15 Eylül 2007 Cumartesi

Hadis-i Şerif

1- Beş vakit namazı camide kılan Bismillahirrahmanirrahim demiş gibidir.

2-Ümmetim yıldızlara gidesiye kadar kıyamet kopmayacaktır.

6.314 yorum:

«En Eski   ‹Eski   1001 – 1200 / 6314   Yeni›   En yeni»
yuksel dedi ki...

İşte, Kur’ân der: "Cenâb-ı Hak, Semî-i Mutlaktır, herşeyi işitir, hattâ en cüz’î bir mâcera olan ve zevcinden teşekkî eden bir zevcenin sana karşı mücâdelesini Hak ismiyle işitir. Hem rahmetin en latîf cilvesine mazhar ve şefkatin en fedâkâr bir hakikatine mâden olan bir kadının haklı olarak zevcinden dâvâsını ve Cenâb-ı Hakka şekvâsını umûr-u azîme sûretinde Rahîm ismiyle ehemmiyetle işitir ve Hak ismiyle ciddiyetle bakar."
İşte, bu cüz’î maksadı küllîleştirmek için, mahlûkatın en cüz’î bir hâdisesini işiten, gören kâinatın daire-i imkânîsinden hariç bir zât, elbette herşeyi işitir, herşeyi görür bir Zât olmak lâzım gelir. Ve kâinata Rab olan, kâinat içinde mazlum küçük mahlûkların dertlerini görmek, feryadlarını işitmek gerektir. Dertlerini görmeyen, feryadlarını işitmeyen, Rab olamaz. Öyle ise, -1- cümlesiyle iki hakikat-i azîmeyi tespit eder.
Hem meselâ,
-2-
İşte Kur’ân, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mi’racının mebdei olan Mescid-i Haramdan, Mescid-i Aksâya olan seyerânını zikrettikten sonra, -3- der. -4-’deki zamir, ya Cenâb-ı Hakkadır veyahut Peygamberedir.
Peygambere göre olsa, şöyle oluyor ki: "Bu seyahat-i cüz’îde, bir seyr-i umumi, bir urûc-u küllî var ki, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kàb-ı Kavseyne kadar, merâtib-i külliye-i esmâiyede gözüne, kulağına tezâhür eden âyât-ı Rabbâniyeyi ve acâib-i san’at-ı İlâhiyeyi işitmiş, görmüştür" der. O küçük, cüz’î seyahati, küllî ve mahşer-i acâib bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.
Eğer zamir, Cenâb-ı Hakka râcî olsa, şöyle oluyor ki: "Bir abdini, bir seyahatte huzuruna dâvet edip bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haramdan mecmâ-ı enbiyâ olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyâlarla görüştürüp, bütün enbiyâların usûl-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Kàb-ı Kavseyne kadar mülk ü melekûtunda gezdirdi."
İşte, çendan o zât bir abddir, bir mi’rac-ı cüz’îde seyahat eder; fakat, bu abdde bütün kâinata taallûk eden bir emânet beraberdir, hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem, saadet-i ebediyenin kapısını

1 Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla işitir, her şeyi hakkıyla görür. (Mücâdele Sûresi: 1.)

2 Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir. (İsrâ Sûresi: 1.)

3 Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir. (İsrâ Sûresi: 1.)

4 Şüphesiz O. (İsrâ Sûresi: 1.)

yuksel dedi ki...

açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendi zâtını, bütün eşyayı işitir ve görür sıfatıyla tavsif eder; tâ, o emânet, o nur, o anahtarın cihanşümûl hikmetlerini göstersin.
Hem meselâ,
-1-
İşte, şu sûrede, "Semâvât ve arzın Fâtır-ı Zülcelâli, semâvât ve arzı öyle bir tarzda tezyin edip âsâr-ı kemâlini göstermekle, hadsiz seyircilerinden Fâtırına hadsiz medh ü senâlar ettiriyor; ve öyle de hadsiz ni’metlerle süslendirmiş ki, semâ ve zemin, bütün ni’metlerin ve ni’metdîdelerin lisânlarıyla, o Fâtır-ı Rahmânına nihayetsiz hamd ve sitâyiş ederler" dedikten sonra, yerin şehirleri ve memleketleri içinde Fâtırın verdiği cihazât ve kanatlarıyla seyr ü seyahat eden insanlarla, hayvanât ve tuyûr gibi, semâvî saraylar olan yıldızlar ve ulvî memleketleri olan burçlarda gezmek ve tayerân etmek için o memleketin sekeneleri olan meleklerine kanat veren Zât-ı Zülcelâl, elbette herşeye kàdir olmak lâzım gelir. Bir sineğe, bir meyveden bir meyveye; bir serçeye, bir ağaçtan bir ağaca uçmak kanadını veren, Zühreden Müşteriye, Müşteriden Zühale uçacak kanatları O veriyor.
Hem, melâikeler sekene-i zemin gibi cüz’iyete münhasır değiller, bir mekân-ı muayyen onları kaydedemiyor. Bir vakitte dört veya daha ziyâde yıldızlarda bulunduğuna işaret, -2- kelimeleriyle tafsil verir. İşte şu hâdise-i cüz’iye olan "Melâikeleri kanatlarla teçhiz etmek" tâbiriyle gayet küllî ve umumi bir azamet-i kudretin destgâhına işaret ederek, -3- fezlekesiyle tahkik edip, tespit eder.
Onuncu nükte-i belâgat:
Kâh oluyor, âyet, insanın isyankârâne amellerini zikreder, şedid bir tehdit ile zecreder. Sonra, şiddet-i tehdit ye’se ve ümitsizliğe atmamak için, rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime verir; teselli verir.

1 Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet o Allah’a mahsustur ki, gökleri ve yeri yoktan yaratmış, melekleri de ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılmıştır. O, yarattıkları için neyi dilerse onu arttırır. Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kàdirdir. (Fâtır Sûresi: 1.)

2 İkişer, üçer, dörder. (Fâtır Sûresi: 1.)

3 Muhakkak ki Allah herşeye kàdirdir. (Fâtır Sûresi: 1.)

yuksel dedi ki...

Meselâ,
-1-
İşte şu âyet der ki: "De: ’Eğer dediğiniz gibi mülkünde şeriki olsaydı, elbette Arş-ı Rubûbiyetine el uzatıp müdâhale eseri görünecek bir derecede bir intizamsızlık olacaktı. Halbuki, yedi tabaka semâvâttan tâ hurdebînî zîhayatlara kadar herbir mahlûk, küllî olsun cüz’î olsun, küçük olsun büyük olsun, mazhar olduğu bütün isimlerin cilve ve nakışları dilleriyle o Esmâ-i Hüsnânın müsemmâ-i Zülcelâlini tesbih edip, şerik ve nazîrden tenzih ediyorlar.’
Evet, nasıl ki semâ güneşler, yıldızlar denilen nurefşan kelimâtıyla, hikmet ve intizamıyla Onu takdîs ediyor, vahdetine şehâdet ediyor; ve cevv-i hava dahi, bulutların sesiyle, berk ve ra’d ve katrelerin kelimâtıyla Onu tesbih ve takdîs ve vahdâniyetine şehâdet eder; öyle de, zemin, hayvanât ve nebâtât ve mevcudât denilen hayattar kelimâtıyla Hàlık-ı Zülcelâlini tesbih ve tevhid etmekle beraber; herbir ağacı, yaprak ve çiçek ve meyvelerin kelimâtıyla, yine tesbih edip birliğine şehâdet eder. Öyle de, en küçük mahlûk, en cüz’î bir masnu’, küçüklüğü ve cüz’iyetiyle beraber, taşıdığı nakışlar ve keyfiyetler işaretiyle pekçok esmâ-i külliyeyi göstermek ile, Müsemmâ-i Zülcelâli tesbih edip vahdâniyetine şehâdet eder.
İşte, bütün kâinat birden, bir lisân ile, müttefikan Hàlık-ı Zülcelâlini tesbih edip vahdâniyetine şehâdet ederek, kendilerine göre muvazzaf oldukları vazife-i ubûdiyeti kemâl-i itaatle yerine getirdikleri halde, şu kâinatın hulâsası ve neticesi ve nazdar bir halîfesi ve nâzenin bir meyvesi olan insan, bütün bunların aksine, zıddına olarak, ettikleri küfür ve şirkin ne kadar çirkin düşüp ne derece cezaya şâyeste olduğunu ifade edip bütün bütün ye’se düşürmemek için, hem şunun gibi nihayetsiz bir cinâyete, hadsiz çirkin bir isyana Kahhâr-ı Zülcelâl nasıl meydan verip kâinatı başlarına harab etmediğinin hikmetini göstermek için -2- der. O hâtime ile hikmet-i imhâli gösterip, bir ricâ kapısı açık bırakır.

1 Deki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, Arşın sahibi olan Allah’a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı. • Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir. • Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin; lâkin siz onların tesbihini anlamazsınız. Şüphesiz ki O halîmdir, ceza vermekte acele etmez; gafûrdur, günahları çokça bağışlar. (İsrâ Sûresi: 42-44.)

2 Şüphesiz ki O halîmdir, ceza vermekte acele etmez; gafûrdur, günahları çokça bağışlar. (İsrâ : 44.)

yuksel dedi ki...

İşte şu on işârât-ı i’câziyeden anla ki, âyetlerin hâtimelerindeki fezlekelerde, çok reşahât-ı hidâyetiyle beraber çok lemeât-ı i’câziye vardır ki, büleğâların en büyük dâhîleri şu bedî üsluplara karşı, kemâl-i hayret ve istihsanlarından, parmağını ısırmış, dudağını dişlemiş, -1- demiş; -2-’ya hakkalyakîn olarak imân etmişler. Demek bâzı âyette, bütün mezkûr işârâtla beraber, bahsimize girmeyen çok mezâyâ-i âheri de tazammun eder ki, o mezâyânın icmâında öyle bir nakş-ı i’câz görünür ki, kör dahi görebilir.
İkinci Şûlenin Üçüncü Nuru
Şudur ki: Kur’ân, başka kelâmlarla kàbil-i kıyas olamaz. Çünkü, kelâmın tabakaları, ulviyet ve kuvvet ve hüsn-ü cemâl cihetinden dört menbaı var: Biri mütekellim, biri muhatap, biri maksad, biri makamdır. Ediblerin, yanlış olarak, yalnız makam gösterdikleri gibi değildir. Öyle ise, sözde "Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?" ise bak. Yalnız söze bakıp durma. Mâdem kelâm, kuvvetini, hüsnünü bu dört menbadan alır; Kur’ân’ın menbaına dikkat edilse, Kur’ân’ın derece-i belâgatı, ulviyet ve hüsnü anlaşılır. Evet, mâdem kelâm, mütekellime bakıyor. Eğer o kelâm emir ve nehiy ise, mütekellimin derecesine göre irâde ve kudreti de tazammun eder. O vakit söz mukàvemetsûz olur, maddî elektrik gibi tesir eder; kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezâyüd eder.
Meselâ, -3- yani "Yâ arz! Vazifen bitti; suyunu yut. Yâ semâ! Hâcet kalmadı; yağmuru kes."
Meselâ, -4- yani, "Yâ arz, yâ semâ! İster istemez geliniz, hikmet ve kudretime râm olunuz. Ademden çıkıp, vücudda meşhergâh-ı san’atıma geliniz" dedi. Onlar da, "Biz kemâl-i itaatle geliyoruz. Bize gösterdiğin her vazifeyi Senin kuvvetinle göreceğiz." İşte kuvvet ve irâdeyi tazammun eden hakiki ve nâfiz şu emirlerin kuvvet ve ulviyetine bak, sonra insanların, -5-

1 Bu hiçbir beşerin sözü olamaz.

2 O ancak kendisine vahyolunanı söyler. (Necm Sûresi: 4.)

3 Hûd Sûresi: 44.

4 Ona ve Arza "İsteseniz de istemeseniz de, ikiniz birden emrime uyun" buyurdu. Onlar da "İsteyerek uyduk" dediler. (Fussılet Sûresi: 11.)

5 Ey yer, yerinde dur. Ey gök, parçalan. Ey Kıyâmet, kop.

yuksel dedi ki...

gibi sûret-i emirde cemâdâta hezeyanvârî muhâveresi hiç o iki emre kàbil-i kıyas olabilir mi? Evet, temennîden neş’et eden arzular ve o arzulardan neş’et eden fuzûliyâne emirler nerede, hakikat-i âmiriyetle muttasıf bir âmirin iş başında hakikat-i emri nerede? Evet, emr-i nâfiz, büyük bir âmirin mutî ve büyük bir ordusuna "Arş!" emri nerede? Ve şöyle bir emir, âdi bir neferden işitilse-iki emir sûreten bir iken mânen bir neferle bir ordu kumandanı kadar farkı var.
Meselâ, -1- Hem meselâ, -2- Şu iki âyette iki emrin kuvvet ve ulviyetine bak, sonra beşerin emirler nevindeki kelâmına bak. Acaba yıldız böceğinin güneşe nisbeti gibi kalmıyorlar mı? Evet, hakiki bir mâlikin iş başındaki bir tasviri ve hakiki bir san’atkârın işlediği vakit san’atına dâir verdiği beyânâtı ve hakiki bir mün’imin ihsan başında iken beyân ettiği ihsanâtı, yani, kavl ile fiili birleştirmek, kendi fiilini hem göze, hem kulağa tasvir etmek için şöyle dese: "Bakınız, işte bunu yaptım. Böyle yapıyorum. İşte bunu bunun için yaptım. Bu böyle olacak. Bunun için işte bunu böyle yapıyorum."
Meselâ,
-3-
Kur’ân’ın semâsında şu sûrenin burcunda parlayan yıldız-misâl Cennet meyveleri gibi şu tasvirâtı, şu ef’âlleri içindeki intizam-ı belâgatla çok tabaka delâilini zikredip, neticesi olan haşri -4- tâbiri ile ispat edip, sûrenin başında haşri inkâr edenleri ilzam etmek nerede; insanların, fuzûliyâne, onlarla teması az

1 Bir şeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece "Ol" demektir; o da oluverir. (Yâsin Sûresi: 82.)

2 Meleklere "Âdem’e secde edin" dediğimizde .. (Bakara Sûresi: 34.)

3 Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl binâ edip süsledik ki, hiçbir gediği yoktur. • Yeryüzünü döşedik, onda sabit dağlar yarattık, onda her güzel çiftten bitkiler yeşerttik. • Hakka yönelen her bir kul için bunlar görüp ibret alınacak delillerdir. Gökten de bereketli bir su indirdik ve kullar için rızık olsun diye onunla bağları, daneli ekinleri, salkımları üst üste binmiş yüksek hurma ağaçlarını bitirdik. O suyla ölü bir beldeye can verdik. İşte kabrinizden çıkışınız da böyle olacaktır. (Kaf Sûresi: 6-11.)

4 İşte kabrinizden çıkışınız da böyle olacaktır. (Kaf Sûresi: 6-11

yuksel dedi ki...

olan ef’âlden bahisleri nerede? Taklid sûretinde çiçek resimleri, hakiki, hayattar çiçeklere nisbeti derecesinde olamaz! Şu ’dan, tâ ’a kadar güzelce meâli söylemek çok uzun gider. Yalnız bir işaret edip geçeceğiz. Şöyle ki:
Sûrenin başında, küffar, haşri inkâr ettiklerinden, Kur’ân onları haşrin kabulüne mecbur etmek için şöylece bast-ı mukaddemât eder, der: "Âyâ, üstünüzdeki semâya bakmıyor musunuz ki, Biz ne keyfiyette, ne kadar muntazam, muhteşem bir sûrette binâ etmişiz. Hem görmüyor musunuz ki, nasıl yıldızlarla, ay ve güneş ile tezyin etmişiz, hiçbir kusur ve noksaniyet bırakmamışız. Hem görmüyor musunuz ki, zemini size ne keyfiyette sermişiz, ne kadar hikmetle tefriş etmişiz. O yerde dağları tespit etmişiz, denizin istilâsından muhâfaza etmişiz. Hem görmüyor musunuz, o yerde ne kadar güzel, rengârenk herbir cinsten çift hadrevâtı, nebâtâtı halk ettik, yerin her tarafını o güzellerle güzelleştirdik. Hem görmüyor musunuz, ne keyfiyette semâ cânibinden bereketli bir suyu gönderiyoruz. O su ile bağ ve bostanları, hubûbâtı, yüksek leziz meyveli hurma gibi ağaçları halk edip, ibâdıma rızkı onunla gönderiyorum, yetiştiriyorum. Hem görmüyor musunuz, o su ile ölmüş memleketi ihyâ ediyorum, binler dünyevî haşirleri icad ediyorum. Nasıl bu nebâtâtı kudretimle bu ölmüş memleketten çıkarıyorum; sizin haşirdeki hurûcunuz da böyledir. Kıyâmette arz ölüp, siz sağ olarak çıkacaksınız."
İşte şu âyetin ispat-ı haşirde gösterdiği cezâlet-i beyâniye-ki binden birisine ancak işaret edebildik-nerede, insanların bir dâvâ için serd ettikleri kelimât nerede?
Şu risâlenin başında, şimdiye kadar tahkik nânıma bîtarafâne muhâkeme sûretinde, Kur’ân’ın i’câzını muannid bir hasma kabul ettirmek için, Kur’ân’ın çok hukukunu gizli bıraktık. O güneşi, mumlar sırasına getirip muvâzene ediyorduk. Şimdi tahkik, vazifesini ifâ edip, parlak bir sûrette i’câzını ispat etti. Şimdi ise, tahkik nâmına değil, hakikat nâmına, bir iki söz ile, Kur’ân’ın muvâzeneye gelmez hakiki makamına işaret edeceğiz:
Evet, sâir kelâmların Kur’ân’ın âyâtına nisbeti, şişelerdeki görünen yıldızların küçücük akisleriyle yıldızların aynına nisbeti gibidir.
Evet, herbiri birer hakikat-i sâbiteyi tasvir eden, gösteren Kur’ân’ın kelimâtı nerede; beşerin, fikri ve duygularının aynacıklarında, kelimâtıyla tersîm ettikleri mânâlar nerede?
Evet, envar-ı hidâyeti ilham eden ve şems ve kamerin Hàlık-ı Zülcelâlinin kelâmı olan Kur’ân’ın melâike-misâl zîhayat kelimâtı nerede; beşerin, hevesâtını uyandırmak için, sehhâr nefisleriyle, müzevver incelikleriyle ısırıcı kelimâtı nerede?
Evet, ısırıcı haşerât ve böceklerin mübârek melâike ve nurânî ruhânîlere nisbeti ne ise, beşerin kelimâtı Kur’ân’ın kelimâtına nisbeti odur.

yuksel dedi ki...


Şu hakikatleri Yirmi Beşinci Söz ile beraber, geçen yirmi dört adet Sözler ispat etmiştir. Şu dâvâmız mücerred değil; bürhanı, geçmiş neticedir.
Evet, herbiri cevâhir-i hidâyetin birer sadefi ve hakàik-ı imâniyenin birer menbaı ve esâsât-ı İslâmiyenin birer mâdeni ve doğrudan doğruya Arşü’r-Rahmândan gelen ve kâinatın fevkınde ve haricinde, insana bakıp inen ve ilim ve kudret ve irâdeyi tazammun eden ve hitâb-ı ezelî olan elfâz-ı Kur’âniye nerede; insanın hevâî hevâperestâne, vâhî hevesperverâne elfâzı nerede?
Evet, Kur’ân bir şecere-i Tûbâ hükmüne geçip, şu âlem-i İslâmiyeyi bütün mâneviyâtıyla, şeâir ve kemâlâtıyla, desâtir ve ahkâmıyla yapraklar sûretinde neşredip, asfiyâ ve evliyâsını birer çiçek hükmünde o ağacın âb-ı hayatıyla taze, güzel gösterip, bütün kemâlât ve hakàik-ı kevniye ve İlâhiyeyi semere verip, meyvelerindeki çok çekirdekleri amelî birer düstur, birer program hükmüne geçip, yine meyvedar ağaç hükmünde müteselsil hakàikı gösteren Kur’ân nerede; beşerin mâlûmumuz olan kelâmı nerede?
Bin üç yüz elli senedir,
Kur’ân-ı Hakîm, bütün hakàikını kâinat çarşısında açıp teşhir ettiği halde; herkes, her millet, her memleket onun cevâhirinden, hakàikından almıştır ve alıyorlar. Halbuki, ne o ülfet, ne o mebzûliyet, ne o mürûr-u zaman, ne o büyük tahavvülâtlar, onun kıymettar hakàikına, onun güzel üsluplarına halel verememiş, ihtiyarlatmamış, kurutmamış, kıymetten düşürmemiş, hüsnünü söndürmemiştir. Şu hâlet tek başıyla bir i’câzdır.
Şimdi, biri çıksa, Kur’ân’ın getirdiği hakàikten bir kısmına kendi hevesince çocukça bir intizam verse, Kur’ân’ın bâzı âyâtına muâraza için nisbet etse, "Kur’ân’a yakın bir kelâm söyledim" dese, öyle ahmakàne bir sözdür ki; meselâ, taşları muhtelif cevâhirden bir saray-ı muhteşemi yapan ve o taşların vaziyetinde, umum sarayın nukuş-u âliyesine bakan mîzanlı nakışlar ile tezyin eden bir ustanın san’atıyla, o nukuş-u âliyeden fehmi kàsır, o sarayın bütün cevâhir ve zînetlerinden bîbehre bir âdi adam, âdi hânelerin bir ustası, o saraya girip, o kıymettar taşlardaki ulvî nakışları bozup, çocukça hevesine göre âdi bir hânenin vaziyetine göre bir intizam, bir sûret verse ve çocukların nazarına hoş görünecek bâzı boncukları taksa, sonra, "Bakınız, o sarayın ustasından daha ziyâde maharet ve servetim var ve kıymettar zînetlerim var" dese, divânece bir hezeyan eden bir sahtekârın nisbet-i san’atı gibidir.

Yer nerede, Süreyyâ yıldızı nerede? (Arab atasözü)

yuksel dedi ki...

Üçüncü Şûle
Üç Ziyâsı var.
Birinci Ziyâ
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın büyük bir vech-i i’câzı On Üçüncü Sözde beyân edilmiştir. Kardeşleri olan sâir vücûh-u i’câz sırasına girmek için, bu makama alınmıştır.
İşte, Kur’ân’ın herbir âyeti, birer necm-i sâkıp gibi i’câz ve hidâyet nurunu neşr ile küfür ve gaflet zulümâtını dağıttığını görmek ve zevk etmek istersen, kendini Kur’ân’ın nüzûlünden evvel olan o asr-ı câhiliyette ve o sahrâ-i bedeviyette farz et ki, herşey zulmet-i cehil ve gaflet altında perde-i cümûd-u tabiata sarılmış olduğu bir anda, birden Kur’ân’ın lisân-ı ulvîsinden,
-1-
-2- gibi âyetleri işit, bak. O ölmüş veya yatmış mevcudât-ı âlem, -3- , sadâsıyla, işitenlerin zihninde nasıl diriliyorlar, hüşyâr oluyorlar, kıyam edip zikrediyorlar.
Hem, o karanlık gökyüzünde birer câmid ateşpâre olan yıldızlar ve yerdeki perişan mahlûkat, -4- sayhasıyla, işitenin nazarında nasıl gökyüzü bir ağız, bütün yıldızlar birer kelime-i hikmetnümâ, birer nur-u hakikatedâ ve arz bir kafa ve berr ve bahr birer lisân ve bütün hayvanât ve nebâtât birer kelime-i tesbihfeşân sûretinde arz-ı dîdar eder. Yoksa, bu zamandan tâ o zamana bakmakla, mezkûr zevkin dekàikını göremezsin. Evet, o zamandan beri nurunu neşreden ve mürûr-u zamanla ulûm-u müteârife hükmüne geçen ve sâir neyyirât-ı İslâmiye ile parlayan ve Kur’ân’ın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile veyahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan, elbette herbir âyetin ne kadar tatlı bir zemzeme-i i’câz içinde ne çeşit zulümâtı dağıttığını hakkıyla göremezsin ve birçok enva-ı i’câzı içinde bu nevi i’câzını zevk edemezsin.
1 Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder. Onun kudreti herşeye gàliptir ve hikmeti her şeyi kuşatır. (Hadîd Sûresi: 1.)

2 Göklerde ve yerde ne varsa, her şeyin hakiki sahibi olan, her türlü noksandan münezzeh bulunan, kudreti herşeye gàlip olan ve hikmeti her şeyi kuşatan Allah’ı tesbih eder. (Cumâ Sûresi: 1.)

3 Tesbih etti, tesbih eder.

4 Yedi gök ve yer Onu tesbih eder. (İsrâ Sûresi: 44

yuksel dedi ki...

Kur’ânı Mu’cizü’l-Beyânın en yüksek derece-i i’câzına bakmak istersen, şu temsil dürbünüyle bak. Şöyle ki:
Gayet büyük ve garip ve gayetle yayılmış acîb bir ağaç farz edelim ki, o ağaç geniş bir perde-i gayb altında bir tabaka-i mestûriyet içinde saklanmıştır. Mâlûmdur ki, bir ağacın, insanın âzâları gibi, onun dalları, meyveleri, yaprakları, çiçekleri gibi bütün uzuvları arasında bir münâsebet, bir tenâsüb, bir muvâzenet lâzımdır. Herbir cüz’ü, o ağacın mahiyetine göre bir şekil alır; bir sûret verilir. İşte hiç görülmeyen-ve hâlâ görünmüyor-o ağaca dâir biri çıksa, perde üstünde onun herbir âzâsına mukabil bir resim çekse, bir hudud çizse, daldan meyveye, meyveden yaprağa bir tenâsüble bir sûret tersîm etse ve birbirinden nihayet uzak mebde’ ve müntehâsının ortasında uzuvlarının aynı şekil ve sûretini gösterecek muvâfık tersîmât ile doldursa, elbette şüphe kalmaz ki o ressam bütün o gaybî ağacı gaybâşinâ nazarıyla görür, ihâta eder, sonra tasvir eder. Aynen onun gibi, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân dahi, hakikat-i mümkinâta dâir-ki o hakikat, dünyanın iptidâsından tut, tâ âhiretin en nihayetine kadar uzanmış ve Arştan ferşe, zerreden şemse kadar yayılmış olan şecere-i hilkatin hakikatine dâir-beyânat-ı Kur’âniye o kadar tenâsübü muhâfaza etmiş ve herbir uzva ve meyveye lâyık bir sûret vermiştir ki, bütün muhakkikler nihayet tahkikinde Kur’ân’ın tasvirine "Mâşaallah, bârekallah" deyip, "Tılsım-ı kâinatı ve muammâ-i hilkati keşf ve feth eden yalnız sensin, ey Kur’ân-ı Kerîm!" demişler.
-1-, temsilde kusur yok, esmâ ve sıfât-ı İlâhiye ve şuûn ve ef’âl-i Rabbâniye bir şecere-i tûbâ-i nur hükmünde temsil edilmekle, o şecere-i nurâniyenin daire-i azameti ezelden ebede uzanıp gidiyor. Hudud-u kibriyâsı, gayr-i mütenâhî fezâ-i ıtlakta yayılıp ihâta ediyor. Hudud-u icraatı, -2- hududundan tut, tâ -3- hududuna kadar intişâr etmiş o hakikat-i nurâniyeyi bütün dal ve budaklarıyla gàyât ve meyveleriyle o kadar tenâsüble birbirine uygun, birbirine lâyık, birbirini kırmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak, birbirinden tevahhuş etmeyecek bir sûrette o hakàik-ı esmâ ve sıfâtı ve şuûn ve ef’âli beyân eder ki, bütün ehl-i keşif ve hakikat ve daire-i melekûtta cevelân eden bütün ashâb-ı irfan ve hikmet, o beyânât-ı

1 En yüce sıfatlar Allah’ındır. (Nahl Sûresi: 60.)

2 Allah, kişi ile kalbinin arasına girer. (Enfâl Sûresi: 24.) • Dâneleri ve çekirdekleri çatlatan şüphesiz Allah’tır. (En’âm Sûresi: 95.)

3 Gökler de Onun kudretiyle dürülmüştür. (Zümer Sûresi: 67.) • Gökleri ve yeri altı günde yarattı. (A’râf Sûresi: 54; Hadîd Sûresi: 4.)

yuksel dedi ki...

Kur’âniyeye karşı deyip, "Ne kadar doğru, ne kadar mutâbık, ne kadar güzel, ne kadar lâyık" diyerek tasdik ediyorlar. Meselâ, bütün daire-i imkân ve daire-i vücûba bakan, hem o iki şecere-i azîmenin birtek dalı hükmünde olan imânın erkân-ı sittesi ve o erkânın dal ve budaklarının en ince meyve ve çiçekleri aralarında o kadar bir tenâsüb gözetilerek tasvir eder ve o derece bir muvâzenet sûretinde tarif eder ve o mertebe bir münâsebet tarzında izhâr eder ki, akl-ı beşer idrâkinden âciz ve hüsnüne karşı hayran kalır. Ve o imân dalının budağı hükmünde olan İslâmiyetin erkân-ı hamsesi aralarında ve o erkânın tâ en ince teferruâtı, en küçük âdâbı ve en uzak gàyâtı ve en derin hikemiyâtı ve en cüz’î semerâtına varıncaya kadar aralarında hüsn-ü tenâsüb ve kemâl-i münâsebet ve tam bir muvâzenet muhâfaza ettiğine delil ise, o Kur’ân-ı câmiin nusûs ve vücûhundan ve işârât ve rumuzundan çıkan şeriat-ı kübrâ-i İslâmiyenin kemâl-i intizamı ve muvâzeneti ve hüsn-ü tenâsübü ve resâneti, cerh edilmez bir şâhid-i âdil, şüphe getirmez bir bürhan-ı kàtı’dır.
Demek oluyor ki, beyânât-ı Kur’âniye beşerin ilm-i cüz’îsine, bâhusus bir ümmînin ilmine müstenid olamaz. Belki, bir ilm-i muhîte istinad ediyor ve cemî eşyayı birden görebilir, ezel ve ebed ortasında bütün hakàikı bir anda müşâhede eder bir Zâtın kelâmıdır. Âmennâ.
İkinci Ziyâ
Hikmet-i Kur’âniyenin karşısında meydan-ı muârazaya çıkan felsefe-i beşeriyenin, hikmet-i Kur’ân’a karşı ne derece sukut ettiğini On İkinci Sözde izah ve temsil ile tasvir ve sâir Sözlerde ispat ettiğimizden, onlara havale edip şimdilik başka bir cihette küçük bir muvâzene ederiz. Şöyle ki:
Felsefe ve hikmet-i insaniye dünyaya sabit bakar, mevcudâtın mahiyetlerinden, hâsiyetlerinden tafsilen bahseder; Sâniine karşı vazifelerinden bahsetse de, icmâlen bahseder. Âdetâ, kâinat kitâbının yalnız nakış ve huruflarından bahseder, mânâsına ehemmiyet vermez.
Kur’ân ise, dünyaya geçici, seyyâl, aldatıcı, seyyar, kararsız, inkılâbçı olarak bakar; mevcudâtın mahiyetlerinden, sûrî ve maddî hâsiyetlerinden icmâlen bahseder. Fakat Sâni’ tarafından tavzif edilen vezâif-i ubûdiyetkârânelerinden ve Sâniin isimlerine ne vecihle ve nasıl delâlet ettikleri ve evâmir-i tekviniye-i İlâhiyeye karşı inkıyadlarını tafsîlen zikreder. İşte, felsefe-i beşeriye ile hikmet-i Kur’âniyenin şu tafsil ve icmâl hususundaki farklarına bakacağız ki, mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat hangisidir göreceğiz.
İşte, nasıl elimizdeki saat, sûreten sabit görünüyor; fakat içindeki çarkların harekâtıyla, dâimî, içinde bir zelzele ve âlet ve çarklarının ıztırapları vardır. Aynen onun gibi, Kudret-i İlâhiyenin bir saat-i kübrâsı olan şu dünya zâhirî sabitiyetiyle beraber, dâimî zelzele ve tegayyürde, fenâ ve zevâlde yuvarlanıyor. Evet, dünyaya

Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.

yuksel dedi ki...

zaman girdiği için, gece ve gündüz, o saat-i kübrânın sâniyelerini sayan iki başlı bir mil hükmündedir, sene o saatin dakikalarını sayan bir ibre vaziyetindedir, asır ise o saatin saatlerini tâdâd eden bir iğnedir. İşte zaman, dünyayı, emvâc-ı zevâl üstüne atar, bütün mâzi ve istikbâli ademe verip yalnız zaman-ı hâzırı vücuda bırakır. Şimdi zamanın dünyaya verdiği şu şekil ile beraber, mekân itibâriyle dahi yine dünya, zelzeleli gayr-i sabit bir saat hükmündedir. Çünkü, cevv-i hava, mekânı çabuk tağyir ettiğinden bir halden bir hale sür’aten geçtiğinden, bâzı günde birkaç defa bulutlar ile dolup boşalmakla, sâniye sayan milin sûret-i tegayyürü hükmünde bir tegayyür veriyor.
Şimdi, dünya hânesinin tabanı olan mekân-ı arz ise, yüzü mevt ve hayatça, nebat ve hayvanca pek çabuk tebeddül ettiğinden, dakikaları sayan bir mil hükmünde, dünyanın şu ciheti geçici olduğunu gösterir. Zemin yüzü itibâriyle böyle olduğu gibi, batnındaki inkılâbât ve zelzelelerle ve onların neticesinde cibâlin çıkmaları ve hasflar vuku’ bulması, saatleri sayan bir mil gibi, dünyanın şu ciheti ağırca mürûr edicidir gösterir.
Dünya hânesinin tavanı olan semâ mekânı ise, ecrâmların harekâtıyla, kuyruklu yıldızların zuhuruyla, küsufât ve hüsufâtın vuku’ bulmasıyla yıldızların sukut etmeleri gibi tegayyürât gösterir ki, semâ dahi sabit değil; ihtiyarlığa, harâbiyete gidiyor. Onun tegayyürâtı, haftalık saatte günleri sayan bir mil gibi çendan ağır ve geç oluyor; fakat, herhalde geçici ve zevâl ve harâbiyete karşı gittiğini gösterir.
İşte dünya, dünya cihetiyle şu yedi rükün üzerinde binâ edilmiştir; şu rükünler, dâim onu sarsıyor. Fakat, şu sarsılan ve hareket eden dünya, Sâniine baktığı vakit, o harekât ve tegayyürât, kalem-i kudretin mektubât-ı Samedâniyeyi yazması için o kalemin işlemesidir. O tebeddülât-ı ahvâl ise, esmâ-i İlâhiyenin cilve-i şuûnâtını ayrı ayrı tavsifât ile gösteren, tazelenen aynalarıdır.
İşte dünya, dünya itibâriyle hem fenâya gider, hem ölmeye koşar, hem zelzele içindedir. Hakikatte akarsu gibi rıhlet ettiği halde, gaflet ile sûreten incimâd etmiş, fikr-i tabiatla kesâfet ve küdûret peydâ edip âhirete perde olmuştur. İşte felsefe-i sakîme, tetkikat-ı felsefe ile ve hikmet-i tabiiye ile ve medeniyet-i sefîhenin câzibedar lehviyâtıyla, sarhoşâne hevesâtıyla o dünyanın hem cümûdetini ziyâde edip gafleti kalınlaştırmış, hem küdûretle bulanmasını taz’îf edip Sânii ve âhireti unutturuyor. Ammâ, Kur’ân ise şu hakikatteki dünyayı, dünya cihetiyle, -1- âyâtıyla pamuk gibi hallâc eder, atar. -2- -3-

1 Çarpacak olan felâket. • Nedir o çarpacak olan felâket? (Kària Sûresi: 1-2.)
Kıyâmet koptuğu zaman (Vâkıa Sûresi: 1.)
Yemin olsun Tûr’a. • Ve satır satır yazılı kitâba. (Tûr Sûresi: 1-2.)

2 Onlar göklerin ve yerin melekûtunu tefekkür etmezler mi? (A’râf Sûresi: 185.)

3 Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl binâ ettik. (Kaf Sûresi: 6.)

yuksel dedi ki...

-1- gibi beyânâtıyla o dünyaya şeffâfiyet verir ve bulanmasını izâle eder, -2- -3- gibi nurefşân neyyirâtıyla câmid dünyayı eritir, -4- ve -5- ve -6- -7- mevtâlûd tâbirleriyle dünyanın ebediyet-i mevhumesini parça parça eder,
-8- gök gürlemesi gibi sayhalarıyla tabiat fikrini tevlid eden gafleti dağıtır.
İşte Kur’ân’ın baştan başa kâinata müteveccih olan âyâtı şu esâsa göre gider, hakikat-i dünyayı olduğu gibi açar gösterir, çirkin dünyayı ne kadar çirkin olduğunu göstermekle beşerin yüzünü ondan çevirtir, Sânie bakan güzel dünyanın güzel yüzünü gösterir, beşerin gözünü ona diktirir, hakiki hikmeti ders verir, kâinat kitâbının mânâlarını tâlim eder. Hurufât ve nukuşlarına az bakar; sarhoş felsefe gibi, çirkine âşık olup, mânâyı unutturup, hurufâtın nukuşuyla insanların vaktini mâlâyâniyâtta sarf ettirmiyor.
Üçüncü Ziyâ
İkinci Ziyâda hikmet-i beşeriyenin hikmet-i Kur’âniyeye karşı sukùtuna, hikmet-i Kur’âniyenin i’câzına işaret ettik. Şimdi şu ziyâda, Kur’ân’ın şâkirdleri olan

1 İnkâr edenler görmedi mi ki, gökler ve yer bitişik idi. (Enbiyâ Sûresi: 30.)

2 Dünya hayatı ancak bir oyun ve oyalanmadır. (En’âm Sûresi: 32.)

3 Allah göklerin ve yerin nurudur. (Nur Sûresi: 35.)

4 Gök yarıldığı zaman. (İnfitar Sûresi: 1.)

5 Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvir Sûresi: 1.)

6 Gök yarıldığında. (İnşikak Sûresi: 1.)

7 Sûra üfürülür. Ve Allah’ın dilediklerinden başka göklerde kim var, yerde kim varsa düşüp ölür. Sonra bir daha Sûra üflenir. Ve onlar kabirlerinden kalkıp bakışırlar. (Zümer Sûresi: 68.)

8 O, yere gireni ve yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni bilir. Nerede olsanız O sizinledir. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görür. (Hadîd Sûresi: 4.) • De ki: Hamd Allah’a mahsustur; O size delillerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. Senin Rabbin, işlediklerinden habersiz değildir. (Neml Sûresi: 93.)

yuksel dedi ki...

asfiyâ ve evliyâ ve hükemânın münevver kısmı olan hükemâ-i İşrâkiyyunun hikmetleriyle, Kur’ân’ın hikmetine karşı derecesini gösterip, şu cihette Kur’ân’ın i’câzına muhtasar bir işaret edeceğiz:
İşte, Kur’ân-ı Hakîmin ulviyetine en sâdık bir delil ve hakkàniyetine en zâhir bir bürhan ve i’câzına en kavî bir alâmet şudur ki: Kur’ân, bütün aksâm-ı tevhidin bütün merâtibini bütün levâzımâtıyla muhâfaza ederek beyân edip muvâzenesini bozmamış, muhâfaza etmiş; hem, bütün hakàik-ı âliye-i İlâhiyenin muvâzenesini muhâfaza etmiş; hem, bütün Esmâ-i Hüsnânın iktizâ ettikleri ahkâmları cem’ etmiş, o ahkâmın tenâsübünü muhâfaza etmiş; hem rubûbiyet ve ulûhiyetin şuûnâtını kemâl-i muvâzene ile cem’ etmiştir. İşte şu muhâfaza ve muvâzene ve cem’, bir hâsiyettir; katiyen beşerin eserinde mevcud değil ve eâzım-ı insaniyenin netâic-i efkârında bulunmuyor. Ne melekûta geçen evliyâların eserinde, ne umûrun bâtınlarına geçen İşrâkıyyunun kitaplarında, ne âlem-i gayba nüfuz eden ruhânîlerin maarifinde hiç bulunmuyor. Güyâ bir taksimü’l-a’mâl hükmünde, herbir kısmı hakikatin şecere-i uzmâsından yalnız bir iki dalına yapışıyor, yalnız onun meyvesiyle, yaprağıyla uğraşıyor; başkasından ya haberi yok, yahut bakmıyor.
Evet, hakikat-i mutlaka, mukayyed enzâr ile ihâta edilmez. Kur’ân gibi bir nazar-ı küllî lâzım ki, ihâta etsin. Kur’ân’dan başka, çendan Kur’ân’dan da ders alıyorlar, fakat hakikat-i külliyenin, cüz’î zihniyle, yalnız bir iki tarafını tamamen görür, onunla meşgul olur, onda hapsolur, ya ifrat veya tefrit ile hakàikın muvâzenesini ihlâl edip, tenâsübünü izâle eder. Şu hakikat Yirmi Dördüncü Sözün İkinci Dalında acîb bir temsil ile izah edilmiştir. Şimdi de başka bir temsil ile şu meseleye işaret ederiz.
Meselâ, bir denizde hesabsız cevherlerin aksâmıyla dolu bir defînenin bulunduğunu farz edelim. Gavvâs dalgıçlar, o defînenin cevâhirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan, el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer. O gavvâs hükmeder ki, bütün hazîne uzun direk gibi bir elmastan ibârettir. Arkadaşlarından, başka cevâhiri işittiği vakit, hayal eder ki, o cevherler, bulduğu elmasın tâbileridir, fusûs ve nukuşlarıdır. Bir kısmının da kürevî bir yâkut eline geçer, başkası murabbâ bir kehribar bulur ve hâkezâ, herbiri, eliyle gördüğü cevheri o hazînenin aslı ve mu’zâmı itikad edip, işittiklerini o hazînenin zevâid ve teferruâtı zanneder. O vakit hakàikın muvâzenesi bozulur, tenâsüb de gider. Çok hakikatin rengi değişir. Hakikatin hakiki rengini görmek için tevilâta ve tekellüfâta muztar kalır; hattâ, bâzan inkâr ve ta’tîle kadar giderler. Hükemâ-i İşrâkiyyunun kitaplarına ve Sünnetin mîzanıyla tartmayıp keşfiyât ve meşhudâtına itimad eden mutasavvıfînin kitaplarını teemmül eden, bu hükmümüzü bilâşüphe tasdik eder. Demek, hakàik-ı Kur’âniyenin cinsinden ve Kur’ân’ın dersinden aldıkları halde-çünkü Kur’ân değiller-böyle nâkıs geliyor.
Bahr-i hakàik olan Kur’ân’ın âyetleri dahi o deniz içindeki defînenin bir gavvâsıdır. Lâkin, onların gözleri açık; defîneyi ihâta eder, defînede ne var ne yok görür. O defîneyi öyle bir tenâsüb ve intizam ve insicamla tavsif eder, beyân eder ki, hakiki hüsn-ü cemâli gösterir.
Meselâ, âyet-i

yuksel dedi ki...

ifade ettikleri azamet-i rubûbiyeti gördüğü gibi,
-3-
-3- -5- -6-
ifade ettikleri şümûl-ü rahmeti görüyor, gösteriyor. Hem, -7- ifade ettiği vüs’at-i hallâkıyeti görüp gösterdiği gibi, -8- ifade ettiği şümûl-ü tasarrufu ve ihâta-i rubûbiyeti görüp gösterir. -9- ifade ettiği hakikat-i azîme ile -10- ifade ettiği hakikat-i kerîmâneyi, -11- ifade ettiği hakikat-i azîme-i hâkimâne-i âmirâneyi görür, gösterir. -12- ifade ettikleri hakikat-i rahîmâne-i müdebbirâneyi,

1 Kıyâmet gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufundadır; gökler de Onun kudretiyle dürülmüştür. (Zümer Sûresi: 67.)

2 O gün semâyı, kitap sayfalarını dürer gibi düreriz. (Enbiyâ Sûresi: 104.)

3 Ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz. (Âl-i İmrân Sûresi: 5.)

4 Annelerinizin rahimlerinde size dilediği gibi bir sûret veren Odur. (Âl-i İmrân sûresi: 6.)

5 Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın. (Hûd Sûresi: 56.)

6 Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir. (Ankebût Sûresi: 60.)

7 Gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve aydınlığı var etti. (En’âm Sûresi: 1.)

8 Sizi de, yaptıklarınızı da yaratmıştır. (Saffât Sûresi: 96.)

9 Ölümünden sonra yeryüzünü O diriltir. (Rum Sûresi: 50.)

10 Rabbin, balarısına ilham etti. (Nahl Sûresi: 68.)

11 O, güneşi, ayı ve yıldızları da emrine boyun eğdirmiş olarak yarattı. (A’râf Sûresi: 54.)

12 Üzerlerinde kanat çırpıp duran kuşları da mı görmüyorlar? Onları havada tutan Rahmân’dan başkası değildir. O her şeyi hakkıyla görür. (Mülk Sûresi: 19.)

yuksel dedi ki...

-1- ifade ettiği hakikat-i azîme ile; -2- ifade ettiği hakikat-i rakîbâneyi, -3- ifade ettiği hakikat-i muhîta gibi, -4- ifade ettiği akrebiyeti, -5- işaret ettiği hakikat-i ulviyeyi, -6- ifade ettiği hakikat-i câmia gibi bütün uhrevî ve dünyevî, ilmî ve amelî erkân-ı sitte-i imâniyenin herbirisini tafsîlen, erkân-ı hamse-i İslâmiyenin herbirisini kasden ve cidden ve saadet-i dâreyni temin eden bütün düsturları görür, gösterir. Muvâzenesini muhâfaza edip, tenâsübünü idâme edip, o hakàikın heyet-i mecmûasının tenâsübünden hâsıl olan hüsün ve cemâlin menbaından, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsi neş’et eder.
İşte şu sırr-ı azîmdendir ki, ulemâ-i ilm-i kelâm, Kur’ân’ın şâkirdleri oldukları halde, bir kısmı onar cild olarak erkân-ı imâniyeye dâir binler eser yazdıkları halde, Mûtezile gibi aklı nakle tercih ettikleri için, Kur’ân’ın on âyeti kadar vuzuh ile ifade

1 Onun hâkimiyet ve saltanatı gökleri ve yeri kuşatmıştır. Gökleri ve yeri tasarrufu altında tutmak Onun kudretine ağır gelmez. (Bakara Sûresi: 255.)

2 Nerede olursanız olun, O sizinledir. (Hadîd Sûresi: 4.)

3 O Evveldir; başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve kudretine bağlıdır. O Ahirdir; sonu olmadığı gibi bütün varlıkların neticesi Ona bakar ve dönüşü Onadır. O Zâhirdir; varlık ve birliğinin delilleri her şeyde apaçık görünür ve bütün varlıklar dış görünüşleri ve sanatlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şâhidlik eder. O Bâtındır; her şeyin hakikatine vâkıftır ve her şeyin içyüzü Onun kudret ve hikmetine şâhidlik eder. O her şeyi hakkıyla bilendir. (Hadîd Sûresi: 3.)

4 And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin ona ne vesvese verdiğini de biliriz. Çünkü Biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf Sûresi: 16.)

5 Melekler ve Cebrâil, elli bin sene uzunluğunda bir gün olan Kıyâmet Gününde, Allah’ın emrini almak üzere Arşa yükselirler. (Meâric Sûresi: 4.)

6 Allah adâleti, iyilik yapmayı ve iyi kullukta bulunmayı, akrabâya ikram etmeyi emreder; fuhşiyâtı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. (Nahl Sûresi: 90.)

yuksel dedi ki...

ve katî ispat ve ciddî iknâ edememişler. Âdetâ, onlar uzak dağların altında lâğım yapıp, borularla tâ âlemin nihayetine kadar silsile-i esbâb ile gidip, orada silsileyi keser. Sonra âb-ı hayat hükmünde olan mârifet-i İlâhiyeyi ve vücud-u Vâcibü’l-Vücudu ispat ederler.
Âyet-i kerîme ise, herbirisi birer asâ-i Mûsâ gibi, her yerde suyu çıkarabilir, herşeyden bir pencere açar, Sâni-i Zülcelâli tanıttırır. Kur’ân’ın bahrinden tereşşuh eden Arabî Katre Risâlesinde ve sâir Sözlerde şu hakikat, fiilen ispat edilmiş ve göstermişiz.
İşte, hem şu sırdandır ki, bâtın-ı umûra gidip, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ etmeyerek, meşhudâtına itimad ederek yarı yoldan dönen ve bir cemaatin riyâsetine geçip bir fırka teşkil eden fıràk-ı dâllenin bütün imamları hakàikın tenâsübünü, muvâzenesini muhâfaza edemediğindendir ki, böyle, bid’aya, dalâlete düşüp, bir cemaat-i beşeriyeyi yanlış yola sevk etmişler. İşte bunların bütün aczleri, âyât-ı Kur’âniyenin i’câzını gösterir.
Hâtime
Kur’ân’ın lemeât-ı i’câzından iki lem’a-i i’câziye, On Dokuzuncu Sözün On Dördüncü Reşhasında geçmiştir ki, bir sebeb-i kusur zannedilen tekrarâtı ve ulûm-u kevniyede icmâli, herbiri birer lem’a-i i’câzın menbaıdır. Hem, Kur’ân’da mu’cizât-ı enbiyâ yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân, Yirminci Sözün İkinci Makamında vâzıhan gösterilmiştir. Daha bunlar gibi, sâir Sözlerde ve risâle-i Arabiyemde çok lemeât-ı i’câziye zikredilip, onlara iktifâen yalnız şunu deriz ki:
Bir mu’cize-i Kur’âniye daha şudur ki: Nasıl bütün mu’cizât-ı enbiyâ, Kur’ân’ın bir nakş-ı i’câzını göstermiştir; öyle de, Kur’ân, bütün mu’cizâtıyla, bir mu’cize-i Ahmediye (a.s.m.) olur. Ve bütün mu’cizât-ı Ahmediye (a.s.m.) dahi, Kur’ân’ın bir mu’cizesidir ki, Kur’ân’ın Cenâb-ı Hakka karşı nisbetini gösterir ve o nisbetin zuhuruyla herbir kelimesi bir mu’cize olur. Çünkü o vakit birtek kelime bir çekirdek gibi bir şecere-i hakàikı mânen tazammun edebilir. Hem, merkez-i kalb gibi hakikat-i uzmânın bütün âzâsına münâsebettar olabilir. Hem, bir ilm-i muhîte ve nihayetsiz bir irâdeye istinad ettiği için, hurûfuyla, heyetiyle, vaziyetiyle, mevkiiyle hadsiz eşyaya bakabilir. İşte, şu sırdandır ki, ulemâ-i ilm-i huruf, Kur’ân’ın bir harfinden bir sayfa kadar esrar bulduklarını iddiâ ederler ve dâvâlarını, o fennin ehline ispat ediyorlar.
Risâlenin başından şuraya kadar bütün Şûleleri, Şuâları, Lem’aları, Nurları, Ziyâları nazara topla, birden bak. Baştaki dâvâ, şimdi katî netice olarak, yani


De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.

yuksel dedi ki...

’yı yüksek bir sadâ ile okuyup ilân ediyorlar

yuksel dedi ki...



Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, duâ edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin. âl-i İmrân Sûresi: 8.) • Duâları ise, şu sözlerle sona erer: "Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur." (Yûnus Sûresi: 10.) âmin, âmin, âmin

yuksel dedi ki...

Birinci Zeyl

Makam itibâriyle Yirmi Beşinci Söze ilhak edilen zeyillerden Yedinci Şuânın Birinci Makàmının On Yedinci Mertebesidir.
Bu dünyada hayatın gàyesi ve hayatın hayatı imân olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz dünya seyyahı ve kâinattan Rabbini soran yolcu, kendi kalbine dedi ki: "Aradığımız zâtın sözü ve kelâmı denilen, bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmayan herkese, her asırda meydan okuyan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân nâmındaki kitaba mürâcaat edip, o ne diyor bilelim. Fakat, en evvel, bu kitap bizim Hàlıkımızın kitabı olduğunu ispat etmek lâzımdır" diye taharrîye başladı.
Bu seyyah, bu zamanda bulunduğu münâsebetiyle, en evvel mânevî İ’câz-ı Kur’âniyenin lem’aları olan Risâle-i Nur’a baktı ve onun yüz otuz risâleleri, âyât-ı Fürkàniyenin nükteleri ve ışıkları ve esaslı tefsirleri olduğunu gördü. Ve Risâle-i Nur, bu kadar muannid ve mülhid bir asırda her tarafa hakàik-ı Kur’âniyeyi mücâhidâne neşrettiği halde, karşısına kimse çıkamadığından ispat eder ki; onun üstâdı ve menbâı ve mercii ve güneşi olan Kur’ân, semâvîdir, beşer kelâmı değildir. Hattâ, Risâle-i Nur’un yüzer hüccetlerinden birtek hüccet-i Kur’âniyesi olan Yirmi Beşinci Söz ile On Dokuzuncu Mektubun âhiri, Kur’ân’ın, kırk vecihle mu’cize olduğunu öyle ispat etmiş ki, kim görmüş ise, değil tenkit ve îtiraz etmek, belki ispatlarına hayran olmuş, takdir ederek çok senâ etmiş. Kur’ân’ın vech-i i’câzını ve hak kelâmullah olduğunu ispat etmek cihetini Risâle-i Nur’a havâle ederek, yalnız, bir kısa işaretle, büyüklüğünü gösteren birkaç noktaya dikkat etti.
Birinci Nokta: Nasıl ki, Kur’ân bütün mu’cizâtıyla ve hakkàniyetine delil olan bütün hakàikıyla Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın bir mu’cizesidir; öyle de, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da bütün mu’cizâtıyla ve delâil-i nübüvvetiyle ve kemâlât-ı ilmiyesiyle Kur’ân’ın bir mu’cizesidir ve Kur’ân kelâmullah olduğuna bir hüccet-i kàtıasıdır.
İkinci Nokta: Kur’ân, bu dünyada öyle nûrânî ve saadetli ve hakîkatli bir sûrette bir tebdil-i hayat-ı içtimâiye ile beraber, insanların hem nefislerinde, hem kalblerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem hayat-ı şahsiyelerinde hem hayat-ı içtimâiyelerinde, hem hayat-ı siyâsiyelerinde öyle bir inkılâp yapmış ve

yuksel dedi ki...


idâme etmiş ve idâre etmiş ki, on dört asır müddetinde, her dakikada altı bin altı yüz altmış altı âyetleri kemâl-i ihtiramla, hiç olmazsa yüz milyondan ziyâde insanların dilleriyle okunuyor ve insanları terbiye ve nefislerini tezkiye ve kalblerini tasfiye ediyor. Ruhlara inkişaf ve terakkî ve akıllara istikàmet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor. Elbette böyle bir kitabın misli yoktur, hârikadır, fevkalâdedir, mu’cizedir.
Üçüncü Nokta: Kur’ân, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki, Kâbe’nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediblerin "Muallakàt-ı Seb’a" nâmiyle şöhretşiâr kasîdelerini o dereceye indirdi ki, Lebid’in kızı babasının kasîdesini Kâbe’den indirirken demiş: "âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı."
Hem, bedevî bir edip, -1- âyeti okunurken, işittiği vakit secdeye kapanmış.
Ona dediler: "Sen Müslüman mı oldun?"
O dedi: "Yok, ben bu âyetin belâgatına secde ettim."
Hem, ilm-i belâgatın dâhîlerinden Abdulkàhir-i Cürcânî ve Sekkâkî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhî imamlar ve mütefennin edibler icmâ ve ittifakla karar vermişler ki, "Kur’ân’ın belâgatı, tâkat-ı beşerin fevkındedir; yetişilmez."
Hem, o zamandan beri mütemâdiyen mey-dan-ı muârazaya dâvet edip, mağrur ve enâniyetli ediblerin ve beliğlerin damarlarına dokundurup, gururlarını kıracak bir tarzda der: "Ya birtek sûrenin mislini getiriniz, veyahut dünyada ve âhirette helâket ve zilleti kabul ediniz" diye îlân ettiği halde, o asrın muannid beliğleri birtek sûrenin mislini getirmekle kısa bir yol olan muârazayı bırakıp, uzun olan, can ve mallarını tehlikeye atan muharebe yolunu ihtiyâr etmeleri ispat eder ki, o kısa yolda gitmek mümkün değildir.
Hem, Kur’ân’ın dostları Kur’ân’a benzemek ve taklit etmek şevkiyle ve düşmanları dahi Kur’ân’a mukàbele ve tenkit etmek sevkiyle o vakitten beri yazdıkları ve yazılan ve telâhuk-u efkâr ile terakkî eden milyonlarla Arabî kitaplar ortada geziyor. Hiçbirisi ona yetişemediğini, hattâ en âmî adam dahi dinlese, elbette diyecek: "Bu Kur’ân, bunlara benzemez ve onların mertebesinde değil. Ya onların altında veya umûmunun fevkınde olacak." Umumunun altında olduğunu, dünyada hiçbir fert, hiçbir kâfir, hattâ hiçbir ahmak diyemez. Demek, mertebe-i belâgatı umûmun fevkındedir. Hattâ bir adam, -2-S âyetini okudu, dedi: "Bunun hârika telâkkî edilen belâgatını göremiyorum."
Ona denildi: "Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git, orada dinle."

1 Artık emrolunduğun şeyi kafalarını çatlatırcasına ısrarla anlat. (Hicr Sûresi: 94.)

2 Göklerde ve yerde ne varsa, Allah’ı tesbih eder. (Hadîd Sûresi: 1.)

yuksel dedi ki...

O da, kendini Kur’ân’dan evvel orada tahayyül ederken gördü ki, mevcudât-ı âlem perişan, karanlıklı, câmid ve şuursuz ve vazifesiz olarak, hâlî, hadsiz, hudutsuz bir fezâda, kararsız, fânî bir dünyada bulunuyorlar. Birden, Kur’ân’ın lisânından bu âyeti dinlerken gördü: Bu âyet, kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve sermedî ferman, asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki; bu kâinat, bir câmi-i kebîr hükmünde başta semâvât ve arz olarak umum mahlûkàt, hayattarâne zikir ve tesbihte ve vazifeler başında cûş u huruşla mesudâne ve memnunâne bir vaziyette bulunuyor, diye müşâhede etti. Ve bu âyetin derece-i belâgatını zevk ederek, sâir âyetleri buna kıyasla, Kur’ân’ın zemzeme-i belâgatı arzın nısfını ve nev-i beşerin humsunu istilâ ederek, haşmet-i saltanatı kemâl-i ihtiramla on dört asır bilâfâsıla idâme ettiğinin binler hikmetlerinden bir hikmetini anladı.
Dördüncü Nokta: Kur’ân öyle hakîkatli bir halâvet göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur’ân’ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâveti halâvetini ziyâdeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup, darb-ı mesel hükmüne geçmiş.
Hem, öyle bir tazelik ve gençlik ve şebâbet ve garâbet göstermiş ki, on dört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca girdiği halde, şimdi nâzil olmuş gibi tazeliğini muhâfaza ediyor. Her asır, kendine hitap ediyor gibi bir gençlikte görmüş; her tâife-i ilmiye ondan her vakit istifâde etmek için kesretle ve mebzûliyetle yanlarında bulundurdukları ve üslup-u ifâdesine ittibâ ve iktidâ ettikleri halde, o üslûbundaki ve tarz-ı beyânındaki garâbetini aynen muhâfaza ediyor.
Beşinci Nokta: Kur’ân’ın bir cenahı mâzide, bir cenahı müstakbelde, kökü ve bir kanadı eski peygamberlerin ittifaklı hakîkatleri olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiği ve onlar dahi tevâfukun lisân-ı hâliyle bunu tasdik ettikleri gibi; öyle de, evliyâ ve asfiyâ gibi ondan hayat alan semereleri, hayattar tekemmülleriyle şecere-i mübârekelerinin hayattar, feyizdar ve hakîkatmedâr olduğuna delâlet eden ve ikinci kanadının himâyesi altında yetişen ve yaşayan velâyetin bütün hak tarîkatleri ve İslâmiyetin bütün hakîkatli ilimleri, Kur’ân’ın ayn-ı hak ve mecmâ-ı hakàik ve câmiiyette misilsiz bir hârika olduğuna şehâdet eder.
Altıncı Nokta: Kur’ân’ın altı ciheti nurânîdir, sıdk ve hakkàniyetini gösterir. Evet, altında hüccet ve bürhan direkleri; üstünde sikke-i i’câz lem’aları; önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn hediyeleri; ve arkasında nokta-i istinadı vahy-i semâvî hakikatleri; sağında hadsiz ukùl-ü müstakîmenin deliller ile tasdikleri; solunda selîm kalblerin ve temiz vicdanların ciddî itminânları ve samîmi incizabları ve teslimleri, Kur’ân’ın fevkalâde hârika, metîn, hücum edilmez bir kal’a-i semâviye-i arzıye olduğunu ispat ettikleri gibi; altı makamdan dahi, onun ayn-ı hak ve sâdık olduğuna ve beşerin kelâmı olmadığını, ve yanlışı bulunmadığını imza eden, başta bu kâinatta dâimâ güzelliği izhâr, iyiliği ve doğruluğu himâye ve sahtekârları ve müfterileri imhâ

yuksel dedi ki...

ve izâle etmek âdetini bir düstur-u faaliyet ittihaz eden bu kâinatın Mutasarrıfı, o Kur’ân’a âlemde en makbul, en yüksek, en hâkimâne bir makam-ı hürmet ve bir mertebe-i muvaffakıyet vermesiyle, onu tasdik ve imza ettiği gibi; İslâmiyetin menbaı ve Kur’ân’ın tercümanı olan Zâtın (a.s.m.) herkesten ziyâde ona îtikad ve ihtirâmı ve nüzûlü zamanında uyku gibi bir vaziyet-i nâimânede bulunması ve sâir kelâmları ona yetişememesi ve bir derece benzememesi ve ümmiyetiyle beraber gitmiş ve gelecek hakîki hâdisât-ı kevniyeyi gaybiyâne, Kur’ân ile tereddütsüz ve itminân ile beyân etmesi ve çok dikkatli gözlerin nazarı altında hiçbir hile, hiçbir yanlış vaziyeti görülmeyen o tercümanın bütün kuvvetiyle Kur’ân’ın herbir hükmüne îman edip tasdik etmesi ve hiçbir şey onu sarsmaması, Kur’ân semâvî, hakkàniyetli ve kendi Hàlık-ı Rahîminin mübârek kelâmı olduğunu imza ediyor.
Hem, nev-i insanın humsu, belki kısm-ı âzamı göz önündeki o Kur’ân’a müncezibâne ve dindarâne irtibatı ve hakîkatperestâne ve müştakàne kulak vermesi ve çok emârelerin ve vâkıaların ve keşfiyâtın şehâdetiyle cin ve melek ve rûhânîler dahi, tilâveti vaktinde, pervâne gibi, etrâfında hakperestâne toplanmaları, Kur’ân’ın kâinatça makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna bir imzadır.
Hem, nev-i beşerin umum tabakaları, en gabî ve âmîden tut, tâ en zekî ve âlime kadar herbirisi Kur’ân’ın dersinden tam hisse almaları ve en derin hakîkatleri fehmetmeleri ve yüzer fen ve ulûm-u İslâmiyenin ve bilhassa Şeriat-ı Kübrânın büyük müçtehidleri ve usûlü’d-din ve ilm-i kelâmın dâhî muhakkikleri gibi her tâife kendi ilmine âit bütün hâcâtını ve cevaplarını Kur’ân’dan istihrâc etmeleri, Kur’ân’ının menbâ-ı hak ve mâden-i hakîkat olduğuna bir imzadır.
Hem, edebiyatça en ileri bulunan Arap edibleri-şimdiye kadar Müslüman olmayanlar-muârazaya pekçok muhtaç oldukları halde, Kur’ân’ın i’câzından yedi büyük vechi varken, yalnız birtek vechi olan belâgatının-tek bir sûresinin-mislini getirmekten istinkâfları ve şimdiye kadar gelen ve muâraza ile şöhret kazanmak isteyen meşhur beliğlerin ve dâhî âlimlerin onun hiçbir vech-i i’câzına karşı çıkamamaları ve âcizâne sükût etmeleri, Kur’ân mu’cize ve tâkat-ı beşerin fevkınde olduğuna bir imzadır.
Evet, bir kelâm, "Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?" denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezâhür etmesi noktasından, Kur’ân’ın misli olamaz ve ona yetişilemez. Çünkü, Kur’ân bütün âlemlerin Rabbi ve bütün kâinatın Hàlıkının hitâbı ve konuşması ve hiçbir cihette taklidi ve tasannûu ihsâs edecek hiçbir emâre bulunmayan bir mükâlemesi ve bütün insanların, belki bütün mahlûkàtın nâmına mebus ve nev-i beşerin en meşhur ve nâmdar muhâtabı bulunan ve o muhâtabın kuvvet ve vüs’at-i îmânı koca İslâmiyeti tereşşuh edip, sahibini Kàb-ı Kavseyn makamına çıkararak, muhâtab-ı Samedâniyeye mazhariyetle nüzûl eden ve saadet-i dâreyne dâir ve hilkat-i kâinatın neticelerine ve ondaki Rabbânî maksatlara âit mesâili ve o muhâtabın bütün hakàik-ı İslâmiyeyi taşıyan en yüksek ve en geniş olan îmânını beyân ve izah eden ve koca kâinatı, bir harita, bir saat, bir hâne gibi her tarafını gösterip, çevirip

yuksel dedi ki...

onları yapan sanatkârı tavrıyla ifâde ve tâlim eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i’câzına yetişilmez.
Hem, Kur’ân’ı tefsir eden ve bir kısmı otuz kırk, hattâ yetmiş cild olarak birer tefsir yazan yüksek zekâlı müdakkik binler mütefennin ulemânın senetleri ve delilleriyle beyân ettikleri Kur’ân’daki hadsiz meziyetleri ve nükteleri ve hâsiyetleri ve sırları ve âlî mânâları ve umûr-u gaybiyenin her nevinden kesretli gaybî ihbarları izhâr ve ispat etmeleri ve bilhassa Risâle-i Nur’un yüz otuz kitabının herbiri Kur’ân’ın bir meziyetini, bir nüktesini katî bürhanlarla ispat etmesi ve bilhassa Mu’cizât-ı Kur’âniye Risâlesi şimendifer ve tayyâre gibi medeniyetin hârikalarından çok şeyleri Kur’ân’dan istihrâc eden Yirminci Sözün İkinci Makamı ve Risâle-i Nur’a ve elektriğe işaret eden âyetlerin işârâtını bildiren "İşârât-ı Kur’âniye" nâmındaki Birinci Şuâ ve hurûf-u Kur’âniye ne kadar muntazam ve esrarlı ve mânâlı olduğunu gösteren "Rumuzât-ı Semâniye" nâmındaki sekiz küçük risâleler ve Sûre-i Fethin âhirki âyeti, beş vecihle ihbar-ı gaybî cihetinde mu’cizeliğini ispat eden küçük bir risâle gibi, Risâle-i Nur’un herbir cüz’ü Kur’ân’ın bir hakikatini, bir nurunu izhâr etmesi, Kur’ân’ın misli olmadığına ve mu’cize ve hârika olduğuna ve bu âlem-i şehâdette âlem-i gaybın lisânı ve bir Allâmü’l-Guyûbun kelâmı bulunduğuna bir imzadır.
İşte, altı noktada ve altı cihette ve altı makamda işaret edilen Kur’ân’ın mezkûr meziyetleri ve hâsiyetleri içindir ki, haşmetli hâkimiyet-i nûrâniyesi ve azametli saltanat-ı kudsiyesi, asırların yüzlerini ışıklandırarak, zemin yüzünü dahi bin üç yüz sene tenvir ederek kemâl-i ihtiramla devam etmesi, hem o hâsiyetleri içindir ki, Kur’ân’ın herbir harfi, hiç olmazsa on sevâbı ve on haseneyi ve on meyve-i bâkî vermesi, hattâ bir kısım âyâtın ve sûrelerin herbir harfi, yüz ve bin ve daha ziyâde meyve vermesi ve mübârek vakitlerde herbir harfin nûru ve sevâbı ve kıymeti ondan yüzlere çıkması gibi kudsî imtiyazları kazanmış, diye dünya seyyahı anladı ve kalbine dedi:
"İşte, böyle her cihetle mu’cizâtlı bu Kur’ân, sûrelerinin icmâıyla ve âyâtının ittifâkıyla ve esrar ve envârının tevâfukuyla ve semerât ve âsârının tetâbukuyla, birtek Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine ve sıfâtına ve esmâsına, delillerle ispat sûretinde öyle şehâdet etmiş ki, bütün ehl-i îmânın hadsiz şehâdetleri onun şehâdetinden tereşşuh etmişler."
İşte, bu yolcunun Kur’ân’dan aldığı ders-i tevhid ve îmâna kısa bir işaret olarak, Birinci Makàmın On Yedinci Mertebesinde böyle,

yuksel dedi ki...

denilmiştir.

Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vâcibü’l-Vücud ve Vâhidü’l-Ehaddir ki, Onun vücûb-u vücuduna ve vahdetine melek, ins ve cin tâifelerinin makbul ve mergûbu olan ve bütün âyetleri her dakika kemâl-i ihtiram ile nev-i insanın yüz milyonlarcasının dilleriyle okunan, kudsî saltanâtı asırlar ve devirler boyunca arzın ve kâinatın her tarafında devam eden, mânevî ve nûrânî hâkimiyeti on dört asırdır dünyanın yarısında ve insanlığın beşte biri üzerinde kemâl-i ihtişam ile cereyan eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân delâlet eder. Ve kezâ, o kelâm-ı İlâhî, kudsî ve semâvî sûrelerinin icmâı, nûrânî ve İlâhî âyetlerinin ittifakı, esrar ve envârının tevâfuku, hakîkatlerinin, semerelerinin ve eserlerinin tetâbuku ile, Allah’ın vücûb-u vücuduna ve vahdetine bil müşâhede ve’l-ayân şehâdet edip, ispat eder.

yuksel dedi ki...

ON BİRİNCİ ŞUA OLAN MEYVE RİSALESİ’NİN ONUNCU MESELE
Emirdağ Çiçeği
Kur’an’da olan tekrarata gelen itirazlara karşı gayet kuvvetli bir cevaptır
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Gerçi bu Mesele, perişan vaziyetimden müşevveş ve letafetsiz olmuş. Fakat o müşevveş ibare altında çok kıymetli bir nevi i’câzı katî bildim. Maatteessüf ifadeye muktedir olamadım. Her ne kadar ibaresi sönük olsa da, Kur’ân’a ait olmak cihetiyle, hem ibadeti tefekküriye, hem kudsî, yüksek, parlak bir cevherin sedefidir. Yırtık libasına değil, elindeki elmasa bakılsın. Eğer münasipse ’Onuncu Mesele’ yapınız. Değilse, sizin tebrik mektuplarınıza mukabil bir mektup kabul ediniz. Hem bunu gayet hasta ve perişan ve gıdasız, bir iki gün Ramazan’da mecburiyetle, gayet mücmel ve kısa ve bir cümlede pek çok hakikatleri ve müteaddit hüccetleri derc ederek yazdım. Kusura bakılmasın. HAŞİYE
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Ramazan-ı Şerifte Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânı okurken, Risale-i Nur’a işaretleri Birinci Şuada beyan olunan otuz üç âyetten hangisi gelse bakıyorum ki, o âyetin sayfası ve yaprağı ve kıssası dahi Risale-i Nur’a ve şakirtlerine, kıssadan hisse almak noktasında bir derece bakıyor. Hususan Sûre-i Nur’dan âyâtü’n-nur, on parmakla Risale-i Nur’a baktığı gibi, arkasındaki âyât-ı zulümat dahi muarızlarına tam bakıyor ve ziyade hisse veriyor. Adeta o makam, cüz’iyetten çıkıp külliyet kesb eder. Ve bu asırda o külliyetin tam bir ferdi Risale-i Nur ve şakirtleridir diye hissettim.
Evet, Kur’ân’ın hitabı, evvelâ Mütekellim-i Ezelînin rububiyet-i âmmesinin geniş makamından, hem nev-i beşer, belki kâinat namına muhatap olan zâtın geniş makamından, hem umum nev-i beşer ve benî âdemin bütün asırlarda irşadlarının gayet vüs’atli makamından, hem dünya ve âhiretin, arz ve semavatın, ezel ve ebedin ve Hâlık-ı Kâinatın rububiyetine ve bütün mahlûkatın tedbirine dair kavânin-i

HAŞİYE
Denizli Hapsinin meyvesine Onuncu Mesele olarak Emirdağının ve bu Ramazan-ı Şerifin nurlu bir küçük çiçeğidir. Tekrarat-ı Kur’âniyenin bir hikmetini beyanla ehl-i dalâletin ufûnetli ve zehirli evhamlarını izale eder.

yuksel dedi ki...

İlâhiyenin gayet yüksek ihatalı beyanatının makamından aldığı vüs’at ve ulviyet ve ihâta cihetiyle, o hitap öyle bir yüksek i’câzı ve şümûlü gösterir ki, ders-i Kur’ân’ın, muhataplarından en kesretli taife olan tabaka-i avâmın basit fehimlerini okşayan zâhirî ve basit mertebesi dahi, en ulvî tabakayı da tam hissedar eder. Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asırda ve her tabakaya hitap ederek taze nazil oluyor. Ve bilhassa çok tekrarla deyip tehditleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine, kavm-i Ad ve Semûd ve Fir’avun un başlarına gelen azaplarla baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, İbrahim ve Mûsâ Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıyla tesellî veriyor.
Evet, nazar-ı gaflet ve dalâlette vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar, canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayattar bir acip âlem ve mevcut ve bizimle münasebetdar bir memleket-i Rabbâniye sûretinde, sinema perdeleri gibi kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i’câz ile dersini veren Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, aynı i’câz ile, nazar-ı dalâlette câmid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, bir şehr-i Rahmânî, bir meşher-i sun’-i Rabbânî olarak o câmidâtı canlandırıp birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev-i beşere ve cin ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur’ân-ı Azîmüşşanın elbette her harfinde on ve yüz ve bazen bin ve binler sevap bulunması; ve bütün cin ve ins toplansa onun mislini getirememesi; ve bütün benî âdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması; ve her zaman milyonlar hâfızların kalblerinde zevkle yazılması; ve çok tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması; ve çok iltibas yerleri ve cümleleriyle beraber çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi; ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i zemzem misilli hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır. Ve iki cihanın saadetlerini kendi şakirtlerine kazandırır.
Ve tercümanın ümmiyet mertebesini tam riayet etmek sırrıyla, hiçbir tekellüf ve hiçbir tasannu ve hiçbir gösterişe meydan vermeden selâset-i fıtriyesini ve doğrudan doğruya semadan gelmesini ve en kesretli olan tabakat-ı avâmın basit fehimlerini tenezzülât-ı kelâmiye ile okşamak hikmetiyle, en ziyade sema ve arz gibi en zâhir ve bedihî sayfalarını açıp o âdiyat altındaki hârikulâde mu’cizât-ı kudretini ve mânidar sutûr-u hikmetini ders vermekle lûtf-u irşadda güzel bir i’caz gösterir.
Tekrarı iktiza eden dua ve dâvet, zikir ve tevhid kitabı dahi olduğunu bildirmek sırrıyla, güzel, tatlı tekraratıyla birtek cümlede ve birtek kıssada ayrı ayrı çok mânâları, ayrı ayrı muhatap tabakalarına tefhim etmekte ve cüz’î ve âdi bir hâdisede en

Zâlimler! • Zâlimler!..

yuksel dedi ki...


cüz’î ve ehemmiyetsiz şeyler dahi nazar-ı merhametinde ve daire-i tedbir ve iradesinde bulunmasını bildirmek sırrıyla tesis-i İslâmiyette ve tedvin-i şeriatta Sahabelerin cüz’î hadiselerini dahi nazar-ı ehemmiyete almasında, hem küllî düsturların bulunması, hem umumî olan İslâmiyetin ve şeriatın tesisinde o cüz’î hadiseler, çekirdekler hükmünde çok ehemmiyetli meyveleri verdikleri cihetinde de bir nevi i’câzını gösterir.
Evet, ihtiyacın tekerrürüyle tekrarın lüzumu haysiyetiyle, yirmi sene zarfında pek çok mükerrer suallere cevap olarak ayrı ayrı çok tabakalara ders veren ve koca kâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek, dünyayı kaldırıp onun yerine azametli âhireti kuracak ve zerrattan yıldızlara kadar bütün cüz’iyat ve külliyatın tek bir Zâtın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu ispat edecek ve kâinatı ve arzı ve semavatı ve anâsırı kızdıran ve hiddete getiren nev-i beşerin zulümlerine, kâinatın netice-i hilkati hesabına gazab-ı İlâhîyi ve hiddet-i Rabbâniyeyi gösterecek hadsiz ve nihayetsiz ve dehşetli ve geniş bir inkılâbın tesisinde, binler netice kuvvetinde bazı cümleleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısım âyetleri tekrar etmek, değil bir kusur, belki gayet kuvvetli bir i’caz ve gayet yüksek bir belâgat ve mukteza-yı hâle gayet mutabık bir cezâlettir, bir fesâhattir.
Meselâ, birtek âyet olup yüz on dört defa tekrar edilen Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi, Risale-i Nur’un On Dördüncü Lem’asında beyan edildiği gibi, Arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç vardır. Değil yalnız ekmek gibi hergün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyak vardır.
Hem meselâ, Sûre-i ’de sekiz defa tekrar edilen şu -1- âyeti, o sûrede hikâye edilen peygamberlerin necatlarını ve kavimlerinin azaplarını, kâinatın netice-i hilkati hesabına ve rububiyet-i âmmenin nâmına o binler hakikat kuvvetinde olan âyeti tekrar ederek izzet-i Rabbâniye, o zâlim kavimlerin azabını ve rahîmiyet-i İlâhiye dahi enbiyanın necatlarını iktiza ettiğini ders vermek için binler defa tekrar olsa yine ihtiyaç ve iştiyak var ve îcazlı ve i’cazlı bir ulvî belâgattır.
Hem meselâ, Sûre-i Rahmân’da tekrar edilen -2-

1 Rabbin ise, şüphesiz ki, kudreti herşeye galip olan ve rahmeti herşeyi kuşatan Allah’tır. Şuarâ Sûresi, 26:9.

2 Ey insanlar ve cinler, Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz? Rahmân Sûresi, 55:13.

yuksel dedi ki...

âyeti ile Sûre-i Mürselât’ta -1- âyeti, cin ve nev-i beşere, kâinatı kızdıran ve arz ve semâvâtı hiddete getiren ve hilkat-ı âlemin neticelerini bozan ve haşmet-i saltanat-ı İlâhiyeye karşı inkâr ve istihfafla mukabele eden küfür ve küfranlarını ve zulümlerini ve bütün mahlûkatın hukuklarına tecavüzlerini asırlara ve arza ve semâvâta tehditkârâne haykıran bu iki âyet, böyle binler hakikatlerle alâkadar ve binler mesele kuvvetinde olan bir ders-i umumîde binler defa tekrar edilse yine lüzum var ve celâlli bir îcaz ve cemalli bir i’câz-ı belâgattır.
Hem meselâ, Kur’ân’ın hakiki ve tam bir nevi münâcâtı ve Kur’ân’dan çıkan bir çeşit hülâsası olan Cevşenü’l-Kebir namındaki münâcât-ı Peygamberîde (a.s.m.) yüz defa -2- cümlesinin tekrarında, tevhid gibi kâinatça en büyük hakikat ve mahlûkatın rububiyete karşı tesbih ve tahmid ve takdis gibi üç muazzam vazifesinden en ehemmiyetli bir vazifesi ve şekavet-i ebediyeden kurtulmak gibi nev-i insanın en dehşetli meselesi ve ubudiyet ve acz-i beşerin en lüzumlu neticesi bulunması cihetiyle, binler defa tekrar edilse yine azdır.
İşte tekrarat-ı Kur’aniye bu gibi esaslara bakıyor. Hattâ bazen bir sayfada iktiza-yı makam ve ihtiyac-ı ifham ve belâğat-ı beyan cihetiyle yirmi defa sarîhan ve zımnen tevhid hakikatini ifade eder; değil usanç, belki kuvvet ve şevk verir. Risale-i Nur’da, tekrarat-ı Kur’âniye ne kadar yerinde ve münasip ve belâgatça makbul olduğu, hüccetleriyle beyan edilmiş.
Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyânın Mekke sûreleriyle, Medine sûreleri belâgat noktasında ve i’caz cihetinde ve tafsil ve icmal veçhinde birbirinden ayrı olmasının sırrı ve hikmeti şudur ki:
Mekke’de, birinci safta muhatap ve muarızları, Kureyş müşrikleri ve ümmîleri olduğundan, belâgatça kuvvetli bir üslup-u âlî ve i’cazlı, muknî, kanaat verici bir icmal; ve tespit için tekrar lâzım geldiğinden, ekseriyetle Mekkiye sûreleri erkân-ı imaniyeyi ve tevhidin mertebelerini gayet kuvvetli ve yüksek ve i’cazlı bir îcaz ile tekrar edip ifade ederek, mebde’ ve meâdı, Allah’ı ve âhireti, değil yalnız bir sayfada, bir âyette, bir cümlede, bir kelimede, belki bazan bir harfte ve takdim, tehir ve târif ve tenkir ve hazf ve zikir gibi heyetlerde öyle kuvvetli ispat eder ki, ilm-i belâgatın dâhî imamları hayretle karşılamışlar.
Risale-i Nur ve bilhassa Kur’ân’ın kırk vech-i i’câzını icmalen ispat eden Yirmi Beşinci Söz zeyilleriyle beraber ve Kur’ân’ın nazmındaki vech-i i’câzı hârika

1 Yazıklar olsun o gün hakkı yalanlayanlara! (Mürselât Sûresi: 15,19,24,28,34,37,40,45,47,49)

2 Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdat etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et, kurtar ve bize necat ver .

yuksel dedi ki...

bir tarzda ispat eden Arabî Risale-i Nur’dan İşârâtü’l-İ’câz tefsiri bilfiil göstermişler ki, Mekkiye olan sûre ve âyetlerde en âlî bir üslup-u belâğat ve en yüksek bir i’câz-ı îcâzî vardır.
Amma, Medeniye sûre ve âyetlerde, birinci safta muhatap ve muarızları ise, Allah’ı tasdik eden Yahudi ve Nasârâ gibi ehl-i kitap olduğundan, mukteza-yı belâğat ve irşad ve mutabık-ı makam ve halin lüzumundan sade ve vâzıh ve tafsilli ve üslûpla ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usulünü ve imanın rükünlerini değil, belki medar-ı ihtilaf olan şeriatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunların menşeleri ve sebepleri olan cüz’iyatın beyanı lâzım geldiğinden, o Medeniye sûre ve âyetlerde, ekseriyetle tafsil ve izah ve sade üslûpla beyanat içinde, Kur’ân’a mahsus emsalsiz bir tarz-ı beyanla, birden o cüz’î teferruat hâdisesi içinde yüksek, kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet ve o cüz’î hâdise-i şer’iyeyi küllîleştiren ve imtisâlini iman-ı billâh ile temin eden bir cümle-i tevhidiyeyi ve imaniyeyi ve uhreviyeyi zikreder, o makamı nurlandırır, ulvîleştirir.
Risale-i Nur, âyetlerin âhirlerinde ekseriyetle gelen
-1- gibi tevhidi ve âhireti ifade eden fezlekelerde ve hâtimelerde ne kadar yüksek bir belâğat ve meziyetler ve cezâletler ve nükteler bulunduğunu, Yirmi Beşinci Sözün İkinci Şûlesinin İkinci Nurunda o fezleke ve hâtimelerin pek çok nüktelerinden ve meziyetlerinden on tanesini beyan ederek, o hülâsalarda bir mucize-i kübrâ bulunduğunu muannidlere de ispat etmiş.
Evet, Kur’ân, o teferruat-ı şer’iye ve kavânin-i içtimaiyenin beyanı içinde birden muhatabın nazarını yüksek ve küllî noktalara kaldırıp, sade üslûbu bir ulvî üslûba ve şeriat dersinden tevhid dersine çevirerek, Kur’ân’ı, hem bir kitab-ı şeriat ve ahkâm ve hikmet, hem bir kitab-ı akîde ve iman ve zikir ve fikir ve dua ve dâvet olduğunu gösterip, her makamda çok makasıd-ı irşadiye-i Kur’âniyeyi ders vermesiyle Mekkiye âyetlerin tarz-ı belâğatlarından ayrı ve parlak mu’cizâne bir cezâlet izhar eder. Bazan iki kelimede, meselâ, -2- ve -3- de, tabiriyle ehadiyeti ve ile vâhidiyeti bildirir, ehadiyet içinde vâhidiyeti ifade eder.
Hattâ bir cümlede, bir zerreyi bir gözbebeğinde gördüğü ve yerleştirdiği gibi, güneşi aynı âyetle, aynı çekiçle göğün gözbebeğinde yerleştirir

1 Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kàdirdir. Bakara Sûresi, 2:20.
Şüphesiz ki Allah herşeyi hakkıyla bilir. Ankebut sûresi, 29:62.
Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar. Rum Sûresi, 30:27.
Onun kudreti herşeye galiptir, O çok bağışlayıcıdır. Rum Sûresi, 30:5.

2 Alemlerin Rabbi.

3 Rabbin.

yuksel dedi ki...


ve göğe bir göz yapar.
Meselâ, -1- âyetinden sonra -2- âyetinin akabinde -3- der. Zemin ve göklerin haşmet-i hilkatinde kalbin dahi hâtırâtını bilir idare eder der, tarzında bir beyanat cihetiyle o sade ve ümmiyet mertebesini ve avâmın fehmini nazara alan o basit ve cüz’î muhavere, o tarz ile ulvî ve câzibedar ve umumî ve irşadkâr bir mükâlemeye döner.
Bir sual: "Bazen ehemmiyetli bir hakikat sathî nazarlara görünmediğinden ve bazı makamlarda cüz’î ve âdi bir hadiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllî bir düsturu beyan etmekte münasebet bilinmediğinden, bir kusur tevehhüm edilir. Meselâ, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm kardeşini bir hile ile alması içinde -4- diye gayet yüksek bir düsturun zikri belâgatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?"
Elcevap: Herbiri birer küçük Kur’ân olan ekser uzun sûre ve mutavassıtlarda ve çok sayfa ve makamlarda yalnız iki üç maksat değil, belki Kur’ân, mahiyeti hem bir kitab-ı zikir ve iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat ve hikmet ve irşad gibi, çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri tazammun ederek rububiyet-i İlâhiyenin herşeye ihatasını ve haşmetli tecelliyatını ifade etmek cihetiyle, kâinat kitab-ı kebîrinin bir nevi kıraati olan Kur’ân, elbette her makamda, hattâ bazen bir sayfada çok maksatları takiben marifetullahtan ve tevhidin mertebelerinden ve iman hakikatlerinden ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda, meselâ zâhirce zayıf bir münasebetle başka bir ders açar ve o zayıf münasebete çok kuvvetli münasebetler iltihak ederler, o makama gayet mutabık olur, mertebe-i belâgatı yükselir.
İkinci bir sual: "Kur’ân’da sarîhan ve zımnen ve işareten, âhiret ve tevhidi ve beşerin mükâfat ve mücâzâtını binler defa ispat edip nazara vermenin ve her sûrede, her sayfada, her makamda ders vermenin hikmeti nedir?"
Elcevap: Daire-i imkânda ve kâinatın sergüzeştine ait inkılâplarda ve emanet-i kübrayı ve hilâfet-i arziyeyi omuzuna alan nev-i beşerin şekavet ve saadet-i ebediyeye medar olan vazifesine dair en ehemmiyetli, en büyük, en dehşetli meselelerinde, en azametlilerini ders vermek ve hadsiz şüpheleri izale etmek ve gayet şiddetli inkârları ve inatları kırmak cihetinde, elbette o dehşetli inkılâpları tasdik ettirmek

1 Yeri ve göğü yaratan Odur. Hadîd Sûresi, 57:4.

2 O geceyi gündüze, gündüzü de geceye geçirir. Hadîd Sûresi, 57:6.

3 Gönüllerde saklı olanı hakkıyla bilen de Odur. Hadîd Sûresi, 57:6.

4 Her bilenin üzerinde daha iyi bilen vardır." Yûsuf Sûresi, 12:76.

yuksel dedi ki...

ve o inkılâpların azametinde büyük ve beşere en elzem ve en zaruri meseleleri teslim ettirmek için, Kur’ân, binler defa değil, belki milyonlar defa onlara baktırsa yine israf değil ki, milyonlar kere tekrarla o bahisler Kur’ân’da okunur, usanç vermez, ihtiyaç kesilmez. Meselâ, -1- âyetinin gösterdiği müjde-i saadet-i ebediye hakikati, bîçare beşere her dakika kendini gösteren hakikat-i mevtin, "Hem insanı, hem dünyasını, hem bütün ahbabını idam-ı ebedîsinden kurtarıp ebedî bir saltanatı kazandırır" dediğinden milyarlar defa tekrar edilse ve kâinat kadar ehemmiyet verilse, yine israf olmaz, kıymetten düşmez.
İşte bu çeşit hadsiz kıymettar meseleleri ders veren ve kâinatı bir hane gibi değiştiren ve şeklini bozan dehşetli inkılâpları tesis etmekte iknaa ve inandırmaya ve ispata çalışan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, elbette sarîhan ve zımnen ve işareten binler defa o meselelere nazar-ı dikkati celbetmek, değil israf, belki ekmek, ilâç, hava ve ziya gibi birer hâcet-i zaruriye hükmünde ihsanını tazelendirir.
Hem meselâ,
-2- gibi tehdit âyetlerini Kur’ân gayet şiddetle ve hiddetle ve gayet kuvvet ve tekrarla zikretmesinin hikmeti ise, Risale-i Nur’da katî ispat edildiği gibi, beşerin küfrü, kâinatın ve ekser mahlûkatın hukuklarına öyle bir tecavüzdür ki, semavatı ve arzı kızdırıyor ve anâsırı hiddete getirip tufanlarla o zâlimleri tokatlıyor. -3- âyetinin sarahatiyle, o zâlim münkirlere Cehennem öyle öfkeleniyor ki, hiddetinden parçalanmak derecesine geliyor. İşte böyle bir cinayet-i âmmeye ve hadsiz bir tecavüze karşı beşerin küçüklük ve ehemmiyetsizliği noktasında değil, belki zâlimâne cinayetinin azametine ve kâfirâne tecavüzünün dehşetine karşı, Sultan-ı Kâinat kendi raiyetinin hukukunun ehemmiyetini ve o münkirlerin küfür ve zulmündeki nihayetsiz çirkinliğini göstermek hikmetiyle, fermanında gayet hiddet ve şiddetle o cinayeti ve cezasını değil bin defa, belki milyonlar ve milyarlarla tekrar etse, yine israf ve kusur değil ki, bin seneden beri yüzer milyon insanlar hergün usanmadan kemâl-i iştiyakla ve ihtiyaçla okurlar.
Evet, hergün, her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, geçici herbir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla

1 İmân eden ve güzel işler yapanlar için ise, altından ırmaklar akan Cennetler vardır. Bu ise pek büyük bir kurtuluştur." Bürûc Sûresi, 85:11.

2 İnkâr edenler için ise Cehennem ateşi vardır. (Fâtır Sûresi, 35:36.)
Zâlimlerin hakkı şüphesiz ki pek acı bir azaptır. (İbrahim Sûresi, 14:22.)

3 Oraya atıldıklarında Cehennemin gürleyişini işitirler ki, kaynayıp duruyor. Neredeyse öfkeden parçalanacak!" (Mülk Sûresi, 67:7-8.)

yuksel dedi ki...


Lâ ilâhe illâllah cümlesini bin defa tekrar ile o değişen perdelerin herbirisine Lâ ilâhe illâllah’ı lâmba yaptığı gibi, öyle de, o kesretli, geçici perdeleri ve o tazelenen seyyar kâinatları karanlıklandırmamak ve âyine-i hayatında in’ikâs eden suretlerini çirkinleştirmemek ve lehinde şahit olabilen o misafir vaziyetleri aleyhine çevirmemek için, o cinayetlerin cezalarını ve Padişah-ı Ezelînin şiddetli ve inatlarını kıran tehditlerini, Kur’ân’ı okumakla takdir etmek ve nefsinin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle, Kur’ân gayet mânidar tekrar eder. Ve bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrarla tehdidat-ı Kur’âniyeyi hakikatsız tevehhüm etmekten, şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyen münkirlere Cehennem azabı ayn-ı adalettir, diye gösterir.
Hem meselâ, Asâ-yı Mûsâ gibi çok hikmetleri ve faydaları bulunan kıssa-i Mûsâ’nın (a.s.) ve sair enbiyanın (a.s.) kıssalarını çok tekrarında, risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.) hakkaniyetine bütün enbiyanın nübüvvetlerini bir hüccet gösterip, "Onların umumunu inkâr edemeyen, bu zâtın risaletini hakikat noktasında inkâr edemez" hikmetiyle; ve herkes her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya muktedir ve muvaffak olamadığından, herbir uzun ve mutavassıt sûreyi birer küçük Kur’ân hükmüne getirmek için, ehemmiyetli erkân-ı imaniye gibi o kıssaları tekrar etmesi, değil israf, belki mukteza-yı belâgattır ve hâdise-i Muhammediye (a.s.m.), bütün benî âdemin en büyük hadisesi ve kâinatın en azametli meselesi olduğunu ders vermektir.
Evet, Kur’ân’da Zât-ı Ahmediyeye en büyük makam vermek ve dört erkân-ı imaniyeyi içine almakla Lâ ilâhe illâllah rüknüne denk tutulan Muhammedun Resulullah risalet-i Muhammediye (a.s.m.) kâinatın en büyük hakikati ve zat-ı Ahmediye (a.s.m.) bütün mahlûkatın en eşrefi ve hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) tabir edilen küllî şahsiyet-i mâneviyesi ve makam-ı kudsîsi, iki cihanın en parlak bir güneşi olduğuna ve bu hârika makama liyakatine dair pekçok hüccetleri ve emareleri, katî bir surette Risale-i Nur’da ispat edilmiş. Binden birisi şudur ki: Es-sebebu ke’l-fâil düsturuyla, bütün ümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir misli onun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatın hakikatlerini, getirdiği nurla nurlandırması, değil yalnız cin ve insi ve meleği ve zîhayatları, belki kâinatı ve semavatı ve arzı minnettar eylemesi ve istidat lisanıyla nebatatın duaları ve ihtiyac-ı fıtrî diliyle hayvanâtın duaları, gözümüz önünde bilfiil kabul olmasının şehadetiyle, milyonlar, belki milyarlar fıtrî ve reddedilmez duaları makbul olan sulehâ-yı ümmeti

yuksel dedi ki...

hergün o zâta (a.s.m.) salât ve selâm ile rahmet duaları ve mânevî kazançlarını en evvel o zâta (a.s.m.) bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur’ân’ın üç yüzbin hurufunun herbirisinde on sevaptan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden, yalnız kıraat-i Kur’ân cihetiyle defter-i a’mâline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle, o zâtın (a.s.m.) şahsiyet-i mâneviyesi olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) istikbâlde bir şecere-i tûbâ-i Cennet hükmünde olacağını Allâmü’l-Guyûb bilmiş ve görmüş ve o makama göre Kur’ân’ında o azîm ehemmiyeti vermiş ve fermanında ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyyesine ittibâ ile şefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mesele-i insaniye göstermiş ve o haşmetli şecere-i tûbânın bir çekirdeği olan şahsiyet-i beşeriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insaniyesini ara sıra nazara almasıdır.
İşte Kur’ân’ın tekrar edilen hakikatleri bu kıymette olduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir mucize-i mâneviye bulunmasına fıtrat-ı selime şehadet eder meğer maddiyyunluk tâunuyla maraz-ı kalbe ve vicdan hastalığına müptelâ ola!
kaidesine dahil olur.

Kör adam, güneşin ışığını bilmez. Hasta ağız da suyun tadını almaz.

yuksel dedi ki...


Bu Onuncu Meseleye Bir Hâtime Olarak İki Hâşiye
Birincisi
Bundan on iki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur’ân’a karşı sû-i kastını, tercümesiyle yapmaya başlamış. Ve demiş ki: "Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin." Yani, lüzumsuz tekrarâtı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş.
Fakat Risâle-i Nur’un cerh edilmez hüccetleri katî ispat etmiş ki, Kur’ân’ın hakîki tercümesi kàbil değil. Ve lisân-ı nahvî olan lisân-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisân muhâfaza edemez. Ve herbir harfi on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyenin mu’cizâne ve cemiyetli tâbirlerinin yerinde beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde câmilerde okunmaz, diye Risâle-i Nur her tarafta intişârıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı.
Fakat, o zındıktan ders alan münâfıklar, yine şeytan hesâbına Kur’ân güneşini üflemekle söndürmeye, ahmak çocuklar gibi, ahmakàne ve dîvânecesine çalışmaları sebebiyle, bana gàyet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâlette bu Onuncu Mesele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalar ile görüşemediğim için hakîkat-i hâli bilmiyorum.
İKİNCİ HÂŞİYE
Denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir Otelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gàyet latîf, tatlı bir sûrette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla, cezbedarâne ve câzibekârâne hareketle raksları, kardeşlerimin müfârakatlarından ve yalnız kaldığımdan, hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben, o kemâl-i neşe ile cilvelenen o nâzenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim yaş ile doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları ihtar ve ihsâsıyla, kâinat dolusu firakların, zevâllerin hüzünleri başıma toplandı. Birden hakîkat-i Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği nur, imdâda yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları sürurlara çevirdi. Hattâ o nûrun herkes ve her ehl-i îman gibi, benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte o vaziyete temas eden imdat ve tesellîsi için zât-ı Muhammediyeye (a.s.m.) karşı ebediyen minnettar oldum. Şöyle ki:
Ol nazar-ı gaflet, o mübârek nâzeninleri vazifesiz, neticesiz; bir mevsimde görünüp, hareketleri, neşeden değil, belki, güyâ ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe düştüklerini göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı bekà ve hubb-u mehâsin ve şefkat-i cinsiye ve hayatiyeye medâr olan damarlarıma o derece dokundu ki, böyle,

yuksel dedi ki...

dünyayı bir mânevî cehenneme ve aklı bir tâzib âletine çevirdiği sırada, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın beşere hediye getirdiği nur perdeyi kaldırdı. îdam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak yerlerinde, o kavakların herbirinin yaprakları adedince hikmetleri ve mânâları ve -Risâle-i Nur’da ispat edildiği gibi-üç kısma ayrılan neticeleri ve vazifeleri var diye gösterdi.
Birinci kısım, Sâni-i Zülcelâlin esmâsına bakar. Meselâ; nasıl bir usta, hârika bir makineyi yapsa, herkes o zâta "Mâşaallah, bârekâllah" deyip alkışlar. Öyle de, o makine dahi, ondan maksud neticeleri tam tamına göstermesiyle, lisân-ı hâliyle ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zîhayat ve herşey böyle bir makinedir; ustasını tesbihlerle alkışlar.
İkinci kısım hikmetleri ise, zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar, onlara şirin bir mütâlâagâh, birer kitâb-ı mârifet olur; mânâlarını zîşuurun zihinlerinde ve sûretlerini kuvve-i hâfızalarında ve elvâh-ı misâliyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i vücudda bırakıp, sonra âlem-i şehâdeti terk eder, âlem-i gayba çekilir. Demek, sûrî bir vücudu bırakır, mânevî ve gaybî ve ilmî çok vücudları kazanır.
Evet, mâdem Allah var ve ilmi ihâta eder; elbette adem, îdam, hiçlik, mahv, fenâ, hakîkat noktasında ehl-i îmânın dünyasında yoktur. Ve kâfirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânîlikle doludur. İşte bu hakîkati, umûmun lisânında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der:
"Kimin için Allah var, ona herşey var; ve kimin için yoksa, herşey ona yoktur, hiçtir."
Elhâsıl: Nasıl ki, imân ölüm vaktinde insanı îdâm-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de, herkesin husûsi dünyasını dahi îdamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise, husûsan küfr-ü mutlak olsa, hem o insanı, hem husûsi dünyasını ölümle îdam edip mânevî cehennem zulmetlerine atar, hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir. Hayat-ı dünyeviyeyi âhirete tercih edenlerin kulakları çınlasın. Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya îmâna girsinler, bu dehşetli hasârâttan kurtulsunlar.

Duânıza çok muhtaç ve size çok müştak kardeşiniz
Said Nursî

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)

yuksel dedi ki...

Peygamber Efendimize sav en yakin olan kimse ahlak ve huy bakimdan en ustun olan kimsedir.
Kulun Allaha en yakin olduğu an secde anidir.
Allahin kula en yakin olduğu zaman seher vaktidir.( imsaktan once)

yuksel dedi ki...

İmtihanlari basarmis Allah da onu Halilullah eylemis
İbrahim as yolu nedir? Diye kisaca ozetlemek gerekirse Allah a sirk kosmamak, Allahdan gayriyye tapmamak. İnanacta yanlis yola sapmamaktir. Dogru dosdogru yapmak kinayani kinamasindan korkmamak... Dogru inanci anlatmaya, savunmaya, yasamaya,yasatmaya,yaymaya calismak... İbrahim as yaptigi da budur cok buyuk bir gayretle azimle yaptigi sey budur. Gidilecekse o yola gidilecek.
kaynak : İslâm Prof. Dr. Es'ad Coşan sy: 85

yuksel dedi ki...

Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

Nasihat kar gibi yumuşak yağarsa tutar.
Nasihat akıllı içindir.
Şımarık ve birini gördüğünde nasihat etme, çünkü onda öğüt kabul edecek bir yer yoktur.
Nasihat
Atasözleri sy.416.

yuksel dedi ki...

Tasavvuf, halktan uzak olmaktır.
Tasavvuf, Kur'ân-ı Kerim'i anlama ilmidir...
Ölçü Allah c.c.ın dinidir. Dinde olmayan Tasavvufta yoktur.
Dine bağlı olmayan tasavvuf davası iftiradır, yalandır.
Kaybedecek şeylerin olduğu sürece, tasavvufun gayesinden uzaksın.
Atasözleri
Tasavvuf.sy.476.

yuksel dedi ki...

Hem temiz, hem temizleyici iki şey vardır.Bunlar su,ve Ehl-beyt (irşad edici,gönül temizleyici)
Dost tv. Yoldaki İşaretler.

Yüksel dedi ki...

Ayetlerimizden yüz çevirmekte olan o kişileri, yüz çevirmekle bulunmuş olmalari sebebiyle yakında en kötü ( ve çok şiddetli bir) azapla cezalandiracağiz En'am suresi 157. Ayet

yuksel dedi ki...

Onlar dolar silahını kullanıyor,
Bizde petrol,doğalgaz silahını kullanmalıyız!

yuksel dedi ki...

Gerekirse tarımıda silah olarak kullanmalıyız.

yuksel dedi ki...

Senin ümmetine on dokuz harfli bir kelime ihsan eyledim ki onu ümmetin devamlı surette okuduklarıda ve ona uyduklarında kendilerini o on dokuz cehennem hazinedarının elinden ve zebanilerinin azabından kurtarırım . o kelime:
Bismillahirrahmanirrahim

yuksel dedi ki...

Kara davud
delali hayrat şerhi
305. sy

yuksel dedi ki...

Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:
Bir halâs imkânı var: Alâkımız yükselmeli,
Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsranımız...
Çünkü hem dünya gider, hem din,eğer yapmazsanız.
Mehmet Akif.
Atasözleri ve Özdeyişler
Ahlak.sy.57.

yuksel dedi ki...

Demir gibi cahili, altın gibi bilginden daha kıymetli yapan şey; ahlâktır.
Hz.Mevlâna.
Her şeyde ahlâk denilen kavram vardır; yeter ki aramasını bilin.
Hiçb bir mücadele yoktur ki, ahlâk esaslarına dayanmadan yürüyebilsin.
Yaratıkta soyun rolü ne ise, cemiyette ahlâkın rolü odur.
Kendi ahlâkını düşmanından dinle; dostun gözünde her yaptığın iyidir.
Atasözleri ve Özdeyişler
Ahlâk.sy.57.

yuksel dedi ki...


Osmanlı Devleti'nde mutlak monarşiden anayasalı monarşiye geçişi belirleyen ve meşrutiyet reşiminin temellerini atan anayasadır.

Osmanlı Devleti'nin Rusya ile savaş hazırlıkları içine girdiği sırada Sultan II. Abdülhamid tahta geçti (31 Ağustos 1876). İç ve dış sorunların giderek ağırlaştığı bir sırada Mehmed Rüştü Paşa'nın sadrazamlıktan çekilmesi üzerine II. Abdülhamid, Mithad Paşa'yı bu makama getirmek zorunda kalmıştı.

Mithad Paşa, Avrupa devletlerine verdiği sözü yerine getirerek anayasal düzene geçilmesini savunuyor, uluslararası konferans ve benzeri müdahalelerin ancak bu yolla önlenebileceğini ileri sürüyordu. Padişah, Mithad Paşa'nın hazırladığı "Kanın-ı Cedid" adlı anayasa taslağı yerine, Fransız Anayasası'nı çevirtip nazırlarına inceleterek ikinci bir taslak hazırlattı. Anayasayı hazırlamakla görevli 28 kişilik Cemiyet-i Mahsusa'nın düzenlediği son taslak Heyet-i Vükela'da (Bakanlar Kurulu) kesin biçimini aldıktan sonra padişahın bir hatt-ı hümayunuyla kabul edildi (23 Aralık 1876).

Temsili bir organdan yada meclisten değil, padişahın tek yanlı iradesinden kaynaklanan Kanun-i Esasi bu bakımdan bir ferman anayasasıdır. Meşruti bir rejim öngörmekle birlikte, teokratik Osmanlı monarşisinin geleneksel ilke ve kurumlarını anayasa hükmü haline getirmeye öncelik verir. Saltanat hakkı Osmanoğulları soyuna aittir ve umumun kefaleti altındadır. Geleneksel yetkilerinin büyük bölümünü sürdüren padişah hukuken sorumsuzdur. Devletin dini İslam'dır; padişah aynı zamanda halifedir ve şeriat kurallarını uygulatır, yasalar din kurallarına aykırı olamaz, şeyhülislamlık makamı ve şeriye mahkemeleri anayasada öngörülmektedir.

yuksel dedi ki...

Yasama ve yürütme organ ve yetkilerini birbirinden açıkça ayırmayan Kanun-ı Esasi sistemi yürütmenin, özellikle de padişahın üstünlüğü ilkesine dayalıdır. Sadrazamı, nazırları ve şeyhülislamı padişah seçerek atar; vekiller meclise değil padişaha karşı sorumludur. Yaşama organı sayılan Meclis-i Umumi'nin toplantı döneminin kısaltılmasına, uzatılmasına ya da seçimlerin yenilenmesi kaydıyla feshine karar vermeye padişah yetkilidir. Meclis-i Umumi'nin senato kanadı durumundaki Heyet-i Ayan'ın üyelerini de padişah atar.

Padişahın kişiliği kutsaldır; işlem ve eylemlerinden ötürü hukuki ya da cezai sorumluluk altında değildir; anayasaya bağlılık yemini etmesi bile öngörülmemeiştir. Heyet-i Ayan ve seçimle gelen Heyet-i Mebusan üyeleri anayasaya değil, padişaha sadakat yemini ederek göreve başlarlar. Heyet-i Vükela'nın, kendi gündemini belirlemesi ve aldığı kararları uygulatabilmesi için de padişahın izni ve onayı gerekir. Meclisler de ancak kendi alanlarına giren sınırlı konularda ve padişahın izniyle yasa önerilebilir. Padişahın yasaları veto etme yetkisi de vardır.

Ayrıca Heyet-i Ayan padişahın haklarını korumakla yükümlüdür. Heyet-i Vükela ile Heyet-i Mebusan arasında uyuşmazlık çıkması ve Heyet-i Mebusan'ın görüşünde iki kez direnmesi durumunda da padişah altı ay içinde yeniden toplanması koşuluyla meclisi feshedebilir. Meclislerin toplantıda olmadığı dönemlerde ülke, yasa hükmünde özel kararlarla yönetilebilirdi.

Kanun-ı Esasi sistemi gerçek bir meşrutiyet ya da anayasal düzen sayılmaz. Anayasa düşüncesinin somutlaşması, yasama meclislerinin ve temsili sistemin oluşması, bütün kısıtlamalara karşı (örn:113. maddeyle padişaha tanınan sürgün yetkisi) bazı hak ve özgürlüklerin bir anayasal metinde yer alması, yargı bağımsızlığını ve güvencelerini sağlamaya yönelik ilkelerin düzenlenmesi vb. noktalar Kanun-ı Esasi'nin Osmanlı devlet düzenine önemli katkıları olmuştur.

yuksel dedi ki...


Kanun-ı Esasi'nin öngördüğü yasama organı 19 Mart 1877-16 Şubat 1878 arasında bazı aralıklarla toplam beş ay görev yaptı. Ama özellikle eleştirici davranışlarıyla tutucu çevrelerin ve padişahın tepkisini çekti. Bunun üzerine Rusya ile yapılan savaşı bahane eden II: Abdülhaid, Meclis-i Umumi'yi tatil etti ve bir daha toplantıya çağırmadı ve Kanun-ı Esasi 1908'e kadar hukuken yürürlükte kalmakla birlikte uygulamadan düştü.

1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı ile yeniden yürürlüğe girdi ve 31 Mart Olayı'ndan sonra yeni değişiklikler yapıldı (22 Ağsutos 1909). Buna göre 21 madde değiştirildi ve üç yeni madde eklenerek gerçekten meşruti ve parlementer bir sistem oluşturuldu. Yapılan değişikliklerle; padişah anayasaya bağlılık yükümlülüğü altına girdi. Hükümet padişaha değil meclise karşı sorumlu olacaktı. Hükümet ve Heyet-i Mebusan bağımsız kişilik kazandı, yasama ve yürütme ilişkileri dengeli duruma getirildi, kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsendi, padişahın mutlak veto yetkisi kaldırıldı. Ayrıca dernek kurma, toplantı vb. özgürlükler tanındı, 113. madde kaldırıldı.

II. Meşrutiyet'in çalkantılı siyasal süreçlerinde başka değişikliklere de uğrayan Kanun-ı Esasi, özellikle I. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra fiilen tek parti durumuna gelen İttihat ve Terakki'nin yönetim süresince uygulanmadı. Ama Kurtuluş Savaşı döneminde, hatta 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun çıkarılmasından sonra bile Kanun-ı Esasi'nin yeni anayasaya aykırı düşmeyen hükümlerinin yürürlükte kalacağı düşüncesi benimsendi. 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 1921 Anayasası'yla birlikte Kanun-ı Esasi'yi de kesin olarak yürürlükten kaldırdı.

yuksel dedi ki...

Para ile her şey satın alınır, ama ahlâk ve vatandaş satın alınmaz.
İnsanlığın iki tür ahlâkı vardır.Biri sözünü edip, uygulayamadığımız; diğeri de uygulayıp sözünü etmediğimiz.
Atasözleri ve Özdeyişler.
Ahlâk (hüsnühal)sy.57.

yuksel dedi ki...

Öz ana-babası şizofrenik olan ve başka bir aile tarafından yetiştirilmiş kişilerde şizofreni riski öz ana -babası şizofrenik olmayanlara göre daha yüksektir.
Ruh sağlığı ve bozuklukları
Prof. Dr.M.Orhan Öztürk.sy.222.

Yüksel dedi ki...

Peygamber Efendimiz miraca çıktığı vakit sidretül münteha da
Rabbül Izzetü Celle Şanühu buyurup dedi ki:
-Günahları giderici, kefaret edici ameller nelerdir?
Rasulullah sav
Soğuk günlerde soğuk su ile abdest alıp her azasıni bütün bütün yıkamak, cemaatle namaz kılmaya yaya yürüyüp gitmek, bir namazi kildiktan sonra öteki namazı beklemek, yani:
Vakit yaklaştı mi? Diye araştırıp hazırlanmak. Iste bu 3 amel günahları gidericidir. Günahları silicidir. Dedim
Bu üç ameli üç işi işleyen kimse hayır ile ömur sürüp geçinir, hayır ile ölür ve günahlardan anasından doğduğu gün gibi tertemiz olur. Dedim.
( Bu cümle-yi hayriye, muhtemeldir ki duadır. Yani bu üç sey ameli işleyen kimse niyaz ederim ki o hayır ile ömur sürüp geçsin, hayir ile ölsün. Günahlarından da anasından doğduğu gibi tertemiz olsun, pak olsun duasıdır.
Yine aziz Yüce Rabbim bana sordu:
Cennette dereceyi yüksek kilan nedir?
Ben de cevap verdim:
Konuğa ve halka yemek yedirmek, rastladığı mümine selam vermek, gece halk uyurken kalkip namaz kilmak. İste bu üç amel Cennet'te dereceleri yüksek kılar...
Kara Davud Delal-i Hayrat Serhi sy: 332

Yüksel dedi ki...

Buna Selsebil derler. Ondan iki ırmak belirir. Birine Kevser nehri birine Rahmet nehri derler. Cennetin kapısının önünde akarlar. Cennete giren müminler Kevser içtikleri zaman kalp afetlerinden, kötü ahlaktan, kötü hasletlerin hepsinden temizlenirler ve rahmet suyundan bol abdest alirlar. Guslederler. Erkekler gusledince vicudlari Adem as vücudundan olur. Boyları 60 zira enleri 7 arşin ve yaşları 33 yaşında oldur. Biyikleri yeşil olarak terler. Kadınlar gusledince 18 yaşında kız oğlan kız olurlar. Bekaretleri hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Cennete girerler. Birdaha ihtiyar kadın haline gelmek kocamak olmaz. İşte bu sularin başı burasidir. Dedi.
Delail'ü Hayrat miraç dört cennrt ırmağı sy ; 320

yuksel dedi ki...

Manzume-i şemsiye (güneş sistemi) ile arz (dünya) dest-i kudretin (Allah c.c.ın kudretinin) madde-i esiriyeden (maddenin en küçük parçası olan esir maddesinden) yoğurmuş olduğu bir hamur şeklinde imiş.
Kur'an -ı Kerim ve Muhtasar Meali.sy.221.

yuksel dedi ki...

Madde-i esiriye, mevcudata nazaran ( varlıklara nisbetle) akıcı bir su gibi mevcudâtın aralarına nüfuz eden (işleyen) bir maddedir......( Arş ise (daha önce) su üstünde idi) ayeti şu madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenabı Hakk'ın arşı(Arşı A'zamı) su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş.
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Meali.sy.221.

yuksel dedi ki...

Esir Maddesi yaratıldıktan sonra, Sâni'in (her şeyi san'atla yaratan Allah c.c. ın) ilk icadlarının tecellisine (görünmesine) merkez olmuştur...
İşaratü'l-İcaz, 238.
Risale-i Nur Külliyatı
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Meali sy.221.

yuksel dedi ki...

Ve Amelce hanginiz daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur;arşı ise (daha önce) su üstünde idi .(Ey Resulüm!) Celâlim hakkı için, Muhakkak siz öldükten sonra diriltilecek olan kimselersiniz! desen, inkâr edenler mutlaka: Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir! der.
11.Hud A.S. Suresi.ayet 7.
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Meali.sy.221.

yuksel dedi ki...

Ağabeyim Mustafa Kemal.
Şemsi belli.
Selis kitaplar.

Türk Tarihinde dalkavukluk ve ihanetler
İsmet Yılmaz.
Selis Kitaplar.

Şehzade Yusuf İzzetin Öldürüldümü İntiharmı etti?
Ercüment Ekrem Talu Haz:
Tahsin Yıldırım....Selis Kitaplar.

yuksel dedi ki...

Petrol savaşının gizli Tarihi.
Antoine Zischka Haz.Fatma Zehra Aslan.
Selis Kitaplar.
Şöhret Psikolojisi.
Suna Üçkarışoğlu.
Selis kitaplar.

Tarihte Gün Işığına çıkmayanlar:.
Görünmeyen El .
Kont Cherep Spoindovich.
Selis Kitaplar.

yuksel dedi ki...

Peki cehri zikir kimlere caizdir? Bunun cevabını da ver ki, bu işin doğrusunu anlamış olalım. Hace Mahmud Fağnevi şöyle buyurdu:
Sesli zikri ancak; dili yalandan ve gıybetten, midesi ise şüpheli ve haramdan beri, kalbi riyadan ve gösterişten uzak, masivaya yönelmekten temiz ve pak olup, Rabbinden başka her şeye teveccühten münezzeh olanlar yapabilir.
Mahmud İncir Fağnevi (k.s.)
Altın Silsile.
(Silsile-i Zeheb).
sy.195.

yuksel dedi ki...

Stratejik derinlik,Prof.Dr.Ahmed Davutoğlu'nun aynı ismi taşıyan eserleriyle ortaya koyduğu kavramdır.
21 Mart'ı ABD'nin Florida Eyaleti Türk Günü olarak ilan etti.
Güncel Bilgiler.
2014.sy.81,82.

yuksel dedi ki...

Servet, Şöhret,Şehvet teklif edildi.Hz.Muhammed s.a.v.e ama o reddetti hiç düşünmeden.
Bir kişi demedi tebliğe devam etti.
Ne kadar azda olsa çoğunluğa galip gelir,Allah c.c. izniyle.

yuksel dedi ki...

Söz uçar yazı kalır.
Gerçi sözde kayıt altına alınıyor.

yuksel dedi ki...

15 temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı,nato Türkiye'ye müdahale edecekti.Bir milyon kişi öldürülecekti.

yuksel dedi ki...

O dört ırmağın bu kubbeden çıktığını gördüm Artık geri dönmek istedim.O melek :
-Niçin bu kubbenin içine girip gerçek hâli öğrenmek istemezsin? dedi.Ben de :
-Kapı kilitlidir dedim. O da :
-Anahtarı sendedir! dedi.Ben:
-Ya bu anahtar nedir? diye sordum.Melek:
-BİSMİLLÂHİRRAHMANİRRAHİM,dersen o kapı açılır! dedi.Ben de ilerledim.
Kara Davud Delail-i Hayrat şerhi. sy.354.

yuksel dedi ki...

-BİSMİLLÂHİRRAMANİRRAHİM, dedim.Kapı o anda açıldı.O Melek :
-Bu kubbenin dört dıvarından bu dört ırmağın aktığına dikkatle bak, dedi.....
SAHİBÜL Mİ'RAC.
Kara Davud
Delail-i Hayrat Şerhi.sy.354.

yuksel dedi ki...

Sayfa: 98

1. Din kolaydır. Kimse dine karşı şedid olamaz, zira dine mağlub düşer. (Yani dinin kolaylığına intibak etmeli. Sıkı tutayım diyen aciz kalır) Hattı hareketinizi doğrultun. (hududa) yakın olun. Müjdeler olsun size böyle oldukça. (Burada efendimiz dine sulûku bildiğimiz yola çıkmaya benzetmiştir.) Sabahın, akşamın, gecenin bir kısmını boş geçirmeyin, ibadetle geçirin.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

2. Borç, o borcun sahibine ödettirilir. Yalnız şu üç hal hariç: düşmanla mücadeleden geri kalmamak için borç etmiş ve ödeyemeden ölmüş ise; Bir fakir adama garib bir misafir gelmiş ve o evde ölmüş, cenazeyi kaldırmak için o fakir adam borç etmiş fakat ödeyememiş ise; Bekâr bir adam harama girmemek için borçla evlenmiş ödeyememiş ise, Bunların borcunu kıyamette Allah (z.c.hz.) öder.
Ravi: Hz. İbni Amr (r.a.)

3. Fisebilillâh zikir (harb esnasında ve hac için yapılan nafaka gibi) yedi yüz misline gider.
Ravi: Hz. Muaz İbni Enes (r.a.)

4. Rüya nasıl tabir olursa öyle vaki olur. Ayak kaldırılmış yerleşecek gibi. Onun için rüyanızı ya nâsih veya âlim kimseye söyleyin.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

5. Adam, Cennet ehlinin amelini yapar görünür, halbuki Cehennemliktir. Bir kimse de görünüşte Cehennem ehlinin amelini yapar. Halbuki o cennetliktir.
Ravi: Hz. Sehl İbni Saad (r.a.)

yuksel dedi ki...

6. Bir adam uzun zaman Cennet ehlinin amelini yapar. Sonra Allah onun amelini Cehennem ehlinin ameliyle neticelendirir ve onu Cehennem ehli kılar. Diğer bir adam da uzun zaman Cehennem ehlinin amelini yapar durur. Sonra Allah onun amelini Cennet ehlinin ameliyle neticelendirir ve Allah onu Cennet ehlinden kılar. Ve böylece Cennete dahil eder.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

7. Adam, yaptığı günah karşılığı rızkından mahrum olabilir. Kaderi ancak dua karşılar. Ömrü de "ihsan" dan başka şey artırmaz.
Ravi: Hz. Sevban (r.a.)

8. Adam, Cennet ehli ameli yapar, halbuki ehli nar'dandır. Ve yine adam Cehennem ehli ameli yapar, fakat Cennet ehlindendir. Şekavet veya saadet, canın çıkması sırasında ona gelir, yetişir ve hayatı öylece son bulur.
Ravi: Hz. Ekteme İbni Ebil Cevan (r.a.)

9. Adam, Cennetin meyvasından koparınca, yerine yenisi biter.
Ravi: Hz. Sevban (r.a.)

10. Adam ailesine, kadın da ona baktıklarında Allah (z.c.hz.) onlara Rahmet nazarı ile bakar ve ellerini ellerine aldıklarında, günahları parmakları arasından dökülür.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

11. Adam namaza girdiğinde, Allah ona yüzünü döner. Bu yüzünü dönme, kul kendisi dönünceye veya münasebetsiz bir şey yapana kadar sürer.
Ravi: Hz. Huzeyfe (r.a.)

12. Adam, imamla beraber namaza devam ettiğinde, kıyam-ı leyl (gece namazı) sevabı alır.
Ravi: Hz. Ebû Zerr (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 339

1. Havva anamızın çocuğu yaşamazdı. Nezir etti ki, yaşarsa adını "Abdülharis" koysun. Çocuğu yaşadı ve ismini Abdülharis koydu. Bu, ancak şeytanın iğvası ile olmuştur.
Ravi: Hz. Semure (r.a.)

2. Peygamlerlerin asaları vardı. Aziz ve Celil olan Allah için tevazuen ona dayanırlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

3. Allah (z.c.hz.) katında şu hususlar gadab yönünden büyük oldu. Acıkmadan yemek, uykusu yokken uyumak, acaib bir şey olmadan gülmek, musibette feryad etmek, nimette çalgı çalmak.
Ravi: Hz. İbni Amr (r.a.)

4. (Ümmühani'ye hitaben) Allah'ı yüz kere Tekbir, yüz kere Hamd ve yüz kere Tesbih et. Bu senin için Allah yolunda eğerli, gemli yüz attan daha hayırlıdır. Yüz deveden daha hayırlıdır. Yüz köle(azad etmek)ten daha hayırlıdır. (Herkese haline göre ibadet.)
Ravi: Hz. Ümmü Hani (r.a.)

5. Allah'ın Kitabı ve Benim Sünnetim, havuzuma gelesiye kadar asla ayrılmazlar.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

6. Bana "Kurban" farz kılındı. Halbuki size farz edilmedi. Ben "duha" namazı ile emrolundum, siz ise onunla emrolunmadınız.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

7. Mektubun ikramı mühürlenmesidir.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

8. Kişinin keremi dini, mürüvveti aklı ve asaleti de ahlakıdır.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

9. Adamın keremi takvası, mürüvveti aklı ve asaleti de ahlakıdır.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

10. Dünyanın keremi zenginlik, ahiretin keremi ise takvadır. Halbuki siz, bir erkekle bir dişiden yaratıldınız.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

11. Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

12. Meclisin keffareti: "Subhaneke Allahümme ve bihamdike estağfirüke ve etûbü ileyke."dir.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

13. Meclisin keffareti, kulun şöyle demesidir: "Subhaneke Allahümme ve bihamdike eşhedü en la ilahe illa ente vahdeke la şerike leke estağfiruke ve etûbü ileyke."
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

14. Gıybetin keffareti, gıybet ettiği kimse için (Kulağına gitmeden) mağfiret dilemektir.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...

14. Gıybetin keffareti, gıybet ettiği kimse için (Kulağına gitmeden) mağfiret dilemektir.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

15. Günahın keffareti, pişman olmaktır. Eğer siz günah yapmasaydınız, Allah günah yapan bir kavim getirir ve onları mağfiret ederdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

16. Hataların keffareti, şiddet zamanında abdesti tamam almak, ayakları cami yolunda işletmek ve namazdan sonra diğer namazı beklemektir.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

17. Bir adama şer olarak, dünyadaki mevkiinden veya dinindeki fıskından dolayı parmakla işaret edilmek yeter. Veya dünya malı verildiği halde sıla etmemek (akrabaya yardım etmemek) veya hakkını eda etmemek kafidir (zekatını vermemek). Ancak Allah'ın korudukları kimseler müstesna.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 407

1. Kim Ramazanda on gün itikaf yaparsa, iki hac ve iki umre yapmış gibi olur.
Ravi: Hz. Ali İbni Hüseyin (r.a.)

2. Bir kimse nâçar kalmış birine yardım ederse, kendisine yetmiş üç mağfiret yazılır. Birisi dünya işlerinin hepsini ıslah eder, yetmiş ikisi ise kıyamet günü Allah yanında ona derece olur.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Bir kimsenin ayakları Allah yolunda tozlanırsa, Allah ona Cehennemi haram kılar.
Ravi: Hz. Ebû Abs (r.a.)

4. Bir kimse din kardeşini gıybet eder ve sonra ona mağfiret dilerse bu ona kefaret olur.
Ravi: Hz. Sehl İbni Saad (r.a.)

5. Bir kimse fakirlere ve ehli hacete kapısını kaparsa, Allah da onun fakirlik ve ihtiyacına gök kapısını kapar.
Ravi: Hz. Ebû Meryem (r.a.)

6. Bir kimse Cuma günü gusl ederse, Allah onu günahlarından çıkarır ve ona denir ki: "Ameline yeniden başla."
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

7. Bir kimsenin yanında din kardeşi gıybet edilir de, yardıma muktedirken ona yardım etmezse, Allah o kimseyi dünya ve ahirette hor eder.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...

8. Bir kimse hacet ehlinin, fakirin ve miskinlerin üzerine kapısını kaparsa, Allah onun fakirliği, haceti, yoksulluğu ve meskeneti durumundaki şikayeti sırasında kendisine gök kapılarını kapatır.
Ravi: Hz. Amr İbni Mürre (r.a.)

9. Kime ki ilimsiz bir fetva verilirse, onun günahı ona fetva verenedir. Kim bir kardeşine bilerek yanlış akıl vermişse ona hıyanet etmiş olur.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

10. Kim halka ilmi olmaksızın fetva verirse, yerin göğün melekleri ona lanet eder.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

11. Bir kimse iflas etse veya ölse, bir adam da malını onun yanında bulursa, o malını almaya (Başka alacaklılardan) daha haklı olur. (Parası ödenmemiş malı)
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

12. Bir kimse, pişman olan kimsenin alış verişini fesh ederse, Allah kıyamet gününde o kimsenin suçunu bağışlar.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

13. Bir kimse müslüman olup ta müşriklerin yanında kalırsa ondan zimmet sakıt alır. (Kanı, malı taarruza uğrarsa müslüman devletten yardım isteyemez)
Ravi: Hz. Cerir (r.a.)

14. Yıldızlardan bir bilgi iktibas eden kimse, sihirden bir şube iktibas etmiş demektir. Artırırsa artar.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 519

1. Resulullah (s.a.s.), beyaz, güzel ve mutedil idiler.
Ravi: Hz. Ebû Tufeyl (r.a.)

2. Efendimiz (s.a.s.) beyaz idiler, gümüşten dökülmüş gibi. Saçları da hafif kıvırcık ve mutedil idi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

3. Efendimiz (s.a.s.) beyaza pembe karışık renkte idi. Gözleri siyah, kirpikleri sık ve uzun idi.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

4. Efendimiz (s.a.s.) beyaz, pembeye çalar, başları büyücek, kerimane hareketli, kaşları arası açık ve kirpikleri sık ve uzundu.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

5. Efendimiz (s.a.s.) yüz ve ahlakça da halkın en güzeli idi. Ne fazla uzun, ne de fazla kısa idiler.
Ravi: Hz. Bera İbni Azib (r.a.)

6. Efendimiz (s.a.s.) ayakları itibariyle de beşerin en güzeli idiler.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Büreyde (r.a.)

7. Efendimiz (s.a.s.) ahlakça insanların en güzeli idiler.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

8. Efendimiz (s.a.s.) insanların en güzeli, insanların en cömerdi ve insanların en bahadırı idiler.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...


9. Efendimiz (s.a.s.) sıfatça, cemali Peygamberisi ile insanların en güzeli idi. Uzuna meyleden bir boyu vardı. Omuzları arası geniş ve yüz etleri hafifti. Saçlarının siyahı kuvvetli, gözleri sürmeli, kirpikleri uzundu. Ayağı ile yere bastığında tamamiyle basardı. Ayak çukuru hafifti. Ridasını omuzlarından bırakınca gümüş parçası gibi görülürdü. Gülünce mübarek ağzından nur parlardı.
Ravi: Hz Ebu Hureyre (r.a.)

10. Efendimiz (s.a.s.)in renkleri parlak, terleri inci gibi ve yürürken hafif öne meyilli yürürdü.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

11. Efendimiz (s.a.s.) haya bakımından, evinde örtüsü içindeki bakire bir kızdan daha kuvvetli bir hayaya maliktiler.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

12. Efendimiz (s.a.s.) Halkın ezasına fevkalade sabırlı idiler.
Ravi: Hz. İsmail İbni Ayyas (r.a.)

13. Ön dişleri seyrekti. Konuşurken dişleri arasından nur çıkıyor gibi gözükürdü.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

14. Sırtındaki Nübüvvet mührü kabarık bir et parçası gibiydi.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

15. Mührü nübüvveti pembe kırmızıya çalar, güvercin yumurtası gibi bir gudde idi.
Ravi: Hz. Câbir İbni Semure (r.a.)

16. Mübarek sakalı gayet güzeldi.
Ravi: Hz. Adda İbni Halid (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 520

1. Kavmi arasında orta boylu, ne uzun ne kısa idiler. Mübarek tenleri gayet nurlu idi, ne sönük beyaz, ne de esmerdi. Saçları ne düz ne de fazla kıvırcıktı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

2. Bilekleri geniş, omuzları arası açık, kirpikleri sık ve uzundu.
Ravi: H.z Ebu Hureyre (r.a.)

3. Mübarek saçları uzadığında kulak yumuşağını, omuzları üzerinde kalacak şekilde biraz geçerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

4. Mübarek sakalında beyaz tüyü tahminen yirmi kadardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

5. Başı, elleri ve ayakları büyücekti.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

6. Mübarek ağızları geniş, gözünün beyazı hafif kırmızımsı idi ve ökçeleri de kaba etli değildi.
Ravi: H.z. Cabir İbni Semure (r.a.)

7. Mübarek başları büyücek ve sakalları gür idi.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

yuksel dedi ki...


8. Efendimiz (s.a.v.) iri yapılı, azametli idi ve yüzü ayın ondördü gibi parlardı. Ortadan uzun, başı büyücek, saçı mutedil kıvırcık idi. Saçı bazen kulak yumuşağını geçer, rengi parlak, alnı geniş, kaşları ince ve gür idi. İki kaşı arasında bir damar gazab halinde kabarırdı. Burnu ince, hafif mukavves, sakalı sık, yanakları hafif, ağzı geniş, dişleri seyrek ve latif idi. Boynundan göbeğine hafif kıllı, boynu gümüş parlaklığında yapma bebek gibi, yapısı bedenlice ve endamlı idi. Göğsü karnı birdi. Göğsü geniş, omuzları açık, mafsalları ince, soyunduğunda bedeni nur gibi idi. Göğüs kemiğinden göbeğine kadar, tüyden ince bir hat bulunurdu. Meme ve karnında tüy yoktu. Kolları, omuzları ve göğsünün yukarı kısmı kıllı idi. Bilekleri uzun, avucu geniş, uzun saçları lüle gibi idi. El ve ayak parmakları etli, parmakları uzun, ayağının çukuru mutedil, üstü üzerinde su durmayacak derecede düzdü. Yürürken öne meyilli düz yürür, yürüyüşü mütevazı ve seri ve de yüksek bir yerden dökülen su gibi idi. Döndüğünde bütün vücudu ile dönerdi. Sükut halinde yere bakışı semaya nazarından fazla olurdu ve ekser bakışı mülahazalı idi. Yürürken ashabını önüne katardı. Karşılaşmada selamı ilk önce kendileri verirdi.
Ravi: Hz. Hind İbni Ebu Hale (r.a.)

9. Mübarek baldırlarında incelik vardı.
Ravi: Hz. Câbir İbni Semure (r.a.)
ırmıœ E Æ

yuksel dedi ki...


8. Efendimiz (s.a.v.) iri yapılı, azametli idi ve yüzü ayın ondördü gibi parlardı. Ortadan uzun, başı büyücek, saçı mutedil kıvırcık idi. Saçı bazen kulak yumuşağını geçer, rengi parlak, alnı geniş, kaşları ince ve gür idi. İki kaşı arasında bir damar gazab halinde kabarırdı. Burnu ince, hafif mukavves, sakalı sık, yanakları hafif, ağzı geniş, dişleri seyrek ve latif idi. Boynundan göbeğine hafif kıllı, boynu gümüş parlaklığında yapma bebek gibi, yapısı bedenlice ve endamlı idi. Göğsü karnı birdi. Göğsü geniş, omuzları açık, mafsalları ince, soyunduğunda bedeni nur gibi idi. Göğüs kemiğinden göbeğine kadar, tüyden ince bir hat bulunurdu. Meme ve karnında tüy yoktu. Kolları, omuzları ve göğsünün yukarı kısmı kıllı idi. Bilekleri uzun, avucu geniş, uzun saçları lüle gibi idi. El ve ayak parmakları etli, parmakları uzun, ayağının çukuru mutedil, üstü üzerinde su durmayacak derecede düzdü. Yürürken öne meyilli düz yürür, yürüyüşü mütevazı ve seri ve de yüksek bir yerden dökülen su gibi idi. Döndüğünde bütün vücudu ile dönerdi. Sükut halinde yere bakışı semaya nazarından fazla olurdu ve ekser bakışı mülahazalı idi. Yürürken ashabını önüne katardı. Karşılaşmada selamı ilk önce kendileri verirdi.
Ravi: Hz. Hind İbni Ebu Hale (r.a.)

9. Mübarek baldırlarında incelik vardı.
Ravi: Hz. Câbir İbni Semure (r.a.)
ırmıœ E Æ

yuksel dedi ki...

Sayfa: 521

1. Efendimiz (s.a.v.) in mübarek kelamlarında kesiklik ve yavaşlık vardı. (Tane tane konuşurdu acele söylemezdi.)
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

2. Terlemeleri çok idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Sakalının tüyleri çok idi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

4. Mübarek kelamları seçikti. Her işiten onu anlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

5. Mübarek yüzleri güneş ve ay gibi idi ve müdevverdi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

6. Renklerin kendisine en sevgilisi yeşildi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

7. Ahlakların içerisinde kendisine en menfuru yalancılıktı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

8. Hurmadan en ziyade Acve'yi severdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

9. Elbiselerden en çok sevdiği gömlekti.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

yuksel dedi ki...

10. Koyunun en ziyade ön kısmını severlerdi.
Ravi: Hz. Mücahid (r.a.)

11. Koyunun kol kısmının etini ısırıp yemesini severlerdi.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

12. Elbiselerden en ziyade sevdiği Yemen alacası idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

13. Dini ibadetin kendisine en sevgili olanı, sahibinin üzerinde devamlılık gösterdiği ibadet idi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

14. Kokuların içinde en ziyade kına çiçeğini severlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

15. Şerbetlerin içinde tatlı ve soğuk olanını severlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

16. İçilecek şeylerde en çok sütü severlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

17. Şerbetlerin içinde en çok bal şerbetini severlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

18. Ayların içinde en ziyade Şaban'da oruç tutmayı severlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

19. Boyaların içinde sirke ile yapılan boyayı severlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

20. Boyaların içinde en çok sarıyı severlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Evfa (r.a.)

21. Yemeklerin içinde ekmek tiridi ile, hurma, tereyağı ve keşten yapılmış tiridi severdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

22. Amelin içinde az da olsa devamlısını severlerdi.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

23. Meyvaların içinde taze hurma ile kavun, karpuzu severdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

24. Etler içinde kürek etini severdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
Ä l ï

yuksel dedi ki...

Sayfa: 522

1. (Sahrada) Def'i hacet için siperlenmekte yer tümseği veya hurmalık arasını seçerlerdi.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Cafer (r.a.)

2. Efendimiz (sa.v) halkın namazca tamam ve tadili erkanlı olarak en hafif kılanı idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Halk ile namaz kıldıklarında, halkın en hafif kılanı, kendi kendine olunca en ağır kılanı idi.
Ravi: Hz. Ebû Vakil (r.a.)

4. Bir hastaya geldiklerinde veya hasta kendisine getirildiğinde "Ezhebil be'se Rabbennâsi eşfi ve enteş şâfi. La şifâe illa şifâüke şifâen la yuğâdiru sakamen": (Ey insanların Rabbi, zararı gider, şifa ihsan et, şifa veren ancak sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Hiçbir hastalık bırakmayacak şifa ihsan buyur) diye dua buyururlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

5. Birisinin kapısına geldiklerinde tam karşıdan gelmez, lakin sağ veya sol kanadına siper gelir ve "Esselamü Aleyküm, Esselamü Aleyküm" derlerdi.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Bişr (r.a.)

6. Kendisine ganimet geldiğinde, gününde taksim eder, bekara bir, evliye iki pay verirlerdi.
Ravi: Hz. Avf İbni Malik (r.a.)

7. Huzuruna bir kimse geldiğinde, yüzünde beşaret görürse elini eline alırlardı.
Ravi: Hz. İkrie (r.a.)

8. Bir adam geldiğinde, taşıdığı isim hoşlanmadığı bir isim olursa, onu değiştirirlerdi.
Ravi: Hz. Utbe İbni Abd (r.a.)

yuksel dedi ki...


9. Bir kavim zekat vergilerini getirdiklerinde, onlara "Allahümme salli ala âli filanen": (Allahım filan kimseleri ve ailelerini rahmetine mazhar kıl) diye dua buyururlardı.
Ravi: Hz. Ebû Evfa (r.a.)

10. Kendilerini mesrur edecek bir işle karşılaştıklarında şöyle buyururlardı: "Elhamdülillâhillezî bi ni'metihî tetümmüs salihâti": (Hamd o Allah'a mahsustur ki, iyilikler ancak onun nimeti ile tamam olur) Kendileri hoşlanmadığı bir şeyle karşılaştıklarında ise şöyle buyururlardı: "Elhamdülillâhi ala külli halin." (Her durumda Hamd Allah'a mahsustur.)
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

11. Kendilerine yenecek bir şey getirildiğinde, "Bu hediye mi sadaka mı?" diye sorarlardı. "Sadakadır" denildiğinde kendileri yetmez, ashabına "siz yiyiniz" buyururlardı. "Hediyedir" denilirse, elini uzatır ve onlarla beraber yerlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

12. Esirler getirildiğinde bir aileyi toplu olarak bir yere verirler ve onların ayrılmalarını hoş görmezlerdi.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

13. Süt getirildiğinde "berekettir" buyururlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

14. Bir yemek getirildiğinde önünden yer. Hurma getirildiğinde veya (meyvada) eli cevelan ederdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

15. Turfanda hurma (meyva) getirildiğinde gözlerine ve dudaklarına kor ve: "Yarabbi bize evvelini gösterdiğin gibi onun sonunu da göster" buyurur, sonra onu yanlarında bulunan çocuklara verirlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 523

1. Bedir ve Rıdvan bi'atında bulunan bir kimsenin cenazesi getirildiğinde, onun üzerine dokuz tekbir alırdı. Fakat Bedir'de bulunup da Rıdvan biatında bulunmamış, yahut da biatı Rıdvan'da bulunup da Bedir'de bulunmamış bir kimse getirildiğinde, onun üzerine yedi tekbir alırdı. Ne Bedir, ne de Bi'atı Rıdvan'da bulunmayan kimsenin cenazesi getirildiğinde ise onun üzerine dört tekbir alırlardı.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

2. Kadınları ile münasebet yapacağında yanlarına sokulur ve öperlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Useyd Es-sâidi (r.a.)

3. Yeminde cehd ettiklerinde: "Hayır Ebul Kasım'ın canı kudret elinde olan Zata yemin ederim" buyururlardı.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

4. Yattıklarında sağ ellerini sağ yanağının altına korlardı.
Ravi: Hz. Hafsa (r.anha)

5. Yatacakları zaman ellerini yanağının altına kor: "Bismike Allahümme ahyâ ve bismike emûtü.": (Ancak isminle yaşarım, isminle ölürüm) buyurur uyandıklarında da,: "Elhamdülillahillezi ahyana ba'de mâ emâtenâ ve ileyhin nüşûr": (Hamd o Allah'a mahsustur ki, bizleri ölü hale getirdikten sonra tekrar diriltti. Öldükten sonra diriltmek ancak O'na mahsustur) buyururlardı.
Ravi: Hz. Ebû Zerr (r.a.)

6. Yatacakları zaman şöyle buyururlardı: "Allahım senin isminle yanımı yere koydum. Allahım günahımı bağışla, şeytanı benden uzaklaştır. Beni bağlardan kurtar, mizanımı ağır kıl ve Beni mele'i alaya yükselt"
Ravi: Hz. Ebû Zuheyr el Emmari (r.a.)

yuksel dedi ki...

Ravi: Hz. Ebû Zuheyr el Emmari (r.a.)

7. Yatacaklarında "Kul ya Eyyühel kâfirûn" suresini sonuna kadar okurlardı.
Ravi: Hz. Ubad İbni Ahdar (r.a.)

8. Efradı ailesinden birini sıtma tuttuğunda bulamaç emrederlerdi. Yapılıp iki kere verilirdi. Sonra şöyle buyururdu; Bu, mahzun gönlü takviye eder ve üzüntüyü giderir. Sizden birinin su ile yüzündeki kiri giderdiği gibi.
Ravi: Hz Aişe (r.a.)

9. Yağlandıklarında, sol eline döker önce kaşına sonra gözlerine başlarına sürerlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

10. Defi hacette yere yaklaşmadan elbiselerini kaldırmazlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

11. Defi hacette en uzak bir yere giderlerdi.
Ravi: Hz. Bilal İbni Haris (r.a.)

12. Sert bir yerde küçük abdest yapmak istediklerinde önce toprağı bir ağaç parçası ile kabalaştırırlardı. Toprak kabartıldıktan sonra küçük abdestini bozarlardı.
Ravi: Hz. Talha İbni ebi Kenan (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 524

1. Cünübken uyumak istediklerinde, taharetlenir ve namaz abdesti alırlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

2. Cünübken uyumak murad ettiklerinde, namaz abdesti gibi abdest alır, yemek veya içmek istediklerinde ellerini yıkar ondan sonra yer ve içerlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

3. Hanımlarından hayızlı biriyle mübaşerette bulunmak istediklerinde, izar tutunmalarını emrederlerdi. Ancak ondan sonra onunla mübaşerette bulunurlardı.
Ravi: Hz. Meymune (r.anha)

4. Adet halindeki bir zevcesine mübaşerette bulunmak istediğinde edep yerlerini örttürürlerdi.
Ravi: Hz. Mü'minlerin validelerinden biri

5. Sefer murad ettiklerinde aileleri arasında kur'a çekerlerdi. Hangisine isabet ederse, beraberinde onu götürürlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

6. İhrama girerken buldukları kokunun en güzelini sürünürlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

7. Bir adama hediye vermek istediklerinde zemzem ikram ederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

8. Bir kimsenin leh veya aleyhinde dua yapmak istediklerinde (namazda) rükudan kalkınca dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

yuksel dedi ki...

9. İtikafa girmek istediklerinde sabah namazını kılar sonra girerlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

10. Bir askeri uğurlamak murad ettiklerinde: "Estevdi'ullahe dîneküm ve emâneteküm ve havâtîme amâliküm": (Dininizi, emanetinizi ve işlerinizin akibetini Allah'a emanet ederim) buyururlardı.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Yezid (r.a.)

11. Bir sefere gitmek istediklerinde gidilecek yeri gizler, (başka yeri ima ederek) sefer ederlerdi.
Ravi: Hz. Kaab İbni Malik (r.a.)

12. Uyumak istediklerinde sağ ellerini yanaklarının altına kor ve sonra üç defa "Allahümme gınî azâbeke yevme teb'asü ibâdeke": (Yarabbi kullarını baas ettiğinde Beni azabından koru) buyururlardı.
Ravi: Hz. Hafsa (r.anha)

13. Sefer murad ettiklerinde: "Allahümme bike asûlü ve bike ehûlü ve bike esîru": (Allahım ancak seninle galebe ederim, seninle korunurum ve senin yardımınla düşman üzerine yürürüm) buyururlardı.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

14. Kadınlardan birini nikahlamak murad ettiklerinde perde arkasından: "Ey kızım filan adam seni istiyor. Onu istemiyorsan (hayır) de. Zira hiç kimse (hayır) demekten utanmamalıdır. Eğer razı isen bil ki senin (sükutun) ikrardır" derdi.
Ravi: Hz. Ömer (r.a.)

15. Yeni bir elbise giydiğinde onu gömlek, imame yahud rida diye adıyla anar sonra şöyle derlerdi: "Allahümme lekel hamdü, ente kesevtenîhi, es'elüke min hayrihî ve hayri mâ suni'a lehû, ve eûzubike min şerrihi ve şerri mâ suni'a lehû": (Allahım Hamd sana mahsustur. Bunu bana Sen giydirdin. Onun hayrını ve onunla yapılanın hayrını Senden niyaz ederim. Onun şerrinden ve onunla yapılan şeyin şerrinden de Sana sığınırım)
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 525

1. Yeni bir elbise giydiklerinde onu Cuma günü giyerlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

2. Habere intizarda kaldıklarında, "Ummadığın adam sana haberi getirir" mısrasını söylerlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

3. Yağmur talebinde bulunduklarında: "Allahım kullarına su ver, Rahmetini yay ve ölü beldene hayat ver" şeklinde dua buyururlardı.
Ravi: Hz İbni Amr (r.a.)

4. Yağmur dilediklerinde: "Allahım toprağımıza bereketini, ziynetini ve sekinetini indir. Bizleri rızıklandır, rızık vericilerin en hayırlısı Sensin" mealinde dua buyururlardı.
Ravi: Hz. Semure (r.a.)

5. Namaza başladıklarında önce: "Subhaneke Allahümme ve bihamdike ve tebareke kesmüke ve teala ceddüke ve lâ ilâhe gayrüke": (Allahım Seni Hamd ederek tesbih ederim, Senin ismin ne yücedir, azametin de yücedir. Senden başka ilah yoktur) buyururlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

6. Hacer-i esvedi istilam ettiklerinde, onu öper ve sağ yanağını üzerlerine koyarlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

7. Misvak kullandıklarında, onu kendisinden sonra en büyük adama verirdi. Halbuki bir şey içerlerse onu sağ tarafında bulunan kimseye verirlerdi.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Kaab (r.a.)

yuksel dedi ki...

8. Soğuk şiddetlendiğinde (kışın) öğlen namazını erken kılarlardı. Sıcak arttığında (yazın) ise öğle namazını geciktirirlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

9. Şimal rüzgarı şiddetlendiğinde: "Allahım bu rüzgarla gönderdiğinin şerrinden sana sığınırım" buyururlardı.
Ravi: Hz. Osman İbni Ebil As (r.a.)

10. Rüzgar şiddetlendiğinde: "Allahım onu yağmur yüklü rüzgar eyle, akim yüklü eyleme" diye buyururlardı.
Ravi: Hz. Seleme İbni El Ekva (r.a.)

11. Rahatsızlık hissettiklerinde "muavezeteyni" okur, ellerine üfler ve vücuduna sürerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

12. Rahatsızlığında Cebrail (a.s) Ona okur ve şöyle derdi: "Allah sana her türlü hastalıktan iyilik ve şifa versin. Haset ettiğinde hasedcinin şerrinden ve her gözü dokunan kimsenin şerrinden Seni korusun.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

13. Rahatsızlıklarında bir avuç çörek otu alıp ağızlarına kor ve bal ile su içerlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

14. Biri başından rahatsız olsa, "git hacamat ol", ayağından olursa "git ayağını kuma koy" tavsiyesine bulunurlardı.
Ravi: Hz. Selma (r.anha)

15. Bir haceti unutmaktan korktuklarında, parmak veya yüzüğüne ip bağlarlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

16. Bir şiddet isabet ettiğinde dua ederken ellerini fazla kaldırırlardı. O derecedeki, koltuk altlarının beyazı görünürdü.
Ravi: Hz. Bera (r.a.)
Sená ‰

yuksel dedi ki...

Sayfa: 526

1. Kendisine veya ashabından birisine göz ağrısı isabet ettiğinde, şu kelimelerle dua buyururlardı: "Yarabbi beni gözümden faydalandır. Onu bana varis et. Düşmanın zararının benden uzaklaştığını bana göster. Ve bana zulmedene karşı bana yardım et.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

2. Kendisine bir gam veya sıkıntı isabet ettiğinde: "Kulların yardımından Allah'ın yardımı bana kafidir. Yaratılmışların yardımından ise Halik'in yardımı bana yeter. Rızıklananlardan ise rızık vericinin yardımı bana yeter. Bütün işlerimde, bana yeten Rabbım kafidir bana. Allah bana yeter, O ne güzel vekildir. Allah bana yeter, Ondan başka ilah yoktur, Ben ancak O'na tevekkül ettim. Ve O büyük Arşın Rabbidir" diye buyururlardı.
Ravi: Hz. İbni Ebud Dünya (r.a.)

3. Sabahladıklarında ve akşamladıklarında şu duayı okurlardı: "Allahım ansızın gelecek şeyin hayrını ister ve ansızın gelecek şeyin şerrinden sana sığınırım. Muhakkak ki kul sabahladığında ve akşamladığında kendisine ansızın ne geleceğini bilemez."
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

4. Sabahladıklarında ve akşamladıklarında şöyle buyururlardı: "İslam fıtratı ve ihlas kelimesi üzerine ve bir de Peygamberimiz Muhammed (s.a.v)'in dini üzerine, babamız İbrahim (a.s) Peygamberin milleti üzerine sabahlamış olduk. O hanif ve müslim idi. Ve o asla müşriklerden olmadı."
Ravi: Hz. Abdurrahman İbni Ebza (r.a.)

5. Ot kullandıklarında edep mahalline kendileri tutunur. Koltuklarına aileleri yardım ederlerdi.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

6. Ot kullandıklarında edep yerine kendi eliyle tutunurlardı.
Ravi: Hz. Hubeyb İbni Ehl Sabit (r.a.)

yuksel dedi ki...


6. Ot kullandıklarında edep yerine kendi eliyle tutunurlardı.
Ravi: Hz. Hubeyb İbni Ehl Sabit (r.a.)

7. Ehli Beytinden birinin yalan söylediğine vakıf olduklarında, o tövbe edinceye kadar, kendisine yüz vermezlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

8. İftar ettiklerinde: "Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, sevap ta takarrur etti inşaallah" buyururlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

9. İftar ettiklerinde şöyle buyururlardı: "Allahümme leke sumtü ve ala rızkike eftartü" (Allahım ancak senin için oruç tuttum ve Senin verdiğin rızıkla iftar ettim.)
Ravi: Hz. Muaz ibni Zahire (r.a.)

10. Sarık sardıklarında sarığın ucunu iki küreği arasından uzatırlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

11. Bir şeye üzüldüklerinde, sakalını tutarlar ve ona bakarlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

12. İftar ettiğinde şöyle dua ederlerdi: "Allahümme leke sumtü ve ala rızkike eftartü. Fetekabbel minnî inneke entes semî'ul alim."
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 527

1. İftar ettiği zaman şöyle buyururdu: "Hamd olsun o Allah'a ki, bana yardım etti de oruç tuttum. Ve bana rızık verdi de iftarımı açtım."
Ravi: Hz. Muaz (r.a.)

2. Bir cemaat nezdinde iftar ettiklerinde şöyle dua ederlerdi: "Eftara 'ındekümüssâimûn ve ekele taâmekümül ebrar ve tenezzelet aleykümül Melâike.": (Sofranızda oruçlular iftar etsin, yemeğinizi takva sahipleri yesin ve melekler üzerinizden eksik olmasın.)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Bir cemaat sofrasında iftar ettiklerinde şöyle buyururlardı: "Oruçlular sofranızda iftar etsin. Melekler sizin için istiğfarda bulunsun.
Ravi: Hz. İbni Zubeyr (r.a.)

4. Sürmeyi tek olarak çeker, tütsüyü de tek yapardı. (İstincayı da tek yapardı)
Ravi: Hz. Akabe İbni Amr (r.a.)

5. Yemek yediklerinde parmağının üçünü de yalardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

6. Yemek yediklerinde önünden yerlerdi. (Parmakları başka yere aşmazdı)
Ravi: Hz. Hakem İbni Amr (r.a.)

7. Yediklerinde veya içtiklerinde: "Elhamdülillahillezi et'ame ve segâ ve sevveğahû ve cealehû mahrecen": (Hamd olsun o Allah'a ki, yedirdi ve içirdi ve onu kolaylaştırdı ve onun için çıkış halk etti) buyururlardı.
Ravi: Hz. Ebû Eyyub (r.a.)

yuksel dedi ki...


8. Ailesi ile müşakerette bulunduklarında gusl ederlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

9. Nesebi saadetlerini saydıklarında Muid İbni Adnan İbni Uded'i geçmezlerdi. Orada durur ve şöyle buyururlardı. Neseb ilmi iddiasında bulunanlar yalan söylüyorlar, Allah Teala: "Ve kurûnen beyne zâlike kesîrâ" (El Furkan suresi ayet 28) (Bunlar arasında bir çok nesiller geçmiştir) buyurduktan sonra.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

10. Vahiy nazil olduğunda, başlarını eğerlerdi. Ashabı da öyle yaparlardı. Tamamlandığında başlarını kaldırırlardı.
Ravi: Hz. Ubâde (r.a.)

11. Vahiy nazil olduğunda, sıkılırlar ve yüzlerinin rengi değişirdi.
Ravi: Hz Ubâde (r.a.)

12. Vahiy nazil olduğunda, kendilerinden arı uğultusu gibi bir şey duyulurdu.
Ravi: Hz. Ömer (r.a.)

13. Namazdan çıktıklarında üç defa istiğfar ederler sonra: "Allahümme entesselamü ve minkes selam tebarekte ya zel celali vel ikram": (Allahım, her şeyden emin olan ancak sensin, her türlü noksanlıktan emin kılmak da ancak Sendendir, Ey Celal ve ikram sahibi Allahım Senin azametin ne yücedir) buyururlardı.
Ravi: Hz. Sevban (r.a.)

14. Farz namazdan çıktıklarında yerlerini değiştirirlerdi. (Cemaate önünü dönmek meselesi)
Ravi: Hz Yezid İbni Esved (r.a.)

yuksel dedi ki...


15. Güneş ve ay tutulduğunda açılıncaya kadar dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Numen İbni Beşir (r.a.)

16. Bir şeye üzüldüklerinde mübarek sakallarını fazla messederlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Hureyye (r.a.)

17. Mühim bir meselede başlarını semaya kaldırır. "Subhanellahilazim" der ve duada cehd ettiklerinde de, "Ya hayyü ya kayyum" buyururlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 528

1. Yatağına girdiklerinde şöyle dua ederlerdi: "Hamd olsun o Allah'a ki, bizi yedirdi, içirdi ve bize kafi geldi ve bizi barındırdı. Nice kimseler vardır ki, onlara kifayet eden ve onları barındıran yoktur."
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

2. Kendilerine vahiy geldiğinde bir zaman sekir hali gibi sessiz kalırlardı.
Ravi: Hz. İkrime (r.a.)

3. İnsanlar kendilerine bi'at ettiklerinde, onlara "Elimden geldiği kadar" sözünü koydururlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

4. Ashabından bir kimseyi bir işe memuren gönderdiklerinde, "Müjdeleyici olun korkutucu olmayın, kolaylık gösterin, güçlük göstermeyin" buyururlardı.
Ravi: Hz. Ebû Mûsa (r.a.)

5. Asker veya öncü müfreze gönderdiklerinde, sabahın ilk vaktinde gönderirlerdi.
Ravi: Hz. Sakr İbi Bedae (r.a.)

6. Bir emir gönderdiklerinde: "Hutbeyi kısa, sözü az et. Zira teshir mahiyetinde sözler vardır" buyururlardı. (Mukaddemeyi uzun etmemek)
Ravi: Hz. Ebû Ümâme (r.a.)

7. Bir adamdan bir şey duyduğunda, "Filan kimseye ne oluyor" demezdi. Lakin, "Ne oluyor bir takım adamlara ki böyle söylüyorlar" derlerdi.
Ravi: Hz. Âişe ra

yuksel dedi ki...


8. Gece uyanıp da döşeklerinde döndüklerinde: "La ilahe illallahül vahidül kahhar, Rabbis semavati vel ardı vema beynehümel Azizül gaffar" buyururlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

9. Konuştuklarında anlaşılıncaya kadar bir kelimeyi üç defa tekrar ederlerdi. Bir kavme, geldiklerinde de onlara üç defaya kadar selam verdikleri olurdu.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

10. Gece uyandıklarında: "Ya Rabbi beni mağfiret et, Rahmetine erdir ve Beni en doğru yola ilet" buyururlardı.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

11. Kuşluk yediklerinde akşam yemezlerdi ve akşam yediklerinde kuşluk yemezlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

12. Teheccüd kıldıklarında, her iki rek'atte bir selam verirlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Eyyub (r.a.)

13. Abdest aldıklarında, fazla suyu alıkor ve secde yerine akıtırlardı. (Alnına veya yere)
Ravi: Hz. Hasan (r.a.)

14. Abdest aldıklarında, bir avuç suyu önlerine serperlerdi.
Ravi: Hz. Sufyan es Sakafi (r.a.)

15. Abdest aldığında, yüzüğünü hareket ettirirlerdi.
Ravi: Hz Ebu Rafi (r.a.)

16. Abdest aldıklarında, suyu dirseklerinden dolaştırırlardı.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 529

1. Abdest aldıkarında, sakallarını ayrı su ile hilallerlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

2. Abdest aldıklarında, bir avuç su ile çeneleri altından sakallarını hilallerler ve şöyle buyururlardı: "Rabbim Bana böylece emretti."
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Abdest aldıklarında, kulaklarını ovarlar ve sonra parmakları ile sakallarını alttan hilallerlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

4. Abdest aldıklarında, iki rik'at namaz kılar sonra namaza çıkarlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

5. Abdest aldıklarında, küçük parmakları ile ayak parmaklarını hilallerlerdi.
Ravi: Hz. Müstevrit (r.a.)

6. Abdest aldıklarında, yüzlerini elbiselerinin bir tarafına sürdükleri vaki idi.
Ravi: Hz. Muaz (r.a.)

7. "Ğayril mağdûbi aleyhim veladdallin" dedikten sonra, ön safta olanların işiteceği bir sesle "amin" derlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

8. Kış geldiğinde kışlığa Cuma gecesi taşınırlardı. Yaz gelince de yazlık eve yine Cuma gecesi taşınırlardı. Yeni elbise giydiklerinde Allah'a hamd eder, iki rek'at namaz kılar ve eskisini de birine verirlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

9. Cebrail (a.s) kendine gelip "Bismillahirrahmanirrahim" diye okuduğunda bir surenin nazil olacağını bilirlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

10. Kendilerine bir mal geldiğinde sabah geldi ise akşamlatmaz, akşamsa sabahlatmazlardı.
Ravi: Hz. Muhammed İbni Ali (r.a.)

11. Kendilerine gülme geldiğinde ellerini ağızlarına tutarlardı.
Ravi: Hz. Murre Es-Sakafi (r.a.)

12. Sevinç verici bir iş olduğunda Allah'a şükür olarak secdeye kapanırlardı.
Ravi: Hz. Ebû Bekre (r.a.)

13. Bir mecliste oturduğu zaman kalkmak istediklerinde, on onbeş defa "estağfirullah" derlerdi.
Ravi: Hz Ebu Umame (r.a.)

14. Oturduklarında elleriyle "ihtiba" ederlerdi. (Elleriyle dizlerini tutarak oturmak, Peygamberler oturuşu.)
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

15. Konuşmak için oturunca, çok kere nazarlarını semaya dikerlerdi.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Selam (r.a.)

16. Konuşmaya oturduklarında, ayakkabılarını çıkarırlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

17. Oturduklarında, ashabı kendisini halka halka çevirirlerdi.
Ravi: Hz. Kurre İbni İyaz (r.a.)

18. Bir şey kendilerini sıktığında namaza dururlardı.
Ravi: Hz. Huzeyfe (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 530

1. Kendilerine üzücü bir şey isabet ettiğinde: "Lâ ilâhe illallahü'l-halimül kerim, Subhânellahi Rabbil arşil azim, Elhamdülillâhi Rabbil alemin" diyerek dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Abdullah ibni Cafer (r.a.)

2. Kefarete izin oluncaya kadar yeminlerinde hânis (yemin bozma) olmamışlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

3. Yemin ettiklerinde, "Muhammed (s.a.v)'in nefsi kudret elinde olan Zata yemin ederim ki" şeklinde buyururlardı.
Ravi: Hz. Rifaa el Cuheni (r.a.)

4. Kendilerini sıtma veya ateş bastıklarında bir kırba suyu başlarından döküp yıkanırlardı.
Ravi: Hz. Semure İbni Cundeb (r.a.)

5. Bir kavmin şerrinden korktuklarında: "Allahım onlara karşı bizi korumanı diler ve şerlerinden Sana sığınırız" diye dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Mûsa (r.a.)

6. Bir şeye nazar isabet etmesinden korktuklarında: "Allahım onu ona mubarek et ve onu zarardan koru" diye dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Said İbni Hakim (r.a.)

7. Abdest bozmaktan çıktıklarında "Gufrâneke" (Bizi mağfiret et) derlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

8. Heldan çıktıklarında: "Elhamdülillahillezî ezhebe annil ezâ ve âfânî": (Hamd olsun o Allah'a ki, eza veren şeyden beni kurtarıp bana afiyet verdi) buyururlardı.
Ravi: Hz. Ebû Zerr (r.a.)

yuksel dedi ki...


9. Defi hacetten çıktıklarında: "Elhamdülillahillezi ahsene ileyye fi evvelihî ve ahirihî": (Evvelinde ve sonunda bana ihsan eden Allah'a hamd olsun) buyururlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

10. Evden çıktıklarında: "Bismillâhi't-tüklânu 'alellâhi, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi": (Allah'ın adıyla, itimad ancak Allah'adır. Ne men edici ne de yapıcı bir kuvvet vardır, ancak Allah'a mahsustur) diye buyururlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

11. Evden çıktıklarında: "Bismillâh tevekkeltü 'alellah, Yarabbi, kaymaktan, dalâlete düşmekten, zulmetmek ve edilmekten, cahillik etmek veya edilmekten Sana sığınırız" diye dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

12. Evden çıktıklarında: "Bismillâhi Rabbî, eûzubike min en ezille ev edılle ev azlime ev uzleme ev echele ev yüchele aleyye) diye dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

13. Bayram günü sokağa çıktıklarında başka bir yoldan dönerlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
l° X ó

yuksel dedi ki...

Sayfa: 531

1. Evden çıktıklarında şöyle dua ederlerdi: "Bismillahi tevekkeltü alellah, La havle vela kuvvete illa billah, Allahümme innî eûzubike en edılle ev udalle ev ezille ev üzelle ev azlime ev uzleme ev echele ev üchele aleyye ev ebğî ev yubğâ aleyye." (Bismillah, tevekkeltü alellah La havle vela kuvvete illa billah, dalalete düşmekten veya düşürülmekten, kaymaktan veya kaydırılmaktan, zulüm yapmaktan veya zulme uğramaktan cahillik etmekten veya edilmekten, taşkınlık etmekten veya edilmekten sana sığınırım.)
Ravi: Hz. Büreyde (r.a.)

2. Hitabede bulunduğunda mübarek gözleri kızarır, Sesi yükselir, heyecanı artardı. "Akşam vakti" veya "Sabah vakti" diyerek sanki bir orduyu uyarır gibi konuşurdu.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

3. Harp zamanı (ashabına) hitap ettiğinde, bir yay kirişine dayanarak konuşur, Cuma günü hitap ettiğinde bir asaya dayanarak konuşurlardı.
Ravi: Hz. Saad (r.a.)

4. Hitap ettiği zaman bir mızrağa veya asaya dayanırlardı.
Ravi: Hz. Ata (r.a.)

5. Bir hanımı nikahlamak istediğinde ona "cefne"yi hatırlatırdı. (Cefne-Bir sini. Burada maddeten geçim genişliğini ifade etmek için kullanılmıştır.)
Ravi: Hz. Saad İbni Ubâde (r.a.)

6. (Bir kadını) nikahlamak istediklerinde, kabul olunmazsa tekrarlamazdı. Bir kadını nikahlamak istediğinde, kadın önce kabul etmeyip sonra icabet edince, "Senden başka bir örtüye büründük" buyurdu
Ravi: Hz. Mücahid (r.a.)

yuksel dedi ki...

6. (Bir kadını) nikahlamak istediklerinde, kabul olunmazsa tekrarlamazdı. Bir kadını nikahlamak istediğinde, kadın önce kabul etmeyip sonra icabet edince, "Senden başka bir örtüye büründük" buyurdu
Ravi: Hz. Mücahid (r.a.)

7. Hanımları ile yalnız kaldıklarında, insanların en yumuşağı, en kerimi, güler yüzlüsü ve mütebessimi olanı idi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

8. Helaya girdiklerinde yüzüğünü çıkarırlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

9. Helaya girecekleri zaman şöyle dua ederlerdi: "Bismillah, Allahümme innî eûzübike minel hubsi vel habâis" (Bismillah, Allahım şeytanlıklardan ve murdarlıklardan Sana sığınırım.)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

10. Helaya girecekleri zaman, "Ya Zelcelâl" derlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

11. Büyük hacet için çıktıklarında: "Ya Rabbi, her türlü kir ve murdarlıktan ve kovulmuş şeytanlıktan Sana sığınırım" derlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

12. Helaya girdiklerine, ayakkabısını giyer, başlarını örterlerdi.
Ravi: Hz. Hubeyb İbni Salih (r.a.)

13. Helaya girecekleri zaman şöyle dua ederlerdi: "Allahım kir ve murdarlıktan, başkalarını kirletecek necasetten, taşlanmış şeytandan Sana sığınırım." Heladan çıktıklarında da şöyle dua ederlerdi: "Hamd olsun o Allah'a ki, nimetin lezzetini bana tattırdı, kuvvetini bende ibka etti ve eza verenini benden uzaklaştırdı."
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)
2">

yuksel dedi ki...

Sayfa: 532

1. Mescide girdiği zaman şöyle dua ederlerdi: "Taşlanmış şeytandan büyük Allah'a ve onun Zatı kerimine, O'nun ezeli saltanatına sığınırım." Resulu Ekrem şöyle buyururdu; İnsan oğlu böyle dediğinde şeytan da şöyle der: "Günün kalan kısmında da bu kimse benden korundu."
Ravi: Hz. İbni Amr (r.a.)

2. Mescide girdiği zaman şöyle dua ederlerdi: "Bismillah vesselamü ala Resulillah, Allahümme mağfirlî zünûbî, veftahlî ebvâbe Rahmetike." (Allahım günahlarımı bağışla ve bana merhamet kapılarını aç.) Mescidden çıktığında ise şöyle dua ederlerdi: "Bismillah vesselamü ala Resulillah, Allahümme mağfirli zünûbî veftahlî ebvâbe fazlike." (Allahım günahlarımı bağışla ve bana fazlının kapılarını aç)
Ravi: Hz. Fatma (r.anha)

3. Mescide girdikleri zaman: "Allahümme salli ala Muhammedin ve sellim aleyhi" der, şu duayı okurlardı: "Rabbiğfirlî zünûbî veftahlî ebvâbe Rahmetike." Ve mescidden çıktıklarında da yine salatü selam getirdikten sonra şöyle dua ederlerdi: "Rabbiğfirlî zünûbî veftahlî ebvâbe fadlike."
Ravi: Hz. Fatma (r.anha)

4. Mescide girdiklerinde şöyle dua ederlerdi: "Bismillah, Allahümme salli ala Muhammedin ve ezvâci Muhammedin."
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

5. Çarşıya girdikleri zaman şöyle dua ederlerdi: "Bismillah, Allahım bu çarşının ve çarşıda bulunanların en hayırlısını senden dilerim ve burada bulunanların şerrinden Sana sığınırım. Allahım bu pazarda yalan yeminle karşılaşmaktan ve kayba uğratıcı hile ile karşılaşmaktan Sana sığınırım."
Ravi: Hz. Büreyde (r.a.)

6. Evine girmek istedikleri zaman misvak kullanırlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

6. Evine girmek istedikleri zaman misvak kullanırlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

7. Evine girdiklerinde, "Yanınızda yenecek bir şey var mı?" diye sorarlardı. Bir şey olmadığı söylenince de, "Ben oruçluyum" buyururlardı. (Öğleden evvel)
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

8. Kabristana girdikleri zaman şöyle derlerdi: "Allaha iman ederek dünyadan çıkmış olan ey fani ruhlar, çürümüş bedenler, toprak olan kemikler selam üzerinize olsun. Allahım, indi ilahinde bunlara rahmet indir ve bizden (onlara) selam ulaştır."
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

9. Hasta ziyaretine gittiği zaman şöyle derlerdi: "Senin için (zararlı) bir durum yoktur. İnşallah bu, günahlardan temizlenmektir."
Ravi: Hz İbni Abbas (r.a.)

10. Recep ayı girdiği zaman şöyle dua ederlerdi: "Allahım Recep ve Şaban'ı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazan'a eriştir." Cuma gecesi geldiğinde de şöyle derlerdi: "Bu gece mesud bir gece ve nurlu bir gündür."
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

11. Ramazan ayı girdiğinde nezdindeki her esiri bırakır ve her istiyene verirlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

12. Ramazan ayı girdiğinde elini eteğini toplar, sonra da Ramazan çıkıncaya kadar yatağına girmezlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 533

1. Ramazan ayı, girdiğinde rengi değişir, namazı çoğaltır ve tamamiyle duaya koyulur, rengi şafak gibi olurdu.
Ravi: Hz Aişe (r.a.)

2. Son on gün girdiğinde elini eteğini toplar geceyi ihya eder ve ev halkını uyandırırlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

3. Bir kimseye dua ettiği zaman duanın bereketi, o şahsa, onun çocuğuna ve çocuğunun çocuğuna erişirdi.
Ravi: Hz. Huzeyfe (r.a.)

4. Dua ettiklerinde, önce kendilerinden başlarlardı.
Ravi: Hz. Ebû Eyyub (r.a.)

5. Dua ettiklerinde, ellerini kaldırır ve ellerini (duadan sonra) yüzlerine sürerlerdi.
Ravi: Hz. Zeyd (r.a.)

6. Dua ettikleri zaman avuçlarının içini yüzüne karşı tutarlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

7. Cuma günü minbere yaklaştığında, yanında oturan kimselere selam verirlerdi. Minbere çıkıncada yüzünü halka çevirir, sonra oturmazdan önce onlara selam verirlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

8. Bir kimseyi hatırlayıp ona dua ettiklerinde önce kendilerinden başlarlardı.
Ravi: Hz. Ubeyy İbni Kaab (r.a.)

9. Bir koyun kestiklerinde, "Bunun bir kısmını Hatice (r.a)'nın dostlarına gönderiniz" buyururlardı.

yuksel dedi ki...

9. Bir koyun kestiklerinde, "Bunun bir kısmını Hatice (r.a)'nın dostlarına gönderiniz" buyururlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

10. Hilali gördüklerinde, "Yarabbi bunu hayır ve bereket ayı kıl" ve aya karşı üç kere "Seni halk eden Allah'a iman ettim" derlerdi. Sonra da şöyle buyururlardı: Hamd olsun o Allah'a ki, şu ayı alıp bu ayı getirdi."
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

11. Def-i hacete çıktıklarında, en uzak mahalle giderlerdi.
Ravi: Hz. Muğire (r.a.)

12. Yağmur yağdığını gördüklerinde, "Allahım bunu faydalı yağmur kıl" diye dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

13. Hilali gördüklerinde yüzünü ondan çevirirlerdi.
Ravi: Hz. Katade

14. Hilali gördüklerinde: "Allahım onu hayır ve bereket ayı kıl" der ve ayrıca üç defa şöyle dua ederlerdi: "Allahım bu ayın hayrını, bereketini senden isterim. Bu ayın hayır ve bereketini ve kaderin iyiliğini Senden diler ve onun zararından Sana sığınırım."
Ravi: Hz. Rafiğ İbni Hudeyc (r.a.)

15. Hilali gördüklerinde: "Allahım onu üzerimize bereket, iman, selamet ve İslam ayı kıl. Ey hilal Benim Rabbım ve senin Rabbın Allah'tır" buyururlardı.
Ravi: Hz. Talha (r.a.)

16. Hilali gördüklerinde: "Allahu ekber, Allahu ekber, Elhamdülillah, lâ havle velâ kuvvete illâ billah. Allahümme innî es'elüke min hayri hâza'ş şehri ve eûzubike min şerril kaderi ve min şerri yevmil mahşeri" diye dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Ubâde (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 534

1. Hilali gördüğünde şöyle dua ederlerdi: "Allahım onu bizim için emniyet, iman, selamet, islam ve bir de Senin sevip razı olduğun şeye muvaffakiyetimiz için vesile kıl. Bizim de, senin de ey hilal, Rabbimiz Allah'tır."
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.a.)

2. Hilali gördüğünde şöyle dua ederlerdi: "Allahım onu bizim için emniyet, iman, selamet, islam, sekinet, afiyet ve güzel rızık vesilesi kıl."
Ravi: Hz. Cündeb Es-Sülemi (r.a.)

3. Hilali gördüğünde "Hayır ayı olsun" der ve şöyle dua ederlerdi: "Hamd olsun o Allah'a ki, o ayı götürüp bu ayı getirdi. Allahım bu ayın hayrını, nurunu, bereketini, hidayetini, temizliğini ve onun afiyet vesilesi olmasını senden isterim."
Ravi: Hz. Abdullah İbni Mutraf (r.a.)

4. Suheyl'i gördüğünde: "Allah Suheyl'e lanet etsin. O haksız vergi alıyordu. Bu sebeble mesh olundu." buyurdu.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

5. Sevdiği bir şeyi gördüğünde şöyle derlerdi: "Elhamdülillahillezi bi ni'metihî tetimmus sâlihât." Hoşlanmadığı bir şeyi gördüklerinde de şöyle derlerdi: "Elhamdülillahi ala külli hal. Rabbi eûzubike min hali ehlin nar."
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

6. Bir şeyden çekindiğinde şöyle derlerdi: "Allah, Allahu Rabbî lâ şerîke leh." (Allah, Allah Rabbımdır, O'nun ortağı yoktur.)
Ravi: Hz. Sevban (r.a.)

7. Bir şeyden hoşnut olduğunda sükut ederlerdi.
Ravi: Hz Süheyl İbni Saad (r.a.)

yuksel dedi ki...


7. Bir şeyden hoşnut olduğunda sükut ederlerdi.
Ravi: Hz Süheyl İbni Saad (r.a.)

8. Evlenen bir kimseyi tebrik ettiğinde ona şöyle dua ederlerdi: "Allah bunu senin için mübarek kılsın ve hayırlı etsin, her ikinizi hayırda birleştirsin."
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

9. Duada ellerini kaldırdığı zaman yüzüne sürmedikçe indirmezlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

10. Sabah namazının son rikatında başını rükudan kaldırdıklarında "kunut" okurlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

11. Gözünü kaldırıp semaya baktıklarında şöyle derlerdi: "Ya musarrifel kulûbi sebbit kalbî alâ taatike." (Ey gönüllere tasarruf eden Allahım, kalbimi Senin taatın üzerinde sabit kıl)
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

12. Sofrası kaldırıldığı zaman şöyle derlerdi: "Elhamdülillahi hamden kesîran, tayyiben, mübâreken fîh, Elhamdülillahillezi kefânâ ve âvânâ gayru mekfiyyin velâ mekfûrin velâ müveddain velâ müstağnâ anhü Rabbina." (Mübarek, halis ve pek çok hamd ile Allaha hamd ederiz. Hamd olsun o Allah'a ki, bize kafi geldi. Bizi barındırdı. Rabbimiz hiç bir şeye muhtaç değildir. Nimetine nankörlük edilmez, nimeti terk olunmaz ve onun nimetinden müstağni kalınmaz.)
Ravi: Hz. Ebû Ümâme (r.a.)

13. Rükua vardıklarında belini öyle düz tutarlardı ki, üzerine su dökülse durabilirdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 535

1. Rukua vardıklarında üç defa, "Subhane Rabbiyel azim ve bihamdihi" derlerdi. Secdeye vardığında da üç defa, "Sübhane Rabbiyel âlâ ve bihamdihi" derlerdi.
Ravi: Hz. Ukbe İbni Amir (r.a.)

2. Rükua vardıklarında parmaklarını açar ve secdeye vardıklarında ise parmaklarını kaparlardı.
Ravi: Hz. Vali İbni Hucr (r.a.)

3. Şeytan taşlamaya gittiklerinde yürüyerek gider, yürüyerek gelirlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

4. Büyük şeytanı taşladığında durmazdı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

5. Ailelerinden birinin gözü ağrıdığında, gözü iyileşinceye kadar onunla münasebette bulunmazlardı.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

6. Evlendiğinde veya birini evlendirdiğinde hurma saçarlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

7. Duada hayır bir şey istediklerinde avuçlarını yüzlerine karşı tutarlar, bir şeyden sakınmak istediklerinde avuçlarını yere karşı tutarlardı.
Ravi: Hz. Saib İbni Hallad (r.a.)

8. (Bir dereye) bol su geldiğinde "Haydin, Allah'ın suyunu temiz kıldığı şu vadiye çıkalım da o sudan temizlenerek Allah'a hamd edelim."derlerdi.
Ravi: Hz. Yezid İbni el Hadi (r.a.)

yuksel dedi ki...

9. Secde ettiklerinde, beyazı görülecek şekilde koltuklarını açık tutarlardı.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

10. Secdede alınları açık bulunurdu.
Ravi: Hz. Salih İbni Hayran (r.a.)

11. Bir şeye sevindiklerinde yüzleri parlayıp ay parçası gibi olurdu.
Ravi: Hz. Kaab İbni Malik (r.a.)

12. Namazdan selam verdiklerinde üç defa: "Subhâne Rabbike Rabbil izzeti ammâ yesifûn ve selâmün alel mürselin velhamdülillahi Rabbil alemin" derlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

13. Namazdan selam verdiklerinde ancak: "Allahümme entes selamü ve minkes selam Tebarekte ya zel Celali vel ikram" diyecek miktarda otururlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

14. Müezzini işittiklerinde onun dediği gibi derler. "Hayyaalesselati hayyaalel felahe" geldiğinde "La havle vela kuvvete illa billah" derlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Rafiğ (r.a.)

15. Müezzini işittiğinde şehadet kelimelerini okur ve "Ben de, Ben de" (şehadet ederim) derlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

16. Gök gürültüsü ve yıldırım sesi duyduklarında, "Ya Rabbi bizi gazabınla öldürme, bizi azabınla karşılama ve bundan önce bizleri affet" şeklinde dua ederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)
 j á

yuksel dedi ki...

Sayfa: 536

1. Ashabından çirkin bir isim işittiklerinde, onu daha güzel bir isimle değiştirirlerdi.
Ravi: Hz. Urve (r.a.)

2. Bir şey içtiklerinde üç nefeste içerlerdi ve: "Bu daha afiyetli, hazmı daha kolay ve dertten beri olmak için daha uygundur" buyururlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Su içtiklerinde şöyle dua ederlerdi: "Hamd olsun o Allah'a ki, Rahmeti ile bize tatlı ve güzel su içirdi, günahlarımız sebebiyle onu tuzlu ve acı kılmadı."
Ravi: Hz. Ebû Cafer (r.a.)

4. Bir kaptan bir şey içtiklerinde üç defa alırlardı. Her bir nefeste "Bismillah" derlerdi, sonunda da şükrederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

5. İçtiklerinde arada iki nefes alırlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.a.)

6. Cenazede hazır bulunduklarında, sükutları ve mülahazaları çok olurdu.
Ravi: Hz. Ebû Revvad (r.a.)

7. Cenazede hazır olduklarında, kendilerinde hüzün gözükür ve mülahazada bulunurlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

8. Cenazeyi teşyi ettiklerinde, hüzünleri fazlalaşır, sözleri azalır ve mülahazaları çoğalırdı.
Ravi: Hz. İmran İbni Hüseyin (r.a.)

yuksel dedi ki...


9. Minbere çıktıklarında selam verirlerdi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

10. Sabah namazını kıldıklarında Medine ahalisinin hizmetçileri içi su dolu kovalarla gelirler o da mübarek ellerini içine sokarlardı. (teberrüken)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

11. Sabah namazını kıldıktan sonra güneş çıkıncaya ( işrake) kadar otururlardı.
Ravi: Hz. Câbir İbni Semure (r.a.)

12. Sabah namazını kıldıktan sonra yüzünü halka döner ve cemaate "İçinizde hastası olan var mı, onu ziyaret edeyim", "hayır" dediklerinde, "İçinizde cenazesi olan var mı, onu teşyi edeyim", "Hayır" dediklerinde, "İçinizde bir rüya gören varsa onu bize anlatsın" buyururlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

13. Sabahın sünnetinden sonra sağ yanı üzerine biraz uzanırdı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

14. Bir namaza başladımı artık ona devam ederlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 537

1. Namaz kıldıklarında sağ eliyle başlarını mesh ederler ve şöyle dua ederlerdi: "Bismillahillezi la ilahe gayrihu, errahmanirrahim, Allahümme ezhib annil hemme vel hüzün." (O Allahın adıyla başlarım ki, Ondan başka ilah yoktur. O Rahman ve Rahimdir. Allahım üzüntü ve kederi bizden gider.)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

2. Beyt-i Şerifi her tavafta, hem Haceri Esvedi hem de Rüknü Yemaniyi istilam ederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

3. Yazlığa çıkmak istediklerinde Cuma gecesi çıkmayı severlerdi. Kışlığa girerken de keza Cuma gecesi girerlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

4. Bir yerde gecelediklerinde, gece zaman var ise sağ elini yastık yaparlardı. Sabah namazından önce gecelediklerine başını sağ avucu içersine koyup kolunu dikerlerdi.(Uyumamak için)
Ravi: Hz. Ebû Katade (r.a.)

5. Sabah namazını kıldıklarında, (seferde) hayvanını yedeğe alarak biraz yürürlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

6. Şiddetli rüzgarda şöyle dua buyururlardı: "Ya Rabbi bunun hayrını ve bunda olanların hayrını ve bununla gönderdiklerinin hayrını Senden isterim. Ya Rabbi, bunun şerrinden, bunda bulunanların şerrinden ve bununla gönderilenlerin şerrinden Sana sığınırım."
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

7. Aksırdığı vakit, "Elhamdülillah" buyururlardı. Kendisine "Yerhamükellah" denildiğinde, O da Yehdîkümullah ve yuslihu bâleküm" derlerdi.
Ravi: Hz. İbni Cafer (r.a.)

yuksel dedi ki...


8. Aksırdıklarında elini ağızlarına tutarlar, bununla veya mendille sesini indirirlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

9. Bir amel yaptıklarında onda sebat ederlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

10. Gaza ettiklerinde: Ya Rabbi Benim kolum ve yardımcım Sensin ve Sana dayanarak mukatele ederim" buyururlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

11. Gazab ettiklerinde yüzleri kızarırdı.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

12. Ayakta iken gazab ederse, otururlardı. Otururken uzanırlardı ve gazabı süratle giderdi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

13. Gazab ettiklerinde Hz. Ali (r.a)'dan başka kendisine kimse sokulamazdı.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

14. Hz. Aişe validemiz öfkelendiğinde, onun burnunu oğuştururlar ve ona Ey Ayşecik, şu duayı oku derlerdi: "Allahım, Ey Muhammedin (s.a.v) Rabbi, günahımı bağışla, kalbimin öfkesini gider, beni fitnelerin saptırmalarından beri kıl."
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

15. Öğlenin evvelki dört rik'atını (ilk sünneti) fevt ettiklerinde son iki rik'atten (sünnetten )sonra kılarlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)
içtiÕ ~

yuksel dedi ki...

Sayfa: 538

1. Yemekten sonra şu duayı okurlardı: "Elhamdülillahillezî et'amenâ ve sekânâ ve ce'alenâ müslimin."
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

2. Cenazeyi defnettikten sonra kabrin üzerinde durur ve ashaba dönüp: "Kardeşiniz için istiğfar edin ve onun için Allah'dan tesbit taleb edin (tevhidde sabit olsun). Zira şimdi o suale tabi tutulacaktır." buyururlardı.
Ravi: Hz. Osman (r.a.)

3. Yemek bittikten sonra şu duayı ederlerdi: "Allahım Hamd Sana mahsustur. Yedirdin içirdin, doyurdun, suya kandırdın. Nimetine nankörlük edilmeksizin ve nimetin terkedilmeksizin ve Senin nimetinden müstağni kılınmaksızın Hamd ancak Sana mahsustur.
Ravi: Suleym'den birşahıs

4. Hacda "telbiyeyi" bitirdiği zaman, Allah'dan rızasını ve mağfiretini diler ve Rahmeti ile kendisini ateşten koruması için O'na sığınırdı.
Ravi: Hz. Huzeyme İbni Sabit (r.a.)

5. İhvanından birini üç gün görmeyince onu sorardı. Şayet sefere gitmiş ise onun için dua ederdi. Orada ise evine giderdi. Hasta ise ziyaret ederdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

6. Bir şeyi üç defa söylerse, bir daha ona dönmezlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Hadred (r.a.)

7. Bilal (r.a) "Kadkametisselatü" dediklerinde, namaza tekbir alırlardı.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Ebu Evfa (r.a.)

yuksel dedi ki...


8. Gece uykudan uyanınca ağızlarını misvaklarlardı.
Ravi: Hz. Huzeyfe (r.a.)

9. Gece namaz kılmak için kalktıklarında önce hafif iki rik'at ile namazlarına başlarlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

10. Namaza kalktıklarında, tekbiri ellerini uzatarak alırlardı.
Ravi: Hz. Ebû Huzeyfe (r.a.)

11. Minber üzerinde kalktıklarında, ashab yüzlerini kendisine çevirirlerdi.
Ravi: Hz. Sabit (r.a.)

12. Namazda secdeden sonra kalkarken bir ellerine dayanarak kalkarlardı.
Ravi: Hz. Bali İbni Hucr (r.a.)

13. Namazda secdeden kalkarken bir ellerine dayanarak kalkarlardı. (Son zamanlarında)
Ravi: Hz. Vali İbni Hucr (r.a.)

14. Bir meclisten kalktıklarında, yirmi defa aşikar olarak "İstiğfar" ederlerdi.
Ravi: Hz. Abdullahil Hadrami (r.a.)

15. Kendilerine bir heyet geldiğinde, güzel esvablarını giyerler ve ashabına da böyle yapmalarını söylerlerdi.
Ravi: Hz. Cündüb İbni Mekis (r.a.)

16. Seferden geldiklerinde, evvela mescide gelir iki rikat namaz kılarlar, sonra Fatıma (r.a)'ya uğrarlar ve sonra hanımlarına giderlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Sahabe (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 539

1. Seferden gelince Ehl-i Beytinin çocukları tarafından karşılanırlardı.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Cafer (r.a.)

2. Gece kalkıp Kur'an okuduklarında, bazen engin, bazen sesli okurlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

3. Kur'an okuduklarında: "Allah ölüleri diriltmeye kadir değil midir?" ayetine geldiklerinde "Evet, kadirdir" derlerdi. "Allah her şeyin en Hakimi değil mi?" ayetini okuyunca da "Evet en Hakimidir" derlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

4. "Sebbihisme Rabbikel a'lâ" suresini okuduklarında, "Sübhâne Rabbiyel a'lâ" derlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

5. Kendisine yemek gelince, "Bismillah" derler yemeği yerlerdi. Sonra da bitince şu duayı okurlardı: "Allahım muhakkak ki Sen, yedirdin, içirdin, zengin kıldın, mal verdin, hidayet ettin ve seçtin, (mümtaz kıldın) Allahım verdiğin nimetten Sana hamd olsun"
Ravi: Hz. Sahabeden biri

6. Gaza, umre veya hacdan geldiklerinde, yüksek bir yerde üç defa tekbir alırlar ve sonra, "Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerike leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr" derler ve şu mealdeki duayı okurlardı. "Biz vazifeden dönüyoruz, Allah'a tövbe ediyoruz. Rabbımıza ibadet edip secde ediyor ve ona hamd ediyoruz. Allah vaadinde sadıktır. Kuluna yardım edip fırkaları hezimete uğratmıştır."
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

yuksel dedi ki...


7. Taze hurma bulunduğunda ancak taze hurma ile iftar ederlerdi. Taze hurma bulunmadığında ise hurma ile iftar ederlerdi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

8. Bayram namazına başka yoldan gider, başka yollardan gelirlerdi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

9. Seferde değilse Ramazanın son on gününde itikafa girerlerdi. Seferde iseler, gelecek yılın son iki on gününü itikafta geçirirlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

10. Namazların tek rek'atlarında yere ilişmeden kalkarlardı.
Ravi: Hz. Malik ibni Huveylis (r.a.)

11. Oruçlu olduklarında birine emrederlerdi, yüksek bir yerden güneşin battığını haber versinler diye, "Güneş battı" deyince de iftar ederlerdi.
Ravi: Hz. Ebud derda (r.a.)

12. Rükua veya secdeye vardıklarında şöyle derlerdi: "Subhâneke ve bi hamdike estağfiruke ve etûbu ileyke."
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

13. Zilhiccenin yedisi geldi mi, insanlara hutbe irad ederler ve hac usulünü (usulü haccı) onlara tarif ederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 540

1. Namaz için "iftitah tekbiri" aldığında parmaklarını açık tutarlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

2. Bir şeye canları sıkıldığında şöyle derlerdi: "Ya hayyu ya kayyum, bi Rahmetike estağîsu." (Ey hay ve kayyum olan Allah, Rahmetinden istimdad ederim.)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Bir şeyden hoşlanmadıkları zaman bu, simalarında görülürdü.
Ravi: Hz. Enes ra

4. Gömlek giymeye sağ taraftan başlarlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

5. Ashabından bir kimse ile karşılaştığında o kalkınca kendileri de kalkardı. Ve o şahıs gidinceye kadar kendileri ayrılmazlardı. Ashabından biri ile karşılaştığında elini eline alır, o şahıs bırakmadıkça kendileri elini bırakmazlardı. Ashabından biri ile karşılaştığında kulağına bir şey söylemek isterse ona yaklaşır, o kişi ayrılmadıkça kendileri ondan ayrılmazlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

6. Ashabından birine tesadüf edince onu okşar ve dua ederdi.
Ravi: Hz. Huzeyfe (r.a.)

7. Ashabından birine rastlayınca önce selam verir, sonra musafaha ederdi.
Ravi: Hz. Cündüb (r.a.)

yuksel dedi ki...


7. Ashabından birine rastlayınca önce selam verir, sonra musafaha ederdi.
Ravi: Hz. Cündüb (r.a.)

8. Bir kimsenin ismini çıkaramazsa ona "Ey Abdullah oğlu" diye hitab ederlerdi.
Ravi: Hz. Cariye el Ensari (r.a.)

9. Bir korku ayeti geldiğinde Allah'a sığınır, bir rahmet ayeti geçince de rahmet isterlerdi. Allah'ı tenzih eden bir ayet geçtiğinde de O'nu tesbih ederlerdi.
Ravi: Hz Huzeyfe (r.a.)

10. Cehennemin zikredildiği ayet geçince: "Yazık Cehennem ehline" der ve Cehennemden Allah'a sığınırdı.
Ravi: Hz. Ebû Leyla (r.a.)

11. Kabristana gidince şöyle selam verirlerdi: "Esselamü aleyküm ehled diyâr. Minel mü'minîne vel mü'minât vessâlihîne vessalihât ve innâ inşâallahü bikum lâhikûn."
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

12. Ehli Beytinden biri hastalanınca ona "kul eûzü"leri okur ve nefes ederdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

13. Yolda yürürken sağa sola bakmazdı.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

14. Yolda giderken ashabını önden yollardı ve "Arkayı melaikeye bırakın" derdi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)
rdıkla˜ A Ú

yuksel dedi ki...

Sayfa: 541

1. Yürüdüğü zaman vakarlı fakat hızlı giderdi. Yanındakiler ona yetişemezdi.
Ravi: Hz Yezid İbni Mirsad (r.a.)

2. Yürürken kuvvetli adımlarla yürürdü.
Ravi: Hz. Ebû Atabe (r.a.)

3. Yürürken konuşmazlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

4. Ya hastalık veya bir sebeble gece teheccüd kılamayınca, gündüz on iki rek'at namaz kılarlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

5. Uykuya yatınca sağ elini yanağı altına koyar ve: "Allahümme gınî azâbeke yevme teb'asu ibâdeke" (Allahım kıyamet günü kullarını dirilttiğinde beni azabından koru) buyururlardı.
Ravi: Hz. Huzeyfe (r.a.)

6. Uykusunda nefesi yükselirdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

7. Bir konağa konduğunda, öğleni kılmadan oradan geçmezdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

8. Bir yere konduğunda veya seferden geldiğinde, iki rek'at kılmadan oturmazlardı.
Ravi: Hz. Fudale (r.a.)

9. Kendisine vahiy geldiğinde, hava soğuk da olsa, alnından inci tanesi gibi terler dökülürdü.

yuksel dedi ki...


9. Kendisine vahiy geldiğinde, hava soğuk da olsa, alnından inci tanesi gibi terler dökülürdü.
Ravi: Hz. İbni Sabit (r.a.)

10. Vahiy nazil olduğunda, başına ağrı geldiği ve bundan dolayı (başına) kına vurdukları olmuştur.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

11. Bir kaygı veya üzüntü gelince: "Ya Hayyu ya Kayyum, bi Rahmetike estağîsu" derlerdi.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

12. Bir konağa indiğinde, iki rek'at kılmayınca ayrılmazlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

13. Aynada yüzlerine nazar ettiklerinde şöyle dua ederlerdi: "Elhamdülillahillezi sevvâ halkî fe addelehu, ve kerrame sûrete vechî fe hassenehâ ve ce'alenî minel müslimîn." (O Allah'a hamd ederim ki, bedenimi güzel ve mutedil yarattı. Yüzümün görünüşünü mükerrem ve güzel kıldı ve Beni mü'minlerden kıldı)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

14. Aynada yüzlerine nazar ettiklerinde şöyle derlerdi: "Hamd olsun o Allaha ki Benim siretimi ve suretimi güzel yarattı. Benden başkasında çirkinlik veren şeyi Bende güzel kıldı." Sürme çektiklerinde de her bir gözüne iki defa çekerlerdi. Ücüncüyü de hem ona, hem one çekerlerdi. Ayakkabısını giydiğinde sağdan, çıkardığında soldan başlarlardı. Mescide sağ ayağı ile girerlerdi. (Sol ile çıkılır) Alıp vermede her şeyde sağla başlamayı severlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

15. Beyti Şerife baktıklarında şöyle dua ederlerdi: Allahümme zid Beytike hâzâ teşrîfen ve ta'zîmen ve tekrîmen ve birren ve mehâbeten." (Allahım Senin bu Beytinin şerefini artır. Ona tazimi, tekrimi, iyilik ve mehabeti ziyade eyle)
Ravi: Hz. Huzeyfe (r.a.)

16. Yeni aya baktıklarında şöyle dua ederlerdi: "Allahım bu hilali mübarek ve iyilik ayı kıl. Ey hilal, seni yaratan ve güzelleştiren Allah'a iman ettim. Ne yücedir o Allah ki, yaratanların en güzelidir."
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 542

1. Fırtına şiddetlendiğinde, rüzgara karşı dururlar ve iki dizleri üzerine kalkıp ellerini uzatarak şöyle dua ederlerdi: "Yarabbi, bu rüzgarın hayrını ve onunla gönderilenin iyiliğini Senden isterim. Onun şerrinden ve onunla gönderilenin zararından Sana sığınırım. Allahım onu bir Rahmet kıl ve azab vesilesi eyleme. Ya Rabbi onu rahatlık vesilesi kıl ve onu faydasız kılma."
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

2. Ailesi ile temasta bulunduklarında, elleriyle teyemmüm ederlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

3. Bir adamı yüzü koyun ve örtüsüz yatarken görürlerse, ayakları ile dürterler ve: "Bu Allahın en sevmediği bir yatış şekli" derlerdi.
Ravi: Hz. Şerid İbni Suveyd (r.a.)

4. Bir kimse ile vedalaşırken o adam elini bırakmadan bırakmaz ve "dinini, emanetini ve amellerin sonuçlarını Allaha emanet ederim" derdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

5. Cenaze kabre konduğunda şöyle derlerdi: "Bismillah ve billah ve fisebilillah ve alâ milleti Resûlillah."
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.a.)

6. Çocuklara ve ailelerine halkın en merhametlisi idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

7. Yeminleri çok kere "Hayır, kalblere tasarruf eden hakkı için" şeklinde olurdu.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

6. Çocuklara ve ailelerine halkın en merhametlisi idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

7. Yeminleri çok kere "Hayır, kalblere tasarruf eden hakkı için" şeklinde olurdu.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

8. En çok yaptıkları duaları şöyle idi: "Ya mukallibel kulûb, sebbit kalbî alâ dînike.": (Ey kalbleri çeviren Rabbım, kalbimi dinine sabit kıl) Bu husus sorulduğunda şöyle demişlerdi: "Hiç bir kimse yoktur ki, kalbi Allahın parmaklarından iki parmak arasında olmasın. Allah kimi dilerse onu doğrultur, kimi de dilerse onu kaydırır.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

9. Arefe gününde ekser duası şöyle idi: "Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîkeleh, lehül mülkü ve lehülhamdü, biyedihil hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr."
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

10. Ekseri orucu Pazartesi ve Perşembe idi. Bu husus kendisinden sorulduğunda şöyle buyururlardı: "Ameller Pazartesi ve Perşembe günleri sunulur. Her müslüman mağfiret olunur. Ancak birbirlerini terkeden kişiler müstesna. Allah teala "onları geri bırakın" buyurur.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

11. Orucunun ekserisi Cumartesi ve pazar günleri idi ve şöyle derdi: Bu günler müşriklerin bayram günüdür. Onlara muhalif hareket etmeyi severim.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 543

1. En çok okuduğu dua: "Rabbenâ âtinâ fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve ginâ azâbennâr" idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

2. Odasının kapısını tırnakla vururlardı.(Parmak ucuyla)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Mührü şerifi gümüşten ve taşı da Habeş akikindendi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

4. Yüzüğü gümüştendi ve taş yeri de yine gümüştendi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

5. Gözleri uyur, kalbi uyumazdı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

6. Ahlakı Kur'an idi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

7. Sancağı siyah, bayrağı beyaz idi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

8. Ekseriyetle Cuma günü gusl ederlerdi. Bazen de terk ettikleri olurdu.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

9. Bazen yarım baş ağrıları tutar ve bir iki gün mescide çıkamazlardı.
Ravi: Hz. Büreyde (r.a.)

yuksel dedi ki...

10. Oynamadan ve karıştırmaksızın namazda sakallarını tuttukları olurdu.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

11. Ailesine çok merhametli idiler.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

12. Çok merhametli idiler. Ona birisi geldiğinde eğer yanında bir şey var ise verirler, olmazsa vaad ederler ve vaadini de yerine getirirler idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

13. Vuruşu şiddetli idi. (Hiç bir güreşte sırtı yere gelmemişti eskiden)
Ravi: Hz. Muhammed İbni Ali (r.a.)

14. Sükutları uzun, gülmeleri kısa idi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

15. Döşekleri, insanın kabirde altına konan şeye yakın bir şeydi (çok hafifti) ve mescid baş taraflarında kalırdı.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

16. Döşekleri kıl kilim (palası) idi. (Bunu da kullanmadıkları vaki idi)
Ravi: Hz. Hafsa (r.anha)

17. Atına "Mürteciz" derlerdi. Devesine "Kusva", katırına, "Düldül" merkebine de "Ufeyr" derlerdi. Zırhına "Zâtül füdul" ve kılıcına da "Zülfikar" denilirdi.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

18. Muaşeretinde hafif yollu latifeci idiler.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

yuksel dedi ki...


18. Muaşeretinde hafif yollu latifeci idiler.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

19. Kıraatını uzatırlardı, (med yapar) fakat terci (titretme) yapmazlardı.
Ravi: Hz. Ebû Bekir (r.a.)
ünler m¡ J Á

yuksel dedi ki...

9. Bir kutusu vardı, ondan koku sürünürlerdi.
Ravi: Hz. Enes ra

10. Efendimiz (s.a.v)'in bir kılıcı vardı. Kabzası ve kınının ucu gümüş işlemeli idi. Ayrıca gümüşten halkaları vardı, ismine "Zülfikar" denilirdi. Ok ve yayı vardı, ismine "Zessedat" denirdi. Ok mahfazası vardı, ismine "Zelcuma" denirdi. Bakır işlemeli bir zırhı vardı, ona "Zatül fudul" denirdi. Kargısı vardı, "Enneb'âü" denirdi. Kalkanı vardı, "Zagan" denirdi. Al bir atı vardı, adına "Mürtecis" denirdi. Yağız bir atı vardı, ona "Sekıb" denirdi. Bir eğeri vardı, ona "raac" adı verilirdi. Boz bir katırı vardı, ona "Düldül" denirdi. Bir devesi vardı, "Kusva" denilirdi. Bir merkebi vardı, ona "Yafur" denirdi. bir yaygısı vardı, "kez" denilirdi. Bir harbisi vardı ona "Nemr" denirdi. Bir ibriği vardı, ona "Sadr" adı verilirdi. Bir aynası vardı, ona "Midelle" adı verilirdi. Bir makası vardı, ona "Câmi' " denilirdi. Beyaz bir çubuğu vardı, ona da "Memşûk" denilirdi.
Ravi: Hz İbni Abbas (r.a.)

11. Bir atı vardı "Zarib" derlerdi. Diğer bir atına da "Lizaz" derlerdi.
Ravi: Hz. Sehl İbni Saad (r.a.)

12. Bir atı vardı ki, ona "Lahîf" derlerdi.
Ravi: Hz. Sehl İbni Saad (r.a.)

13. Cam bardakları vardı. Ondan içerlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

14. Ağaçtan bir kabı vardı. Gece icab edince onu kullanırlardı.
Ravi: Hz. Emime binti Rakika (r.a.)

15. "Ğarrâ" denilen bir kabı vardı ki, onu dört kişi taşırdı.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Busr (r.a.)

16. Sürmedanlığı vardı. Her gece ondan üç birine, üç diğer gözüne sürme kullanırlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

9. Zan ile iş yapmaz, bir kimsenin diğer bir kimse aleyhine lafını kabul etmezdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

10. Bayramlarda ezan okutturmazdı.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

11. Meleklerin gelişi ve Cebrail (a.s) ile konuşması sebebiyle, sarımsak, soğan ve pırasa yemezlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

12. Çekirge, böbrek ve keler yemezlerdi. Fakat yasak etmemişlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

13. Dayanarak yemezdi. Arkasından iki şahsı bile yürütmezdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

14. (Hayberde) yahudi kadınının zehirli koyun yemeği hadisesinden sonra gelen hediyeden yemezlerdi. Ta ki emirleri üzerine hediyeyi getiren yiyinceye kadar.
Ravi: Hz. Ammar (r.a.)

15. Bir şeyi fenaya yormazdı, iyiye yorardı.
Ravi: Hz. Büreyde (r.a.)

yuksel dedi ki...

16. Gece uyanınca ağzını mutlaka misvaklardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

17. Gusl'den sonra abdest almazlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

18. Çamura basınca (bulaşınca) yine abdest almazlardı.
Ravi: Hz. Ebû Ümâme (r.a.)

19. Ramazan bayramına ancak iki kişinin şehadetinden sonra cevaz verirlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

20. Konuşmalarında tebessüm ederlerdi.
Ravi: Hz. Ebud Derda (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 546

1. Ramazan bayramında yemek yer çıkardı. Kurban bayramında ise kurban kesince yerdi.
Ravi: Hz. Büreyde (r.a.)

2. Yarına bir iş veya şey bırakmazlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Öğlenin farzından evvel dört rek'at, sabahın farzından evvel iki rek'at kılmayı bırakmazlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

4. Teheccüde kalkmayı hiç bırakmazlardı. Hastalık veya halsizlik hallerinde oturarak kılarlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

5. Sabah namazının sünnetini, seferde de, hazarda da, sağlıkta da, hastalıkta da bırakmazlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

6. "Eyyamül Bîyz" (ayın ortasında 13.14.15'inci günler tutulan üç günlük oruç) orucunu ne hazerde, ne de seferde bırakmazlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

7. İnsanlar kendisinden men edilmez ve bunun içinde dövülmezlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

8. Gerek gece, gerek gündüz uykudan uyanınca misvak kullanırlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

9. Söylediğini ekseriya üç defa söylerler ve bir daha kendisine sorulmazdı.
Ravi: Hz. Zeyyad İbni Saad (r.a.)

10. Güzel kokuyu red etmezlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

11. Farz namazdan sonra sünneti, farzı kıldığı yerde kılmazlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

12. Kendisinden bir şey istenince ya verir veya susarlardı.(yok demezlerdi)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

13. Sadece Hacer-i Esved ve Rüknü Yemani'yi istilam ederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

14. Biatte kadınların elini almazlardı.
Ravi: Hz. İbni Amr (r.a.)

15. Bir yudum su ile de olsa orucunu bozmadan akşam namazı kılmazlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

16. Bayram namazından evvel namaz kılmazlardı. Evine döndüklerinde iki rek'at kılarlardı.
Ravi: Hz. Ebû Enes (r.a.)

17. Cumadan ve akşamdan sonraki iki rek'atı ekseriya evde kılarlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

18. Bedeninde bir yara veya diken batmış bir yer olursa, üzerine kına korlardı.
Ravi: Hz. Selma (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 547

1. Gülmesi tebessümü geçmezdi.
Ravi: Hz. Câbir İbni Semure (r.a.)

2. Sefer dönüşünde eve gece gelmezdi.
Ravi: Hz. Enes(r.a.)

3. Cuma günü (hutbede) mev'izayı uzatmazlardı.
Ravi: Hz. Câbir İbni Semure (r.a.)

4. Hastayı ancak üç gün sonra ziyaret ederlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

5. Kendisine "Bismillahirrahmanirrahim" nazil olduktan sonra sure başını ondan anlarlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas ra

6. Ramazan bayramında evde, bazen yedi hurma yedikten sonra camiye giderlerdi.
Ravi: Hz. Câbir İbni Semure (r.a.)

7. Seferde ve hazerde şu beş şeyi yanında ayırmazdı. Ayna, sürmedanlık, tarak, misvak ve sakal tarağı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

8. Kur'anın tamamını üç günden az müddet içinde okumazlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

9. Karanlık bir evde, kandille aydınlanıncaya kadar, oturmazlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...


10. Bir meclisten kalkınca mutlaka şu duayı okurlardı: "Sübhaneke Allahümme Rabbî ve bi hamdike, lâ ilâhe illâ ente, estağfirüke ve etûbü ileyke" Ve şöyle buyururlardı: Her kim bulunduğu meclisten kalktığında bunları okursa o meclisteki hataları bağışlanır.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

11. Hemen hemen ev halkından bayram namazına çıkmayan bırakmazlardı.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

12. Hemen hemen hiç "Hayır" demezlerdi. Bir şey istenildiğinde onu yapmak isterlerse "Evet" derlerdi. Yapmak istemezlerse susarlardı.
Ravi: Hz. Muhammed İbni Hanefi (r.a.)

13. Hemen hemen kendisinden istenileni yaparlardı.
Ravi: Hz. Talha (r.a.)

14. Abdest alma ve sadaka verme işlerini kimseye bırakmazlar, bizzat kendileri yaparlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

15. Namaz kılanlar arasında onların en çok namaz kılanı ve zikredenler arasında da onların en çok zikredeni idiler.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

16. Yürüdüğü vakit geri dönmezlerdi. Eteği bir dala takılınca kendileri dönmez, arkadaşları kurtarırlardı.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

17. Akşam namazından kendilerini ne yemek ve ne de başka bir şey meşgul etmezdi. (Akşamı bir an evvle kılarlardı.)
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 548

1. Kendisinden istenileni vermesine hiç bir şey engel olamazdı.
Ravi: Hz. Ebû Useyd Es-sa'idi (r.a.)

2. Misvak kullanmadan uyumazlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

3. Uyudukları zaman misvak baş ucunda bulunurdu. Ve uyandıkları zaman da ilk önce misvak kullanırlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

4. "Secde" suresini ve "Tebarekellezî biyedihil mülk" suresini okumadan uyumazlardı.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

5. "Beni İsrail" ve "Zümer" surelerini okuduktan sonra uyurlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

6. Gülmekte ileri gitmezlerdi.
Ravi: Hz. Câbir İbni Semure (r.a.)

7. Bir menzilden ayrılınca iki rek'at namaz kılarlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

8. Bir şeyi yerken, içerken üflemez ve kabın içinde nefes almazlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

9. Kimseyi hoşuna gitmiyen şeyle yüzlemezlerdi. (Azarlamazlardı)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...

9. Kimseyi hoşuna gitmiyen şeyle yüzlemezlerdi. (Azarlamazlardı)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

10. Bir kimseyi vali olarak gönderecekleri zaman onun imamesini kendileri sarar ve ucunu da sağ kulağı arkasından sarkıtırlardı.
Ravi: Hz. Ebû Ümâme (r.a.)

11. Mü'minlerin zayıflarına gidip onları yoklar, hastalarını ziyaret eder, onların cenazelerinde hazır bulunurlardı.
Ravi: Hz. Sehi İbni Hanif (r.a.)

12. Getirilen hurma kurtlu ise, kurdunu ayıklardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

13. Yeni doğan çocuklar getirildiğinde, onlar için hayır ve bereket ister ve ağızlarına hurma koyar ve onlar için dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

14. Yaş hurmayı sağ tarafına, kavun karpuzu sol tarafına kor, yaş hurma ile kavun karpuzu beraber yerlerdi. Meyvaların kendisine en sevimli olanı bunlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

15. Cebrail (a.s)'dan ayetleri beşer beşer telakki ederlerdi.
Ravi: Hz. Ömer (r.a.)

16. Misk'i alıp onu sakalına ve başına sürerlerdi.
Ravi: Hz. Seleme İbni El Ekva (r.a.)

yuksel dedi ki...


17. Sakalını boyundan ve yanlarından düzeltirlerdi.
Ravi: Hz. İbni Amr (r.a.)

18. Kavun karpuzu yaş hurma ile yerlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

19. Yaş hurmayı yer, çekirdeğini tabağa korlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 549

1. Taze hurma ve kavunu çok yerlerdi ve "Bunlar güzel meyvalar" derlerdi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

2. Üzümü salkımından tutarak yerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

3. Hediyeyi yer, sadakayı yemezdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

4. Hıyarı yaş hurma ile yerlerdi.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Cafer (r.a.)

5. Üç parmakla yerler ve onları yıkamadan önce yalarlardı.
Ravi: Hz. Kaab İbni Malik ra.

6. Kavun karpuzu yaş hurma ile yer, bunun sıcaklığı diğerinin soğukluğunu, şunun soğukluğu da diğerinin sıcaklığını kırar derlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

7. Üç parmakla yer, dördüncüsünü yardımcı olarak kullanırlardı.
Ravi: Hz. Amir İbni Rabia (r.a.)

8. Ateş dokunan şeyden yer, sonra abdest yenilemeden namaz kılardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

9. Evlenmeyi emreder ve bekarlığı şiddetle red ederlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...

10. Ailelerine, uyuyacakları zaman "otuz üç kere Subhanallah, otuz üç kere Elhamdülillah otuz üç kere de Allahuekber" demelerini tavsiye ederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Münde (r.a.)

11. İnsanlar arasında bağlılık için hediye ile emrederlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

12. Küsuf (güneş tutulması) namazından önce köle azad etmeyi (ve sadaka vermeyi) emrederledi.
Ravi: Hz Enes (r.a.)

13. Nazara karşı okumayı emrederdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

14. Sadakayı fıtrı bayram namazından evvel vermeyi emrederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

15. Her iki bayramda, kızlarına ve hanımlarına bayram namazına çıkmalarını emrederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

16. Yabancılara ayrılık olsun diye "saçları" boyamayı emrederlerdi.
Ravi: Hz. Atabe ibni Abd (r.a.)

17. İnsanın bedeninden ayrılan şu yedi cüz'ün gömülmesini emrederlerdi. Saç, tırnak, kan, adet kanı, diş, pıhtı, çocuk doğduğunda atılması gereken maddeler.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

18. Müslüman olana sünnet olmayı emrederlerdi, seksen yaşında olsa bile.
Ravi: Hz. Katade (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 550

1. Adet halindeki zevcelerine gömlek üzerinden mübaşerette bulunurlardı.
Ravi: Hz. Meymune (r.anha)

2. Oruçlarını evvela içecek şeyle bozarlardı ve onu bir nefeste içmeyip iki veya üç nefeste içerlerdi.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

3. İftarda hurmadan başlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

4. Şehir dışına, su başlarına çıktıkları olurdu. (tenezzüh gibi)
Ravi: Hz. Âişe r,a

5. Havuzlara adam gönderir su getirtir ondan içer ve müslümanların ellerinin değdiği işde teberrük addederlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer ra

6. Arka arkaya aç yattıkları geceler vaki idi. Kendi ve ailesi efradının akşam yiyecek bir şey bulamadıkları olurdu. Ekmeklerinin çoğu arpa ekmeği idi.
Ravi: Hz. . İbni Abbas ra.

7. Beni Nadr hurmalarını satar ve lakin aile efradı için bir senelik hurma alıkorlardı.
Ravi: Hz. Ömer (r.a.)

8. İpek giyenleri takip eder ve çıkarttırırdı.
Ravi: Hz. Ebû Hureyre ra

yuksel dedi ki...


9. Hanımlarının evlerinde güzel koku arar ve sürünürdü.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

10. Menzilini (defi hacet yerini) temiz seçtiği gibi idrarda da dikkatliydiler.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

11. Pazartesi, Perşembe oruçlarını takip ederlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

12. Yüzüğünü sağ eline takarlardı.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Cafer (r.a.)

13. Yüzüğünü sol eline taktıkları da olurdu.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

14. Yüzüğünü sağ eline takarlardı. Sonra sol eline taktıkları da vaki idi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

15. Gümüşten yüzük takarlardı.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Cafer (r.a.)

16. Seferlerde geri kalan zuafayı yedeğine alır, kayırırdı. Ve onlara dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Cafer (r.a.)

17. Belanın zorlamasından, şekavete düşmekten, sui kazaya uğramaktan, düşmanların şerlerinden Allah'a sığınırdı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 551

1. Beş şeyden Allah'a sığınırdı: Korkaklıktan, cimrilikten, kötü yaşayıştan, kalb fitnesinden ve kabir azabından.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

2. Muavizeteyn sureleri nazil oluncaya kadar, cinlerden ve insan nazarından bazı dualarla Allah'a sığınırdı. (Euzubillah derlerdi.) Bu iki sure gelince onları okudu ve başkasını bıraktı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Ansızın ölmekten Allah'a sığınırlardı. Ölmezden önce hastalanmaktan hoşlanırlardı.
Ravi: Hz. Ebû Ümâme (r.a.)

4. Bir şeyi iyiye yorar, uğursuz saymaz ve güzel ismi severdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

5. Şiiri sevmezlerdi. Ancak, "Ummadığın yerden sana haberler gelir" şeklindeki beyti söylerlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

6. "İnsanı ihtiyarlık ve müslümanlık fena şeylerden korur." Mealindeki şiiri söylerlerdi.
Ravi: Hz. Hasan (r.a.)

7. Her ay ot tutunur ve her on beş günde bir tırnaklarını keserlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer ra.

8. Her namaz için abdest alırlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

9. Ateş dokunmuş sudan abdest alırlardı.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

yuksel dedi ki...


9. Ateş dokunmuş sudan abdest alırlardı.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

10. Abdest aldıktan sonra (hanımlarını) öper, öylece namaz kılar, abdest yenilemezlerdi.
Ravi: Hz Aişe (r.a.)

11. Abdest aldıklarında azalarını birer defa, ikişer defa, üçer defa yıkarlardı.
Ravi: Hz. Muaz (r.a.)

12. Temiz toprak ile teyemmüm yapar, ellerini ve yüzünü birer defa mesh ederdi.
Ravi: Hz. Muaz (r.a.)

13. Ramazanın son on günü ve gecesinde her zamandan fazla ibadete gayret ederlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

14. Yemek, içmek, abdest, giyinmek, almak ve vermek için sağ elini kullanırdı. Bunlardan başkası için de sol elini kullanırlardı.
Ravi: Hz. Hafsa (r.anha)

15. Yüzüğünün taş tarafını içeri avucuna çevririrdi. (Süs olmasın diye)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

16. Hz.Abbas (r.a)'a evladın babaya yaptığı tazimi gösterirdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
7A9-D0’ ; Ğ

yuksel dedi ki...

Sayfa: 552

1. Yerde dizlerini dikip ellerini önde bağlayarak otururlardı.
Ravi: Hz. İlyas İbni Salebe (r.a.)

2. Yerde oturur, yerde yer, koyununu kendi sağar, bir köle arpa ekmeğine çağırsa icabet ederdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

3. Minbere çıktığında müezzin (ezanı) birinceye kadar otururlardı. Sonra kalkıp hutbe okur, sonra hiç bir şey söylemeksizin otururlar, sonra kalkıp ikinci hutbeyi okurlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

4. Seferde öğlenle ikindiyi, akşamla yatsıyı cem ettiği vaki idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

5. Kavun karpuzla yaş hurmayı birleştirirlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

6. Namazda, muhacir ve ensarın, namazın erkanını almaları için kendilerine yakın durmalarından hoşlanırlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

7. Kabağı severlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

8. Temizliğinde, ayakkabı giymesinde, taranmasında ve her umurunda muktedir olduğu nisbette sağdan başlamayı severlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

8. Temizliğinde, ayakkabı giymesinde, taranmasında ve her umurunda muktedir olduğu nisbette sağdan başlamayı severlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

9. Gazaya perşembe günü çıkmayı severlerdi.
Ravi: Hz. Kaab İbni Malik (r.a.)

10. Üç hurma ile veya ateş dokunmamış bir şeyle iftar etmeyi severlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

11. Tatlı ve balı severlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

12. Hurma salkımını severlerdi ve daima ondan bir şey elinde bulunurdu.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

13. Meyvalardan kavun ve üzümü severlerdi.
Ravi: Hz. Muaviye ibni Yezid (r.a.)

14. Kaymakla kuru hurmayı severlerdi.
Ravi: Hz. İbni Bişr (r.a.)

15. Hıyarı severlerdi.
Ravi: Hz. Rubey ibni Muaviye (r.a.)

16. "Sebbihısme" suresini severlerdi.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

yuksel dedi ki...

16. "Sebbihısme" suresini severlerdi.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

17. Hacamat olurlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

18. Başlarından ve kürek aralarından kan aldırır ve "Kim böyle yaparsa herhangi bir şeyle tedavi görmemesinden ona bir şey zarar vermez buyururlardı.
Ravi: Hz. Ebû Kebşe (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 553

1. Başından hacamat ettirirler ve ona "Cankurtaran" derlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

2. Boyundan ve kürek kemiği civarından hacamat olurdu. Ayın on yedi, on dokuz ve yirmi birinci günlerinde kan aldırırlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

3. Öyle söz söylerdi ki, saymak isteyen kimse kelimeleri sayabilirdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

4. Bıyıklarını kısaltırlardı.
Ravi: Hz. Ummi Ayyas (r.a.)

5. Yeminleri, "Hayır, kalbleri çeviren hakkı için" şeklinde idi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

6. Zemzem suyu getirtirlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

7. Bayram namazlarına yürüyerek gider, yürüyerek dönerlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

8. Bayramlara yürüyerek çıkar, kametsiz, ezansız namazı kılar, sonra başka yoldan yine yüreyerek dönerdi.
Ravi: Hz. Ebû Rafiğ (r.a.)

9. Bayramlara seslerini yükselterek tehlil ve tekbirlerle çıkarlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

10. (Cuma) günü ayakta hutbe okurlar, her iki hutbe arasında oturur, Kur'andan ayetler okur, insanlara (Allah'ın nimetlerini) hatırlatırlardı.
Ravi: Hz. Câbir İbni Semura (r.a.)

11. Her Cuma "Kaf" suresinden hutbe irad ederlerdi.
Ravi: Hz. Umumi Hişam binti Haris (r.a.)

12. Bir kadına talib olunca şöyle derlerdi: Senin için şu şu ve Saadın "Cefne"si vardır (bir sini). Her nereye gidersen o Benimle beraber sana gelir.
Ravi: Hz. Sehl İbni Saad (r.a.)

13. Elbisesini diker, ayakkabısını yamar, bir erkeğin evde yapacağı her işi yaparlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

14. Hamama girer ve ot tutunurlardı.
Ravi: Hz. Vasile (r.a.)

15. Oruçlu iken, sahurdan sonra cünüb bulundukları ve sabaha karşı yıkandıkları vaki idi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

16. Arpa ekmeği ve eritilmiş iç yağına davet edilseler giderlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

17. Sıkıntı anında şu duayı okurlardı: "Lâ ilâhe illallahül azîmül halîm, lâ ilâhe illallahü Rabbül arşil azîm, lâ ilâhe illallahu Rabbüs semâvâtis Seb'i ve Rabbül ardı ve Rabbül Arşil kerim."
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 554

1. Gece veya gündüz bir saatte ezvac-ı tahirelerini yokladığı olurdu.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

2. Sarığı başına sarar ve ucunu arkadan iki kürek arasına sarkıtırdı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.a.)

3. Kurbanı kendi eliyle keserlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

4. Allah Tealayı zikirsiz geçirdiği vakit yoktu.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

5. Gece karanlıkta, gündüz aydınlığındaki gibi görürdü.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

6. Evladın babaya gösterdiği hürmeti Abbas (r.a) için gösterir, ona tazim eder, ona büyük saygı gösterir ve onun yeminini yerine getirirlerdi.
Ravi: Hz. Ömer (r.a.)

7. Yürürken, izarının arkasını toplar önünü sarkıtırdı.
Ravi: Hz. Yezid İbni ebu Hubeyd (r.a.)

8. Hayvana binince arkasına adam alırdı. Yemeğini yerde yer, kölenin davetine icabet eder ve merkebe binerlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

9. Merkebe eğersiz bindiği bile vaki olmuştur.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Utbe (r.a.)

yuksel dedi ki...


9. Merkebe eğersiz bindiği bile vaki olmuştur.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Utbe (r.a.)

10. Merkebe biner, ayakkabısını onarır, gömleğini yamar, yün yelek giyer ve "Benim sünnetimden yüz çeviren Benden değildir" derlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Eyyub (r.a.)

11. Cumadan önce dört, sonra da dört (rek'at) kılardı. Onların arasını bir şeyle ayırmazdı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

12. Ensarı ziyaret eder, çocuklarına selam verir ve onların (çocukların) başlarını okşardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

13. Abdestinden artan su ile misvaklanırdı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

14. Misvakı enlemesine kullanır, suyu emerek içerlerdi. Üç defa nefes alır ve derlerdi ki: "Bu türlü içmek daha iyi, hazmı daha kolay ve sıhhate daha uygundur."
Ravi: Hz. Rabia İbni Ektem (r.a.)

15. Sade öd ağac ile tütsülenir, ona bazen kafur da katardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

16. İftarda sütle iftar etmek hoşuna giderdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 555

1. Duanın muhtasar ve geniş manalısını severdi. Diğerlerini bırakırdı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

2. Sefere Perşembe günü çıkmayı severlerdi.
Ravi: Hz. Ummü Seleme (r.a.)

3. Dabağlanmış post üstünde namaz kılmayı severdi.
Ravi: Hz. Muğire (r.a.)

4. Bahçelerde namaz kılmayı severdi.
Ravi: Hz. Muaz (r.a.)

5. "Sugyâ" denilen yerden tatlı su getirilmesinden hoşlanırlardı. Diğer bir lafızda ise; Sugyâ kuyusundan kendisi için tatlı su getirilirdi denilmektedir.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

6. Tedavi için susam yağını burunlarına damlatır ve sedr suyu ile başlarını yıkarlardı.
Ravi: Hz. Ebû Cafer (r.a.)

7. İlk saf için üç kere, ikinci saf için bir defa istiğfarda bulunurlardı.
Ravi: Hz. İrbad (r.a.)

8. Duasına "Subhane Rabbiyel Aliyyil a'lel Vehhab" diyerek başlarlardı.
Ravi: Hz. Seleme İbni el Ekva (r.a.)

9. Savaşa: "Allah'dan müslümanların zaifleri hürmetine yardım dileyerek" başlarlardı.
Ravi: Hz. Ümeyy İbni Abdullah (r.a.)

yuksel dedi ki...

10. Yağmur taleb ettiğinde, ilk damlalarda, izarı hariç, diğer elbiselerini tamamen çıkarırlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

11. Elbiselerine meni bulaştığında izhir otu ile elbiselerini temizlerlerdi. Sonra namazını kılar, kuruduktan sonra ovar, gene onunla namazlarını kıldıkları vaki olurdu.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

12. Hasır üstünde namaz kılarlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

13. Kısrağa "Feres" adı verirlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

14. Hurma ile sütü "İki atyeb" (iki hoş şey) diye adlandırırdı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

15. Kendisinden bir koku gelmesi ona ağır gelirdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

16. Açlıktan beline taş bağlarlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

17. Namazda işaret ederdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

18. İçilecek şeyi üç seferde içer, başlarken besmele çeker, bitince "Elhamdülillah" derdi.
Ravi: Hz. Nevfel İbni Muaviye (r.a.)

19. Kadınlarla elbise üstünden musafaha ettiği vaki idi. (Rıdvan biatinde)

yuksel dedi ki...


19. Kadınlarla elbise üstünden musafaha ettiği vaki idi. (Rıdvan biatinde)
Ravi: Hz. Muakkıl İbni Yesar (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 556

1. Kabı, kedinin su içmesi için eğdiği, ve kedi su içtikten sonra kalan su ile abdest aldığı vaki idi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

2. Ayakkabıları ile namaz kıldığı vaki idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

3. Duha namazını altı rek'at kılarlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

4. Duhayı dört rekat kılarlardı. Ve Allah nasib ettiği kadar artırırlardı.
Ravi: Hz Aişe (r.a.)

5. Hurma lifinden yapılmış seccade üzerinde namaz kılarlardı.
Ravi: Hz. Meymune (r.anha)

6. Hayvan üzerinde (nafile) namaz kılarlar ve onun gittiği tarafa doğru namaza devam ederlerdi. Fakat farzlar için yere iner ve kıbleye istikbal ederlerdi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

7. Öğlenin farzından evvel iki, sonra da iki rek'at kılarlardı. Akşamdan sonra, evinde iki rek'at, keza yatsıdan sonra iki rek'at kılarlardı. Cumadan sonra dönünceye kadar namaz kılmaz ve evinde iki rik'at kılarlardı.
Ravi: Hz İbni Ömer (r.a.)

8. Gece on üç rek'at namaz kılarlardı. Üç rek'atı vitir ve iki rek'at sabah namazının sünneti bunlardandır.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

9. İkindiden evvel iki rek'at namaz kılarlardı.

yuksel dedi ki...

8. Gece on üç rek'at namaz kılarlardı. Üç rek'atı vitir ve iki rek'at sabah namazının sünneti bunlardandır.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

9. İkindiden evvel iki rek'at namaz kılarlardı.
Ravi: Hz Ali (r.a.)

10. Gece namazlarını ikişer ikişer kılarlar sonra misvak kullanırlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

11. Hasır üzerinde ve debağlanmış post üzerinde namaz kılarlardı.
Ravi: Hz. Muğire ra

12. İkindiden evvel iki rek'at namaz kılardı.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

13. Hasır üzerinde namaz kılarlardı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

14. Güneş meyl ettiğinde öğlenin farzından önce, aralarını ayırmadan bir selam ile dört rekat namaz kılar ve "Güneş meyl edince semanın kapıları açılır" buyururdu.
Ravi: Hz. Ebû Eyyub (r.a.)

15. Akşamla yatsı arası nafile namaz kılarlardı. İki rek'atla yirmi rek'at arası, (Evabin namazı)
Ravi: Hz. Ubeyd (r.a.)

16. Kendileri namaz kılarken Hasan ile Hüseyin (r.a) oynar ve arkasına çıkar otururlardı.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

17. Ashabına hizmet eden kişiyi görmezse, ona dua ederlerdi.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 557

1. Muharremin onuncu (aşûre) günü oruç tutar ve onu emrederlerdi.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

2. Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutarlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

3. Her ayın başında oruç tutarlardı. Cuma günlerini ekseriya oruçlu geçirirlerdi.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

4. Zilhiccenin dokuzuncu gününü, aşûre gününü ve her aydan üç günü oruçla geçirirlerdi. Ayın ilk Pazartesi, Perşembe ve diğer Cuma'nın Pazartesi gününü tutarlardı.
Ravi: Hz. Hafsa (r.anha)

5. Bir ayın Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günlerinde, diğer ayın ise Salı, Çarşamba ve Perşembe günlerinde oruç tutarlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

6. Boynuzlu ve siyah-beyazlı iki koç kurban eder ve keserken "Bismillah Allahu Ekber" derlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

7. Bir koyunu bütün ev halkı için keserdi.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Hişam (r.a.)

8. İçki cezasında nalın ve hurma değnekleri ile vururdu.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

9. Namazda sağ elini, sol eli üstüne koyar ve çok defa namaz kılarken sakalını tutarlardı.
Ravi: Hz . Amr İbni Haris (r.a.)

yuksel dedi ki...

10. Ata yem verirlerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

11. Bir gusülle bütün ailesini dolaştığı vaki idi.
Ravi: Hz. Enes(r.a.)

12. Rüyayı güzel isme göre yorardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

13. Güzel rüya hoşuna giderdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

14. Tirid hoşuna giderdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

15. Bir hacet için çıktıklarında: "Hayır ve bereketle ve zaferle git" denilmesini severdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

16. Kına çiçeğinin kokusundan hoşlanırlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

17. Kabak hoşlarına giderdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

18. Adamın en çok sevdiği isimleri ve künyesi ile çağrılmasından hoşlanırdı.
Ravi: Hz. Hanzele (r.a.)

19. Taze hurma ile karpuzu severdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 558

1. Taze hurma bulundukça onunla iftar etmek hoşuna giderdi. Taze hurma olmazsa kuru hurma ile orucunu bozardı. Ve bir, üç, beş, yedi olmak üzere tek olarak yerdi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

2. Turuncu ve kırmızı güvercinlere bakmak hoşuna giderdi. (İbni Kali "kırmızı güvercin" sözü ile elmayı kastettiğini söyler)
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

3. Yeşile ve akarsuya nazar etmek hoşuna giderdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

4. Gece teheccüd kılmaktan hoşlanırdı.
Ravi: Hz. Cündüp (r.a.)

5. Duayı ve istiğfarı üçer defa yapmak hoşuna giderdi.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

6. Kol etinden hoşlanırdı.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

7. Kürek eti ve kol etinden hoşlanırlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

8. Soğuk tatlıdan hoşlanırlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

9. Güzel kokudan hoşlanırlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

10. İyiye yormayı sever, uğursuzluk addetmekten hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

11. Düşmanla zeval vakti karşılaşmayı isterlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Evf (r.a.)

12. Kabların örtülü olmasından hoşlanırlardı.
Ravi: Hz. Ebû Cafer (r.a.)

13. Hurmayı salkımı ile tutrak yemekten hoşlanırdı.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

14. Sarı bakır tastan abdest almaktan hoşlanırdı.
Ravi: Hz. Zeyneb binti Cahş (r.anha)

15. Namazda ayetleri saydığı da olurdu.
Ravi: Hz. İbni Amr (r.a.)

16. Bir tarafa teveccüh buyurunca kendinden evvel güzel kokuları farkedilirdi.
Ravi: Hz. İbrahim (r.a.)

17. Tesbihi sayarlardı.
Ravi: Hz. İbni Amr (r.a.)

18. Ashabı Kiramına, humma ve bütün ağrılara karşı şu duayı okumalarını öğretirlerdi: "Bismillahil kebîr, eûzübillahil Azîm min şerri külli ırkın neârin, ve min şerri harrin nar." (Büyük Allah adıyla, atan her damarın şerrinden ve ateşin hararetinin verdiği zarardan yüce Allah'a sığınırım"
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

yuksel dedi ki...

1. Ev hizmetlerini yaparlar ve ekseriya dikilecek şeyleri de dikerlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

2. İtikafta olduğu halde hastayı ziyaret ederlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

3. Anlaşılması için sözü üç defa tekrarlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

4. Gusulde kullandığı su bir sa' (1040 dirhem=3.3 kg) abdestte kullandığı ise bir "müd" idi. (müd =800 gr)
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

5. Ailesi ile birlikte aynı kaptan guslederlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

6. Cuma günü, Ramazan ve Kurban bayramı günleri ve arefe günü guslederlerdi.
Ravi: Hz. Fakih İbni Saad (r.a.)

7. Tahareti üç defa yaparlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

8. Çirkin ismi değiştirirdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

9. Akşam namazdan önce taze hurma ile iftar ederdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

10. Elbisesini temizler, koyununu sağar, şahsi hizmetlerini bizzat yaparlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

11. Hediyeyi kabul eder, onun karşılığını da verirlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

12. Söz söylerken kavmin en şeririne lafını teveccüh ettirirlerdi. Ki onunla ünsiyet kursun.
Ravi: Hz. Amr İbni As (r.a.)

13. Oruçlu iken, ihramda iken, abdestli iken ailelerini öper, sonra abdest yenilemeden namazını kılardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

14. Oruçlu iken ailesini öperdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

15. İhramlı iken ailesini öperlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

16. Aileleri arasında adil bir şekilde taksim yaparlar ve şöyle dua ederlerdi: "Allahım, muktedir olduğum ölçüde bu benim yaptığım taksimdir. Senin sahip olduğun ve benim malik olmadığım hususlarda beni muahaze teme Allahım."
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

17. Seferde namazı kasr eder ve tamam kıldığı da olurdu. Keza seferde orucu açar, bazen de tutardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

18. Kıraatını ayet ayet okurlardı. "Elhamdülillahi Rabbil alemin" der durur, sonra "Errahmanirrahim" der, dururlardı.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

19. Ramazan bayramı günü karşısına geçip def çalındığı olurdu. (O da ses çıkarmazdı.)
Ravi: Hz. Kaya İbni Saad (r.a.)

20. Cuma günü namaza gitmeden önce, tırnaklarını keser, bıyıklarını kısaltırlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 560

1. Birisine kızınca "Ne oluyor o alnı topraklanasıcaya" derlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

2. Horoz ötünce namaza kalkarlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

3. Ayakları yarılıncaya kadar ibadet ettikleri olurdu.
Ravi: Hz. Muğire (r.a.)

4. Hutbe aralarında tekbir getirir ve bayramların hutbelerinde çok tekbir alırlardı.
Ravi: Hz. Ebû Rafi (r.a.)

5. Oruçlu iken sürmelenirlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Rafi (r.a.)

6. Her gece sürme çeker, her ay hacamat olur ve her yıl ilaç içelerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

7. Çok kere başını örterlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

8. Çok kere başını örter, başını yağlar ve sakalını da tararlardı.
Ravi: Hz. Sehl İbni Saad (r.a.)

9. Zikri çok eder, lüzumsuz işten sakınır, namazı uzun kılar, hutbeyi kısa yapar ve dullar, miskinler ve köle ile beraber yürüyüp onların hacetlerini görmekten çekinmezlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

yuksel dedi ki...


8. Çok kere başını örter, başını yağlar ve sakalını da tararlardı.
Ravi: Hz. Sehl İbni Saad (r.a.)

9. Zikri çok eder, lüzumsuz işten sakınır, namazı uzun kılar, hutbeyi kısa yapar ve dullar, miskinler ve köle ile beraber yürüyüp onların hacetlerini görmekten çekinmezlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

10. Gizli nikahtan hoşlanmaz, def ile ilanını isterlerdi.
Ravi: Hz. Ebul Hasan El Mazini (r.a.)

11. Atın "Şikkâlını" sevmezlerdi. (Üç ayağının rengi değişik olması)
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

12. Kaba ve iri sesle söyliyenlerden hoşlanmazdı. Kişinin sesini kısmasını severlerdi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

13. Dağlanmak ve sıcak yemekten hoşlanmazdı. "Yemeği soğutunuz. Zira o berekettir, Sıcak yemekte bereket olmaz" buyururlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

14. Kına kokusundan hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

15. Namazda esnemekten hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Ebû Ümâme (r.a.)

yuksel dedi ki...

Sayfa: 561

1. Harpte gürültü yapmaktan hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Ebû Mûsa (r.a.)

2. "Nübüvvet mührü"nün görülmesinden hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Ubâde İbni Amr (r.a.)

3. Bir kimsenin arkasından gelmesinden hoşlanmazlardı. Fakat sağından veya solundan gitmesini isterlerdi.
Ravi: Hz. Amr İbni As (r.a.)

4. Suallerden hoşlanmazlardı. (Fitneyi mucip sualleri de ayıplardı) Ancak Ebu Ruzeyn'in sualleri hoşuna gider ve ona icabet ederlerdi.
Ravi: Hz. Ebû Ruzeyn (r.a.)

5. Kanın feveranından hoşlanmazlardı. Ancak üç günden sonra örtü üstünden aileleri ile mübaşeretleri vaki olurdu.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

6. Yemeğin ortasından yemekten hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Selman (r.a.)

7. Yemeğin üzerindeki dumanı zail olmadan, yenilmesinden hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Cuveyriye (r.anha)

8. Camide şiddetli aksırmaktan hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

9. Kadının elinde kına eseri olmamasından hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

yuksel dedi ki...

10. Ayağının pabuçtan dışarı, pabucunun da ayağından dışarı çıkmasından hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Ziyad İbni Saad (r.a.)

11. Kelerin yenilmesinden hoşlanmazlardı.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

12. Koyundan yedi şeyi sevmezdi: Öd kesesi, mesane husyeleri, erkeklik ve dişilik uzuvları, guddeler ve kan. Koyunun ön tarafından hoşlanırlardı.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.a.)

13. Bevl dolayısıyle böbreklerden hoşlanmazları.
Ravi: H. İbni Abbas (r.a.)

14. Kızlarına ipek baş örtüsü kullandırırlardı.
Ravi: Hz. ibni Ömer (r.a.)

15. Bayram ve Cumalarda kırmızı bir aba giyerlerdi.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)

16. Yenleri ve boyu kısa gömlek giyerlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

17. Topukları yukarı, yenleri parmak uçlarına kadar olan gömlek giyerlerdi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

18. Beyaz takke giyerdi.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)
v” < ß

yuksel dedi ki...

Sayfa: 562

1. Başa yatık, beyaz, kalansüve (başlık) giyerlerdi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

2. Sarıklarının altında ve sarıksız olarak kalansüve giyerler, o olmadan da sarık sararlar, Yemen mamulü takke de giyerlerdi ki, beyaz bir serputşu. Keza harpte kulaklarına kadar o serpuşun uçları inerdi. Çok kere namaz kılarken, kalansüveyi çıkarıp, sütre olarak önlerine koydukları olurdu. Silahına, atına ve eşyasına isim vermek adet-i seniyelerinden idi.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

3. Yumuşak sahtiyan ayakkabı giyerlerdi. Sakallarını za'feran ve vers ile boyadıkları olurdu.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)

4. Namazda sağ veya sola meylettiği olurdu. Fakat başını geriye çevirdiği vaki olmamıştır.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

5. Namazda kendisinin arkasında önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra da kadınlar saf tutarlardı.
Ravi: Hz. Ebû Malik el Eş'ari (r.a.)

6. Abdestte yüzünü libasının ucu ile kuruladığı vaki idi.
Ravi: Hz. Muaz (r.a.)

7. Öyle yürürdü ki, yürüyüşünden aciz ve tembel olmadığı anlaşılırdı.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

8. Nefes alıp verdiği duyulacak şekilde uyuduğu, sonra kalkıp abdest yenilemeden namaza devam ettiği vaki idi.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)

9. Cuma günü minberden indiğinde, haceti olan bir kişi ile konuştuktan sonra, mihraba geçip namaz kıldıkları vaki idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...


9. Cuma günü minberden indiğinde, haceti olan bir kişi ile konuştuktan sonra, mihraba geçip namaz kıldıkları vaki idi.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

10. Son sözü: "Namaza, namaza (dikkat edin) idareniz altında bulunanlar ve memlükleriniz hususunda Allah'tan korkun." Oldu.
Ravi: Hz Ali (r.a.)

11. Son sözü: "Allah yahudi ve nasarayı helak etsin. Onlar Peygamberlerinin kabirlerini mescid ittihaz ettiler. Arab topraklarında iki din kalmasın" demek olmuştur.
Ravi: Hz. Ubeyde (r.a.)

12. Hz. Peygamberin son sözleri: "Celâle Rabbî errefî' fekad bellağtü" (Rabbimin yüce Celalini ihtiyar ettim ve emrolunduğumu tebliğ ettim) olmuş ve sonra irtihal buyurmuşlardı.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)

yuksel dedi ki...

Ben kulumun zannı üzereyim.
-(Sözler sh:38)

Güzel ve duru olanı al, çirkin ve keder vereni bırak.

Risale-i Nur külliyatı'ndaki
Ayet ve Hadislerin Mealleri ve Me'hazleri.sy.20.
Envar Neşriyat.

yuksel dedi ki...

95. Sonra bu kötülük/sıkıntı yerine iyilik (ve bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar (ibret almak şöyle dursun, yine isyana başlayıp): “Babalarımızın başına da sıkıntı ve felaket, iyilik ve bolluk geldi (bunlar normal)” dediler. Bu sırada hiç hatırlarından geçmezken onları ansızın (azabımızla) yakalayıverdik. [krş. 7/130-131]

(Çağlar boyu otorite ve saltanatlarının elinden gideceğinden ve Allah’ın emirlerinin hâkim olacağından korkan Firavun ve benzerleri, peygamberleri kendilerine rakip, onlara inananları da potansiyel suçlu görerek onlara her türlü eziyeti reva görmüşlerdir. Halbuki yüce Allah kullarının din ve ahlâklarının bozulmasından ve onları kula kulluktan kurtarmak için emirlerini bildiren peygamberler göndermiştir. Ama onları dışlayan, emirleri kabullenmeyen, akıllarına, hevâlarına ve tâğûtlara tapan âsî kavimlere, ilâhî kanun gereği, bazen darlık, kuraklık, kıtlık ve afet şeklinde uyarılar gelmiş, fakat bunun karşısında, “Bunlar tabiat olayları/doğal afetlerdir.” deyip geçmişler, bazen de bolluk ve rahat verilince onun da bir imtihan olduğunu düşünmeyip şımarıp azmışlar, yüce Allah’ın takdirini, O’na sığınmayı , tevbe ve şükrü unutmuşlardır. Böylece de helak olup gitmişlerdir.)

96. Eğer o memleketlerin halkı, iman edip (Allah’a karşı inkâr ve isyandan) sakınsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluk (kapı)larını açardık. Fakat (peygamberlerini) yalanladılar, biz de kazandıkları (günahları) yüzünden onları (azapla) yakaladık. [bk. 10/98; 34/34; 37/147-148]

97. (Yoksa o) memleketlerin (inkârcı) halkı geceleyin kendileri uyurken, azabımızın onlara gelmesinden emin mi oldular?

yuksel dedi ki...

98. Ya da o memleketlerin halkı kendileri oynayıp eğlenirken bir kuşluk vaktinde azabımızın onlara gelmesinden emin mi oldular?

99. Onlar, Allah’ın (azap) tuzağından (kurtulup) emin mi oldular? Fakat (nefislerine uyup) kendilerine yazık eden topluluktan başkası, Allah’ın (mühlet verdiği azap) tuzağından emin olmaz.

(Allah’a gönülden inananlar, O’nun azabından her an korkarlar ve O’na karşı her türlü saygısızlıktan kaçınırlar. Ancak inanmayanlar, Allah’tan korkmazlar ve O’nun emir ve yasaklarını hiçe saydıklarından kendilerini güvende zannederler. Halbuki afetlerin ne zaman ve nereye geleceği belli olmaz.) [bk. 7/4; 16/45]

100. (Önceki) sahiplerin(in helakin)den sonra, dünya mülküne vâris olanları şu (gerçek olaylar) yola getir(ip hâlâ uyandır)madı mı! Eğer biz dileseydik, günahları yüzünden onları felâkete uğratır ve kalpleri üzerine mühür basardık da onlar (hakikati) işitmezlerdi.

101. İşte o memleketler… Sana onların haberlerinden (bazısını) anlatıyoruz: Andolsun ki onlara peygamberleri açık deliller getirmişti. Fakat daha önce yalanladıkları şeylere iman edecek değillerdi. Allah kâfirlerin kalbini (küfürlerindeki inatları sebebiyle) işte böyle mühürler. [bk. 11/101-102; 17/15]

yuksel dedi ki...

102. Biz, onların çoğunda (iman ve itaat) sözüne bağlılık bulamadık. Onların çoğunu gerçekten itaatten çıkmış kimseler bulduk.

103. Sonra onların (o peygamberlerin) ardından Musa’yı[23] âyetlerimizle (mucizelerimizle) Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına gönderdik Onlar da (inkâr ederek) âyetlerimize haksızlık ettiler. Bak, fesat çıkaranların sonu nasıl oldu?

104. Musa dedi ki: “Ey Firavun! Muhakkak ki ben âlemlerin Rabbi katından (gönderilmiş) bir Resûlüm.”

105. “(Benim için) doğru olan görev, Allah’a karşı haktan başkasını söylemememdir. Doğrusu size, Rabbinizden bir âyet (peygamberliğime şahit bir mucize) ile geldim, artık İsrâiloğulları’nı benimle (Şam’a)[24] gönder.”

106. (Firavun) dedi ki: “Eğer bir âyet (mucize) ile geldiysen ve eğer doğru söyleyen birisi isen haydi getir de (göster) onu!”

107. Bunun üzerine (Musa) âsâsını (yere) attı. Bir de ne görsünler; o, apaçık bir ejderha (oluver)di.

108. Elini (koltuğuna sokup) çıkardı, bir de ne görsünler; o, bakan kimseler için bembeyaz (gözleri kamaştıran bir el)dir!

yuksel dedi ki...

109. Firavun’un kavminden ileri gelenler dedi ki: “Doğrusu bu çok bilgili bir sihirbazdır.”

110. “Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor.” (Firavun): “Öyleyse ne buyurursunuz?”[25]

111. Dediler ki: “Onu ve kardeşini (Harun’u) beklet; (bu sırada) şehirlere toplayıcı (tellâl)lar gönder.”

112. “Bilgili sihirbazların hepsini sana getirsinler.”

113. Sihirbazlar Firavun’a geldi(ler): “Eğer galip gelenler biz olursak, bize elbet bir mükâfat var, değil mi?” dediler.

114. (Firavun:) “Evet” dedi, “hem de siz, mutlaka (benim) yakınlar(ım)dan olacaksınız.”

115. (Sihirbazlar:) “Ey Musa! Sen mi (hünerini önce) ortaya koyacaksın, yoksa (önce) biz mi koyalım?” dediler.

116. (Musa:) “Siz ortaya koyun.” dedi. (Onlar ellerindeki ip ve sopaları) atınca, insanların gözlerini büyülediler. Onlara (kıvranıp gezinen büyük yılanlar gösterip) korku saldılar; büyük bir sihir (meydana) getirdiler.

yuksel dedi ki...

117. Biz de Musa’ya: “Âsânı bırak.” diye vahyettik. Bir de ne görsünler; o, (sihirbazların) uydurup gösterdiklerini yakalayıp yutuyor (yok ediyor)du.

118. İşte gerçek meydana çıktı ve onların yaptıkları boşa gitti.

119. İşte orada yenildiler ve küçük düştüler.

(Çünkü batıl ve batıla dayalı şeyler, vahye dayalı hareketler karşısında eriyip yok olurlar. Fakat ortaya konulan hak, batıla bulanmış veya batılla karıştırılmışsa, hak olma özelliğini kaybedecek ve batıla tesir edemeyecektir. Eğer Hz. Musa da onların öğrendikleri düzen ve düzeneklere başvursa idi, yılanlar, toplanılan o meydanda birbiriyle boğuşurlardı. Fakat Hz. Musa vahye dayandığı için onların hepsi yenik düştüler.) [krş. 20/69; 21/29 ve 109. sûre]

120. Sihirbazlar (bu yenilgi üzerine) secdeye kapandılar.

121-122. “…Musa ve Harun’un Rabbi olan âlemlerin Rabbine iman ettik.” dediler.

123. Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona iman ettiniz ha! Şüphesiz bu, halkını oradan çıkarmak için şehirde (aranızda anlaşarak) kurduğunuz bir tuzaktır. Yakında (başınıza neler geleceğini) bileceksiniz.”

124. “Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım.” [krş. 5/33; 20/71]

125. (Onlar:) “Şüphesiz biz (her hâlükârda ölüp) Rabbimize döneceğiz.” dediler.

yuksel dedi ki...

126. “Ve sen ancak, Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde (onlara) iman ettik diye bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Üstümüze (bol) sabır yağdır, bizi müslümanlar olarak öldür.” dediler.

(İşte Firavun, Nemrut ve benzerleri, kendi otoritelerine ters düşenlere, vahye ve tevhide tâbi olanlara çeşitli cezalar uygulamışlardır. Çünkü bu tür kişiler, kendilerini rab yerinde gördüklerinden, gerek Allah’a ve Peygamber’e iman, gerekse onların emirlerine itaat, ancak kendi izinleri ölçüsünde olsun isterler (20/71). Her ne kadar bir zaman Fransız İhtilâli’nde “Sezar (Kral)’ın hakkı (hukuku) Sezar’a, Tanrı’nınki de Tanrıya göredir.” denmişse de Tanrı’nın haklarını vermede/emirlerini yerine getirmede de yine kral tanrı durumuna geçen Sezar’ın izni geçerli olmuştur. Firavun ve ileri gelenlerinin korkuları, inananların çoğalması ve sistemlerinin çökmesinden ileri gelmektedir. Çok kimse, sihirbazların bu iman cesaretini gösterememiştir.) [bk. 5/59; 9/74; 12/106 ve açıklaması; 20/70-74; 26/46-49; 85/4-8]

127. Firavun kavminin ileri gelenleri (Firavun’a): “Musa ve kavmini, bu yerde (Mısır’da) bozgunculuk etmeleri (senin rabliğini tanımayıp insanları senin aleyhine tahrik etmeleri), (Musa’nın da) seni ve (seni temsîlen dikilen ve tapınmalarına izin verdiğin)[26] ilâhları terk etmesi için mi bırakıyorsun?” dedi(ler. Firavun da:) “Oğullarını öldürteceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız; elbette biz, onların üstünde otoriter (bir güc)üz.” dedi.

128. Musa, kavmine: “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı yapar. (Güzel) âkıbet (Allah’ın emirlerine) uygun yaşayanlar içindir.” dedi.

yuksel dedi ki...

......
Feyzü'l Furkan Tefsirli Kur'an-ı Kerim Meali.sy.161,162,163,164.
A'râf Suresi.

yuksel dedi ki...

Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir.
(Bakara Suresi, 2:269)
Risale-Nur külliyatı'ndaki.
Ayet ve Hadislerin Mealleri ve Me'hazleri
Envar neşriyat.sy.34.

yuksel dedi ki...

Bu latif kıymettar göz ve kulağı verecek ancak rabbinizdir.
sözler
risale-i Nur kulliyatı

yuksel dedi ki...

Hediyeleşiniz ;hediye sevgiyi katlar ve kinleri giderir.
Bir Hadis-i Şerif

yuksel dedi ki...

Her nerede kıbleye yönelirseniz Allah c.c. rızası oradadır.
Bakara suresi:115.

yuksel dedi ki...

Allah c.c. ın sevgisinin aşıp O'nun dışındakileri (O'nu unutturacak şekilde) sevenlerin vay haline!
Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt 13. sy.323.

yuksel dedi ki...

Allah c.c.yakınlarını namahremlerden kıskanan kullarını sever.
Bir Hadis-i Şerif
Rabbine hamd ederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiretini dile.Çünkü O tövbeleri çok kabul edicidir.
Nasr Suresi .3.
Bir Ayet.

yuksel dedi ki...

Su gibi doyurucu , samimi, dürüst açıķ..

Yüksel dedi ki...

Kimyasal ilaçların önemli bir kısmı artik kesin tedavi değil hayat boyu alınması gerekecek şekilde dizayn ediliyor. İnsanlar belli bir yastan sonra omur boyu çeşitli ilaçlarla yasamaya mahkum ediliyor. Bundan bir süre sonra once böbrekleri olumsuz etkiliyor ve diğer sağlık sorunlarını da tetikliyor.
Kaynak
Dünyada ilaç ve kimya Terörü
Ismail yokalak

Yüksel dedi ki...

Şer'i bir kaidedir.. zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez. Sözler sy 147

Yüksel dedi ki...

Bilgi hayat kurtaran en etkili güçtür.
Dünyada ilaç ve kimya Terörü sy 148

yuksel dedi ki...

Yirmi Birinci Söz
[İki Makamdır]
Birinci Makam




Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: "Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor."
O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra nefsimi dinledim, işittim ki, aynı sözleri söylüyor. Ve ona baktım, gördüm ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım, o zât, o sözü bütün nüfûs-u emmârenin nâmına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman, ben dahi dedim: "Mâdem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım."
Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil "Beş İkaz"ı benden işit.
Birinci İkaz
Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?
Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyf için ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki, ömrün azdır, hem fâidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayat-ı ebediyenin saadetine medâr olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Şüphesiz namaz, müminler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır. (Nisâ Sûresi: 103.)

yuksel dedi ki...

İkinci İkaz
Ey şikemperver nefsim! Acaba, her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu?
Mâdem vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise, hâne-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdâsı, ruhumun âb-ı hayatı ve latîfe-i Rabbâniyemin hava-i nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.
Evet, nihayetsiz teessürât ve elemlere mâruz ve mübtelâ ve nihayetsiz telezzüzâta ve emellere meftun ve pürsevdâ bir kalbin kùt ve kuvveti, herşeye kàdir bir Rahîm-i Kerîmin kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir.
Evet, şu fânî dünyada kemâl-i sür’atle vâveylâ-i firâkı koparan giden ekser mevcudâtla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise, herşeye bedel bir Ma’bud-u Bâkînin, bir Mahbub-u Sermedînin çeşme-i rahmetine, namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.
Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtın aynası olan ve nihayetsiz derecede nâzik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latîfe-i Rabbâniye, şu kasâvetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümâtlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pekçok muhtaçtır. Ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.
Üçüncü İkaz
Ey sabırsız nefsim! Acaba, geçmiş günlerdeki ibâdet külfetini ve namazın meşakkatini ve musîbet zahmetini bugün düşünüp muztarip olmak, hem gelecek günlerdeki ibâdet vazifesini ve namaz hizmetini ve musîbet elemini bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır?
Şu sabırsızlıkta misâlin şöyle bir sersem kumandana benzer ki: Düşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde, o tutar, mühim bir kuvvetini sağ cenâha gönderir, merkezi zayıflaştırır. Hem, sol cenahta düşmanın askeri yok iken ve daha gelmeden büyük bir kuvvet gönderir. "Ateş et!" emrini verir. Merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar, merkeze hücum eder, târ ü mâr eder.
Evet, buna benzersin. Çünkü, geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmuş. Elemi gitmiş, lezzeti kalmış; külfeti, kerâmete iltihak ve meşakkati, sevâba inkılâb etmiş. Öyle ise, ondan usanç almak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzım gelir. Gelecek günler ise, mâdem gelmemişler, şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek, aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp, bağırıp çağırmak gibi bir divâneliktir.
Mâdem hakikat böyledir, âkıl isen, ibâdet cihetinde yalnız bugünü düşün. Ve, "Onun bir saatini ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete sarf ediyorum" de. O vakit senin acı bir fütûrun, tatlı bir gayrete inkılâb eder.
İşte ey sabırsız nefsim! Sen, üç sabır ile mükellefsin: Birisi tâat üstünde sabırdır, birisi mâsiyetten sabırdır, diğeri musîbete karşı sabırdır.

yuksel dedi ki...


Aklın varsa, şu Üçüncü İkazdaki temsilde görünen hakikati rehber tut. Merdâne, "Yâ Sabûr" de, üç sabrı omuzuna al. Cenâb-ı Hakkın sana verdiği sabır kuvvetini, eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musîbete kâfi gelebilir. Ve o kuvvetle dayan.
Dördüncü İkaz
Ey sersem nefsim! Acaba, şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki, bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır. Ve fütursuz çalışırsın. Acaba, bu misafirhâne-i dünyada âciz ve fakir kalbine kùt ve gınâ ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıdâ ve ziyâ ve herhalde mahkemen olan Mahşerde senet ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsünde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir? Veyahut ücreti az mıdır?
Bir adam sana yüz liralık bir hediye vaad etse, yüz gün seni çalıştırır. Hulfü’l-vaad edebilir. O adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulfü’l-vaad, hakkında muhâl olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana vaad etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu vaadinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir te’dibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada, hapsin korkusundan, en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde, Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve latîf bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?
Beşinci İkaz
Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibâdetteki fütûrun ve namazdaki kusurun, meşâgil-i dünyeviyenin kesretinden midir? Veyahut derd-i maîşetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun?
Sen istidad cihetiyle bütün hayvanâtın fevkınde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedârikte, iktidar cihetiyle, bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakiki bir insan gibi, hakiki bir hayat-ı dâime için sa’y etmektir.
Bununla beraber, meşâgil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana âit olmayan ve fuzûlî bir sûrette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyânî meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güyâ binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz mâlûmât ile vakit geçiriyorsun. Meselâ, "Zühalin etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?" ve "Amerika tavukları ne kadardır?" gibi kıymetsiz şeylerle kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güyâ, kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun!
Eğer desen: "Beni namazdan ve ibâdetten alıkoyan ve fütur veren, öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maîşetin zarûrî işleridir."

yuksel dedi ki...

Öyle ise, ben de sana derim ki: Eğer yüz kuruş bir gündelik ile çalışsan, sonra biri gelse, dese ki, "Gel on dakika kadar şurayı kaz. Yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın." Sen ona, "Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek. Nafakam azalacak" desen, ne kadar divânece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.
Aynen onun gibi, sen, şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer, sen, istirahat ve teneffüs vaktini ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medâr olan namaza sarf etsen, o vakit bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki mâden-i mânevî bulursun:
• Birinci mâden: Bütün bağındaki Hâşiye yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebâtın, her ağacın tesbihâtından, güzel bir niyet ile, bir hisse alıyorsun.
• İkinci mâden: Hem, bu bağdan çıkan mahsülâttan kim yese-hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun-sana bir sadaka hükmüne geçer; fakat o şart ile ki, sen, Rezzâk-ı Hakiki nâmına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevzîât memuru nazarıyla kendine baksan.
İşte, bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder! Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki mâdenden mahrum kalır, iflas eder. Hattâ, ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. "Neme lâzım," der. "Ben zâten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceğim?" diyecek, kendini tenbelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: "Daha ziyâde ibâdetle beraber, sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ, kabrime daha ziyâde ışık göndereceğim. Âhiretime daha ziyâde zahîre tedârik edeceğim."
Elhâsıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona mâliksin. Öyle ise, hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakal, günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi, hakiki istikbâl için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccâdeye at.
Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümâtlı ve perişan bir halde gider. Senin aleyhinde âlem-i misâlde şehâdet eder. Zîrâ herkesin, her günde, şu âlemden, bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki aynanda görünen muhteşem bir saray, aynanın rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür; kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem, onun keyfiyetine bakar; o ayna şişesi düzgün ise sarayı güzel gösterir, düzgün değil ise çirkin gösterir. En nâzik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle kendi âleminin

Hâşiye
Bu makam bir bağda, bir zâta bir derstir ki, bu tarz izah ile beyân edilmiştir.

yuksel dedi ki...

şeklini değiştirirsin; ya aleyhinde, ya lehinde şehâdet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile, o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdetâ, namazın, bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi o âlemin zulümâtını dağıtır. Ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karma karışık perişâniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitâbet-i kudret olduğunu gösterir, -1- âyet-i pürenvârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikâsıyla ışıklandırır. Senin lehinde nurâniyetle şehâdet ettirir.
Sakın deme, "Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede!" Zîrâ bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmâl ve tafsil ile olduğu gibi, senin ve benim gibi bir âmînin -velev hissetmezse-namazı, büyük bir velînin namazı gibi, şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır-velev şuurun taallûk etmezse. Fakat, derecâta göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar ne kadar merâtib bulunur; öyle de, namazın derecâtında da, daha fazla merâtib bulunabilir. Fakat bütün o merâtibde, o hakikat-i nurâniyenin esâsı bulunur.
-2-

1 Allah göklerin ve yerin nurudur. (Nur Sûresi: 35.)

2 Allah’ım! "Namaz dinin direğidir" (Tirmizî, İmân: 8; İbn-i Mâce, Fiten: 12; Müsned, 5:231, 237) buyuran Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ve onun bütün âl ve ashâbına salât ü selâm eyle.

yuksel dedi ki...

Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı
[Kalbin beş yarasına beş merhemi tazammun eder.]




Ey maraz-ı vesvese ile mübtelâ! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musîbete benzer; ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür; küçük görsen, küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder; havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir; mahiyetini bilsen, onu tanısan, gider. Öyle ise, şu musîbetli vesvesenin aksâm-ı kesîresinden kesîrü’l-vuku’ olan yalnız beş vechini beyân edeceğim. Belki sana ve bana şifâ olur. Zîrâ, şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu dâvet eder, ilim onu tard eder; tanımazsan gelir, tanısan gider.
Birinci Vecih-Birinci Yara
Şeytan, evvelâ şüpheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şüpheden şetm’e döner. Hayale karşı şetme benzer bâzı pis hâtıraları ve münâfi-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe "Eyvah!" dedirtir; ye’se düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki, kalbi Rabbine karşı sû-i edebde bulunuyor. Müthiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister. Bu yaranın merhemi budur:
Bak, ey bîçare vesveseli adam! Telaş etme. Çünkü, senin hatırına gelen, şetm değil, belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tahayyül-ü şetm dahi, şetm değildir. Zîrâ, mantıkça, tahayyül hüküm değildir. Şetm ise hükümdür.
Hem bununla beraber, o çirkin sözler, senin kalbin sözleri değil. Çünkü, senin kalbin, ondan müteessir ve müteessiftir. Belki, kalbe yakın olan lümme-i şeytânîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır; yani onu zararlı tevehhüm etmekle, kalben mutazarrır olmaktır. Çünkü, hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder; onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zâten şeytanın da istediği odur.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. • Onların yanımda bulunmalarından da, yâ Rabbi, Sana sığınırım. (Mü’minûn Sûresi: 97-98.)

yuksel dedi ki...

İkinci Vecih
Budur ki: Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, sûretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan sûretleri giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebep tahtında, bir nevi sûretleri nesc eder. Ehemmiyet verdiği şeyin sûretlerini yol üstünde bırakır; hangi mânâ geçse, ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer mânâlar, münezzeh ve temiz iseler, sûretler mülevves ve rezil ise, giymek yoktur; fakat, temas var. Vesveseli adam teması, telebbüsle iltibas eder. "Eyvah," der. "Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hısset-i nefs, beni matrûd eder." Şeytan onun şu damarından çok istifade eder.
Şu yaranın merhemi şudur:
Dinle ey bîçare! Nasıl ki, senin namazın edeb-i nezîhânesinin vesîlesi olan zâhirî taharete, batnının bâtınındaki necâset ona tesir etmez ve bozmaz; öyle de, maânî-i mukaddesenin sûret-i mülevveseye mücâvereti, zarar etmez. Meselâ, sen âyât-ı İlâhiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden, bir maraz, ya bir iştihâ, ya bevl gibi bir emr-i müheyyic, şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, devâ-i illet ve kazâ-i hâcetin levâzımâtını görecek, bakacak; onlara münâsip süflî sûretleri nesc edecek; ve gelen mânâlar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatar var. Yalnız hatar ise, hasr-ı nazardır, zann-ı zarardır.
Üçüncü Vecih
Budur ki: Eşya mâbeynlerinde, bâzı münâsebât-ı hafiye bulunur. Hattâ, hiç ümit etmediğin şeyler içinde, münâsebet ipleri bulunur. Ya bizzat bulunur; veya senin hayalin, meşgul olduğu san’ata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münâsebettendir ki, bâzan bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i beyânda beyân olunduğu gibi, "Hariçte uzaklık sebebi olan zıddıyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir." Yani, iki zıddın sûretlerinin cem’ine vâsıta, bir münâsebet-i hayaliyedir. Bu münâsebetle gelen tahattura, tedâi-yi efkâr tâbir edilir. Meselâ, sen namazda münâcâtta, Kâbe karşısında, huzûr-u İlâhîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâi-yi efkâr, seni tutup en uzak mâlâyâniyât-ı rezîleye sevk eder.
Senin başın, böyle bir tedâi-yi efkâra mübtelâ ise, sakın telaş etme; belki, intibâha geldiği anda dön. "Aman ne kusur ettim," deyip, tetkikle meşgul olup durma; tâ o zayıf münâsebet, senin dikkatinle kuvvet peydâ etmesin. Zîrâ teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner, bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise, gàliben ihtiyârsızdır; hususan, hassas asabîlerde daha gàliptir. Şeytan, şu nevi vesvesenin mâdenini çok işlettirir.
Şu yaranın merhemi şudur ki:
Tedâi-yi efkâr, gàliben, ihtiyârsızdır. Onda mesûliyet yoktur. Hem, tedâide mücâveret var, temas ve ihtilât yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri, birbirine sirâyet etmez, birbirine zarar vermez. Nasıl ki, şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında

yuksel dedi ki...

mücâveretleri var ve füccâr ve ebrârın karâbetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez; öyle de, tedâi-yi efkâr sâikasıyla, istemediğin pis hayalât gelip nezîh efkârın içine girse, zarar vermez. Meğer, kasden olsa veya zarar zannıyla, onunla ziyâde meşgul olsa. Hem, bâzan kalb yoruluyor; fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur. Pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.
Dördüncü Vecih
Amelin en iyi sûretini taharrîden neş’et eden bir vesvesedir ki; takvâ zannıyla teşeddüd ettikçe, hal ona şiddetlenir, hattâ bir dereceye varır ki, o adam, amelin daha evlâsını ararken, harama düşer. Bâzan bir sünnetin araması, bir vâcibi terk ettiriyor. "Acaba amelim sahih oldu mu?" der, iâde eder. Bu hal devam eder. Gayet ye’se düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar. Şu yaranın iki merhemi var.
• Birinci merhem: Bu gibi vesvese, ehl-i îtizâle lâyıktır. Çünkü, onlar derler: "Medâr-ı teklif olan ef’âl ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibâriyle, ya hüsnü var, sonra o hüsne binâen emredilmiş; veya kubhu var, sonra ona binâen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubh, zâtîdir; emir ve nehy-i İlâhî ona tâbidir." Bu mezhebe göre, insan her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: "Acaba amelim nefsü’l-emirdeki güzel sûrette yapılmış mıdır?"
Ammâ mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: "Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur; nehyeder, sonra kabih olur." Demek, emir ile, güzellik; nehiy ile, çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh, mükellefin ıttılâına bakar ve ona göre takarrür eder. Şu hüsün ve kubh ise, sûrî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir. Meselâ, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki, namazını ve abdestini fesada verecek bir sebep, nefsü’l-emirde varmış lâkin, sen ona hiç muttalî olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mûtezile der: "Hakikatte kabih ve fâsiddir. Lâkin senden kabul edilir. Çünkü cehlin var, bilmedin ve özrün var." Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zâhir-i şeriata muvâfık olarak işlediğin ameline, "Acaba sahih olmuş mu?" deyip, vesvese etme. Fakat, "Kabul olmuş mu?" de; gururlanma, ucb’a girme.
• İkinci Merhem: Dinde, harec yoktur. -1- Mâdem dört mezheb haktır. Mâdem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü’yetine-böyle vesveseli adama-müreccahtır; yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır.
Mâdem böyledir, sen vesveseyi at, şeytana de ki: "Şu hal, bir harecdir.
Hakikat-i hale muttalî olmak güçtür. Dindeki yüsr’e münâfidir. -2- esâsına muhâliftir. Elbette, böyle amelim,

1 Din kolaylıktır. (Keşfü’l-Hafâ, c. 1., s. 414; Kenzü’l-Ummâl, 3:33, 36, 47; Buhârî, İmân: 29.)

2 Dinde zorluk, sıkıntı yoktur. (âyet ve hadîslerden iktibas dinî bir kàide.) • Din kolaylıktır

yuksel dedi ki...

bir mezheb-i hakka muvâfık gelir. O bana kâfidir. Hem, lâakal ben aczimi itiraf ederek ibâdeti lâyık-ı vech ile edâ edemediğimden, istiğfar ve tazarrû ile merhamet-i İlâhiyeye dehâlet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilâne bir niyaza vesîledir."
Beşinci Vecih
Mesâil-i imâniyede şüphe sûretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bâzan tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yani, hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder. Hem, bâzan tevehhüm ettiği bir şüpheyi, imâna zarar veren bir şek zanneder. Hem, bâzan tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-i aklîye girmiş bir şüphe zanneder. Hem, bâzan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder; yani dalâletin esbâbını anlamak sûretinde kuvve-i müfekkirenin cevelânını ve tetkikatını ve bîtarafâne muhâkemesini, hilâf-ı imân zanneder. İşte telkinât-ı şeytâniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek, "Eyvah, kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş" der. O haller, gàliben ihtiyârsız olduğundan, cüz-i ihtiyârîsiyle ıslah edemediğinden yeise düşer. Bu yaranın merhemi şudur ki:
Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi, küfür değildir. Tasavvur-u dalâlet, dalâlet olmadığı gibi, tefekkür-ü dalâlet dahi, dalâlet değildir. Çünkü, hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür, tasdik-i aklîden ve iz’ân-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler, cüz-i ihtiyâriyeyi pek dinlemiyorlar, teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz’an, öyle değiller; bir mîzana tâbidirler.
Hem, tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasıl ki tasdik ve iz’an değiller; öyle de, şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Fakat, eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse, o vakit, hakiki bir nevi şüphe ondan tevellüd edebilir.
Hem, bîtarafâne muhâkeme nâmiyle veya insaf nâmına deyip, şıkk-ı muhâlifi iltizam ede ede tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyârsız, taraf-ı muhâlifi iltizam eder; ona vâcib olan hakkın iltizâmı kırılır. O da tehlikeye düşer; hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzûlîsi olacak bir hâlet, zihninde takarrür eder.
Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbirine iltibas eder. Yani, birşeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki, ilm-i kelâmın kaidelerindendir ki; imkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmîye münâfi değil ve zarûret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Meselâ, şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki, yakînen o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şüphesiz biliyoruz; ve o ihtimâl-i imkânî ve imkân-ı zâtî, bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ, şu güneş, zâtında mümkündür ki, bugün gurûb etmesin veya yarın tulû etmesin. Halbuki, bu imkân, yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez.
İşte bunun gibi, meselâ, hakàik-ı imâniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurûbuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna

yuksel dedi ki...

imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imânîye zarar vermez. Hem, yani, "Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimâlin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhure, hem usûlü’d-din, hem usûlü’l-fıkhın kaide-i mukarreresindendir.
Eğer desen: "Bu derece mü’minlere muzır ve müz’ic olan vesvese, ne hikmete binâen bize belâ olmuş?"
Elcevap: İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebeptir, taharrîye dâîdir, ciddiyete vesîledir; lâkaydlığı atar, tehâvünü def’ eder. Onun için, Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsâbakada, bize kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş, beşerin başına vuruyor. Şâyet ziyâde incitse, Hakîm-i Rahîme şekvâ etmeli, * demeli.

* Rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım. (Buhârî, Bed’ul Halk: 11, Edeb: 76.; Müslim, Birr: 109; Ebû Dâvud, Salât: 18; Tirmizî, Mevakît: 65.)

yuksel dedi ki...

Günümüz şartlarında irşad, tebliğ ve mücadele vasıtası ilimdir.
Cehalet denen yüzkarasından mutlaka kurtulmalıyız.
Günümüz dertlerine deva olan kitaplar okunmalıdır.
Arifan 5.2011.

yuksel dedi ki...

Dine hizmet edenler, devrin şartlarını bilmeli ve topluma sırt çevirmemelidirler.
İrşad ve tebliğ, cihad ve mücadele, ancak Efendimiz'in takip ettiği strateji bilinmekle isabetli ve tesirli olur.
Son nefesimize kadar ihlasla anlatmak bizden, hidayet ise Allah c.c.tandır.
Arifan 5.2011.

yuksel dedi ki...

Düşmanlarınızla oturup kalkan, sizin dostunuz olamaz.
Sadi Şirazi.
Hikmetli sözler
Lalegül dergisi.sayı 64.sy.82.

yuksel dedi ki...

Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol.
Hz. Ömer (r.a.)
Hikmetli Sözler.
LaleGül dergisi sayı.64.sy.82.

«En Eski ‹Eski   1001 – 1200 / 6314   Yeni› En yeni»