerivayetlerden anlaşılıyor.

وَاللهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ     لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّاللهُ     6



Dipnot-1

"Yemin olsun incire ve zeytine." Tîn Sûresi, 95:1.

Dipnot-2

"Rabbinin ismiyle oku." Alâk Sûresi, 96:1.

Dipnot-3

"Muhakkak ki insan azgınlaşır." Alâk Sûresi, 96:6.

Dipnot-4

Tirmizi, Fiten: 57; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned, 1:4, 7; el-Elbânî, Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahîha, 4:122.

Dipnot-5

"Gaybı ancak Allah bilir."

Dipnot-6

"Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. Gaybı ancak Allah bilir."

Sayfa

/923



Bu Sayfaya Yeni Notunuz

ArialCourier NewTimes New RomanVerdana

Kaydet

Anadolu: (bk. bilgiler)Hazret-i Ömer: [bk. bilgiler – Ömer (r.a.)]Horasan: (bk. bilgiler)Radiyallahu Anh: “Allah ondan razı olsun”Süfyan/Süfyanî Deccal: Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm Deccalıakîbinde: sonrasında, arkasındaalâkadar: alâkalı, ilgilibârika-âsâ: şimşek gibicifir: (bk. bilgiler - Cifir İlmi)ehl-i salât: namaz kılan insanlarhâdise: olayistidraç: inkârcı veya günahkâr kimselere Cenâb-ı Hakkın verdiği olağanüstü özellikleristimal etme: kullanmakavim: topluluk, halkkesret: çoklukmemdûh: beğenilen, övülenmuvaffak: başarılımuvakkaten: geçici olarakmüddet: sürenakletme: aktarma, duyduğu bir haberi bir başkasına iletmerivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesisenâkârâne: övgü dolu bir ifade iletakdir etme: değer vermetecavüz: haddi aşma, ileri gitmete’vil: yorumtâğiyâne: azgıncazikretmek: dile getirmek, anmakzuhur etme: görünme, ortaya çıkmaİslâm Deccalı: (bk. bilgiler – Deccal)şark: doğuşeref-şiâr: şereflişeâir: işaretler, İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler

yuksel dedi ki...

HALLÂC-ı MANSÛR
حلاّج منصور
Ebü’l-Mugīs el-Hüseyn b. Mansûr el-Beyzâvî (ö. 309/922)
Tasavvufun gelişmesine önemli katkılarda bulunan ünlü mutasavvıf.
İlişkili Maddeler
Şeyhi
AMR b. OSMAN el-MEKKÎ
“Üstâdü’s-sûfiyye” unvanıyla tanınan ilk devir sûfîlerinden.
Hocası
SEHL et-TÜSTERÎ
Sûfî ve müfessir.

Müellif:
SÜLEYMAN ULUDAĞ
244’te (858) İran’ın Fars eyaletinde bulunan Beyzâ’nın kuzeydoğusundaki Tûr’da doğdu. Dedesi Mahamma Mecûsî idi. Sonraları anne tarafından Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin neslinden geldiği söylenerek kendisine Ensârî nisbesi verilmiştir. İbnü’n-Nedîm onun, halkının çoğunluğunu Araplar’ın meydana getirdiği Beyzâ’dan olduğunu ifade ettikten sonra babasının mesleğinden dolayı “Hallâc” diye tanındığını söyler. Oğlu Hamd’in anlattığına göre ise insanların gönüllerindeki sırları pamuk gibi atıp altüst ettiğinden “Hallâc-ı Esrâr” unvanını almıştır. Başka bir rivayete göre bir hallâcın dükkânında iken sahibini bir yere göndermiş, dükkânına dönen bu kişi bütün pamukların atıldığını görerek bunu onun kerameti olarak kabul etmiş ve daha sonra Hallâc diye anılmıştır (Aḫbârü’l-Ḥallâc, s. 49). Asıl adı Hüseyin olduğu halde İran’da ve Osmanlılar’da daha çok Mansûr ve Hallâc-ı Mansûr şeklinde babasının adıyla anılmış, kendisine “Mansûr” adı verilirken davasının zafere ulaşmış olduğuna işaret edilmiştir. Allah’ın yardımına mazhar olduğunu anlatmak için ona “Nâsır’ın (Allah’ın) Mansûr’u” diyenler de olmuştur. Melâmet ehli arasında “sultânü’l-melâmetiyyîn” diye anılır.

Hatîb el-Bağdâdî’nin, oğlu Hamd’e dayanarak verdiği bilgiye göre Hallâc, doğum yeri olan Tûr’dan halkı Hanbelîler’den oluşan ve hâfızlarıyla tanınan Vâsıt’a gitti. Burada on iki yaşında hıfzını tamamladı. Ardından Tüster’e geçerek iki yıl Sehl et-Tüsterî’nin öğrencisi oldu. Yirmi yaşında Basra’ya geldi. Buradan Bağdat’a giderek Cüneyd-i Bağdâdî, Amr b. Osman el-Mekkî, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî gibi Bağdat’ın tanınmış sûfîlerinin sohbetlerine katıldı. Amr b. Osman el-Mekkî’den hırka giydi. Basra’da Ebû Ya‘kūb Akta‘ adlı bir sûfînin kızı ile evlendi. Burada Abbâsî hilâfetini tehdit eden Zenc isyanına şahit oldu ve muhtemelen bu ayaklanmaya sıcak baktı. Bu arada az çok Şiî mezhebini de tanıdı. Basra’da zâhidâne bir hayat yaşarken kayınpederiyle şeyhi arasında şiddetli bir geçimsizlik çıktı. Hallâc bu durumu Cüneyd’e arzederek ne yapması gerektiğini sorunca Cüneyd ona sabır tavsiye etti. Bir süre sonra 282’de (896) ilk haccını yapmak üzere Hicaz’a gitti. Burada vaktini ibadet ve riyâzetle geçiren Hallâc, daha sonra bir grup sûfî ile birlikte Bağdat’a dönerek Cüneyd’in sohbetlerine devam etti. Bu sırada ona sorduğu bazı sorulara cevap alamadı. Hallâc’ın maksatlı sorular sorduğuna ve bu konuda samimi olmadığına kanaat getiren Cüneyd onun sohbetlerine katılmasından rahatsız oldu ve meclisinden uzaklaştırdı (Cüneyd ile aralarında geçen tartışma için bk. Aḫbârü’l-Ḥallâc, s. 25). Bunun üzerine Hallâc Tüster’e döndü. Aralarında bir yıl kaldığı Tüster halkı kendisini hiçbir mezhebe bağlı bilmeyen, ancak her mezhebin en zor hükümlerini uygulamayı esas alan Hallâc’a büyük ilgi gösterdi. Hallâc beş yıl sürecek bir yolculuğa çıkmak üzere Tüster’den ayrıldı. Horasan, Mâverâünnehir, Sicistan ve Kirman bölgelerini dolaştı. Fars’ta halka vaazlar verdi, onlar için eserler yazdı. Ardından Ahvaz’a geçti ve ailesini de buraya getirtti. Şeyhi Amr b. Osman el-Mekkî’nin Ahvaz yöresine kendisini kötüleyen mektuplar yazması üzerine ondan giydiği hırkayı çıkarıp attı

yuksel dedi ki...

Ahvaz’da meclis kurup vaazlar vermeye başlayan Hallâc halkın ve aydınların büyük teveccühüne mazhar oldu ve burada Hallâc-ı Esrâr diye tanındı. Daha sonra ailesini Ahvaz’da bırakarak 400 müridiyle birlikte ikinci defa hac yapmak üzere Basra üzerinden Mekke’ye gitti. Kendisini kıskanan sûfî Ebû Ya‘kūb en-Nehrecûrî onun aleyhinde bulunmaya başladı. Hac dönüşü Basra’da bir ay kaldıktan sonra Ahvaz’a gelen Hallâc, ailesini ve buranın ileri gelenlerinden bir grubu yanına alarak Bağdat’a geçti. Burada bir sene kaldı; ardından küfür ve şirk beldelerini Allah’ın dinine davet etmek için mânevî bir işaret aldığını söyleyerek ailesini müridlerinden birine emanet edip deniz yoluyla Hindistan’a gitti (Hatîb, VIII, 120). Horasan, Tâlekān, Mâverâünnehir, Türkistan, Maçin, Turfan ve Keşmir’i dolaştı. Buralarda ateşli vaazlar verdi, Allah sevgisinden söz etti. Gezdiği yerlerdeki halk için eserler yazarak İslâm’a girmelerinde etkili oldu. Onun tesiriyle müslüman olanlara Mansûrî deniliyordu. Bu durum kendisini büyük bir üne kavuşturdu. Ziyaret ettiği yerlerin halkı mektuplarında kendisine “mugīs, mukīt, mümeyyiz, zâhid, mustalem, muhayyer” gibi unvanlarla hitap ediyorlardı. Bu seyahatten dönünce aleyhindeki faaliyetler de tekrar başladı. 290’da (903) üçüncü defa hacca gitti ve burada iki yıl kaldı. Bazan ibadet ediyor, bazan da halk arasına karışıp hacda kesilen kurbanlar gibi Allah yolunda kendini feda etmeye hazır olduğunu haykırıyordu. Bir ara Arafat’ta kendisine hakaret ve işkence edilmesini istedi. Bağdat’a dönen ve bir ev satın alan Hallâc’da bir değişikliğin meydana geldiği farkedilmişti. Hakkında anlatılan bir menkıbeye göre Bağdat’ta açıkça Hak yolunda canını feda etmek istediğini, kanının dökülmesinin halk için helâl olduğunu ilân etti (Aḫbârü’l-Ḥallâc, s. 42). Karmatîler’in Abbâsî Devleti’ni tehdit ettiği, 256 (870) yılında başlayıp 270’e (883) kadar devam eden Zenc isyanının izlerinin henüz silinmediği, istikrarsızlığın devam ettiği bir dönemde Hallâc’ın sözleri ve davranışları halk ve ulemâ arasında yeni bir huzursuzluk meydana getirdi. İbn Dâvûd ez-Zâhirî öncülüğünde bir grup âlim Hallâc’ın aleyhinde bir faaliyet başlattı; bazıları onun sihirbaz, şarlatan veya deli olduğunu ileri sürerken bazıları da keramet sahibi bir velî olduğunu söylüyordu. Aleyhindeki faaliyetler artıp bir kısım müridleri tutuklanınca kendisini de aynı âkıbetin beklediğini anladı ve Ahvaz’a kaçtı. Sûs’ta bir dostunun yardımıyla Dânyâl peygamberin türbesi civarında bir yıl saklandı. 301’de (913) yakalanarak Bağdat’a getirildi ve idam talebiyle mahkeme önüne çıkarıldı. Şâfiî kadısı İbn Süreyc’in, ilhama dayanan tasavvufî mahiyetteki sözlerin fıkhî açıdan değerlendirilmesinin yanlış olacağını ileri sürüp idama karşı çıkması ve dostu başmâbeyinci Nasr el-Kuşûrî ile Halife Muktedir-Billâh’ın Türk asıllı annesi Şağab’ın araya girmesi üzerine Vezir Ali b. Îsâ el-Kunnâî onu üç defa siyaset meydanında teşhir ettikten sonra hapsedilmesini yeterli gördü. Sekiz yıl süren hapis hayatı, genellikle dostu Nasr el-Kuşûrî’nin evindeki bir odada göz hapsi şeklinde geçti. Bütün ihtiyaçları karşılandı; ziyaretçi kabul etmesine izin verildi. Hapiste bulunan Hallâc’ın Bağdat ve çevresindeki etkisi giderek arttı. Burada iken Kitâbü’ṭ-Ṭavâsîn’in “Ṭâsînü’s-sirâc” ve “Ṭâsînü’l-ezel” bölümlerini yazdı. Fakat aleyhindeki faaliyetler bütün şiddetiyle devam ediyordu.

yuksel dedi ki...

Sonradan maliye tahsildarı olan eski sûfî Ebû Ali el-Evâricî bile onu, ünlü kıraat âlimi İbn Mücâhid’e sahte kerametler gösteren bir hokkabaz şeklinde tanıtmıştı. Cezalandırılması yönündeki taleplerin artması üzerine Vezir Hâmid b. Abbas tarafından idam isteğiyle tekrar hâkimler heyetinin önüne çıkarıldı. Delillerin yetersiz olduğunu söyleyen hâkimler idamı için hüküm vermekten kaçındıklarından mahkeme uzun sürdü. Fakat Vezir Hâmid’in ısrarlı takibi karşısında bir oldu bittiyle karşı karşıya kalan Mâlikî kadısı Ebû Ömer Muhammed b. Yûsuf el-Ezdî idamına hükmetti. Hanefî kadısı İbnü’l-Bühlûl’ün muhalefetine rağmen bu hüküm diğer kadılara ve şahitlere imzalatıldıktan sonra Halife Muktedir-Billâh tarafından tasdik edilince Hallâc, 24 Zilkade 309 (26 Mart 922) tarihinde Bağdat’ın Bâbüttâk denilen semtinde önce kırbaçlandı; burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edildi. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye dikildi; gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savruldu (Hatîb, VIII, 127). Kesik başı iki gün köprüde dikili bırakıldıktan sonra Horasan’a gönderilerek bölgede dolaştırıldı (a.g.e., VIII, 141).

Hallâc’ın asıldığı yer zamanla önem kazanmaya, Hak şehidi bir velînin türbesi olarak ziyaret edilmeye başlanmıştır. Vezirliğe yeni tayin edilen Ali b. Mesleme’nin, görevine başlamadan önce Hallâc’ın kabri olarak bilinen yeri ziyaret ederek mânevî huzurunda dua edip niyazda bulunması, Abbâsî Devleti’nin ondan özür dilemesi ve itibarını iade etmesi anlamına gelmiştir. Hallâc adına burada inşa edilen ve zaman zaman onarılan türbeden başka çeşitli İslâm beldelerinde onun adına pek çok makam yapılmış ve bu makamlar birçok mutasavvıf, âlim ve devlet adamı tarafından ziyaret edilmiştir.

Hallâc-ı Mansûr’un öldürülme sebebi hakkında, Abbâsîler’e karşı ayaklanmış olan Karmatîler’le gizlice mektuplaştığı, “enelhak” sözüyle ulûhiyyet iddiasında bulunduğu, haccın farziyetini inkâr edip yeni bir hac anlayışı ortaya koyduğu şeklinde çeşitli iddialar ileri sürülmüştür. Ancak idamın esas sebebinin bu tür iddialar olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim III. (IX.) yüzyılda yaşamış olan ve Hallâc’ınkine benzer şathiye türü sözleriyle tanınan Bâyezîd-i Bistâmî gibi sûfîlere dokunulmamış olması bunu gösterir. Şâfiî kadısı İbn Süreyc, cezbe halinde söylenen ilham ürünü sözlerin fıkıh açısından değerlendirilip bir hükme varılamayacağını belirtip idama karşı çıkarken o dönemde genellikle hukukçuların bu tür olaylar karşısında takındıkları tavrın bir örneğini vermiştir. Çok katı ve mutaassıp olanların dışındaki fakihler şathiyyât sahibi sûfîleri kınamakla birlikte yaşama haklarını ellerinden almaya taraftar olmamışlardır. Hallâc’ın idam fetvası dinî olmaktan çok siyasî bir karar olup ancak siyasî baskılar ve entrikalar sonucunda çıkarılabilmiştir. Onun büyük bir üne sahip olması, çevresinde çok sayıda mürid toplaması, sarayda ve yüksek rütbeli devlet adamları ve kumandanlar arasında bile taraftar bulması, zenci kölelerin isyanına sıcak bakması, mehdî olduğu ve Abbâsîler’e karşı Karmatîler’le gizlice iş birliği yaptığı yolunda söylentiler çıkması devlet adamlarını endişelendirmiş, bu yüzden baskı altında çalıştığı ileri sürülen bir hâkimler kurulundan fetva alıp idamı gerçekleştirmişlerdir. Ancak az da olsa Hallâc’ı hulûlcü ve ittihadcı bir zındık ve mülhid sayıp idamını şer‘an gerekli gören kadılar da vardır. Takıyyüddin İbn Teymiyye başta olmak üzere her çağda bazı zâhir âlimleri onun idamını tasvip etmişlerdir. Başlangıçta Amr b. Osman el-Mekkî, Cüneyd-i Bağdâdî gibi çağdaşı bazı sûfîler Hallâc’ı tenkit etmişler; İbn Atâ, Şiblî, İbn Hafîf ve Nasrâbâdî gibi diğer bazı sûfîler ise velî olarak kabul etmişler, daha sonra da hemen hemen bütün mutasavvıflar onu evliyadan saymışlardır.

yuksel dedi ki...


Tasavvufî Görüşleri. Tasavvuf tarihi bakımından birinci derecede önemli büyük mutasavvıflardan olan Hallâc’ın sözleri ve menkıbeleri çağlar boyunca müslümanlar arasında yankılanmış ve İslâm toplumu üzerinde derin izler bırakmıştır. Tasavvuf Hallâc’ın şahsında yeni bir merhaleye ulaşmış, onun bu harekete bastığı damga günümüze kadar tesirini sürdürmüştür. Değişik ifadelere ve izah şekillerine bürünerek geniş halk tabakaları arasında yaşama imkânı bulan Hallâc’ın temel görüşlerinden biri nûr-ı Muhammedî (hakîkat-i Muhammediyye) fikridir. Hallâc’a göre Hz. Muhammed’in biri ezelî bir nur oluşu, diğeri bir insan ve peygamber olarak dünya hayatındaki altmış üç yıllık varlığıyla ilgili şahsiyeti olmak üzere iki hüviyeti vardır. Allah’ın ilk yarattığı şey onun nurudur (Aclûnî, I, 265). Âdem henüz toprakla su arasında iken, yani henüz yaratılmamış iken o peygamberdi (a.g.e., II, 130). Bütün nebîler, resuller ve velîler ilim ve irfanlarını ondan almışlardır. Hatta bütün varlıkların var oluş sebebi odur. Hz. Âdem bedenlerin, Hz. Muhammed ise ruhların babasıdır. Hz. Muhammed’i değişik bir şekilde yorumlayan, onunla Allah arasındaki münasebeti farklı bir biçimde açıklayan bu teori daha sonraki mutasavvıflar tarafından geliştirilmiş ve tasavvufun önemli esaslarından biri haline getirilmiştir. Hallâc, yaratma ve dinlerle ilgili düşüncelerini de nûr-ı Muhammedî çerçevesinde açıklamıştır. Ona göre bu nur ilk taayyündür, zâtın zâta tecelli etmesidir, bütün yaratıklar ondan zuhûr ettiğinden o aynı zamanda varlığın kaynağıdır. Eğer o olmasaydı hiçbir şey olmazdı (bk. HAKÎKAT-i MUHAMMEDİYYE).

Hallâc’a göre bütün dinler esas itibariyle birdir. Aynı hakikate değişik açılardan bakmaları dinlerdeki farklılığın kaynağını oluşturmuştur. Dinlerin birliği esastır; bütün din mensuplarının hedefi ve istedikleri şey aynıdır. Bu yönden hepsi hak üzeredir. Farklılık isimlendirmede ve şekildedir. Hallâc, Hz. Mûsâ’nın sözünü de Firavun’un sözünü de “hak söz” diye niteliyor ve bu ifadeyi cebir ve kader konusundaki görüşleriyle açıklayarak, “Bu sözler, ezelde takdir edilen ve değişmeyen bir alın yazısının sonucu olarak söylenmiştir” diyordu (Aḫbârü’l-Ḥallâc, s. 48). Bütün dinlerin ilâhî olduğunu söyleyen Hallâc’a göre insan kendi tercih ettiği din üzere değil, Allah tarafından kendisi için tercih edilen din üzere bulunur; sadece bu ümmetin Mecûsîler’i olan Kaderiyye ve Mu‘tezile mezhebi mensupları bunun aksini iddia etmişlerdir. Bu konudaki görüşlerini açıklamak için irade ile emir arasında ayırım yapan Hallâc, emredilen şeylerden bazılarının irade edildiği halde bazılarının irade edilmediğini ve sadece irade edilenin gerçekleştiğini savunur.

İblîs’in Âdem’e secde etmemesini Hallâc bir de tevhid, aşk ve fütüvvet açısından yorumlamıştır. Ona göre İblîs Allah’tan başkasına secde edilmemesi gerektiğini, ilâhî takdirin böyle olduğunu biliyor, secde emrini bir imtihan ve zâhirî bir husus olarak görüyordu. İblîs Allah’a derin bir aşkla bağlı olduğundan O’ndan başkasının önünde eğilmemiş, secde şerefini yalnız O’na tahsis etmiştir. Allah’ın, “Eğer secde etmezsen sana ebedî olarak azap edeceğim” uyarısına karşı, “Bu azap içinde iken beni görecek misin?” şeklinde bir soru sormuş, “evet” cevabını alınca, “Beni görmen bu azaba katlanmama değer” demiştir. Hallâc, aşkı bir zevk ve haz olarak değil elem ve azap olarak görüyor ve âşığın sevgilisi uğruna en acı ıstırabı tereddüt etmeden göze alması gerektiğini düşünüyordu. İdam edileceği gün vücudundan akan kanla abdest aldığı ve, “Aşk namazı için abdest ancak kanla alınır” dediği rivayet edilir (Attâr, s. 593).

yuksel dedi ki...


Hallâc-ı Mansûr, İblîs ile Firavun’un durumunu fütüvvet bakımından değerlendirirken fetâ ve fütüvvet ehli denilen yiğit ve fedakâr insanların inandıkları davaya sonuna kadar bağlı kalmaları ve bu uğurda seve seve canlarını feda etmeyi göze almaları gerektiği hususunu dikkate almıştır. Hallâc’a göre İblîs, “Eğer Âdem’e secde edersem fütüvvet ehli olma niteliğini kaybederim” demiş ve bu sebeple davasına bağlı kalmıştı. Firavun da, “O’nun resulüne inanırsam davamı kaybetmiş olacağımdan fütüvvet makamından azledilmiş olurum” diyerek denizde boğulma pahasına iddiasında ısrar etmişti. Bu bakımdan bu ikisini kendine örnek alan Hallâc, “enelhak” davasında sonuna kadar ısrar etmekle fütüvvetin bir örneğini vermiştir (Kitâbü’ṭ-Ṭavâsîn, s. 207). Diğer taraftan Hallâc fütüvvetin en güzel örneği olarak Hz. Muhammed ile İblîs’i görmüş, hiç kimsenin bu ikisi kadar davalarında samimi olmadıklarını ve fedakârlık göstermediklerini, ancak birincisinin diğerinden daha mükemmel bir örnek teşkil ettiğini ileri sürmüştür (a.g.e., s. 204).

Ona nisbet edilen bir risâlede, “Hac yapmak isteyen, fakat buna imkân bulamayan bir kimse evinde temiz bir odayı hac için ayırır. Hac mevsimi gelince içine kimsenin girmediği bu odada Kâbe’de olduğu gibi tavaf yapar. Haccın diğer menâsikini de yerine getirdikten sonra otuz yetimi toplayarak yemek yedirir, onlara elbise giydirir, sonra da her birine 7’şer dirhem para verir. Bunlar hac yerine geçer” şeklinde bir ifade yer almaktadır (bk. İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam, VI, 163). Ancak bu sözler bu şekliyle onun düşmanları tarafından ileri sürülen bir iddiadır. Daha önce Râbia el-Adeviyye ve Bâyezîd-i Bistâmî de Kâbe konusunda buna benzer sözler söylemişlerdi. Hallâc’ın da aynı konuda bazı şeyler söylemiş olması mümkündür. Nitekim mahkeme Hallâc’ı idam etmeye karar verirken onun haccın farz oluşunu inkâr ettiğini hükme gerekçe olarak göstermiş, o sırada Abbâsîler’e isyan etmiş olan Karmatîler’in Kâbe’yi tahrip edip Hacerülesved’i memleketlerine götürmeleriyle Hallâc’ın haccı inkâr etmesi arasında bir ilişki kurulmak istenmişti. Hallâc’ın üç defa Mekke’ye gidip Kâbe’yi ziyaret etmesi, ayrıca Hanefî kadısı İbnü’l-Bühlûl’ün idam kararına karşı çıkması hacla ilgili iddiaların bir tertipten ibaret olduğunu göstermektedir.

Hallâc hakkında ileri sürülen iddiaların en yaygını, en etkili ve en sürekli olanı, onun tevhid ve fenâ görüşünü ifade eden “enelhak” sözü ile hulûl ve ittihadı çağrıştıran ifadeleridir. Hallâc’ın kâfir ve zındık olduğunu iddia edenler enelhak sözü ile tanrılık iddiasında bulunduğunu ileri sürmüşler, onu büyük bir velî olarak tanıyanlar ise bu sözü diğer sûfîlerin şathiyeleri gibi görüp çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. Hallâc’ın enelhak dediği doğrudur. Ancak bu sözüyle tanrılık iddiasında bulunduğu yolundaki hükümler kesinlikle yanlıştır. Onun konuyla ilgili tam ifadesi şöyledir: “Eğer Allah’ı tanımıyorsanız eserini tanıyınız, işte o eser benim, ben Hakkım, çünkü ebediyen Hak ile Hakkım” (Kitâbü’ṭ-Ṭavâsîn, s. 208). Bir şiirinde hulûlle ilgili olarak, “Ben sevgilimin kendisiyim, o da bendir; biz bir bedene hulûl etmiş iki ruhuz” (Dîvân, s. 279) diyen Hallâc’ın bu sözleri daima onun fenâ, sekr ve tevhid hali göz önünde tutularak açıklanmaya çalışılmıştır. Bu açıklamalara göre “Ben Hakkım” sözü “Ben Hak’tanım” veya “Ben bir gerçeğim ve bâtıl değilim” demektir. Bazılarına göre Hallâc bu sözü Allah’tan hikâye yoluyla söylemiş ve, “Allah ben Hakkım diyor” demek istemiştir.

yuksel dedi ki...


Gazzalî, enelhak sözünün söylendiği makamın ve halin önemine işaret ettikten sonra konuyu tecellî ve fenâ kavramı ile açıklar ve şu örneği verir: Bir bardağa meşrubat konulunca bardakla meşrubatın rengi birbirine karışır, artık bardaktan değil sadece meşrubatın varlığından söz edilir. Kalbinde Allah’ın tecelli ettiğini gören bir velî bazan tecellî mahalli olan kalbi göremez, sadece burada tecelli eden Hakk’ı görür ve o zaman enelhak der. Bundan maksat, velînin kendi varlığını yok sayarak Hakk’ın varlığını dile getirmesidir (İḥyâʾ, II, 288; IV, 241, 299; Mişkâtü’l-envâr, s. 140). Fahreddin er-Râzî de Hallâc’ı savunur ve onun bu sözünü çeşitli şekillerde yorumlar (Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 290). Hallâc’ın yaşadığı dönemde ve öncesinde tasavvufî düşünceleri sebebiyle kimsenin idam edilmemiş olması enelhak sözünün o devirde idam sebebi sayılmadığını gösterir. Ayrıca Hallâc’dan sonra da tasavvuf edebiyatında bu ifade benimsenerek sık sık kullanılmış, tasavvuf şairleri derin bir coşku içinde bu sözü tekrarlamaktan büyük bir ruhî haz duymuşlar, en muhafazakâr çevreler bile bu ifadeyi kullanan mutasavvıfları kâfir saymamışlardır.

Hallâc Hıristiyanlığa ve bu dinden alınan bazı terimlere de ilgi duymuştur. Süryânî hıristiyanların kullandıkları “nâsût” ve “lâhût” tabirlerini tasavvuf terminolojisine ilk defa Hallâc sokmuş, Allah’ın nâsûtunun lâhûtî sırrını ortaya koyduğunu ifade etmiş ve haç dini üzere öleceğini söylemiştir. Ebü’l-Abbas el-Mürsî, Hallâc’ın bu sözü ile kendisinin çarmıha gerilerek katledileceğini önceden haber verdiğini, fıkıh âlimlerinin bundan dolayı onu kâfir saymalarında isabet bulunmadığını belirtir (Tâhâ Abdülbâkī Sürûr, s. 255).

Hallâc-ı Mansûr’un vahdet-i vücûd inancıyla ilgisi konusunda değişik görüşler vardır. Genellikle vahdet-i vücûd inancına bağlı olanlar onu bu görüşün temsilcilerinden sayarlar. O dönemde vahdet-i vücûd fikrinin bulunmadığını söyleyenler ise haklı olarak onun görüşlerini vahdet-i şühûd olarak adlandırırlar. Bunlara göre Hallâc Allah sevgisiyle coşmuş, kendinden geçmiş, her şeyi Hak olarak görmüş, sonra kendine gelince yaratanla yaratılanların ayrı ayrı varlıklar olduğunu söylemiştir (M. Celâl Şeref, s. 332-346).

İslâm âlimleri Hallâc hakkında dört gruba ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı Hallâc’ı haklı bulmuş, savunmuş, görüşlerini paylaşmış; bir kısmı onu kâfir ve zındık sayarak şiddetle reddetmiş; başka bir grup mâzur görmüş, kendisine acımış; dördüncü grup da bir hüküm vermekten kaçınarak sükût etmeyi tercih etmiştir. Genel olarak zâhir ulemâsı Hallâc’ı bir zındık olarak görmüş, idamından sonra asırlar geçtiği halde verdiği fetvalarla idamının haklılığını ve gerekliliğini savunmuş ve hiçbir zaman onu affetmemiştir. Bunlardan bazısına göre Hallâc bir hokkabaz, gözbağcı, sihirbaz, hilekâr ve şarlatandır. Hindistan’a yaptığı seyahatte yogilerden ve sihirbazlardan öğrendiklerine dayanarak birtakım olağan üstü haller göstermeye başlamış, bu halleri keramet şeklinde sunup halkı kandırmış ve kendisinin büyük bir velî olduğuna bazı kişileri inandırmıştır. Bir kısmına göre Hallâc haram-helâl bilmeyen, her şeyi câiz gören bir ibâhiyeci ve mülhiddir. Dinî hükümlerin tasavvufta henüz bir seviyeye gelmeyenler için gerekli olduğunu, bu seviyeye gelenlerin canlarının istediği her şeyi yapabileceklerini savunmuştur. Bazılarına göre ise tanrılık iddia eden bir sapıktır.

yuksel dedi ki...

Diğer bazılarına göre aşırı bir Şiî, bir Karmatî olup o sırada Abbâsî hilâfetine karşı baş kaldırmış bulunan ve Kâbe’yi tahrip eden Karmatîler’in bir dâîsidir. Çevresinde toplananlara kendisinin mehdî olduğunu söylediği ve bu durum Abbâsî saltanatı açısından bir tehlike oluşturduğu için önce etkisiz hale getirilmeye çalışılmış, bu mümkün olmayınca da ortadan kaldırılmıştır. İbn Hazm, Bâkıllânî, İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, İbn Hacer, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, İbn Haldûn, İbn Kesîr, Kādî İyâz ve Zehebî başta olmak üzere birçok hadis, fıkıh ve kelâm âlimi yukarıdaki görüşlerden birine katılır. Diğer taraftan İbn Bâbeveyh (Şeyh Sadûk), Şeyh Müfîd ve Ebû Ca‘fer et-Tûsî gibi birçok Şiî âlimi Hallâc’ı mülhid olarak görmüştür.

Ancak Hallâc’ı reddedenler zamanla azalmış veya bunların tenkitleri etkisini kaybetmiş, dostları ve taraftarları ise gittikçe çoğalmıştır. Hayatta iken Şiblî, İbn Hafîf, İbn Atâ ve Fâris gibi savunucuları bulunan Hallâc’ı daha sonraki çağlarda sûfîler arasında reddeden hemen hemen hiç kalmamıştır. Nasrâbâdî, Sülemî, Ebû Nasr es-Serrâc, Kelâbâzî, Kuşeyrî, Hâce Abdullah-ı Herevî, Hücvîrî, Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr, Gazzâlî, Abdülkādir-i Geylânî gibi büyük mutasavvıflar onun bir velî olduğuna inanmışlar, kendisiyle ilgili suçlamalara katılmamışlardır. Aynülkudât el-Hemedânî, Ahmed el-Gazzâlî, Rûzbihân-ı Baklî, Senâî, Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ahmed Yesevî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi tasavvufun en tanınmış şahsiyetleri ise Hallâc’ı ve düşüncelerini benimseyerek onun ateşli taraftarları olmuşlar, Hallâc’ın idealini yaşatarak Hallâcî bir tasavvuf hareketi meydana getirmişlerdir. Bunların çalışmaları sayesinde Hallâcî düşünce ve eylem tarzı bütün İslâm dünyasının en ücra yerlerine kadar yayılmış, özellikle İran ve Türk edebiyatı ondan derin bir şekilde etkilenmiş, sûfî şairlerin özünü onun görüşleri oluşturmuştur. Tarikat şeyhleri ve mensupları arasında da Hallâc ve görüşleri önemli bir yer tutar. Yeseviyye, Mevleviyye ve Kādiriyye gibi tarikatların mensupları ve melâmet ehli sürekli olarak Hallâcî düşünce tarzını canlı tutmuş, Hallâc’ın görüşleri tasavvufun en önemli dinamiklerinden biri olmuştur. Onun fikirlerini en fazla tenkit eden Ahmed er-Rifâî bile enelhak sözünü sadece hata olarak görmektedir.

Mutasavvıflardan başka Sünnîler’den Fahreddin er-Râzî, Şiîler’den Nasîrüddîn-i Tûsî gibi bazı kelâmcılar, Şehâbeddin es-Sühreverdî, İbn Tufeyl ve Molla Sadrâ gibi filozoflar da Hallâc’ı savunmuşlardır. Osmanlı ulemâsından Kemalpaşazâde Hallâc’ı savunurken Ebüssuûd Efendi idam hükmünü yerinde ve haklı bulmuştur. Hanbelîler’den Ebü’l-Vefâ İbn Akīl, Hanefîler’den İbnü’l-Bühlûl, Şâfiîler’den İbn Süreyc, İbn Hacer ve Süyûtî ise Hallâc’ın lehinde ve aleyhinde bir hüküm vermekten kaçınarak onun durumunu Allah’a havale etmişlerdir.

Abdülkādir Mahmûd, Mahmûd Kāsım, İrfan Abdülhamîd gibi bazı çağdaş yazarlar Hallâc’ın aşırı bir Şiî, Bâtınî ve Karmatî olduğu hususunda ısrar etmektedirler. Hallâc Sünnî bir çevrede yetişmiş, Sünnî bir şehir olan Vâsıt’ta hıfzını tamamlamış, Sünnî âlimlerden ders almış, Sünnî sûfîlerin sohbetinde bulunmuş; Şiblî, İbn Hafîf ve İbn Atâ gibi takipçileri de Sünnîler arasından çıkmıştır. Hayatını Hallâc araştırmalarına adamış olan Louis Massignon’a göre Hallâc Sünnî bir mutasavvıf olup Türkler’in İslâmiyet’e girmesini başlatan dinî ve içtimaî hareketin öncüsüdür. İnsanları Allah sevgisine davet etmiş, aşkın bir ıstırap olduğunu fiilen göstermiş, nasların zâhirî mâna üzerine anlaşılıp harfiyen uygulanmasından doğan zorluklardan insanları kurtarmak için uğraşmıştır. Nicholson ise vahdet-i vücûdun Hallâc’dan çok sonra ortaya çıktığını hatırlatarak onun ilâhî mahiyet üzerinde durup sonlu ile sonsuz arasındaki ilişkiyi göstermeye çalıştığını ifade etmiştir (diğer bazı müsteşriklerin görüşleri için bk. EI2 [İng.], III, 104).

yuksel dedi ki...

Kuzey Afrika’dan Bengal ve Malaya takımadalarına kadar yayılan ve hemen hemen bütün müslüman kavimlerin folklorunda az çok yer alan Hallâc’ın tesiri XX. yüzyılda da devam etmiştir. Mısırlı yazar Salâh Abdüssabûr, Meʾsâtü’l-Ḥallâc (Beyrut 1964) adlı eserinde onu haksızlığa baş kaldırmanın ve devrimci düşüncenin gözüpek fedakâr bir temsilcisi olarak göstermiştir. Bu yönüyle Senûsî hareketinde de Hallâc’a önemli bir yer verilmiştir. Abdurrahman Bedevî’ye göre Hallâc Kierkegaard’a benzeyen var oluşçu bir sûfîdir. Muhammed İkbal ise felsefî-tasavvufî mahiyetteki Câvidnâme adlı eserinde, Jüpiter semasında seyahat ederken Hallâc’ın kendisine yol gösterdiğini söyleyerek ondaki güçlü ferdî dindarlığa, sıradan insanların üstünde Allah sevgisini yaşayan nâdir şahsiyetlerden biri olduğuna, dinamik inanç ve aşk anlayışıyla bir müslüman için iyi örnek olacağına dikkat çekmiştir (s. 287). Hallâc, Nesîmî’den Necip Fazıl Kısakürek’e kadar Türk edip ve şairleri üzerinde de etkili olmuştur. Sâlih Zeki Aktay’ın Hallac-ı Mansur (İstanbul 1942) adlı trajedisi bu konuda kayda değer bir eserdir.

Eserleri. 1. Kitâbü’ṭ-Ṭavâsîn. Hallâc’ın hapiste iken kaleme aldığı, düşünce dünyasını ortaya koyması açısından çok önemli olan bu eseri dostlarından İbn Atâ hapisten gizlice dışarı çıkarıp saklayarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Hallâc Şuarâ, Neml ve Kasas sûrelerinin başlangıcındaki “tâ” ve “sîn” harflerinin okunuşuyla elde ettiği “tâsîn” (çoğulu “tavâsîn”) kelimesine sırrî-tasavvufî mânalar yüklemiştir. Eser, her biri birkaç sayfalık sirâc, fehm, safâ, dâire, nokta, ezel ve iltibas, meşîet, tevhid, esrar, tenzih ve mârifet tâsîni adını verdiği on bir tâsînden meydana geldiğinden Kitâbü’ṭ-Ṭavâsîn adıyla anılmıştır. Rûzbihân-ı Baklî tarafından şerhedilen eseri (Şerḥ-i Şaṭḥiyyât, s. 335-345) ilk olarak L. Massignon neşretmiş (Paris 1913) ve daha sonra Fransızca’ya da tercüme etmiştir (La passion d’al-Ḥallāj, III, 300-344). Kitâbü’ṭ-Ṭavâsîn’in nüsha farklarına dayanan yeni bir neşri Paul Nwyia tarafından gerçekleştirilmiştir (bk. bibl.). Eser Âişe Abdurrahman tarafından İngilizce’ye (Berkeley 1974), Yaşar Nuri Öztürk tarafından Türkçe’ye (İstanbul 1976) çevrilmiştir.

2. Dîvân. Hallâc’ın çeşitli kaynaklarda bulunan şiirleri L. Massignon tarafından derlenerek divan haline getirilmiş ve ilk olarak Journal Asiatique’te ([1931], CCXVIII) yayımlanmıştır. Daha sonraki yıllarda müstakil baskıları yapılan eser (2. bs., Paris 1955; 4. bs., Paris 1981) Kâmil Mustafa eş-Şeybî tarafından neşredilmiştir (Bağdat 1974).

3. Aḫbârü’l-Ḥallâc. Hallâc’ın söylediği rivayet edilen sözlerin derlenmesiyle meydana gelen eser, L. Massignon’un Quatre textes inédits, relatifs à la biographie d’al-Hallâj (Paris 1914) adlı eserinin genişletilmiş yeni basımıdır (P. Kraus ile birlikte, Paris 1936, 1957, 3. bs.).

İbnü’n-Nedîm’in adlarını vererek Hallâc’a nisbet ettiği kırk altı eser (el-Fihrist, s. 241-243) günümüze ulaşmamıştır.

yuksel dedi ki...


BİBLİYOGRAFYA
Hallâc-ı Mansûr, Dîvân (nşr. L. Massignon), Paris 1955, s. 279.

a.mlf., Kitâbü’ṭ-Ṭavâsîn (nşr. P. Nwyia, MUSJ, XLVII [1972] içinde), s. 185-237.

Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ, V, 129.

Serrâc, el-Lümaʿ, s. 151, 304, 368, 378.

Kelâbâzî, Taarruf: Doğuş Devrinde Tasavvuf (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1979, s. 208-210.

İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 241-243.

Sülemî, Ṭabaḳāt, s. 307-311.

İbn Miskeveyh, Tecâribü’l-ümem, Kahire 1332, I, 76-82.

Ebü’l-Hasan ed-Deylemî, Sîretü Ebî ʿAbdillâh İbni’l-Ḫafîf eş-Şîrâzî (trc. Rükneddin Yahyâ b. Cüneyd eş-Şîrâzî, nşr. A. Schimmel), Ankara 1955, s. 93-103, 234-240.

Bağdâdî, el-Farḳ (Abdülhamîd), s. 261-264.

İbn Hazm, el-Faṣl, II, 114; IV, 187.

Hatîb, Târîḫu Baġdâd, VIII, 112-141.

Kuşeyrî, er-Risâle, Kahire 1966, s. 779.

Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb (Uludağ), s. 253-257.

Herevî, Ṭabaḳāt, Tahran 1351 hş., s. 380-386.

Gazzâlî, İḥyâʾ, II, 288; IV, 241, 299.

a.mlf., Mişkâtü’l-envâr, Beyrut 1986, s. 140.

Sem‘ânî, el-Ensâb, VI, 315.

Attâr, Teẕkiretü’l-evliyâʾ, s. 582-595.

İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam, VI, 160-164.

a.mlf., Telbîsü İblîs, Kahire 1928, s. 165-167.

Baklî, Şerḥ-i Şaṭḥiyyât, s. 335-545.

Fahreddin er-Râzî, Levâmiʿu’l-beyyinât (Sa‘d), s. 289-292.

İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, Beyrut 1966, VIII, 126-129.

İbn Hallikân, Vefeyât, II, 140-147.

Mevlânâ, Mesnevî, I, 177, 390.

İbn Teymiyye, Mecmûʿu fetâvâ, II, 480-487; XXXV, 108.

Ebü’l-Fidâ, el-Muḫtaṣar, II, 70.

Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XIV, 313-354.

İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 132-144.

İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, Beyrut 1971, II, 314.

Câmî, Nefeḥât, s. 150.

Şa‘rânî, eṭ-Ṭabaḳāt, s. 107-109.

İbnü’l-İmâd, Şeẕerât, II, 233, 253.

Aclûnî, Keşfü’l-ḫafâʾ, I, 265; II, 130.

Niyâzî, Mansûrnâme (haz. Mustafa Tatçı), Ankara 1994.

Hidâyet, Riyâżü’l-ʿârifîn, s. 108.

L. Massignon, La passion d’al-Ḥallāj, I-II, Paris 1922; a.e., I-IV, Paris 1975.

a.mlf., Essai sur les origines du lexique technique de la mystique musulmane, Paris 1968, s. 37-44.

a.mlf., Opera Minora, II, Paris 1969 (eserin I. bölümü [s. 1-342] yazarın Hallâc’la ilgili on sekiz önemli makalesinden oluşmaktadır).

a.mlf., “Hallâc”, İA, V/1, s. 167-170.

yuksel dedi ki...


a.mlf. – [L. Gardet], “al-Ḥallād̲j̲”, EI2 (İng.), III, 99-104.

Abdülkādir Mahmûd, el-Felsefetü’ṣ-ṣûfiyye fi’l-İslâm, Kahire 1946, s. 326-385.

Zekî Mübârek, et-Taṣavvufü’l-İslâmî, Kahire 1954, I, 209-218.

Aḫbârü’l-Ḥallâc (ed. L. Massignon – P. Kraus), Paris 1957.

Tâhâ Abdülbâkī Sürûr, el-Ḥallâc, Kahire 1961.

Ebü’l-Alâ Afîfî, et-Taṣavvuf: es̱-S̱evretü’r-rûḥiyye fi’l-İslâm, Kahire 1963, s. 232-235.

Salâh Abdüssabûr, Meʾsatü Ḥallâc, Beyrut 1964.

Ma‘sûm Ali Şah, Ṭarâʾiḳ, II, 200, 406, 480-481.

A. Schimmel, Al-Halladsch, Märtyrer der Gottesliebe, Cologne 1968.

a.mlf., Sind Halk Şiirinde Hallâc-ı Mansûr (trc. Sofi Huri), İstanbul 1969.

a.mlf., Tasavvufun Boyutları, s. 65-77.

a.mlf., “al-Ḥallāj”, ER, VI, 176.

R. A. Nicholson, Fi’t-Taṣavvufi’l-İslâmî ve târîḫih (trc. Ebü’l-Alâ Afîfî), Kahire 1969, s. 130-139.

Şeybî, eṣ-Ṣıla, Kahire 1969, s. 365-376.

a.mlf., Şerḥu Dîvâni’l-Ḥallâc, Bağdad 1974.

Ali Sâmî en-Neşşâr, Neşʾetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1977, I, 212.

Naşer Mûsâ Dahlal, Al-Ḥusayn İbn Manṣūr al-Ḥallāğ. Vom Missgeschick des einfachen zum Mythos vom Märtyrer al-Ḥallāğ, Erlangen 1983.

Ali el-Hatîb, İtticâhâtü’l-edebi’ṣ-ṣûfî beyne’l-Ḥallâc ve İbni’l-ʿArabî, Kahire 1404, s. 173-245.

M. Celâl Şeref, Dirâsât fi’t-taṣavvufi’l-İslâmî, Beyrut 1984, s. 263-346.

M. Yâsir Şeref, Ḥareketü’t-taṣavvufi’l-İslâmî, Kahire 1986, s. 163-187.

H. Mason, The Death of al-Hallaj: A Dramatic Narrative, Indiana 1986.

a.mlf., “Hallaj and the Baghdad School of Sufism”, Classical Persian Sufism: from its Origins to Rumi (ed. L. Lewisohn), London 1993, s. 65-81.

Ali Asgar Halebî, Şinâḫt-ı ʿİrfân u ʿÂrifân-i Îrânî, Tahran 1367 hş., s. 208 vd.

Macit Fahri, İslâm Felsefesi Tarihi (trc. Kasım Turhan), İstanbul 1987, s. 194-195.

L. Gardet, “Husayn Ibn Manṣūr Ḥallāj”, Présence de Louis Massignon (ed. D. Massignon), Paris 1987, s. 95-104.

Abdülhüseyn-i Zerrînkûb, Cüstücû der Taṣavvuf-i Îrân, Tahran 1369 hş., s. 131-150.

Hâşim Ma‘rûf el-Hasenî, Taṣavvuf u Teşeyyuʿ (trc. Seyyid M. Sâdık Ârif), Tahran 1369 hş., s. 515-524.

Yaşar Nuri Öztürk, Hallâc-ı Mansûr ve Eseri, İstanbul 1996.

Mahmûd Kāsım, “el-Ḥallâc ve’l-Ḳarâmiṭa ve Massignon”, Câmiʿatü’l-Ḳāhire Külliyetü Dâri’l-ʿulûm, Kahire 1970-71, s. 1-24.

Hasan ud Din Hashmi, “Al-Hallaj Between Reality and Misinder Standing”, Jusur, III, Los Angeles 1987, s. 61-81.

Samah Selim, “Manṣūr al-Hallāj and the Poetry of Ecstasy”, JAL, XXVI (1990), s. 26-42.

yuksel dedi ki...

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillah
Allahuekber
Subhanallah
Allahümmesallialaseyyidinamuhammed
Sallaahualeyhivesellem
Estagfirullah

yuksel dedi ki...

2/2
Müellif:
FERHAT KOCA
FIKIH. Helâl kelimesiyle çeşitli türevleri Kur’ân-ı Kerîm’de elli yerde geçmektedir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥll” md.). Bu âyetlerde kelimenin hem sözlük hem de terim anlamında kullanıldığı görülür. Bunlar arasında “çözmek” (Tâhâ 20/27), “ihramdan çıkmak” (el-Mâide 5/2), “inmek” (Hûd 11/39; er-Ra‘d 13/31; Tâhâ 20/81), “çıkmak” (el-Mâide 5/2), “mubah ve serbest olmak” (Bakara 2/196, 228, 229; el-Mâide 5/5, 88; en-Nahl 16/116; el-Hac 22/30; el-Ahzâb 33/52), “helâl kılmak” (el-Bakara 2/275; el-A‘râf 7/157; et-Tahrîm 66/1) gibi mânalar sayılabilir.

Kelime çeşitli türevleriyle birçok hadiste de yer almaktadır. Meselâ, “Benden kim vesile dilerse ona şefaatim helâl olur” (Buhârî, “Eẕân”, 8; Müslim, “Ṣalât”, 11; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 36, 37) hadisinde “gerekmek, vâcip olmak”; “Eğer yanımda kurbanlık deve olmasaydı ihramdan çıkardım” (Buhârî, “Ḥac”, 32; “ʿUmre”, 6; Müslim, “Ḥac”, 141, 214; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 23) meâlindeki hadiste “ihramdan çıkmak”; “Bana ganimet helâl kılındı, fakat benden önceki hiçbir peygambere helâl kılınmadı” (Buhârî, “Teyemmüm”, 1; “Ṣalât”, 56; Müslim, “Mesâcid”, 3, 5; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 121) ve, “Denizin suyu temiz, ölüsü helâldir” (Ebû Dâvûd, “Ṭahâret”, 41; Tirmizî, “Ṭahâret”, 52; Nesâî, “Ṭahâret”, 46) hadislerinde “mubah ve serbest olmak” mânalarında kullanılmıştır (diğer örnekler için bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥll” md.).

Bir fıkıh terimi olarak helâl çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. Alâeddin es-Semerkandî, fiil olması bakımından hükümlerin niteliklerini haram, muharrem, mahzur, menhî ve mekruh ile bunların karşıtı olarak helâl, muhallel, mubah, me’zun, mutlak ve meşrû şeklinde iki ana kategoriye ayırır (Mîzânü’l-uṣûl, s. 40). İkinci gruptakileri de kendi aralarında tasnif eden Semerkandî helâl, serbest bırakılmış (mutlak) ve izin verilmiş (me’zun) kavramlarının birbirinin benzeri; mendup, sevilen (mahbub) ve razı olunan (merzâ) terimlerinin ise birbirinin dengi olduğunu belirterek meşrû kavramının bunların hepsini kapsadığını, yani en geniş daireyi oluşturduğunu söyler (a.g.e., s. 42). Semerkandî helâlin “şer‘an izin vererek serbest bırakmak”, tahlîlin ise “aleyhine men, kısıtlama (hacr) ve takyid câiz olan bir kimse hakkında herhangi bir fiili izinle serbest bırakmak” olduğunu belirtir (a.g.e., s. 44). İkinci tanımda “serbest bırakma” niteliği yanında, aklî melekeye sahip olmayan delilerin ve hayvanların fiillerini tanım dışı bırakacak ilâve unsurlar bulunmaktadır; çünkü onlar hakkında izin ve hacr söz konusu olmadığı için eylem ve davranışları helâllik ve haramlıkla nitelenemez. Ehl-i hadîse göre, hakkında ilâhî hitap bulunmadığından dolayı temyiz çağına ulaşmış çocuğun eylemleri de helâllik ve haramlıkla tavsif edilemez. Hanefîler, bu kategoriye giren çocukların fiilleri hususunda nehiy hitabı bulunmadığı için haramlıkla nitelendirilemeyeceğini kabul etmekle beraber, hakkında Allah’tan izin olduğu için fiillerinin helâllik, mubahlık veya mendupluk vasıflarıyla nitelenebileceğini ileri sürmüşlerdir (a.g.e., s. 44).

Seyyid Şerîf el-Cürcânî, “işlenmesi sebebiyle hakkında ceza verilmeyen şey” ve “şer‘in yapılmasını serbest bıraktığı şey” (et-Taʿrîfât, “ḥelâl” md.) olarak iki helâl tanımı yapmıştır. Bunlardan birincisinde, suç ve cezanın kanunîliği ilkesinden hareketle şeriatta karşılığında herhangi bir ceza bulunmayan eylemin haram yani yasak olmayacağına, bunun ise söz konusu eylemin helâl, serbest ve meşrû bir fiil olduğu anlamına geleceğine işaret edilmektedir. Bu tanımın ilk hareket noktası, hakkında şer‘î bir delil bulunmayan şeylerde mubahlığın esas olduğuna dair temel ilkedir. İkinci tanımda ise dinin herhangi bir eylemi serbest bırakması esası getirilmektedir. Bu tanımdan, kanun koyucunun (şâri‘) bilerek bıraktığı bazı serbest (mubah ve cevaz) sahalardaki fiiller de dahil olmak üzere her alanda hükmü bulunduğu anlamı çıkar ve bu kabulün arkasında, hakkında şer‘î bir delil bulunmayan şeylerde tahrîmin esas olduğuna dair temel tercih yatar.

yuksel dedi ki...



Genel olarak İmam Mâlik ve Şâfiî’ye nisbet edilen “haram kılındığına dair delil bulunmayan şey” biçimindeki helâl tarifi Cürcânî’nin kaydettiği birinci tanımla paralel olup bu durum onların, hakkında herhangi şer‘î bir delil bulunmayan alanlarda mubahlığın esas alınması gerektiğine dair görüşlerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca Ebû Hanîfe’ye atfedilen, “helâlliği hakkında herhangi bir delilin bulunduğu şey” (Nevevî, el-Erbaʿûn, s. 20; İbrâhim b. Mer’î eş-Şeberhîtî, s. 91; Mv.F, XVIII, 75) tanımından da onun, hakkında şer‘î bir delil bulunmayan konularda tahrîmin esas olduğunu savunduğu anlaşılır (aslî ibâha ile ilgili doktriner tartışmalar için bk. Süyûtî, s. 133-135; İbn Nüceym, s.73-74; ayrıca bk. MUBAH).

Şer‘î hükümlerin vâcip, haram ve mubah şeklinde üçlü taksimini benimseyen Şevkânî bunlardan birincisinin açık helâl, ikincisinin açık haram, üçüncüsünün kapalılığı sebebiyle helâl veya haram oluşu bilinemeyen şüpheli şeyler olduğunu söyler ki (Neylü’l-evṭâr, V, 235-236) burada helâl ve haramın açık olmasından maksat, bunların haramlık veya helâllik konusunda bir açıklamaya ihtiyaç duymamaları veya ortak olmamalarıdır. Bu tasnif, mubah ve mekruhu şüpheliler içerisinde sayanların görüşüne uygun düşmektedir. Halbuki Cürcânî’nin naklettiği tanımlardan, “işlenmesi sebebiyle hakkında ceza verilmeyen şey” ifadesi, yani “dinde (şer‘) aleyhine herhangi bir nassın bulunmadığı şeyler” biçimindeki bir helâl tarifi, başlangıçta hareket noktaları farklı olmakla beraber şer‘in yapılmasını serbest bıraktığı veya mubah ve câiz bir sebeple Kitap ve Sünnet’in serbest bıraktığı şeyleri de (Tehânevî, I, 347-348) kapsayacak genişlikte görünmektedir. Çünkü yapılması sebebiyle hakkında ceza işlemine gerek olmayan bir davranış mükellefin vâcip, mendup ve mubah sayılan bütün fiillerini içine alır ki bu durumda helâl, Semerkandî’nin çizdiği kavramsal dairenin en geniş halkasını teşkil eden meşrû terimiyle eş anlamlı hale gelmiş olur. Buna göre vâcibin câiz, câizin de emir mânası taşıyıp taşımadığı ve mubahın emredilmiş yani teklife dahil edilmiş bir fiil olup olmadığı konusundaki usulî tartışmalar bir yana (Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, I, 73-75; Mansûrîzâde Saîd, s. 81-89; ayrıca bk. CÂİZ) böyle bir genişliğe sahip olan helâl kavramı, ilk olarak “şer‘an kendisine izin verilmiş câiz şeyler” olması bakımından mendup ve mubahı; ikinci olarak da terkedilmesi yasaklanmakla birlikte insanın temel maslahatlarıyla ilgili herhangi bir zorluğu kaldırmak gibi bir anlamı da kapsayan vâcibi içine alır. Ayrıca mükellef, şer‘an Allah’ın helâl kıldığı şeye bağlanmak, haram kıldığı şeylerden de kaçınmakla emrolunduğu için vücûb bir bütün halinde helâle taalluk eder.

Aralarında Gazzâlî’nin de bulunduğu bir grup usulcüye göre câiz, kişinin yapma ve yapmama hususunda dinen serbest bırakıldığı fiilleri ifade eder. Bu anlamda câiz, yapılması zorunlu olan vâcip ile yapılması tavsiye edilen menduptan farklıdır. Diğer bir grup usulcünün câizi, yapılması dinen ve aklen mümkün olan fiiller şeklinde tanımlaması esas alındığında ise, aynı terim haram ve tahrîmen mekruh dışındaki bütün teklifî hükümleri içine alabilecek ölçüde geniş bir kapsam kazanmaktadır. Bu şekilde yapılabilecek iki helâl tanımına bağlı olarak da helâlle vâcip arasında, tıpkı câizle vâcip arasındakine benzer bir içlem ve kaplam ilişkisi kurulabilir (Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, I, 74; İbnü’l-Lahhâm, s. 163).

yuksel dedi ki...



Gazzâlî’nin, vâcibin “cevaz ve ibâha” anlamına gelmeyeceğini ileri sürerken vücûbun neshedilmesi durumunda cevazın değil vücûbdan önceki durumun geri döneceğini, vücûbdan önceki hal tahrîm ise fiilin haram, ibâha ise eylemin mubah olacağını söylemesi (el-Müstaṣfâ, I, 73), konuyu kelâm ve fıkıh usulünün önemli problemlerinden hüsün ve kubuh meselesiyle Allah’ın kulları için en yararlı (aslah) olanı yaratması gibi temel tartışmalara götürecektir. Bu tartışmalara girilmeksizin burada, şeriatta helâl kılınan bütün fiil veya davranışların mükellefin zarûriyyât, hâciyât ve tahsîniyyât çerçevesindeki birtakım maslahatlarını korumak ve geliştirmek amacıyla vâcip, mendup veya mubah kılındığı söylenebilir. Hz. Peygamber’in, “Helâl Allah’ın kitabında helâl kıldığı şeyler, haram da Allah’ın kitabında haram kıldığı şeylerdir. Hakkında hüküm belirtmediği hususlar ise sizin için affettiği şeylerdir” (Tirmizî, “Libâs”, 6; İbn Mâce, “Eṭʿime”, 60; Şevkânî, VIII, 120) hadisinde geçen helâl, şeriatta haramların karşıtı olan görev ve sorumluluklarla (vâcip) ilgili hükümler olmalıdır ve esasen bu tür helâl ve haramlar İslâm’ın kurucu ve onu diğer dinlerden ayırt edici temel ilkeleri olarak da görülebilir.

Helâlin çerçevesi içerisine vâcibin girmesiyle vâcibin karşıtı olan haram kavramı helâlin de karşıtı olur ve böylece helâlin sözlükte taşıdığı “haramın karşıtı olma” anlamı da gerçekleşir. Buna göre helâlin merkez dairesini, şâriin yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiillerden meydana gelen vâcip (Hanefîler’e göre farz), en dıştaki daireyi ise yapan veya terkeden için herhangi bir övgü ya da yergi söz konusu edilmeksizin yapılması ve terkedilmesi hususunda Allah’ın izin verdiği şeyleri ifade eden mubah oluşturur. Helâl kavramının genişliğiyle ilgili olarak varılan bu sonuç, İslâm hukukçularının yukarıda kaydedilen helâl tarifleri arasında anlam bakımından herhangi bir ayrılığın bulunmadığını ve ihtilâfın yalnızca bir terim ihtilâfı olduğunu gösterir.

Diğer taraftan fıkıh kitaplarında, genel olarak işlenmesinde herhangi bir günah bulunmayan ve yapılması serbest olan fiiller ve bunların dinî hukuka uygunluğu ifade edilirken kullanılan câiz kelimesiyle helâl kavramı arasında yakın bir ilişki vardır ve bu ilişkiden dolayı fürû kitaplarında “helâl olur” ve “câiz olur” ifadeleri eş anlamlı kullanılmıştır. Ancak, “Eşyada aslolan ibâhadır” ilkesini benimseyen bir yaklaşımla burada da helâl kavramının câizden daha geniş olduğu söylenebilir.

Hadis şarihleri, “Şüphesiz helâl belli, haram da bellidir; fakat aralarında birtakım şüpheli şeyler vardır ki onları insanlardan birçoğu bilmez” (Buhârî, “Îmân”, 39; “Büyûʿ”, 2; Müslim, “Müsâḳāt”, 107-108; Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 3) meâlindeki hadisin yorumu sırasında helâl ve haramı birbirinin zıddı ile, yani dinin yasakladığı ve serbest bıraktığı şeyler olarak tarif etmekle yetinmişler ve bu terimlerin usûl-i fıkıhtaki yeri ve kavramsal çerçevelerinden ziyade, özellikle helâlliği veya haramlığı konusunda şüpheye düşülen konuları (müştebihât) belirgin hale getirmek ve bir çerçeve içerisine sokabilmek için bazı prensipler koymaya çalışmışlardır (Aynî, I, 343-345; Şevkânî, V, 236-237).

yuksel dedi ki...

Bunlardan Tahâvî, hadiste geçen “müştebihat”ı Kur’an’daki müteşâbihat kavramına benzeterek Hz. Peygamber’in sözlerinde muhkem ifadeler gibi müteşâbihlerin de bulunduğunu söylemiştir. Buna göre açık helâl muhkem helâl, müştebihat ise açık (muhkem) helâl veya açık harama girmesi muhtemel şeylerdir (Müşkilü’l-âs̱âr, I, 325). Nevevî açık helâli, “helâl oluşu kapalı bulunmayan” (ekmek ve meyve yemek, konuşmak gibi), müştebihatı ise “helâl ve haramlığı açık olmayan ve bu sebeple insanların çoğunun gerçek hükmünü bilemediği” şeyler olarak tanımlar (Şerḥu Müslim, XI, 27). İbn Hacer el-Askalânî ise açık helâlin, bizzat kendisi veya cinsinin helâlliği konusunda bir nas bulunan veya müslümanların icmâ ettiği şey; açık haramın, bizzat kendisi veya cinsinin haram olduğuna veya hakkında bir had, ta‘zîr veya vaîd bulunduğuna dair bir nas mevcut olan veya icmâ edilen şey; şüphelilerin ise açık olmayan, helâl veya haramlığı konusunda delillerin çatıştığı, anlam ve sebeplerin yerlerini değiştirdiği ve bazılarının haram, bazılarının da helâl delilini desteklediği şeyler olduğunu söylemiştir (Tehânevî, Keşşâf, I, 347). Onun açık helâlin tanımıyla ilgili sözlerinden, hakkında şer‘î bir delil bulunmayan konularda ibâha veya tahrîmden hangi ilkenin esas alınacağı tartışmasında Şâfiîler’den ziyade Hanefîler’in görüşlerine daha yakın olduğu söylenebilir (şüpheli şeylerin mahiyetiyle ilgili yorumlar için bk. Şevkânî, V, 236).

Bir şeyin helâl veya haram sayılması konusundaki şüphenin kaynağı onun delili üzerindeki ihtilâftır. Buna göre ya söz konusu meselenin şer‘î delilleri ya da bu delillerin alâmet veya nitelikleri arasında bir çatışma (teâruz) bulunabilir. Bu şüpheli konuların hükmü herhangi bir nas, kıyas ya da istishâb vb. bir delil veya metotla belirlenerek helâl veya haramdan birinin çerçevesine sokulur. Bu mümkün olmazsa söz konusu şüpheli konunun hükmü hakkında, eşyada aslolanının ibâha veya tahrîm olduğuna dair temel hukuk ilkelerinden hareketle onun mubah (helâl) veya haram olduğuna ya da bu yönlerden birisini tercihe yarayacak şer‘î bir delil buluncaya kadar beklemek gerektiğine hükmedilir (Nevevî, Şerḥu Müslim, XI, 27-28; Aynî, I, 343-345; Şevkânî, V, 236). Burada, “Eşyada aslolan ibâhadır” genel kuralı ile hüküm vermenin hem suçun (yasaklar, haramlar) kanunîliği ilkesine daha uygun, hem de hukukî hayata genişlik getiren bir yaklaşım olacağı açıktır.

Farklı tabiatlara sahip olan insanların ve onların meydana getirdiği toplumların meşrû bir hayat dairesi içerisinde yaşayabilmesi için Allah çeşitli dönemlerde peygamberler aracılığıyla helâl (meşrû) ve haram (gayri meşrû) konusunda birtakım açık hükümler koymuş ve bunların nitelik ve kapsamları İslâmiyet’le son şeklini bulmuştur. Helâl ve haram şeklinde nitelendirilen ve bazan da “hudûdullah” diye anılan bu sınırların değiştirilerek haramların helâl ya da helâllerin haram kabul edilmesi, imanı ortadan kaldırıcı bir hareket olarak kabul edilmiştir (Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 332, 334).

yuksel dedi ki...



Bir şey hakkında helâl hükmünün verilmesi, haramda olduğu gibi li-aynihî (li-zâtihî) veya li-gayrihî bir sebeple olur. Helâl li-aynihî (bizzat helâl), mükellefin fiilinin ilgili olduğu nesnenin bizzat mahiyetinden kaynaklanır, meselâ buğdayın helâl olması gibi. Helâl li-gayrihî ise (dolayısıyla helâl) söz konusu nesnenin kendisi dışında herhangi sahih bir sebeple (alış-veriş, icâre vb.) meşrû kılınan helâllerdir. Helâl li-aynihîde helâlliğin menşei, meşruluğa konu olan nesnenin bizzat kendisidir; li-gayrihî helâlde helâllik özelliği nesnede sonradan sabit olmuştur. Bir şey hem mahiyet hem de elde ediliş yolları bakımından helâl olursa buna “açık helâl” denir. Meselâ buğday, arpa veya hurmayı, sıhhati hakkında ittifak edilmiş sahih bir alışveriş akdiyle satın almak gibi. Bu durumda bir şeyin helâl veya haram olduğuna hüküm verilmeden önce onun mahiyetine, niteliklerine ve elde ediliş yollarına bakılması gerekir. Bu deliller onun tahlîlini ifade ederse helâlliğine, tahrîmine götürürse haramlığına hükmolunur. Delillerin helâlliğe veya haramlığa delâleti açık değilse şüphe söz konusudur (İzzeddin b. Abdüsselâm, II, 92).

Helâl bir fiil veya nesnenin zat veya sıfatlarına herhangi bir ârıza geldiği zaman helâllik niteliği değişebilir. Bu sebeple helâller kendi aralarında derecelenir. Helâllerin en yüksek derecesi Gazzâlî’nin “mutlak helâl” adını verdiği, bizâtihi kendisinde tahrîmi gerektiren her türlü haram niteliklerden ve tahrîm ya da kerahete götüren bütün sebeplerden uzak olan helâller, en aşağı derecesi de sırf harama (haram li-aynihî) yakın olanlardır (İḥyâʾ, II, 98; Mv.F, XVIII, 77).

Haram kavramı, fıkıh usulünde teklifî hüküm içerisinde müstakil bir başlık altında incelendiği halde helâl kendi çerçevesine giren vâcip, mendup ve mubah başlıkları altında ele alınmıştır. Bu sebeple bir fiil veya nesnenin helâlliği, kapsamı hakkındaki ihtilâflar saklı kalmak kaydıyla helâl içerisine giren vâcip, mendup veya mubahın sabit olduğu üslûp ve kiplerle sabit olur. Helâlin en dıştaki dairesini mubahın oluşturduğu dikkate alındığında bir fiilin helâl, câiz ve serbest kılındığı üç yolla bilinir.

a) Bir hususun dinen helâl olduğunu anlamanın birinci yolu, Kur’an ve Sünnet’te o şeyin helâl kılındığının açıkça bildirilmesidir. Nitekim Kur’an’da alışveriş ve ticaretin helâl kılındığı (el-Bakara 2/275), ramazan gecelerinde karı-koca ilişkisinin helâl olduğu (el-Bakara 2/187), Ehl-i kitabın kestiğinin ve yemeğinin helâl olduğu (el-Mâide 5/5), deniz avının helâl kılındığı (el-Mâide 5/96) helâl kelimesi veya türevleri kullanılarak bildirilir (diğer örnekler için bk. el-Bakara 2/168; Âl-i İmrân 3/50, 51; el-Mâide 5/1, 4, 88; el-A‘râf 7/157; el-Enfâl 8/69; en-Nahl 16/114; el-Ahzâb 33/50).

b) Kur’an ve Sünnet’te çok defa belli bir yanlış anlayışı ve kaygıyı gidermek için bir şeyin helâl olduğu, yapılmasında bir günah ve sakıncanın bulunmadığı bildirilebilir. Bu da bir hususun dinen helâl olduğunu bilmenin ikinci yoludur. Nitekim bir âyette (el-Bakara 2/173) haram kılınan yiyecekler sayıldıktan sonra zaruret halinde bunlardan zarureti giderecek ölçüde yenmesinde günah olmadığı bildirilmiştir (benzeri örnekler için bk. el-Bakara 2/158, 198, 203, 235, 236, 282; en-Nisâ 4/23, 24, 102; el-Mâide 5/93; en-Nûr 24/29, 58, 61, 62; el-Ahzâb 33/5, 55; el-Feth 48/17; el-Mümtehine 60/10).

yuksel dedi ki...

. Herhangi bir dinî yasaktan sonra gelen emirlerin de bir davranışın yapılmasını isteme değil haramlığın kalktığını ve hükmün eski halini aldığını bildirme amacı taşıdığı söylenebilir. Nitekim Kur’an’daki, “İhramdan çıkınca avlanınız “(el-Mâide 5/2) ifadesi “avlanabilirsiniz” şeklinde anlaşılmıştır; yani ihramlı için getirilen avlanma yasağının (el-Mâide 5/95-96) kalktığını bildirmektedir. Cuma namazından sonra yeryüzüne dağılma ve Allah’ın lutfundan isteme (ticaret) emri de böyle bir anlam taşır. Kur’an’da değişik vesilelerle zikredilen “evleniniz, yiyiniz, içiniz, gezip dolaşınız” gibi emirler ise esasında bu fiillerin helâl olduğunu bildirmekten çok aslen helâl olan bu fiiller işlenirken dikkat edilecek hususları, hikmet ve amaçları açıklamaya yöneliktir.

c) Bir şeyin dinen helâl olması, hakkında herhangi bir yasağın, aksine bir delilin bulunmamasıyla da anlaşılır. Bu sonuca “istishâbü’l-asl” yoluyla, eşyada mubah oluşun esas olması kuralından hareketle ulaşılır. Kur’an’da göklerde ve yerlerde ne varsa hepsinin insan için yaratıldığı, insanın emrine ve istifadesine verildiği sıkça vurgulanır. Temiz ve güzel olan her şeyin helâl kılınıp sadece kötü ve çirkin şeylerin haram kılındığının bildirilmesi de bu anlamdadır. Kur’an ve Sünnet’te sadece yapılması istenmeyen veya doğru bulunmayan hususlar tek tek veya ilke olarak açıkça belirtilmiş, böylece geriye kalanların helâl ve mubah olduğu kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Böyle olduğu için de İslâm’ın ferdî ve içtimaî hayatla ilgili olarak yasakladığı veya kayıtladığı hususlar dışında kalan çok geniş bir alan helâl, mubah ve câiz kapsamında yer almaktadır. Nitekim Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle demiştir: “Muhakkak ki Allah birtakım şeyleri size farz kılmıştır, onları kaybetmeyiniz. Birtakım sınırlar/ölçüler koymuştur, onları da aşmayınız. Birtakım şeyleri haram etmiştir, onlara el uzatmayınız. Birtakım şeylerde de unutkanlık eseri olmayarak size merhamet olsun diye sükût etmiştir, onları da soruşturmayınız” (Nevevî, el-Erbaʿûn, s. 48; farklı lafızlar için bk. Dârekutnî, IV, 298). Kur’ân-ı Kerîm’de, Resûl-i Ekrem’in bazı yiyecekleri ailevî sebeplerle kendisine yasaklaması üzerine, “Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (et-Tahrîm 66/1) denilerek onun yeminini bozması istenmiştir (bk. et-Tahrîm 66/2).

Helâlin hükmü, teklifî hükmün kısımlarıyla ilgili ihtilâflara bağlı olarak farz, vâcip, mendup ve mubah kavramlarından hangisinin alanına girdiğine bağlıdır. Meselâ helâle konu olan şey vâcibin sahasına giriyorsa mutlaka yerine getirilmesi gerekli olup işleyen sevabı, özürsüz terkeden ağır cezayı hak eder; mubah kavramı içerisine giriyorsa yapılıp yapılmamasında sevap veya günah olmayıp her iki tercih birbirine eşittir. Ancak bu serbest alanda hareket edilirken Allah’ın izniyle hareket edildiği bilinirse bu niyet karşılığı sevap alınır; çünkü şâri‘ isteseydi bu alan hakkında da leh veya aleyhte (vâcip veya haram şeklinde) açık bir hüküm getirebilirdi ve bu da kişiye bazı görev ve sorumluluklar yükleyebilirdi (bk. MUBAH; VÂCİP).

yuksel dedi ki...



İslâm hukukunda helâl konusunda bazıları temel, bazıları ikinci derecede veya yardımcı nitelikte birçok yerleşik kural bulunmaktadır. “Helâl ve haramı belirleyen yalnız Allah’tır” (bu konuda bazı âyetler için bk. el-En‘âm 6/140; el-A‘râf 7/32; et-Tevbe 9/29, 31, 37; en-Nahl 16/116); “Bir konuda helâl ve haram bir arada bulunursa haram yönü galip gelir (haram hükmüne uyulur)” (bu kural ve uygulama örnekleri için bk. Süyûtî, s. 209-213; İbn Nüceym, s. 121-131); “Tahrîmine dair delil bulununcaya kadar eşyada aslolan ibâhadır” (Süyûtî, s. 133; İbn Nüceym, s. 73); “Zaruretler memnû olan şeyleri mubah kılar” (bu prensip için bk. el-Bakara 2/173; el-Mâide 5/3; el-En‘âm 6/145; en-Nahl 16/115; İbn Nüceym, s. 94; Mecelle, md. 21) kuralları bu konudaki temel ilkeler olarak kabul edilebilir. Zaruret dolayısıyla helâl kılınan hususlar ise, “Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur” (Mecelle, md. 22); “Mâni zâil oldukta memnû avdet eder” (a.g.e., md. 24); “Zarar-ı âmmı def için zarar-ı hâs ihtiyar olunur” (a.g.e., md. 26); “Zarar-ı eşed zarar-ı ahaf ile izâle olunur” (a.g.e., md. 27); “Hâcet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine tenzil olunur” (a.g.e., md. 32); “Iztırar gayrin hakkını iptal etmez” (a.g.e., md. 33) kuralları ile sınırlandırılmıştır (bu kurallar ve uygulama örnekleri için bk. Süyûtî, s. 179-181; İbn Nüceym, s. 94-100).

Öte yandan İslâm hukukunda araçların da amaçlar gibi meşrû olması esastır. Bu sebeple helâl ve temiz kazanç teşvik edilmiş, haram, gayri meşrû ve kirli (habis) yollardan elde edilen kazançlar yasaklanmıştır (Buhârî, “Zekât”, 29; “İcâre”, 20; “Büyûʿ”, 7-8, 15, 39, 113; “Ṭalâḳ”, 51; Müslim, “Zekât”, 44, 63-65; Tirmizî, “Zekât”, 28). Ayrıca, “Ameller ancak niyetlere göredir” (Buhârî, “Îmân”, 41; “Ḥiyel”, 1; Müslim, “İmâre”, 155; Ebû Dâvûd, “Ṭalâḳ”, 11); “Şek ile yakīn zâil olmaz” (Süyûtî, s. 118; İbn Nüceym, s. 60, 81; Mecelle, md. 4); “Alınması memnû olan şeyin verilmesi de memnû olur” (Mecelle, md. 34; İbn Nüceym, s. 183); “İşlenmesi memnû olan şeyin istenmesi dahi memnû olur” (Mecelle, md. 35; bu kaideler için bk. Süyûtî, s. 280-281; İbn Nüceym, s. 183) gibi kurallar da helâl konusunda yardımcı ilkeler olarak değerlendirilebilir (yukarıdaki kurallar ve helâl kavramıyla ilgili literatür için bk. HARAM).

BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḥll” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ḥll” md.; Feyyûmî, el-Miṣbâḥu’l-münîr, “ḥll” md.; et-Taʿrîfât, “ḥelâl” md.; Tehânevî, Keşşâf, I, 347-348; Wensinck, el-Muʿcem, “ḥll” md.; M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥll” md.; Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, II, 292-294; J. Penrice, A Dictionary and Glossary of the Korān, London 1985, s. 37; Müsned, I, 5, 43, 301; II, 168, 237, 287, 328, 332, 361, 378, 382, 404, 412, 415, 418, 538; III, 185, 217, 466; IV, 141, 267, 269, 271, 275, 341, 426; V, 145, 148, 161, 365; Dârimî, “Ṣalât”, 111, “Zekât”, 31, “Büyûʿ”, 1, 78, “Riḳāḳ”, 9, “Siyer”, 28; Buhârî, “Îmân”, 39, 41, “Teyemmüm”, 1, “Eẕân”, 8, “Ṣalât”, 56, “Ḥac”, 32, “ʿUmre”, 6, “Zekât”, 29, “Ḫumus”, 8, “Ṭalâḳ”, 51, “Temennî”, 3, “İʿtiṣâm”, 37, “Büyûʿ”, 2, 7-8, 15, 39, 113, “İcâre”, 20, “Ḥiyel”, 1; Müslim, “Ṣalât”, 11, “Ḥac”, 141, 214, “Mesâcid”, 3, 5, “Zekât”, 44, 63-65, “Müsâḳāt”, 107-108, “İmâre”, 155; İbn Mâce, “Ṭahâret”, 38, “Eẕân”, 4, “Menâsik”, 41, “Eṭʿime”, 60, “Ṣayd”, 6, “Ticârât”, 10-11, “Fiten”, 14, “Zühd”, 26; Ebû Dâvûd, “Ṭahâret”, 41, “Ṣalât”, 36, 37, “Menâsik”, 23, “Ṭalâḳ”, 11, “Büyûʿ”, 3, “Cihâd”, 121; Tirmizî, “Ṭahâret”, 52, “Eẕân”, 43, “Zekât”, 28, “Libâs”, 6, “Feżâʾilü’l-cihâd”, 16, “Büyûʿ”, 1; Nesâî, “Ṭahâret”, 46, “Eẕân”, 37, 38, “Ḥac”, 77, 143, “Zekât”, 48, “Miyâh”, 4, “Ṣayd ve’ẕ-ẕebâʾiḥ”, 35, “Büyûʿ”, 2, 94, “Eymân ve’n-nüẕûr”, 19, “Ḳuḍât”, 11; Dârekutnî, es-Sünen, Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), IV, 298; Tahâvî, Müşkilü’l-âs̱âr, Haydarâbâd 1333, I, 323-326; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 332, 334; Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, I, 66, 73-75; a.mlf., İḥyâʾ, Kahire 1387/1967, II, 98, 112-118; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, II, 546, 695-696;

yuksel dedi ki...

; Alâeddin es-Semerkandî, Mîzânü’l-uṣûl (nşr. M. Zeki Abdülber), Katar 1404/1984, s. 40-45; Mutarrizî, el-Muġrib (nşr. Mahmûd Fâhûrî – Abdülhamîd Muhtâr), Halep 1399/1979, s. 219-221; İzzeddin b. Abdüsselâm, Ḳavâʿidü’l-aḥkâm, Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma‘rife), II, 89-92; Nevevî, Şerḥu Müslim, XI, 27-29; a.mlf., el-Erbaʿûn en-Neveviyye ve şerḥuhâ, Kahire, ts. (Dârü’l-Menâr), s. 20-22, 48; İbnü’l-Lahhâm, el-Ḳavâʿid ve’l-fevâʾidü’l-uṣûliyye (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Beyrut 1403/1983, s. 163; Ahmed b. Yûsuf, ʿUmdetü’l-ḥuffâẓ fî tefsîri eşrefi’l-elfâż (nşr. Muhammed Altuncî), Beyrut 1414/1993, I, 514-516; İsnevî, et-Temhîd, s. 487-489; Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmgānî, Ḳāmûsü’l-Ḳurʾân (nşr. Abdülazîz Seyyid el-Ehl), Beyrut 1983, s. 142-143; İbn Müflih el-Makdisî, el-Âdâbü’ş-şerʿiyye ve’l-mineḥu’l-merʿiyye, Kahire 1348/1929, I, 441-442; Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, I, 343-345; Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-neẓâʾir (nşr. Muhammed el-Mu‘tasım-Billâh), Beyrut 1407/1987, s. 118, 133-137, 179-181, 209-215, 280-281; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-neẓâʾir (nşr. M. Mutî‘ el-Hâfız), Dımaşk 1403/1983, s. 60, 73-81, 94-100, 121-131, 183; Fettenî, Mecmaʿu biḥâri’l-envâr fî ġarâʾibi’t-tenzîl ve leṭâʾifi’l-aḫbâr (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Medine 1415/1994, I, 544-550; Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, V, 235-237; VIII, 120; İbrâhim b. Mer’î eş-Şeberhîtî, el-Fütûḥâtü’l-vehbiyye, Kahire 1307/1889, s. 90-98, 209-210; Ahmed b. Hicâzî el-Feşnî, el-Mecâlisü’s-seniyye, Kahire 1374/1955, s. 23-26, 92-94; Mecelle, md. 4, 21, 22, 24, 26, 27, 32, 33, 34, 35; Ali Fikrî, Mürşidü’l-enâm li-maʿrifeti’l-ḥelâl ve’l-ḥarâm (nşr. M. Ferîd Vecdî), Kahire 1369/1950, s. 9-18; Sa‘dî Ebû Ceyb, el-Ḳāmûsü’l-fıḳhî, Dımaşk 1982, s. 98-100; Abdülvehhâb Reşîd Sâlih Ebû Safiyye, Şerḥu’l-Erbaʿîn en-Neveviyye fî s̱evbin cedîd, [baskı yeri yok] 1409/1988 (Dârü’l-Beşîr), s. 101-114, 346-355; Zekiyyüddin Şa‘bân, İslâm Hukuk İlminin Esasları (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), Ankara 1990, s. 207, 214-215, 219-221; Riaz Hussain, Halal (Lawful) and Haram (un-Lawful) in Islam, Lahore 1991, s. 2-24; Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Helâller ve Haramlar, İstanbul 1995, s. 13-32; Mansûrîzâde Said, “Cevazın Şer’î Ahkamdan Olmadığına Dair” (s.nşr. Ali Bardakoğlu), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 1, Kayseri 1987, s. 81-89; Chafik Chehata, “D̲j̲āʾiz”, EI2 (İng.), II, 389-390; “Taḥrîm”, Mv.F, X, 211-212; “Taḥlîl”, a.e., X, 253-254; “Ḥelâl”, a.e., XVIII, 74-77; Ali Bardakoğlu, “Câiz”, DİA, VII, 27-28; a.mlf., “Helal”, İslâmda İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul 1997, II, 229-231.

yuksel dedi ki...

ALİ EVLÂDI
اولاد علي
Hz. Ali’nin çocukları ve torunları.
El şeklinde yapılmış XVII. yüzyıla ait bir aynada nesta‘lik hatla yazılmış Ali evlâdı adları

Müellif:
MUSTAFA ÖZ
Hz. Ali’nin çocukları konusunda değişik rivayetler bulunmaktadır. Genel olarak on dört oğlu ve on yedi kızı bulunduğu (bk. Taberî, V, 153-155) belirtilmekle birlikte erkek çocuklarının on yedi, kızlarının ise on sekiz (bk. Ya‘kūbî, II, 213), yahut küçük yaşta ölen Muhsin (Muhassin) hariç erkeklerin on dört, kızların da on dokuz olduğunu bildiren rivayetler de vardır (bk. İbn Sa‘d, III, 19-20). Bu arada on bir oğlu ve on altı kızının bulunduğu da nakledilen haberler arasındadır (bk. Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 274). Hz. Ali’nin çocuklarını annelerine göre şöylece sıralamak mümkündür: 1. Yaşadığı müddetçe üzerine başka bir kadınla evlenmediği eşi Hz. Fâtıma’dan Hasan, Hüseyin, küçük yaşta ölen Muhsin, (büyük) Zeyneb ve (büyük) Ümmü Külsûm. 2. Ümmü’l-Benîn bint Hizâm’dan Abbas, Ca‘fer, Abdullah ve Osman. Bunların hepsi Kerbelâ’da şehid edilmiş olup sadece Abbas’ın nesli devam etmiştir. 3. Leylâ bint Mes‘ûd b. Halîl’den Ubeydullah ve Ebû Bekir. Hişâm b. Muhammed’e göre her ikisi de Kerbelâ’da şehid edilmiştir. Muhammed b. Ömer ise Ubeydullah’ın Muhtâr es-Sekafî tarafından öldürüldüğünü, ikisinin de neslinin devam etmediğini belirtmektedir (bk. Taberî, V, 154). 4. Havle bint Ca‘fer b. Kays’tan Muhammed b. Hanefiyye (Muhammed el-Ekber). 5. Esmâ bint Umeys el-Has‘amiyye’den Yahyâ ve Muhammed el-Asgar. Her ikisinin de nesli devam etmemiştir. Aralarında Vâkıdî’nin de bulunduğu bazı tarihçilere göre Muhammed el-Asgar Hz. Ali’nin bir câriyesinden doğmuş ve ağabeyi Hz. Hüseyin’le birlikte Kerbelâ’da şehid edilmiştir. 6. Ümmü Habîb bint Rebîa’dan Ömer ve Rukıyye. Ömer seksen yaşına kadar yaşamış ve Yenbu‘da vefat etmiştir. 7. Ümâme bint Ebü’l-Âs’tan Muhammed el-Evsat. 8. Ümmü Saîd bint Urve’den Ümmü’l-Hasan ve (büyük) Remle. 9. İsimleri bilinmeyen diğer zevcelerinden Ümmü Hânî, Meymûne, (küçük) Zeyneb, (küçük) Remle, (küçük) Ümmü Külsûm, Fâtıma, Ümâme, Hatice, Ümmü’l-Kirâm, Ümmü Seleme, Ümmü Ca‘fer, Cümâne ve Nefîse. Taberî’nin Vâkıdî’den naklettiğine göre Hz. Ali’nin nesli oğulları Hasan, Hüseyin, Muhammed b. Hanefiyye, Abbas ve Ömer yoluyla devam etmiştir (bk. Taberî, V, 155).

«En Eski ‹Eski   3401 – 3600 / 6313   Yeni› En yeni»