Hürriyet verilmez,alınır. Düşünürlerin aydınlatmadığı toplumu,şarlatanlar aldatır. Hayatını vatan yolunda kaybeden insan hiç bir zaman ölmez. En Güzel Sözler unutulmaz Özdeyişler.sy.686.
Ders alınmış başarısızlık, başarı demektir. Kötülüğün hakim olmasının tek şartı, iyilerin hiç şey yapmamış olmalarındandır. Hatalar miras değildir, savunmaya değmez. Düşünmeden okumak hazmetmeden yemek yemeye benzer. Kalp kadar yumuşak ve kalp kadar katı bir şey yoktur. En Güzel Sözler Unutulmaz Özdeyişler.sy.687.
Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. Yeryüzünde yegane solmayan çicek fazilettir. Ne kadar yükselirsen yüksel, ahlak ve faziletten mahrumsan bir hiçsin. Ya doğru dürüst konuş,ya da akıllı ol,sus. Küçük hediyeler dostluk, büyük hediyeler sevgi meydana getirir. En Güzel Sözler Unutulmaz Özdeyişler.sy.687.
Maşşallah Bu terkip üç kelimeden oluşmaktadır:"şey" anlamina gelen "ma" ,"istedi,diledi" anlamına gelen "şâe" fiili ve Allah ismi. Terkip olarak "Allah'ın istediği şey" demektir.Bu tabir "Allah'ın istediği şey olur,istemediği şey olmaz"cümlesinin kısaltılmış şeklidir. Kaynak:Dini Kavramlar Sözlüğü diyanet işleri başkanlığı yayınları 412.syf
Mâturidîyye Akıl ve nakli temel alan İmam Maturidi'nin görüşleri şöyle özetlenebilir:İnsan dini tebliğ kendisine ulaşmamış olsa bile aklıyla Allah'ı bilebilir.Allah'ın "tekvin diye ayrı bir sıfatı vardır.Peygamberlerin erkek olması şarttır. Dini Kavramlar Sözlüğü 412.syf
Kafirler ibadetle mükellef değildir.İman bir bütündür,artması eksilmesi söz konusun değildir.Ahirette ru'yetullah nasslarla sabittir.İnsanın cüz-i iradesi vardır.İnsan fiilerinde seçme hürriyetine sahiptir;bir şeyi yapmaya karar verince Allah onda bu fiili işleme kudreti yaratır. Bu kudret fiil ile beraberdir.Çünkü istitaat yenilenen bir kudrettir. Dini Kavramlar Sözlüğü 412.syf
Herkes kendi aklını beğenir. Herkes (kimse) kendi ayıbını bilmez (görmez). Herkes kârınin rengine boyanır. Herkesin hamuru ekmeğine göredir. Herkesin tenceresi kapalı kaynar. Atasözleri ve deyimler sözlüğü.sy.310,311.
Hoca bir gün demiş ki:İlm-i Tıbbın hulasatü'l-hülasası şudur: Ayağını sıcak tut başını serin Yemeğine dikkat et, düşünme derin (Açıkgöz 2005:226). Nasreddin Hoca Saim Sakaoğlu. Ali Berat Alptekin.sy.41.
... hem, sıfatı muhita ve şuunatı külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhit ile zahir olan tecelli-i sıfatı ve cilve- af'âli içindeki teveccüh-ü Ehadiyyetinden hangi şey saklanabilir! Risale-i Nur Külliyatı Sözler.Envar Neşriyat.sy.611.
Hangi iş, O'na ağır gelebilir!Hangi yer O'ndan gizlenebilir!Hangi fert O'dan uzak kalabilir!Hangi şahıs, külliyet kesbetmeden O'na yanaşabilir!Hiç, eşya O'dan gizlenebilir mi!Hiç bir iş, bir işe mani olurmu?Hiç bir yer, O'nun huzurundan hâli kalır mı!ibn-Abbas r.a.ın dediği gibi : Her bir mevcuda bakar birer manevi basarı ve işitir birer manevi sem'i bulunmaz mı! Risale-i NurKülliyatı Sözler.sy.611.
Bunu duyan Hasen (radıyallahu anh) ağlamaya başlayarak :ben hennad olaydım! deyince yanındakiler şaşkınlıklarını gizleyemediler.Bu sefer o :Yazık size! (Bunda şaşılacak ne var?) O bir gün çıkmayacak mı?(Enazından çıkacağı kesin, benimse güvencemde yok!) dedi. Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt. 13.sy.461.
(Bir kere Hasen -i Basri (r.a.) ın yanında (,müslümanlardan) cehennemden en son çıkacak olan adam olan Hennâd dan bahsedilmişti ki o, bin sene azaba uğratılmış fakat ümit kesmeyerek: "Ya Hannân ! Yâ Mennân! "zikrine devam etmişti. Ruhu'l Furkan Tefsiri.cilt.13.sy.460.
Allah, yumuşak huylu, din kardeşlerine şefkat ve merhamet eden kulu sever.
Anne ve babaya itaat kat’i bir farzdır. Onlara isyan, hatta ufacık bir bezginlik göstermek de kat’i haramdır ve büyük günahlardandır. Anne ve babaya dünya işlerinde itaat et. Fakat senin dinine, imanına zararlı şeyler söylerlerse, ona itaat etme ve edilmez.
Arkadaş, gül padişahının yanında silaha davranmış diken var. Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz.
Bir insan herşeyden evvel meşru ve sebatkar bir şekilde çalışmasını ve nizamlı bir şekilde yaşamasını bilmezse, kabiliyetini inkişaf ettiremez.
Bilgili adam, güneş gibidir. Girdiği yeri aydınlatır.
Halini, etvarını, gidişatını başkasından dinle!
Dedikodu ve arkadan çekiştirmek ile mesele halline çalışmak ya safdillik veya şuuraltı yahut şuur üstü garaz ve muhalefet nişanıdır. Veyahut canı sıkılmışın intikam kokusudur.
Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel şeydir.
Umumi bir göz gezdirmek, tembel ruhların usulüdür.
Sabır insana önce zehir gibi olur, fakat fıtrata yerleşince bal olur.
Şaka muhabbetin sonu adavetin başlangıcıdır.
Tatbik edilmeyen tecrübeler, malumat yığınından başka birşey değildir.
Terbiyenin en makbul olanı, kendi kendimizi terbiye etmektir.
Zaman çölde akan suya benzer. Onu iyi kullanırsanız, hayat bulursunuz. Hangi ünlünün hayatını incelerseniz inceleyin, zamanı çöldeki su titizliği ile kullandığını göreceksiniz. Ünlülerle aranızdaki tek fark budur.
Tevhid Nedir? İslam inancının temeli “Tevhid, Nübüvvet ve Mead” şeklinde formüle edilmiştir.[2] Tevhid esasının içinde ise diğer temeller dahi bir arada telakki edilebilir.[3] Tevhid’in Lügat, kelam ve şeriat manası olarak üç manası vardır. Şeriaten tevhid, imandır. Yani Allah’ın varlığı ve birliği hakkında tam bir itikaddır.[4] Lügat manası olarak ise birlemek anlamına gelmektedir.
Kelam[5] manası olarak tevhid; Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olması demektir. Allah’ın sıfatlarında bir olmasını şu örnek ile açıklayabiliriz; Allah’ın kudret sıfatı tektir ve bu sıfatında mertebe yoktur, çünkü mertebe acziyetle beraber gelir. Kudret sıfatının tek yani mutlak olmasından dolayı Allah kudretiyle küçük şeye de büyük şeye de aynı şekilde muamele eder. Buna göre –haşa- küçük şeyi az kudretiyle yaratır, büyük şeye çok kudretiyle muamele eder denilemez. Yani en küçük şeyi de en büyük şeyi de sadece kün emriyle yapar. Zatında bir olması ise bildiğimiz gibi tek bir Allah olmasıdır. Fiillerinde bir olmasını da açıklarsak; bir fiilin olması için orada yaratıcılık olması gerekir. Yaratıcılık, sadece Allah’a mahsustur ve yaratıcılığında hiçbir ortağı yoktur. Yaratılmışta ise sadece kesb(çalışmak) vardır. Yani kulun yapacağı şey sadece çalışmaktır. Çalışmanın neticesinde ise sevap veya ikab(ceza) vardır. Bu şekilde bir tarif ise 5 cihetle tevhidi ispat eder[6];
Allah’ü teala’nın zatında cüzlerden oluşmadığını tek olduğunu kabul etmek. Allah’ın zatından başka bir ilahın olmadığını kabul etmek. Allah’ın herhangi bir sıfatının tek olduğunu kabul etmek. Başka varlıklarda Allah’ın zatında bulunan sıfatların bulunmadığını kabul etmek. Fiillerde sadece Allah’ın irade ve kudretini kabul etmek
Tevhid ilmi nedir? Tevhid ilminin faydası ve gayesi nedir? Tevhid ilminden kasıt nedir? Tevhid ilminden kasıt; Kur’an ve sünnetten yola çıkarak Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olduğunu anlamak ve ve bu esasları müdafa etmektir.[7]
Tevhid ilminde izlenen yöntem; tevhide muhalif olan düşünceleri çürütmek, akıl ve nakil yoluyla tevhidi ispat etmektir.[8]
Tevhid ilminin gayeleri ise; dinin temel kural ve hükümlerini oluşturan iman esaslarından bahseden akaid ilmini ve akaid ilmi ile alakalı dini meseleleri izah etmek, bu meseleleri müdafaa ederek dışarıdan gelen düşmanca şüphe ve düşünceleri bertaraf etmek, İslamiyet’in selameti için içi boş inanışları yok etmektir.[9]
Tevhid İlminin Faydaları Tevhid ilmi, tevhidi akli delillerle ispat eder, şüpheleri izale eder ve imanı ziyadeleştirir. Beş faydası bulunmaktadır:
Taklidi imandan kurtulmak ve tahkiki imana ulaşmayı sağlar Doğru yolda olmak istemeyenleri delillerle izar edip, düşüncelerini reddetmek Düşmanların inkârcı delillerine karşi dini esasları sarsıntıdan korumak Şer’i ilimleri tevhid imanı üzerine inşaa etmek. İnanç ve niyeti sağlam ve saf haline getirmek. Bediüzzaman hazretleri bugünün insanlarında bulunan iki hastalıktan bahsetmiştir. Bu hastalıklar “Ateizm” ve “İptal-i His” hastalıklarıdır ki, İptal-i his; insanların dehşetli mânevî azabı hissetmemek için kendilerini bu hissiyattan uzak tutma çabalarıdır. Bediüzzaman hazretleri bu histen kurtulmanın çaresinin de Allah’ı tanımakla olacağını söyler.[10] Tevhid ilmi ise bize Allah’ı tanımak için bir yol sunmaktadır.
Yeniçeriliğin Kaldırılışı Cevdet Paşa'ya göre, yeniçerilerin sahip oldukları bütün bu özellikler, teşkilât kanunlarındaki bozukluklardan ileri geliyordu.64. 64.Tarih 12,164. Bu gerçeği fark eden 2.Mahmud, eski askeri usullerle birlikte 65. 65.Tarih,3,151. yeniçerilik teşkilatını ortadan kaldırmıştır.66. Ahmed Cevdet Paşa sy.247.
66. 2.Mahmud yeniçerilik yerine Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir askeri teşilat kurmuştur.Osmanlı tarihinde bu olaya Vaka-i Hayriye denmiştir.(Tarih 12, 170,175). Ahmed Cevdet Paşa. Müslüman Osmanlı ve Modern.sy.247.
Ebu Zer el-Gıfari (r.a.) Peygamberimiz s.a.v. ona idarecilik için zayıf olduğunu söyleyerek, "idareciliğin yükü ağırdır.Bu işin hakkını vermek lâzımdır.Eğer dikkat edilmezse Kıyamet gününde mahcub olunur" buyurdu.Bunun üzerine Ebu Zer hemen isteğinden vazgeçti. Müslim İmâre:16. Sahabiler ansiklopedisi.sy.398,399.
Ebu Zer el Gıfari r.a. Bir defasında Resulullah s.a.v. ona şöyle demişti:"Senin hizmetin emirlerin hizmetinden az değildir.Onların kılıç kullanarak yapacağın hizmeti sen kafa ve fikrinle yaparsın. Asr-ı Saadet,3:194. Sahabiler ansiklopedisi sy.399.
Gerçi dünyada habis tayyibden daha çok, daha mebzul bulunabilir.Mesela boncuk elmastan, bakır altından, ısırgan dikeni gülden, karga bülbülden, hayvan insandan, cahil âlimden kâfir mü'minden fasık salihten, hasılı kötü iyiden daha çok bulunur ve ... Hak dini Kur'an Dili cilt 3.sy.1818,1819.
Ve daha çabuk yetişir ve bir takım kimseler kemmiyetten daha ziyade memnun olduklarından dolayı haram helal, iyi kötü demez, kötüleri toplar ve çokluğu ile iftihar eder sevinirler.Halbuki haddi zatında iyi iyi kötü kötüdür.Pis pis, temiz temizdir. Hak Dini Kur'an Dili cilt 3.sy.1819.
Yüz okka kokmuş kurtlu et yığmadan ise bir okkacık tertemiz ekmeğe malik olmak elbette daha iyidir. Binaenaleyh (...) ey ülil'elbab, Allah c.c. dan korkun da çok olan habislere talib olacağınıza velevse az olsun iyilere ve temizlere talib olunuz ki (...) felâh bulabilesiniz.-Her halde i'tibar çokluğa değil, temizliğe ve iyiliğedir. Hak Dini Kur'an Dili Cilt3.sy.1819.
İkinci suale cevap: Malûmdur ki, fenn-i belâğatte, bir lâfzın, bir kelâmın mânâ-yı hakikîsi başka bir maksud mânâya sırf bir âlet-i mülâhaza olsa, ona "lâfz-ı kinâî" denilir. Ve "kinâî" tabir edilen bir kelâmın mânâ-yı aslîsi, medar-ı sıdk ve kizb değildir. Belki kinâî mânâsıdır ki, medar-ı sıdk ve kizb olur. Eğer o kinâî mânâ doğruysa o kelâm sadıktır; mânâ-yı aslî kâzip dahi olsa sıdkını bozmaz. Eğer mânâ-yı kinâî doğru değilse, mânâ-yı aslîsi doğru olsa, o kelâm kâziptir. Meselâ, kinâî misallerinden, "Fülânün tavîlü'n-necad" denilir. Yani, "kılıcının kayışı, bendi uzundur." Şu kelâm, o adamın kametinin uzunluğuna kinayedir. Eğer o adam uzun ise, kılıcı ve kayışı ve bendi olmasa da, yine bu kelâm sadıktır, doğrudur. Eğer o adamın boyu uzun olmazsa, çendan uzun bir kılıcı ve uzun bir kayışı ve uzun bir bendi bulunsa, yine bu kelâm kâziptir. Çünkü mânâ-yı aslîsi maksud değil.1
İşte, Onuncu Sözün ve Yirmi İkinci Sözün hikâyeleri gibi, sair Sözlerin hikâyeleri kinâiyat kısmındandırlar ki, be-gayet doğru ve gayet sadık ve mutabık-ı vaki olan hikâyelerin sonlarındaki hakikatler, o hikâyelerin mânâ-yı kinâiyeleridir.
Mânâ-yı asliyeleri bir temsil-i dürbinîdir; nasıl olursa olsun, sıdkına ve hakkaniyetine zarar vermez. Hem o hikâyeler birer temsildirler. Yalnız umuma tefhim için, lisan-ı hâl lisan-ı kàl suretinde ve şahs-ı mânevî bir şahs-ı maddî şeklinde gösterilmiştir.
Sözlükte “acımak, şefkat göstermek” anlamında masdar, “acıma duygusu, bu duygunun etkisiyle yapılan iyilik, lutuf” anlamında isim olarak kullanılan merhamet ve aynı mânadaki rahmet kelimeleri öncelikle Allah’ın bütün yaratılmışlara yönelik lutuf ve ihsanlarını ifade etmekte, bunun yanında insanlarda bulunan, onları hemcinslerinin ve diğer canlıların sıkıntıları karşısında duyarlı olmaya ve yardım etmeye sevkeden acıma duygusunu belirtmektedir. İslâmî kaynaklarda merhamet kavramı genellikle rahmet kelimesiyle ifade edilir. Ancak Türkçe’de merhamet hem Allah’a hem insanlara, rahmet ise özellikle Allah’a nisbet edilerek kullanılır. Kaynaklarda Allah’ın rahmân ve rahîm isimleri açıklanırken evrendeki bütün oluşlar gibi insanlardaki merhamet duygusunun da Allah’ın insanlığa lutfu olduğu belirtilir (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, I, 166-171; LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 119). Gazzâlî bir kimseye gerçek anlamda merhametli denilebilmesi, dolayısıyla acıma duygusunun ahlâkî bir değer taşıması için onun acıdığı kişinin ihtiyacını gücü ölçüsünde karşılaması, bunu da hür iradesiyle yapması gerektiğini belirtir (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 38). Hemen bütün tariflerinde acıma, yufka yüreklilik (rikkatü’l-kalb), ilgi ve şefkat (teattuf, in‘itâf), elem duyma (teellüm) gibi kavramlarla psikolojik yönüne vurgu yapılan merhamet insanlar arasındaki duygu birliğinin, dayanışma ve paylaşmanın başta gelen âmillerinden sayılmaktadır. Evlât sevgisi, ana babaya saygı ve itaat, sıla-i rahim, yaşlılara, yoksullara, hastalara, sakatlara, yetimlere, kimsesizlere yardım etme gibi erdemlerin merhamet duygusunun yansımaları olduğu kabul edilmektedir.
Kaynaklarda rahmet / merhamet kavramına insanlara nisbet edildiğinde duygusal bir anlam yüklenirken Allah’a nisbet edildiğinde O’nun fiilî sıfatı olarak kabul edilmesi, dolayısıyla Allah hakkında duygusal mânada değil O’nun yarattıklarına in‘am ve ihsanı, af ve mağfireti olarak anlaşılması gerektiğine dikkat çekilmekte, buna gerekçe olarak da duyguların değişkenliği ve bu yönüyle beşerî birer kusur sayılması gösterilmektedir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rĥm” md.; Tehânevî, I, 588; Gazzâlî, s. 38-39). Esasen şefkat ve merhamet gibi duygular Allah’ın insanların içine koyduğu birer iyilik aracı olup asıl amaç muhtaç ve çaresizlere yardım edip sıkıntılarını gidermektir. Bu açıdan bakıldığında bir kimseye acıyan kişi, eğer bu acımanın verdiği elemden kendisini kurtarmak ve rahatlamak için ona yardım ederse merhamette kemale ulaşmış sayılmaz; çünkü merhamette kemal, kişinin kendisini değil muhtaç ve çaresiz olanı rahata kavuşturmayı amaçlamasıdır (Gazzâlî, s. 39; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 119).
4 defa tekrar edilmiştir. Ayrıca 260 kadar âyette Allah’ın rahmân ve rahîm isimleriyle aynı kökten olan çeşitli fiil ve isimler yer almakta, bu âyetlerin büyük kısmında Cenâb-ı Hakk’ın müminlere, genel olarak insanlara ve diğer varlıklara yönelik lutuf ve ihsanlarından söz edilmektedir (bk. RAHMET). Bazı âyetlerde merhamet kavramı insanlar arasındaki acıma duygusunu ve bu duygudan kaynaklanan iyiliği ifade etmektedir. Meselâ Hz. Peygamber’in müminlere karşı çok şefkatli ve merhametli olduğu (et-Tevbe 9/128), yine Resûlullah’ın ve müminlerin birbirlerine karşı merhametli, inkârcılara karşı sert ve tavizsiz oldukları (el-Feth 48/29), Allah’ın karı-koca arasına sevgi ve merhamet koyduğu (el-Hadîd 57/27) bildirilmekte, evlâtlara yaşlı ana babalarının üzerine merhamet kanatlarını germeleri emredilmektedir (el-İsrâ 17/24). Hadislerde de rahmet ve merhamet hem Allah’ın kullarına lutuf ve ihsanı hem de insanların birbirlerine ve diğer canlılara karşı şefkat, ilgi ve yardımları için kullanılmaktadır. Ayrıca gerek Kur’an’da gerekse hadislerde başka ifadelerle de insanlar birbirlerine ve diğer canlılara şefkat ve merhamet göstermeye teşvik edilmiştir. Özellikle Mekke döneminin ilk yıllarında zenginlik, asalet gibi maddî ve dünyevî imkânların en yüksek değer ölçüsü olarak kabul edildiği, âciz ve kimsesizlere karşı ilgisizlik ve acımasızlığın hüküm sürdüğü bir ortamda inen âyet ve sûrelerde ağırlıklı olarak Allah’ın birliği, kudreti ve lutufkârlığı ile âhiret konularının yanında nesep, servet ve sosyal statü farkı gözetmeden herkese karşı sevgi ve merhamet duygularıyla yaklaşmayı, bilhassa yoksulları ve kimsesizleri koruyup gözetmeyi, nihayet toplumda bir merhamet ve sevgi ahlâkı geliştirmeyi hedefleyen hükümler geniş yer tutar. Bu dönemde nâzil olan Beled sûresinde (90/5-17) Mekke’nin mağrur ve kibirli aristokratları eleştirilirken sahip oldukları şeylerin birer ilâhî lutuf olduğuna işaret edildikten sonra gerçek insanlık değerini kazandıran iyiliklerin bazı örnekleri insanları esaret zincirinden kurtarmak (krş. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXXI, 184-185; Elmalılı, VIII, 5842-5843), yetimi ve yoksulu doyurmak, iman edip birbirine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmak şeklinde sıralanmıştır. Pek çok âyette kimsesiz ve çaresizler karşısında ilgisiz kalanlar, acımasız davrananlar (meselâ bk. el-Fecr 89/17-26; el-Leyl 92/7-11; el-Mâun 107/1-7), haksız yollarla yetimlerin mallarını yiyenler (en-Nisâ 4/10), kız çocuklarından utanç duyanlar (en-Nahl 16/58-59) ve onları acımasızca öldürenler (et-Tekvîr 81/8-9), “Allah’ın doyurmadığını biz mi doyuracağız?” diyenler (Yâsîn 36/47) ağır şekilde eleştirilmiştir. Müminler için bir ahlâk örneği olarak gösterilen Hz. Peygamber’e özellikle çevresindeki yoksul ve kimsesizlere merhametli davranması, onları incitmekten sakınması, sıkıntılarını giderme imkânı bulamadığı durumlarda bile güzel sözle gönüllerini alması öğütlenmiş, aksine davranması halinde zalimlerden olacağı uyarısında bulunulmuştur (el-En‘âm 6/52; el-İsrâ 17/28; el-Kehf 18/28; Abese 80/1-4). Resûl-i Ekrem’in müminlere karşı engin merhametini ve düşkünlüğünü özetleyen ifadeler (et-Tevbe 9/128) aynı zamanda müslümanlar için de bir ahlâk modeli ortaya koymaktadır. Resûlullah’ın insanlara karşı yumuşak davranması “Allah’tan bir rahmet” olarak değerlendirilmekte (Âl-i İmrân 3/159), gerek bollukta gerekse darlıkta
mallarından hayra harcayanlara, kin ve öfkelerini bastıranlara ve insanları affedenlere genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennet vaad edilmektedir (Âl-i İmrân 3/133-134).
Hz. Peygamber’in, “İnsanlara merhamet etmeyenlere Allah da merhamet etmez” (Buhârî, “Tevĥîd”, 2, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâǿil”, 66); “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâǿil”, 65) şeklindeki hadisleri İslâm ahlâkının karakteristik ifadelerindendir. Resûlullah müminleri birbirini sevmekte, birbirine acımakta, organlarından biri hastalandığında diğerlerinin de bu yüzden elem çekip uykusuz kaldığı vücuda benzetmiştir (Buhârî, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”, 66). Hiçbir zaman çocuklarını öpmediklerini söyleyenlere, “Allah kalplerinizden merhamet duygusunu çekip almışsa ben ne yapabilirim?” diyerek üzüntüsünü belirtmiş (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâǿil”, 164), müslümanların her alanda ilişkilerini sevgi, merhamet, yardımlaşma ve dayanışma yönünde geliştirmelerini, sıkıntılarını paylaşmalarını emretmiştir (meselâ bk. Buhârî, “Îmân”, 7, “Mežâlim”, 3, “Edeb”, 57; Müslim, “Źikir”, 38, “Birr”, 32, 58; Tirmizî, “Birr”, 18). Aynı duyarlılığı hayvanlar konusunda da göstererek zor durumdaki bir hayvanı kurtaran kişinin bu sayede cenneti hak ettiğini (Müsned, II, 375; Buhârî, “Mežâlim”, 23, “Enbiyâǿ”, 54; Müslim, “Selâm”, 153-155), bir hayvanı ölüme terkedenin de cehennemlik olduğunu (Müsned, II, 159, 261, 317; Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 16, “Enbiyâǿ”, 54; Müslim, “Küsûf”, 9, “Tevbe”, 25, “Selâm”, 151-152, “Birr”, 133-135) bildirmiş, atış tâlimi yaparken canlı hayvanı hedef alanları lânetlemiştir (Buhârî, “Źebâǿiĥ”, 25; Müslim, “Śayd”, 58, 60). Hadis mecmualarında ve diğer ilgili kaynaklarda yüzlerce örneği bulunan bu tür hadisler İslâmiyet’in bir merhamet dini olduğunu gösteren belgeler olup bu ahlâk anlayışı sonraki İslâmî kaynaklara da yansımıştır.
İç savaşların dış savaşlardan daha zararlı olmasının sebebi, düşman karşısına çıkacak kahramanların içeride yok edilmesinden dolayıdır. 107.Tarih,6.314. Ahmet Cevdet Paşa.sy.234.
Âdem(a.s.): Ya rabbi! O nuru benim göreceğim bir yere yerleştir dedi. Allah-u Te'âlâ da onu şehadet parmağına nakletti, bunun üzerine Âdem (a.s.)şehadet parmağını kaldırarak (kelime-i Şahadet)dedi.İşte teşehhutte parmak kaldırmanın aslı budur.Zaten o parmağın damarı kalple irtibatlıdır. (Eşhedüenlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah) Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem in Mevlid Kıssası ve Mücez (Özlü) Hayatı.sy.98.
Sonra Âdem (a.s.):O nurdan bir şey kaldımı ? diye sorunca, Allah-u. Teâlâ :Ashabının nuru kaldı buyurdu. Âdem (a.s.) Yâ Rabbi! O nuru da diğer parmaklarıma yerleştir deyince Allah-u Teâlâ Ebu Bekr'r.a ın nurunu ortanca parmağa, Ömer r.a.in nurunu onun bir yanındaki parmağa, Osman r.a. nurunu en küçük parmağa, Ali r.a. nin nurunu da başparmağa yeleştirdi ( Rıdvanullahi Te'âlâ Aleyhim Ecma'in) Peygamber Efendimiz s.a.v.in Mevlid Kıssası ve Mucez(Özlü) Hayatı.sy.98,99.
Cevdet Paşa , devletin ruhu değerinde olan ülke kanun ve düzenini bozan iki temel maddeden birinin "rüşvet" diğerinin ise "manevi rüşvet" anlamına gelen "hatıra saygı" olduğunu söyler.Paşaya göre, lütuf ve merhamet sonucu bozulacak bir düzende bük zararlar ortaya çıkar.11. 11.Tarih 4.293,294. Ahmed Cevdet Paşa sy.178.
Bir ayetin yerine diğer bir âyetin bedel getirilmesi nesıhtır.Evvelki mensuh sonraki nasıh olur..... Yâ'ni bir ayeti neshedip yerine diğer bir ayeti bedel getirdiğimiz vakit .....ki Allah c.c. ne indirdiğini ne indireceğini bilir.-O nun nesh-u tebdili hâşâ cehilden değil, ilm-ü hikmetindendir. Evvelkiside, sonraki de hikmeti ilahiyyenin ve maslahati ıbadın muktezasına göre nazil olur.Bir vakit için maslahat olan diğer bir vakit için mefsedet olabilir,Bunun akside vardır. Hak Dini Kur'an Dili cilt.5.sy.3124.
Zira devaı muhteliftir.Şeriatler ise meaş ü meadde ıbadullahın masalihile mütenasibtir.Halbuki Allah Teala, şerati Muhammediyyeyi Kıyamete kadar muhtelif zamanların masalihine hakim olmak için inzal buyurmuştur. Hak Dini Kur'an Dili cilt.5.sy.3124.
Bu fakirin anlayışına göre;efdaliyet yönü,faziletlerin ve menkıbelerin çokluğu değildir.Ancak iman etmede en önce olmak,malları infakta en evvel davranmak,her halükârda dini destekleme ve gönderilenlerin Efendisinin dinini revaçta tutma uğrunda canları cömertçe harcama noktasında ilk önce atılmaktır. Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt.13.sy.485.
Bu yüzden,enerjinin, belirli sayıdaki eşit ve ölçülebilir paketten oluştuğu sonucuna ulaştık;bütün hesaplamaların en önemli noktası budur.
Işığın frekansını arttırdığında,kızılötesi ısı ve kızıl ışıktan, mor ve morötesine çıktığında, yayılan elektronlar çok daha fazla enerji taşıyordu ve daha hızlıydı.
Görünüşe göre,ışınımın kuantumdan oluştuğu yönünde bir teori oluşturmaya hazırdı. Einstein Yaşamı ve Evreni .sy.96,97.
Esir:atomların içini ve bütün uzay boşluğunu doldurduğu var sayılan, uzaktan çekme ve itme kuvvetlerinin ışık ve diğer ışınların (radyosyonların) manyetik (mıknatıs alanı oluşturan) kuvvetlerin iletimini sağlayan, atom parçacıklarının yaratılmasında hammadde ve kaynak görevini yapan çok ince yapılı bir çeşit madde. Risale-i Nur'un Büyük Lügatı.sy.239.
Ebu Zerr El-Gıfari. "Yer,Ebu Zerr'den daha doğru hiç bir kimseyi taşımamış, gök onun gibi hiçbir kimseyi gölgelememiştir". -Allah c.c.ın Rasulü Muhammed s.a.v.- Sahabe Hayatından Notlar.1.cilt.sy.114.
Abdullah İbn Ummi Mektum "Allah Teala'nın hakkında daima okunan ve dünya var oldukça da okunacak 16 ayet indirdiği âmâ bir kişi" -Müfessirler- Sahabe Hayatından Tablolar cilt 1.sy.121.
Onun için Usul ne ise Vusul odur derler.Yani bir yol nereye giderse oraya varırsınız.Niyetinizde ki yer her ne kadar başka bir yer olsa bile. Şifa Tefsiri.
Hz Aişe (r.a.) tokluk hakkındaki sözleri. Hz Aişe (r.a.) şunları söylüyor: Bu ümmet içerisinde Peygamberleri Hz Muhammed s.a.v.den sonra zuhur eden ilk bela,tokluktur.Zira, halkın karnı doyup bedenleri gelişince kalbleri zayıflayıp şehvetleri arttı. 101.Buhari: Kitab-üd duafa; İbn-i Ebid-Dünya Kitab-ül cü'; Tergib 3/420. Hadislerle Hz Peygamber ve Ashabının yaşadığı Müslümanlık cilt.1.sy.302.
- Hamd, varlıkları yoktan var eden, gecenin içinden gündüzleri çıkaran, ölüleri, mezarlarından kaldırıp dirilten Allah'a mahsustur.
Ben şehadet ederim ki, Allah'dan başka Tanrı yoktur. Yine ben şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Resûlü'dür.
Allah'a muhalefetten sakininiz, kulu kurtaracak olan en üstün vesileler, iman, Allah yolunda cihad, insanın tabiatında mevcut olan samimiyet, dinin direği olan namazı kılmak, Allah'ın farz kıldığı zekatı vermek, Allah'ın azabına kalkan olan Ramazan orucunu tutmak, fakirliği gideren ve günahları döken haccı ifa etmek, serveti bollaştıran, ömrü uzatan ve dostların sevgisini kazandıran akrabayı ziyaret, hataları silen, Allah'ın gadabına mani olan, gizli verilen sadaka ve fena bir şekilde zuhur edecek ölüme engel olan ve korkudan koruyan iyiliktir.
Allah'ı devamlı zikrediniz. Çünkü zikirlerin en güzeli Allah'ı zikretmektir. Müttakîlere vaad edilenleri isteyiniz. Çünkü Allah'ın vaadi, vaadlerin en doğrusudur. Peygamberimizin yolundan gidiniz. Çünkü o, yolların en efdalidir. O'nun sünnetlerine uyun! Çünkü O'nun sünnetleri yolların en şereflisidir. Allah'ın kitabını öğreniniz! Çünkü Allah'ın kitabı sözlerin en değerlisidir. Dini iyi anlayın! Çünkü dini iyi anlamak kalpleri parlatır. Kur'an'ın nurundan şifa isteyin. Çünkü o, gönüllerdeki marazlara şifadır. Kur'an'ı hakkına riayet ederek okuyunuz! Çünkü en güzel haberler ondadır. Kur'an okunduğu zaman dinleyiniz! Konuşmayınız! Umulur ki Allah size merhamet eder. Kur'an vasıtasıyla doğru yolu bulduğunuzda öğrendiklerinizle hidayete daim olasınız. İlmiyle amel etmeyen alim, bilgisizliğinden dolayı, doğru yolu bulamayan günahkar cahil gibidir. Bana göre, cehaleti içinde bocalayan cahile nispetle, ilmi ile amel etmeyen alimin vebali daha büyük ve alim daha perişandır. Her ikisi de mahvolmuş sapıklardır.
Vehm'e kapılmayın! Şüpheye düşersiniz. Şüpheye düşmeyin, sonra küfre gidersiniz. İşin kolayına kaçmayın! Sonra gaflete düşersiniz. Hakk'tan gafil olmayın! Sonra zararlı çıkarsınız. İhtiyatlı davranırsanız, kendinize güveniniz olur. Kendinize güveniniz olursa, gurura kapılmazsınız. Kendisine karşı en samimi olanlarınız, Rablarına karşı en itaatkar olanlardır. Kendi kendilerini en çok aldatanlar ise Rablarına en asî olanlardır.
Allah'a itaat edenler belalardan emin ve yaptıklarından müsterihdirler. Allah'a asî olanlar ise her şeyden korkar, yaptıklarından dolayı da pişman olurlar. Allah'dan her hususta apaçık bilgi ve afiyet dileyiniz. Kalblerinizde olanların en hayırlısı iman-ı yakîn, ve amellerinizde de azimeti tercih etmek gerekir.
Amellerin sonradan uydurulanları en zararlılarıdır. Çünkü, her sonradan uydurulan şey bid'attır. Her yeni şey uyduran bid'atçıdır. Bid'at uyduran zarardadır. Her bid'at mutlaka bir sünneti terk eder. Gerçekten aldanmak, bir kimsenin dininde aldanmasıdır. Aldanan kendisini zarara sokmuştur. Riya Allah'a bir nevi şirk koşmaktır. Samimiyet, amelin kabulüne delil ve imanın bir icabıdır. Eğlence toplantılarına devam etmek Kur'an'ın emirlerini unutturur. Oralara şeytan gelir ve insanı her türlü taşkınlığa sevk eder. Kadınlarla oturup kalkmak kalbi bozar. Gözlerinizi şeytanın, tuzağı olan kadınlara bakmaktan koruyunuz! Allah'a verdiğiniz sözde sebat edeniz. Zira Allah, verdiği sözde duranlarla beraberdir. Yalandan kaçınınız. Çünkü yalanla iman bir arada bulunmaz. Doğruluk kurtuluş ve şeref vesilesidir. Yalan ise insanı tehlikeden tehlikeye atar, hakkı söyleyin ki, onunla tanınasınız. Doğruluk üzere amel edin ki, doğru söyleyenler zümresinden olasınız!
Emanetleri emin bulduklarınıza veriniz. Sizleri unutan dostları ziyaret ediniz. Size dargın olanları siz fedakarlık göstererek ziyaret ediniz. Verdiğiniz sözde durunuz. Karar vermek mevkiinde olduğunuzda adaletli olunuz. Atalarınızla övünmeyiniz. Birbirinize lakap takmayınız. Birbirinizle alay etmeyiniz! Birbirinize buğz etmeyiniz! Zayıflara, zulme uğrayanlara, kimsesizlere, Allah yolunda olanlara, yolculara ve kölelere yardım ediniz! Dul ve yetimlere acıyınız! Birbirinize selam veriniz! Verilen bir selama ya aynı şekilde, yahud da daha güzel bir şekilde mukabele ediniz. Allah Teala ve Tekaddes hazretleri buyuruyor:
- İyilik ve takvada yardımlasınız. Günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayınız! Allah'ın emirlerine muhalefetten korkunuz. Çünkü O'nun azabı şiddetlidir. (Sure-i Maide;2)
Hazreti Ali'den Hayat Ölçüleri Sâdık Dânâ 1995 - Ocak, Sayı: 107, Sayfa: 028 Hazreti Ali radıyallahu anh, Hazreti Hasan'a şöyle vasiyette bulunmuştur: "Ey oğul, her şeyden önce Allah'dan hakkıyla kork. Bütün emirlerini yerine getir. Onu anmakla kalbini yaşat. İpine sımsıkı sarıl. Eğer tutunursan Rabbınızla aranızdaki bağdan daha kuvvetli hangi bağ bulunabilir? Kalbini mev'ıza ile yaşat. Zahidlikle kalbin dünya malına olan aşkını terk etmekle onu oldur. Onu hak ile, kuvvetli hikmet ile: adalet, ilim, hilim, ve uygun söz ile doğru parlak ve nurlu kıl.
Ciddi olarak ölümü an ve ölümü anmakla kalbini yaşat. Her şeyin yok olacağını bil ve kalbinin de yoklukta karar kılacağını ona bildir. Ona dünya facialarını ve musibetlerini teker teker göster. Zamanın şiddetini ve kükreyişini gece ve gündüzlerin aleyhine çevrildiğini düşün, hatırla ve hatırlat.
Kendi nefsine kalbine, daha evvel geçmiş evlad-ı insanların kıssalarını ve hikayelerini söyle. Mazide insanların başına gelen felaket ve musibetleri düşün. Aynı şeyin tekerrür etmemesi için dikkat et. Atalarının topraklarında ve yaşadıkları yerlerde gez. Ve onların eserlerini dikkatle tetkik et. Onlar neler yapmışlar, nereden nereye ne için göç etmişler? Bunları tetkik ettiğin zaman onların pek yakın arkadaşlarından ve sevgililerinden ayrılıp gurbet ellere gittiklerini göreceksin, tıpkı onlar gibi sen de pek yakında bilmediğin görmediğin yerlere göç edip gideceksin. Şu halde istikbaldeki yerini şimdiden hazırla ve temizle. Ahiretini dünya ile satma.
Bilmediğin şey hakkında konuşma, vazifen olmayan şeye karışma. Ve her hangi işi kendi ehline bırak. Sonunda bir felaket gelmesinden korktuğun yolu terk et. Zira bir işte felaket sezildiğinde onu terk etmek, korku ile ilerlemekten hayırlıdır.
Allah yolunda hakkıyla çalış. Onun uğrunda mücahade ve mücadele etmekten çekinme. Herhangi bir insanın ağır sözleri seni yolundan alıkoymasın. Nerede olursan ol. Hakka ulaşmak için bütün güçlükleri aşmağa çalış.
İslamiyet'te ne var ise hepsini anla ve öğren. Kendini güçlükler karşısında sabretmeye alıştır. Bütün işlerde Allah'ına sığın zira O en iyi koruyucudur, en iyi barınak ve en yakın kurtarıcıdır. Her işinde Allah'a teslim ol. Zira insanoğluna her şeyi bahşeden de O, mahrum eden de O'dur.
Bir işi yapmadan önce onun üzerinde iyice düşün. En iyi şekilde karar verebilmek için güvenilir kimselerle istişare et. Bu tavsiyemi anlamağa çalış. Ve bundan ayrılmamağa dikkat et. Şunu bil ki, en hayırlı söz faydalı olandır. Fayda vermeyen ilimde hayır yoktur. Öğrenilmesi lüzumlu olmayan ilimden de bir faide temin edilmez.
Ey oğul!
Hayatımın son demlerini yaşadığımı ve gittikçe zayıflamakta olduğumu görünce bu tavsiyemi sana bildirmekte acele etmeyi uygun gördüm. Zira düşündüğüm bütün şeyleri sana söylemek için bir zaman bulamadım. Ecelimin gelmesinde vücudumun zayıflaması gibi hafızamın da zayıflamasında, neva ve heveslerin veya dünya fitnelerinin benim nasihatimden önce kalbine hakim olmasından, bunun neticesi olarak da huysuz bir at gibi olmandan endişe ederek sana nasihatimin bir kısmını yazıyorum.
Benim vasiyetimden edineceğin şeylerin en hayırlısı Allah'dan korkup O'na sığınmak, O'nun sana farz kıldığı şeyleri yerine getirmek, atalarının ve geçmiş insanların izini takip etmektir. Şimdi sen kendi nefsine nasıl güven ve itimatla bakıyorsan, senden evvel geçen ataların aynı şekilde kendilerine güveniyorlardı. Şimdi sen nasıl düşünüyorsan onlar da aynı şeyi düşünüyorlardı. Fakat neticede iyi ve doğru buldukları şeyi tuttular vazifelerini noksansız yapmağa çalıştılar. İşte onların neticede vardıkları şeyi ve takip ettikleri yolu takib etmek istemiyorsan onların başında takip ettikleri yolu aynen takip et. Fakat bu, şüphelerini çoğaltmak ve düşmanlıklarını artırmak için değil. Doğruyu ve hakikati anlayıb öğrenmek için olsun.
Tetkiklerini yaparken evvel Allah'a sığın. Ondan başarılar dile. Seni şüpheye götürecek veya kötülüğe düşürecek her şeyi terk et. Kalbinin her türlü kötülükten durulduğunu, fikirlerinin toplandığını ve tek arzunun hakikati bulmak olduğunu görünce sana söylediğim hususları düşünmeğe başla. Şayet bunlara sahip olduğuna kani değil isen karışık mevzulara girişme. Zira önünü göremeyen bir kimse gibi olursun ki, her an içinden kurtulmak pek güç olan çukurlara, uçurumlara düşersin.
Böylece karanlıklar içinde, zulmetler arasında boğulup mahvolmağa mahkum olursun. Önünü görmeden yürümek ve her an uçurumlara yuvarlanmak tehlikesiyle karşı karşıya kalmak ise İslamiyet'i öğrenmek isteyenlere yakışmaz.
Bu tavsiyelerimi dinle ve anla. Ve bil ki her canlının ölümünü elinde tutan, yaşamasını da elinde tutmuştur. Varlıklara can verip yaşatan, neticede onları öldürendir. Zenginleri fakir, fakirleri zengin yapan O'dur. Her türlü belayı ve hastalığı veren O. Her belaya bir deva bulan yine O'dur. Dünya taşıyla, toprağıyla, rengiyle, şekliyle, ağaçları ile meyveleriyle O'nundur. O'nun isteği ve arzusu üzerine hareket etmektedir. Ahiret de hesabıyla, cezasıyla, cennetiyle, cehennemi ile ve bizim bilmediğimiz daha bir çok şeyleriyle O'nundur.
Bu hususların birisini bilmediğini görünce onu cehaletine atfet. Zira sen cahil yaratılıp sonra öğretilen ilk yaratıksın, ilimde her ne kadar ilerlersen, bir çok şeyde şüphesiz yine bilmediğin bulunacaktır. Çünkü düşünme sahasının oluşunda görme kudretinin pek ilerisinde bulunan çok şeyler vardır. Şayet bunlardan birisine muttali olabilir ve Allah sana bazı şeyleri öğretirse onu kendi kudretinle meydana getirip kazandığını zan etme. Bilakis bunun için seni yaratan, rızıklandıran ve seni güzel varlık şeklinde meydana getiren ulu varlığa sığın. İbadetin O'nun için olsun. Aşkın ona olsun, korkun yalnız ondan olsun!..
Bil ki ey oğul!
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in Allah hakkında bildirdiği gibi, hiç bir kimse bildirmedi. Ve bildiremez. O'nu bir önder ve kurtuluş ordusunun kumandanı gibi kabul et
Seni yaratan Rabbının bir ortağı olsaydı sana peygamberleri gelirdi. Böylece onun sıfatlarını ve işini öğrenirdin. Fakat o kendisinin söylediği tek ilandır. Kendi mülkünde hiç bir kimse ona düşmanlık besleyemez. O doğurmamıştır. Doğurulmamıştır. Ölmeyecektir. Ebedîdir. Her şeyden evvel vardır. Fakat varlığının bir başlangıcı yoktur. Her şeyden sonra kalacaktır. Fakat kalmasının da bir sonu yoktur.
Kudreti, büyüklüğü, kalbin, gözün çerçevesi haricindedir. Eğer bunları bilir ve inanırsan, küçüklüğünü düşünerek yakıştığı gibi hareket et. Onun karşısında kuvvet ve kudretsizliğini düşün! Her hususta ona ihtiyacın vardır. O'na yönel. Rızasını dile. Cezasından kork. Emirlerini yerine getirmeğe çalış. Zira o iyilikten başkasını emretmez. Nehiylerinden kaçın. Çünkü o, kötülükten başkasını nehyetmez.
Ey oğul!
Dünyayı ve onun türlü hallerini, içinde bulunan bütün şeylerin başka bir yere göç edeceğini, ahireti ve ehli için orada yapılacak şeyleri, akibetlerini bildirdim. Bunlar hakkında senin ibret alman için bazı misaller verdim. Bu misaller ile senin kurtuluşunu ümid ettim."
Bilmelidir ki Allah c.c.a muhabbet deryasına götürecek olan yegane rahmet ve muhabbet pınarı, Hazreti Peygamber s.a.v. Efendimizdir.Öyle ki, Hazret-i Peygamber S.a.v. e muhabbet, Allah c.c. a muhabbet, O'na Allah c.c. a itaat, O'na isyan ise Allah c.c.a isyan mahiyetindedir. Mesnevi Deryasından Ab-ı Hayat Katreleri. Osman Nuri Topbaş.sy.83.
Ney'in Hikayesi Mevlana'nın hikayelerinde geçen ney,aslında "insan-ı kâmil" temsil etmektedir. Sazlıktaki bir kamişin ney haline gelene kadar geçirdiği devreler, insanın olgunlaşmasını yani "nefsi tezkiye ve kalbi tafsiye" basamaklarini ifade eder.
Dostluğun Hakkikati Hakiki bir muhabbet, zahmetleri rahmete Inkılab ettirdiği için, sevilenin kahrı da, lutfu Gibi hoş karşılanır. Bir kimsenin muhabbetinin hakiki olup olmadigini anlamak ve seviyesini ölçmek için, sevdiğinin kahrına ne kadar tahammül gösterebildiğine bakmak kafidir.
Peygamber Ahlakı En son din olan Islam'in sunduğu ahlaki Zirve ve bütün insanlığa numune şahsiyet, Hazreti Peygamber- sallallahu aleyhi ve sellem-'dir. Hazret-i Peygember - sallallahu aleyhi ve sellem-in kalbi hayatı ve mükemmel ahlakından nasiplenmek, iki cihan seadetinin yegâne teminatıdır.
Incitmemek ve incinmemek Incitmemek, nisbeten kolaydır. Ama incinmemek elde değildir. Zira o,bir gönül işidir. Dolaysıyla incinmemek, ancak fanilerden gelen ve kalblere saplanan zehirli okların tesirsiz kalmasi ile mümkündür. Bu da nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesinin kemalindeki seviye nisbetindedir.
Kibir Şaşkınlığı Benlik ve iddianın girdiği yerde mevki ve rütbenin putperestliği başlar, orada asla rahmet tezahür etmez. Zira benlik ve iddia, ruhani hayatın kanseridir.
Kibir Ve Ucub Kibir, kendinden başkasını hor ve hakir görmek, ucub ise, kendini beğemek ve şahsını başkalarından üstün bilmektir. Kibir ile ucub, birbirinden ayrılmayan iki çirkin vasiftir. Bu illetlerin neticesi, dünyada huzursuzluk, ahirette ise ilahi azap tecellileridir.
Gafletten Kurtuluş Gafletten uzak kalabilmek için zikr-i daim üzere bulunmak, yani Rabbimizi hiçbir zaman unutmamak zaruridir. Zira insanın günaha düştüğü anlar, Cenab-i Hakk'ı unuttuğu demlerdir.
Hased Hased, ilahi taksim neticesinde, başkalarına lutfedilen nimetlere kalben itirazdır. Kalblerde, nimet sahiplerine karşı duyulan kiskançlıklar, hased hastalığının başladığını, hatta ilerlediğini belirten ilk alametlerdendir ve ayni zamanda kadere isyandır.
"Hazret-i Musa (as) ve firavun Ey Hak yolcusu! Gerçeği öğrenmek istiyorsan; Musa(as) da firavun da ölmediler; bugün senin içinde yaşıyorlar, senin varlığında gizlemişler, senin gönlünde savaşlarına devam ediyorlar!" (her bölümün baş yazılarıdır) Kaynak: Mesnevi Deryasından Ab-ı Hayat Katreleri Osman Nuri TOPBAŞ
Nebi s.a.v rivayet olunan ikili şeylerdendir. Nebi s.a.v. buyurduki; iki haslet vardır ki ondan daha faziletli hiçbirşey yoktur. O iki haslet Allah’a iman ve müslümanlara faziletli olmaktır. Yine iki haslet vardırki ondan daha çirkin hiçbir haslet yoktur. O iki haslet Allah’a şirk koşmak ve Müslümanlara zararlı olmaktır.
Nebi s.a.v Size alimlerle beraber olmak vaciptir lazımdır yapınız. Ve hükemanın sözlerini dinleyiniz. Çünkü hazreti Allah yağmur suyu ile ölü olan toprağı ihya ettiği gibi ölü olan kalbi hikmet nuru ile aydınlatır.
Hazreti Ebu Bekrin buyurmuş olduğu şeylerde ikili bâbdandır. Ebu Bekr efendimiz buyurduki; Her kim azıksız kabre dahil olursa gemisiz denize atlamış binmiş gibidir.
Hazreti Ömer buyurmuş olduğu şeylerde ikili babdandır. Hz Ömer buyurduki; Dünyanın değeri mal iledir. Ahiretin değeri Salih amel iledir.
Hazreti Osman buyurmuş olduğu şeylerde ikili babdandır. Hz Osman buyurduki; Dünyayı elde etmenin üzüntüsü düşüncesi kalbe zulmettir. Ahireti elde etmenin üzüntüsü düşüncesi kalbe bir nurdur.
Hazreti Ali buyurmuş olduğu şeylerde ikili babdandır. Hz Ali buyurduki; herkim ilim taleb ederse cennet onu talep eder. Herkim mağsiyet talep ederse Ateş onu talep eder.
Yahya ibni Muaz (r.a.) buyurduki; işleri düzgün olan (nefsine acıyan ) Allah’a asi olmadı. Hikmet sahibi dünyayı ahrete tercih etmedi.
Ameş (r.a.) buyurduki; Herkimin sermayesi takva olursa lisanlar onun dininin kazancını anlatmaktan aciz kalır. Her kimin sermayesi dünya olursa yine lisanlar onun dininin zararlılığını anlatmaktan aciz kalır.
Süfyanı sevri buyurduki; Şehvetten kaynaklanan herkötülüğün mağfiret olunması ümit olunur. Kibirden olan mağsiyetin bağışlanması ümit olunmaz. Çünkü iblisin mağsiyeti kebirdendir bu onun aslıdır. Hazreti ademin Zellesi aslı şehvettendir.
Bağzı zühhad ( günahtan yüz çeviren kimseler)buyurduki; Kimki gülerek günah işlerse Hz Allah onu ağlayarak cehenneme sokar. Herkim ağlayarak itaat ederse Güler olduğu halde hz Allah onu cennete dahil eder.
Hükemanın bağzısı ( hikmet sahipleri) buyurduki; Küçük günahı küçük görmeyiniz. Çünkü o küçük günahlar şubelenir büyük günah olur.
Nebi s.a.v. buyurduki; İsrar ile küçük günah yoktur. İstiğfar ile büyük günah yoktur.
Denildiki; arifin üzüntüsü Hz Allahı medhetmektir. Zahidin üzüntüsü nefsine dua etmektir. Çünkü arifin üzüntüsü rabbidir. Zahidin üzüntüsü nefsidir.
Hukemadan bağzısı buyurduki; Kimki kendisi için hazreti Allaha yakın olan veli olduğunu düşünürse Hz Allahı bilmesi az olur. Kimki kendisi için nefsinden daha şiddetli düşman oldığunu düşünürse Kendi nefsini tanıması zor olur.
Ebu bekr efendimiz buyurduki; Hazreti Allah kavlinde ZAHERAL FESADU Fİ-L-BERRİ VE-L-BAHRİ fesat karada ve denizde zahir oldu buyurdu buradaki kara lisandır. Deniz ise kalbdir. Lisan fasit olduğunda nefisler onun üzerine ağlar. Kalb fesada gittiğinde melekler onun üzerine ağlar.
Denildiki; Muhakkak şehver padişahları köle kılar. Muhakkah sabır köleyi hükümdar kılar. Sen görmüyor musun Yusuf (a.s) ile Züleyha validemizin hikayesini?
Allah dostları tarafından buyurduki; Aklı emri olan kimseye müjdeler olsun. Hevasına esir olan hevası önder olan aklıda esir olan kimseye yazıklar olsun.
Denildiki; Kimki günahı terk ederse kalbi incelir. Kimki haramı terk ederse helal yerse onun düşüncesi safi olur. Hazreti Allah bağzı nebisine vahyetti sana emretiğim şeylerde itaat et sana nasihat ettiğim şeylerde asi olma.
Bazısı dediki; Aklın kemali Hazreti Allahın rızasına tabi olmaktır. Ve hazreti allhın gadabından kaçınmaktır.
Denildiki; Faziletli kimseler için gariplik olmaz . cahil içinde vatan olmaz.
Denildiki; kimki Allah katında itaatinde olursa Allah yakın olur İnsanlar arasında garip olur.
Denildiki; Taat hareketi mağfiretin delilidir. Cismin hayat delili olduğu gibi.
Nebi s.a.v. buyurduki; Dünya sevgisi hataların aslıdır. Bütün fitnelerin cemisi öşür ve zekat vermemektir.
Denildiki; kimki kusurlarını ikrar ederse övülmeye layıktır. Kusurları ikrar etmek kabul alametidir.
Nimete karşı küfür adiliktir. Ahmak ile sohbet adiliktir
Şiir Ey dünya ile meşgul olan kimse muhakkak onu uzun yaşamak aldattı. Ecel ona yaklaşıncaya kadar gaflette o kimse devam etti. Ölüm ansızın gelir amle sandığın kabirdir. Onun ahvali üzerine sabret ölüm ancak ecel ile gelir.
Nebi s.a.v rivayet olundu ki: Kimki sabaha geçim darlığından şikayet ederek dahil olursa sanki o kimse rabbini şikayet ediyor demektir. Kimki dünya işlerinden üzülerek sabaha dahil olursa hazreti Allaha gadaplanmış olarak sabaha dahil olur. Kimki zengine zenginliğinden dolayı tevazu ederse dininin üçte biri gitmiş olur.
Ebu bekrinissıddık radıyAllahu anhın buyurduğu şeyde üçlü babdandır. Ebu (r.a.) buyurdu ki; 3 şey 3 şey ile elde edilmez. Zenğinlik temenni ile, gençlik boya ile, sıhhatta ilaç ile.
Ömer radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır. Ömer (r.a.) buyurdu ki; İnsanlarla güzel geçinmek akln yarısıdır. Güzel soru sormak ilmin yarısıdır. Güzel tedbir meişetin yarısıdır.
Osman radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır. Osman (r.a.) buyurdu ki; Kimki dünyayı terk ederse Allah onu sever kimki günahı terk ederse melekler onu sever kimki Müslümanlardan arzualrını keserse Müslümanlar da onu sever.
Ali radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır. Ali (r.a.) buyurdu ki; Muhakkah dünya nimetlerinden nimet olarak İslam sana kafidir.Meşguliyet olarak taat sana kafidir. Muhakkak ibretlerden de İbret olarak ölüm sana kafidir.
Abdullah ibni mesud radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır. Abdullah ibni mesud (r.a.) buyurdu ki; Nice nice Allah tarafından nimet üzerine az koşanlar vardır. nice nice imtihan olanlar vardır üzerine medhetmekle. Nice nice aldananalr vardır hz Allahın üzerlerini örtmesiyle.
Davut a.s’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır. Davut a.s. buyurdu ki; zeburda vahyolundu akıllı kimse üzerin evacip olan ancak 3 şeyle meşgul olmasıdır. Ahiret için hazırlanmak Dünya hayatı için külfet helal olarak lezzeti talep etmek.
Ebu hureyre radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır. Ebu hureyre (r.a.) buyurdu ki; Nebi s.a.v buyurdu 3 şey kurtarıcıdır. 3 şey helak edicidir 3 şey dereceleri yükseltir. 3 şey keffarettir. İnsanları kurtarıcı şeyler gizlide açıkta hz Allahtan korkmak,zenginlikte fakirlikte iktisatlı olmak gadab ve rıza halinde adaletli olmak. Helak edici şeyler şiddetli cimrilik, kendisine tabi olunmuş heva, kişinin nefsini beğenmesi. Dereceleri yükselten şeyler selamı yaymak, yemek yedirmek, insanlar uykuda iken gece namazı kılmak. Keffaret olan şeyler soguklarda abdest almak, cemaate gitmek, bir namazdan sonra bir namazı beklemek.
Cebrail a.s nebi s.a.v efendimize ey nebi sen dilediğin kadar yaşa muhakkak öleceksin. Dilediğini sev muhakkak ondan ayrılacaksın. Dilediğini işle muhakkah cezalandırılacaksın. (ameline göre muamele göreceksin)
Peygamber efendimiz ancak arşın gölgesi müstesna hiçbir gölgenin olmadığı günde hz Allahın arşının gölgesinin altında 3 zümreyi gölgelendirecektir. Meşakkatli zmanda abdest alan, karanlıklarda (sabah ve akşam yatsı vakti) mescitlere yürüyen, açları doyuran. İbrahim as denildiki hangi sebeble hz Allah seni Halil seçti . ibrahim a.s. 3 şey ile dedi Ben hz Allahın emrini gayrısı üzerine daima tercih ettim. Hz Allahın kefil olduğu aldıgı verdiği şeyde ben kederlenmedim. Ben hiç akşam ve sabah yemeği ancak müsafirlerle yedim.
Bazı hukema buyurdu ki; 3 şey kederleri açar hz Allah’ı zikir, evliya ile karşılaşmak, hükema sözü dinlemek.
Hasan-ı basri buyurdu ki; kendisi için edep olmayan kimse için ilimde yoktur. Kendisi için sabır olmayan kimse için din de yoktur. Kendisi için vera olmayan kimse içinde hz Allahın yakınlığı yoktur.
Muhakkah rivayet olundu ki. Beni israilden bir racul ilim talebi için yola düştü bu haber peygamberlere ulaştı .Racul peygambere geldi peygamber ona ey genç sana 3 haslet ile nasihat edeceğim. 3 haslet de evvelkilerin ve ahirkilerin ilmi vardır. Açıkta ve gizlide Allahtan kork. Lisanınıda mahlukattan muhafaza et.onalrı hayır ile zikret. Ekmeğinede dikkat etçünkü sen o ekmeği yiyorsun hatta helalden olsun.Genç ilim öğrenmeye çıkmaktan vazgeçti.
Rivayet olundu ki beni israilden bir racul ilimden 80 sandık topladı fakat ilim menfaat vermedi Hz Allah nebilerine vahyetti ilim toplyan gence söyle ilimden çok şey toplamış olsada 3 şey ile amle etmedikce ilim ona menfaat vermez.Dünyayı sevme çünkü dünra mü’minleri dârı değildir. Şeytana arkadaş olma müminin dostu değildir. Haz Allahın kullarından birine eziyet etme müminin sanatı değildir.
Ebu Süleyman Daranı hz buyurduğu şeylerde üçlü babdandır. Ebu Süleyman Daranı hz buyurduki; Ey benim Allahım eğer sen beni günahım ile talep edersen ben seni elbbete affın ile talep ederim eğer sen beni cimrilik ile talep edersen elbette ben seni çömertlik ile talep ederim. Eğer sen beni cehennemine dahil edersen ben cehennem ehline seni sevdiğimi haber veririm.
Hukema tarafından denildiki; İnsanların en mutlusu kendisi için alim (bilici) bir kalb sabırlı beden ve elinde olana kanaat getirendir.
İbrahim Nehai buyurduğu şeylerde üçlü babdandır. İbrahim Nehai buyurduki; Sizden önce helak olanalr şu üç şeyle helak oldu. Fuzuli kelam , fuzuli yemek, fuzuli uykudur.
Yahya bin meazzirrazi buyurduğu şeylerde üçlü babdandır Yahya bin meazzirrazi buyurduki; Kimki dünya onu terk etmeden o dünyayı terk ederse girmeden kabrini bina ederse ve mulaki olmadan önce rabbini razi ederse o kimseye müjdeler olsun.
Hz Alinin buyurduğu şeylerde üçlü babdandır Hz Ali buyurduki; Kimki kendisinin yanında Ha Allahın sünneti resulullahın sünneti evliyasının sünneti olmazsa onun elinde hiç birşey yoktur.Hz Aliye denildiki Allahın sünneti nedir ali buyurduki insanların sırlarını gizlemektir. Resulullahın sünneti nedir ali buyurduki insanlar ile iyi geçinmektir. Evliyanın sünneti nedir insanlardan gelen ezaya katlanmaktır. Bizden öncekiler bu üç şey ile birbirlerine casiyet ettiler birbirlerine bu hasletler ile yazışırlardı. Kimki ahret için bir iş yaparsa din ve dünya işlerinde Allah ona kafi gelir. Kimki iç alemini güzelleştirirse Allah onun dış alemin güzelleştirir. Kimki kendisi ile Allah arasındaki işlerini düzeltirse Allah’da onun ile insanlar arasını düzeltir
Hz Alinin buyurduğu şeylerde üçlü babdandır Hz Ali buyurduki; Sen hazreti Allah yanında insanların en hayırlısı ol Nefsinin yanında insanların en şerlisi ol İnsanalrın yanında insanalrdan bir kimse gibi ol.
Hz Allah Uzeyr a.s. vahyettiki ; Ey uzeyr sen küçük günah işlediğinde onun küçüklüğüne bakma sen o günahı kim için işledin ona bak. Sana az bir hayır isabet etitğnde onun küçüklüğüne bakma seni onun ile rızıklandırana bak. Sana bir bela isabet ettiğindebenim senin ayıpların bana yükseldiğinde meleklerime şikayet etmediğim gibi sende beni mahlukatıma şikayet etme .
Hatemi Esamın buyurduğu şeylerde üçlü babdandır Hatemi Esam buyurduki; Hiçbir sabah yoktur ki şeytan ban ey hatem ne yiyorsun ne giyiyorsun nerede oturuyorsun akabinde ben şeytana söylerim ki ölümüm yiyorum kefen giyiyorum kabirde oturuyorum.
Peygamberimiz buyurduki; Kimki günahın rezilliğinden taatın azizliğine çıkarsa Allahu Teala onu hiç malı olmadığı halde zengin kılar. Hiç askersiz olduğu halde onu kuvvetlendirir. Cemaatsiz olduğu halde onu üstün kılar.
Rivayet olunduki; Nebi s.a.v. birgün sahebnin yanına çıktı onarla nasıl sabahladınız diye sordu onlarda Hz Allaha iman eder olduğumuz ghalde sabahladık dediler. Peygamber efendimiz sizin imanınızın almeti nedir dediler sahabe biz belaya sabrederiz bolluk üzere hz Allaha şükrederiz Allahın hükmüne razi oluruz. Nebi a.s. kabenin rabbine yemin ederim ki siz hakikaten mü’minsiniz.
Hz Allah enbiyanın bazısına vahyetti ki; kimki bana beni seviyor olduğu halde mülaki olursa onu cennetime idhal ederim kimsi bana gadabımdan korkar olduğu halde mülaki olursa onu cehennemimiden uzaklaştırırım. Kimki benden haya eder olduğu halde bana mülaki olursa onun günahlarını hafaza meleklerine unuttururum.
Abdullah ibni mes’udun buyurduğu şeylerde üçlü babdandır Abdullah ibni mes’ud r.a.buyurduki; Sen hz Allahın senin üzerine farz kıldığı şeyleri eda et insanların en çok ibadet edeni olursun. Sen hz Allahın haramalrından kaçın insanların en zahidi olursun. Sen hz Allahın senin için taksim ettiği şeye razi ol insanların en zengini olursun.
Salihi merkadinin buyurduğu şeylerde üçlü babdandır Salihi merkadi buyurduki; Salihi merkadi bağzı diyarlara uğradı dediki ey diyar seni evvelki ehlin geçmişte sende iman edenler sende geçmişte sakin olanalar nerede? Hatıftan bir ses onarlın eserleri eskidi çürüdü onların cesetleri toprak altında kaldı onarlın amelleri boyunalrında gerdanlık baki oldu.
Hz Ali buyurduki buyurduğu şeylerde üçlü babdandır; Hz Ali buyurduki; Sen dilediği kimseye isteğini ver onun emiri olursun. Sen dilediğin kimseden iste onun esiri olursun sen dilediğnden müstağni ol onun dengi olursun.
Yahya bin muaz r.a. buyurduğu şeylerde üçlü babdandır. Yahya bin muaz r.a. buyurduki; Dünyanın küllisini terk etmek küllisini almaktır. Kim dünyayı terk ederse dünyayı almış olur. Kimki dünyanın hepsini alırsa dünyanın hepsini terk etmiş olur. Dünyayı almak dünyayı terk etmektedir.
İbrahim bin edhem buyurduğu şeylerde üçlü babdandır İbrahim bin edhem buyurduki; İbrahim bin edhem hazretlerine sen zühdü nasıl bulursun dedielr İbrahim bin edham hz ben zühdü üç şey ile buldum ben kabri Kalbimi teskin eden kimse benimle beraber olmadığı halde kalblere korku salar olarak gördüm. Ben uzun bir yol gördüm halbuki benim azığım yoktu. Ve cebbar olan hz Allahıbenimle beraber bir delil olmadığı halde hükmeder gördüm.
Ariflerin büyüklerinden şibli buyurduki; Ey Allahım muhtaç ve zayıf olduğum halde ben sana yaklaşmayı bağlanmayı seviyorum Ey Allahım sen seyidim olduğun halde benden zengin olduğun halde benim günahlarımı bana bağışlamayı nasıl sevmeyeceksin. Sen Allah ile dostluk kurmayı istediğin zaman nefsinden oyunalrından uzaklaş. Şibli buyurduki siz Allaha vasıl olmanın lezzetini tatmış olsaydınız elbette uzaklaşmanın acısını bilirdiniz.
Süfyani sevri buyurduğu şeylerde üçlü babdandır. Süfyani sevri ye hazreti Allah ile ünsiyetten sual olundu ünsiyet nedir süfyani sevri güzel vve parlak yüz ile güzel ses ile ve fasih lisan ile dostluk kurmamaktır.
İbni Abbas r.a. buyurduğu şeylerde üçlü babdandır. İbni Abbas buyurduki; zühd üç harfdir ze-he-dal Ze ahiret için azıktır. He din için hidayettir. Dal taata devam etmektir. Başka mevzıde başka yerde denildiki zühd üç harftir Ze zineti terk etmek. He hevayı terk etmek. Dal dünyayı terk etmektir.
Hamidi leffafinin buyurduğu şeylerde üçlü babdandır Hamidi leffafi buyurduki; Bana bir racul geldi ve bana vasiyet et nasihat et dedi. Bende ona dinin için kuranın kılıfı olduğu gibi kılf yap. Dinin kılıfı nedir dediler Zaruretten fazla kelamı terk etmek zaruret olan müstesna dünyayı terk etmek. Ancak zururet mevzılerde müstesna insanlara karışmayı terketmektir.
Sonra sen bilki denildiki zühdün aslı haramların küçüğünden ve büyüğünden kaçınmaktır. Zor veya kolay farzların cemisini eda etmektir. Azına veya çoğuna dünyayı ehli üzerin eterketmektir.
Lokman hekim buyurduki; Ey oğulcağızım İnsanlar üç kısımdır. Hazreti Allah için nefsi için ve kurt ve böcekleriçindir. Allah için olan insanın ruhudur. Neefsi için olan amelidir. Kurt ve böcekleriçin olan cismidir.
Hz Ali buyurduki; Üç şey zihinde ziyede eder ve bağlamı giderir Misvak oruç ve kuranı kerim okumak.
Ka’bul ahber buyurduki şeytandan mü’minler için kaleler üçtür. Mescidler kaledir Allahı zikir kaledir kuranı kerim okumak kaledir.
Bazı hukema buyurduki; Üç şey hazreti Allahın hazinesindendir onu ancak sevdiği kuluna verir . Fakirlik sabır ve hastalık.
İbni Abbas hazretlerine günlerin ayların amellerin hayırlısından sual olundu İbni Abbas buyurduki ; Günlerin hayırlısı Cuma ayların hayırlıs ramazan ayı amelerin hayırlısı vaktinde kılınan beş vakit namazdır.Bundan üçgün geçti ve bu haber ali efendimize ulaştı İbni Abbas r.a. bundan sual olundu ve şunlar ile cevap verdi Hazreti ali buyurduki doğudan batıya bütün hukema bütün ulema bütün fukeha elbette onun gibi cevap verirdi fakat ben müstesna amelerin hayırsı Hz Allahın sende amellerini kabul ettiğidir. Şehirlerin hayırlısı hz Allaha tevbei Nasuh ile tevde ettiğin aydır. Günlerin hayırlısı dünyadan hz Allaha iman eder olduğun halde çıktığın gündür.
Şiir Gece ve gündüz bizi eskitiyor sen görmüyormusun. Aşikar ve gizli halbuki bizler oynuyoruz. Dünya nimetlerine meyletme muhakkah dünya vatanı kalacak vatan değildir. ölmeden önce Nefsin için amel et. aldatmasın seni dost ve ahbablığının çokluğu
Cenabı hak bir kulunun hayrını istediği zaman onu dininde fakih kılar. Dünyada onu zahid kılar. Nefsinin ayıplarını ona gösterir.
Peygamber efendimiz buyurdular ki: Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: güzel koku, helal nisa, gözüm nuru olan namaz. Peygamberimiz ashabı ile oturduğu halde Ebu bekr efendimiz geldi doğru söylüyorsun ya resulAllah dedi. Banada dünyadan bana üç şey sevdirildi senin yüzüne bakmak malını Allah yolunda infak etmek kızımın Rasulullahın zevcesi olması. Hz. Ömer ra doğru söylüyorsun Ya ebabekr banada dünyadan üç şey sevdirildi.iyilikle emretmek, kötülükten nehyetmek eski ve yamalı elbise giymek Hz. Osman ra doğru söylüyorsun ya Ömer Dünyada banada üç şey sevdirildi.:aç doyurmak, kuran okumak, çıplak giydirmek. Hz. Ali ra doğru söylüyorsun ya Osman banada dünyadan üç şey sevdirildi: misafire hizmet etmek, yaz gününde oruç tutmak, kılıç ile savaşmak. Beyan olundu Cebrail as Hazreti Allah sizin konuşmalarınızı işittiği vakit beni gönderdi. Ben dünya ehlinden olsaydım sevdiğim şeylerden bana sormanı sana emretti Petgamber efendimiz dünya ehlinden olsaydın ne şey severdin. Cebrail a.s. buyurdu delalette olanları hidayet etmeyi, Allah itaatkar olan gariblerle ünsiyet etmeyi, darlık içinde olan fakirlere yardım etmeyi. Ve Cebrail a.s. buyurdu izzet sahibi olan hazreti Allah kullarında 3 hasleti sever. Bütün kudretini Allah yolunda harcamak pişmanlık anında ağlamak ve Herzamanda sabır
Hükemanın bazısı Buyurdu: Herkim aklına itibar ederse sapıdır delalete düşer. Herkim malı ile kendini zengin görürse bu ona kafi gelmez. Herkim kendini mahlukattan üstün görürüse o zelil olur.
Bazı hukema buyurdu Haz Allahı bilmenin meyvesi üçtür. Hazreti Allahtan haya etmek Hazreti Allahı sevmek Hazreti Allah ile yakınlık kurmak.
Nebi a.s. buyurduki: Hz Allah için muhabbet mağrifetin esasıdır. İffet yakin alametidir. (hz Allahın her şeye kadir olduğuna inanmaktır) yekinin başı takva ve hz Allahın takdirine rızadır.
Süfyan bin Uyeyne r.a. şöyle söyledi Herkim Allahı severse Allah onu sever.Kim hz Allahın sevdiklerini severse hz Allah yolunda sevmeyi sever. Herkim Allah yolunda sevmeyi severse insanlar hz Allahın onu sevdiğini bilmez.
Nebi a.s. buyurdu sevğinin doğruluğu 3 haslettedir. Başkasının sözü üzerin esevdiğini sözünü seçmek. Başkaları il eberbaer olmayı tercih etmek yerine sevdiği ile berbaer olmayı tercih etmek. Gayrısının rızasını tercih etmek yerine sevdiğinin rızasını tercih etmek.
Vehb bin Münebbihil yemani r.a. buyurdu tevratta yazılmıştır ki dünya onun olsa bile hırslı insan daima fakirdir. Allaha itaat eden her ne kadar köle bile olsa itaat olunmuştur.Kanaat eden aç olsa bile zengindir.
Bazı hukema buyurdu ki kim hz Allahı bilirse mahlukat ile beraber o kimse için bir tad bir lezzet olmaz. Herkim dünyayı bilirse o kimse için dünyaya rağbet olmaz. Kim hz Allahın adaletini bilirse davacılar ona yönelmez.
Zinnüni Mısrı buyurdu ki Her korkak korktuğundan kaçar. Bir şeye rağbet eden onu talep eder. Her Allah ile dost olan nefsinden nefret eder kaçar
Zinnüni Mısrı buyurdu ki hz Allahın sıfatlarını bilen kimse sevgiye esirdir. Onun kalbi basiret sahibidir. Allah için olan ameli çoktur. Hz Allahı tanıyan bilen vefalıdır. Onun kalbi zekidir.( Birşeyi anlamakta suratlidir) Hz Allah için olan amelleri temizdir.
Süleyman-ed Darani buyurdu ki : dünyada ve ahrette her hayrın aslı hz Allahtan korkmaktır. Dünyanın anahtarı doymaktır dünyanın anahtarı doymak ahretin anahtarı açlıktır.
Denildiki ibadet sanattır. Dükkanı halvettir. Sermayesi takvadır. Kazancı ise cennettir.
Malik Bin Dinar buyurdu ki: üç şeyi sen üç şey ile güzelleştirki hakiki mü’minlerden olasın. Kibri tevazu ile hırsı kanaat ile hasedi nasihat ile güzelleştir.
Nebi s.a.v buyurdu; Ebuzer gifari hazretlerine Ya ebazer sen gemini güzelleştir. Çünkü deniz derindir. Sen azığını tam olarak hazırla çünkü sefer zordur. Sen yükünü hafiflet çünkü geçit zordur. Sen amelini ihlasla yap çünkü seni gören sana muttali olan hz Allahtır.
Şiir İnsanlar üzerine tevbe etmeleri lazımdır. Fakat günahı terketmleri daha lazımdır. Belalara sabır zordur. Lakin sevabı kaçırmak daha zordur. Zamanın değişmesi aciptir. Lakin insanların gafleti daha aciptir. Gelecek olan her şey yakındır. Lakin bu gelecek olan şeylerden ölüm daha yakındır.
Hukemanın bazısı buyurdu; dört şey vardırki güzeldir lakin dörtşey daha vardırki dörtşeyden daha güzeldir. Erkekte haya güzledir lakın kadında daha güzeldir. Herkişide adalet güzeldir lakin idarecide daha güzeldir. Yaşlı insanda tevbe güzeldir. Lakin gencin tevbesi daha güzeldir. Çömertlik zenginde güzeldir. Lakin fakirin çömerdi daha güzeldir.
Bazı hükema buyurdu; dörtşey çirkindir. Fakat dört şey bu dötr şeyden daha çirkindir. Geçnte günah çirkindir yaşlıada ise daha çirkindir. Cahillerde Dünya ile meşgul olmak çirkindir alimde daha çirkindir. İnsanların cemisinde Emirlere uymakta tembellik çirkindir. Lakin alim ve talebelerde daha da çirkindir. Zenginlerde kibirlik çirkndir fakirde ise dahada çirkindir.
Nebi a.s buyurdu; sema ehli için yıldızlar emniyet kaynağıdır. Yıldızlar dağılınca sema ehli için hz Allahın hükmü gerçekleşmiş olur. Benim zürriyetim ümmetim için emniyet kaynağıdır. Benim ehli beytim gidince ümmetim üzerine hüküm gerçekleşir. Ashabım için ben emniyet kaynağıyım ben gittiğim zman hz Allahın hüküm ashabım üzerine tecelli eder. Dağlar arz ehli için emniyettir. Dağlar yok olunca Allahın hükmü arz halkına tecelli eder.
Hz ebu Bekir buyurdu; Dört şeyin tamamlanması dört şey iledir. Namaz sehiv secdesi ile oruç sadaka-ı fıtır ile hacın tamamlanması kurban ile imanın tamamlanması cihat iledir
Abdullah İbni Mubarek buyuruyor; Her kim günde oniki rekat namaz kıalrsa namazın hakkını ödemiş olur. Her kim heray üçgün oruç tutarsa oruçun hakkını ödemiş olur. Her kim hergün yüzayet okursa kuranın hakkını ödemiş olur. Her kim Cuma gunu bir dirhem sadaka verirse sadakanın hakkını eda etmiş olur.
Ömer r.a. buyurdu; Denizler dörttür. Heva gunah denizidir. Nefs şehvet denizidir. Ölüm ömürlerin denizidir. Kabir pişmanlık denizidir.
Osman r.a buyurdu; Ben ibadtin tadını dört şeyde buldum birincisi hz Allahın farzlarını yerin egetirmek. İkincisi hz Allahın haramından kaçınmak üçünsücü hz Allahtan sevap talep ederek iyiliği emretmek. Dördüncüsü hz Allahın gadabından kaçınarak kötülükten nehyetmektir.
Hz Osman buyurdu ki; dörtşey vardırki dış görünüşü faziletlidir iç görünüşü vaciptir. Salihlere karışmak fazilettir onalara tabi olmak vaciptir. Kuranı kerim okumak faziletlidir onun ile amel etmek frazdır. Kabirleri ziyaret fazilettir. Kabre hazırlanmak vaciptir. Hasta ziyareti sevaptır o hastanın vasiyetini hazırlamak fazilettir.
Hz Ali buyurdu ki; herkim cennete aşık olursa hayırda surat eder. Herkim nardan korkarsa şehvetten sakınır. Herkim ölüme inanırsa lezzetlero kimse üzerine kesilir. kimki dünyayı bilirse musibetler ona kolay gelir.
Nebi s.a.v. buyurdu; namaz dinin direğidir. Susmak ise daha faziletlidir. Sadaka rabbın gadabını söndürür. Susmak ise daha faziletlidir. Oruç ateşten koruyan bir kalkandır. Susmak daha faziletlidir. Dinin alemeti cihattır susmak daha faziletlidir.
Hz Allah beni israilden olan bir nebiye vahyetti ; Cenabı hak buyurdu senin batıldan susman benim rızam için oruçtur. Senin azaların haramlardan koruman benim rızam için namazdır. Senin mahlukattan ümid kesmen benim rızam için sadakatır. Senin Müslümanlardan ezayı men etmen benim rızam için bir cihattır
İbni Mesut r.a. buyurdu; dört şey kalbin zulmetindendir.aldırış etmenden Aşırı doymuş bir karın zalimlerle sohbet geçmiş gunahını unutmak ve uzun yaşama arzusu. Dört şey kalbin nurundandır. Korkudan dolayı doymamış karın. Salihlerle sohbet. Geçmiş gunahını hatırlamak. Emeli kısaltmak.
Hatemi Esam buyurdu ki; Kimki dört şey olmadan dört şeyi iddia ederse onun davası yalandır. Kimki hz Allahın sevgisini idda ederse haz Allahın haramlarından kaçmazsa onun davası yalandır. Herkim nebi sevdiğini iddaa eder miskin ve fakiri çirkin görürse onun davası yalndır. Kimki cennetin sevgisini iddia eder tasadduk etmezse onun davası yalandır. Kimki cehennemden korktuğunu iddaa edip gunahlardan kaçınmazsa onun davası yalandır.
Nebi a.s buyurdu; Şekavet alameti dörttür. Geçmiş gunahları unutmak halbuki o gunahlar hz Allah tarafından muhafaza ediliyor. Geçmiş İyilikleri hatırlamak halbuki kabul olundumuyoksa redmi olundu bilmiyor. Okimsenin dunyada kendinden üstün olana bakması dinde de kendinden aşağı olana bakması. Hz Allah şöyle buyurur. Okulumu ben istiyorum o beni istemiyorum bende onu terkettim. Saadet alemti dörttür. Geçmiş gunahları hatırlamak. Geçmiş hasenatı unutmak. Dinde kendisinden üste bakması dünyada kendisinden aşağı olana bakması.
Bazı hukema buyuruyor; Muhakkah iman alameti dörttür. Takva , haya, şükür, sabır.
Nebi s.a.vbuyurdu ; Analar dörttür. İlaçların tedavilerin anası edeplerin anası, ibadetlerin anası, iyi arzuların anası. İlaçların tedavilerin anası az yemektir. edeplerin anası az konuşmaktır. İbadetlerin anası az gunah işlemektir. Arzualrın anası, sabırdır.
Nebi s.a.s. buyurdu; Beni ademin cisminde dört cevher vardır. Dört şey o dördü izale eder. Dört cevher akıl din haya ameli Salih. Gadap aklı giderir. Haset dini giderir. Tama düşkünlük hayayı giderir. Gıybet Salih ameli giderir
Nebi s.a.s. buyurdu; Cennetteki dört şey cvennetten hayırlıdır. Cennette ebedi kalmak cenneten hayırlıdır. Meleklerin hizmet etmesi cenneten hayırlıdır. Cennette peygamberimize komşu olmak cennetten hayırlıdır. Cennette hz Allahın rızası cenneten daha hayırlıdır. Cehemmende dötr şey cehennemden daha şerlidir. Narda ebedi kalmak nardan daha şerlidir. Cehennemde meleklerin kafirleri kötülemesi nardan daha şerlidir. Narda şeytanın komşuluğu nardan daha şerlidir. Narda hz Allahın gadabı nardan daha şerlidir.
Hükemanın bazısı sual olunduğu zaman Hazreti Allah ile braber muvafakat(uyum) üzereyim. Nefsim ile beraber muhalefet üzereyim. Mahlukatla beraber nasihat üzereyim. Dünya il eberaber zaruret üzereyim.
Hukemanın bazısı dört semavi kitaptan dört kelimeyi seçti Tevrattan kimki hz Allahın verdiği rızka razı olursa dünya ve ahirette rahat olur. İncilden kimki nefisinin arzularını terk ederse dünya ve ahirette aziz olur. Zeburdan kimki insanlardan ayrılır yalnız kalırsa dünya ve ahrette helak olmaktan kurtulur. Furkandan kimki lisanı muhafaza aederse dünya ve ahirette selamet bulur.
Ömer r.a. rivayet olunduki hz Allaha kasem ederimki ben bir bela ile mübtela kılınmadımki o belada benim üzerime dört nimet vardır. Birincisi benim dinimde olmadığı zaman (dinime ibadetime zarar vermedi zaman) İkincisi o bela başıma gelenden daha büyük olmadı zaman. Üçüncüsü o bela rızadan mahrum bırakmadığı zaman. Dördüncüsü ben o belaya karşılık sevabı ümit ediyorum.
Abdullah ibni mubarek buyuruyor. Muhakkak hikmet sahibi bir kimse sözleri topladı o sözlerden kırkbin söz seçti sonra kırbin sözden dörtbin seçti dört binden dörtyüz seçti. dörtyüzden kırk söz seçti. Kırk sözden dört kelimeyi seçti. Birincisi herne halde olursa olsun kadınlaraitimat etme. İkincisi her hal üzerine mala sakın aldanma. Üçüncüsü midenin takat getiremeyeceğinin midene yükleme. Sana vermeyen ilimden sen toplama.
Muhammed ibni Ahmet Rahimehüllah Aziz ve Celil olan hz Ve seyyiden ve hasuran ve nebiyyen min'es-salıhiyn. Kavli hakkında buyurdu seyyid olarak hz Allah Yahya a.s. zikretti halbuki Yahya a.s. hz Allahın kulu idi dört şeye galib geldiği için zikretti. Nefsine galip iblise galip lisanına galip gadabına galip olduğu için hz Allah seyyid olarak zikretti.
Hz Ali r.a. dört şey devam ettiği müddetce dinde zail olmaz dünyada zail olmaz. Galib ve üstün olarak devam eder. Zenginler kendilerine verilen ile cimrilik yapmadıkca. Alimler bildikleri ile amel etmeye devam ettikce. Cahiller bilmedikleri ile kibirlenmeyip ve böyle devam ettikçe fakirler dünya karşılığı ahretlerini satmamaya devam ettikçe.
Peygamber efendimiz muhakkah hz Allah kıyamet günü insanlardan dört kişiyi insanlardan dört sınıf üzerine delil getirecek. Zenginlerin aleyhine delil Davut a.s. oğlu Süleyman a.s. Kölelere hizmetçilere delil Yusuf a.s. Hastalara delil eyyüp a.s. fakirlere delil isa a.s. olacaktır. Selam onlar üzerine olsun.
Saad ibni Bilal rahimehulah buyurdu. Muhakkak kul günah işlediğinde hz Allah dört haslet ile o kula ihsan eder. Rızkı o kuldan almaz. Sağlığı o kuldan almaz. Hz Allah o kul üzerine günahların açıklamaz acilende onu cezalandırmaz.
Hatamü Esam buyurdu kim dört şeyi dört şeyi sarf eder değiştirir yönelirse cenneti bulur. Uykuyu kabre övünmeyi mizana, rahatı sırata, şehvetide cennete terk ederse cenneti bulur .
Hamidi Leffafi rahimehullah buyurdu biz dört şeyi dört şeyde aradık o dört şeyi diğer dört şeyde bulunca şaşırdık hata yaptık. Zenginliği malda aradık kanatta bulduk. Rahatlığı çok malda aradık az malda bulduk. Lezzetleri nimetlerde aradık sıhhatli bedenlerde bulduk. Rızkı arzda ardık onu gökte bulduk.
Ali r.a. buyurdu; dört şey varki o dört şeyin azı çoktur elem fakirlik ateş düşmanlık.
Hatemi Esam buyurdu dört şeyin kadrini ancak dörk kişi anlar. Gençliğin kıymetin ancak yaşlı anlar. Afiyetin kadrini ancak belaya uğrayan anlar. Sıhhatin kadrini hasta olan anlar. Hayatın kadrini ancak ölüler anlar.
Ebu Nüvas şiirlerinde şöyle der. Benim günahlarım düşündüğümde çoktur. Rabbimin rahmeti benim günahlarımdan daha geniştir. Benim arzum yağtığım Salih amellerle olmadığında hz Allahın rahmetini ben daha çok ümid ediyorum O Allahki benim mevlamdır o beni yaratandır. Muhakak hz Allah ikrra eder ben onun kuluyum ve boyun eğerim. Eğer bağışlarsa bu rahmettir. Eğer aksi olursa ben neyaparım ne işlerim
Nebi (s.a.v.) Buyurdu: Kıyâmet günü mîzan kurulur. Namaz ehli getirilir mizanda mukafatların tamamı verilir. Sonra Oruç ehli getirilir. Mizanda mukafatların tamamı verilir. Sonra hac ehli getirilir mizanda mukafatların tamamı verilir. Sonra bela ehli getirilir. Onlar için mizan dilkilmeyecek amel defterleride açılmayacaktır. Hesapsız olarak onların mukafatları verilecek. Hz Allah o bela ehlinin sevabını çok verdiğinden dolayı Afiyet ehli onların yerinde olmayı temenni edecek.
Bazı Hukema Buyurdu: Âdemoğlunu dört yağmacı karşılar: Ölüm meleği zorla ruhunu alır. Vârisler zorla malını paylaşır. Kurtlar cesedini zorla alır. Kıyamet gününde amelini davacılar zorla alır.
Bazı Hukema buyurdu: Kimki şehvetler ile meşgul olursa onun için bir kadın lazımdır. Kim mal toplamakla meşgul olursa elbette haram lazımdır. Kimki Müslümanlara menfaatli olmakla meşgul olursa elbette inanlarla iyi geçinmesi lazımdır. Kimki ibadetle meşgul olursa elbette onun için ilim lazımdır.
Hz Ali buyurdu: Amellerin en zoru dört haslettir. Öfkelendiğinde afv etmek. Fakirlik zamanında çömertlik. Yalnız iken haramlardan sakınmak.Korktuğu veya bir şeyi ümit ettiği kişiye karşı doğruyu söylemek.
Zebur kitabında Hz Allah Davut a.s. vahyetti; Akıllı kimse hikmet sahibi dört saadetten hâli olmaz.Bir saatte rabbine munacaat eder. Bir saatte nefsini hesaba çeker. Bir saatte ayıplarını ona haber veren kardeşlerinin yanına yürür. Bir saatte helal olan lezzetler ve nefis için terk eder.
Bazı Hukema buyurdu; Bütün ibadetler kulluğa aittir dörttür. Ahitlere vefa göstermek (farzlara dikkat edecek). Hududu muhafaza etmek (Hz Allahın koyduğu yasaklar). Kaybettiği şeylere sabır göstermek (Elinden çıkana). Elinde olan her şeye razi olmak
Peygamber efendimiz buyurdu; Herkim beş şeyin kıymetini bilmezse beş şeyi kaybetmiş olur. Herkim alimi hafife alırsa dinini kaybetmiş olur. Herkim emirleri (idareci) hafife alırsa dünyasını kaybetmiş olur. Herkim komşularını hafife alırsa menfaatini kaybetmiş olur. Herkim akrabalarını hafife alırsa sevgiyi kaybeder. Herkim aile ferdlerini hafife alırsa güzel yaşamayı kaybeder.
Peygamber efendimiz buyurdu; Ümmetin üzerine yakında bir zman gelecek beşşeyi sevecek beş şeyi unutacaklar. Dünyayı sevip ahreti unutacaklar. Evleri sevip kabirleri unutacaklar. Malı sevip hesabı unutacaklar. Ehlini sevip hurileri unutacaklar. Nefsin arzu ettiklerini sevip hazreti Allahın emirlerini unutacaklar. Onlar benden uzaktırlar bende onlardan uzağımdır.
Peygamber efendimiz buyurdu; Allahü Teâlâ kime beş şey ihsan ederse, onun için beş şey hazırlar: hazreti Allah şükrü bir kula vermez ancak ziyadeleşmesini hazırlar. Hazreti Allah bir kula duayı vermez Hazreti Allah o kimse için icabeti hazırlamıştır. Hazreti Allah bir kula istiğfarı vermez Hazreti Allah o kimse için mağfireti hazırlamıştır. Hazreti Allah bir kula tevbeyi vermez ancak i kişi için kabulu hazırlamıştır. Hazreti Allah bir kula sadakayı vermez ancak o kul için kabulu hazırlamıştır.
Hz Ebu Bekir buyurdu; Zulmetler beştir. O zulmetler için kandilerde beştir. Dünyayı sevmek zulmettir. Bu zulmet için kandil takvadır. Gunahta zulmettir bu zulmet için kandil tevbedir. Kabir bir zulmettir bu zulmet için kandil Lailahe illAllah Muhammedür resulullahtır. Ahirette zulmettir bu zulmet için kandil Salih ameldir. Sırat zulmettir bu zulmet için kandil hakiki imandır.
Hz. Ömer R. A. rivâyet emiştir: Rasûlüllah S.A.V. buyurdu: Eğer gaybı bilmek iddiâsı olmasaydı beş zümrenin cennetlik olduğuna şâhitlik ederdim: Âile sâhibi olan fakir. Kocasını râzı eden kadın. Mehrini kocasına bağışlayan kadın. Ana ve babası kendisinden râzı olan evlât. Günahlarından tevbe eden kimse
Hz. Osman R. A. Beş şey takvâ ehlinin alâmetidir: Din için çalışanlarla oturmak. Dilini ve nâmûsunu korumak. Dünyalıktan bir şeye kavuştuğunda onu vebâl kabul etmek. Dinden az bir şey geldiğinde onu ganîmet bilmek. Haram karışır korkusuyla helâlden aza râzı olmak. Bütün insanların kurtulduğuna inanıp sâdece kendisinin kurtuluşunda şüphe etmek.
Hz. Ali R. A.: Beş kötü hal olmasaydı bütün insanlar salih olurdu: Câhilliğe râzı olmak.Dünyaya hırslı olmak. Servet sâhibi iken cimrilik etmek. Ameline riyâ karıştırıp heder etmek. Kendi görüşünü beğenerek üstünlük iddiâ etmek.
Allah Teâla Habîbini beş şerefle şereflendirdi: İsmiyle şereflendirdi; diğer peygamberlere Âdem, Nuh, İbrahim diye husûsî isimleriyle nida ettiği halde Ona Rasûlüm diye hitap etti. Cismiyle şereflendirdi; Zirâ peygamberimiz (s.a.v.) bir şey için dua ettiğinde Cenâb-ı Hak,bizzat kendisi cevap verdi. Diğer peygamberler için böyle değildir. Atâ ile şereflendirdi; Allahü Teâlâ ona istemeden ihsanda bulundu. Hatasızlık ile şereflendirdi; Cenab-ı Hak Ondan zelle vâki olmadığı halde Allah seni affetti buyurup bağışladığını beyân etti. Rızâ ile şereflendirdi; Onun fidyesini, sadakasını ve nafakasını kabul etti. Halbuki diğer peygamberlerinki böyle değildi.
Abdullah Bin Amir Bin Âs R. A.: Kendisinde beş şey bulunan kimse dünya ve âhiret saâdetine kavuşur: “Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Rasûlüllah” Kelime-i Tayyibe’sini çok okumak. Başına belâ geldiğinde “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil Aliyyil Azîm” demek. Bir nîmet ihsan edildiğinde “Elhamdü lillâhi Rabbil âlemîn” deyip o nîmete şükretmek. Bir işe başlarken Besmele-i Şerîfe okumak. Günah işlediğinde “Estağfirullâh-el-Azîm ve etûbü ileyh” demek.
Hasan-ı Basrî Rh.A. buyurdu: Tevrat’tan beş kelime yazılmıştır: Zenginlik, kanâattadır. Selâmet uzlette (halktan uzaklaşmakta)dır. Büyüklük şehvetleri terk etmektedir. Faydalanmak uzun günlerde (Cennette)dir. Sabır az günlerde ( dünyada)dır
Rasûlüllah S.A.V. buyurdu: Beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bilin: İhtiyarlamadan önce gençliğin; Hastalanmadan önce sıhhatin; Fakir düşmeden önce zenginliğin; Ölmeden önce hayatın; Meşgûliyetten önce boş vaktin kıymeti.
Yahyâ bin Muâz-ı Râzı Rh.A. buyurdu: Çok yiyenin eti çok olur. Eti çok olanın şehveti çok olur. Şehveti çok olanın günâhı çok olur. Günâhı çok olanın kalbi katılaşır. kalbi katılaşan da dünya âfet ve ziynetlerinde boğulur.
Süfyân-ı Sevrî Rh.A. buyurdu: Fakirler beş şeyi tercih ettiler: Nefsin râhatını, Kalbin boşluğunu, Allahü Teâlâ’ya kulluğu, Hesâbın hafifini, Cennette yüksek dereceleri. Zenginler de beş kötü şeyi tercih ettiler: Nefsin yorgunluğunu Kalb meşgûliyetini Dünyaya kulluk etmeyi Hesâbın zorunu Derecenin aşağısını.
Abdullah Antakî Rh.A. buyurdu: Beş şey kalbin ilâcıdır: Sâlihlerle oturmak. Kur’an-ı Kerim okumak. Az yemek. Gece kalkıp namaz kılmak. Sabah vakti ağlayarak niyazda bulunmak.
Alimler dediler ki: Tefekkür beş nevîdir:Allahü Teâlâ’nın âyetlerini tefekkür etmek; bunun meyvesi tevhid ve yakîndir. Allahü Teâlâ’nın nîmetlerini tefekkür edip şükretmek; bunun meyvemesi, muhabbettir. Allahü Teâlâ’nın vaadini tefekkür etmek; bu, âhirete rağbeti artırır. Allahü Teâlâ’nın tehdîdini tefekkür etmek; bu, günahlardan sakınmayı ve itâatı artırır. Allahü Teâlâ’nın ihsânını ve kendisinin itâat ve ibâdette olan kusurlarını tefekkür etmek; bu da hayâ duygusunu artırır.”
Bazı Hükema Buyurdu; Beş şey kişiyi takvâya ulaştırır: 1- Sıkıntıyı nîmete ihtiyar etmek 2- Zahmeti râhata ihtiyar etmek 3- Zilleti izzete ihtiyar etmek 4- Sükûtu füzûlî konuşmuya ihtiyar etmek 5- Ölümü hayata tercih etmek.
Rasûlüllah S.A.V. buyurdu: Gizlilik, sırları; Sadaka malı; İhlâs ameli; Doğruluk sözleri; Müşâvere rey ve fikirleri muhâfaza eder.
Peygamber S.A.V. Efendimizden: Mal toplamada beş şey var: 1- Toplamakta sıkıntı çekmek. 2- Allahı zikirden gaflet edip geri kalmak. 3- Hırsız ve soygunculardan korkmak. 4- Cimri adı verilmek. 5- Sâlihlerden uzak kalmak. Malı dağıtmakta da beş şey var: 1- Onu arama zahmetinden kurtulup rahata kavuşmak. 2- Bekçiliğinden kurtulup Allah’ı zikir için boş vakit bulmak. 3- Hırsız ve soyguncudan emin olmak. 4- Cömert ismini kazanmak. 5- Sâlihlerle sohbet imkânı bulmak.
Süfyân-ı Sevrî R.A. buyurdu; Bu zamanda beş hâle sahip olmayan mal toplayamaz: 1- Uzun emel . 2- Aşırı hırs. 3- Şiddetli cimrilik 4- Takvâ azlığı 5- Âhireti unutmak.
Şiir Ey dünya ile evlenmek isteyen kişi! Onun her gün başka bir dostu var. Kocaya varmak ister, fakat Başka bir yerde biriyle birleşir. Dünya, tâliplerinin hiçbirine ümit vermedi; Hepsini birer birer âhirete gönderdi. Şüphesiz ben aldanmışım; çünkü, Belâlar vücûdumu azar azar yiyip bitirmekte. Ahiret yolculuğu için azık hazırlayın zirâ, Münâdî, Hazırlanın gidiyoruz diye nida etmekte.
Hâtem-i Esam R.A. buyurdu: Acele Şeytandandır ancak beş yerde sünnettir:1- Misâfire yemek ikram etmek 2- Cenazeyi teçhiz edip hazırlamak 3- Bülûğa eren kız çocuğunu evlendirmek 4- Vaadesi gelen borcu ödemek 5- Günah işlediğinde tevbe etmek
Muhammed Bin Durî R.A. buyurdu; Şeytan beş şey sebebiyle kovuldu: 1- Suçunu kabul etmedi. 2- Pişman olmadı. 3- Nefsini ayıplayıp kendini kusurlu görmedi. 4- Tevbeye azm ve kastetmedi. 5- Allah’ın rahmetinden ümidini kesti.
Adem A.S. da beş şey sebebiyle mesut oldu: 1- Kusurunu kabul etti. 2- Zellesinden dolayı pişman oldu. 3- Nefsini suçlu bulup ayıpladı. 4- Tevbede acele ve israr etti. 5- Allah’ın rahmetinden ümit kesmedi.
Şakîk-i Belhî R.a. Buyurdu; Size beş şey tavsiye ederim: 1- Allah’a ihtiyâcınız kadar ibâdet edin. 2- Dünyadan ömrünüz kadar alın. 3- Azâba dayanabileceğiniz kadar günah işleyin. 4- Kabirde kalacağınız kadar azık hazırlayın. 5- Kalmak istediğiniz kadar cennet için amel edin.
Şakîk-i Belhî R.a. Buyurdu; Beş şeyi beş şeyde bulduk:1- Günahları terk etmeyi kuşluk namazında 2- Kabir nurunu gece namazında 3- Münker ve Nekire cevabı, Kur'an-ı Kerim okumakta 4- Sırat köprüsünü geçmeyi oruç ve sadakada 5- Arşın gölgesini halvette.
Hz. Ömer R.A buyurdu Dili muhâfazadan iyi dost Takvâdan güzel elbise Kanâattan üstün servet Nasîhatten üstün iyilik Sabırdan lezzetli yemek görmedim İyilik karşılık beklemeden Allah rızâsı için başkalarına mal ve sözle yardımda bulunmaktır.
Bazı Hükema Buyurdu; Beş şey zühd alametidir: 1- Allahü Teâlâya güvenmek. 2- Halktan bir şey beklememek. 3- İhlasla amel etmek. 4- Zulme tahammül etmek. 5- Elde bulunana kanâat etmek.
Bazı Abidilerin Münâcâtı: İlâhî Uzun emel beni aldattı. Dünya sevgisi helâk etti. Şeytan, dalâlete sevk etti. Nefs-i Emmare Hakdan men etti. Ey Yardım dileyenlere lütuf eden Rabbim Bana inayet et. Eğer sen yardım etmezsen kim yardım eder.
Rasûlüllah S.A.V. buyurdu: Bir zaman gelecek, ümmetim beş şeyi sevip beş şeyi unutacak: 1- Dünyayı sevip âhireti 2- Hayatı sevip ölümü 3- Evleri sevip kabirleri 4- Serveti sevip hesâbı 5- Halkı sevip Hâlikı unutacaklar.
Yahyâ Bin Muâz-ı Râzı R.A buyurdu İlâhî Geceler sana yalvarmakla Gündüzler sana taatla hoştur. Dünya senin zikrinle güzeldir. Ahiret senin affınla Cennet Cemalini seyretmekle güzeldir. « Son Düzenleme: 26 Mart 2009, 13:39:40 Gönderen: mystic »
Peygamber (S.A.V.) buyurdu: Altı şey altı yerde gariptir: 1- Namaz kılmayanlar arasında mescid 2- Okumayanlar arasında Mushaf. 3- Fâsıkın kalbinde Kur’an-ı Kerim. 4- Zâlim erkeğin elinde sâliha kadın 5- Kötü huylu kadın elinde sâlih erkek. 6- Söz dinlemeyenler arasında âlim. Allahü Teâlâ kıyâmet günü bunlara rahmetle nazar etmeyecek.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz buyurdu: Ben altı kişiye lânet ettim; Allahü Tealâ ve duası makbul peygamberler de lanet ettiler: 1- Allah’ın kitâbına bir şey ilâve eden. 2- Allah’ın kaderini yalanlayan. 3- Allah’ın zelil ettiğini zorla aziz, aziz kıldığını zelil eden. 4- Haremi Şerifte Allah’ın haram kıldığı şeyleri helâl sayan. 5- Ehl-i Beytim hakkında zulum ile Allah’ın haram kıldığı şeyleri helâl gören. 6- Sünnetimi terk edip bid’at ve delâletle uğraşan. Allahü Tealâ böylelerine rahmet nazarı ile bakmaz.
Hz. Ebû Bekir Sıddîk (R.A.) buyurdu; Cebbâr olan Allahü Teâlânın kudreti de üzerindedir İblis seni dini terk etmeye. Nefis günah işlemeye. Hevâ şehvetlere. Dünya kendisini âhiretten üstün göstermeye. Âzâlar, isyana. Allahü Teâlâ da cennete dâvet eder. İblise uyanın dini. Nefsi dinleyenin, rûhu. Hevâya uyanın aklı. Dünyayı tercih edenin âhireti yok olur. Allahın dâvetine uyan günahlardan kurtulur ve bütün hayırlara kavuşur.
Hz. Ömer (R.A.) buyurdu: Allahü Teâlâ altı şeyi, altı şeyde gizledi:1- Rızâsını tâatte 2- Gazabını günahda 3- İsm-i Âzamı, Kur’an-ı Kerim’de 4- Kadir gecesini Ramazan ayında; 5- Orta namazı namazlar içinde; 6- Kıyâmet gününü günler içinde gizledi.
Hz. Osman (R.A.) buyurdu; Mü’minin altı korkusu var: 1- Îmânını zâyî etmek korkusu. 2- Meleklerin kendisini zelil eden şeyleri yazma korkusu. 3- Şeytanın amelini ifsât etme korkusu. 4- Azrâil A.S.’ın, ansızın canını alma korkusu. 5- Dünyaya dalıp da âhireti unutma korkusu. 6- Âilesiyle meşgul olup Allah’ı zikirden geri kalma korkusu.
Hz. Ali (R.A.) buyurdu; Nefsinde altı hasleti toplayan kimse; Cenneti istemek ve Cehennemden kaçmak için yapacak başka bir şey bırakmamıştır: 1- Allahü Teâlâ’yı bilip ona itâat etmek. 2- Şeytanı tanıyıp onu reddetmek. 3- Âhireti tanıyıp onu istemek. 4- Dünyayı tanıyıp onu terk etmek. 5- Hakkı Hak bilip Hakk’a tâbî olmak. 6- Bâtılı bâtıl bilip ondan sakınmak.”
Hz. Ali (R.A.) buyurdu; Nîmetler altıdır: 1- İslam 2- Kur’an-ı Kerim 3- Allah’ın Rasûlü Hz. Muhammed (S.A.V.) 4- Afiyet 5- Setir 6- İnsanlara muhtaç olmamak.
Ebû Zer Cumhir Rh.A. buyurdu Altı haslet dünyanın bütün iyiliğine müsavidir: Lezzetli yemek. Sâlih evlât. Allah ve Resulüne itaat eden zevce Sağlam söz Kâmil akıl Sıhhatli beden.
Hasan-ı Basrî Rh.A buyurdu;Ebdal (EvliyaUllahtan 40 kişilik grup)olmasaydı yer içindekilerle birlikte batardı. Sâlihler olmasaydı kötü kimseler helâk olurdu. Âlimler olmasaydı insanlar vahşîleşirdi. Sultan olmasaydı insanların bağzısı bağzısını helak ederdi. Ahmaklar olmasaydı dünya harâp olurdu. Rüzgâr olmasaydı her şey kokardı.
Hükemanın bazısı buyurdu Allahtan korkmayanın dili hatadan kurtulmaz.Allah’ın huzûrunda hesap vermekten korkmayanın kalbi haram ve şüphelerden kurtulmaz.Halktan ümidini kesmeyen tamâdan kurtulmaz.Amelini muhafaza etmeyen riyâdan kurtulamaz.Kalbini korumak için Allahtan yardım istemeyen hasetten kurtulmaz.İlim ve amel bakımından kendinden üstün olanlara bakmayan ucubdan kurtulmaz.
Hasan-ı Basrî Rh.A.buyurdu;Kalblerin bozulması altı şeydendir:Tevbe ederim ümidiyle günah işlemek. İlim tahsil ettiği halde amel etmemek. Amel ettiği halde ihlâstan uzak olmak. Allahü Teâlânın verdiği rızkı yiyip şükretmemek. Allah’ın taksimine râzı olmamak. Ölüleri defnedip ibret almamak.
Hasan-ı Basrî Rh.A.buyurdu:Allahü Teâlâ Dünyayı âhirete tercih eden kimseyi üçü dünyada üçü âhirette olmak üzere altı cezâ ile cezâlandırır. Dünyadaki cezâlar: Sonu olmayan istek ve arzular. Yenilmez hırs; kanâatsizlik. Gaflete yenik düşüp ibâdetten zevk alamamak. Âhiretteki cezâlar: Kıyâmetin sarsıntısı Şiddetli hesap. Uzun hasret.
Ahnef Bin Kays R.A.buyurdu: Haset edene râhat yoktur Yalancıda fazîlet olmaz. Cimri için kurtuluş yoktur Hükümdarlar için vefâkârlık yoktur. Kötü ahlâk sâhibi için büyüklük yoktur.Allah’ın hüküm ve kazâsını çevirecek kudret yoktur
Hükemâdan bir zâta sordular: Kul tevbesinin kabul edilip edilmediğini bilmiyor mu?” Buna hüküm veremem ancak, kabul edildiğine dâir altı alâmet vardır: Kendi nefsini günahtan korunmuş bilmek. Gaibde ferahı kalbnde hissedecek hüznü ise daima kendinde olacak . hayır ehline yaklaşacak kötü kimselerden uzaklaşacak Dünyalığın azını çok âhirete âit işlerin çoğunu az görür. Kalbi, Allahü Teâlâ’nın yüklediği şeylerle meşgul olur ve Allah’ın kefil olduğu rızık için endişe etmez. Dilini korur düşünür üzgün ve pişman olur. dedi.
Yahyâ Bin muâz Rh.A.buyurdu: bana göre Aldanmanın en büyüğü; Af ümit ederek günah işlemek. Tâatte bulunmadan Allah’a yaklaşma arzûsunda olmak. Cehennem tohumu ekip Cennet beklemek. İsyan ile itâatkârların ecrine ulaşmak istemek. Amel etmeden mükâfât beklemek. Haddi aştığı halde Allahü Teâlâ’nın affını temennî etmek.
Şiir Yolunda yürümeden kurtuluş bekler! Karada gemi yüzer mi hiç?
Ahnef Bin Kays R. A.buyurdu: Kula verilen en hayırlı şey akıldır. O olmazsa Güzel edeptir. O da olmazsa Uygun arkadaştır. O da olmazsa Sabreden kalbtir. O da olmazsa Uzun müddet sükût etmektir. O da olmazsa Hemen ölmektir dedi.
Ebû Hüreyre R.A.,buyurdu; Peygamber S.A.V. Efendimiz’den rivâyet etmiştir: Yedi zümre vardırki Allahü Teâlâ, kıyamet gününde Arş’ın gölgesinde gölgelendirir: O günde arşın gölseginden başka gölge yoktur. Adâlet ile hareket eden idareci Ömrünü Allahü Teâlâ’ya ibâdet etmekle geçiren genç.İnsanlardan bir kimse görmediği halde Allah korkusundan dolayı Allahı’ı zikreden ve gözyaşı döken kimse. Kalbi mescitle bağlanmış olan, namaz vaktini bekleyen kişi.Sağ elle verdiği sadakadan sol elin haberi olmayan Allah rızası için birbirlerini sevenler.Kendisini dâvet eden güzel kadını, Allah korkusuyla reddeden bir erkek.
Ebû Bekir Sıddîk R.A.buyurdu:Cimri kimse, yedi tehlikenin birinden hali olmaz. Kişi ölür malını saçıp savuran ona varis olur.Allah o kişiye zalim bir idareci musallat eder onun malını alır onun nefsini kefil durumuna düşürür. O kimse için malı şehvetini tahrik eder. O kişiyi malı ifsat eder.Veya harap bir araziyi imar ve bina yapmak için görüş zahir olur. Malı o uğurda gider. Veya o mala dünya musibetlerinden bir musibet denizde batmak,yangın hırsızlık buna benzer şeyler isabet eder. Mal sahibine devamlı hastalık isabet eder malını hastalığını tedavi etmeye harcar. Malını yerlerden biryere gömer onu unutur bulamaz ve ölür gider.
Hz. Ömer R.A.buyurdu:Kim gülmesi Çok olursa heybeti azalır. İnsanları hafife alan, kendisede hafife alınır.Bir kimse bir şeyi çok yaparsa onunla tanınır. Bir çok konuşsa hatası çok olur.kiminHatası çok olursa hayası az olur. Kimin hayası az olursa şüpheli şeylerdne sakınması az olur. Kimin verası az olursa onun kalbi ölür.
Hz. Osman R.A.buyurdu: İki kardeş vardı duvarın altında hazine vardı.. Babaları da sâlih insandı.” (S.Kehf. 82) Hz Osman Hazine altından levhadırlevha üzerinde 7 satır vardır birinde şöyle yazıyordu Ölümü bilipte gülene ben şaştım. Dünyanın fânî olduğunu bilipte halde, ona rağbet edene; Her şeyin Allahın takdiri ile olduğunu bilipte bazı şeylerin kaçırılmasına üzülene;Hesâbı olacağını bilipte halen mal toplayana; Cehennemin hak olduğunu bilipte günah işleyene;Yakınen Cenneti bilipte, dünyada istirahat edene. Şeytanın düşman olduğunu bilipte ona ibadet edene şaştım.
Hz. Ali R.A.buyurdu: sual olundu. Semadan daha ağır ne var. arzdan geniş ne var. denizden daha derin ne var. taştan daha şiddetli ne var. Ateşten daha yakıcı kışdan daha soğuk zehirden daha ağır ne var? Ali R.A. buyurdu. Mahlukata iftira atmak semadan daha ağırdır. Hak doğruluk arzdan daha geniştir. Kanaatkar kimsenin kalbi denizden daha derin zengindir. Munafığın kalbi taşdan daha şiddetlidir. Zalim idareci ateşden daha yakıcıdır. Cimri ve kötü huylu olmak kıştan daha soğuktur. Sabır zehirden daha acıdır. Denildiki nemime zehirden acıdır.
Nebi S.A.V. Efendimiz buyurdu: Dünya; yurdu olmayanın yurdu Malı olmayanın malıdır. Aklı olmayan, onun için mal toplar. Anlayışı kıt olan kimseler dünyanın şehvetleri ile meşgul olur. İlmi olmayan, dünya için azap eder. Nurlanmış aklı olamayan kimseler dünya için haset eder. Kalbi mutmaın olmayanlar koşar çalışır.
Câbir Bin Abdullah Ensârî R.A., Peygamber S.A.V. Efendimiz’den rivâyet etmiştir:Cebrâil (A.S.) bana, komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, komşu komşuya vâris olacak sandım.Kadınlar hakkında öyle tavsiyelerde bulundu ki, Cenâb-ı Hak talakı (boşamayı) haram kılacak sandım.Köleler hakkında öyle tavsiyede bulundu ki, onları âzât etmek için bir zaman verilecek sandım. Misvak hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, farz olduğunu sandım.Cemâatle namaz kılmayı o kadar tavsiye etti ki, ancak cemâatle kılınan namaz kabul edilecek sandım.Gece Teheccüd namazı kılmayı o kadar tavsiye etti ki, gece uykusu yasak edildi sandım. Allah’ı zikretmeyi o kadar tavsiye etti ki, onsuz hiç bir sözün faydası olmayacak sandım.
Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz buyurdu:Yedi kişi var ki, Kıyâmet günü Hak Teâlâ onlara rahmetle nazar etmez: erkek erkeğe kadın kadına munasebet edenler.Eli ile evlenen.Hayvanı nikâh eden. Kadına dübüründen yaklaşan. Kadını ve kızını beraber nikahında bulunduran. Komşusunun helâli ile zinâ eden. Komşusuna, eliyle ve diliyle eziyette bulunan.
Peygamber S.A.V. Efendimiz buyurdu: Allah yolunda şehit olanlardan başka yedi kısım şehit vardır: Karın ağrısından ölen. Suda boğulan.Zâtülcenp(Akciğer veremi) hastalığından ölen.Vebâdan ölen.Yanarak ölen.Göçük altında can veren.Doğum esnâsında ölen kadın
İbni Abbas R.Anhümâ buyurdu: Aklı olan kimseye yedi şeyi tedi şeye tercih etmek lazım gelir. Fakirliği, zenginliğe; Zenginliği alcak gönüllülüğe Tevâzuu, kibre; Açlığı, tokluğa;Üzüntüyü, sevince;Aşağı mertebede olmayı yüksek olanlara.Ölümü, hayata tercih eder
Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz buyurdu:Sekiz şey, sekiz şeye doymaz: Arz yağmura erkek kadına alim ilme dilenci istemeye dünyaya düşkün dünyalık biriktirmeye deniz suya ateş oduna doymaz. Hz. Ebû Bekir Sıddîk R.A.:Sekiz şey, sekiz şeyin süsüdür: dilenmekten sakınmak fakirliğin süsüdür.Şükür, nîmetin; Sabır, belânın;Yumuşak huy ilmin; boynu bükük olmak talebenin ağlamak korkunun başakakmayı terk etmek iyiliğin huşu namazın süsüdür.
Hz. Ömer R.A.: kim luzumsuz konuşmayı terk ederse, hikmet verilir.kim çok bakmayı terk ederse kalp huşûu verilir.kim fazla yemeği terk ederse ibâdet lezzeti ihsan olunur. Çok gülmeyi terk ederse, heybet verilir.kim Şakayı terk ederse ağırbaşlılık verilir. Kim Dünya sevgisini terk ederse, âhiret sevgisi verilir. Kim Başkasının ayıplarını araştırmayı terkederse, kendi ayıplarını düzeltmek ihsan olunur. verilir. Kim Allahü Teâlânın nasıl olduğunu araştırmayı terk ederse munafıklıktan kurtulmuş olur.
Hz. Osman R.A.: Allahı bilip tanıyan kimseler 8 şeydir: kalbi korku ve ümit arasında olur. Lisanı C.H. övecek. Gözü haya ve ağlamaklı iradesi Allahın razı olduğu şeyleri isteyecek. Dünyayı terk edecek mevlanın rızasını talep edecek.
Hz. Ali R.A.:Huşû’suz kılınan namazda hayır yoktur. Luzumsuz konuşmadan sakınılmayan oruçta hayır yoktur. mânâsı düşünülmeden okunan Kur’anı kerimde hayır yoktur. Haramdan kaçınılmayan ilimde hayır yoktur. Çömeretlik olmayan malda hayır yoktur. Muhafaza edilmeyen kardeşlikte hayır yoktur. Devamlı olmayan nimette hayır yoktur. Kendisinde ihlas olmayan duada hayır yoktur. « Son Düzenleme: 26 Mart 2009, 13:40:45 Gönderen: mystic »
Nebi s.a.v. buyurdu: Allah İmran oğlu musaya tevratta vahyetti. Muhakkak hataların aslı anası üçtür. Kibir haset hırs. Kötülükler bu üç şeydanmeydana geldi. 9 oldu. 1. 6dan uyku rahat mal sevgisi övülmeyi sevmek.
Hz. Ebû Bekir Sıddîk R.A.buyurdu: İbadet edenler 3sınıftır. Her sınıf için 3 alemt vardır.o alemet ile bilinirler. 1. Sınıf Allahtan korktukları için Allaha ibadet ediyorlar. 2. Sınıf rahmetini ümit ettikleri için Allaha ibadet ediyorlar. 3. Sınıf Allahı sevdikleri için Allaha ibadet ediyorlar Birinci sınıf için 3 alâmet vardır. kendini hakir görür. Yaptığı İyiliklerini az görür.Günahını çok görür. İkinci sınıf için 3 alâmet vardır. Btün hallerinde insanlara önder olur.Dünyada mal ile insanların hepsinin çömerdi olur. Bütün mahlukat hakkında Allaha güzel zan sahibi olur. Üçüncü sınıf için 3 alâmet vardır. Sevdiği bir şeyi verir. Rabbi razı olduktan sonra aldırış etmez. Amel eder rabbi razı olduktan sonra nefsini kızdıracak şeyler yapar. Bütün hallerinde emir ve yasaklarında C.H. ile beraber olur.
Hz. Ömer R.A.buyurdu: Şeytanın nesli dokuzdur: 1.Zelîtûn, 2.Vesîn, 3.Lakûs, 4.Âvan, 5.Haffaf, 6.Mürre, 7.Müsevvit, 8.Dâsim, 9.Velhan.Zelîtûn, çarşı ve sokakların sahibidir. Gördüğü heryerde dikilir. Vesîn, musibetlerin şeytanıdır. Âvan, idarecilerin şeytanıdır. Haffaf, şarap içenlerin şeytanıdır. Mürre, çağlı şeytanıdır.Lakûs, Mecusilerin arkadaşıdır. Müsevvit, yalan haber yayan habercilerin şeytanıdır. İnsanların azına yayar o haberlerin aslı bulunmaz. Dâsim evlerde bulunan şeytandır. Kişi evine selam vermezse Allahın ismini anmazsa aile arasında çekişmeyi meydana getirir. Hatta boşanma huluğ ve dövmek meydana getirir. Velhan, abdestte, namazda ve diğer ibâdetlerde vesvese verir.
Hz. Osman R.A.buyurdu: kim beş vakit namazı vaktinde kılamyı muhafaza ederse ve bunu devamlı hale getirirse Allahü Teâlâ dokuz kerâmet ihsan eder: Allah onu sever. Bedeni sıhhatli olur. Melekler onu bekler koruyucu olur. Namaz kılanın evine bereket iner.Yüzünde sâlihlerin siması görülür.Allah namaz kılanın kalbini boşaltır. Sırattan parlayan şimşek gibi geçer. Cehennemden kurtarır. Allah onu kendilerinde korku ve hüzün olmayanların yanına yerleştirir.(komşu yapar)
Hz. Ali R. A. buyurdu: Ağlamak üç kısım üzerinedir. 1. Allahın azabındnakorktuğu için ağlar. 2. Gadabından korktuğu için ağlar. 3. Allahtan uzak kalma korkusundan dolayı ağlar. Amma 1. Günahlara kefarettir. 2. Ayıpları temizler.3. Allah sevgisinden mahrum olur. Günahlara kefaretin faydası ahrette azaptan kurtulmaktır. Ayıplardan temizlenmenin faydası daimi nimet cennette en yüksek dereceyi elde eder. Allah rızasının faydası Allahtan güzel haber almak Allahın razı olduğu ve C.H. görme müjdesi. Meleklerin ziyareti ziyade fazilet ve sevaptır.
Kıyameti kıymetli olanlar geciktirecektir. Kıymet olup, insanları kıyametten kurtarmak isteyenler gelsin.
Şeytanî izler terk edilir, peygamberler izince gidilir, "bu izlerde adım adım yürürüm" diyenler gelsin.
Bu yollar inceden incedir ilerledikçe hassasiyet artar, huzur artar, acı artar. "Ben bu acıları bağrıma basarım" diyenler gelsin.
Tağutların şımarıklığını, Allah adamlarının sıkıntılarını gördükçe yarı kesilmiş kuş gibi çırpınanlar gelsin.
Samimiyet hasreti yüreklerine ateş gibi kasılanlar gelsin.
Saadeti başkalarını mes'ud etmekte arayanlar gelsin.
Nimetlerin taksiminde tebessümle geri çekilenler gelsin.
Ahiret ekinini dünya tarlasına ekenler gelsin.
"Dünyada sanki bir garip ve yolcu gibi ol" maya boyun kesenler gelsin.
İşte şartlarımız bunlar dostlarım... Gelen gelsin.
Baş döndürücü bir yarış... Allah'a varan yollarda baş döndürücü bir yarış... Sönmeyen heyecanların cazibesine kapılıp gayr-i ihtiyarî bir akış...
Bin müslümanın bin türlü meselesini halletme sorumluluğunu, mukaddes bir yük halinde omuzlarında hissedenlerin durgunluğa tahammülleri olmaz. Onlar azraille burun buruna gelinceye kadar, o meseleden bu meseleye koşup-durmaya mecburdurlar. İmanlar ve vicdanlar bunu böyle emreder. Onlar bilirler ki "Cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil
Bir dünya belanın ortasında, yapılacak hiç bir şey yokmuş gibi, bezgin bezgin etrafımıza bakınamayız. Yaydan boşanmış ok gibi, ataletin, cehaletin, sefaletin üzerine yürünecek.
Sabah vakitlerinde kinlerin, kibirlerin üzerine nurdan bir bulut gibi çöküp kinler bitirilecek.
Mücadeleler kin üzerine değil, din üzerinde bina edilecek.
Rayından sapan arzular tekrar rayına oturtulacak.
Huzursuz kalplere huzur, fikirsiz başlara fikir getirilecek.
Bir damla gözyaşında kaç cehennem barındığı farkedilecek.
Mezarlara doğru akıp giden insanlara, her yolun gülistanlara açılmadığı ihtar edilecek.
Mes'ûliyet temeli üzerine kurulan İslam'ın, mes'ûliyetsiz müslümanlar istemediği, cümle müminlere bildirilecek.
Tarih, müslümanca bir düşünceyle yeniden yorumlanacak.
İnsanlık tarihinin omurgasına peygamberler tarihi yerleştirilecek.
Köleliğin türlü çeşitleriyle dolup kalan dünyamıza, Ulu Yaratıcı'nın azad fermanı okunacak.
İslam'ın eşya, kainat ve hayat telakkisi gün ışığına çıkarılacak.
Çocuklar Allah'ın emaneti olarak kabul edileceğinden, müslümanca yetiştirilecek.
Kadının konumu yeniden tesbit edilecek. Kadın'a, "anneden çocuğa akıp ta, Cennetlere dökülen bir şelale "olarak bakılacak.
Ve Kur'an ne pahasına olursa olsun gündemde tutulacaktır
Nato'nun Yeni Hedefi İslam Refik Tuzcuoğlu 1995 - Mart, Sayı: 109, Sayfa: 048 İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünya iki kutuplu bir sisteme doğru yönelmişti. Bu sistemin bir tarafında Sovyet merkezli Varşova Paktı diğer tarafında ise kısa adı NATO olan Kuzey Atlantik Savunma İttifakı yer almaktaydı. Nato'nun temel misyonu Sovyet tehdidine karşı savunma anlayışı idi. Sovyetler yayılmacı bir politikayla Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist yönetimlerin kurulmasına destek vermiş ve kendisiyle Batı arasında tampon bölgeler teşekkül etmişti. Komünizm tehlikesi kara bir kabus gibi bütün Avrupa'yı sarmıştı. Böylece kapitalist Batı dünyası NATO ittifakının çatısında birleşti.
Türkiye'nin Nato'ya üyeliği de Sovyetler Birliği'nden açık bir tehdide maruz kalması dolayısıyladır. Türkiye'nin ittifaka üyeliğine başlangıçta bazı Batı ülkeleri karşı çıkmışsa da, Sovyetler'e karşı önemli bir payanda olarak görüldüğü için 1952'de kabul edilmiştir.
Demir perdenin yıkılıp Sovyetlerin dağılmasından sonra Nato'nun ana misyonu bir anda boşlukta kalmıştı. Bundan sonra Nato'nun işlevinin ne olacağı Batı ülkelerince tartışılmaya başlandı. Yeni bir misyon için ortaya tezler atıldı. Bu tezler Sovyetler sonrası Batı çıkarları için en büyük tehdidin Ortadoğu ülkelerinde gittikçe yükselen İslâmî akımlar olduğu noktasında buluşuyordu. Sonrasında mücadelenin Batı ile İslâm arasında olacağı gittikçe savunulmaya başlandı.
ABD Savunma Bakanı William Perry Nato müttefiklerinden Akdeniz Bölgesinde İslâmi köktendincilikten ciddi olarak kaygı duymalarını istiyordu. Perry ittifak üyelerini Akdeniz Bölgesi üzerinde yoğunlaşmaya ısrarla teşvik ediyordu. ABD'nin bölgedeki İslâmî gelişmelere karşı tavrını en somut biçimde ortaya koyan ise ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Newt Gingrich olmuştu. Gingrich şöyle diyordu: "Cezayir'in ayakta kalmasına, Türkiye ve Mısır'da laikliğin korunmasına yardım etmeli, İran'daki mevcut rejimin değişmesine yol açacak şekilde bütün totaliter güçleri zayıflatmalıyız". Gingrich ayrıca İslâm'la mücadele stratejisini yeterli görmediğini açıkça ifade ediyordu. Gingrich'in ifadelerine bakarak Batı'nın İslâm'a karşı en sert tedbirleri alacağını söylemek zor değil. Demokrasi havarisi olan Batı, Cezayir'de en kutsal değerlerini rafa kaldırılabiliyor. Somali'de, Kolambiya'da demokrasi adına silahlarını konuşturan, Zapatistaları bombalamak için uçaklarını gönderen ABD, halk oyu ile seçilmiş FİS'e karşı vurulan askeri darbeyi destekliyor. Çünkü orada İslâm var. Diğer taraftan Batı, Mısır ve Türkiye'de laik rejimlerin yaşatılması için her türlü yardıma hazır. Bu rejimler İslâm'a karşı Batı'nın güvencesi. O yüzden Batı laikliği korumak için her türlü siyasi desteği veriyor. Buna rağmen sehven bir İslâmi reimle karşılaşırsa onu da uzun vadede, gerekirse zorla bitirmenin hesapları içinde. Nato'nun "ortadoğu'ya yönelik olarak yeni bir balistik füze sistemi planladığı" dikkate alınırsa bunun hiçte su götürmez bir gerçek olduğunu söyleyebiliriz.
Zinciri oluşturan bir diğer halkayı ise NATO Genel Sekreteri Willy Claes'in açıklamaları oluşturuyor. Claes, The Independent gazetesine: "NATO'nun Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da etkinliğini artıran ve tehlikeli boyutlar kazanan radikal dini akımlara karşı önlem almaya karar verdiğini" açıkladı. Bu karar doğrultusunda atılacak somut adımları ise şöyle izah ediyordu Claes: "NATO elçileri Ortadoğuda bir çok ülkenin yönetimiyle temasa geçerek alınabilecek önlemleri tartışacak. Bu arada sözkonusu çalışmalar ilk etapta hükümetler ile yetkililer arasındaki temaslarla sınırlı kalacak ancak gerektiğinde birlikte operasyonlar yapılabilecek".
Görülüyor ki Batı dünyası bu yeni tehdide karşı alarma geçmekte gecikmiyor. Nato'dan AB'ye, Cezayir korkusundan yüreği hop oturup hop kalkan Fransa'dan İslâm'ı bir numaralı tehdit ilan eden ABD'ye kadar bütün Batı dünyasından koro halinde "İslâm'a karşı bir an evvel harekete geçelim" sesleri yükseliyor. Felaket oratoryoları artık İslâm için çalıyor Batı'da. Ve NATO yeni bir misyona soyunuyor. Hedef İslâm.
Bu noktadan sonra NATO'nun bir savunma ittifakı olmaktan çıkıp saldırgan bir yapıya dönüşmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Burada şu soruyu sormak gerekiyor. Acaba İslâm ülkelerinin yöneticileri Batı'nın telkinleriyle İslâmi oluşumları biçmek için hareket geçebilir mi? Yahut da NATO ile ortak harekat yapabilirler mi?
Eğer ki;
- Mısır'da Batı'nın desteğini alan yönetim, radikal İslâm'ı bitirmek adına kendi halkını bombalayabiliyorsa...
- İsrail'le anlaşan Arafat rejimi, Filistin polisini bir İsrail copu olarak İslâmî direnişe karşı kullanabiliyorsa...
- Yunanistan bile NATO'nun İslâm karşıtı yeni misyonunu aşırı bularak tepki gösterirken, başta Türkiye olmak üzere hiç bir İslâm ülkesi başkanından ses çıkmıyorsa...
- Bırakın ses çıkartmayı, NATO'nun ılımlı İslâm, radikal İslâm ayırımına bile tahammül edemeyip "ılımlı İslâm yoktur, hepsi tehlikelidir" yaklaşımını sergileyen dinozorlar bu ülkenin meclisine girebiliyor ve gazete köşelerini tutabiliyorsa...
- Hiç bir İslâm ülkesi; "NATO dünyanın en köktendinci devletlerinden biri olan İsrail'i ve gittikçe ciddi bir tehdit oluşturan Rus Ortodoksluğunu görmüyor da, neden İslâm'ı hedef olarak gösteriyor?" diye soramıyorsa...
-Bu ülkenin bayan başbakanı "Batı düşmanlığını yeşertecek bir ortama meydan vermemeliyiz" diyebiliyor ve radikal İslâm konusunda Batı'yla aynı kaygıları taşıyabiliyorsa...
İslâmi oluşumları biçmek için her türlü kombinezonu ihtimaller içerisine alabilirsiniz.
Son olarak ABD'nin CNN Televizyonuna konuşan eski bir üst düzey CIA görevlisinin sözlerini NATO'nun yeni misyonuyla ilgili olduğunu düşünerek aktarmak istiyoruz. Haberde CIA görevlisi Sovyetlerin dağılmasından sonra doğu blokunda görevli olan casusların Ortadoğu ve özellikle Türkiye'ye kaydırıldığını söylüyordu.
Batı'nın niyeti açık. Ortadoğu'daki İslâmi oluşumları henüz rüşeym halindeyken boğmak. Batı bunun binbir türlü hesabı içinde. Ortadoğudaki yerli işbirlikçilerde Batı'nın bu emeline çanak tutuyor. Biz de şuna inanıyoruz ki; onların bir hesabı varsa Allah'ın da elbet bir hesabı vardır.
Günün Sözü Hayata Dair Sözler Felsefi Sözler Edebi Sözler Düşündüren Sözler Mevlana Sözleri Ana Sayfa Alimlerin Sözleri İslam aleminde alimlerin yeri büyüktür. Alimler sayesinde islam dini birçok hurafeden kurtulmuş ve gelişmiştir. Tasavvuf da bu alimler ve evliyalar sayesinde doğmuştur. Bu sayfada büyük islam alimlerinin hikmetli ve düşündüren en güzel ve anlamlı sözlerini bulacaksınız. Sayfa içeriği; alim sözleri, büyük alimlerin anlamlı sözleri, islam alimlerinden özlü veciz sözler, alimlerden ibretlik sözler Ya Rabbena hayreyle, Muhammed'e yar eyle, kabrimizi nur eyle, kabre vardığım gece. - Yunus Emre Ey gönül! Kaç Yusuf kaldı zindana talip nefsi için. Ve kaç Züleyha kaldı cehenneme razı Yusuf için? - Mevlana Çiçeklerle hoş geçin, dalı incitme gönül. Bir küçük meyve için, dalı incitme gönül. Başın olsada yüksek, gözün enginde gerek. Kibirle yürüyerek; Yolu incitme gönül. - Yunus Emre https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Sabır, hastalıkta Eyüp, hasrette Yakup, zindanda Yusuf, ateşte İbrahim olmaktır. Kuyu dibinde kaldın diye kırılma, belki oradan bile bir kapı açılır. Yusuf kuyudan sultan oldu unutma. - Mevlana Yol odur ki doğru vara. Göz odur ki, hakkı göre. Er odur ki alçakta dura. Yüceden bakan göz değil. - Yunus Emre Bir bahçeye giremezsen, durup seyran eyleme.. Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme. - Yunus Emre https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Aşk tuhaf bir bakıştır, ateşsiz bir yakıştır. Yaşamayan bilemez, kalpten kalbe akıştır. - Yunus Emre Cennet cennet dedikleri, Birkaç köşkle birkaç huri, İsteyene ver sen onları, Bana seni gerek seni. - Yunus Emre Aklı olan korkmak gerek, Nefs elinden, hırs elinden. Nefstir seni yolda koyan, Yolda kalır nefse uyan. - Yunus Emre İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen, Bu nice okumaktır? - Yunus Emre https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Ölümden aşırı korkan birinin ya sığınacak bir Rabbi yoktur, ya da bu dünyaya aşırı bağlılığı vardır. - Yusuf (a.s.) Bedenine değil kendine değer ver, ve gönlünü olgunlaştır! Çünkü kişi; bedeni kadar değil, ruhu kadar insandır. - İmam-ı Gazali Ulaşamadığına tevekkül, ulaştığına razı, kaybettiğine sabır gösteren kişi takva ehlindendir. - İmam-ı Gazali Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder. - İmam-ı Gazali https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Acıya sabredip uğradığı felaketi gizlemesi ve kimseye şikayet etmemesi, kişinin Allahü Teala'yı iyi tanımış olmasındandır. - İmam-ı Gazali Şahsiyetini kazan, faziletlerini kemale eriştir. Zira sen, cisminle değil ruhunla insansın. - İmam-ı Gazali Cahillerle tartışmaya girmeyin, zira ben onları hiç yenemedim. - İmam-ı Gazali Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için dünyadakiler birbirini kırıp geçiriyorlar. - İmam-ı Gazali Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil. - Bediüzzaman Said-i Nursi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
İsraf sefahatin, sefahat sefaletin kapısıdır. - Bediüzzaman Said-i Nursi Zalimler için yaşasın cehennem! - Bediüzzaman Said-i Nursi Derdi Allah olanın başka derdi olmaz - Bediüzzaman Said-i Nursi Bediüzzaman'a talebesi sorar: "Üstadım her şeyi kaybettik ne yapacapız?" Üstad cevap: "Çay koy keçeli, yeniden başlıyoruz!" Ne kadar güzel deme, Ne kadar güzel yaratılmış de... - Bediüzzaman Said Nursi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Ümitvar olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır. - Bediüzzaman Said Nursi Ey nefsim! Kalbim gibi ağla, bağır ve de ki: Faniyim fani olanı istemem, acizim aciz olanı istemem. - Bediüzzaman Said Nursi Ey nefsim! Deme zaman değişmiş, çünkü ölüm değişmiyor. - Bediüzzaman Said Nursi Allah'ı tanıyan ve itaat eden, zindanda da olsa bahtiyardır. O'nu unutan, sarayda da olsa, zindandadır, bedbahttır. - Bediüzzaman Said Nursi Sevdası büyük olanın, imtihanı da büyük olur! - Bediüzzaman Said Nursi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Bir anın hatası bir ömrün derdi olur... - Süleyman Hilmi Tunahan Her kişinin iki Resulü vardır. Biri zahir, diğeri batın. Zahir dildir, Batın gönüldür. Dil Muhammed'e, gönül Cebrail'e benzer. - Hacı Bektaş Veli Yetmiş iki millete bir gözle bak, cümle yaratılmışa bir gözle bak, Hakk'ı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gibidir. - Hacı Bektaş-ı Veli Hararet nardadır; sacda değildir, Akıl baştadır; taçta değildir, Her ne arar isen kendinde ara, Mekke'de, Kudüs'te, Hac' da değildir. - Hacı Bektaş-ı Veli https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Mü'minin kuvveti kalbindedir, kâfir ve münafığın kuvveti ise elindedir. - Ömer bin Abdülaziz Konuştuğu kelimelerin hesabını vereceğini düşünen kimse çok az konuşur, sadece lüzumlu sözler söyler. - Ömer bin Abdülaziz Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız. - Ömer bin Abdülaziz İnsan kalbi bir sandıktır; Dudaklar onun kilidi, Dil ise anahtarıdır. İnsanlara da O anahtarı iyi muhafaza etmek düşer. - Ömer bin Abdülaziz İmtihan içinde imtihan vardır, derlen toplan da ufak bir imtihanda satma kendini. - Muhammed Celaleddin-i Rumi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Edep nedir diye sorarsan, bil ki edep; her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Eğer dua için temiz bir nefesin yoksa temiz gönüllü bir dost bul da ondan dua iste. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Eğriyi kendinde arayan, doğruyu kalbinde bulur. Aşkına emekle yürüyen, dermanı derdinde görür.- Muhammed Celaleddin-i Rumi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Sabır, insanı maksadına en tez ulaştıran kılavuzdur. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Gel gitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Hüzün olgunlaştırır. Kaybetmek sabrı öğretir. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Çalınan her kapı hemen açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Bazı alimlerin Allah'ı ispat etmeye çalışmalarına şaşıyorum. Allah'ın varlığı sabittir, sen kulluğunu ispat etmeye çalış. - Muhammed Celaleddin-i Rumi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Hz Ali Sözleri Hz aliden güzel sözler, hz ali den öğütler, hz alinin duası sözleri, hz ali nin hikmetli dini kelamları, hz ali adalet sözleri Makamın benim nazarımda keçi sümüğü kadar değeri yoktur. Nice kan vardır ki onu dil döker. Malın doğru olmayan yerde harcanması savurganlık ve israftır. Bu sahibini dünyâda yüceltir ama âhirette alçaltır; insanlar arasında onurlandırır ama Allah katında küçültür. Zikir (Allah'ı hatırlamak) iki çeşittir: Musibet vakti zikretmek bu iyi ve güzeldir; bundan daha güzeli ise insanı Allah'ın haram kıldığı şeylere yönelmekten alıkoyan zikirdir. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Akıl gurbette yakın bulmaktır; ahmaklık yurtta gurbette düşmektir. Renkten renge giriş inançtan inanca geçiş ahmağın alâmetlerindendir. Yoksul bir adam kendi ülkesinde yabancı gibidir. Kimin dileği uzar giderse kötü işleri de çoğalır gider. Zahidlik arzuları azaltmak her nimete karşı şükretmek ve Allah'ın haram kıldığı şeylerden kaçınmaktır. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Hasetçinin huzuru çabuk darılanın dostluğu yalancının ise yiğitliği olmaz. Ayıbın en büyüğü ona benzer bir ayıp sende de varken başkasını ayıplamandır. Akıl gibi zenginlik bilgisizlik gibi yoksulluk edep gibi miras danışmak gibi arka olamaz. Erdem sahibinin değerini yine erdem sahibi olanlar bilir. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Hiçbir zaman cahil bir insanla tartışmayı kazanmadım. Görüşlerin en kötüsü dinle şeriatla çelişen görüştür. Şerden çekinen kişi hayır yapana benzer; suçtan sakınan kişi iyilikte bulunana döner. Öl de alçalma azı yeter bul da yüzsuyu dökme. Çalışıp bir şey elde edemeyen kişi oturunca hiçbir şey elde edemez. İman kabul olan söz (dil ile şehadet etmek) yapılmış olan amel ve akıl ile tanımaktan ibarettir. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Kıskançlık acizliğin isyanıdır. Herşeyi boğazına atan zengin fakir hükmündedir. Bilgi kadar zenginlik yoktur. Cehalet kadar yoksulluk yoktur. Cenneti arzulayan kimse dünyada nefsin arzu ettiği şeylerden uzak dursun. Susmak hukmettir; susmak selamettir; sır saklamak saadetin bir köşesidir. İnsanlarla öyle geçinin ki öldünüz mü ağlasınlar size; sağ kaldınız mı sevgiyle çağrışsınlar sizin için. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Hiç kimsenin hatasını yüzüne vurmayınız. Hatayı işleyene hatasını başka birisini misal göstererek anlatınız. Zenginlik gurbette yurttur; yoksulluk yurtta gurbet. Yalnızlığa alışmakla izzetinin bekası için çalış. Kendi kendine zulmeden başkasına nasıl adalet edecek şaşarım. Derdin sendendir bilmezsin Çaren de sendedir görmezsin Evrende bir noktayım sanırsın Tüm alemler kainat sen de özetlenmiştir de Görmezsin... İnsanlar bilmedikleri şeylere düşmandırlar. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Dostları yitirmek gurbete düşmektir. Akıl olgunlaştıkça söz azalır. Dünyada hiçbir şeye minnet etme özgürlüğünü ancak bu şekilde koruyabilirsin. Dil bir ölçüdür; cehalet onu hafiflettiği gibi akıl da onu ağırlaştırır. Âlim ölü olsa bile diridir câhil diri olsa bile ölü. Şiddet son dereceyi buldu mu ferahlık gelir çatar. Bela halkaları tam daraldı mı genişlik yüz gösterir. Gazabın alt ettiği kimse helâkten güvende olmaz. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Gazabın alt ettiği kimse helâkten güvende olmaz. Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum. Bir toplumun yaptığına razı olan onlardan sayılır. Onlardan sayılan her kişinin de iki suçu vardır: O işi işlemek suçu o işe razı olmak suçu. İki kişi yoktur ki halkı kendisine uymaya çağırsın da biri sapıklıkta olmasın. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Kendimizi Allah rızası hariç bütün maksatlardan temizlemeliyiz.Allah c.c. için olmayan her sevgiden kurtarmalıyız.Sevgide menfaat, münafıklık,pazarlık olamaz. Altınoluk Ağustos 2018 sy.23.
[10] Bu, İslâm’a uygun olmayan moda, zevk, eğlence, lüks, konfor ve benzerleri için harcama yapanların dikkat etmesi gereken bir âyettir.
[11] İsraf sadece malda değil, aklı, gücü, zamanı ve ömrü kötü kullanmada da olur. Hepsi pişmanlığa götürür ve sorumlu olunur.
[12] Zina, akıllı ve ergenlik (büluğ) çağına gelmiş olan erkek ve kadının, aralarında geçerli (meşru) nikah akdi olmadan (4/24) kendi arzularıyla cinsel ilişkide bulunmalarıdır. Yüce Allah, bu âyet-i kerîme ile, zinaya yaklaşmayı yani zinaya sevk eden yolları bile yasaklamıştır. Harama yönelen göz, dil/ağız, el gibi duyu organları sahibini zinaya yaklaştırmaya aracı olurlar. Bunları da haramdan korumak lazımdır; sorumlulukları vardır (17/34, 36/15). Peygamberimiz (sas.) bu organların da zinası olduğunu bildirmişlerdir. (Bk. Buhârî, Nur Sûresi Tefsiri 13. bab; Ebu Dâvûd “Libas” 32. bab.) Bir de “Zinanın çoğalması kıyamet alametlerindendir.” buyurmuştur. (Buhârî (Tecrid), I, 16).
Tebliğ ve davete çok büyük önem verirdi.Bunun önemi hakkında buyurmuştur ki: Dini Mübini İslâmın devamı ve bekası, emri bil maruf ve nehyi anil münkerin devamına; Dini Mübini İslâmın inkirâzı(yıkılması) ise emrimaruf ve nehyi anil münkerin terkine bağlıdır! Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu) Altın Sisile (Sisile-i Zeheb) Mustafa Özşimşekler.sy.553.
Emânet Şuuru Osman Nûri Topbaş 2006 - Mart, Sayı: 241, Sayfa: 032 Allâh’a îmân edenlerin umûmî bir ismi olan “mü’min” tâbiri, aynı zamanda Allâh’ın güzel isimlerinden biridir ve O’nun emniyet menbaı oluşunu, kullarına güven vermesini, onları emîn kılmasını ifâde eder. Peygamberlerini “emânet” sıfatıyla vasıflandıran, yâni onları güvenilir kılan da O’dur. Bu itibarla mü’min kimse de, îmân eden, emânet telkin eden ve güvenilir kimse demektir.
Emânete riâyet duygusu, mü’minlerin îman dokusunu ihyâ eden bir unsurdur. Bu hakîkati dile getiren şu mânidar hadîs-i şerîf, aynı zamanda ne dehşetli bir îkâz-ı peygamberîdir:
“Hiç şüphesiz Azîz ve Celîl olan Allâh, bir kulu helâk etmeyi murâd ettiği zaman, ondan hayâyı çekip alır. Hayâyı alınca, o kul gazaba uğrayan biri olur. Gazaba uğradığı zaman, ondan emânet (güvenilirlik) kaldırılır. Emânet kaldırılınca, o ancak hâin olur. Hâin olduğu zaman, kendisinden rahmet kaldırılır. Rahmet kaldırılınca, o ancak lânete uğrar, mel’ûn olur. Lânete uğradığı ve mel’ûn olduğu zaman da, kendisinin İslâm ile olan bağı koparılır!” (İbn-i Mâce, Fiten, 27)
Hadîs-i şerîfin de beyân ettiği üzere emânet duygusu, îmânın sıhhat şartlarından biridir. Bu yüzden onu hassâsiyetle muhâfaza etmemiz için Rabbimiz birçok ilâhî îkazda bulunmaktadır. Bunların birkaçında şöyle buyrulur:
“Birbirinize bir emânet bırakırsanız, emânet bırakılan kimse o emâneti (zamânı gelince) sahibine versin ve bu hususta Allâh’tan korksun.” (el-Bakara, 283)
“…Kim emânete hıyânet ederse, kıyâmet günü, hâinlik ettiği şeyin günâhı boynuna asılı olarak gelir...” (Âl-i İmrân, 161)
“Ey îmân edenler! Allâh’a ve Peygamber’e hâinlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emânetlerinize hâinlik etmiş olursunuz.” (el-Enfâl, 27)
“Allâh size, emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor...” (en-Nisâ, 58)
“Emânet”, peygamberlerin beş fârik vasfından biridir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, câhiliyye Arapları’nın dahî o derecede îtimâdını kazanmıştı ki, O’nu “el-emîn” ve “es-sâdık” vasıflarıyla tavsîf etmişlerdi. Hattâ Allâh Rasûlü’nün amansız bir düşmanı olan Ebû Cehil dahî O’na günün birinde:
“- Yâ Muhammed! Ben sana Sen yalancısın, demiyorum. Fakat şu getirdiğin dâvetini istemiyorum...” diyerek onun doğruluğunu vicdânen kabûl ettiğini, fakat dâvetine icâbet etmekte nefsine mağlûb olduğunu bir bakıma îtirâf etmişti.
Nitekim bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle beyân edilmektedir:
“…(Rasûlüm!) Onlar Sen’i yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler açıkça Allâh’ın âyetlerini inkâr ediyorlar. ”
(el-En’am, 33)
Emânete ve ahde riâyet husûsunda hiç kimsenin Peygamber Efendimiz’in kâbına varabilmesi mümkün değildir. Abdullâh bin Ebi’l-Hamsâ -radıyallâhu anh-’ın anlattığı şu hâdise O’nun bu hâline ne güzel bir misâldir:
“Peygamberliğinden önce Allâh Rasûlü ile bir alışveriş yapmıştım. Kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi va’dederek oradan ayrıldım. Fakat verdiğim sözü unutmuştum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum. Allâh Rasûlü, bu yaptığım karşısında bana serzenişte bulunmayıp sadece; «- Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum.» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 82/4996)
Peygamber Efendimiz, herkes tarafından, dürüstlüğü, adâleti ve emniyet telkin eden sağlam karakteri ile tanınmıştı. Nitekim Mekke’nin asîl ve şerefli hanımı Hatîce vâlidemiz, O’nun bu husûsiyetine hayran kalarak kendisine evlenme teklîfinde bulunmuştu.
İslâm düşmanı yahûdîler dahî kendi aralarında ihtilâfa düştükleri zaman O’nun adâlet ve dürüstlüğünden emîn oldukları için O’na gelirlerdi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onların ihtilâflarını çözerdi.
Bizans Kralı Herakliyus’a İslâm’a dâvet mektubu ulaştığında, o vakitler amansız bir İslâm düşmanı olan Ebû Süfyan da Şam’da bulunuyordu. Herakliyus, Ebû Süfyan’a Peygamber Efendimiz hakkında birçok suâller sordu. Bilhassa O’nun daha önce hiç yalancılıkla ithâm edilip edilmediğini, sözünde durmama gibi bir hâlinin vâkî olup olmadığını merak ediyordu. Ebû Süfyan ise -o zamanlar bir İslâm düşmanı da olsa- O’nun aslâ yalan söylemediğini ve verdiği söze sâdık olduğunu söylemek mecbûriyetinde kalmıştı.
İşte bu da gösteriyor ki, Efendimiz’in peygamberliğini tasdîk etmeyenler dahî, O’nun dürüstlüğünü ve doğruluğunu kabûl ediyorlardı. Nitekim O, hicret ettiğinde, nezdinde müşriklerin bâzı emânetleri bulunuyordu. Efendimiz, Hazret-i Alî’yi bu emânetleri sahiplerine vermek üzere vekil bırakmıştı. Velhâsıl; müslim, gayr-i müslim, herkes O’na îtimad hâlindeydi. Allâh Rasûlü’nün doğruluk şuuru öyle bir kalbî rikkat hâline gelmişti ki, bir kadının çocuğunu çağırırken:
“- Gel bak sana ne vereceğim!” demesi üzerine hemen kadına, ona ne vereceğini sormuş, kadın da birkaç hurma vereceğini söyleyince:
“- Şâyet ona bir şey vermeyecek olsaydın, yalan söylemiş olacaktın.” buyurmuşlardı.
Peygamber Efendimiz’in bu hassâsiyeti sadece insanları değil, hayvânâtı dahî şümûlüne almaktaydı. Nitekim bir sahâbînin atını yanına çağırmak için sanki elinde atın yiyebileceği bir şey varmış gibi davranması, O’nu öyle rahatsız etmişti ki bu sahâbîyi çağırıp îkaz buyurmuştu. (Bkz. Buhârî, Îmân, 24)
Yine bir defâsında seferden dönülüyordu. Bir iki sahâbî, bir kuşun yavrularını yuvadan almış seviyorlardı. Derken ana kuş geldi. Yavrularını yuvada göremeyince acıyla çırpınmaya başladı. Allâh Rasûlü durumdan haberdâr olunca derhal yavruların yerine konulmasını ve ana kuşa eziyet verilmemesini emretti. (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 112)
“Birisi, kesmek üzere bir koyunu yatırmış ve hayvanın gözü önünde bıçağını biliyordu. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu şahsa; «Onu defâlarca mı öldürmek istiyorsun?! Bıçağını, onu yatırmadan evvel bileseydin ya!» buyurdu.” (Hâkim, IV, 257)
Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, mahlûkâta Hâlık’ın şefkat nazarıyla baktıkları için, yaş bir dalın bile kesilmesini men etmiş ve kedisini aç bırakan âbid bir kadının cehenneme gittiğini, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su veren günahkâr bir kadınınsa rahmet tecellîsine nâil olduğunu bildirmiştir. Zîrâ O, bütün mahlûkâtı Allâh’ın bir emâneti biliyor ve mü’minlerin de yeryüzünde emniyet ve huzûrun temsilcileri olmalarını arzu ediyordu.
Bu bakımdan her mü’min, “el-emîn” ve “es-sâdık” sıfatlarını hâiz bir peygamberin ümmeti olduğu şuuruyla, sözünde ve özünde sâdık, elinden-dilinden insanların ve hattâ diğer mahlûkâtın bile emniyette olduğu bir kimse olmalıdır. Etrafına sağlam bir İslâm karakteri sergileyebilmelidir. Zîrâ insanlar, sağlam karakterli, vakarlı, örnek şahsiyetlere hayran olur ve onların izinden giderler.
Emânet duygusunun mü’minlerin bir şahsiyet kimliği hâline gelmesini arzulayan Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- bir hadîs-i şerîflerinde:
Yine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, emânetlerin zâyî edilmesini, dünyâ hayâtını kıyâmet sahnelerine çevirecek derecede büyük bir ifsat sebebi olarak görmüştür. Birgün ashâbıyla konuşurken bir kimsenin:
“- Kıyâmet ne zaman kopacak?” suâline:
“- Emânet zâyî edildiği zaman kıyâmeti bekle!” cevâbını vermiştir.
“- Emânet nasıl zâyî olacak?” diye sorulduğunda ise:
“- İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurmuştur. (Buhârî, İlim, 2)
İnsanoğluna bahşedilen bütün nîmetler birer emânettir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Vedâ Hutbesi’nde
…Size öyle bir emânet bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. O emânet, Allâh’ın Kitâbı ve Nebîsi’nin Sünnet’idir…” (Hâkim, I, 171/318) buyurmuştur.
Bu bakımdan Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye, Allâh ve Rasûlü’nün bizlere tevdî buyurduğu en büyük mukaddes emânetlerdir.
Yine Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, mü’minlerin birbirlerine karşı büyük mes’ûliyetlerinin bulunduğunu, bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetli olmaları gerektiğini, bir bedenin âzâları gibi birinin duyduğu acıyı hepsinin hissetmesi lâzım geldiğini, komşusu açken tok uyumanın İslâm ahlâkıyla bağdaşmadığını, velhâsıl mü’minlerin de birbirine emânet olduğunu bildirmiştir.
Mübârek ecdâdımızın, o zamanların şartlarında bütün imkânlarını seferber ederek tâ dünyânın öbür ucundaki Açe’de bulunan mü’minlerin imdâdına koşmuş olması, bu İslâm ahlâkının emânet telâkkîsinden başka neyle açıklanabilir ki? Yine onların Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat düstûruyla 26 bin küsur vakıf kurarak insandan hayvânâta ve hattâ nebâtâta kadar ulaşabildikleri her yere hizmet götürmeleri, bütün mahlûkâtı ilâhî bir emânet telâkkî etmelerinin bir netîcesiydi.
Kosova şehîdi Murad Hân’ın emâneti olan Balkanlardaki din kardeşlerimiz, Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’dan on sene sonra fethettiği Bosna’daki evlâd-ı Fâtihân, Filistinli, Ortaasyalı, Kafkasyalı velhâsıl İslâm coğrafyasındaki bütün kardeşlerimiz bize ecdâdımızın emânetleridir. Zîrâ Çanakkale’de bizim dedelerimizle o diyarlardan gelen dedelerimiz omuz omuza savaşarak aynı gâye uğruna can vermişlerdir.
Diğer taraftan, nîmetleriyle perverde olduğumuz aziz vatanımız da çok mühim bir mukaddes emânettir. Dînin yaşanabilmesi, ırzın, nâmusun, mülkiyetin muhâfazası ve bayrağın dalgalanabilmesi, ancak vatanı korumakla mümkündür.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Medîne’ye hicretinin birçok hikmetinin yanında bir sebebi de dînini yaşayabilmek için bir vatan temin edebilmektir. Şanlı târihimizde, 1071’de Malazgirt’te başlayan îlâ-yı kelimetullâh emânetini kıtalara taşıma heyecânıyla, üzerinde yaşadığımız topraklar asırlar boyunca şehid kanlarıyla sulanarak aziz bir vatan hâline getirilebilmiştir. Bu emâneti muhâfaza şuurunun bir tecellîsi olarak Alparslan Malazgirt’te beyazlara, yâni kefene bürünmüş ve askerlerine; “Bugün ben de sizden biriyim!” diyerek kendisi de şehidliği hedeflemiş ve ordusuna numûne olmuştur.
Fatih’in askerlerinin, Rum ateşlerine ve üzerlerine kızgın yağ dökülmesine rağmen surlara tırmanırken birbirlerine; “Bugün şehîd olma sırası bize geldi!” demeleri, onların dîn, îmân ve vatan emânetini yaşatma ve gelecek nesillere taşıma heyecânının ne muhteşem ifâdeleridir.
Kânûnî Sultan Süleyman’ın, Akdeniz’i bir Türk gölüne çeviren muzaffer donanmayı seyrederken; “- Şimdi övünme ve gururlanma değil, bu nîmeti bize lutfeden Allâh’a şükretme zamanıdır!” demesi; yine sefere giden Osmanlı ordularının geçtikleri bağ ve bahçelerden yedikleri meyvenin parasını ağaçların dallarına asmaları, vatan emânetinin hangi mânevî duygularla bugünlere kadar getirilebildiğinin bir başka ifâdesidir.
Plevne Gâzisi Osman Paşa’nın esir düştükten sonra, gayr-i müslim teb’aya artık kendilerini muhâfaza edemeyeceği için, onlardan almış olduğu cizyeleri, yâni vergileri iâde etmesi de, emânet ve adâlet telakkîsinin mânidar bir tezâhürüdür.
Çanakkale ve İstiklâl Harbi de, aynı rûh vecdi içinde; dîn, îman, ırz, namus, vatan ve bayrak emânetini muhâfaza azminin şâhikalarıyla doludur. Nitekim Çanakkale’de Binbaşı Lütfü Bey’in “Yetiş Yâ Muhammed! Kitabın elden gidiyor!” diye feryâd etmesi, ne büyük bir emânet şuurunu yansıtmaktadır.
Ecdâdımızın vatan müdâfaası esnâsında bulundukları hâlet-i rûhiyeyi ve taşıdıkları îman vecdini yansıtan şu ibret dolu hâdise ne kadar muhteşemdir:
Çanakkale harbinin devam ettiği günlerde bir Ramazan bayramı arefesiydi. Cephe kumandanı Vehip Paşa, 9. Tümen’in genç imamını çağırarak mahzûn bir şekilde istemeye istemeye şöyle dedi:
Hâfız! Yarın Ramazan bayramı. Asker toplu olarak bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem vazgeçiremedim. Ancak böyle bir şey, pek tehlikeli, yâni düşmanın arayıp bulamayacağı toplu bir imhâ fırsatı olur. Münâsip bir dille bunu erâta bir de sen anlatıver!..”
İmam Efendi, Paşa’nın yanından henüz ayrılmıştı ki, karşısına nûr yüzlü bir zât çıktı ve:
“- Oğlum! Sakın ola askerlere bir şey söyleme! Gün ola hayır ola; Allâh ne derse, öyle olur.” dedi.
Ertesi sabah, herkesi hayrette bırakan ilâhî bir tecellî yaşandı. Gökten hevenk hevenk bulutlar indi ve gönlü Allâh’a kulluk aşkıyla dopdolu olan mü’min askerlerin üzerini kapladı. Onları dürbünle gözetleyen düşman kuvvetleri, artık bembeyaz bulutlardan başka bir şey göremez oldu. O sabah bambaşka bir mânevî heyecan içinde kılınan bayram namazında alınan gür tekbirler, dalga dalga semâya yükseliyordu. Nûr yüzlü ihtiyar zât, Fetih Sûresi’nden birkısım âyetleri tilâvet ederken askerlerin gönüllerinden taşan kelime-i tevhîd sesleri, birer îman sayhası hâlinde düşman saflarından bile duyulmaktaydı.
İşte bu esnâda İngiliz kuvvetleri arasında büyük bir kargaşa başgösterdi. Zîrâ çeşitli İngiliz sömürgelerinden kandırılarak toplanıp getirilmiş bulunan birkısım müslüman askerler, yine kendileri gibi müslüman bir toplulukla savaştıklarını, işittikleri tekbir seslerinden anlamışlar ve bunun üzerine isyân etmişlerdi. Ne yapacağını şaşıran İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizdi, diğerlerini de alelacele cephe gerisine çekmek zorunda kaldı.
İşte vatan emâneti, îmanlı sînelerin omuzlarında böyle ilâhî nusret tecellîleriyle günümüze kadar geldi. Gönülleri Allâh ve Rasûlü’nün muhabbetiyle yoğrulmuş, kendilerini Hakk’a kurban olmaya adamış Mehmetçik, o dehşetli harp hengâmesinde bile Kur’ân’dan, evrâd ü ezkârdan ayrılmıyor, Rablerine kavuşacakları ânın şehâdetle taçlanan bir vuslata dönüşmesi ümîdiyle cepheden cepheye koşuyorlardı. Zîrâ onlar Kur’ân istikâmetinden ayrılmayıp dînde sebât gösteren ve tevhîdi bayrak edinen milletlerin âbâd olduğunu, bunun aksine Kur’ân’a sırt dönerek kör bir gaflet karanlığına dalanların âkıbetinin de berbâd olduğunu çok iyi biliyorlardı. Nitekim bu husus, hadîs-i şerîfte şöyle beyân edilmiştir:
“Şüphesiz ki Allâh Teâlâ, bu Kitap (Kur’ân-ı Kerîm) sebebiyle (yâni ona bağlılık sâyesinde) birkısım milletleri yüceltir, (bu istikâmetten uzak olan) diğer milletleri de alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn, 269)
İşte vaktiyle dört yüz çadırlık bir aşîret iken Kur’ân-ı Kerîm’e dâsitânî bir hürmetle temeli atılan Osmanlı’nın kıtalara yayılan bir cihan devleti hâline gelmesinin ve bu coğrafyaya “çil çil kubbeler serpen ordular” meydana getirebilmesinin hikmetini bu ilâhî tecellîde aramak gerekir.
Ayrıca Yavuz Selim Han zamanında mukaddes emânetlerin de İstanbul’a getirilip onlara Topkapı Sarayı’nda husûsî odalar tahsîs edilerek bu emânetlerin başında asırlarca devam edecek bir sûrette Kur’ân-ı Kerîm tilâveti an’anesinin başlatılması ve ilk Kur’ân okuyanın da Yavuz Hân’ın kendisi olması, bu dâsitânî hürmetin başlıca numûnelerindendir. Bunun içindir ki Osmanlı, müstesnâ bir ilâhî lutfa mazhar olarak altı yüz küsûr sene şanla, şerefle hükümrân olmuştur.
Unutmamak gerekir ki, milletlerin maddî ve zâhirî sahadaki ihtişâmının da temelinde yatan sır, mâneviyat âlemindeki hikmetlere riâyettir. Osmanlı’nın hiçbir İslâm devletine nasîb olmayan altı yüz küsûr senelik ihtişâmı, asıl mâneviyâta verdiği ehemmiyetten kaynaklanmıştır.
Bu bakımdan bizim vazifemiz de; îmanlı, mânevî değerlerine bağlı, vatanperver bir nesil yetiştirmektir. Zîrâ îmânı, nâmusu, ırzı, canı ve malı muhâfaza, vatanı muhâfaza ile mümkündür. Nasıl ki bizden evvel bu topraklarda yaşayan ecdâdımız canları ve kanları pahasına onu bizlere armağan etmişler ise, bizler de bu mübârek vatanı, Kur’ân sadâları, ezanları ve hür bayrağı ile bizden sonraki nesillere daha müreffeh bir durumda intikâl ettirmek zorundayız. Zîrâ Cenâb-ı Hak:
“Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 8) buyurmaktadır.
En büyük nîmet de dînimizi, îmanımızı hür bir vatanda yaşayabilmektir. Bu emânet şuuruna dikkat edilmediği taktirde yaşanacak âkıbete, bugün zulüm ve esâret altında inleyen Filistin ve Mescid-i Aksâ’nın muzdarip hâli acı bir misâldir. Merhûm Âkif, bu büyük hakîkati asırlara ve nesillere şöyle hatırlatır:
Diğer taraftan milletler, târih sahnesinde hayâtiyetlerini kendi bünyelerine has “kültür” değerleriyle devâm ettirebilirler. Bu bakımdan kültür de mühim bir emânettir. Bu emânetin âdeta sacayağını da dîn, dil ve târih şuûru oluşturur.
Dîn, yaratılışın gâyesi, kundak ile kefen arasındaki hayâtı tanzîm eden, böylece kulu âhiret saâdetine hazırlayan ilâhî kanunlar mecmûasıdır; dil, onun ortaya koyduğu hakîkatlerin ifâde vâsıtası, târih de bu iki unsur çerçevesinde yaşanan hâdiselerin sebep ve neticelerinin tahlîli ile milletlerin müstakbel yollarını aydınlatan bir meş’aledir. Bu yüzden bu üç unsur birbirinden ayrı düşünülemez.
Atalarımızın mukaddes emâneti olan dîn, dil ve târih mîrâsına, yâni kültür emânetine lâyıkıyla sahip olabilmek, sadece harâbe hâline gelmiş olan maddî eserlerinin tâmirinden ibâret değildir. Aslolan, o rûh, heyecan ve medeniyetin canlandırılması ve gelecek nesillere intikâlidir. Milletimizi Osmanlı medeniyetinin temelini oluşturan İslâm kültüründen uzaklaştırmak için, bir kısım nâdanların müdâhalesiyle tahrîb edilmiş olan dilimiz, âdeta ciddî bir tefekküre imkân vermeyecek bir sûrette kısırlaştırılmıştır.
1890’da yayınlanan Redhouse Türkçe-İngilizce Lügat’te 92 bin Türkçe kelime yer alırken, 1945’te Türk Dil Kurumu’nun yayınladığı Türkçe Sözlük’te bu sayı 15 bine kadar düşürülmüştür.1 Günümüzde ise bu sayıdan geriye ne kadar kaldığını tahmin etmek zor değildir. Bu hâl, dildeki erozyonun bâzı mihraklar eliyle ne dehşetli bir sûrette sürdürüldüğünü gözler önüne sermektedir. Halbuki lisânımızı kurtarmadıkça, başımıza musallat olan binbir çeşit kargaşadan kurtulmamız mümkün değildir. Zîrâ insanlar kelimelerle düşünürler. Mefhumları ve kelimeleri eksiltilmiş ve çarpıtılmış bir “dil” ile derin İslâmî tefekkürün ufuklarına açılmak aslâ mümkün değildir. Bu yapılmadıkça da, hareketlerin temelini teşkil eden tefekkür, ciddî bir seviye kazanamaz. Sıhhatli fikirler üretemeyen sığ ve kısır bir tefekkür ufku ile de millî ve mânevî bünyemize kasteden fikir akımlarına karşı kâfî derecede mukâvemet gösterilemez. Bunun için, millî kültürümüze ve millî şuûrumuza zıt olan ve hem mânâ hem de telâffuzu tahrîb ederek meydana getirilmek istenen uydurma dile aslâ îtibâr etmemek gerekir.2
Öte yandan târihimizi de gerçek mâhiyetiyle öğrenip öğretmemiz şarttır. Yoksa birtakım kasıtlı ve sözde yerli târihçiler ile İslâm ve Türk düşmanı bâzı yabancıların yazdığı târihlerle cihan-şümûl bir medeniyeti doğru olarak îzâh edebilmek mümkün olamaz! Bunun için ecdâdımızın bizlere bıraktığı târih mîrâsının, milletimizin şuur ve idrâkine doğru aksettirilmesi, dînî ve millî bir vazîfedir.
Târih şâhiddir ki, milletler ve fertler, hayatlarını, geçirdikleri tecrübelerin ışığında tanzîm ederler. Târih, âdeta milletlerin hâfızasıdır. Bu sebepledir ki milletler, târihî hâdiselerin îkaz ve irşâdına dâimâ muhtaçtırlar. Bir millet, gerçek târihini ve maddî-mânevî rehberlerini tanıyıp bunları yerli yerince takdîr ettiği müddetçe ileri ve büyük millet demektir. Yetişen yeni nesiller, kendi târihlerini, yabancılardan daha iyi bilir ve geçmişten gerekli ibretleri alırlarsa, gelecekten endişe edilmez! Mâzîye istinâd etmeyenlerin ise, hiçbir zaman geleceği emniyet altında olmamıştır. Dolayısıyla köklerimiz mâzîye, dallarımız istikbâle uzanmalıdır.
Târih ilmini sadece kuru bir hâdiseler yığını sanmak da büyük bir hatâdır. Gerçek târih ilmi, milletlerin çeşitli hâdiselerle dolu mâzîlerinde hak ile bâtılın, doğru ile yanlışın asıl zeminini gösteren hikmetli bir ilimdir. Milletlerin geleceğine mükemmel bir sûrette düzen verebilmek için bu zemini doğru olarak tanımak ve ondan gerekli ders ve ibretleri çıkarmak şarttır. Merhûm Âkif, ne güzel söyler:
Târihi tekerrür diye târîf ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi!..
Mâzimiz, bizlere arslanın kafese konulamayacağının telkînidir. Bir arslan nasıl ki kafeslere sığmazsa, bu millet de vasıflarını koruduğu müddetçe esârete dûçâr olmaz. Ecdâdımız, îmân zemîninde yücelmiş bir toplum idi. Onlar, maddî ve mânevî duygularını canları pahasına muhâfaza ettiler ve asla zillete düşmediler
Mâzimiz, bizlere arslanın kafese konulamayacağının telkînidir. Bir arslan nasıl ki kafeslere sığmazsa, bu millet de vasıflarını koruduğu müddetçe esârete dûçâr olmaz. Ecdâdımız, îmân zemîninde yücelmiş bir toplum idi. Onlar, maddî ve mânevî duygularını canları pahasına muhâfaza ettiler ve asla zillete düşmediler.
Bizler, ecdâdımızın millî ve mânevî değerleriyle bütünleşebildiğimiz zaman, onların bizlere bıraktıkları mukaddes emânetleri şerefle taşıyabilmiş oluruz. Aksi hâlde, millî ve mânevî değerlerimiz talan edilirken sessizce seyretmek, emânetin elden çıkmasıyla neticelenebilecek dehşet verici bir gaflettir. Uğrunda nice canlar verilerek elde edilen emânetleri muhâfaza için bugün lâyıkıyla gayret gösterelim ki, yarın o ağır bedelleri tekrar ödemek mecbûriyetinde kalmayalım. Târihî bir hakîkattir ki, korunmayan emânetler elden çıkmış ve ona lâyık olununcaya kadar da elde edilememiştir.
Rabbimiz, mukaddes emânetlerimizi muhâfaza husûsunda bizleri ve nesillerimizi muvaffak eylesin! Bu hususlarda gâfil bir mîrasyedi edâsıyla gaflet bataklığına düşmekten bizleri muhâfaza buyursun! Üzerimizdeki emânetlerden terettüb eden vazîfeleri hakkıyla îfâ ederek müsterih bir kalb ile huzûruna varabilmeyi cümlemize nasîb eylesin!
Âmin!
Dipnotlar : 1) Türk Diline dâir çalışmalarıyla tanınan Dr. Mehmed Doğan’ın bir konferansından. 2) Bilhassa Dil, Târih ve Edebiyat gibi millî ve mânevî kültürümüzün hayâtî sahalarında hassâsiyetle ve bir emânet şuuruyla hizmet gösteren YÜZAKI Dergimizi de, bu vesîleyle muhterem okuyucularımıza tavsiye ederiz.
Makale Tavsiye EtMakale Yazdır Tefekkür Osman Nûri Topbaş 2007 - Eylul, Sayı: 259, Sayfa: 032 Tefekkür, sadece insana değil, bütün mahlûkata verilmiş, hayâtî bir kâbiliyettir. Bu kâbiliyeti, her varlık kendi dünyası içinde ve kendi yaratılışına uygun bir şekilde kullanır. Ağırlık merkezi de daha ziyade ten ve nefsâniyet plânına âittir. Yiyip içmek, daha iyi, daha rahat yaşayabilmek ve nesli devam ettirebilmek gibi hususlar ön plândadır. Bunun için bir yırtıcı mahlûkun tefekkürü, ancak avını parçalayıp mîdesini doyurmaya yöneliktir. Bunun dışında onun hayat, kâinat ve istikbâle dâir herhangi bir düşünce ve endişesi yoktur. Zaten ona verilen tefekkür kâbiliyeti de, ancak bu kadarına kâfî gelir. Fakat insana gelince… Onun durumu farklıdır… Nefsânî ve Rûhânî Tefekkür İnsanoğlu, varlıkların en şereflisi ve kâinâtın gözbebeği olarak yaratıldığı için, onun mes’ûliyet ve vazifeleri büyüktür. Buna göre de kendisine engin bir tefekkür kâbiliyeti ihsân edilmiştir. Çünkü insan; yiyip içme, yaşama ve neslini devam ettirebilme bakımından diğer mahlûkatla benzer özelliklere dâir nefsânî tefekkür ile değil, ancak kendisini inkişâf ettirecek ve bu vesîleyle cennet ve cemâlullâh’a nâil edecek olan rûhânî tefekkür ile insanlık haysiyet ve şerefini hâizdir. Fakat insan, rûhânî yapısını tekâmül ettiremezse, maalesef tefekkür istîdâdını nefsânî arzuların anaforunda helâk etmiş olur. Böyle gâfilâne bir hayat; çocuklukta oyun, gençlikte şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret ve nedâmetten ibârettir. Yeme-içme ve mal-mülk biriktirme gibi nefsânî hevâ ve heveslerin girdabında, Allâh’ın verdiği tefekkür nîmetini ziyân etmektir. Rûhî derinliğe ulaşmış bir mütefekkir, bu hakîkati hulâsa ederek şöyle buyurur: “Bu cihân, âkiller (akıl sâhipleri) için seyr-i bedâyî (ilâhî sanatı ibretle temâşâ ve tefekkür); ahmaklar için ise yemek ile şehvettir!” Dolayısıyla insanı insan yapan husus, onu şuur iklîminde yeşertecek olan rûhânî bir tefekkür derinliğidir. Allah Teâlâ da kullarından, gerek îmânın, gerekse ibâdetlerin yüksek bir şuur ve idrâk içinde tezâhürünü istemektedir. Bu da ancak ilâhî azamet ve kudret akışlarını tefekkür ile mümkündür.
ışlarını tefekkür ile mümkündür. Rûh İnkişâfı Tefekkürde derinleşmek ve böylece rûhu inkişâf ettirmek, kulun en mühim mes’ûliyetlerinden biridir. Zîrâ ibâdetlerde huşûya, kalbin rikkat kazanmasına, muâmelâtta nezâkete ve ahlâkta kemâle erebilmek, ancak rûhu inkişâf ettirecek bir tefekkür ile mümkündür. Hakîkaten ilâhî kudretin eserlerine ibret nazarıyla bir bakacak olursak, sayısız hikmet tabloları görebiliriz. Meselâ tonlarca ağırlıktaki bir fili on yaşında bir çocuk çekip götürebilmektedir… Sırtı yere gelmeyen bir pehlivanı çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük bir mikrop ölüm döşeğine düşürebilmektedir… O hâlde kim güçlü, kim zayıftır? Güç veya acziyetin, varlık veya yokluğun miyârı nedir? Hayat ve kâinâtı ibretle seyrettiğimizde, cevapları rûhumuzun derinliklerinde gizli daha pek çok suâl ile karşılaşırız: Bu cihâna nereden geldik? Niçin yaratıldık? Bu cihân nedir? Kimin mülkünde yaşıyoruz? Nasıl yaşamalıyız? Nasıl düşünmeliyiz? Nereye gidiyoruz? Fânî hayatın hakîkati nedir? Ölüm gerçeğinin sırrı nasıl çözülür? Ona nasıl hazırlanılır?.. İşte bu nevî tefekkürler, Kur’ân ve Sünnet’in rehberliği ile ilâhî kudret ve azamet tecellîleri karşısında kulu hiçlik ve acziyetini idrâke sevk eder. Yoktan var edilen insana, varlık ve benlik iddiâsında bulunmanın ne büyük bir yanlış olduğunu hatırlatır. Hakîkaten insan, dâimâ Rabbine muhtaçtır. Bütün canlılar, var olmak ve hayatta kalmak için nasıl büyük bir kudrete muhtaçsa, insan da aynı kudrete muhtaçtır. Fakat bunun farkında olmamak, ne hazin bir gaflettir. Tefekkür ile ulvî bir ruh kıvamına eren mü’minin ise kulluk hayatında ve ibâdetlerinde yüksek bir feyz ve rûhâniyet hâsıl olur. Tefekkürle inkişâf eden rûh idrâk eder ki: “Bedenin kıblesi Kâbe, rûhun kıblesi ise Cenâb-ı Hak’tır.” Bunun içindir ki Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-: “İlimsiz ibâdette ve tefekkürsüz Kur’ân tilâvetinde fayda ve feyz azalır.” buyurmuştur. Zîrâ Hak’tan gâfil bir gönülle yapılan ibâdetler, derece derece kıymetini yitirir, hattâ bâzen bir yorgunluktan ibâret kalır.
ce derece kıymetini yitirir, hattâ bâzen bir yorgunluktan ibâret kalır.
Bunun içindir ki Hak dostları; namazı, son namazmış gibi düşünerek kılmayı; orucu, nîmetlerin kadrini ve muhtaçların ıztırâbını tefekkür ederek tutmayı, yâni bütün ibâdetleri mutlakâ tefekkür cihetine de riâyetle edâ etmeyi öğütlemişlerdir. Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- şöyle buyurur: “Bir saat tefekkür; kırk gece nâfile ibâdetten üstündür.” (Deylemî, II, 70-71, no: 2397, 2400) Nitekim böyle bir tefekkür de duyuşları derinleştirerek ibâdetleri kolaylaştırır, huşû hâlini ve şükrü artırır. Dinde îtikâdın tam olması îcâb ettiği gibi, ibâdet de zarûrîdir. Lâkin ibâdetleri makbul kılan, onun gönle nüfûz eden bir tefekkür iklîminde, mânevî dikkat, incelik ve zarâfet içinde îfâ edilmesidir. Bu sâyede kul, Rabbine yakın hâle gelir. Ashâb-ı kirâmın ve onları ihlâsla tâkip eden sâlih mü’minlerin en mühim hasleti de bu kalbî kıvâma sâhip olmalarıydı. Nitekim Abdullâh bin Mes’ûd -radıyallâhu anh-, ibâdet ehli dostlarına şöyle derdi: “Siz, ashâbdan daha çok namaz kılıyor ve cihâd ediyorsunuz. Ama onlar dünyâya karşı sizden daha zâhid, âhirete karşı sizden daha rağbetli idi.” Rabbimiz, biz kullarından, ilâhî azametini, kâinattaki büyük nizâmın sır ve hikmetlerini, kullarına olan sayısız ikramlarını tefekkür etmemizi, bu tefekkür neticesinde de dünyânın fânîliğini, asıl hayâtın âhiret hayâtı olduğunu idrâk ederek tevâzû ve hiçlik duyguları içinde, takvâ üzere, güzel bir kul olmamızı arzu etmektedir. Allah Rasûlü’nün Tefekkür Hayatı Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek yaşayışı, Rabbimizin kullarında görmeyi murâd ettiği mânevî tekâmül için tefekkürün ne kadar lüzumlu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zîrâ O, geceleri ayakları şişinceye kadar gözyaşları içinde kulluk ve ibâdete devam etmiş, gözleri uyusa bile kalbi dâimâ uyanık kalmış, Allâh’ın zikrinden, tefekkür ve murâkabesinden bir an bile uzaklaşmamıştır. Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın gece hayatından bir kesiti şöyle nakleder: “Bir gece Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana: «–Ey Âişe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibâdet ederek geçireyim.» dedi. Ben de: «–Vallâhi Sen’inle berâber olmayı çok severim, ancak Sen’i sevindiren şeyi daha çok severim.» dedim. Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu
ra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki, elbisesi, mübârek sakalları, hattâ secde ettiği yer sırılsıklam oldu. O, bu hâldeyken Bilâl -radıyallâhu anh- ezan okumaya geldiğinde Allah Rasûlü’nü perişan bir hâlde buldu. Âlemlerin Efendisi’nin ağladığını görünce: «–Yâ Rasûlallâh! Sizi bu kadar mahzun ve mağmûm eden hâdise neyin nesidir? Allah Teâlâ sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınızı bağışladığı hâlde niçin ağlıyorsunuz?» dedi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: «–Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle âyetler indirildi ki, onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!» dedi ve şu âyetleri okudu: «Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sâhipleri için (Allâh’ın birliğini gösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen’i tesbîh ederiz; bizi cehennem azâbından koru! (derler).» (Âl-i İmrân, 190-191)” (İbn-i Hibbân, II, 386)
İşte bu âyet-i kerîmeler nâzil olduğu gece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, güller üzerindeki şebnemleri imrendirecek gözyaşları ile sabaha kadar ağlamıştı. Şüphesiz ki O, bu fermân-ı ilâhîye, daha risâlet vazîfesine başlamadan önce bile Hira Mağarası’ndaki inzivâ ve tefekkür hayâtı ile tâbî olmuş durumda idi. O’nun Hira’daki ibâdeti, tefekkür etmek, atası İbrâhim -aleyhisselâm- gibi göklerin ve yerin melekûtundan ibret almak ve Kâbe’yi seyretmek şeklindeydi.1 O günlerde olduğu gibi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, daha sonraki hayâtında da dâimâ hüzünlü ve tefekkür hâlinde idi. Konuşması zikir, sükûtu tefekkür idi. Nitekim hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardı: “Rabbim bana sükûtumun tefekkür olmasını emretti, (ben de size tavsiye ediyorum.)”2 “Allâh’ın yarattıkları üzerinde tefekkür edin...” (Deylemî, II, 56; Heysemî, I, 81) “Tefekkür gibi ibâdet yoktur.” (Ali el-Müttakî, XVI, 121)
Ahmed er-Rifâî -kuddise sirruh- da şöyle buyurur: “Tefekkür, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ilk amelidir. Nitekim bütün farzlardan önce O’nun ibâdeti Allâh’ın mahlûkâtını ve nîmetlerini tefekkürden ibâretti. Öyleyse siz de tefekküre iyi sarılın ve ibret vesîlesi yapın.” Velhâsıl, ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Fahr-i Kâinât Efendimiz’e lâyık olabilmek için hayat ve kâinatta sergilenen derin hikmetlere gönül vererek tefekkür iklîminde yaşamaya çalışmamız îcâb etmektedir. Âmâ Bir Sahâbînin Tefekkür Derinliği Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mânevî terbiyesi altında yetişen sahâbe-i kirâmın hayat ve hâdiselere bakışta sergiledikleri tefekkür inceliği de muhteşemdir. İşte bunlardan biri: Kadisiye Seferi’ne çıkılacağı zaman, âmâ sahâbî Abdullah ibn-i Ümm-i Mektum -radıyallâhu anh- da büyük bir îman heyecanı içinde orduya iştirâk etmek istemişti. Fakat kendisine seferden muaf olduğu söylenince, o mübârek sahâbî büyük bir hüzne gark oldu. Yüksek bir îman ufku ve kulluk şuuru ile durumunu tefekkür edince de, kendisinin harpten muâf olduğunu söyleyenlere, -rivâyete göre- şu muhteşem cevâbı verdi: “Benim bu hâlimle de size büyük bir faydam dokunabilir. Ben âmâ olduğum için düşman kılıçlarını göremem, bu yüzden de cesâretim kırılmadan en önde sancağı taşırım. Benim korkusuzca düşman üstüne yürüdüğümü gören İslâm askerlerinin de cesâret, kahramanlık ve heyecanı artar.” Âmâ sahâbî İbn-i Ümm-i Mektûm’un bu hâli, gözü gören ve gücü yerinde olanlar için ne müthiş bir fiilî nasihattir… Hayat ve Kâinâtı Tefekkür ile Okumak Kâinatta hiçbir şey abes yaratılmamıştır. Yaratılışın hikmet ve gâyelerini her zerre lisân-ı hâl denilen, kendine has bir lisân ile beyân etmekte, gönülleri îmâna ve Allah muhabbetine çekmektedir. İşte gerçek tefekkür, bu beyanları lâyıkıyla okuyabilmektir. Kâinattaki varlıkları, hayat ve hâdiseleri sırf baş gözüyle seyretmek, olgun bir idrâk için kâfî değildir. Seyredişin, bir de zihin ve gönlün müşterek faâliyeti olan tefekkür ile olgunlaştırılarak, ibret nazarıyla temâşâ sûretinde gerçekleştirilmesi îcâb eder. Ancak bu sâyede kâinattaki ilâhî kudret tecellîleri, rûha apayrı bir zindelik, kuvvet ve kemâlât kazandırır. Aslında hiçbir şey, insanın tefekkür iştiyâkını, Kâinâtın Yaratıcısı’nın varlığına vâkıf olmak ve O’na muhabbet duymak kadar tatmîn edemez. Zîrâ âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere: “Kalbler, ancak zikrullâh ile itmi’nâna (hakîkî huzura) erişir.” (er-Ra’d, 28)
Rabbimiz, bu âlemde her şeyi ve her hâdiseyi, belli sebepler etrafında meydana getirmektedir. İlimler de bu sebepleri araştırmakla meşguldür. Fakat Müsebbibü’l-Esbâb, yâni sebeplerin sebebi ise, Cenâb-ı Hak’tır. Bu durumda insan idrâkini, sebepleri var eden Hak Teâlâ’ya ulaştırmayan her türlü ilim ve düşünce eksiktir; çıkmaz sokaklarda yorulmaktan ibârettir. Boş yorgunluk ve çıkmazlardan kurtulmak için, önce Rabbimizin “oku” emrini ârifâne bir tefekkürle kavramalıdır. Sonra da bu emri hayatın bütün safhalarındaki hâdiselere tatbik etmelidir. Çünkü bu keyfiyet, insanı sebeplerin sebebine ulaştırarak “hikmet”in menbaına nâil eder. İdrâk ve şuurda olgunluk başlar. Akıl ve gönül, Cenâb-ı Hakk’ın her hâdisede ne murâd ettiğini kavrayabilecek bir hâle gelir. Dolayısıyla, bu âlemde olup biten her şeyi îman penceresinden ibret nazarıyla temâşâ edip rûhu tefekkürle inkişâf ettirmek zarûrîdir. Neticede hâdiselerin özündeki ilâhî murâda dâir hikmet parıltıları, Allâh’ın izniyle damla damla gönle akacaktır. Hikmetle Derinleşme Yolu: Tasavvuf Nice âbide şahsiyetler yetiştirmiş olan tasavvufun özü de hakîkatte böyle bir feyz ve rûhâniyeti tahsilden ibârettir. Bu bakımdan tasavvuf, hikmetle derinleşerek Hakk’a doğru mesafe alma yoludur. O aslâ dünyadan el-etek çekmek, Yûnus’un buyurduğu gibi yalnızca tâc ile hırkaya bürünmek ve ancak belirli bir evrâd u ezkâr ile iktifâ etmek değildir. Yani tasavvuf, her şeyden önce mes’ûliyetimizi tefekkür etmektir, kendimizi muhâsebe hâlinde bulunmaktır, idrakte yol kat edebilmektir, iz’anda mesafe alabilmektir. Kısacası her türlü nefsânî düşüncelerden kurtulmak ve ancak rûhânî tefekkürle derinleşmek ve bu tefekkürle de merhale merhale yücelerek nihayette ebedî mîrâca ermektir. Böyle bir gönül mîrâcına erenlerden biri olan Hazret-i Mevlânâ, bu hâlin safhalarını ne güzel hulâsa eder: O, zâhirî ilimlerle dolu olduğu safhayı «hamdım»; kalpte hikmet tecellîlerine nâil olup mâverâî ufuklara açıldığı safhayı «piştim»; kâinat kitabındaki hikmet, esrâr ve hakikatleri okumaya başladığı olgunluk ve vuslat devresini de «yandım» diyerek ifâde etmiştir. İmâm Gazâlî -kuddise sirruh- da: “Âriflerden olmak istersen; sükûtun tefekkür, bakışın ibret ve arzun tâat olsun. Zîrâ bu üç haslet, âriflerin alâmetidir.” buyurmuştur. Bütün bunlar, tasavvuftaki rûhî olgunluğun gerçekleşmesinde tefekkürün ne kadar mühim bir yeri bulunduğunun çok açık ifâdeleridir. Çünkü mesele, kuru kuruya amel işlemek değil, onu rakik bir gönül, yani kalb-i selîm ölçüleri içerisinde Hakk’a arz eyleyebilmektir. Bu da elbette ki şuurlu bir tefekkür sahibi olmaktan geçer. Tefekkür-i Mevt Kalbin dirilişi ve rûhâniyetin inkişâfı, ancak nefsâniyetten vazgeçebilmekle mümkündür. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de âdetâ bunun usûlünü ifâde sadedinde: “Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 26
Hakîkaten fânî dünya hayatı, ebedî âhiret hayatı yanında kısacık bir an gibidir. Anlık zevkler uğruna ebedî saâdeti zâyi etmek, ânı sonsuza tercih etmek, hangi aklın kârıdır? Bastığımız toprak, bugüne kadar gelen milyarlarca insanın cesetleriyle doludur. Sanki üst üste çakışmış milyonlarca gölge gibi… Onlar da iki kapılı bir hân olan bu cihâna bir kapıdan girdiler, sonra nefsânî veya rûhânî davranış ve hislerle dolu dar bir koridor olan dünyâ hayatını yaşadılar, en nihâyet mezar kapısından geçip ebedî âleme intikâl ettiler. Yarın bizler de aynı durumda olacağız. Bir gün gelecek ki, o günün yarını olmayacak! O gün hepimiz için meçhul bir gün! İşte tefekkür-i mevt, o meçhul gün gelmeden evvel ölümü çokça hatırlamaktır. Nefsânî taşkınlıklardan uzaklaşarak Rabbimizin huzûruna hazırlanmanın dâimî bir şuur hâline getirilmesidir. Gâye; ölümün ürkütücü manzaralarından kendimizi koruyup, ölümü güzelleştirebilmektir. Rabbimizin beyânı çok açık ve nettir: “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Biz’e döndürüleceksiniz.” (el-Ankebût, 57)
Velhâsıl hayat ve kâinât, ilâhî bir ibret dershânesi… Bizlere düşen de, bu dershânenin ihlâslı ve gayretli bir talebesi olabilmek… Fânî bir misâfirhâne olan dünyâda kalıcı edâsıyla oturma gafletine düşmemek... İnsan tefekkür-i mevt netîcesinde nefs engelini aşarak âhiret azığını iyi tedârik edebilirse, ölüm, hayâl ötesi muazzam ve mükemmel olan Allah Teâlâ’ya vuslatın mecbûrî bir şartı olarak addedilir. Böylece, ekseriyetle insanlarda soğuk ürpertilere sebep olan ölüm, vuslat heyecanına dönüşür. Böyle ölümler, tasavvuf yolunun büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin tâbiriyle “Şeb-i Arûs”, yâni düğün gecesidir… a Hâsılı tefekkür, en fazla muhtaç olduğumuz hasletlerden biridir. Rûhumuzun inkişâfı, îmânımızın kuvvet kazanması, ibâdetlerimizin huşû ile edâsı, muâmelâtımızın istikâmet bulması ve gönül ufkumuzun sadece dünyâ planda sıkışıp kalmaması, tefekkür hasletini lâyıkıyla yaşamamıza bağlıdır. Rabbimiz, şuur ve idrâkimize olgunluk ihsân eylesin! Allah Rasûlü’nün, sahâbe-i kirâm’ın ve evliyâullah’ın tefekkür iklîminden gönüllerimize hisseler ikrâm eylesin! Dünyevî ve nefsânî düşüncelerin kıskacında bunalan gönül ve dimağları, ulvî duygu ve düşüncelerin huzur ve sükûnuna nâil eylesin! Hayat ve hâdiseleri îman ışığıyla ve ibret nazarıyla temâşâ ederek; “Oku” emr-i ilâhîsini ârifâne bir tefekkürle hayatımıza tatbik edebilmemizi nasip ve müyesser eylesin! Rabbimiz, bilhassa hulûlüyle müşerref olacağımız Ramazân-ı Şerîf’i, affımıza medâr olacak sâlih amellerle ihyâ ederek, bütün bir ömrümüzü Ramazan feyziyle yaşamamızı nasîb buyursun! Son nefesimizi de ebedî bir bayramın huzur dolu iklîmine vuslat ânı eylesin! Âmîn! DİPNOTLAR: 1) Aynî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut, İdâretü’t-Tıbâati’l-Münîriyye, ts., I, 61; XXIV, 128. 2) Hadîs-i şerîfin tamamı için bkz. İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XVI, 252, hadis no: 5838.
Muhabbet Osman Nûri Topbaş 2005 - Nisan, Sayı: 230, Sayfa: 032 Muhabbet, fânî hayâtımızın tadı, neş’esi, huzur ve sürûrudur. Varlığın hamuru, muhabbet mayası ile yoğrulmuştur. Muhabbet istîdâdı, Rabbin kullarına en büyük lutuflarındandır. Bu bakımdan muhabbeti lâyıkına yöneltmek ve dostluğun hakîkatine ermiş gönüllerde kullanmak gerekir. Zîrâ muhabbetteki bu merhale, ilâhî muhabbete vuslatın bir basamağıdır. Fakat ne yazık ki insanların pek çoğu, ilâhî bir lutuf olan muhabbeti, fânî ve nefsânî arzular uğrunda hebâ etmektedirler.
Lâyıkını bulamayan muhabbetler, fânî hayâtın hazin israflarıdır. Mübtezel ve bayağı menfaatlerin kıskacında kalan muhabbetler, kaldırım kenarlarında açan çiçeklere benzer ki, er-geç çiğnenmeye ve mahvolmaya mahkûmdur. Sokağa düşürülmüş bir pırlanta ne kadar tâlihsizdir! Liyâkatsiz bir elin haksız malı olmak, ne hazin bir ziyanlıktır!
Mevlânâ Hazretleri, muhabbet sermâyesini fânî ve izâfî varlıklar uğruna hebâ ederek, Mevlâ aşkından mahrum kalanlar için şu ibretli misâli verir:
“Dünyâya gönül verenler tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budala bir avcı, kuşun gölgesini kuş zannetti de onu yakalamak istedi. Fakat dalın üzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.”
Muhabbet tohumlarının yeşermediği gönüller, hazan mevsiminden kurtulamazlar. Hodgâm duyguların esâreti altında, rûhânî duyguların bir nevî cenâzesini taşırlar. Rûhâniyet iklîmlerinde, ilâhî menbâdan feyizlenen muhabbetler ise, binbir râyiha ile meltemlenen cennet bahçelerinin çiçekleri gibidir. Onun zaman zaman yaprakları dökülse, çiçekleri solsa bile, o yine de baharların tebessümü ile feyz ü bereket ve neşv ü nemâ bulur.
Muhabbetin kaynağı olan ilâhî muhabbeti idrâk edenler, her varlık ile dost olabilirler. Yâni Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilme istîdâdı kazanırlar. Bu zirveye nâil olan bütün Hak dostları, cümle nefsânî lezzetleri ifnâ ederek gerçek lezzetin mârifetullâh ve muhabbetullâh olduğunun idrâki içinde yaşarlar
erek gerçek lezzetin mârifetullâh ve muhabbetullâh olduğunun idrâki içinde yaşarlar.
Hadîs-i kudsîde şöyle buyrulmuştur:
“…Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdetlerle de durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de ben (âdeta) onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum…” (Buhârî, Rikâk, 38)
Bu kalbî zirve, dünyâmızdaki dağ zirveleri gibi nâdirattandır. Bu ilâhî feyz ve rûhâniyeti, şahsiyetine ve tefekkürüne hâkim kılabilenler, sıradan bir insan olmaktan kurtulurlar. Böyle kimseler, varlıklarla bambaşka bir sûrette mükâleme ederler. Yeter ki kalb, o varlıkların lisânına âşinâ olabilsin!
Nâzenin bir çiçekten, feryâd hâlindeki bir bülbülden, çağlayan bir dereden, işitebilenler için ne değişik terennümler gelir! Seherler, ne destanlar anlatır! Duyabilenler için, rüzgârlar kim bilir kaç bâd-ı sabânın meltemlerini yansıtır!?.
Gönlü aşk ve muhabbetle dolu olan kâmil mü’minler, bu cihandaki ilâhî hikmet ve esrâr akışlarını ibretle seyre dalabilenlerdir. Sergilenen bunca ilâhî esrâr ve sanat hârikalarını görüp de Hakk’a muhabbetin yakıcı terennümleriyle duygulanmamak, selîm bir idrâk ve diri bir kalb için hiç mümkün müdür?..
Muhabbet, sevilen varlığın ehemmiyet ve mükemmelliği nisbetinde bir kıymet ifâde eder. Bu bakımdan beşerî muhabbetlerde kazanılabilecek zirve, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duyulan muhabbettir. Çünkü insanlığın muhabbet meyline O’ndan daha lâyık bir kimse tasavvur olunamaz.
Ancak O dahî muhabbette son durak değildir. İnsan için, muhabbetin tahsîs edilmesi gereken nihâî hedef, kâinâtın yaratıcısı Allâh Teâlâ’dır. İnsanın muhabbet sâikıyla yükselmesinde nihâî merhale ve son durak O’dur. Mutasavvıflar, buna “fenâ fillâh” veya “bekâ billâh” tâbir ederler. Bu hâl, tıpkı nehirlerin okyanus sularına ulaşarak onda gark olup kaybolmaları gibidir.
Bir büyük Hak dostu, “fenâ fi’r-rasûl” ve “fenâ fillâh” ateşiyle yanışını mısrâlarına şu şekilde aksettirir:
Tecellâ-yı cemâlinden habîbim nev-bahâr âteş!
Gül âteş, bülbül âteş, sünbül âteş, hâk ü hâr âteş!
(Habîbim, Sen’in güzelliğinin tecellî ederek ortaya çıkmasından (dolayı, Sana âşık olan) ilkbahar ateş, gül ateş, bülbül ateş, sünbül ateş, toprak ve diken ateş!..)
Şuâ-yı âfitâbındır yakan bi’l-cümle uşşâkı;
Dil âteş, sîne âteş, hem dü çeşm-i eşk-bâr âteş!
(Bütün âşıkları yakan, güneş (gibi parlak) nûrundur. (O nûrun aksiyle) gönül ateş, kalb ateş, (aşkınla) ağlayan (şu) iki göz ateş!..)
Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i ışkı gasl etmek?
Cesed âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvâr âteş!..
(Bu kadar aşk ateşiyle yanarak aşkın uğrunda şehîd olanı yıkamak mümkün mü? Cesed ateş, kefen ateş, şehidi yıkayacak tatlı su dahî ateş!..)
Muhabbetullâh’a erişebilmek için beşerî muhabbette son merhale olan muhabbet-i Rasûlullâh’ı lâyıkıyla idrâk etmek îcâb eder. Zîrâ bu, ilâhî muhabbete yükselten son basamak mesâbesindedir. Bundan dolayıdır ki, muhabbet-i Rasûlullâh’ı yaşamayanlar, muhabbetullâh’a ulaşamazlar. Bilmek gerekir ki, Allâh’a muhabbet deryâsına götürecek olan yegâne rahmet ve muhabbet pınarı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Öyle ki Hazret-i Peygamber’e muhabbet, Allâh’a muhabbet; O’na itâat, Allâh’a itâat; O’na isyân, Allâh’a isyân sadedindedir. Buna göre Hazret-i Peygamber’in muazzez varlığı, beşer için bir muhabbet melcei, yâni sığınağıdır. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın...” (Âl-i İmrân, 31)
Şüphesiz ki, muhabbetin en büyük alâmeti itaattir; sevilen uğrunda fedâkârlıktır. Seven, sevdiğine gönlündeki muhabbet seviyesinde tâbî olur. Şâyet davranışların temelinde muhabbet varsa, orada samîmiyet, ihlâs ve bereket vardır. Ameller, muhabbet zemîni üzerinde icrâ edildiğinde ulvîleşir. Muhabbetsiz, yâni yürekten gelmeyen, zoraki hâl ve davranışlar ise, samîmiyetten mahrum bulunduğu için, nefsâniyeti palazlandırmaktan öteye geçemez.
âl ve davranışlar ise, samîmiyetten mahrum bulunduğu için, nefsâniyeti palazlandırmaktan öteye geçemez.
Gönülden gelen en ufak bir davranış, dağlar misâli büyük görünen samîmiyetsiz amellerle mukâyese edilemeyecek kadar üstündür. Bunun en mühim tezâhürü de, muhabbetlerin zirvesi olan muhabbetullâh’ta kendini gösterir. Bir kul için en son ve mükemmel seviye, Allâh muhabbetinin feyzine nâil olabilmektir. Bununla berâber her şeyin olduğu gibi muhabbetin de Hâlık’ı, hiç şüphesiz Cenâb-ı Hak’tır. O dilemedikçe kul, bu makâma yükselemez. Öyleyse bu hususta da kula düşen; Hakk’a tazarrû, niyâz ve ilticâ hâlinde bulunmaktır. Nitekim âyet-i kerîmede:
“(Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?..” (Furkan, 77) buyrulmaktadır.
Allâh’ı sevmenin alâmeti ve O’nun muhabbetine kavuşmanın yolu, Allâh’ın farz ve mecbûrî kıldığı asgarî kulluk vazîfelerini büyük bir huşû içinde îfâ ettikten sonra, zarûrî olmadığı hâlde, sırf gönülden gelen aşk ve muhabbet sebebiyle nâfile ibâdetleri ve hayırlı amelleri de kemâl-i edeb, tâzîm ve şevk ile çoğaltmaya çalışmaktır. Bu hâl üzere devâm ederek muhabbetullâh’a ulaşmak, insanoğlunun yaratılış gâyesini gerçekleştirmesi demektir. Zîrâ İslâm’da insana sunulan ilâhî tekliflerin zirvesi ve nihâî hedefi, “vâsıl-ı ilallâh” olmaktır. Bunun da en mühim sermâyesi muhabbettir. Diğer ameller, bu muhabbetin bir tezâhürüdür.
Mü’minin gönlünde Allâh muhabbeti çoğaldıkça, Allâh için yapılan amellerin ziyâdeleşmesi de tabiîdir. Bu sebeple, muhabbetullâh’ta merhale almaya başlayan kimseler, farz ibâdetlerle iktifâ etmeyerek birtakım ilâve ibâdetleri de farz şevk ve heyecânıyla îfâ ederler. Bunun netîcesinde de çölde suya hasret kalan bir insanın suya olan iştiyâkının ziyâdeleşme gibi iştihâsının sonsuzlaşması ile karşılaşır. Bu hâle gelenlere, Allâh’a rücû etmekten başka hiçbir şey tesellî sunamaz. O zaman;
“Ey huzûra kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön!” (el-Fecr, 27-28) âyet-i kerîmelerinin tecellîsinden başka bir tatmin vâkî olamaz.
İlâhî muhabbette bu kıvâma eren mü’minler, şüphesiz ki bu müstesnâ hâle varabilmek için, fânîlerin iltifatlarından uzak, tenhâ mekânlarda ve gece karanlıklarında Allâh’a yakararak, hayâtı ve nefesleri bir ömür tesbîhi hâline getirebilme gayreti içinde olurlar. Dâimî bir kulluk şuuru ile ihsân iklîminde ilâhî muhabbet şerbetiyle sermest olmaya çalışırlar. Böylece, yeri geldiğinde maldan, mevkîden, dünyâdan, hattâ candan vazgeçerler. Hepsinden mühimi de, Allâh’ın muhabbetine ve O’nun rızâsına nâil olabilmek için kalben dâimî bir niyaz hâlinde yaşarlar
Sahâbe-i kirâmdan Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh-’ın şu hâli, Allâh’a olan muhabbetini ve O’nda fânî oluşunu ne güzel ifâde etmektedir:
Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh- bir savaşa iştirâk etmek üzere Fırat kıyısında yürürken, içinde bulunduğu hâlet-i rûhiyeyi şöyle dile getiriyordu:
“Ey Allâh’ım! Kendimi şu dağdan atarak aşağıya yuvarlamamın, Sen’in benden daha fazla hoşnut kalmana vesîle olacağını bilsem, bunu hemen yaparım. Büyük bir ateş yakarak içine atlamamın, Sen’in benden daha çok râzı olmana vesîle olacağını bilsem, onu derhâl yaparım. Yâ Rabbi! Kendimi suya atıp boğulmamın, Sen’in daha ziyâde hoşnutluğunu celbedeceğini bilsem, onu hemen yaparım. Ey Allâh’ım! Ben sırf Sen’in rızân için savaşıyorum, beni zarara uğratmamanı diliyorum, ben Sen’i istiyorum.” (İbn-i Sa’d, III, 258)
Allâh ve Rasûlü’nün muhabbeti, dînimizin esâsı ve Hakk’a vuslatın en feyizli yoludur. İlâhî ünsiyet ve rahmetin biricik vesîlesidir. Hakk’ın muhabbetine kavuşmak, ilâhî vuslata nâiliyette en ulvî merhaledir. Zîrâ yüce huzûra kabûlün kapısı, muhabbet anahtarı ile açılır. Fakat muhabbet, kuru bir iddiâ olmamalıdır. Sözde kalarak özde hiçbir tesir hâsıl etmeyen boş konuşmaların hakîkî muhabbetle hiçbir ilgisi yoktur. Üstelik bu hâl, ancak nefsâniyetin okşanmasıdır.
Gerçek muhabbetin en müşahhas misâllerini Ashâb-ı Kirâm Hazarâtı sergilemişlerdir. Zîrâ onlar yaşayışlarıyla, teblîğ hayatlarıyla, Allâh ve Rasûlü’ne olan muhabbetin canlı birer timsâli olmuşlardır. Bunun misâllerinden birkaçı şöyledir:
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, İslâm’ı öğretmek üzere etraftaki kabîlelere muallimler gönderirdi. Adal ve Kare kabîleleri de Allâh Rasûlü’nden muallim istemişlerdi. Bu kabîleler için on kişilik bir heyet yola çıktı. Fakat k_file tuzağa düşürüldü. Muallimlerin sekizi şehîd, ikisi de esir edildi. Esir düşen Zeyd ve Hubeyb -radıyallâhu anhümâ-, teslim edildikleri Mekkeli müşrikler tarafından şehîd edildi. Şehîd olmadan evvel Hazret-i Zeyd’e:
“–Hayâtının kurtulmasına mukâbil, senin yerinde Peygamberinin olmasını ister miydin?” diye soruldu.
“–Benim, çoluk-çocuğumun arasında olup Peygamberimin burada olmasını istemek şöyle dursun, O’nun ayağına diken batmasına bile aslâ gönlüm râzı olmaz.” dedi.
Bu eşsiz muhabbet manzarası karşısında donakalan Ebû Süfyân:
“–Hayret doğrusu! Ben, dünyâda Muhammed’in ashâbının O’nu sevdiği kadar, birbirini seven iki kimse daha görmedim.” dedi.
Daha sonra müşrikler, Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın yanına gittiler; dîninden vazgeçerse kurtulacağını söylediler. Hazret-i Hubeyb’in cevâbı da kat’î idi:
“–Dünyâyı verseniz bile dînimden aslâ dönmem!”
Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın şehîd edilmeden evvel bir tek arzusu vardı:
“Hazret-i Peygambere muhabbet dolu bir selâm gönderebilmek!..”
Lâkin kiminle gönderebilirdi ki! Çâresiz, gözlerini semâya kaldırdı ve:
“–Allâh’ım! Burada selâmımı Rasûlüne ulaştıracak kimse yok. O’na selâmımı Sen ulaştır!” diye ilticâ etti.
O sırada Medîne’de ashâbıyla beraber olan Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “ve aleyhisselâm” yâni “onun üzerine de selâm olsun” buyurdu. Bunu işiten ashâb hayretle:
“–Yâ Rasûlallâh! Kimin selâmına karşılık verdiniz?” diye sorunca:
“–Kardeşiniz Hubeyb’in selâmına.” buyurdu.
Mekkeli müşrikler, her iki sahâbîyi de ağır işkenceler altında şehîd ettiler. Hazret-i Hubeyb’in şehîd edilirken söylediği şu söz çok mânidardır:
“Müslüman olarak öldükten sonra, şöyle veya böyle ölmek ne gam!..” (Bkz
Müslüman olarak öldükten sonra, şöyle veya böyle ölmek ne gam!..” (Bkz. Buhârî, Megâzî, 10; Vâkıdî, Megâzî, s. 280-281)
Yine Allâh ve Rasûlullâh muhabbeti sebebiyledir ki, genç sahâbîler, Peygamber Efendimiz’in teblîğ mektuplarını taşıma şerefine ermek için âdeta yarışa girmişlerdi. O’nun bir arzusunu yerine getirebilme uğruna her türlü fedâkârlığı göze alıp hiçbir mâzeret öne sürmeden, canla başla hizmete tâlip olmuşlardı. Sarp dağlar ve ıssız çöller aşarak gittikleri diyarlarda, cellâtların arasından geçip kralların huzûrunda Allâh Rasûlü’nün mektubunu büyük bir îman cesâreti ile okumaları, onların Allâh ve Rasûlü’ne duydukları engin muhabbetin bâriz bir tezâhürüdür.
Ashâbın, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan tâzîm, hürmet, edeb ve muhabbetini ifâde eden sayısız misallerden biri de şöyledir:
Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-, müslüman bir aşîretin yanından geçerken, aşîret reisi ondan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i anlatmasını istedi. Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh- ise:
“–O’nu anlatamam.” dedi. Reis:
“–Anlayabildiğin kadarını anlat.” deyince Hazret-i Hâlid şu karşılığı verdi:
“–Sana şu kadarını söyleyeyim ki; GÖNDERİLEN, GÖNDERENİN KADRİNCE OLUR. GÖNDEREN, KÂİNÂTIN HÂLIKI OLDUĞUNA GÖRE, GÖNDERİLENİN ŞÂNINI VAR SEN DÜŞÜN!..”
Nitekim Amr bin Âs -radıyallâhu anh- da bu hâlin bir benzerini şöyle dile getirmiştir:
“Allâh Rasûlü’ne duyduğum tâzîm duygusundan dolayı başımı kaldırıp O’na tam olarak bakamadım. Bu yüzden O’nu tasvîr et deseler, edemem.”
Ashâb-ı kirâmın, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbet tezâhürlerini, O’nun emir ve nehiylerine nasıl ittibâ ettiklerine ve O’nun nebevî ahlâkıyla nasıl ahlâklandıklarına bakarak müşâhede edebiliriz. Zîrâ seven, sevdiğini, sevgisi ölçüsünde taklîd edip O’na tâbî olur. Allâh Rasûlü’nün âlemlere rahmet olup bütün yaratılmışlara şefkat ve merhamet nazarıyla bakışının, ona aşk ile bağlı olan sahâbîlerindeki tezâhürlerinden bir diğeri de şöyledir:
Rumlara karşı vukû bulan bir sefer esnâsında Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh- ile bir gemide idik. Başımızda Abdullâh bin Kays bulunuyordu. Hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî, ganîmetleri taksîme memur olan zâtın yanına geldi ve orada bir kadının ağladığını gördü. Bu kadın, gazâ esnâsında esir düşenlerdendi. Hazret-i Ebû Eyyûb, bu kadının niçin ağladığını sorunca ona:
“–Bu kadının bir çocuğu var, çocuğu anasından ayırdılar, bu yüzden ağlıyor.” cevâbı verildi.
Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-, hemen çocuğu buldu ve onu anasına teslîm ederek kadının gözyaşlarını dindirdi.
Fakat ganîmetleri taksîm eden memur, Abdullâh bin Kays’a giderek Hazret-i Ebû Eyyûb’un yaptıklarını anlattı. Abdullâh bin Kays, Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye bu davranışının sebebini sorunca, o da şu cevâbı verdi:
“–Ben, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den şu hadîsi dinledim:
«Bir ana ile çocuğunu birbirinden ayıranları Cenâb-ı Hak kıyâmet gününde bütün sevdiklerinden ayırır.»” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 422, Tirmizî, Buyû‘, 52, nr: 1283)
İşte Allâh ve Rasûlullâh muhabbeti, netîcede bütün mahlûkâta şefkat, merhamet ve muhabbetle bakmayı gerektiriyordu. Zîrâ îmânın en büyük meyvesi, muhabbet ve merhamettir. Yaratılanlara muhabbet ve merhametin bereketini ve netîcede kulu îman menbaıyla buluşturduğunu ifâde eden şu hâdise de pek ibretlidir:
Asr-ı saâdette, ashâb-ı kiramdan Hakîm bin Hizâm adında bir zât vardı. Hazret-i Hatîce’nin akrabâsından olan Hakîm -radıyallâhu anh-; cömert, müşfik, hayr u hasenât sâhibi biriydi. Câhiliyye devrinde kızlarını diri diri gömmek isteyen babalardan onları satın alır, himâye eder ve hayâta kavuştururdu.
Hakîm bin Hizâm, câhiliyye devrinde yapmış olduğu bu hayırların kendisine fayda verip vermeyeceğini sorduğunda, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona; “bu güzel amellerinin kendisini İslâm’la şereflendirdiğini” ifâde buyurmuştur.
Mahlûkâta muhabbet ve merhametle yaklaşmak, îmandan mahrum olanları, nîmetlerin en büyüğü olan îmân ile şereflenmeye sevk ederse, îmân ehlini ne ulvî nîmetlere eriştireceğini düşünmek gerekir
Îman, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına en büyük nîmetidir. Rabbimiz, bu nîmeti ömrümüz boyunca titizlikle muhâfaza etmemizi ve son nefesimizi de îmân ile vermemizi emir ve îkaz buyurmaktadır. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Ey îmân edenler! Allâh’ın azamet-i ilâhîsine yaraşır bir şekilde takvâ sâhibi olun ve ancak müslümanlar olarak can verin!” (Âl-i İmrân, 102)
Îman nîmetinin en büyük meyvesi, Hakk’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilmek ve onlara muhabbetle yaklaşabilmektir. Kulluk hayâtına seviye kazandıran bu ölçüyle Hakk’ın af, merhamet ve muhabbet iklîmine girebilenler, bu hasletler ile hâllenerek bütün mahlûkâta rahmet saçarlar. Nitekim Hak dostu Mevlânâ Hazretleri, bu keyfiyetin hikmet dolu bir misâlini şöyle sergilemiştir:
Dergâhtaki bir sohbet esnâsında bir sarhoş çıkagelir. Dervişler onu inciterek dışarı çıkarmak isterler. Mevlânâ Hazretleri, o sarhoşun hakîkati aramak için dergâha sığınan bir insan olduğunu düşünerek onu incitenlere hitâben:
“–Şarabı o içmiş, âdeta siz sarhoş olmuşsunuz!” buyurur.
Bu hikâye, günâha karşı tabiî olan nefreti, günahkâra şümûllendirmemenin, bilâkis günahkârı yaralı bir kuş gibi şefkate muhtaç kabûl etmenin ve onu merhametle can sarayına alıp irşâd edebilmenin müşahhas bir misâlidir.
Hoca Ahmed-i Yesevî Hazretleri ne güzel buyurur:
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen
Öyle mazlûm yolda kalsa, hemdem ol sen
Unutmamak gerekir ki bugün nâil olduğumuz îman topluluğu, asr-ı saâdetin kudsî mîrâsının bereketidir. Ashâb-ı kirâm ve evliyâullâh hazarâtı, bu kudsî emânetin gelecek nesillere intikâlinde büyük bir gayret ve himmet göstererek ilâhî muhabbet etrâfında âdeta pervâne kesilmişlerdir. Onlar, hidâyet semâmızın yıldızları, hakîkat mektebinin muallimleri, günlerimizin bereket ve rahmeti, zamanlarımızın nûru ve yeryüzünde Allâh Teâlâ’nın şâhitleri olmuşlardır.
Peygamber Efendimiz’in, ashâbın, evliyâullâh ve sâlih kulların Allâh’ın dîni yolunda muhabbetullâh ile gösterdikleri müstesnâ gayret ve fedâkârlıklar bizlere örnek olmalıdır. Bize emânet edilen bu mukaddes mîrâsı zâyî etmemek ve onu aslî sâfiyet ve berraklığı ile gelecek nesillere intikâl ettirmek, ebedî saâdetimizi ilgilendiren en büyük mes’ûliyetimizdir. Mü’min gönüllerin dâimâ bu îman vecdiyle ilâhî aşkın ulvî heyecânını en yüksek seviyede tatmaları îcâb eder. Zîrâ gerçek saâdet, fânî ve izâfî muhabbetlerin dar hudûdunu aştıktan sonra başlar.
Fânî sevdâların esâretinden kurtularak onları gönülden tasfiye etmek, bâkî nîmetlere ermenin vazgeçilmez şartıdır. Fânî muhabbetleri tasfiye, her muhabbetin nihâî gâyesini Allâh’a bağlamakla mümkündür. Vatan-millet, âile, çoluk-çocuk sevgileri; din kardeşliği, ibâdet, infak ve güzel ahlâk gibi bütün hayırlar, o muhabbete bağlı olduğu zaman kulu Rabbinin muhabbetine ve rızâsına erdirir.
İşte ashâb-ı kirâmın, Allâh ve Rasûlü’ne olan derin aşkı ve bunun netîcesinde Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta muhabbeti bu şekildeydi. Onlar, bütün varlıklarını muhabbetleri uğruna fedâ etmesini bilmişlerdi. Dünyâlık nâmına hiçbir şeyi olmayan sahâbîler bile, belki de hayatta kazanabilecekleri en büyük varlığı da Allâh’ın Rasûlü’nden ayrı kalmamak ve O’nunla berâber olmak uğruna gözünü kırpmadan fedâ edebiliyorlardı.
Şâir Fuzûlî, muhabbetin merkezinin “gönül” olduğunu ve muhabbette fânî oluş hâlini şu misâl ile sergiler:
“Mecnûn, Leylâ’nın köyünde âvâre âvâre gezerken bir yabancı gelir, Leylâ’nın evini sorar. Mecnûn:
«–Onun evini boşuna arayıp yorulma!» der ve kalbine işâret ederek:
Bizler de bu misâlde sergilenen derin hikmet üzerinde düşünerek gönlümüzün ne kadar nazargâh-ı ilâhî hâlinde olduğunu muhâsebe etmek durumundayız. Yâni gönlümüz ne kadar Allâh ve Rasûlü’nün muhabbeti ile dolu hâlde? Îman vecdi, ibâdet ve davranışlarımızda tecellî ediyor mu? Yoksa muhabbet, dillerimizden yüreklerimize inmeyen kuru bir iddiâdan ibâret mi kalıyor? Kalb atışlarımız, hâl ve tavırlarımız, ne kadar Kur’ân-ı Kerîm istikâmetinde ve Sünnet-i Seniyye muktezâsında? Fânî nîmetleri ne kadar ilâhî muhabbete bir vâsıta hâline getirebiliyoruz?
Sünnet-i Seniyye muktezâsında? Fânî nîmetleri ne kadar ilâhî muhabbete bir vâsıta hâline getirebiliyoruz?
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın buyurduğu:
“(İlâhî mahkemede) hesâba çekilmeden evvel nefislerinizi hesâba çekiniz.” (İbn-i Kesîr, Tefsîr, I, 27) düstûruyla bütün bu hakîkatler önünde hâlimizi mîzân etmeliyiz.
Bu vesîleyle, hülûlüyle müşerref olduğumuz velâdet kandilimizi tebrîk eder, kalblerimizi rûhâniyet-i Rasûlullâh ile feyizlendirmesini Rabbimizden niyâz ederiz.
Ne saâdet! Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek şahsiyetinden ve rûhâniyet iklîminden hisse alıp muhabbetin hakîkatine erebilenlere!..
Yâ Rabbi! Gönüllerimizi îman muhabbetiyle tezyîn eyle! Bizleri, küfür ve isyânın çirkinliğini görerek bunlardan gereği gibi sakınanlardan eyle! Sevdiklerini bizlere de sevdir; yerdiklerini bizlere de yerdir! Bizlere aşk, şevk ve îman vecdiyle dolu bir kulluk hayâtı yaşatıp kalblerimizi huzûra erdir! Dünyâdan sevdiklerinin muhabbetiyle birlikte, muhabbet-i Rasûlullâh ve muhabbetullâh’a ulaşmış olarak göçebilmeyi nasîb eyle!
Fiten vakti Ahmet Taşgetiren 2005 - Nisan, Sayı: 230, Sayfa: 003 “Fitne” kelimesi sözlükte, “karışığını almak için altını ateşe koymak” anlamına gelmektedir. Çoğulu “Fiten” dir.
Buradan yola çıkarak bir yandan “kargaşa, bela ve sıkıntıya düşmek”, bir yandan da “İmtihan” anlamına gelmektedir.
Rasulullah Efendimiz (sa.)'in hadislerinden bir bölümü “Fiten hadisleri” başlığı altında değerlendirilmiştir.
“Ümmetine karşı olağanüstü düşkün, rauf ve rahim olduğu” Allah Teala'nın şehadetiyle sabit olan Allah Rasulü (s.a.) kendi zamanında yaşayan mü'minleri “ateşten korumak için” tarifi imkansız gayretler ortaya koyduğu gibi, kainatın sonuna kadar gelecek olan mü'minleri korumak için de ürpertici uyarılarda bulunmuştur. İşte bu uyarılara “büyük imtihan, bela, sıkıntı, kargaşa, savrulma vakitleri”ni haber verme ve yanlışlıklara düşmekten sakındırma mahiyetinde bulundukları için “Fiten hadisleri” denilmiştir. Bu hadisleri “Kıyamet alameti” gibi okuyanlar da olmuştur. Kıyamet'in ne zaman kopacağı Peygamberler dahil, yaratılmış hiç kimseye bildirilmediği için, hangi alametlerin hangi zamanda kıyametin kopacağına delil olarak değerlendirilebileceğini söylemek de mümkün değildir. Ancak, Kıyamet tüm kainatın sonlanışı ise, ve tek tek insanların, tek tek toplumların sonlanışı da bir tür küçük kıyamet sayılabilirse, “Fiten hadisleri”nin en azından insan ve toplumlar için kıyamet habercisi olduğu değerlendirmesi yapılabilir. Kalbin çürümesi kalbin kıyameti, dimağın pörsümesi dimağın kıyameti sayılabileceği gibi, bir insanın yaratılış kanunlarıyla boğuşması varoluş gerekçesini yoketme yolunda bir gidiş, toplumların temel insani değerlerle boğuşması toplumsal bir çürüyüş yolculuğu sayılabilir.
Kur'an bilgisi içinde sunulan Firanv'ın ya da Karun'un, Ad'ın ve Semud'un kıyameti gibi...
Dolayısıyla ister tek tek kişiler, isterse toplumlar, “Fiten” başlığı altında toplanan bu hadislere bakıp, kendilerini ateşe ve tükenişe ne kadar yakın olduklarını veya olmadıklarını anlayabilirler
Anlayabilirler, daha ötede, bunların bir “Peygamber ikazı” olduğunu düşünüp, ürperebilir, kendilerini toparlayabilirler. Peygamber “beşir – müjdeleyici” ve “Nezir - uyarıcı - korkutucu”dur. O (s.a.) nun hem beşir hem nezir vasıfları, insanın ve toplumların yaratılış misyonları ekseninden kopmamaları içindir.
Bu hadislere biraz daha yakından baktığımızda nelerle karşılaşırız? (Hadislerin Murat Kaya kardeşimiz tarafından derlenen Türkçe metinleri diğer sayfalarımızda verilmiştir.)
Bir hadiste Rasulullah Efendimiz (sa.a) “şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne”den bahsediyor ve böyle bir zamanda yaşayan insan için “vay haline” diyor. Siz bundan endişe etmez misiniz, üzerinize almaz mısınız, “Acaba Rasulullah'ın resmettiği fitne zamanı benim zanamım mı?” diye sormaz mısınız?
Diyor ki Rasulullah (sa.a)
“İnsanlar mü'min olarak sabahlar da akşam kafir oluverir. Mü'min olarak akşamlar da sabaha kafir çıkabilir.” Nasıl bir savruluş halidir bu? Nasıl bir ortamdır ki savurur insanı: İnsan bir gün içinde imanla ondan kopuş arasında nasıl savrulur? Böylebir uyarı ile karşılaştığınızda, hemen kalbinizi avucunuza alıp bakma refleksi göstermez misiniz? Hemen sağınızı solunuzu kontrol etmez misiniz?
Bu hadisin devamında Rasulullah “İnsanlar dinlerini küçük bir dünya menfaati karşılığında değiştiriverirler.” diyor. İşte eskilerin deyimiyle bir mezlaka-i akdam... Yani ayakları kaydıracak bir değer alaborası, bir zihin pörsümesi... Küçük bir dünya menafaatin insanın hayatını ve mematını anlamlandıran “din” bağlılığına el koyacak hale gelmesi...
Şöyle bir düşünün: Namazlarınıza gıbta ediliyor, oruçlarınıza gıbta ediliyor, hatta herkes “keşke sizin amelleriniz gibi amellerimiz olsa” diyor... Ama Rasulullah böyle insanların bile savrulacağı bir fiten vaktine işaret ediyor; buyuruyor ki: “Kur'an okurlar, fakat okudukları boğazlarından aşağı geçmez. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar.” Böyle bir ikaz bizi, okudğumuz Kur'an'ın boğazlarımızdan aşağı geçip geçmediği, Kur'an'ın ete kemiğe bürünüp bürünmediği konusunda sorgulamaya sevketmez mi? “Dinimiz”e bakmaz mıyız, hala içimizde duruyor mu diye... Yüreklerimizdeki inanç dünyası okun yaydan çıkıp gittiği gibi gitti mi tedirginliğine düşmez miyiz?
inanç dünyası okun yaydan çıkıp gittiği gibi gitti mi tedirginliğine düşmez miyiz?
“Öyle bir zaman gelecek ki, okumaya meraklı kurra çoğalacak, fakihler ise azalacak ve bu suretle ilim yeryüzünden çekilip alınacak.”
Dinin fıkıh boyutu... Yani derinlemesine anlama çabası... Yani ilim... İlmin azaldığı zaman işler sarpa saracak demek İslam toplumlarında... Ümmetinin üzerine titreyen Peygamber (s.a.)'in uyarısı böyle...
Allah Rasulü (s.a.) gene uyarıyor: “Çok olursunuz ama, selin üstündeki çer - çöpten farkınız olmaz” diyor... “Çünkü içinize “vehn” düşmüştür. Vehn, yani dünya sevgisi, ölüm korkusu...”
Yoklayalım bakalım 1.5 milyarlık İslam ümmeti olarak içimizi... Gücümüze bakalım, sel üstündeki çer -çöpten farkımız var mı? Ve yüreklerimizde dünya tutkusu, ölüm korkusu ne alemde?
Biz “Fiten vakti”nde miyiz?
Allah Rasulü (s.a.) uyarıyor:
“Ben sizin dünya hırsıyla birbirinizle kapışmanızdan, birbirinizi katletmenizden ve sizden öncekiler gibi helak olup gitmenizden korkuyorum.”
Alın size, yine dünya hırsı... Yani önceliklerin değişmesi... “Yeryüzünde neden varız?” sorusuna verilecek cevapta kafaların karışması... Ve bunun peşinden gelen birbirini kırma süreci... Allah'ın elçisi diyor ki, “Böyle yaparsanız, helak olur gidersiniz!” Birbiriyle kapışan İslam toplumlarına bakıp, ardından gelen sefaletlere, perişanlıklara, yokoluşlara ne demek gerekir?
Rasulullah, insanların ve toplumların “Fiten vakti”ni anlatırken bazı şeyleri özellikle vurguluyor.
-Zina ve fuhşun yaygınlaşması bunlardan biri... Bir hadislerinde zinanın yaygınlık kazanacağını, öyle ki o zaman en duyarlı insanın, gün ortasında zina eden birilerine “Bu işi biraz kapalı bir yerde yapsanız” diyebileciğini bildiriyor. Ve zina böylesine salgın ve cüretkar hale geldiği zaman, peşinden, daha önceki toplumlarda yaşanmamış hastalıklara mübtela olunacağını haber veriyor
-Allah Rasulü, ölçü ve tartının bozulmasına karşı uyarıyor. Buna göre alışverişte hile, o topluma kıtlık, geçim sıkıntısı ve zalimce bir yönetimi getiriyor. Demek ki Peygamberane bir bakışa göre, ikili ilişkilerde ölçü kaçınca, toplum – yönetim ilişkilerinde de ölçü kaçıyor ve güçlü olanın cevrü cefası, zulmü başlıyor.
-Kişinin haramdan mı helalden mi kazandığına bakmadığı zaman o zaman... Herkesin faize bir biçimde bulaştığı, insanların en çok korunanının, faizin tozundan etkilendiği zaman...
-Hazreti Peygamber yine, zekatı vermeyenin yağmurlarının kesileceğini bildiriyor. Demek ki zekatla yağmurların yağması arasında bir alaka var. Yağmuru yağdıran, zekatı istiyor, akıllarımızı derleyip toplayarak bakarsak, “Sadakaları Allah alır” ayetinin manası ile, “yağmuru Allah verir” hükmünün birbiriyle alakalı olduğunu idrak etmez miyiz?
-Uyarıyor Allah Rasulü: Allah'ın ahdini ve Rasulünün sünnetini terk eden milletin başına Allah mutlaka kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder... Düşünelim bakalım başımızı ellerimiz arasına alıp: Neden İslam coğrafyası kendilerinden olmayan güçlerin tasallutu altında? Bir ahdi mi bozdu bu coğrafyanın insanları, bir yolu mu terketti?
-Devlet adamları Allah'ın kitabı ile hükmetmez, Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçerlerse... Yani keyfi bir yönetim uygularlarsa... Allah Rasulü (s.a.) uyarıyor: Allah onların hesabını kendi aralarında görür... Bakın İslam coğrafyasına, düşünün düşünebildiğiniz kadar...
Hazreti Peygamber (s.a.) uyarıyor:
-Haliniz nice olur?
Bu uyarıda ne ararsanız var aslında. Yani perişan olursunuz, helak olursunuz, yerin altı üstünden iyi gelir size...
-Emr-i bi'l ma'rufta bulunmadığınız, nehy ani'l – münker yapmadığınız zaman... Yani iyiliklerle kötülükleri hatırlatacak bir ilişki düzeni kalmadığı, yaptırımların uyarı biçiminde bile ortadan kalktığı zaman...
-Hatta iyiliği kötülük, kötülüğü de iyilik zannettiğiniz zaman...
İşte Rasulullah'ın ısrarla altını çizdiği bu hal, ölçülerin darmadağın olması, insanoğlunun kafasının allak bullak olması, değer yargılarının altüst olması hali... çarkların birbirini parçaladığı vasat... Toplumların kıyamet iklimi...
Sabah imanla buluşup akşam küfre gittiği, akşam imanla buluşup sabah kafirliğe gittiği bir vakit...
-Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekleyin!
Bu da Peygamber (s.a.) uyarısı...
Emanet kaybolduğu zaman, yani “dağların taşların yüklenmediği emaneti yüklenen insan ona ihanet ettiği zaman...” İnsanın yaratılış misyonunun bittiği zaman bu... Bundan sonra her şeyi yapar insan ve sonunda kendi varlık gerekçesini yok eder... Cinayet, uyuşturucu, her türlü şiddet, alkol, zina, kürtaj, intihar... Ucu hep tükenişe varıp dayanan insan sapkınlıkları...
Şöyle bir ortamı düşünün:
-İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit mü'minin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek.
Ürpertici bir hal değil mi? Niçin olacak bu?
-Kötülükleri görüp de onları değiştirmeye güç yetiremediği
Dikkat edilirse Rasulullah'ın uyarıları, bir kötülük, yanlışlık, kural dışılık, hukuksuzluk hakimiyetini ve bunların düzeltilmesinin zorlaştığı zamanı işaret ediyor. Müslüman toplum, tevbelerle, emr bi'l ma'ruf , nehy ani'l münker'lerle kendi kendini arındıran bir toplumdur. Oysa bu mekanizma çöküyor ve iyilik – kötülük ölçüleri allak bullak oluyor... Arınmıyor toplum, insanlar arınmıyor, aksine yaygın bir kirlenme yaşanıyor... İnsanların ayaklarından yukarı tırmanıyor bataklık... Nasıl kurtulacak insan?
15 özellik saymış Rasulullah (s.a.), bunlar olursa o topluma “büyük bela” gelir diyor ve sayıyor bela türlerini, kızıl rüzgar, yere batma, suretlerin değişmesi ve gökten taş yağması...
Eski toplumlarda inkarı seçenler, “Ne zaman?” diye sorarlarmış Peygamberlerin uyarıları karşısında... Yani “gelmez bize bela” dercesine... Ama azmış kavimlerin helaki, bir Kur'an bilgisi... Ve Kur'an der: “Öyle bir fitneden sakının ki o içinizde yalnızca zalimlere isabet etmez!” (Enfal, 35)
Rasulullah'ın sakındırdığı 15 özellikten ikisi “topluma onların en alçağı, rezili başkan olduğu zaman, en belalı adama, zararı dokunmasın diye hürmet edildiği zaman...” şeklinde belirtiliyor...
Aslında böyle bir bela yetmez mi o toplumun çürüme sürecinin karşılığı olarak? Ve böyle bir bela, toplumun tümünü boğmaz mı?
“Dindarlığın elde kor taşımak kadar zor olduğu”nu bildirdiği böyle zamanlarda, yine Rasulullah Efendimiz, çıkış yolları da gösteriyor... Öyle ki, böyle zamanlarda bir insanın iyiliğinin, fitnesiz zamanların 50 kişisinin iyiliğine denk olacağını bildiriyor.
Bir sbaşka hadis-i şeriflerinde “Ümmetimin fesad ortamına sürüklendiği zamanda sünnetime sarılana yüz şehid sevabı vardır.” buyuruyor.
Kur'an yaşıyor, Rasulullah Efendimizin sünneti yaşıyor ve Rasulullah (s.a.) “Kıyametin koptuğunu görseniz bir fidan dikin” buyuruyor. Demek “Fiten vakti” ya da “Fiten ortamı” “işimiz bitti, artık belayı beklemekten başka çare yok” ortamı değil. Aksine, sanki kıyametin sonrasına bir dirilik taşımak istermiş gibi bir çaba sergilemek... Hazreti Peygamber son anda bile bir ihya hamlesine çağırıyor. O çağrıyı her an duyana ne mutlu
Meriç Tumluer; EVREN’İN vasiyetle ilgisini ise şu ifadelerle açıklıyor:
“17.10.2005 tarihinde 7. Cumhurbaşkanı Sn.Ahmet Kenan Evren’e bir mektup yazarak 10.Kasım. 1988 Yüce Atatürk’ün gizlenen vasiyetinin açıklanması ile ilgili görevli olan yönetici olması açısından gizli vasiyetnameyi okuyupESKİ TÜRKÇE’DEN YENİ TÜRKÇE’YE TERCÜME ETTİRDİĞİ HALDE hiç kimse okuyamaz ve rahatlıkla ulaşamaz mantığı ile Genel Kurmay Harp Tarihi Stratejik Ekipler Dairesi Başkanlığına bizzat saklatması üzerine, 16. Mayıs. 1990 tarihli Sabah gazetesinde yer alan haberi halen tekzip edememiş...”
Meriç Tumluer devam ediyor:
“Bu konuda ihmalinin olduğunu belirtmek için (Kenan Evren) kendisiyle bizzat karşılıklı görüşmek üzere randevu talebimi belirten 3 sayfalık bir mektup yazıp, Gizli Vasiyetin varlığı ile ilgili Aytunç ALTINDAL’ın yazısı, ATV ana haberde canlı yayında Murat BİRSEL’e bizim verdiğimiz bilgiler sonucu yaptığı röportajda YÜCE ATATÜRK’ÜN OKUYUP NOT DÜŞTÜĞÜ, DİN İLE İLGİLİ BİR KİTAPTAN BAHSETTİĞİ BİR KONUŞMAYI İÇEREN SABAH GAZETESİNDE ÇIKAN HABERİN FOTOKOPİLERİ VE KENDİSİNE HİTABEN YAZMIŞ OLAN BU MEKTUBU, MARMARİS ARMUTALAN’A APS POSTA İLE RESMİ YOLDAN MEKTUP VE FOTOKOPİ EKLERİNİ GÖNDERDİM..
Yansıtıcı düşünme deneyimleri üzerine düşünmedir. Birey hem kendi hem de başkalarının deneyimleri üzerine düşünerek fayda sağlar. Kpss.2014.Eğitim Bilimleri.sy.233.
Öğretim Stratejisi. - Kısa sürede çok bilgi aktarılır. - Öğretmenler için ekonomik ve kolaydır. - Anlamlı öğrenmeyi sağlar. - Kavram ve Kavramlar arası karmaşık ilişkiler söz konusu ise öğrenme sürecini kolaylaştırır. 2014 Kpss.Eğitim Bilimleri.sy.40.
İndehu ilmün minel kitabi(Neml suresi, âyet : 40) (Kendisinde kitapta ilmi olan zat) âyet-i kerimesinden murad, Hazret-i Süleyman'ın halası oğlu Berhiyâ'dır! O ism-i Azam'ı biliyordu ve duasında okuduğu da ism-i Âzamdı. .... -Atini bi Arşiha ! deyip Sebâ Melikesi Belkıs'ın tahtının gelmesini yakardı. Göz açıp kapayıncaya kadar bir zaman içinde Belkıs'ın tahtı getirildi. Kara Davud. Delail-i Hayrat Şerhi.sy.1155.
Şer işi uzat hayra dönsün, hayır işi acele et şerre dönmesin.(Gündüzbey *Yeşilyurt-Ml.) Şüpheli can cennete gitmez (Kesin olmayan şeylere güvenilemeyeceğini anlatır.) Bölge ağızlarında Atasözleri ve Deyimler.sy.205.
Şefkati olmayan şefkat bulamaz. Ata Sözleri.499. Şereflerin kalıcısı İslâm dan gelen şereftir. Mahmud Esad Coşan.Hadisler Deryası.Akra fm. Şereflerin en ğüzeli İslâm dan gelen şereftir.
İkinci meşrutiyetin ilanı, ittihad ve terakki'nin iktidara gelmesi ve en son 1923'te Cumhuriyet'in kurulmasından sonra bu reform konsepti (içerik)yerine "topyekün batılılaşma politikası benimsendi.Avrupa Birliği ve Türkiye.sy.162.
Konsept:nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini içine alan ve onları bir ortak ad altında toplayan genel tasarım, genel düşünce, kavram. Türkçedeki Yabancı sözcükler sözlüğü.sy.251,252.
Türkiye ve İslâm ülkeleri demir,çelik ve ürünlerini ancak kendi aralarında satıp alsınlar batıya (İslâm'a karşı olan ülkelere) alışverişini yapmasınlar. Çünkü demir,çelik en stratejik üründür.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 50 âyettir. 48. âyeti Medine döneminde inmiştir. Sûre, adını birinci âyetteki “mürselât” kelimesinden almıştır ve “gönderilenler” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6-7. Andolsun (emrimizle meleklerden) birbiri ardınca gönderilenlere, (görevlerine) sert ‘rüzgarlar gibi koştukça koşanlara’, yaydıkça yayanlara, (hak ile bâtılı, emre göre) ayırdıkça ayıranlara, (kötülüklerden) özür dilemek veya (cezaya karşı) uyarmak için öğüt (vahiy) bırakanlara; ki vaad (ve tehdit) edildiğiniz şeyler mutlaka olacaktır.
8-9-10-11. Yıldızlar(ın ışığı) giderildiğinde, gök yarıldığı, dağlar (yerinden) sökülüp savrulduğunda, peygamberlere (ümmetlerine şahitlik için) belli bir vakit verildiğinde, (artık kıyamet kopmuştur.)
12. (Bunları duyanlar: “Bu hesap) hangi güne ertelenmiş?” derler.
13. (Bil ki, her şey) ayırıp hüküm verme gününe (ertelenmiştir.)
14. O ayırıp hüküm verme gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
6.315 yorum:
«En Eski ‹Eski 2201 – 2400 / 6315 Yeni› En yeni»Niyetleriniz temiz olsun.Niyet, Allah c.c.tan başkasının bilemediği kalpteki bir hatıradır.
EnGüzel Sözler Unutulmaz Özdeyişler.sy.425.
Hürriyet verilmez,alınır.
Düşünürlerin aydınlatmadığı toplumu,şarlatanlar aldatır.
Hayatını vatan yolunda kaybeden insan hiç bir zaman ölmez.
En Güzel Sözler unutulmaz Özdeyişler.sy.686.
Ders alınmış başarısızlık, başarı demektir.
Kötülüğün hakim olmasının tek şartı, iyilerin hiç şey yapmamış olmalarındandır.
Hatalar miras değildir, savunmaya değmez.
Düşünmeden okumak hazmetmeden yemek yemeye benzer.
Kalp kadar yumuşak ve kalp kadar katı bir şey yoktur.
En Güzel Sözler Unutulmaz Özdeyişler.sy.687.
Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır.
Yeryüzünde yegane solmayan çicek fazilettir.
Ne kadar yükselirsen yüksel, ahlak ve faziletten mahrumsan bir hiçsin.
Ya doğru dürüst konuş,ya da akıllı ol,sus.
Küçük hediyeler dostluk, büyük hediyeler sevgi meydana getirir.
En Güzel Sözler Unutulmaz Özdeyişler.sy.687.
Elsine-i Mahsusa: Hususi (özel) diller,herkesin anlayamadığı diller.
Risale-i Nur'un Büyük Lügatı sy.223.
Maşşallah
Bu terkip üç kelimeden oluşmaktadır:"şey" anlamina gelen "ma" ,"istedi,diledi" anlamına gelen "şâe" fiili ve Allah ismi. Terkip olarak "Allah'ın istediği şey" demektir.Bu tabir "Allah'ın istediği şey olur,istemediği şey olmaz"cümlesinin kısaltılmış şeklidir.
Kaynak:Dini Kavramlar Sözlüğü
diyanet işleri başkanlığı yayınları 412.syf
Mâturidîyye
Akıl ve nakli temel alan İmam Maturidi'nin görüşleri şöyle özetlenebilir:İnsan dini tebliğ kendisine ulaşmamış olsa bile aklıyla Allah'ı bilebilir.Allah'ın "tekvin diye ayrı bir sıfatı vardır.Peygamberlerin erkek olması şarttır.
Dini Kavramlar Sözlüğü 412.syf
Kafirler ibadetle mükellef değildir.İman bir bütündür,artması eksilmesi söz konusun değildir.Ahirette ru'yetullah nasslarla sabittir.İnsanın cüz-i iradesi vardır.İnsan fiilerinde seçme hürriyetine sahiptir;bir şeyi yapmaya karar verince Allah onda bu fiili işleme kudreti yaratır. Bu kudret fiil ile beraberdir.Çünkü istitaat yenilenen bir kudrettir.
Dini Kavramlar Sözlüğü 412.syf
Herkes kendi aklını beğenir.
Herkes (kimse) kendi ayıbını bilmez (görmez).
Herkes kârınin rengine boyanır.
Herkesin hamuru ekmeğine göredir.
Herkesin tenceresi kapalı kaynar.
Atasözleri ve deyimler sözlüğü.sy.310,311.
Hoca bir gün demiş ki:İlm-i Tıbbın hulasatü'l-hülasası şudur:
Ayağını sıcak tut başını serin
Yemeğine dikkat et, düşünme derin (Açıkgöz 2005:226).
Nasreddin Hoca
Saim Sakaoğlu.
Ali Berat Alptekin.sy.41.
Ayağını sıcak tut başını serin
Gönlünü ferah tut, düşünme derin derin.
Allah taksimi
Bindiği (oturduğu) dalı kesmek.
Kazın ayağı öyle değil.
Koyduğu yerde otlamak.
Nasreddin Hoca.sy.134.
Damdan düşen, damdan düşenin hâlini bilir.
Ölme eşeğim ölme ( yaz gelecek, yonca bitecek).
Semayeyi kediye yüklemek.
Yorgan gitti, kavga bitti.
Ye kürküm, ye.
Nasreddin Hoca.sy.134,135.
Kurdun kuyruğu koparsa seyret tozu dumanı.
Harda olsa buraya gelecek.
Nasreddin Hoca.sy.136,137.
Bazı insanlar hayvan hükmündedir.Onların sözlerine itibar edilmez demiş.
Güzel ahlak kişinin Allah c.c.tan başka bir maksadının olmamasıdır.
Ebu said el Harras
...
hem, sıfatı muhita ve şuunatı külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhit ile zahir olan tecelli-i sıfatı ve cilve- af'âli içindeki teveccüh-ü Ehadiyyetinden hangi şey saklanabilir!
Risale-i Nur Külliyatı
Sözler.Envar Neşriyat.sy.611.
Hangi iş, O'na ağır gelebilir!Hangi yer O'ndan gizlenebilir!Hangi fert O'dan uzak kalabilir!Hangi şahıs, külliyet kesbetmeden O'na yanaşabilir!Hiç, eşya O'dan gizlenebilir mi!Hiç bir iş, bir işe mani olurmu?Hiç bir yer, O'nun huzurundan hâli kalır mı!ibn-Abbas r.a.ın dediği gibi : Her bir mevcuda bakar birer manevi basarı ve işitir birer manevi sem'i bulunmaz mı!
Risale-i NurKülliyatı
Sözler.sy.611.
İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir.
Rahman suresi:60.
Ruhu'l Furkan Suresi.cilt.13.sy.462.
Bunu duyan Hasen (radıyallahu anh) ağlamaya başlayarak :ben hennad olaydım! deyince yanındakiler şaşkınlıklarını gizleyemediler.Bu sefer o :Yazık size! (Bunda şaşılacak ne var?) O bir gün çıkmayacak mı?(Enazından çıkacağı kesin, benimse güvencemde yok!) dedi.
Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt. 13.sy.461.
(Bir kere Hasen -i Basri (r.a.) ın yanında (,müslümanlardan) cehennemden en son çıkacak olan adam olan Hennâd dan bahsedilmişti ki o, bin sene azaba uğratılmış fakat ümit kesmeyerek: "Ya Hannân ! Yâ Mennân! "zikrine devam etmişti.
Ruhu'l Furkan Tefsiri.cilt.13.sy.460.
Ruhu'l Beyân Tefsiri" nde şöyle buyrulmuştur.Şunu bilki ;nimetleri kaçırmak, cehennem ateşine göğüs germekten daha kolaydır.En büyük musibetse azapta ebedi kalmaktır.
Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt.13.sy.460.
Zübeyir Gündüzalp Sözleri
Deha dikkati değil, dikkat dehayı verir.
Allah, yumuşak huylu, din kardeşlerine şefkat ve merhamet eden kulu sever.
Anne ve babaya itaat kat’i bir farzdır. Onlara isyan, hatta ufacık bir bezginlik göstermek de kat’i haramdır ve büyük günahlardandır. Anne ve babaya dünya işlerinde itaat et. Fakat senin dinine, imanına zararlı şeyler söylerlerse, ona itaat etme ve edilmez.
Arkadaş, gül padişahının yanında silaha davranmış diken var. Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz.
Bir insan herşeyden evvel meşru ve sebatkar bir şekilde çalışmasını ve nizamlı bir şekilde yaşamasını bilmezse, kabiliyetini inkişaf ettiremez.
Bilgili adam, güneş gibidir. Girdiği yeri aydınlatır.
Halini, etvarını, gidişatını başkasından dinle!
Dedikodu ve arkadan çekiştirmek ile mesele halline çalışmak ya safdillik veya şuuraltı yahut şuur üstü garaz ve muhalefet nişanıdır. Veyahut canı sıkılmışın intikam kokusudur.
Dinleyiniz, hitap ettiğiniz kimseye ehemmiyet veriniz, zarif iltifatta bulununuz
arif iltifatta bulununuz.
Dostunu şiddet ve minnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını bile görmek istemez.
Oku, oku, her gün oku! Okudukça oku ki, ruhun nur-u İlahi ile parlasın. Kalbin nur-u Kur’an’la temizlensin. Aklın nur-u İslamla işlesin ve yükselsin.
Gülmemek ciddiyetin başıdır. Şaka muhabbetin kezzabıdır.
Büyüklüğüne kapılan kimse kibreder. Bilmez ki, büyüklük hilm ve yumuşaklıktır.
İnsanın düşünce ve niyeti ne ise, o insan, ancak onlara göre bir insandır.
Kötülük etme, sonra iyi dosttan da kötülük görürsün.
Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet meyvesini elde eder.
Acı nasihat, faydalı şerbettir.
Nefsinden gelen sözün samimiyet olduğuna inat edenden korkulur. Bunlardan kendinizi koruyunuz. Kendiniz aynı bilmemezliğe düşmemek için düşününüz.
Şimdi oku, kabirde okuyamazsın.
Okuyamamaktan kork!
Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel şeydir.
Umumi bir göz gezdirmek, tembel ruhların usulüdür.
Sabır insana önce zehir gibi olur, fakat fıtrata yerleşince bal olur.
Şaka muhabbetin sonu adavetin başlangıcıdır.
Tatbik edilmeyen tecrübeler, malumat yığınından başka birşey değildir.
Terbiyenin en makbul olanı, kendi kendimizi terbiye etmektir.
Zaman çölde akan suya benzer. Onu iyi kullanırsanız, hayat bulursunuz. Hangi ünlünün hayatını incelerseniz inceleyin, zamanı çöldeki su titizliği ile kullandığını göreceksiniz. Ünlülerle aranızdaki tek fark budur.
İrfan Mektebi Şubat 2013
Konu başlıkları;
Tevhid nedir?
Tevhid ilmi nedir?
Tevhid İlminin Faydaları nelerdir?
Tevhidin ispatı nedir?
Tevhid Nedir?
İslam inancının temeli “Tevhid, Nübüvvet ve Mead” şeklinde formüle edilmiştir.[2] Tevhid esasının içinde ise diğer temeller dahi bir arada telakki edilebilir.[3] Tevhid’in Lügat, kelam ve şeriat manası olarak üç manası vardır. Şeriaten tevhid, imandır. Yani Allah’ın varlığı ve birliği hakkında tam bir itikaddır.[4] Lügat manası olarak ise birlemek anlamına gelmektedir.
Kelam[5] manası olarak tevhid; Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olması demektir. Allah’ın sıfatlarında bir olmasını şu örnek ile açıklayabiliriz; Allah’ın kudret sıfatı tektir ve bu sıfatında mertebe yoktur, çünkü mertebe acziyetle beraber gelir. Kudret sıfatının tek yani mutlak olmasından dolayı Allah kudretiyle küçük şeye de büyük şeye de aynı şekilde muamele eder. Buna göre –haşa- küçük şeyi az kudretiyle yaratır, büyük şeye çok kudretiyle muamele eder denilemez. Yani en küçük şeyi de en büyük şeyi de sadece kün emriyle yapar. Zatında bir olması ise bildiğimiz gibi tek bir Allah olmasıdır. Fiillerinde bir olmasını da açıklarsak; bir fiilin olması için orada yaratıcılık olması gerekir. Yaratıcılık, sadece Allah’a mahsustur ve yaratıcılığında hiçbir ortağı yoktur. Yaratılmışta ise sadece kesb(çalışmak) vardır. Yani kulun yapacağı şey sadece çalışmaktır. Çalışmanın neticesinde ise sevap veya ikab(ceza) vardır. Bu şekilde bir tarif ise 5 cihetle tevhidi ispat eder[6];
Allah’ü teala’nın zatında cüzlerden oluşmadığını tek olduğunu kabul etmek.
Allah’ın zatından başka bir ilahın olmadığını kabul etmek.
Allah’ın herhangi bir sıfatının tek olduğunu kabul etmek.
Başka varlıklarda Allah’ın zatında bulunan sıfatların bulunmadığını kabul etmek.
Fiillerde sadece Allah’ın irade ve kudretini kabul etmek
Tevhid ilmi nedir?
Tevhid ilminin faydası ve gayesi nedir?
Tevhid ilminden kasıt nedir?
Tevhid ilminden kasıt; Kur’an ve sünnetten yola çıkarak Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olduğunu anlamak ve ve bu esasları müdafa etmektir.[7]
Tevhid ilminde izlenen yöntem; tevhide muhalif olan düşünceleri çürütmek, akıl ve nakil yoluyla tevhidi ispat etmektir.[8]
Tevhid ilminin gayeleri ise; dinin temel kural ve hükümlerini oluşturan iman esaslarından bahseden akaid ilmini ve akaid ilmi ile alakalı dini meseleleri izah etmek, bu meseleleri müdafaa ederek dışarıdan gelen düşmanca şüphe ve düşünceleri bertaraf etmek, İslamiyet’in selameti için içi boş inanışları yok etmektir.[9]
Tevhid İlminin Faydaları
Tevhid ilmi, tevhidi akli delillerle ispat eder, şüpheleri izale eder ve imanı ziyadeleştirir. Beş faydası bulunmaktadır:
Taklidi imandan kurtulmak ve tahkiki imana ulaşmayı sağlar
Doğru yolda olmak istemeyenleri delillerle izar edip, düşüncelerini reddetmek
Düşmanların inkârcı delillerine karşi dini esasları sarsıntıdan korumak
Şer’i ilimleri tevhid imanı üzerine inşaa etmek.
İnanç ve niyeti sağlam ve saf haline getirmek.
Bediüzzaman hazretleri bugünün insanlarında bulunan iki hastalıktan bahsetmiştir. Bu hastalıklar “Ateizm” ve “İptal-i His” hastalıklarıdır ki, İptal-i his; insanların dehşetli mânevî azabı hissetmemek için kendilerini bu hissiyattan uzak tutma çabalarıdır. Bediüzzaman hazretleri bu histen kurtulmanın çaresinin de Allah’ı tanımakla olacağını söyler.[10] Tevhid ilmi ise bize Allah’ı tanımak için bir yol sunmaktadır.
Yeniçeriliğin Kaldırılışı
Cevdet Paşa'ya göre, yeniçerilerin sahip oldukları bütün bu özellikler, teşkilât kanunlarındaki bozukluklardan ileri geliyordu.64.
64.Tarih 12,164.
Bu gerçeği fark eden 2.Mahmud, eski askeri usullerle birlikte 65.
65.Tarih,3,151.
yeniçerilik teşkilatını ortadan kaldırmıştır.66.
Ahmed Cevdet Paşa sy.247.
66.
2.Mahmud yeniçerilik yerine Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir askeri teşilat kurmuştur.Osmanlı tarihinde bu olaya Vaka-i Hayriye denmiştir.(Tarih 12, 170,175).
Ahmed Cevdet Paşa.
Müslüman Osmanlı ve Modern.sy.247.
Ebu Zer el-Gıfari (r.a.)
Peygamberimiz s.a.v. ona idarecilik için zayıf olduğunu söyleyerek, "idareciliğin yükü ağırdır.Bu işin hakkını vermek lâzımdır.Eğer dikkat edilmezse Kıyamet gününde mahcub olunur" buyurdu.Bunun üzerine Ebu Zer hemen isteğinden vazgeçti.
Müslim İmâre:16.
Sahabiler ansiklopedisi.sy.398,399.
Ebu Zer el Gıfari r.a.
Bir defasında Resulullah s.a.v. ona şöyle demişti:"Senin hizmetin emirlerin hizmetinden az değildir.Onların kılıç kullanarak yapacağın hizmeti sen kafa ve fikrinle yaparsın.
Asr-ı Saadet,3:194.
Sahabiler ansiklopedisi sy.399.
Gerçi dünyada habis tayyibden daha çok, daha mebzul bulunabilir.Mesela boncuk elmastan, bakır altından, ısırgan dikeni gülden, karga bülbülden, hayvan insandan, cahil âlimden kâfir mü'minden fasık salihten, hasılı kötü iyiden daha çok bulunur ve ...
Hak dini Kur'an Dili cilt 3.sy.1818,1819.
Ve daha çabuk yetişir ve bir takım kimseler kemmiyetten daha ziyade memnun olduklarından dolayı haram helal, iyi kötü demez, kötüleri toplar ve çokluğu ile iftihar eder sevinirler.Halbuki haddi zatında iyi iyi kötü kötüdür.Pis pis, temiz temizdir.
Hak Dini Kur'an Dili cilt 3.sy.1819.
Yüz okka kokmuş kurtlu et yığmadan ise bir okkacık tertemiz ekmeğe malik olmak elbette daha iyidir. Binaenaleyh (...) ey ülil'elbab, Allah c.c. dan korkun da çok olan habislere talib olacağınıza velevse az olsun iyilere ve temizlere talib olunuz ki (...) felâh bulabilesiniz.-Her halde i'tibar çokluğa değil, temizliğe ve iyiliğedir.
Hak Dini Kur'an Dili Cilt3.sy.1819.
Mesele, boşlukları başkalarına bırakmamaktan geçiyor.
İkinci suale cevap: Malûmdur ki, fenn-i belâğatte, bir lâfzın, bir kelâmın mânâ-yı hakikîsi başka bir maksud mânâya sırf bir âlet-i mülâhaza olsa, ona "lâfz-ı kinâî" denilir. Ve "kinâî" tabir edilen bir kelâmın mânâ-yı aslîsi, medar-ı sıdk ve kizb değildir. Belki kinâî mânâsıdır ki, medar-ı sıdk ve kizb olur. Eğer o kinâî mânâ doğruysa o kelâm sadıktır; mânâ-yı aslî kâzip dahi olsa sıdkını bozmaz. Eğer mânâ-yı kinâî doğru değilse, mânâ-yı aslîsi doğru olsa, o kelâm kâziptir. Meselâ, kinâî misallerinden, "Fülânün tavîlü'n-necad" denilir. Yani, "kılıcının kayışı, bendi uzundur." Şu kelâm, o adamın kametinin uzunluğuna kinayedir. Eğer o adam uzun ise, kılıcı ve kayışı ve bendi olmasa da, yine bu kelâm sadıktır, doğrudur. Eğer o adamın boyu uzun olmazsa, çendan uzun bir kılıcı ve uzun bir kayışı ve uzun bir bendi bulunsa, yine bu kelâm kâziptir. Çünkü mânâ-yı aslîsi maksud değil.1
İşte, Onuncu Sözün ve Yirmi İkinci Sözün hikâyeleri gibi, sair Sözlerin hikâyeleri kinâiyat kısmındandırlar ki, be-gayet doğru ve gayet sadık ve mutabık-ı vaki olan hikâyelerin sonlarındaki hakikatler, o hikâyelerin mânâ-yı kinâiyeleridir.
Mânâ-yı asliyeleri bir temsil-i dürbinîdir; nasıl olursa olsun, sıdkına ve hakkaniyetine zarar vermez. Hem o hikâyeler birer temsildirler. Yalnız umuma tefhim için, lisan-ı hâl lisan-ı kàl suretinde ve şahs-ı mânevî bir şahs-ı maddî şeklinde gösterilmiştir.
MERHAMET
(المرحمة)
Sözlükte “acımak, şefkat göstermek” anlamında masdar, “acıma duygusu, bu duygunun etkisiyle yapılan iyilik, lutuf” anlamında isim olarak kullanılan merhamet ve aynı mânadaki rahmet kelimeleri öncelikle Allah’ın bütün yaratılmışlara yönelik lutuf ve ihsanlarını ifade etmekte, bunun yanında insanlarda bulunan, onları hemcinslerinin ve diğer canlıların sıkıntıları karşısında duyarlı olmaya ve yardım etmeye sevkeden acıma duygusunu belirtmektedir. İslâmî kaynaklarda merhamet kavramı genellikle rahmet kelimesiyle ifade edilir. Ancak Türkçe’de merhamet hem Allah’a hem insanlara, rahmet ise özellikle Allah’a nisbet edilerek kullanılır. Kaynaklarda Allah’ın rahmân ve rahîm isimleri açıklanırken evrendeki bütün oluşlar gibi insanlardaki merhamet duygusunun da Allah’ın insanlığa lutfu olduğu belirtilir (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, I, 166-171; LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 119). Gazzâlî bir kimseye gerçek anlamda merhametli denilebilmesi, dolayısıyla acıma duygusunun ahlâkî bir değer taşıması için onun acıdığı kişinin ihtiyacını gücü ölçüsünde karşılaması, bunu da hür iradesiyle yapması gerektiğini belirtir (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 38). Hemen bütün tariflerinde acıma, yufka yüreklilik (rikkatü’l-kalb), ilgi ve şefkat (teattuf, in‘itâf), elem duyma (teellüm) gibi kavramlarla psikolojik yönüne vurgu yapılan merhamet insanlar arasındaki duygu birliğinin, dayanışma ve paylaşmanın başta gelen âmillerinden sayılmaktadır. Evlât sevgisi, ana babaya saygı ve itaat, sıla-i rahim, yaşlılara, yoksullara, hastalara, sakatlara, yetimlere, kimsesizlere yardım etme gibi erdemlerin merhamet duygusunun yansımaları olduğu kabul edilmektedir.
Kaynaklarda rahmet / merhamet kavramına insanlara nisbet edildiğinde duygusal bir anlam yüklenirken Allah’a nisbet edildiğinde O’nun fiilî sıfatı olarak kabul edilmesi, dolayısıyla Allah hakkında duygusal mânada değil O’nun yarattıklarına in‘am ve ihsanı, af ve mağfireti olarak anlaşılması gerektiğine dikkat çekilmekte, buna gerekçe olarak da duyguların değişkenliği ve bu yönüyle beşerî birer kusur sayılması gösterilmektedir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rĥm” md.; Tehânevî, I, 588; Gazzâlî, s. 38-39). Esasen şefkat ve merhamet gibi duygular Allah’ın insanların içine koyduğu birer iyilik aracı olup asıl amaç muhtaç ve çaresizlere yardım edip sıkıntılarını gidermektir. Bu açıdan bakıldığında bir kimseye acıyan kişi, eğer bu acımanın verdiği elemden kendisini kurtarmak ve rahatlamak için ona yardım ederse merhamette kemale ulaşmış sayılmaz; çünkü merhamette kemal, kişinin kendisini değil muhtaç ve çaresiz olanı rahata kavuşturmayı amaçlamasıdır (Gazzâlî, s. 39; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 119).
4 defa tekrar edilmiştir. Ayrıca 260 kadar âyette Allah’ın rahmân ve rahîm isimleriyle aynı kökten olan çeşitli fiil ve isimler yer almakta, bu âyetlerin büyük kısmında Cenâb-ı Hakk’ın müminlere, genel olarak insanlara ve diğer varlıklara yönelik lutuf ve ihsanlarından söz edilmektedir (bk. RAHMET). Bazı âyetlerde merhamet kavramı insanlar arasındaki acıma duygusunu ve bu duygudan kaynaklanan iyiliği ifade etmektedir. Meselâ Hz. Peygamber’in müminlere karşı çok şefkatli ve merhametli olduğu (et-Tevbe 9/128), yine Resûlullah’ın ve müminlerin birbirlerine karşı merhametli, inkârcılara karşı sert ve tavizsiz oldukları (el-Feth 48/29), Allah’ın karı-koca arasına sevgi ve merhamet koyduğu (el-Hadîd 57/27) bildirilmekte, evlâtlara yaşlı ana babalarının üzerine merhamet kanatlarını germeleri emredilmektedir (el-İsrâ 17/24). Hadislerde de rahmet ve merhamet hem Allah’ın kullarına lutuf ve ihsanı hem de insanların birbirlerine ve diğer canlılara karşı şefkat, ilgi ve yardımları için kullanılmaktadır. Ayrıca gerek Kur’an’da gerekse hadislerde başka ifadelerle de insanlar birbirlerine ve diğer canlılara şefkat ve merhamet göstermeye teşvik edilmiştir. Özellikle Mekke döneminin ilk yıllarında zenginlik, asalet gibi maddî ve dünyevî imkânların en yüksek değer ölçüsü olarak kabul edildiği, âciz ve kimsesizlere karşı ilgisizlik ve acımasızlığın hüküm sürdüğü bir ortamda inen âyet ve sûrelerde ağırlıklı olarak Allah’ın birliği, kudreti ve lutufkârlığı ile âhiret konularının yanında nesep, servet ve sosyal statü farkı gözetmeden herkese karşı sevgi ve merhamet duygularıyla yaklaşmayı, bilhassa yoksulları ve kimsesizleri koruyup gözetmeyi, nihayet toplumda bir merhamet ve sevgi ahlâkı geliştirmeyi hedefleyen hükümler geniş yer tutar. Bu dönemde nâzil olan Beled sûresinde (90/5-17) Mekke’nin mağrur ve kibirli aristokratları eleştirilirken sahip oldukları şeylerin birer ilâhî lutuf olduğuna işaret edildikten sonra gerçek insanlık değerini kazandıran iyiliklerin bazı örnekleri insanları esaret zincirinden kurtarmak (krş. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXXI, 184-185; Elmalılı, VIII, 5842-5843), yetimi ve yoksulu doyurmak, iman edip birbirine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmak şeklinde sıralanmıştır. Pek çok âyette kimsesiz ve çaresizler karşısında ilgisiz kalanlar, acımasız davrananlar (meselâ bk. el-Fecr 89/17-26; el-Leyl 92/7-11; el-Mâun 107/1-7), haksız yollarla yetimlerin mallarını yiyenler (en-Nisâ 4/10), kız çocuklarından utanç duyanlar (en-Nahl 16/58-59) ve onları acımasızca öldürenler (et-Tekvîr 81/8-9), “Allah’ın doyurmadığını biz mi doyuracağız?” diyenler (Yâsîn 36/47) ağır şekilde eleştirilmiştir. Müminler için bir ahlâk örneği olarak gösterilen Hz. Peygamber’e özellikle çevresindeki yoksul ve kimsesizlere merhametli davranması, onları incitmekten sakınması, sıkıntılarını giderme imkânı bulamadığı durumlarda bile güzel sözle gönüllerini alması öğütlenmiş, aksine davranması halinde zalimlerden olacağı uyarısında bulunulmuştur (el-En‘âm 6/52; el-İsrâ 17/28; el-Kehf 18/28; Abese 80/1-4). Resûl-i Ekrem’in müminlere karşı engin merhametini ve düşkünlüğünü özetleyen ifadeler (et-Tevbe 9/128) aynı zamanda müslümanlar için de bir ahlâk modeli ortaya koymaktadır. Resûlullah’ın insanlara karşı yumuşak davranması “Allah’tan bir rahmet” olarak değerlendirilmekte (Âl-i İmrân 3/159), gerek bollukta gerekse darlıkta
cilt: 29; sayfa: 185
[MERHAMET - Mustafa Çağrıcı]
mallarından hayra harcayanlara, kin ve öfkelerini bastıranlara ve insanları affedenlere genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennet vaad edilmektedir (Âl-i İmrân 3/133-134).
Hz. Peygamber’in, “İnsanlara merhamet etmeyenlere Allah da merhamet etmez” (Buhârî, “Tevĥîd”, 2, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâǿil”, 66); “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâǿil”, 65) şeklindeki hadisleri İslâm ahlâkının karakteristik ifadelerindendir. Resûlullah müminleri birbirini sevmekte, birbirine acımakta, organlarından biri hastalandığında diğerlerinin de bu yüzden elem çekip uykusuz kaldığı vücuda benzetmiştir (Buhârî, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”, 66). Hiçbir zaman çocuklarını öpmediklerini söyleyenlere, “Allah kalplerinizden merhamet duygusunu çekip almışsa ben ne yapabilirim?” diyerek üzüntüsünü belirtmiş (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâǿil”, 164), müslümanların her alanda ilişkilerini sevgi, merhamet, yardımlaşma ve dayanışma yönünde geliştirmelerini, sıkıntılarını paylaşmalarını emretmiştir (meselâ bk. Buhârî, “Îmân”, 7, “Mežâlim”, 3, “Edeb”, 57; Müslim, “Źikir”, 38, “Birr”, 32, 58; Tirmizî, “Birr”, 18). Aynı duyarlılığı hayvanlar konusunda da göstererek zor durumdaki bir hayvanı kurtaran kişinin bu sayede cenneti hak ettiğini (Müsned, II, 375; Buhârî, “Mežâlim”, 23, “Enbiyâǿ”, 54; Müslim, “Selâm”, 153-155), bir hayvanı ölüme terkedenin de cehennemlik olduğunu (Müsned, II, 159, 261, 317; Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 16, “Enbiyâǿ”, 54; Müslim, “Küsûf”, 9, “Tevbe”, 25, “Selâm”, 151-152, “Birr”, 133-135) bildirmiş, atış tâlimi yaparken canlı hayvanı hedef alanları lânetlemiştir (Buhârî, “Źebâǿiĥ”, 25; Müslim, “Śayd”, 58, 60). Hadis mecmualarında ve diğer ilgili kaynaklarda yüzlerce örneği bulunan bu tür hadisler İslâmiyet’in bir merhamet dini olduğunu gösteren belgeler olup bu ahlâk anlayışı sonraki İslâmî kaynaklara da yansımıştır.
İç savaşların dış savaşlardan daha zararlı olmasının sebebi, düşman karşısına çıkacak kahramanların içeride yok edilmesinden dolayıdır.
107.Tarih,6.314.
Ahmet Cevdet Paşa.sy.234.
Âdem(a.s.):
Ya rabbi! O nuru benim göreceğim bir yere yerleştir dedi.
Allah-u Te'âlâ da onu şehadet parmağına nakletti, bunun üzerine Âdem (a.s.)şehadet parmağını kaldırarak (kelime-i Şahadet)dedi.İşte teşehhutte parmak kaldırmanın aslı budur.Zaten o parmağın damarı kalple irtibatlıdır.
(Eşhedüenlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah)
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem in Mevlid Kıssası ve Mücez (Özlü) Hayatı.sy.98.
Sonra Âdem (a.s.):O nurdan bir şey kaldımı ? diye sorunca, Allah-u. Teâlâ :Ashabının nuru kaldı buyurdu.
Âdem (a.s.) Yâ Rabbi! O nuru da diğer parmaklarıma yerleştir deyince Allah-u Teâlâ Ebu Bekr'r.a ın nurunu ortanca parmağa, Ömer r.a.in nurunu onun bir yanındaki parmağa, Osman r.a. nurunu en küçük parmağa, Ali r.a. nin nurunu da başparmağa yeleştirdi ( Rıdvanullahi Te'âlâ Aleyhim Ecma'in)
Peygamber Efendimiz s.a.v.in Mevlid Kıssası ve Mucez(Özlü) Hayatı.sy.98,99.
Cevdet Paşa , devletin ruhu değerinde olan ülke kanun ve düzenini bozan iki temel maddeden birinin "rüşvet" diğerinin ise "manevi rüşvet" anlamına gelen "hatıra saygı" olduğunu söyler.Paşaya göre, lütuf ve merhamet sonucu bozulacak bir düzende bük zararlar ortaya çıkar.11.
11.Tarih 4.293,294.
Ahmed Cevdet Paşa sy.178.
Ömrün kötü, düşkün ve bildiklerini unutma,bilirken bilmez olma devresine "erzel-i ömr" denilir. Peygamberimiz s.a.s. "erzel-i ömr"den Allah c.c. sığınmıstır.Hz İkrime'den gelen bir müjdeye göre "Kur'an-ı Kerim okumaya devam eden erzel-i ömr'e düşmez.
Feyzül Furkan
Tefsirli Kur'an- Kerim Meali
Nahl suresi .70.ayeti kerime.sy.273.
Bir ayetin yerine diğer bir âyetin bedel getirilmesi nesıhtır.Evvelki mensuh sonraki nasıh olur.....
Yâ'ni bir ayeti neshedip yerine diğer bir ayeti bedel getirdiğimiz vakit .....ki Allah c.c. ne indirdiğini ne indireceğini bilir.-O nun nesh-u tebdili hâşâ cehilden değil, ilm-ü hikmetindendir.
Evvelkiside, sonraki de hikmeti ilahiyyenin ve maslahati ıbadın muktezasına göre nazil olur.Bir vakit için maslahat olan diğer bir vakit için mefsedet olabilir,Bunun akside vardır.
Hak Dini Kur'an Dili cilt.5.sy.3124.
Zira devaı muhteliftir.Şeriatler ise meaş ü meadde ıbadullahın masalihile mütenasibtir.Halbuki Allah Teala, şerati Muhammediyyeyi Kıyamete kadar muhtelif zamanların masalihine hakim olmak için inzal buyurmuştur.
Hak Dini Kur'an Dili cilt.5.sy.3124.
Bu fakirin anlayışına göre;efdaliyet yönü,faziletlerin ve menkıbelerin çokluğu değildir.Ancak iman etmede en önce olmak,malları infakta en evvel davranmak,her halükârda dini destekleme ve gönderilenlerin Efendisinin dinini revaçta tutma uğrunda canları cömertçe harcama noktasında ilk önce atılmaktır.
Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt.13.sy.485.
Bu yüzden,enerjinin, belirli sayıdaki eşit ve ölçülebilir paketten oluştuğu sonucuna ulaştık;bütün hesaplamaların en önemli noktası budur.
Işığın frekansını arttırdığında,kızılötesi ısı ve kızıl ışıktan, mor ve morötesine çıktığında, yayılan elektronlar çok daha fazla enerji taşıyordu ve daha hızlıydı.
Görünüşe göre,ışınımın kuantumdan oluştuğu yönünde bir teori oluşturmaya hazırdı.
Einstein
Yaşamı ve Evreni .sy.96,97.
Esir:atomların içini ve bütün uzay boşluğunu doldurduğu var sayılan, uzaktan çekme ve itme kuvvetlerinin ışık ve diğer ışınların (radyosyonların) manyetik (mıknatıs alanı oluşturan) kuvvetlerin iletimini sağlayan, atom parçacıklarının yaratılmasında hammadde ve kaynak görevini yapan çok ince yapılı bir çeşit madde.
Risale-i Nur'un Büyük Lügatı.sy.239.
Ebu Zerr El-Gıfari.
"Yer,Ebu Zerr'den daha doğru hiç bir kimseyi taşımamış, gök onun gibi hiçbir kimseyi gölgelememiştir".
-Allah c.c.ın Rasulü Muhammed s.a.v.-
Sahabe Hayatından Notlar.1.cilt.sy.114.
Abdullah İbn Ummi Mektum
"Allah Teala'nın hakkında daima okunan ve dünya var oldukça da okunacak 16 ayet indirdiği âmâ bir kişi"
-Müfessirler-
Sahabe Hayatından Tablolar cilt 1.sy.121.
Bugünü düşünürüm.
Dün geçti,yarın varmı?
Gençliğime de güvenmem,ölenler hep ihtiyar mı?!
Onun için Usul ne ise Vusul odur derler.Yani bir yol nereye giderse oraya varırsınız.Niyetinizde ki yer her ne kadar başka bir yer olsa bile.
Şifa Tefsiri.
Hz Aişe (r.a.) tokluk hakkındaki sözleri.
Hz Aişe (r.a.) şunları söylüyor:
Bu ümmet içerisinde Peygamberleri Hz Muhammed s.a.v.den sonra zuhur eden ilk bela,tokluktur.Zira, halkın karnı doyup bedenleri gelişince kalbleri zayıflayıp şehvetleri arttı.
101.Buhari: Kitab-üd duafa; İbn-i Ebid-Dünya Kitab-ül cü'; Tergib 3/420.
Hadislerle
Hz Peygamber ve Ashabının yaşadığı
Müslümanlık cilt.1.sy.302.
ALİ radıyallahu anh'ın KIYMETLİ SÖZLERİ
* Kişi dili altında saklıdır, konuşdurunuz kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.
* Dünya bir cifedir, leştir. Ondan bir şey isteyen köpeklerle dalaşmaya dayanıklı olsun.
* Kul ümidini yalnız Rabbine bağlamalı ve yalnız günahları kendisini korkutmalıdır.
* İnsanlar arasında Allah'ı en iyi bilen, O'nu çok seven ve tam ta'zim edendir.
* İlimsiz yapılan ibadetde, anlayış vermeyen ilimde, tefekküre götürmeyen Kur'an-ı Kerim okumakta hayır yok olur.
*İyilik bilmez birisi de olsa, sen iyilik yap! Zira o, mukabilinde teşekkür edene yapılan iyilikten mizanda daha ağır gelir.
* Edeb aklın suretidir.
* Alim ölse de yaşar, cahil yaşarken ölüdür.
* Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.
* İnsanın kıymeti, yaptığı iyiliklerle ölçülür.
* Kalbin şifası Kur'an-ı Kerim okumaktır.
* İnsanlara önce hakkı öğretiniz. Onu öğrenen batılı tanır.
* İnsanı layık olmadığı yere koymak zulümdür.
* Hakkı tanıyan Hak ehlini de kolayca anlar. Önce batılı öğrenen Hakkı güç tanır.
zulümdür.
* Hakkı tanıyan Hak ehlini de kolayca anlar. Önce batılı öğrenen Hakkı güç tanır.
* Sen babanın hakkına riayet edersen, oğlun da senin hakkına riayet eder.
* Cimri insan dünyada fakirler gibi yaşar, ahirette de zenginler gibi hesaba çekilir.
* Dostlarının kalbini kırmakla, düşmanlarının arzularını yapmış olursun.
* Himayen altındakilere iyilik yapmak istersen, onlara terbiye ve edeb öğret.
* İki şey aklı ve tedbiri bozar, biri acele etmek, biri de olmayacak şeyi istemek.
* Kadının kendisini güzel bir şekilde kocasının hizmetine vermesi, Allah yolunda cihad etmesi gibidir.
* Kanaat eden aziz, açgözlülük yapan zelil olur.
* Nasihati reddeden, rezalet bulur.
* Kişinin verene teşekkür etmesi, nimetinin artmasına sebep olur.
* Ölümü unutmak, kalbin paslanmasındandır.
* Oburlukla sağlık bir arada bulunamaz.
* Mes'ud insan başkasından ibret alandır.
* Kişinin kendisini beğenmesi, aklının zayıf olduğuna delalet eder.
* Hakiki dost, sıkıntı zamanında imdada yetişendir
* Lüzumsuz şeylerin peşinde koşan, lüzumlu şeyleri kaçırır.
* İnsanın namaz hususunda tembellik göstermesi, iman zayıflığındandır.
* Sabır kederlere perde, tehlikelere karşı yardımcıdır.
* Öldükten sonra yaşamak isterseniz, ölmez bir eser bırakınız.
* Her fenalıktan uzak kalmanın yolu, dili tutmaktır. İktisat az şeyi çoğaltır, israf çok şeyi azaltır.
* Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edeb gibi miras, ilim gibi şeref olmaz.
Ashabı kiram hazeratı radıyallahu anhüm, bilmedikleri konuları hazreti Ali radıyallahu anh'den öğrenirlerdi.
HAZRETİ ALİ radıyallahu anh'ın HİKMETLİ NASİHATLARINDAN
İ NASİHATLARINDAN
- Hamd, varlıkları yoktan var eden, gecenin içinden gündüzleri çıkaran, ölüleri, mezarlarından kaldırıp dirilten Allah'a mahsustur.
Ben şehadet ederim ki, Allah'dan başka Tanrı yoktur. Yine ben şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Resûlü'dür.
Allah'a muhalefetten sakininiz, kulu kurtaracak olan en üstün vesileler, iman, Allah yolunda cihad, insanın tabiatında mevcut olan samimiyet, dinin direği olan namazı kılmak, Allah'ın farz kıldığı zekatı vermek, Allah'ın azabına kalkan olan Ramazan orucunu tutmak, fakirliği gideren ve günahları döken haccı ifa etmek, serveti bollaştıran, ömrü uzatan ve dostların sevgisini kazandıran akrabayı ziyaret, hataları silen, Allah'ın gadabına mani olan, gizli verilen sadaka ve fena bir şekilde zuhur edecek ölüme engel olan ve korkudan koruyan iyiliktir.
Allah'ı devamlı zikrediniz. Çünkü zikirlerin en güzeli Allah'ı zikretmektir. Müttakîlere vaad edilenleri isteyiniz. Çünkü Allah'ın vaadi, vaadlerin en doğrusudur. Peygamberimizin yolundan gidiniz. Çünkü o, yolların en efdalidir. O'nun sünnetlerine uyun! Çünkü O'nun sünnetleri yolların en şereflisidir. Allah'ın kitabını öğreniniz! Çünkü Allah'ın kitabı sözlerin en değerlisidir. Dini iyi anlayın! Çünkü dini iyi anlamak kalpleri parlatır. Kur'an'ın nurundan şifa isteyin. Çünkü o, gönüllerdeki marazlara şifadır. Kur'an'ı hakkına riayet ederek okuyunuz! Çünkü en güzel haberler ondadır. Kur'an okunduğu zaman dinleyiniz! Konuşmayınız! Umulur ki Allah size merhamet eder. Kur'an vasıtasıyla doğru yolu bulduğunuzda öğrendiklerinizle hidayete daim olasınız. İlmiyle amel etmeyen alim, bilgisizliğinden dolayı, doğru yolu bulamayan günahkar cahil gibidir. Bana göre, cehaleti içinde bocalayan cahile nispetle, ilmi ile amel etmeyen alimin vebali daha büyük ve alim daha perişandır. Her ikisi de mahvolmuş sapıklardır.
Vehm'e kapılmayın! Şüpheye düşersiniz. Şüpheye düşmeyin, sonra küfre gidersiniz. İşin kolayına kaçmayın! Sonra gaflete düşersiniz. Hakk'tan gafil olmayın! Sonra zararlı çıkarsınız. İhtiyatlı davranırsanız, kendinize güveniniz olur. Kendinize güveniniz olursa, gurura kapılmazsınız. Kendisine karşı en samimi olanlarınız, Rablarına karşı en itaatkar olanlardır. Kendi kendilerini en çok aldatanlar ise Rablarına en asî olanlardır.
ına en asî olanlardır.
Allah'a itaat edenler belalardan emin ve yaptıklarından müsterihdirler. Allah'a asî olanlar ise her şeyden korkar, yaptıklarından dolayı da pişman olurlar. Allah'dan her hususta apaçık bilgi ve afiyet dileyiniz. Kalblerinizde olanların en hayırlısı iman-ı yakîn, ve amellerinizde de azimeti tercih etmek gerekir.
Amellerin sonradan uydurulanları en zararlılarıdır. Çünkü, her sonradan uydurulan şey bid'attır. Her yeni şey uyduran bid'atçıdır. Bid'at uyduran zarardadır. Her bid'at mutlaka bir sünneti terk eder. Gerçekten aldanmak, bir kimsenin dininde aldanmasıdır. Aldanan kendisini zarara sokmuştur. Riya Allah'a bir nevi şirk koşmaktır. Samimiyet, amelin kabulüne delil ve imanın bir icabıdır. Eğlence toplantılarına devam etmek Kur'an'ın emirlerini unutturur. Oralara şeytan gelir ve insanı her türlü taşkınlığa sevk eder. Kadınlarla oturup kalkmak kalbi bozar. Gözlerinizi şeytanın, tuzağı olan kadınlara bakmaktan koruyunuz! Allah'a verdiğiniz sözde sebat edeniz. Zira Allah, verdiği sözde duranlarla beraberdir. Yalandan kaçınınız. Çünkü yalanla iman bir arada bulunmaz. Doğruluk kurtuluş ve şeref vesilesidir. Yalan ise insanı tehlikeden tehlikeye atar, hakkı söyleyin ki, onunla tanınasınız. Doğruluk üzere amel edin ki, doğru söyleyenler zümresinden olasınız!
Emanetleri emin bulduklarınıza veriniz. Sizleri unutan dostları ziyaret ediniz. Size dargın olanları siz fedakarlık göstererek ziyaret ediniz. Verdiğiniz sözde durunuz. Karar vermek mevkiinde olduğunuzda adaletli olunuz. Atalarınızla övünmeyiniz. Birbirinize lakap takmayınız. Birbirinizle alay etmeyiniz! Birbirinize buğz etmeyiniz! Zayıflara, zulme uğrayanlara, kimsesizlere, Allah yolunda olanlara, yolculara ve kölelere yardım ediniz! Dul ve yetimlere acıyınız! Birbirinize selam veriniz! Verilen bir selama ya aynı şekilde, yahud da daha güzel bir şekilde mukabele ediniz. Allah Teala ve Tekaddes hazretleri buyuruyor:
- İyilik ve takvada yardımlasınız. Günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayınız! Allah'ın emirlerine muhalefetten korkunuz. Çünkü O'nun azabı şiddetlidir. (Sure-i Maide;2)
Hazreti Ali'den Hayat Ölçüleri
Sâdık Dânâ
1995 - Ocak, Sayı: 107, Sayfa: 028
Hazreti Ali radıyallahu anh, Hazreti Hasan'a şöyle vasiyette bulunmuştur: "Ey oğul, her şeyden önce Allah'dan hakkıyla kork. Bütün emirlerini yerine getir. Onu anmakla kalbini yaşat. İpine sımsıkı sarıl. Eğer tutunursan Rabbınızla aranızdaki bağdan daha kuvvetli hangi bağ bulunabilir? Kalbini mev'ıza ile yaşat. Zahidlikle kalbin dünya malına olan aşkını terk etmekle onu oldur. Onu hak ile, kuvvetli hikmet ile: adalet, ilim, hilim, ve uygun söz ile doğru parlak ve nurlu kıl.
Ciddi olarak ölümü an ve ölümü anmakla kalbini yaşat. Her şeyin yok olacağını bil ve kalbinin de yoklukta karar kılacağını ona bildir. Ona dünya facialarını ve musibetlerini teker teker göster. Zamanın şiddetini ve kükreyişini gece ve gündüzlerin aleyhine çevrildiğini düşün, hatırla ve hatırlat.
Kendi nefsine kalbine, daha evvel geçmiş evlad-ı insanların kıssalarını ve hikayelerini söyle. Mazide insanların başına gelen felaket ve musibetleri düşün. Aynı şeyin tekerrür etmemesi için dikkat et. Atalarının topraklarında ve yaşadıkları yerlerde gez. Ve onların eserlerini dikkatle tetkik et. Onlar neler yapmışlar, nereden nereye ne için göç etmişler? Bunları tetkik ettiğin zaman onların pek yakın arkadaşlarından ve sevgililerinden ayrılıp gurbet ellere gittiklerini göreceksin, tıpkı onlar gibi sen de pek yakında bilmediğin görmediğin yerlere göç edip gideceksin. Şu halde istikbaldeki yerini şimdiden hazırla ve temizle. Ahiretini dünya ile satma.
Bilmediğin şey hakkında konuşma, vazifen olmayan şeye karışma. Ve her hangi işi kendi ehline bırak. Sonunda bir felaket gelmesinden korktuğun yolu terk et. Zira bir işte felaket sezildiğinde onu terk etmek, korku ile ilerlemekten hayırlıdır.
Allah yolunda hakkıyla çalış. Onun uğrunda mücahade ve mücadele etmekten çekinme. Herhangi bir insanın ağır sözleri seni yolundan alıkoymasın. Nerede olursan ol. Hakka ulaşmak için bütün güçlükleri aşmağa çalış.
İslamiyet'te ne var ise hepsini anla ve öğren. Kendini güçlükler karşısında sabretmeye alıştır. Bütün işlerde Allah'ına sığın zira O en iyi koruyucudur, en iyi barınak ve en yakın kurtarıcıdır. Her işinde Allah'a teslim ol. Zira insanoğluna her şeyi bahşeden de O, mahrum eden de O'dur.
Bir işi yapmadan önce onun üzerinde iyice düşün. En iyi şekilde karar verebilmek için güvenilir kimselerle istişare et. Bu tavsiyemi anlamağa çalış. Ve bundan ayrılmamağa dikkat et. Şunu bil ki, en hayırlı söz faydalı olandır. Fayda vermeyen ilimde hayır yoktur. Öğrenilmesi lüzumlu olmayan ilimden de bir faide temin edilmez.
Ey oğul!
Hayatımın son demlerini yaşadığımı ve gittikçe zayıflamakta olduğumu görünce bu tavsiyemi sana bildirmekte acele etmeyi uygun gördüm. Zira düşündüğüm bütün şeyleri sana söylemek için bir zaman bulamadım. Ecelimin gelmesinde vücudumun zayıflaması gibi hafızamın da zayıflamasında, neva ve heveslerin veya dünya fitnelerinin benim nasihatimden önce kalbine hakim olmasından, bunun neticesi olarak da huysuz bir at gibi olmandan endişe ederek sana nasihatimin bir kısmını yazıyorum.
Ey oğul!
Benim vasiyetimden edineceğin şeylerin en hayırlısı Allah'dan korkup O'na sığınmak, O'nun sana farz kıldığı şeyleri yerine getirmek, atalarının ve geçmiş insanların izini takip etmektir. Şimdi sen kendi nefsine nasıl güven ve itimatla bakıyorsan, senden evvel geçen ataların aynı şekilde kendilerine güveniyorlardı. Şimdi sen nasıl düşünüyorsan onlar da aynı şeyi düşünüyorlardı. Fakat neticede iyi ve doğru buldukları şeyi tuttular vazifelerini noksansız yapmağa çalıştılar. İşte onların neticede vardıkları şeyi ve takip ettikleri yolu takib etmek istemiyorsan onların başında takip ettikleri yolu aynen takip et. Fakat bu, şüphelerini çoğaltmak ve düşmanlıklarını artırmak için değil. Doğruyu ve hakikati anlayıb öğrenmek için olsun.
Tetkiklerini yaparken evvel Allah'a sığın. Ondan başarılar dile. Seni şüpheye götürecek veya kötülüğe düşürecek her şeyi terk et. Kalbinin her türlü kötülükten durulduğunu, fikirlerinin toplandığını ve tek arzunun hakikati bulmak olduğunu görünce sana söylediğim hususları düşünmeğe başla. Şayet bunlara sahip olduğuna kani değil isen karışık mevzulara girişme. Zira önünü göremeyen bir kimse gibi olursun ki, her an içinden kurtulmak pek güç olan çukurlara, uçurumlara düşersin.
Böylece karanlıklar içinde, zulmetler arasında boğulup mahvolmağa mahkum olursun. Önünü görmeden yürümek ve her an uçurumlara yuvarlanmak tehlikesiyle karşı karşıya kalmak ise İslamiyet'i öğrenmek isteyenlere yakışmaz.
Ey oğul!
Bu tavsiyelerimi dinle ve anla. Ve bil ki her canlının ölümünü elinde tutan, yaşamasını da elinde tutmuştur. Varlıklara can verip yaşatan, neticede onları öldürendir. Zenginleri fakir, fakirleri zengin yapan O'dur. Her türlü belayı ve hastalığı veren O. Her belaya bir deva bulan yine O'dur. Dünya taşıyla, toprağıyla, rengiyle, şekliyle, ağaçları ile meyveleriyle O'nundur. O'nun isteği ve arzusu üzerine hareket etmektedir. Ahiret de hesabıyla, cezasıyla, cennetiyle, cehennemi ile ve bizim bilmediğimiz daha bir çok şeyleriyle O'nundur.
Bu hususların birisini bilmediğini görünce onu cehaletine atfet. Zira sen cahil yaratılıp sonra öğretilen ilk yaratıksın, ilimde her ne kadar ilerlersen, bir çok şeyde şüphesiz yine bilmediğin bulunacaktır. Çünkü düşünme sahasının oluşunda görme kudretinin pek ilerisinde bulunan çok şeyler vardır. Şayet bunlardan birisine muttali olabilir ve Allah sana bazı şeyleri öğretirse onu kendi kudretinle meydana getirip kazandığını zan etme. Bilakis bunun için seni yaratan, rızıklandıran ve seni güzel varlık şeklinde meydana getiren ulu varlığa sığın. İbadetin O'nun için olsun. Aşkın ona olsun, korkun yalnız ondan olsun!..
Bil ki ey oğul!
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in Allah hakkında bildirdiği gibi, hiç bir kimse bildirmedi. Ve bildiremez. O'nu bir önder ve kurtuluş ordusunun kumandanı gibi kabul et
uş ordusunun kumandanı gibi kabul et.
Bil ki ey oğul!
Seni yaratan Rabbının bir ortağı olsaydı sana peygamberleri gelirdi. Böylece onun sıfatlarını ve işini öğrenirdin. Fakat o kendisinin söylediği tek ilandır. Kendi mülkünde hiç bir kimse ona düşmanlık besleyemez. O doğurmamıştır. Doğurulmamıştır. Ölmeyecektir. Ebedîdir. Her şeyden evvel vardır. Fakat varlığının bir başlangıcı yoktur. Her şeyden sonra kalacaktır. Fakat kalmasının da bir sonu yoktur.
Kudreti, büyüklüğü, kalbin, gözün çerçevesi haricindedir. Eğer bunları bilir ve inanırsan, küçüklüğünü düşünerek yakıştığı gibi hareket et. Onun karşısında kuvvet ve kudretsizliğini düşün! Her hususta ona ihtiyacın vardır. O'na yönel. Rızasını dile. Cezasından kork. Emirlerini yerine getirmeğe çalış. Zira o iyilikten başkasını emretmez. Nehiylerinden kaçın. Çünkü o, kötülükten başkasını nehyetmez.
Ey oğul!
Dünyayı ve onun türlü hallerini, içinde bulunan bütün şeylerin başka bir yere göç edeceğini, ahireti ve ehli için orada yapılacak şeyleri, akibetlerini bildirdim. Bunlar hakkında senin ibret alman için bazı misaller verdim. Bu misaller ile senin kurtuluşunu ümid ettim."
Bilmelidir ki Allah c.c.a muhabbet deryasına götürecek olan yegane rahmet ve muhabbet pınarı, Hazreti Peygamber s.a.v. Efendimizdir.Öyle ki, Hazret-i Peygamber S.a.v. e muhabbet, Allah c.c. a muhabbet, O'na Allah c.c. a itaat, O'na isyan ise Allah c.c.a isyan mahiyetindedir.
Mesnevi Deryasından Ab-ı Hayat Katreleri.
Osman Nuri Topbaş.sy.83.
Asıl söz kalbte olandır bunu bil /
Zira kalbe bir kılavuz kılınmıştır dil.
Şair Ahtal (ö,90/710)
Maturidi Kelâmında Tevil.sy.127.
Ney'in Hikayesi
Mevlana'nın hikayelerinde geçen ney,aslında
"insan-ı kâmil" temsil etmektedir.
Sazlıktaki bir kamişin ney haline gelene
kadar geçirdiği devreler, insanın
olgunlaşmasını yani "nefsi tezkiye ve kalbi tafsiye" basamaklarini ifade eder.
Insan-i Kamilin Gönül Sadasi
Ney'in Feryadı
Ney'i dinle, nasil hikaye ediyor,(hayır)
Ayrılıklardan şikayet ediyor:"
(Diyor ki:) Beni neyistandan/sazlıktan
Kopardiklarindan beri, erkek, kadın (herkes)
Feryadimdan inlemektedir.
Dostluğun Hakkikati
Hakiki bir muhabbet, zahmetleri rahmete
Inkılab ettirdiği için, sevilenin kahrı da, lutfu
Gibi hoş karşılanır. Bir kimsenin muhabbetinin hakiki olup olmadigini anlamak ve seviyesini ölçmek için, sevdiğinin kahrına ne kadar tahammül gösterebildiğine bakmak kafidir.
Peygamber Ahlakı
En son din olan Islam'in sunduğu ahlaki
Zirve ve bütün insanlığa numune şahsiyet,
Hazreti Peygamber- sallallahu aleyhi ve sellem-'dir. Hazret-i Peygember - sallallahu aleyhi ve sellem-in kalbi hayatı ve mükemmel ahlakından nasiplenmek, iki cihan seadetinin yegâne teminatıdır.
Incitmemek ve incinmemek
Incitmemek, nisbeten kolaydır.
Ama incinmemek elde değildir. Zira o,bir gönül işidir. Dolaysıyla incinmemek, ancak fanilerden gelen ve kalblere saplanan zehirli okların tesirsiz kalmasi ile mümkündür.
Bu da nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesinin kemalindeki seviye nisbetindedir.
Kibir Şaşkınlığı
Benlik ve iddianın girdiği yerde mevki ve rütbenin putperestliği başlar, orada asla rahmet tezahür etmez. Zira benlik ve iddia, ruhani hayatın kanseridir.
Kibir Ve Ucub
Kibir, kendinden başkasını hor ve hakir görmek, ucub ise, kendini beğemek ve şahsını başkalarından üstün bilmektir. Kibir ile ucub, birbirinden ayrılmayan iki çirkin vasiftir. Bu illetlerin neticesi, dünyada huzursuzluk, ahirette ise ilahi azap tecellileridir.
Gafletten Kurtuluş
Gafletten uzak kalabilmek için zikr-i daim üzere bulunmak, yani Rabbimizi hiçbir zaman unutmamak zaruridir. Zira insanın günaha düştüğü anlar, Cenab-i Hakk'ı unuttuğu demlerdir.
Hased
Hased, ilahi taksim neticesinde, başkalarına lutfedilen nimetlere kalben itirazdır. Kalblerde, nimet sahiplerine karşı duyulan kiskançlıklar, hased hastalığının başladığını, hatta ilerlediğini belirten ilk alametlerdendir ve ayni zamanda kadere isyandır.
"Hazret-i Musa (as) ve firavun
Ey Hak yolcusu! Gerçeği öğrenmek istiyorsan; Musa(as) da firavun da ölmediler; bugün senin içinde yaşıyorlar, senin varlığında gizlemişler, senin gönlünde savaşlarına devam ediyorlar!" (her bölümün baş yazılarıdır)
Kaynak: Mesnevi Deryasından
Ab-ı Hayat Katreleri
Osman Nuri TOPBAŞ
Nebi s.a.v rivayet olunan ikili şeylerdendir.
Nebi s.a.v. buyurduki; iki haslet vardır ki ondan daha faziletli hiçbirşey yoktur. O iki haslet Allah’a iman ve müslümanlara faziletli olmaktır. Yine iki haslet vardırki ondan daha çirkin hiçbir haslet yoktur. O iki haslet Allah’a şirk koşmak ve Müslümanlara zararlı olmaktır.
Nebi s.a.v Size alimlerle beraber olmak vaciptir lazımdır yapınız. Ve hükemanın sözlerini dinleyiniz. Çünkü hazreti Allah yağmur suyu ile ölü olan toprağı ihya ettiği gibi ölü olan kalbi hikmet nuru ile aydınlatır.
Hazreti Ebu Bekrin buyurmuş olduğu şeylerde ikili bâbdandır.
Ebu Bekr efendimiz buyurduki; Her kim azıksız kabre dahil olursa gemisiz denize atlamış binmiş gibidir.
Hazreti Ömer buyurmuş olduğu şeylerde ikili babdandır.
Hz Ömer buyurduki; Dünyanın değeri mal iledir. Ahiretin değeri Salih amel iledir.
Hazreti Osman buyurmuş olduğu şeylerde ikili babdandır.
Hz Osman buyurduki; Dünyayı elde etmenin üzüntüsü düşüncesi kalbe zulmettir. Ahireti elde etmenin üzüntüsü düşüncesi kalbe bir nurdur.
Hazreti Ali buyurmuş olduğu şeylerde ikili babdandır.
Hz Ali buyurduki; herkim ilim taleb ederse cennet onu talep eder. Herkim mağsiyet talep ederse Ateş onu talep eder.
Yahya ibni Muaz (r.a.) buyurduki; işleri düzgün olan (nefsine acıyan ) Allah’a asi olmadı. Hikmet sahibi dünyayı ahrete tercih etmedi.
.
Ameş (r.a.) buyurduki; Herkimin sermayesi takva olursa lisanlar onun dininin kazancını anlatmaktan aciz kalır. Her kimin sermayesi dünya olursa yine lisanlar onun dininin zararlılığını anlatmaktan aciz kalır.
Süfyanı sevri buyurduki; Şehvetten kaynaklanan herkötülüğün mağfiret olunması ümit olunur. Kibirden olan mağsiyetin bağışlanması ümit olunmaz. Çünkü iblisin mağsiyeti kebirdendir bu onun aslıdır. Hazreti ademin Zellesi aslı şehvettendir.
Bağzı zühhad ( günahtan yüz çeviren kimseler)buyurduki; Kimki gülerek günah işlerse Hz Allah onu ağlayarak cehenneme sokar. Herkim ağlayarak itaat ederse Güler olduğu halde hz Allah onu cennete dahil eder.
Hükemanın bağzısı ( hikmet sahipleri) buyurduki; Küçük günahı küçük görmeyiniz. Çünkü o küçük günahlar şubelenir büyük günah olur.
Nebi s.a.v. buyurduki; İsrar ile küçük günah yoktur. İstiğfar ile büyük günah yoktur.
Denildiki; arifin üzüntüsü Hz Allahı medhetmektir. Zahidin üzüntüsü nefsine dua etmektir. Çünkü arifin üzüntüsü rabbidir. Zahidin üzüntüsü nefsidir.
Hukemadan bağzısı buyurduki; Kimki kendisi için hazreti Allaha yakın olan veli olduğunu düşünürse Hz Allahı bilmesi az olur. Kimki kendisi için nefsinden daha şiddetli düşman oldığunu düşünürse Kendi nefsini tanıması zor olur.
Ebu bekr efendimiz buyurduki; Hazreti Allah kavlinde ZAHERAL FESADU Fİ-L-BERRİ VE-L-BAHRİ fesat karada ve denizde zahir oldu buyurdu buradaki kara lisandır. Deniz ise kalbdir. Lisan fasit olduğunda nefisler onun üzerine ağlar. Kalb fesada gittiğinde melekler onun üzerine ağlar.
Denildiki; Muhakkak şehver padişahları köle kılar. Muhakkah sabır köleyi hükümdar kılar. Sen görmüyor musun Yusuf (a.s) ile Züleyha validemizin hikayesini?
Allah dostları tarafından buyurduki; Aklı emri olan kimseye müjdeler olsun. Hevasına esir olan hevası önder olan aklıda esir olan kimseye yazıklar olsun.
Denildiki; Kimki günahı terk ederse kalbi incelir. Kimki haramı terk ederse helal yerse onun düşüncesi safi olur. Hazreti Allah bağzı nebisine vahyetti sana emretiğim şeylerde itaat et sana nasihat ettiğim şeylerde asi olma.
Bazısı dediki; Aklın kemali Hazreti Allahın rızasına tabi olmaktır. Ve hazreti allhın gadabından kaçınmaktır.
Denildiki; Faziletli kimseler için gariplik olmaz . cahil içinde vatan olmaz.
Denildiki; kimki Allah katında itaatinde olursa Allah yakın olur İnsanlar arasında garip olur.
Denildiki; Taat hareketi mağfiretin delilidir. Cismin hayat delili olduğu gibi.
Nebi s.a.v. buyurduki; Dünya sevgisi hataların aslıdır. Bütün fitnelerin cemisi öşür ve zekat vermemektir.
Denildiki; kimki kusurlarını ikrar ederse övülmeye layıktır. Kusurları ikrar etmek kabul alametidir.
Nimete karşı küfür adiliktir. Ahmak ile sohbet adiliktir
Şiir
Ey dünya ile meşgul olan kimse muhakkak onu uzun yaşamak aldattı.
Ecel ona yaklaşıncaya kadar gaflette o kimse devam etti.
Ölüm ansızın gelir amle sandığın kabirdir.
Onun ahvali üzerine sabret ölüm ancak ecel ile gelir.
Nebi s.a.v rivayet olundu ki: Kimki sabaha geçim darlığından şikayet ederek dahil olursa sanki o kimse rabbini şikayet ediyor demektir. Kimki dünya işlerinden üzülerek sabaha dahil olursa hazreti Allaha gadaplanmış olarak sabaha dahil olur. Kimki zengine zenginliğinden dolayı tevazu ederse dininin üçte biri gitmiş olur.
Ebu bekrinissıddık radıyAllahu anhın buyurduğu şeyde üçlü babdandır.
Ebu (r.a.) buyurdu ki; 3 şey 3 şey ile elde edilmez. Zenğinlik temenni ile, gençlik boya ile, sıhhatta ilaç ile.
Ömer radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır.
Ömer (r.a.) buyurdu ki; İnsanlarla güzel geçinmek akln yarısıdır. Güzel soru sormak ilmin yarısıdır. Güzel tedbir meişetin yarısıdır.
Osman radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır.
Osman (r.a.) buyurdu ki; Kimki dünyayı terk ederse Allah onu sever kimki günahı terk ederse melekler onu sever kimki Müslümanlardan arzualrını keserse Müslümanlar da onu sever.
Ali radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır.
Ali (r.a.) buyurdu ki; Muhakkah dünya nimetlerinden nimet olarak İslam sana kafidir.Meşguliyet olarak taat sana kafidir. Muhakkak ibretlerden de İbret olarak ölüm sana kafidir.
Abdullah ibni mesud radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır.
Abdullah ibni mesud (r.a.) buyurdu ki; Nice nice Allah tarafından nimet üzerine az koşanlar vardır. nice nice imtihan olanlar vardır üzerine medhetmekle. Nice nice aldananalr vardır hz Allahın üzerlerini örtmesiyle.
Davut a.s’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır.
Davut a.s. buyurdu ki; zeburda vahyolundu akıllı kimse üzerin evacip olan ancak 3 şeyle meşgul olmasıdır. Ahiret için hazırlanmak Dünya hayatı için külfet helal olarak lezzeti talep etmek.
helal olarak lezzeti talep etmek.
Ebu hureyre radıyAllahu anh’ın buyurduğu şeyde üçlü babdandır.
Ebu hureyre (r.a.) buyurdu ki; Nebi s.a.v buyurdu 3 şey kurtarıcıdır. 3 şey helak edicidir 3 şey dereceleri yükseltir. 3 şey keffarettir. İnsanları kurtarıcı şeyler gizlide açıkta hz Allahtan korkmak,zenginlikte fakirlikte iktisatlı olmak gadab ve rıza halinde adaletli olmak. Helak edici şeyler şiddetli cimrilik, kendisine tabi olunmuş heva, kişinin nefsini beğenmesi. Dereceleri yükselten şeyler selamı yaymak, yemek yedirmek, insanlar uykuda iken gece namazı kılmak. Keffaret olan şeyler soguklarda abdest almak, cemaate gitmek, bir namazdan sonra bir namazı beklemek.
Cebrail a.s nebi s.a.v efendimize ey nebi sen dilediğin kadar yaşa muhakkak öleceksin. Dilediğini sev muhakkak ondan ayrılacaksın. Dilediğini işle muhakkah cezalandırılacaksın. (ameline göre muamele göreceksin)
Peygamber efendimiz ancak arşın gölgesi müstesna hiçbir gölgenin olmadığı günde hz Allahın arşının gölgesinin altında 3 zümreyi gölgelendirecektir. Meşakkatli zmanda abdest alan, karanlıklarda (sabah ve akşam yatsı vakti) mescitlere yürüyen, açları doyuran.
İbrahim as denildiki hangi sebeble hz Allah seni Halil seçti . ibrahim a.s. 3 şey ile dedi Ben hz Allahın emrini gayrısı üzerine daima tercih ettim. Hz Allahın kefil olduğu aldıgı verdiği şeyde ben kederlenmedim. Ben hiç akşam ve sabah yemeği ancak müsafirlerle yedim.
Bazı hukema buyurdu ki; 3 şey kederleri açar hz Allah’ı zikir, evliya ile karşılaşmak, hükema sözü dinlemek.
Hasan-ı basri buyurdu ki; kendisi için edep olmayan kimse için ilimde yoktur. Kendisi için sabır olmayan kimse için din de yoktur. Kendisi için vera olmayan kimse içinde hz Allahın yakınlığı yoktur.
Muhakkah rivayet olundu ki. Beni israilden bir racul ilim talebi için yola düştü bu haber peygamberlere ulaştı .Racul peygambere geldi peygamber ona ey genç sana 3 haslet ile nasihat edeceğim. 3 haslet de evvelkilerin ve ahirkilerin ilmi vardır. Açıkta ve gizlide Allahtan kork. Lisanınıda mahlukattan muhafaza et.onalrı hayır ile zikret. Ekmeğinede dikkat etçünkü sen o ekmeği yiyorsun hatta helalden olsun.Genç ilim öğrenmeye çıkmaktan vazgeçti.
Rivayet olundu ki beni israilden bir racul ilimden 80 sandık topladı fakat ilim menfaat vermedi Hz Allah nebilerine vahyetti ilim toplyan gence söyle ilimden çok şey toplamış olsada 3 şey ile amle etmedikce ilim ona menfaat vermez.Dünyayı sevme çünkü dünra mü’minleri dârı değildir. Şeytana arkadaş olma müminin dostu değildir. Haz Allahın kullarından birine eziyet etme müminin sanatı değildir.
Ebu Süleyman Daranı hz buyurduğu şeylerde üçlü babdandır.
Ebu Süleyman Daranı hz buyurduki; Ey benim Allahım eğer sen beni günahım ile talep edersen ben seni elbbete affın ile talep ederim eğer sen beni cimrilik ile talep edersen elbette ben seni çömertlik ile talep ederim. Eğer sen beni cehennemine dahil edersen ben cehennem ehline seni sevdiğimi haber veririm.
Hukema tarafından denildiki; İnsanların en mutlusu kendisi için alim (bilici) bir kalb sabırlı beden ve elinde olana kanaat getirendir.
İbrahim Nehai buyurduğu şeylerde üçlü babdandır.
İbrahim Nehai buyurduki; Sizden önce helak olanalr şu üç şeyle helak oldu. Fuzuli kelam , fuzuli yemek, fuzuli uykudur.
Yahya bin meazzirrazi buyurduğu şeylerde üçlü babdandır
Yahya bin meazzirrazi buyurduki; Kimki dünya onu terk etmeden o dünyayı terk ederse girmeden kabrini bina ederse ve mulaki olmadan önce rabbini razi ederse o kimseye müjdeler olsun.
Hz Alinin buyurduğu şeylerde üçlü babdandır
Hz Ali buyurduki; Kimki kendisinin yanında Ha Allahın sünneti resulullahın sünneti evliyasının sünneti olmazsa onun elinde hiç birşey yoktur.Hz Aliye denildiki Allahın sünneti nedir ali buyurduki insanların sırlarını gizlemektir. Resulullahın sünneti nedir ali buyurduki insanlar ile iyi geçinmektir. Evliyanın sünneti nedir insanlardan gelen ezaya katlanmaktır. Bizden öncekiler bu üç şey ile birbirlerine casiyet ettiler birbirlerine bu hasletler ile yazışırlardı. Kimki ahret için bir iş yaparsa din ve dünya işlerinde Allah ona kafi gelir. Kimki iç alemini güzelleştirirse Allah onun dış alemin güzelleştirir. Kimki kendisi ile Allah arasındaki işlerini düzeltirse Allah’da onun ile insanlar arasını düzeltir
Hz Alinin buyurduğu şeylerde üçlü babdandır
Hz Ali buyurduki; Sen hazreti Allah yanında insanların en hayırlısı ol Nefsinin yanında insanların en şerlisi ol İnsanalrın yanında insanalrdan bir kimse gibi ol.
Hz Allah Uzeyr a.s. vahyettiki ; Ey uzeyr sen küçük günah işlediğinde onun küçüklüğüne bakma sen o günahı kim için işledin ona bak. Sana az bir hayır isabet etitğnde onun küçüklüğüne bakma seni onun ile rızıklandırana bak. Sana bir bela isabet ettiğindebenim senin ayıpların bana yükseldiğinde meleklerime şikayet etmediğim gibi sende beni mahlukatıma şikayet etme .
Hatemi Esamın buyurduğu şeylerde üçlü babdandır
Hatemi Esam buyurduki; Hiçbir sabah yoktur ki şeytan ban ey hatem ne yiyorsun ne giyiyorsun nerede oturuyorsun akabinde ben şeytana söylerim ki ölümüm yiyorum kefen giyiyorum kabirde oturuyorum.
Peygamberimiz buyurduki; Kimki günahın rezilliğinden taatın azizliğine çıkarsa Allahu Teala onu hiç malı olmadığı halde zengin kılar. Hiç askersiz olduğu halde onu kuvvetlendirir. Cemaatsiz olduğu halde onu üstün kılar.
Rivayet olunduki; Nebi s.a.v. birgün sahebnin yanına çıktı onarla nasıl sabahladınız diye sordu onlarda Hz Allaha iman eder olduğumuz ghalde sabahladık dediler. Peygamber efendimiz sizin imanınızın almeti nedir dediler sahabe biz belaya sabrederiz bolluk üzere hz Allaha şükrederiz Allahın hükmüne razi oluruz. Nebi a.s. kabenin rabbine yemin ederim ki siz hakikaten mü’minsiniz.
Hz Allah enbiyanın bazısına vahyetti ki; kimki bana beni seviyor olduğu halde mülaki olursa onu cennetime idhal ederim kimsi bana gadabımdan korkar olduğu halde mülaki olursa onu cehennemimiden uzaklaştırırım. Kimki benden haya eder olduğu halde bana mülaki olursa onun günahlarını hafaza meleklerine unuttururum.
Abdullah ibni mes’udun buyurduğu şeylerde üçlü babdandır
Abdullah ibni mes’ud r.a.buyurduki; Sen hz Allahın senin üzerine farz kıldığı şeyleri eda et insanların en çok ibadet edeni olursun. Sen hz Allahın haramalrından kaçın insanların en zahidi olursun. Sen hz Allahın senin için taksim ettiği şeye razi ol insanların en zengini olursun.
Salihi merkadinin buyurduğu şeylerde üçlü babdandır
Salihi merkadi buyurduki; Salihi merkadi bağzı diyarlara uğradı dediki ey diyar seni evvelki ehlin geçmişte sende iman edenler sende geçmişte sakin olanalar nerede? Hatıftan bir ses onarlın eserleri eskidi çürüdü onların cesetleri toprak altında kaldı onarlın amelleri boyunalrında gerdanlık baki oldu.
Hz Ali buyurduki buyurduğu şeylerde üçlü babdandır;
Hz Ali buyurduki; Sen dilediği kimseye isteğini ver onun emiri olursun. Sen dilediğin kimseden iste onun esiri olursun sen dilediğnden müstağni ol onun dengi olursun.
Yahya bin muaz r.a. buyurduğu şeylerde üçlü babdandır.
Yahya bin muaz r.a. buyurduki; Dünyanın küllisini terk etmek küllisini almaktır. Kim dünyayı terk ederse dünyayı almış olur. Kimki dünyanın hepsini alırsa dünyanın hepsini terk etmiş olur. Dünyayı almak dünyayı terk etmektedir.
İbrahim bin edhem buyurduğu şeylerde üçlü babdandır
İbrahim bin edhem buyurduki; İbrahim bin edhem hazretlerine sen zühdü nasıl bulursun dedielr İbrahim bin edham hz ben zühdü üç şey ile buldum ben kabri Kalbimi teskin eden kimse benimle beraber olmadığı halde kalblere korku salar olarak gördüm. Ben uzun bir yol gördüm halbuki benim azığım yoktu. Ve cebbar olan hz Allahıbenimle beraber bir delil olmadığı halde hükmeder gördüm.
Ariflerin büyüklerinden şibli buyurduki; Ey Allahım muhtaç ve zayıf olduğum halde ben sana yaklaşmayı bağlanmayı seviyorum Ey Allahım sen seyidim olduğun halde benden zengin olduğun halde benim günahlarımı bana bağışlamayı nasıl sevmeyeceksin. Sen Allah ile dostluk kurmayı istediğin zaman nefsinden oyunalrından uzaklaş. Şibli buyurduki siz Allaha vasıl olmanın lezzetini tatmış olsaydınız elbette uzaklaşmanın acısını bilirdiniz.
Süfyani sevri buyurduğu şeylerde üçlü babdandır.
Süfyani sevri ye hazreti Allah ile ünsiyetten sual olundu ünsiyet nedir süfyani sevri güzel vve parlak yüz ile güzel ses ile ve fasih lisan ile dostluk kurmamaktır.
İbni Abbas r.a. buyurduğu şeylerde üçlü babdandır.
İbni Abbas buyurduki; zühd üç harfdir ze-he-dal Ze ahiret için azıktır. He din için hidayettir. Dal taata devam etmektir. Başka mevzıde başka yerde denildiki zühd üç harftir Ze zineti terk etmek. He hevayı terk etmek. Dal dünyayı terk etmektir.
Hamidi leffafinin buyurduğu şeylerde üçlü babdandır
Hamidi leffafi buyurduki; Bana bir racul geldi ve bana vasiyet et nasihat et dedi. Bende ona dinin için kuranın kılıfı olduğu gibi kılf yap. Dinin kılıfı nedir dediler Zaruretten fazla kelamı terk etmek zaruret olan müstesna dünyayı terk etmek. Ancak zururet mevzılerde müstesna insanlara karışmayı terketmektir.
Sonra sen bilki denildiki zühdün aslı haramların küçüğünden ve büyüğünden kaçınmaktır. Zor veya kolay farzların cemisini eda etmektir. Azına veya çoğuna dünyayı ehli üzerin eterketmektir.
Lokman hekim buyurduki; Ey oğulcağızım İnsanlar üç kısımdır. Hazreti Allah için nefsi için ve kurt ve böcekleriçindir. Allah için olan insanın ruhudur. Neefsi için olan amelidir. Kurt ve böcekleriçin olan cismidir.
Hz Ali buyurduki; Üç şey zihinde ziyede eder ve bağlamı giderir Misvak oruç ve kuranı kerim okumak.
Ka’bul ahber buyurduki şeytandan mü’minler için kaleler üçtür. Mescidler kaledir Allahı zikir kaledir kuranı kerim okumak kaledir.
Bazı hukema buyurduki; Üç şey hazreti Allahın hazinesindendir onu ancak sevdiği kuluna verir . Fakirlik sabır ve hastalık.
İbni Abbas hazretlerine günlerin ayların amellerin hayırlısından sual olundu İbni Abbas buyurduki ; Günlerin hayırlısı Cuma ayların hayırlıs ramazan ayı amelerin hayırlısı vaktinde kılınan beş vakit namazdır.Bundan üçgün geçti ve bu haber ali efendimize ulaştı İbni Abbas r.a. bundan sual olundu ve şunlar ile cevap verdi Hazreti ali buyurduki doğudan batıya bütün hukema bütün ulema bütün fukeha elbette onun gibi cevap verirdi fakat ben müstesna amelerin hayırsı Hz Allahın sende amellerini kabul ettiğidir. Şehirlerin hayırlısı hz Allaha tevbei Nasuh ile tevde ettiğin aydır. Günlerin hayırlısı dünyadan hz Allaha iman eder olduğun halde çıktığın gündür.
Şiir
Gece ve gündüz bizi eskitiyor sen görmüyormusun. Aşikar ve gizli halbuki bizler oynuyoruz.
Dünya nimetlerine meyletme muhakkah dünya vatanı kalacak vatan değildir.
ölmeden önce Nefsin için amel et. aldatmasın seni dost ve ahbablığının çokluğu
Cenabı hak bir kulunun hayrını istediği zaman onu dininde fakih kılar. Dünyada onu zahid kılar. Nefsinin ayıplarını ona gösterir.
Peygamber efendimiz buyurdular ki: Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: güzel koku, helal nisa, gözüm nuru olan namaz. Peygamberimiz ashabı ile oturduğu halde Ebu bekr efendimiz geldi doğru söylüyorsun ya resulAllah dedi. Banada dünyadan bana üç şey sevdirildi senin yüzüne bakmak malını Allah yolunda infak etmek kızımın Rasulullahın zevcesi olması. Hz. Ömer ra doğru söylüyorsun Ya ebabekr banada dünyadan üç şey sevdirildi.iyilikle emretmek, kötülükten nehyetmek eski ve yamalı elbise giymek
Hz. Osman ra doğru söylüyorsun ya Ömer Dünyada banada üç şey sevdirildi.:aç doyurmak, kuran okumak, çıplak giydirmek. Hz. Ali ra doğru söylüyorsun ya Osman banada dünyadan üç şey sevdirildi: misafire hizmet etmek, yaz gününde oruç tutmak, kılıç ile savaşmak. Beyan olundu Cebrail as Hazreti Allah sizin konuşmalarınızı işittiği vakit beni gönderdi. Ben dünya ehlinden olsaydım sevdiğim şeylerden bana sormanı sana emretti Petgamber efendimiz dünya ehlinden olsaydın ne şey severdin. Cebrail a.s. buyurdu delalette olanları hidayet etmeyi, Allah itaatkar olan gariblerle ünsiyet etmeyi, darlık içinde olan fakirlere yardım etmeyi. Ve Cebrail a.s. buyurdu izzet sahibi olan hazreti Allah kullarında 3 hasleti sever. Bütün kudretini Allah yolunda harcamak pişmanlık anında ağlamak ve Herzamanda sabır
Hükemanın bazısı Buyurdu: Herkim aklına itibar ederse sapıdır delalete düşer. Herkim malı ile kendini zengin görürse bu ona kafi gelmez. Herkim kendini mahlukattan üstün görürüse o zelil olur.
Bazı hukema buyurdu Haz Allahı bilmenin meyvesi üçtür. Hazreti Allahtan haya etmek Hazreti Allahı sevmek Hazreti Allah ile yakınlık kurmak.
Nebi a.s. buyurduki: Hz Allah için muhabbet mağrifetin esasıdır. İffet yakin alametidir. (hz Allahın her şeye kadir olduğuna inanmaktır) yekinin başı takva ve hz Allahın takdirine rızadır.
Süfyan bin Uyeyne r.a. şöyle söyledi Herkim Allahı severse Allah onu sever.Kim hz Allahın sevdiklerini severse hz Allah yolunda sevmeyi sever. Herkim Allah yolunda sevmeyi severse insanlar hz Allahın onu sevdiğini bilmez.
Nebi a.s. buyurdu sevğinin doğruluğu 3 haslettedir. Başkasının sözü üzerin esevdiğini sözünü seçmek. Başkaları il eberbaer olmayı tercih etmek yerine sevdiği ile berbaer olmayı tercih etmek. Gayrısının rızasını tercih etmek yerine sevdiğinin rızasını tercih etmek.
Vehb bin Münebbihil yemani r.a. buyurdu tevratta yazılmıştır ki dünya onun olsa bile hırslı insan daima fakirdir. Allaha itaat eden her ne kadar köle bile olsa itaat olunmuştur.Kanaat eden aç olsa bile zengindir.
Bazı hukema buyurdu ki kim hz Allahı bilirse mahlukat ile beraber o kimse için bir tad bir lezzet olmaz. Herkim dünyayı bilirse o kimse için dünyaya rağbet olmaz. Kim hz Allahın adaletini bilirse davacılar ona yönelmez.
Zinnüni Mısrı buyurdu ki Her korkak korktuğundan kaçar. Bir şeye rağbet eden onu talep eder. Her Allah ile dost olan nefsinden nefret eder kaçar
Zinnüni Mısrı buyurdu ki hz Allahın sıfatlarını bilen kimse sevgiye esirdir. Onun kalbi basiret sahibidir. Allah için olan ameli çoktur. Hz Allahı tanıyan bilen vefalıdır. Onun kalbi zekidir.( Birşeyi anlamakta suratlidir) Hz Allah için olan amelleri temizdir.
Süleyman-ed Darani buyurdu ki : dünyada ve ahrette her hayrın aslı hz Allahtan korkmaktır. Dünyanın anahtarı doymaktır dünyanın anahtarı doymak ahretin anahtarı açlıktır.
Denildiki ibadet sanattır. Dükkanı halvettir. Sermayesi takvadır. Kazancı ise cennettir.
Malik Bin Dinar buyurdu ki: üç şeyi sen üç şey ile güzelleştirki hakiki mü’minlerden olasın. Kibri tevazu ile hırsı kanaat ile hasedi nasihat ile güzelleştir.
Nebi s.a.v buyurdu; Ebuzer gifari hazretlerine Ya ebazer sen gemini güzelleştir. Çünkü deniz derindir. Sen azığını tam olarak hazırla çünkü sefer zordur. Sen yükünü hafiflet çünkü geçit zordur. Sen amelini ihlasla yap çünkü seni gören sana muttali olan hz Allahtır.
Şiir
İnsanlar üzerine tevbe etmeleri lazımdır. Fakat günahı terketmleri daha lazımdır.
Belalara sabır zordur. Lakin sevabı kaçırmak daha zordur.
Zamanın değişmesi aciptir. Lakin insanların gafleti daha aciptir.
Gelecek olan her şey yakındır. Lakin bu gelecek olan şeylerden ölüm daha yakındır.
Hukemanın bazısı buyurdu; dört şey vardırki güzeldir lakin dörtşey daha vardırki dörtşeyden daha güzeldir. Erkekte haya güzledir lakın kadında daha güzeldir. Herkişide adalet güzeldir lakin idarecide daha güzeldir. Yaşlı insanda tevbe güzeldir. Lakin gencin tevbesi daha güzeldir. Çömertlik zenginde güzeldir. Lakin fakirin çömerdi daha güzeldir.
Bazı hükema buyurdu; dörtşey çirkindir. Fakat dört şey bu dötr şeyden daha çirkindir. Geçnte günah çirkindir yaşlıada ise daha çirkindir. Cahillerde Dünya ile meşgul olmak çirkindir alimde daha çirkindir. İnsanların cemisinde Emirlere uymakta tembellik çirkindir. Lakin alim ve talebelerde daha da çirkindir. Zenginlerde kibirlik çirkndir fakirde ise dahada çirkindir.
Nebi a.s buyurdu; sema ehli için yıldızlar emniyet kaynağıdır. Yıldızlar dağılınca sema ehli için hz Allahın hükmü gerçekleşmiş olur. Benim zürriyetim ümmetim için emniyet kaynağıdır. Benim ehli beytim gidince ümmetim üzerine hüküm gerçekleşir. Ashabım için ben emniyet kaynağıyım ben gittiğim zman hz Allahın hüküm ashabım üzerine tecelli eder. Dağlar arz ehli için emniyettir. Dağlar yok olunca Allahın hükmü arz halkına tecelli eder.
Hz ebu Bekir buyurdu; Dört şeyin tamamlanması dört şey iledir. Namaz sehiv secdesi ile oruç sadaka-ı fıtır ile hacın tamamlanması kurban ile imanın tamamlanması cihat iledir
Abdullah İbni Mubarek buyuruyor; Her kim günde oniki rekat namaz kıalrsa namazın hakkını ödemiş olur. Her kim heray üçgün oruç tutarsa oruçun hakkını ödemiş olur. Her kim hergün yüzayet okursa kuranın hakkını ödemiş olur. Her kim Cuma gunu bir dirhem sadaka verirse sadakanın hakkını eda etmiş olur.
Ömer r.a. buyurdu; Denizler dörttür. Heva gunah denizidir. Nefs şehvet denizidir. Ölüm ömürlerin denizidir. Kabir pişmanlık denizidir.
Osman r.a buyurdu; Ben ibadtin tadını dört şeyde buldum birincisi hz Allahın farzlarını yerin egetirmek. İkincisi hz Allahın haramından kaçınmak üçünsücü hz Allahtan sevap talep ederek iyiliği emretmek. Dördüncüsü hz Allahın gadabından kaçınarak kötülükten nehyetmektir.
Hz Osman buyurdu ki; dörtşey vardırki dış görünüşü faziletlidir iç görünüşü vaciptir. Salihlere karışmak fazilettir onalara tabi olmak vaciptir. Kuranı kerim okumak faziletlidir onun ile amel etmek frazdır. Kabirleri ziyaret fazilettir. Kabre hazırlanmak vaciptir. Hasta ziyareti sevaptır o hastanın vasiyetini hazırlamak fazilettir.
Hz Ali buyurdu ki; herkim cennete aşık olursa hayırda surat eder. Herkim nardan korkarsa şehvetten sakınır. Herkim ölüme inanırsa lezzetlero kimse üzerine kesilir. kimki dünyayı bilirse musibetler ona kolay gelir.
Nebi s.a.v. buyurdu; namaz dinin direğidir. Susmak ise daha faziletlidir. Sadaka rabbın gadabını söndürür. Susmak ise daha faziletlidir. Oruç ateşten koruyan bir kalkandır. Susmak daha faziletlidir. Dinin alemeti cihattır susmak daha faziletlidir.
Hz Allah beni israilden olan bir nebiye vahyetti ; Cenabı hak buyurdu senin batıldan susman benim rızam için oruçtur. Senin azaların haramlardan koruman benim rızam için namazdır. Senin mahlukattan ümid kesmen benim rızam için sadakatır. Senin Müslümanlardan ezayı men etmen benim rızam için bir cihattır
İbni Mesut r.a. buyurdu; dört şey kalbin zulmetindendir.aldırış etmenden Aşırı doymuş bir karın zalimlerle sohbet geçmiş gunahını unutmak ve uzun yaşama arzusu. Dört şey kalbin nurundandır. Korkudan dolayı doymamış karın. Salihlerle sohbet. Geçmiş gunahını hatırlamak. Emeli kısaltmak.
Hatemi Esam buyurdu ki; Kimki dört şey olmadan dört şeyi iddia ederse onun davası yalandır. Kimki hz Allahın sevgisini idda ederse haz Allahın haramlarından kaçmazsa onun davası yalandır. Herkim nebi sevdiğini iddaa eder miskin ve fakiri çirkin görürse onun davası yalndır. Kimki cennetin sevgisini iddia eder tasadduk etmezse onun davası yalandır. Kimki cehennemden korktuğunu iddaa edip gunahlardan kaçınmazsa onun davası yalandır.
Nebi a.s buyurdu; Şekavet alameti dörttür. Geçmiş gunahları unutmak halbuki o gunahlar hz Allah tarafından muhafaza ediliyor. Geçmiş İyilikleri hatırlamak halbuki kabul olundumuyoksa redmi olundu bilmiyor. Okimsenin dunyada kendinden üstün olana bakması dinde de kendinden aşağı olana bakması. Hz Allah şöyle buyurur. Okulumu ben istiyorum o beni istemiyorum bende onu terkettim. Saadet alemti dörttür. Geçmiş gunahları hatırlamak. Geçmiş hasenatı unutmak. Dinde kendisinden üste bakması dünyada kendisinden aşağı olana bakması.
Bazı hukema buyuruyor; Muhakkah iman alameti dörttür. Takva , haya, şükür, sabır.
Nebi s.a.vbuyurdu ; Analar dörttür. İlaçların tedavilerin anası edeplerin anası, ibadetlerin anası, iyi arzuların anası. İlaçların tedavilerin anası az yemektir. edeplerin anası az konuşmaktır. İbadetlerin anası az gunah işlemektir. Arzualrın anası, sabırdır.
Nebi s.a.s. buyurdu; Beni ademin cisminde dört cevher vardır. Dört şey o dördü izale eder. Dört cevher akıl din haya ameli Salih. Gadap aklı giderir. Haset dini giderir. Tama düşkünlük hayayı giderir. Gıybet Salih ameli giderir
.
Nebi s.a.s. buyurdu; Cennetteki dört şey cvennetten hayırlıdır. Cennette ebedi kalmak cenneten hayırlıdır. Meleklerin hizmet etmesi cenneten hayırlıdır. Cennette peygamberimize komşu olmak cennetten hayırlıdır. Cennette hz Allahın rızası cenneten daha hayırlıdır. Cehemmende dötr şey cehennemden daha şerlidir. Narda ebedi kalmak nardan daha şerlidir. Cehennemde meleklerin kafirleri kötülemesi nardan daha şerlidir. Narda şeytanın komşuluğu nardan daha şerlidir. Narda hz Allahın gadabı nardan daha şerlidir.
Devamı gelecek...
Hükemanın bazısı sual olunduğu zaman Hazreti Allah ile braber muvafakat(uyum) üzereyim. Nefsim ile beraber muhalefet üzereyim. Mahlukatla beraber nasihat üzereyim. Dünya il eberaber zaruret üzereyim.
Hukemanın bazısı dört semavi kitaptan dört kelimeyi seçti Tevrattan kimki hz Allahın verdiği rızka razı olursa dünya ve ahirette rahat olur. İncilden kimki nefisinin arzularını terk ederse dünya ve ahirette aziz olur. Zeburdan kimki insanlardan ayrılır yalnız kalırsa dünya ve ahrette helak olmaktan kurtulur. Furkandan kimki lisanı muhafaza aederse dünya ve ahirette selamet bulur.
Ömer r.a. rivayet olunduki hz Allaha kasem ederimki ben bir bela ile mübtela kılınmadımki o belada benim üzerime dört nimet vardır. Birincisi benim dinimde olmadığı zaman (dinime ibadetime zarar vermedi zaman) İkincisi o bela başıma gelenden daha büyük olmadı zaman. Üçüncüsü o bela rızadan mahrum bırakmadığı zaman. Dördüncüsü ben o belaya karşılık sevabı ümit ediyorum.
Abdullah ibni mubarek buyuruyor. Muhakkak hikmet sahibi bir kimse sözleri topladı o sözlerden kırkbin söz seçti sonra kırbin sözden dörtbin seçti dört binden dörtyüz seçti. dörtyüzden kırk söz seçti. Kırk sözden dört kelimeyi seçti. Birincisi herne halde olursa olsun kadınlaraitimat etme. İkincisi her hal üzerine mala sakın aldanma. Üçüncüsü midenin takat getiremeyeceğinin midene yükleme. Sana vermeyen ilimden sen toplama.
Muhammed ibni Ahmet Rahimehüllah Aziz ve Celil olan hz Ve seyyiden ve hasuran ve nebiyyen min'es-salıhiyn. Kavli hakkında buyurdu seyyid olarak hz Allah Yahya a.s. zikretti halbuki Yahya a.s. hz Allahın kulu idi dört şeye galib geldiği için zikretti. Nefsine galip iblise galip lisanına galip gadabına galip olduğu için hz Allah seyyid olarak zikretti.
Hz Ali r.a. dört şey devam ettiği müddetce dinde zail olmaz dünyada zail olmaz. Galib ve üstün olarak devam eder. Zenginler kendilerine verilen ile cimrilik yapmadıkca. Alimler bildikleri ile amel etmeye devam ettikce. Cahiller bilmedikleri ile kibirlenmeyip ve böyle devam ettikçe fakirler dünya karşılığı ahretlerini satmamaya devam ettikçe.
Peygamber efendimiz muhakkah hz Allah kıyamet günü insanlardan dört kişiyi insanlardan dört sınıf üzerine delil getirecek. Zenginlerin aleyhine delil Davut a.s. oğlu Süleyman a.s. Kölelere hizmetçilere delil Yusuf a.s. Hastalara delil eyyüp a.s. fakirlere delil isa a.s. olacaktır. Selam onlar üzerine olsun.
Saad ibni Bilal rahimehulah buyurdu. Muhakkak kul günah işlediğinde hz Allah dört haslet ile o kula ihsan eder. Rızkı o kuldan almaz. Sağlığı o kuldan almaz. Hz Allah o kul üzerine günahların açıklamaz acilende onu cezalandırmaz.
Hatamü Esam buyurdu kim dört şeyi dört şeyi sarf eder değiştirir yönelirse cenneti bulur. Uykuyu kabre övünmeyi mizana, rahatı sırata, şehvetide cennete terk ederse cenneti bulur .
Hamidi Leffafi rahimehullah buyurdu biz dört şeyi dört şeyde aradık o dört şeyi diğer dört şeyde bulunca şaşırdık hata yaptık. Zenginliği malda aradık kanatta bulduk. Rahatlığı çok malda aradık az malda bulduk. Lezzetleri nimetlerde aradık sıhhatli bedenlerde bulduk. Rızkı arzda ardık onu gökte bulduk.
Ali r.a. buyurdu; dört şey varki o dört şeyin azı çoktur elem fakirlik ateş düşmanlık.
Hatemi Esam buyurdu dört şeyin kadrini ancak dörk kişi anlar. Gençliğin kıymetin ancak yaşlı anlar. Afiyetin kadrini ancak belaya uğrayan anlar. Sıhhatin kadrini hasta olan anlar. Hayatın kadrini ancak ölüler anlar.
Ebu Nüvas şiirlerinde şöyle der.
Benim günahlarım düşündüğümde çoktur. Rabbimin rahmeti benim günahlarımdan daha geniştir.
Benim arzum yağtığım Salih amellerle olmadığında hz Allahın rahmetini ben daha çok ümid ediyorum
O Allahki benim mevlamdır o beni yaratandır. Muhakak hz Allah ikrra eder ben onun kuluyum ve boyun eğerim.
Eğer bağışlarsa bu rahmettir. Eğer aksi olursa ben neyaparım ne işlerim
Nebi (s.a.v.) Buyurdu: Kıyâmet günü mîzan kurulur. Namaz ehli getirilir mizanda mukafatların tamamı verilir. Sonra Oruç ehli getirilir. Mizanda mukafatların tamamı verilir. Sonra hac ehli getirilir mizanda mukafatların tamamı verilir. Sonra bela ehli getirilir. Onlar için mizan dilkilmeyecek amel defterleride açılmayacaktır. Hesapsız olarak onların mukafatları verilecek. Hz Allah o bela ehlinin sevabını çok verdiğinden dolayı Afiyet ehli onların yerinde olmayı temenni edecek.
Bazı Hukema Buyurdu: Âdemoğlunu dört yağmacı karşılar: Ölüm meleği zorla ruhunu alır. Vârisler zorla malını paylaşır. Kurtlar cesedini zorla alır. Kıyamet gününde amelini davacılar zorla alır.
Bazı Hukema buyurdu: Kimki şehvetler ile meşgul olursa onun için bir kadın lazımdır. Kim mal toplamakla meşgul olursa elbette haram lazımdır. Kimki Müslümanlara menfaatli olmakla meşgul olursa elbette inanlarla iyi geçinmesi lazımdır. Kimki ibadetle meşgul olursa elbette onun için ilim lazımdır.
Hz Ali buyurdu: Amellerin en zoru dört haslettir. Öfkelendiğinde afv etmek. Fakirlik zamanında çömertlik. Yalnız iken haramlardan sakınmak.Korktuğu veya bir şeyi ümit ettiği kişiye karşı doğruyu söylemek.
Zebur kitabında Hz Allah Davut a.s. vahyetti; Akıllı kimse hikmet sahibi dört saadetten hâli olmaz.Bir saatte rabbine munacaat eder. Bir saatte nefsini hesaba çeker. Bir saatte ayıplarını ona haber veren kardeşlerinin yanına yürür. Bir saatte helal olan lezzetler ve nefis için terk eder.
Bazı Hukema buyurdu; Bütün ibadetler kulluğa aittir dörttür. Ahitlere vefa göstermek (farzlara dikkat edecek). Hududu muhafaza etmek (Hz Allahın koyduğu yasaklar). Kaybettiği şeylere sabır göstermek (Elinden çıkana). Elinde olan her şeye razi olmak
Peygamber efendimiz buyurdu; Herkim beş şeyin kıymetini bilmezse beş şeyi kaybetmiş olur. Herkim alimi hafife alırsa dinini kaybetmiş olur. Herkim emirleri (idareci) hafife alırsa dünyasını kaybetmiş olur. Herkim komşularını hafife alırsa menfaatini kaybetmiş olur. Herkim akrabalarını hafife alırsa sevgiyi kaybeder. Herkim aile ferdlerini hafife alırsa güzel yaşamayı kaybeder.
Peygamber efendimiz buyurdu; Ümmetin üzerine yakında bir zman gelecek beşşeyi sevecek beş şeyi unutacaklar. Dünyayı sevip ahreti unutacaklar. Evleri sevip kabirleri unutacaklar. Malı sevip hesabı unutacaklar. Ehlini sevip hurileri unutacaklar. Nefsin arzu ettiklerini sevip hazreti Allahın emirlerini unutacaklar. Onlar benden uzaktırlar bende onlardan uzağımdır.
Peygamber efendimiz buyurdu; Allahü Teâlâ kime beş şey ihsan ederse, onun için beş şey hazırlar: hazreti Allah şükrü bir kula vermez ancak ziyadeleşmesini hazırlar. Hazreti Allah bir kula duayı vermez Hazreti Allah o kimse için icabeti hazırlamıştır. Hazreti Allah bir kula istiğfarı vermez Hazreti Allah o kimse için mağfireti hazırlamıştır. Hazreti Allah bir kula tevbeyi vermez ancak i kişi için kabulu hazırlamıştır. Hazreti Allah bir kula sadakayı vermez ancak o kul için kabulu hazırlamıştır.
Hz Ebu Bekir buyurdu; Zulmetler beştir. O zulmetler için kandilerde beştir. Dünyayı sevmek zulmettir. Bu zulmet için kandil takvadır. Gunahta zulmettir bu zulmet için kandil tevbedir. Kabir bir zulmettir bu zulmet için kandil Lailahe illAllah Muhammedür resulullahtır. Ahirette zulmettir bu zulmet için kandil Salih ameldir. Sırat zulmettir bu zulmet için kandil hakiki imandır.
Hz. Ömer R. A. rivâyet emiştir: Rasûlüllah S.A.V. buyurdu: Eğer gaybı bilmek iddiâsı olmasaydı beş zümrenin cennetlik olduğuna şâhitlik ederdim: Âile sâhibi olan fakir. Kocasını râzı eden kadın. Mehrini kocasına bağışlayan kadın. Ana ve babası kendisinden râzı olan evlât. Günahlarından tevbe eden kimse
Hz. Osman R. A. Beş şey takvâ ehlinin alâmetidir: Din için çalışanlarla oturmak. Dilini ve nâmûsunu korumak. Dünyalıktan bir şeye kavuştuğunda onu vebâl kabul etmek. Dinden az bir şey geldiğinde onu ganîmet bilmek. Haram karışır korkusuyla helâlden aza râzı olmak. Bütün insanların kurtulduğuna inanıp sâdece kendisinin kurtuluşunda şüphe etmek.
Hz. Ali R. A.: Beş kötü hal olmasaydı bütün insanlar salih olurdu: Câhilliğe râzı olmak.Dünyaya hırslı olmak. Servet sâhibi iken cimrilik etmek. Ameline riyâ karıştırıp heder etmek. Kendi görüşünü beğenerek üstünlük iddiâ etmek.
Allah Teâla Habîbini beş şerefle şereflendirdi: İsmiyle şereflendirdi; diğer peygamberlere Âdem, Nuh, İbrahim diye husûsî isimleriyle nida ettiği halde Ona Rasûlüm diye hitap etti. Cismiyle şereflendirdi; Zirâ peygamberimiz (s.a.v.) bir şey için dua ettiğinde Cenâb-ı Hak,bizzat kendisi cevap verdi. Diğer peygamberler için böyle değildir. Atâ ile şereflendirdi; Allahü Teâlâ ona istemeden ihsanda bulundu. Hatasızlık ile şereflendirdi; Cenab-ı Hak Ondan zelle vâki olmadığı halde Allah seni affetti buyurup bağışladığını beyân etti. Rızâ ile şereflendirdi; Onun fidyesini, sadakasını ve nafakasını kabul etti. Halbuki diğer peygamberlerinki böyle değildi.
Abdullah Bin Amir Bin Âs R. A.: Kendisinde beş şey bulunan kimse dünya ve âhiret saâdetine kavuşur: “Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Rasûlüllah” Kelime-i Tayyibe’sini çok okumak. Başına belâ geldiğinde “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil Aliyyil Azîm” demek. Bir nîmet ihsan edildiğinde “Elhamdü lillâhi Rabbil âlemîn” deyip o nîmete şükretmek. Bir işe başlarken Besmele-i Şerîfe okumak. Günah işlediğinde “Estağfirullâh-el-Azîm ve etûbü ileyh” demek.
Hasan-ı Basrî Rh.A. buyurdu: Tevrat’tan beş kelime yazılmıştır: Zenginlik, kanâattadır. Selâmet uzlette (halktan uzaklaşmakta)dır. Büyüklük şehvetleri terk etmektedir. Faydalanmak uzun günlerde (Cennette)dir. Sabır az günlerde ( dünyada)dır
Rasûlüllah S.A.V. buyurdu: Beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bilin: İhtiyarlamadan önce gençliğin; Hastalanmadan önce sıhhatin; Fakir düşmeden önce zenginliğin; Ölmeden önce hayatın; Meşgûliyetten önce boş vaktin kıymeti.
Yahyâ bin Muâz-ı Râzı Rh.A. buyurdu: Çok yiyenin eti çok olur. Eti çok olanın şehveti çok olur. Şehveti çok olanın günâhı çok olur. Günâhı çok olanın kalbi katılaşır. kalbi katılaşan da dünya âfet ve ziynetlerinde boğulur.
Süfyân-ı Sevrî Rh.A. buyurdu: Fakirler beş şeyi tercih ettiler: Nefsin râhatını, Kalbin boşluğunu, Allahü Teâlâ’ya kulluğu, Hesâbın hafifini, Cennette yüksek dereceleri. Zenginler de beş kötü şeyi tercih ettiler: Nefsin yorgunluğunu Kalb meşgûliyetini Dünyaya kulluk etmeyi Hesâbın zorunu Derecenin aşağısını.
Abdullah Antakî Rh.A. buyurdu: Beş şey kalbin ilâcıdır: Sâlihlerle oturmak. Kur’an-ı Kerim okumak. Az yemek. Gece kalkıp namaz kılmak. Sabah vakti ağlayarak niyazda bulunmak.
Alimler dediler ki: Tefekkür beş nevîdir:Allahü Teâlâ’nın âyetlerini tefekkür etmek; bunun meyvesi tevhid ve yakîndir. Allahü Teâlâ’nın nîmetlerini tefekkür edip şükretmek; bunun meyvemesi, muhabbettir. Allahü Teâlâ’nın vaadini tefekkür etmek; bu, âhirete rağbeti artırır. Allahü Teâlâ’nın tehdîdini tefekkür etmek; bu, günahlardan sakınmayı ve itâatı artırır. Allahü Teâlâ’nın ihsânını ve kendisinin itâat ve ibâdette olan kusurlarını tefekkür etmek; bu da hayâ duygusunu artırır.”
Bazı Hükema Buyurdu; Beş şey kişiyi takvâya ulaştırır: 1- Sıkıntıyı nîmete ihtiyar etmek 2- Zahmeti râhata ihtiyar etmek 3- Zilleti izzete ihtiyar etmek 4- Sükûtu füzûlî konuşmuya ihtiyar etmek 5- Ölümü hayata tercih etmek.
Rasûlüllah S.A.V. buyurdu: Gizlilik, sırları; Sadaka malı; İhlâs ameli; Doğruluk sözleri; Müşâvere rey ve fikirleri muhâfaza eder.
Peygamber S.A.V. Efendimizden: Mal toplamada beş şey var: 1- Toplamakta sıkıntı çekmek. 2- Allahı zikirden gaflet edip geri kalmak. 3- Hırsız ve soygunculardan korkmak. 4- Cimri adı verilmek. 5- Sâlihlerden uzak kalmak.
Malı dağıtmakta da beş şey var: 1- Onu arama zahmetinden kurtulup rahata kavuşmak. 2- Bekçiliğinden kurtulup Allah’ı zikir için boş vakit bulmak. 3- Hırsız ve soyguncudan emin olmak. 4- Cömert ismini kazanmak. 5- Sâlihlerle sohbet imkânı bulmak.
Süfyân-ı Sevrî R.A. buyurdu; Bu zamanda beş hâle sahip olmayan mal toplayamaz: 1- Uzun emel . 2- Aşırı hırs. 3- Şiddetli cimrilik 4- Takvâ azlığı 5- Âhireti unutmak.
Şiir
Ey dünya ile evlenmek isteyen kişi! Onun her gün başka bir dostu var.
Kocaya varmak ister, fakat Başka bir yerde biriyle birleşir.
Dünya, tâliplerinin hiçbirine ümit vermedi; Hepsini birer birer âhirete gönderdi.
Şüphesiz ben aldanmışım; çünkü, Belâlar vücûdumu azar azar yiyip bitirmekte.
Ahiret yolculuğu için azık hazırlayın zirâ, Münâdî, Hazırlanın gidiyoruz diye nida etmekte.
Hâtem-i Esam R.A. buyurdu: Acele Şeytandandır ancak beş yerde sünnettir:1- Misâfire yemek ikram etmek 2- Cenazeyi teçhiz edip hazırlamak 3- Bülûğa eren kız çocuğunu evlendirmek 4- Vaadesi gelen borcu ödemek 5- Günah işlediğinde tevbe etmek
Muhammed Bin Durî R.A. buyurdu; Şeytan beş şey sebebiyle kovuldu: 1- Suçunu kabul etmedi. 2- Pişman olmadı. 3- Nefsini ayıplayıp kendini kusurlu görmedi. 4- Tevbeye azm ve kastetmedi. 5- Allah’ın rahmetinden ümidini kesti.
Adem A.S. da beş şey sebebiyle mesut oldu: 1- Kusurunu kabul etti. 2- Zellesinden dolayı pişman oldu. 3- Nefsini suçlu bulup ayıpladı. 4- Tevbede acele ve israr etti. 5- Allah’ın rahmetinden ümit kesmedi.
Şakîk-i Belhî R.a. Buyurdu; Size beş şey tavsiye ederim: 1- Allah’a ihtiyâcınız kadar ibâdet edin. 2- Dünyadan ömrünüz kadar alın. 3- Azâba dayanabileceğiniz kadar günah işleyin. 4- Kabirde kalacağınız kadar azık hazırlayın. 5- Kalmak istediğiniz kadar cennet için amel edin.
Şakîk-i Belhî R.a. Buyurdu; Beş şeyi beş şeyde bulduk:1- Günahları terk etmeyi kuşluk namazında 2- Kabir nurunu gece namazında 3- Münker ve Nekire cevabı, Kur'an-ı Kerim okumakta 4- Sırat köprüsünü geçmeyi oruç ve sadakada 5- Arşın gölgesini halvette.
Hz. Ömer R.A buyurdu Dili muhâfazadan iyi dost Takvâdan güzel elbise Kanâattan üstün servet Nasîhatten üstün iyilik Sabırdan lezzetli yemek görmedim İyilik karşılık beklemeden Allah rızâsı için başkalarına mal ve sözle yardımda bulunmaktır.
Bazı Hükema Buyurdu; Beş şey zühd alametidir: 1- Allahü Teâlâya güvenmek. 2- Halktan bir şey beklememek. 3- İhlasla amel etmek. 4- Zulme tahammül etmek. 5- Elde bulunana kanâat etmek.
Bazı Abidilerin Münâcâtı: İlâhî Uzun emel beni aldattı. Dünya sevgisi helâk etti. Şeytan, dalâlete sevk etti. Nefs-i Emmare Hakdan men etti. Ey Yardım dileyenlere lütuf eden Rabbim Bana inayet et. Eğer sen yardım etmezsen kim yardım eder.
Rasûlüllah S.A.V. buyurdu: Bir zaman gelecek, ümmetim beş şeyi sevip beş şeyi unutacak: 1- Dünyayı sevip âhireti 2- Hayatı sevip ölümü 3- Evleri sevip kabirleri 4- Serveti sevip hesâbı 5- Halkı sevip Hâlikı unutacaklar.
Yahyâ Bin Muâz-ı Râzı R.A buyurdu İlâhî Geceler sana yalvarmakla Gündüzler sana taatla hoştur. Dünya senin zikrinle güzeldir. Ahiret senin affınla Cennet Cemalini seyretmekle güzeldir.
« Son Düzenleme: 26 Mart 2009, 13:39:40 Gönderen: mystic »
Peygamber (S.A.V.) buyurdu: Altı şey altı yerde gariptir: 1- Namaz kılmayanlar arasında mescid 2- Okumayanlar arasında Mushaf. 3- Fâsıkın kalbinde Kur’an-ı Kerim. 4- Zâlim erkeğin elinde sâliha kadın 5- Kötü huylu kadın elinde sâlih erkek. 6- Söz dinlemeyenler arasında âlim. Allahü Teâlâ kıyâmet günü bunlara rahmetle nazar etmeyecek.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz buyurdu: Ben altı kişiye lânet ettim; Allahü Tealâ ve duası makbul peygamberler de lanet ettiler: 1- Allah’ın kitâbına bir şey ilâve eden. 2- Allah’ın kaderini yalanlayan. 3- Allah’ın zelil ettiğini zorla aziz, aziz kıldığını zelil eden. 4- Haremi Şerifte Allah’ın haram kıldığı şeyleri helâl sayan. 5- Ehl-i Beytim hakkında zulum ile Allah’ın haram kıldığı şeyleri helâl gören. 6- Sünnetimi terk edip bid’at ve delâletle uğraşan. Allahü Tealâ böylelerine rahmet nazarı ile bakmaz.
Hz. Ebû Bekir Sıddîk (R.A.) buyurdu; Cebbâr olan Allahü Teâlânın kudreti de üzerindedir İblis seni dini terk etmeye. Nefis günah işlemeye. Hevâ şehvetlere. Dünya kendisini âhiretten üstün göstermeye. Âzâlar, isyana. Allahü Teâlâ da cennete dâvet eder. İblise uyanın dini. Nefsi dinleyenin, rûhu. Hevâya uyanın aklı. Dünyayı tercih edenin âhireti yok olur. Allahın dâvetine uyan günahlardan kurtulur ve bütün hayırlara kavuşur.
Hz. Ömer (R.A.) buyurdu: Allahü Teâlâ altı şeyi, altı şeyde gizledi:1- Rızâsını tâatte 2- Gazabını günahda 3- İsm-i Âzamı, Kur’an-ı Kerim’de 4- Kadir gecesini Ramazan ayında; 5- Orta namazı namazlar içinde; 6- Kıyâmet gününü günler içinde gizledi.
Hz. Osman (R.A.) buyurdu; Mü’minin altı korkusu var: 1- Îmânını zâyî etmek korkusu. 2- Meleklerin kendisini zelil eden şeyleri yazma korkusu. 3- Şeytanın amelini ifsât etme korkusu. 4- Azrâil A.S.’ın, ansızın canını alma korkusu. 5- Dünyaya dalıp da âhireti unutma korkusu. 6- Âilesiyle meşgul olup Allah’ı zikirden geri kalma korkusu.
Hz. Ali (R.A.) buyurdu; Nefsinde altı hasleti toplayan kimse; Cenneti istemek ve Cehennemden kaçmak için yapacak başka bir şey bırakmamıştır: 1- Allahü Teâlâ’yı bilip ona itâat etmek. 2- Şeytanı tanıyıp onu reddetmek. 3- Âhireti tanıyıp onu istemek. 4- Dünyayı tanıyıp onu terk etmek. 5- Hakkı Hak bilip Hakk’a tâbî olmak. 6- Bâtılı bâtıl bilip ondan sakınmak.”
Hz. Ali (R.A.) buyurdu; Nîmetler altıdır: 1- İslam 2- Kur’an-ı Kerim 3- Allah’ın Rasûlü Hz. Muhammed (S.A.V.) 4- Afiyet 5- Setir 6- İnsanlara muhtaç olmamak.
Yahyâ Bin Muâz-ı Râzı R.A. buyurdu.İlim amelin delilidir.Anlamak ilmin çanağıdır (kabıdır) Akıl hayra öncüdür Hevâ günahlara binektir.Mal büyüklenenlere elbisesidir.Dünya, âhiretin çarşısıdır.
Ebû Zer Cumhir Rh.A. buyurdu Altı haslet dünyanın bütün iyiliğine müsavidir: Lezzetli yemek. Sâlih evlât. Allah ve Resulüne itaat eden zevce Sağlam söz Kâmil akıl Sıhhatli beden.
Hasan-ı Basrî Rh.A buyurdu;Ebdal (EvliyaUllahtan 40 kişilik grup)olmasaydı yer içindekilerle birlikte batardı. Sâlihler olmasaydı kötü kimseler helâk olurdu. Âlimler olmasaydı insanlar vahşîleşirdi. Sultan olmasaydı insanların bağzısı bağzısını helak ederdi. Ahmaklar olmasaydı dünya harâp olurdu. Rüzgâr olmasaydı her şey kokardı.
Hükemanın bazısı buyurdu Allahtan korkmayanın dili hatadan kurtulmaz.Allah’ın huzûrunda hesap vermekten korkmayanın kalbi haram ve şüphelerden kurtulmaz.Halktan ümidini kesmeyen tamâdan kurtulmaz.Amelini muhafaza etmeyen riyâdan kurtulamaz.Kalbini korumak için Allahtan yardım istemeyen hasetten kurtulmaz.İlim ve amel bakımından kendinden üstün olanlara bakmayan ucubdan kurtulmaz.
Hasan-ı Basrî Rh.A.buyurdu;Kalblerin bozulması altı şeydendir:Tevbe ederim ümidiyle günah işlemek. İlim tahsil ettiği halde amel etmemek. Amel ettiği halde ihlâstan uzak olmak. Allahü Teâlânın verdiği rızkı yiyip şükretmemek. Allah’ın taksimine râzı olmamak. Ölüleri defnedip ibret almamak.
Hasan-ı Basrî Rh.A.buyurdu:Allahü Teâlâ Dünyayı âhirete tercih eden kimseyi üçü dünyada üçü âhirette olmak üzere altı cezâ ile cezâlandırır. Dünyadaki cezâlar: Sonu olmayan istek ve arzular. Yenilmez hırs; kanâatsizlik. Gaflete yenik düşüp ibâdetten zevk alamamak. Âhiretteki cezâlar: Kıyâmetin sarsıntısı Şiddetli hesap. Uzun hasret.
Ahnef Bin Kays R.A.buyurdu: Haset edene râhat yoktur Yalancıda fazîlet olmaz. Cimri için kurtuluş yoktur Hükümdarlar için vefâkârlık yoktur. Kötü ahlâk sâhibi için büyüklük yoktur.Allah’ın hüküm ve kazâsını çevirecek kudret yoktur
Hükemâdan bir zâta sordular: Kul tevbesinin kabul edilip edilmediğini bilmiyor mu?” Buna hüküm veremem ancak, kabul edildiğine dâir altı alâmet vardır: Kendi nefsini günahtan korunmuş bilmek. Gaibde ferahı kalbnde hissedecek hüznü ise daima kendinde olacak . hayır ehline yaklaşacak kötü kimselerden uzaklaşacak Dünyalığın azını çok âhirete âit işlerin çoğunu az görür. Kalbi, Allahü Teâlâ’nın yüklediği şeylerle meşgul olur ve Allah’ın kefil olduğu rızık için endişe etmez. Dilini korur düşünür üzgün ve pişman olur. dedi.
Yahyâ Bin muâz Rh.A.buyurdu: bana göre Aldanmanın en büyüğü; Af ümit ederek günah işlemek. Tâatte bulunmadan Allah’a yaklaşma arzûsunda olmak. Cehennem tohumu ekip Cennet beklemek. İsyan ile itâatkârların ecrine ulaşmak istemek. Amel etmeden mükâfât beklemek. Haddi aştığı halde Allahü Teâlâ’nın affını temennî etmek.
Şiir
Yolunda yürümeden kurtuluş bekler! Karada gemi yüzer mi hiç?
Ahnef Bin Kays R. A.buyurdu: Kula verilen en hayırlı şey akıldır. O olmazsa Güzel edeptir. O da olmazsa Uygun arkadaştır. O da olmazsa Sabreden kalbtir. O da olmazsa Uzun müddet sükût etmektir. O da olmazsa Hemen ölmektir dedi.
Ebû Hüreyre R.A.,buyurdu; Peygamber S.A.V. Efendimiz’den rivâyet etmiştir: Yedi zümre vardırki Allahü Teâlâ, kıyamet gününde Arş’ın gölgesinde gölgelendirir: O günde arşın gölseginden başka gölge yoktur. Adâlet ile hareket eden idareci Ömrünü Allahü Teâlâ’ya ibâdet etmekle geçiren genç.İnsanlardan bir kimse görmediği halde Allah korkusundan dolayı Allahı’ı zikreden ve gözyaşı döken kimse. Kalbi mescitle bağlanmış olan, namaz vaktini bekleyen kişi.Sağ elle verdiği sadakadan sol elin haberi olmayan Allah rızası için birbirlerini sevenler.Kendisini dâvet eden güzel kadını, Allah korkusuyla reddeden bir erkek.
Ebû Bekir Sıddîk R.A.buyurdu:Cimri kimse, yedi tehlikenin birinden hali olmaz. Kişi ölür malını saçıp savuran ona varis olur.Allah o kişiye zalim bir idareci musallat eder onun malını alır onun nefsini kefil durumuna düşürür. O kimse için malı şehvetini tahrik eder. O kişiyi malı ifsat eder.Veya harap bir araziyi imar ve bina yapmak için görüş zahir olur. Malı o uğurda gider. Veya o mala dünya musibetlerinden bir musibet denizde batmak,yangın hırsızlık buna benzer şeyler isabet eder. Mal sahibine devamlı hastalık isabet eder malını hastalığını tedavi etmeye harcar. Malını yerlerden biryere gömer onu unutur bulamaz ve ölür gider.
Hz. Ömer R.A.buyurdu:Kim gülmesi Çok olursa heybeti azalır. İnsanları hafife alan, kendisede hafife alınır.Bir kimse bir şeyi çok yaparsa onunla tanınır. Bir çok konuşsa hatası çok olur.kiminHatası çok olursa hayası az olur. Kimin hayası az olursa şüpheli şeylerdne sakınması az olur. Kimin verası az olursa onun kalbi ölür.
Hz. Osman R.A.buyurdu: İki kardeş vardı duvarın altında hazine vardı.. Babaları da sâlih insandı.” (S.Kehf. 82) Hz Osman Hazine altından levhadırlevha üzerinde 7 satır vardır birinde şöyle yazıyordu Ölümü bilipte gülene ben şaştım. Dünyanın fânî olduğunu bilipte halde, ona rağbet edene; Her şeyin Allahın takdiri ile olduğunu bilipte bazı şeylerin kaçırılmasına üzülene;Hesâbı olacağını bilipte halen mal toplayana; Cehennemin hak olduğunu bilipte günah işleyene;Yakınen Cenneti bilipte, dünyada istirahat edene. Şeytanın düşman olduğunu bilipte ona ibadet edene şaştım.
Hz. Ali R.A.buyurdu: sual olundu. Semadan daha ağır ne var. arzdan geniş ne var. denizden daha derin ne var. taştan daha şiddetli ne var. Ateşten daha yakıcı kışdan daha soğuk zehirden daha ağır ne var?
Ali R.A. buyurdu. Mahlukata iftira atmak semadan daha ağırdır. Hak doğruluk arzdan daha geniştir. Kanaatkar kimsenin kalbi denizden daha derin zengindir. Munafığın kalbi taşdan daha şiddetlidir. Zalim idareci ateşden daha yakıcıdır. Cimri ve kötü huylu olmak kıştan daha soğuktur. Sabır zehirden daha acıdır. Denildiki nemime zehirden acıdır.
Nebi S.A.V. Efendimiz buyurdu: Dünya; yurdu olmayanın yurdu Malı olmayanın malıdır. Aklı olmayan, onun için mal toplar. Anlayışı kıt olan kimseler dünyanın şehvetleri ile meşgul olur. İlmi olmayan, dünya için azap eder. Nurlanmış aklı olamayan kimseler dünya için haset eder. Kalbi mutmaın olmayanlar koşar çalışır.
Câbir Bin Abdullah Ensârî R.A., Peygamber S.A.V. Efendimiz’den rivâyet etmiştir:Cebrâil (A.S.) bana, komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, komşu komşuya vâris olacak sandım.Kadınlar hakkında öyle tavsiyelerde bulundu ki, Cenâb-ı Hak talakı (boşamayı) haram kılacak sandım.Köleler hakkında öyle tavsiyede bulundu ki, onları âzât etmek için bir zaman verilecek sandım. Misvak hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, farz olduğunu sandım.Cemâatle namaz kılmayı o kadar tavsiye etti ki, ancak cemâatle kılınan namaz kabul edilecek sandım.Gece Teheccüd namazı kılmayı o kadar tavsiye etti ki, gece uykusu yasak edildi sandım. Allah’ı zikretmeyi o kadar tavsiye etti ki, onsuz hiç bir sözün faydası olmayacak sandım.
Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz buyurdu:Yedi kişi var ki, Kıyâmet günü Hak Teâlâ onlara rahmetle nazar etmez: erkek erkeğe kadın kadına munasebet edenler.Eli ile evlenen.Hayvanı nikâh eden. Kadına dübüründen yaklaşan. Kadını ve kızını beraber nikahında bulunduran. Komşusunun helâli ile zinâ eden. Komşusuna, eliyle ve diliyle eziyette bulunan.
Peygamber S.A.V. Efendimiz buyurdu: Allah yolunda şehit olanlardan başka yedi kısım şehit vardır: Karın ağrısından ölen. Suda boğulan.Zâtülcenp(Akciğer veremi) hastalığından ölen.Vebâdan ölen.Yanarak ölen.Göçük altında can veren.Doğum esnâsında ölen kadın
İbni Abbas R.Anhümâ buyurdu: Aklı olan kimseye yedi şeyi tedi şeye tercih etmek lazım gelir. Fakirliği, zenginliğe; Zenginliği alcak gönüllülüğe Tevâzuu, kibre; Açlığı, tokluğa;Üzüntüyü, sevince;Aşağı mertebede olmayı yüksek olanlara.Ölümü, hayata tercih eder
Sekiz'li Babi
Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz buyurdu:Sekiz şey, sekiz şeye doymaz: Arz yağmura erkek kadına alim ilme dilenci istemeye dünyaya düşkün dünyalık biriktirmeye deniz suya ateş oduna doymaz.
Hz. Ebû Bekir Sıddîk R.A.:Sekiz şey, sekiz şeyin süsüdür: dilenmekten sakınmak fakirliğin süsüdür.Şükür, nîmetin; Sabır, belânın;Yumuşak huy ilmin; boynu bükük olmak talebenin ağlamak korkunun başakakmayı terk etmek iyiliğin huşu namazın süsüdür.
Hz. Ömer R.A.: kim luzumsuz konuşmayı terk ederse, hikmet verilir.kim çok bakmayı terk ederse kalp huşûu verilir.kim fazla yemeği terk ederse ibâdet lezzeti ihsan olunur. Çok gülmeyi terk ederse, heybet verilir.kim Şakayı terk ederse ağırbaşlılık verilir. Kim Dünya sevgisini terk ederse, âhiret sevgisi verilir. Kim Başkasının ayıplarını araştırmayı terkederse, kendi ayıplarını düzeltmek ihsan olunur. verilir. Kim Allahü Teâlânın nasıl olduğunu araştırmayı terk ederse munafıklıktan kurtulmuş olur.
Hz. Osman R.A.: Allahı bilip tanıyan kimseler 8 şeydir: kalbi korku ve ümit arasında olur. Lisanı C.H. övecek. Gözü haya ve ağlamaklı iradesi Allahın razı olduğu şeyleri isteyecek. Dünyayı terk edecek mevlanın rızasını talep edecek.
Hz. Ali R.A.:Huşû’suz kılınan namazda hayır yoktur. Luzumsuz konuşmadan sakınılmayan oruçta hayır yoktur. mânâsı düşünülmeden okunan Kur’anı kerimde hayır yoktur. Haramdan kaçınılmayan ilimde hayır yoktur. Çömeretlik olmayan malda hayır yoktur. Muhafaza edilmeyen kardeşlikte hayır yoktur. Devamlı olmayan nimette hayır yoktur. Kendisinde ihlas olmayan duada hayır yoktur.
« Son Düzenleme: 26 Mart 2009, 13:40:45 Gönderen: mystic »
Nebi s.a.v. buyurdu: Allah İmran oğlu musaya tevratta vahyetti. Muhakkak hataların aslı anası üçtür. Kibir haset hırs. Kötülükler bu üç şeydanmeydana geldi. 9 oldu. 1. 6dan uyku rahat mal sevgisi övülmeyi sevmek.
Hz. Ebû Bekir Sıddîk R.A.buyurdu: İbadet edenler 3sınıftır. Her sınıf için 3 alemt vardır.o alemet ile bilinirler. 1. Sınıf Allahtan korktukları için Allaha ibadet ediyorlar. 2. Sınıf rahmetini ümit ettikleri için Allaha ibadet ediyorlar. 3. Sınıf Allahı sevdikleri için Allaha ibadet ediyorlar Birinci sınıf için 3 alâmet vardır. kendini hakir görür. Yaptığı İyiliklerini az görür.Günahını çok görür. İkinci sınıf için 3 alâmet vardır. Btün hallerinde insanlara önder olur.Dünyada mal ile insanların hepsinin çömerdi olur. Bütün mahlukat hakkında Allaha güzel zan sahibi olur. Üçüncü sınıf için 3 alâmet vardır. Sevdiği bir şeyi verir. Rabbi razı olduktan sonra aldırış etmez. Amel eder rabbi razı olduktan sonra nefsini kızdıracak şeyler yapar. Bütün hallerinde emir ve yasaklarında C.H. ile beraber olur.
Hz. Ömer R.A.buyurdu: Şeytanın nesli dokuzdur: 1.Zelîtûn, 2.Vesîn, 3.Lakûs, 4.Âvan, 5.Haffaf, 6.Mürre, 7.Müsevvit, 8.Dâsim, 9.Velhan.Zelîtûn, çarşı ve sokakların sahibidir. Gördüğü heryerde dikilir. Vesîn, musibetlerin şeytanıdır. Âvan, idarecilerin şeytanıdır. Haffaf, şarap içenlerin şeytanıdır. Mürre, çağlı şeytanıdır.Lakûs, Mecusilerin arkadaşıdır. Müsevvit, yalan haber yayan habercilerin şeytanıdır. İnsanların azına yayar o haberlerin aslı bulunmaz. Dâsim evlerde bulunan şeytandır. Kişi evine selam vermezse Allahın ismini anmazsa aile arasında çekişmeyi meydana getirir. Hatta boşanma huluğ ve dövmek meydana getirir. Velhan, abdestte, namazda ve diğer ibâdetlerde vesvese verir.
Hz. Osman R.A.buyurdu: kim beş vakit namazı vaktinde kılamyı muhafaza ederse ve bunu devamlı hale getirirse Allahü Teâlâ dokuz kerâmet ihsan eder: Allah onu sever. Bedeni sıhhatli olur. Melekler onu bekler koruyucu olur. Namaz kılanın evine bereket iner.Yüzünde sâlihlerin siması görülür.Allah namaz kılanın kalbini boşaltır. Sırattan parlayan şimşek gibi geçer. Cehennemden kurtarır. Allah onu kendilerinde korku ve hüzün olmayanların yanına yerleştirir.(komşu yapar)
Hz. Ali R. A. buyurdu: Ağlamak üç kısım üzerinedir. 1. Allahın azabındnakorktuğu için ağlar. 2. Gadabından korktuğu için ağlar. 3. Allahtan uzak kalma korkusundan dolayı ağlar. Amma 1. Günahlara kefarettir. 2. Ayıpları temizler.3. Allah sevgisinden mahrum olur. Günahlara kefaretin faydası ahrette azaptan kurtulmaktır. Ayıplardan temizlenmenin faydası daimi nimet cennette en yüksek dereceyi elde eder. Allah rızasının faydası Allahtan güzel haber almak Allahın razı olduğu ve C.H. görme müjdesi. Meleklerin ziyareti ziyade fazilet ve sevaptır.
Gelen Gelsin
İdris Arpat
1996 - Mayis, Sayı: 123, Sayfa: 036
İş bu cemaat samîmiyete hayran olanlar cemaatidir, gelen gelsin.
Allah rızası, "esas gaye" bilinir, "benim de gayemdir" diyenler gelsin.
İman gülünün sulanması karara bağlanmıştır, "sabırla su taşırım", diyenler gelsin.
Nefis ve gurur, ruh ve kalbin önünde kurban edilecektir, "kıyarım gururuma" diyenler gelsin.
Menfeâtlar aşılacak, enaniyetler atılacaktır, "savurur atarım" diyenler gelsin.
İslam'ın hayata hakim olması için, baş döndürücü bir yarış başlayacaktır, yüreğine güvenenler gelsin.
Ölmeyen aşıkların sabırlı sevdalıları olmak hüner bilinmiştir, bu iştiyak ve metanete sahip yiğitlerin gelsin.
Kalabalıklardan ziyade kalplere eğilenler gelsin.
Maddenin basitliğinde avunamayıp, gönül deryalarının derinliklerinde teselli arayanlar gelsin.
Firavun çalımını yere yıkıp, yetim çocuk hüznüne yönelenler gelsin. "Kıpırdamadan dil-dudak, sözü duyanlar gelsin."
Baktığı anda tâ özü görenler gelsin.
İnsanlar için her fedakarlığa katlanılacak, her gayret gösterilecek, fakat bir teşekkür bile beklenmeyecektir, "bu işe ben talibim" diyenler gelsin.
Ömrün dakika dakika hesabı yapılacak, harcanışa göz yumulmayacaktır. Gaflet, belayı azîm, akıntıya kapılmak vahim, "harcanmak istemiyorum" diyenler gelsin.
"Gözlerim mezarların esrarına takıldı kaldı, parayı-pulu görecek
"Gözlerim mezarların esrarına takıldı kaldı, parayı-pulu görecek mecal mı kaldı?" diyenler gelsin. İşbu sırra kadem basanlar gelsin.
Kıyameti kıymetli olanlar geciktirecektir. Kıymet olup, insanları kıyametten kurtarmak isteyenler gelsin.
Şeytanî izler terk edilir, peygamberler izince gidilir, "bu izlerde adım adım yürürüm" diyenler gelsin.
Bu yollar inceden incedir ilerledikçe hassasiyet artar, huzur artar, acı artar. "Ben bu acıları bağrıma basarım" diyenler gelsin.
Tağutların şımarıklığını, Allah adamlarının sıkıntılarını gördükçe yarı kesilmiş kuş gibi çırpınanlar gelsin.
Samimiyet hasreti yüreklerine ateş gibi kasılanlar gelsin.
Saadeti başkalarını mes'ud etmekte arayanlar gelsin.
Nimetlerin taksiminde tebessümle geri çekilenler gelsin.
Ahiret ekinini dünya tarlasına ekenler gelsin.
"Dünyada sanki bir garip ve yolcu gibi ol" maya boyun kesenler gelsin.
İşte şartlarımız bunlar dostlarım... Gelen gelsin.
Baş döndürücü bir yarış... Allah'a varan yollarda baş döndürücü bir yarış... Sönmeyen heyecanların cazibesine kapılıp gayr-i ihtiyarî bir akış...
Bin müslümanın bin türlü meselesini halletme sorumluluğunu, mukaddes bir yük halinde omuzlarında hissedenlerin durgunluğa tahammülleri olmaz. Onlar azraille burun buruna gelinceye kadar, o meseleden bu meseleye koşup-durmaya mecburdurlar. İmanlar ve vicdanlar bunu böyle emreder. Onlar bilirler ki "Cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil
Bir dünya belanın ortasında, yapılacak hiç bir şey yokmuş gibi, bezgin bezgin etrafımıza bakınamayız. Yaydan boşanmış ok gibi, ataletin, cehaletin, sefaletin üzerine yürünecek.
Sabah vakitlerinde kinlerin, kibirlerin üzerine nurdan bir bulut gibi çöküp kinler bitirilecek.
Mücadeleler kin üzerine değil, din üzerinde bina edilecek.
Rayından sapan arzular tekrar rayına oturtulacak.
Huzursuz kalplere huzur, fikirsiz başlara fikir getirilecek.
Bir damla gözyaşında kaç cehennem barındığı farkedilecek.
Mezarlara doğru akıp giden insanlara, her yolun gülistanlara açılmadığı ihtar edilecek.
Mes'ûliyet temeli üzerine kurulan İslam'ın, mes'ûliyetsiz müslümanlar istemediği, cümle müminlere bildirilecek.
Tarih, müslümanca bir düşünceyle yeniden yorumlanacak.
İnsanlık tarihinin omurgasına peygamberler tarihi yerleştirilecek.
Köleliğin türlü çeşitleriyle dolup kalan dünyamıza, Ulu Yaratıcı'nın azad fermanı okunacak.
İslam'ın eşya, kainat ve hayat telakkisi gün ışığına çıkarılacak.
Çocuklar Allah'ın emaneti olarak kabul edileceğinden, müslümanca yetiştirilecek.
Kadının konumu yeniden tesbit edilecek. Kadın'a, "anneden çocuğa akıp ta, Cennetlere dökülen bir şelale "olarak bakılacak.
Ve Kur'an ne pahasına olursa olsun gündemde tutulacaktır
e Kur'an ne pahasına olursa olsun gündemde tutulacaktır.
Toparlanma hareketimiz çekirdekten başlayacaktır. Çürük binaları yaldızlayarak iş yaptığımız sanılmayacaktır.
İman, ilim, şuur ve samimiyet... Bunlar meselemizin olmazsa olmazıdır.
Yedi başlı devle boğuşulacak, boğuşulacak, boğuşulacaktır.
Buyurun dostlarım; İşte yarışımızın güzergahı... Gelen gelsin.
Şanlı yarışçılara binlerce selam
Nato'nun Yeni Hedefi İslam
Refik Tuzcuoğlu
1995 - Mart, Sayı: 109, Sayfa: 048
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünya iki kutuplu bir sisteme doğru yönelmişti. Bu sistemin bir tarafında Sovyet merkezli Varşova Paktı diğer tarafında ise kısa adı NATO olan Kuzey Atlantik Savunma İttifakı yer almaktaydı. Nato'nun temel misyonu Sovyet tehdidine karşı savunma anlayışı idi. Sovyetler yayılmacı bir politikayla Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist yönetimlerin kurulmasına destek vermiş ve kendisiyle Batı arasında tampon bölgeler teşekkül etmişti. Komünizm tehlikesi kara bir kabus gibi bütün Avrupa'yı sarmıştı. Böylece kapitalist Batı dünyası NATO ittifakının çatısında birleşti.
Türkiye'nin Nato'ya üyeliği de Sovyetler Birliği'nden açık bir tehdide maruz kalması dolayısıyladır. Türkiye'nin ittifaka üyeliğine başlangıçta bazı Batı ülkeleri karşı çıkmışsa da, Sovyetler'e karşı önemli bir payanda olarak görüldüğü için 1952'de kabul edilmiştir.
Demir perdenin yıkılıp Sovyetlerin dağılmasından sonra Nato'nun ana misyonu bir anda boşlukta kalmıştı. Bundan sonra Nato'nun işlevinin ne olacağı Batı ülkelerince tartışılmaya başlandı. Yeni bir misyon için ortaya tezler atıldı. Bu tezler Sovyetler sonrası Batı çıkarları için en büyük tehdidin Ortadoğu ülkelerinde gittikçe yükselen İslâmî akımlar olduğu noktasında buluşuyordu. Sonrasında mücadelenin Batı ile İslâm arasında olacağı gittikçe savunulmaya başlandı.
ABD Savunma Bakanı William Perry Nato müttefiklerinden Akdeniz Bölgesinde İslâmi köktendincilikten ciddi olarak kaygı duymalarını istiyordu. Perry ittifak üyelerini Akdeniz Bölgesi üzerinde yoğunlaşmaya ısrarla teşvik ediyordu. ABD'nin bölgedeki İslâmî gelişmelere karşı tavrını en somut biçimde ortaya koyan ise ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Newt Gingrich olmuştu. Gingrich şöyle diyordu: "Cezayir'in ayakta kalmasına, Türkiye ve Mısır'da laikliğin korunmasına yardım etmeli, İran'daki mevcut rejimin değişmesine yol açacak şekilde bütün totaliter güçleri zayıflatmalıyız". Gingrich ayrıca İslâm'la mücadele stratejisini yeterli görmediğini açıkça ifade ediyordu. Gingrich'in ifadelerine bakarak Batı'nın İslâm'a karşı en sert tedbirleri alacağını söylemek zor değil. Demokrasi havarisi olan Batı, Cezayir'de en kutsal değerlerini rafa kaldırılabiliyor. Somali'de, Kolambiya'da demokrasi adına silahlarını konuşturan, Zapatistaları bombalamak için uçaklarını gönderen ABD, halk oyu ile seçilmiş FİS'e karşı vurulan askeri darbeyi destekliyor. Çünkü orada İslâm var. Diğer taraftan Batı, Mısır ve Türkiye'de laik rejimlerin yaşatılması için her türlü yardıma hazır. Bu rejimler İslâm'a karşı Batı'nın güvencesi. O yüzden Batı laikliği korumak için her türlü siyasi desteği veriyor. Buna rağmen sehven bir İslâmi reimle karşılaşırsa onu da uzun vadede, gerekirse zorla bitirmenin hesapları içinde. Nato'nun "ortadoğu'ya yönelik olarak yeni bir balistik füze sistemi planladığı" dikkate alınırsa bunun hiçte su götürmez bir gerçek olduğunu söyleyebiliriz.
Zinciri oluşturan bir diğer halkayı ise NATO Genel Sekreteri Willy Claes'in açıklamaları oluşturuyor. Claes, The Independent gazetesine: "NATO'nun Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da etkinliğini artıran ve tehlikeli boyutlar kazanan radikal dini akımlara karşı önlem almaya karar verdiğini" açıkladı. Bu karar doğrultusunda atılacak somut adımları ise şöyle izah ediyordu Claes: "NATO elçileri Ortadoğuda bir çok ülkenin yönetimiyle temasa geçerek alınabilecek önlemleri tartışacak. Bu arada sözkonusu çalışmalar ilk etapta hükümetler ile yetkililer arasındaki temaslarla sınırlı kalacak ancak gerektiğinde birlikte operasyonlar yapılabilecek".
Görülüyor ki Batı dünyası bu yeni tehdide karşı alarma geçmekte gecikmiyor. Nato'dan AB'ye, Cezayir korkusundan yüreği hop oturup hop kalkan Fransa'dan İslâm'ı bir numaralı tehdit ilan eden ABD'ye kadar bütün Batı dünyasından koro halinde "İslâm'a karşı bir an evvel harekete geçelim" sesleri yükseliyor. Felaket oratoryoları artık İslâm için çalıyor Batı'da. Ve NATO yeni bir misyona soyunuyor. Hedef İslâm.
Bu noktadan sonra NATO'nun bir savunma ittifakı olmaktan çıkıp saldırgan bir yapıya dönüşmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Burada şu soruyu sormak gerekiyor. Acaba İslâm ülkelerinin yöneticileri Batı'nın telkinleriyle İslâmi oluşumları biçmek için hareket geçebilir mi? Yahut da NATO ile ortak harekat yapabilirler mi?
Eğer ki;
- Mısır'da Batı'nın desteğini alan yönetim, radikal İslâm'ı bitirmek adına kendi halkını bombalayabiliyorsa...
- İsrail'le anlaşan Arafat rejimi, Filistin polisini bir İsrail copu olarak İslâmî direnişe karşı kullanabiliyorsa...
- Yunanistan bile NATO'nun İslâm karşıtı yeni misyonunu aşırı bularak tepki gösterirken, başta Türkiye olmak üzere hiç bir İslâm ülkesi başkanından ses çıkmıyorsa...
- Bırakın ses çıkartmayı, NATO'nun ılımlı İslâm, radikal İslâm ayırımına bile tahammül edemeyip "ılımlı İslâm yoktur, hepsi tehlikelidir" yaklaşımını sergileyen dinozorlar bu ülkenin meclisine girebiliyor ve gazete köşelerini tutabiliyorsa...
- Hiç bir İslâm ülkesi; "NATO dünyanın en köktendinci devletlerinden biri olan İsrail'i ve gittikçe ciddi bir tehdit oluşturan Rus Ortodoksluğunu görmüyor da, neden İslâm'ı hedef olarak gösteriyor?" diye soramıyorsa...
-Bu ülkenin bayan başbakanı "Batı düşmanlığını yeşertecek bir ortama meydan vermemeliyiz" diyebiliyor ve radikal İslâm konusunda Batı'yla aynı kaygıları taşıyabiliyorsa...
İslâmi oluşumları biçmek için her türlü kombinezonu ihtimaller içerisine alabilirsiniz.
Son olarak ABD'nin CNN Televizyonuna konuşan eski bir üst düzey CIA görevlisinin sözlerini NATO'nun yeni misyonuyla ilgili olduğunu düşünerek aktarmak istiyoruz. Haberde CIA görevlisi Sovyetlerin dağılmasından sonra doğu blokunda görevli olan casusların Ortadoğu ve özellikle Türkiye'ye kaydırıldığını söylüyordu.
Batı'nın niyeti açık. Ortadoğu'daki İslâmi oluşumları henüz rüşeym halindeyken boğmak. Batı bunun binbir türlü hesabı içinde. Ortadoğudaki yerli işbirlikçilerde Batı'nın bu emeline çanak tutuyor. Biz de şuna inanıyoruz ki; onların bir hesabı varsa Allah'ın da elbet bir hesabı vardır.
Gerçek hile, hilesizliktir.
Mektubat sy.62,63.
Risale-i Nur Külliyatı'ndaki
Âyet ve Hadislerin Meâlleri ve Me'hazleri.sy.182.
Günün Sözü Hayata Dair Sözler Felsefi Sözler Edebi Sözler Düşündüren Sözler Mevlana Sözleri Ana Sayfa Alimlerin Sözleri İslam aleminde alimlerin yeri büyüktür. Alimler sayesinde islam dini birçok hurafeden kurtulmuş ve gelişmiştir. Tasavvuf da bu alimler ve evliyalar sayesinde doğmuştur. Bu sayfada büyük islam alimlerinin hikmetli ve düşündüren en güzel ve anlamlı sözlerini bulacaksınız. Sayfa içeriği; alim sözleri, büyük alimlerin anlamlı sözleri, islam alimlerinden özlü veciz sözler, alimlerden ibretlik sözler Ya Rabbena hayreyle, Muhammed'e yar eyle, kabrimizi nur eyle, kabre vardığım gece. - Yunus Emre Ey gönül! Kaç Yusuf kaldı zindana talip nefsi için. Ve kaç Züleyha kaldı cehenneme razı Yusuf için? - Mevlana Çiçeklerle hoş geçin, dalı incitme gönül. Bir küçük meyve için, dalı incitme gönül. Başın olsada yüksek, gözün enginde gerek. Kibirle yürüyerek; Yolu incitme gönül. - Yunus Emre https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Sabır, hastalıkta Eyüp, hasrette Yakup, zindanda Yusuf, ateşte İbrahim olmaktır. Kuyu dibinde kaldın diye kırılma, belki oradan bile bir kapı açılır. Yusuf kuyudan sultan oldu unutma. - Mevlana Yol odur ki doğru vara. Göz odur ki, hakkı göre. Er odur ki alçakta dura. Yüceden bakan göz değil. - Yunus Emre Bir bahçeye giremezsen, durup seyran eyleme.. Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme. - Yunus Emre https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Aşk tuhaf bir bakıştır, ateşsiz bir yakıştır. Yaşamayan bilemez, kalpten kalbe akıştır. - Yunus Emre Cennet cennet dedikleri, Birkaç köşkle birkaç huri, İsteyene ver sen onları, Bana seni gerek seni. - Yunus Emre Aklı olan korkmak gerek, Nefs elinden, hırs elinden. Nefstir seni yolda koyan, Yolda kalır nefse uyan. - Yunus Emre İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen, Bu nice okumaktır? - Yunus Emre https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Ölümden aşırı korkan birinin ya sığınacak bir Rabbi yoktur, ya da bu dünyaya aşırı bağlılığı vardır. - Yusuf (a.s.) Bedenine değil kendine değer ver, ve gönlünü olgunlaştır! Çünkü kişi; bedeni kadar değil, ruhu kadar insandır. - İmam-ı Gazali Ulaşamadığına tevekkül, ulaştığına razı, kaybettiğine sabır gösteren kişi takva ehlindendir. - İmam-ı Gazali Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder. - İmam-ı Gazali https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Acıya sabredip uğradığı felaketi gizlemesi ve kimseye şikayet etmemesi, kişinin Allahü Teala'yı iyi tanımış olmasındandır. - İmam-ı Gazali Şahsiyetini kazan, faziletlerini kemale eriştir. Zira sen, cisminle değil ruhunla insansın. - İmam-ı Gazali Cahillerle tartışmaya girmeyin, zira ben onları hiç yenemedim. - İmam-ı Gazali Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için dünyadakiler birbirini kırıp geçiriyorlar. - İmam-ı Gazali Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil. - Bediüzzaman Said-i Nursi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
İsraf sefahatin, sefahat sefaletin kapısıdır. - Bediüzzaman Said-i Nursi Zalimler için yaşasın cehennem! - Bediüzzaman Said-i Nursi Derdi Allah olanın başka derdi olmaz - Bediüzzaman Said-i Nursi Bediüzzaman'a talebesi sorar: "Üstadım her şeyi kaybettik ne yapacapız?" Üstad cevap: "Çay koy keçeli, yeniden başlıyoruz!" Ne kadar güzel deme, Ne kadar güzel yaratılmış de... - Bediüzzaman Said Nursi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Ümitvar olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır. - Bediüzzaman Said Nursi Ey nefsim! Kalbim gibi ağla, bağır ve de ki: Faniyim fani olanı istemem, acizim aciz olanı istemem. - Bediüzzaman Said Nursi Ey nefsim! Deme zaman değişmiş, çünkü ölüm değişmiyor. - Bediüzzaman Said Nursi Allah'ı tanıyan ve itaat eden, zindanda da olsa bahtiyardır. O'nu unutan, sarayda da olsa, zindandadır, bedbahttır. - Bediüzzaman Said Nursi Sevdası büyük olanın, imtihanı da büyük olur! - Bediüzzaman Said Nursi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Bir anın hatası bir ömrün derdi olur... - Süleyman Hilmi Tunahan Her kişinin iki Resulü vardır. Biri zahir, diğeri batın. Zahir dildir, Batın gönüldür. Dil Muhammed'e, gönül Cebrail'e benzer. - Hacı Bektaş Veli Yetmiş iki millete bir gözle bak, cümle yaratılmışa bir gözle bak, Hakk'ı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gibidir. - Hacı Bektaş-ı Veli Hararet nardadır; sacda değildir, Akıl baştadır; taçta değildir, Her ne arar isen kendinde ara, Mekke'de, Kudüs'te, Hac' da değildir. - Hacı Bektaş-ı Veli https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Mü'minin kuvveti kalbindedir, kâfir ve münafığın kuvveti ise elindedir. - Ömer bin Abdülaziz Konuştuğu kelimelerin hesabını vereceğini düşünen kimse çok az konuşur, sadece lüzumlu sözler söyler. - Ömer bin Abdülaziz Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız. - Ömer bin Abdülaziz İnsan kalbi bir sandıktır; Dudaklar onun kilidi, Dil ise anahtarıdır. İnsanlara da O anahtarı iyi muhafaza etmek düşer. - Ömer bin Abdülaziz İmtihan içinde imtihan vardır, derlen toplan da ufak bir imtihanda satma kendini. - Muhammed Celaleddin-i Rumi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Edep nedir diye sorarsan, bil ki edep; her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Eğer dua için temiz bir nefesin yoksa temiz gönüllü bir dost bul da ondan dua iste. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Eğriyi kendinde arayan, doğruyu kalbinde bulur. Aşkına emekle yürüyen, dermanı derdinde görür.- Muhammed Celaleddin-i Rumi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Sabır, insanı maksadına en tez ulaştıran kılavuzdur. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Gel gitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Hüzün olgunlaştırır. Kaybetmek sabrı öğretir. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Çalınan her kapı hemen açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı. - Muhammed Celaleddin-i Rumi Bazı alimlerin Allah'ı ispat etmeye çalışmalarına şaşıyorum. Allah'ın varlığı sabittir, sen kulluğunu ispat etmeye çalış. - Muhammed Celaleddin-i Rumi https://www.guzelcumleler.com/alimlerin-sozleri
Hz Ali Sözleri Hz aliden güzel sözler, hz ali den öğütler, hz alinin duası sözleri, hz ali nin hikmetli dini kelamları, hz ali adalet sözleri Makamın benim nazarımda keçi sümüğü kadar değeri yoktur. Nice kan vardır ki onu dil döker. Malın doğru olmayan yerde harcanması savurganlık ve israftır. Bu sahibini dünyâda yüceltir ama âhirette alçaltır; insanlar arasında onurlandırır ama Allah katında küçültür. Zikir (Allah'ı hatırlamak) iki çeşittir: Musibet vakti zikretmek bu iyi ve güzeldir; bundan daha güzeli ise insanı Allah'ın haram kıldığı şeylere yönelmekten alıkoyan zikirdir. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Akıl gurbette yakın bulmaktır; ahmaklık yurtta gurbette düşmektir. Renkten renge giriş inançtan inanca geçiş ahmağın alâmetlerindendir. Yoksul bir adam kendi ülkesinde yabancı gibidir. Kimin dileği uzar giderse kötü işleri de çoğalır gider. Zahidlik arzuları azaltmak her nimete karşı şükretmek ve Allah'ın haram kıldığı şeylerden kaçınmaktır. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Hasetçinin huzuru çabuk darılanın dostluğu yalancının ise yiğitliği olmaz. Ayıbın en büyüğü ona benzer bir ayıp sende de varken başkasını ayıplamandır. Akıl gibi zenginlik bilgisizlik gibi yoksulluk edep gibi miras danışmak gibi arka olamaz. Erdem sahibinin değerini yine erdem sahibi olanlar bilir. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Hiçbir zaman cahil bir insanla tartışmayı kazanmadım. Görüşlerin en kötüsü dinle şeriatla çelişen görüştür. Şerden çekinen kişi hayır yapana benzer; suçtan sakınan kişi iyilikte bulunana döner. Öl de alçalma azı yeter bul da yüzsuyu dökme. Çalışıp bir şey elde edemeyen kişi oturunca hiçbir şey elde edemez. İman kabul olan söz (dil ile şehadet etmek) yapılmış olan amel ve akıl ile tanımaktan ibarettir. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Kıskançlık acizliğin isyanıdır. Herşeyi boğazına atan zengin fakir hükmündedir. Bilgi kadar zenginlik yoktur. Cehalet kadar yoksulluk yoktur. Cenneti arzulayan kimse dünyada nefsin arzu ettiği şeylerden uzak dursun. Susmak hukmettir; susmak selamettir; sır saklamak saadetin bir köşesidir. İnsanlarla öyle geçinin ki öldünüz mü ağlasınlar size; sağ kaldınız mı sevgiyle çağrışsınlar sizin için. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Hiç kimsenin hatasını yüzüne vurmayınız. Hatayı işleyene hatasını başka birisini misal göstererek anlatınız. Zenginlik gurbette yurttur; yoksulluk yurtta gurbet. Yalnızlığa alışmakla izzetinin bekası için çalış. Kendi kendine zulmeden başkasına nasıl adalet edecek şaşarım. Derdin sendendir bilmezsin Çaren de sendedir görmezsin Evrende bir noktayım sanırsın Tüm alemler kainat sen de özetlenmiştir de Görmezsin... İnsanlar bilmedikleri şeylere düşmandırlar. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Dostları yitirmek gurbete düşmektir. Akıl olgunlaştıkça söz azalır. Dünyada hiçbir şeye minnet etme özgürlüğünü ancak bu şekilde koruyabilirsin. Dil bir ölçüdür; cehalet onu hafiflettiği gibi akıl da onu ağırlaştırır. Âlim ölü olsa bile diridir câhil diri olsa bile ölü. Şiddet son dereceyi buldu mu ferahlık gelir çatar. Bela halkaları tam daraldı mı genişlik yüz gösterir. Gazabın alt ettiği kimse helâkten güvende olmaz. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Gazabın alt ettiği kimse helâkten güvende olmaz. Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum. Bir toplumun yaptığına razı olan onlardan sayılır. Onlardan sayılan her kişinin de iki suçu vardır: O işi işlemek suçu o işe razı olmak suçu. İki kişi yoktur ki halkı kendisine uymaya çağırsın da biri sapıklıkta olmasın. https://www.guzelcumleler.com/hz-ali-sozleri
Kendimizi Allah rızası hariç bütün maksatlardan temizlemeliyiz.Allah c.c. için olmayan her sevgiden kurtarmalıyız.Sevgide menfaat, münafıklık,pazarlık olamaz.
Altınoluk
Ağustos 2018 sy.23.
[10] Bu, İslâm’a uygun olmayan moda, zevk, eğlence, lüks, konfor ve benzerleri için harcama yapanların dikkat etmesi gereken bir âyettir.
[11] İsraf sadece malda değil, aklı, gücü, zamanı ve ömrü kötü kullanmada da olur. Hepsi pişmanlığa götürür ve sorumlu olunur.
[12] Zina, akıllı ve ergenlik (büluğ) çağına gelmiş olan erkek ve kadının, aralarında geçerli (meşru) nikah akdi olmadan (4/24) kendi arzularıyla cinsel ilişkide bulunmalarıdır. Yüce Allah, bu âyet-i kerîme ile, zinaya yaklaşmayı yani zinaya sevk eden yolları bile yasaklamıştır. Harama yönelen göz, dil/ağız, el gibi duyu organları sahibini zinaya yaklaştırmaya aracı olurlar. Bunları da haramdan korumak lazımdır; sorumlulukları vardır (17/34, 36/15). Peygamberimiz (sas.) bu organların da zinası olduğunu bildirmişlerdir. (Bk. Buhârî, Nur Sûresi Tefsiri 13. bab; Ebu Dâvûd “Libas” 32. bab.) Bir de “Zinanın çoğalması kıyamet alametlerindendir.” buyurmuştur. (Buhârî (Tecrid), I, 16).
Feyzü'l Furkan
İsra suresi.sy.284.
Gazâbına sahip olmaya devam et, akıbetin hayırlı olur!
Hayâ ve edep incisi
Hz.Osman Radıyallahu Anh.sy.272.
Cehalet öyle bir binektir ki üzerine binen zelil olur. Arkadaşlık yapan yolunu kaybeder.
Hz.Osman Radiyallahu Anh.sy.270.
Tebliğ ve davete çok büyük önem verirdi.Bunun önemi hakkında buyurmuştur ki:
Dini Mübini İslâmın devamı ve bekası, emri bil maruf ve nehyi anil münkerin devamına; Dini Mübini İslâmın inkirâzı(yıkılması) ise emrimaruf ve nehyi anil münkerin terkine bağlıdır!
Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu)
Altın Sisile
(Sisile-i Zeheb)
Mustafa Özşimşekler.sy.553.
Emânet Şuuru
Osman Nûri Topbaş
2006 - Mart, Sayı: 241, Sayfa: 032
Allâh’a îmân edenlerin umûmî bir ismi olan “mü’min” tâbiri, aynı zamanda Allâh’ın güzel isimlerinden biridir ve O’nun emniyet menbaı oluşunu, kullarına güven vermesini, onları emîn kılmasını ifâde eder. Peygamberlerini “emânet” sıfatıyla vasıflandıran, yâni onları güvenilir kılan da O’dur. Bu itibarla mü’min kimse de, îmân eden, emânet telkin eden ve güvenilir kimse demektir.
Emânete riâyet duygusu, mü’minlerin îman dokusunu ihyâ eden bir unsurdur. Bu hakîkati dile getiren şu mânidar hadîs-i şerîf, aynı zamanda ne dehşetli bir îkâz-ı peygamberîdir:
“Hiç şüphesiz Azîz ve Celîl olan Allâh, bir kulu helâk etmeyi murâd ettiği zaman, ondan hayâyı çekip alır. Hayâyı alınca, o kul gazaba uğrayan biri olur. Gazaba uğradığı zaman, ondan emânet (güvenilirlik) kaldırılır. Emânet kaldırılınca, o ancak hâin olur. Hâin olduğu zaman, kendisinden rahmet kaldırılır. Rahmet kaldırılınca, o ancak lânete uğrar, mel’ûn olur. Lânete uğradığı ve mel’ûn olduğu zaman da, kendisinin İslâm ile olan bağı koparılır!” (İbn-i Mâce, Fiten, 27)
Hadîs-i şerîfin de beyân ettiği üzere emânet duygusu, îmânın sıhhat şartlarından biridir. Bu yüzden onu hassâsiyetle muhâfaza etmemiz için Rabbimiz birçok ilâhî îkazda bulunmaktadır. Bunların birkaçında şöyle buyrulur:
“Birbirinize bir emânet bırakırsanız, emânet bırakılan kimse o emâneti (zamânı gelince) sahibine versin ve bu hususta Allâh’tan korksun.” (el-Bakara, 283)
“…Kim emânete hıyânet ederse, kıyâmet günü, hâinlik ettiği şeyin günâhı boynuna asılı olarak gelir...” (Âl-i İmrân, 161)
“Ey îmân edenler! Allâh’a ve Peygamber’e hâinlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emânetlerinize hâinlik etmiş olursunuz.” (el-Enfâl, 27)
“Allâh size, emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor...” (en-Nisâ, 58)
“Emânet”, peygamberlerin beş fârik vasfından biridir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, câhiliyye Arapları’nın dahî o derecede îtimâdını kazanmıştı ki, O’nu “el-emîn” ve “es-sâdık” vasıflarıyla tavsîf etmişlerdi. Hattâ Allâh Rasûlü’nün amansız bir düşmanı olan Ebû Cehil dahî O’na günün birinde:
“- Yâ Muhammed! Ben sana Sen yalancısın, demiyorum. Fakat şu getirdiğin dâvetini istemiyorum...” diyerek onun doğruluğunu vicdânen kabûl ettiğini, fakat dâvetine icâbet etmekte nefsine mağlûb olduğunu bir bakıma îtirâf etmişti.
Nitekim bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle beyân edilmektedir:
“…(Rasûlüm!) Onlar Sen’i yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler açıkça Allâh’ın âyetlerini inkâr ediyorlar. ”
(el-En’am, 33)
Emânete ve ahde riâyet husûsunda hiç kimsenin Peygamber Efendimiz’in kâbına varabilmesi mümkün değildir. Abdullâh bin Ebi’l-Hamsâ -radıyallâhu anh-’ın anlattığı şu hâdise O’nun bu hâline ne güzel bir misâldir:
“Peygamberliğinden önce Allâh Rasûlü ile bir alışveriş yapmıştım. Kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi va’dederek oradan ayrıldım. Fakat verdiğim sözü unutmuştum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum. Allâh Rasûlü, bu yaptığım karşısında bana serzenişte bulunmayıp sadece; «- Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum.» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 82/4996)
Peygamber Efendimiz, herkes tarafından, dürüstlüğü, adâleti ve emniyet telkin eden sağlam karakteri ile tanınmıştı. Nitekim Mekke’nin asîl ve şerefli hanımı Hatîce vâlidemiz, O’nun bu husûsiyetine hayran kalarak kendisine evlenme teklîfinde bulunmuştu.
İslâm düşmanı yahûdîler dahî kendi aralarında ihtilâfa düştükleri zaman O’nun adâlet ve dürüstlüğünden emîn oldukları için O’na gelirlerdi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onların ihtilâflarını çözerdi.
Bizans Kralı Herakliyus’a İslâm’a dâvet mektubu ulaştığında, o vakitler amansız bir İslâm düşmanı olan Ebû Süfyan da Şam’da bulunuyordu. Herakliyus, Ebû Süfyan’a Peygamber Efendimiz hakkında birçok suâller sordu. Bilhassa O’nun daha önce hiç yalancılıkla ithâm edilip edilmediğini, sözünde durmama gibi bir hâlinin vâkî olup olmadığını merak ediyordu. Ebû Süfyan ise -o zamanlar bir İslâm düşmanı da olsa- O’nun aslâ yalan söylemediğini ve verdiği söze sâdık olduğunu söylemek mecbûriyetinde kalmıştı.
İşte bu da gösteriyor ki, Efendimiz’in peygamberliğini tasdîk etmeyenler dahî, O’nun dürüstlüğünü ve doğruluğunu kabûl ediyorlardı. Nitekim O, hicret ettiğinde, nezdinde müşriklerin bâzı emânetleri bulunuyordu. Efendimiz, Hazret-i Alî’yi bu emânetleri sahiplerine vermek üzere vekil bırakmıştı. Velhâsıl; müslim, gayr-i müslim, herkes O’na îtimad hâlindeydi. Allâh Rasûlü’nün doğruluk şuuru öyle bir kalbî rikkat hâline gelmişti ki, bir kadının çocuğunu çağırırken:
“- Gel bak sana ne vereceğim!” demesi üzerine hemen kadına, ona ne vereceğini sormuş, kadın da birkaç hurma vereceğini söyleyince:
“- Şâyet ona bir şey vermeyecek olsaydın, yalan söylemiş olacaktın.” buyurmuşlardı.
Peygamber Efendimiz’in bu hassâsiyeti sadece insanları değil, hayvânâtı dahî şümûlüne almaktaydı. Nitekim bir sahâbînin atını yanına çağırmak için sanki elinde atın yiyebileceği bir şey varmış gibi davranması, O’nu öyle rahatsız etmişti ki bu sahâbîyi çağırıp îkaz buyurmuştu. (Bkz. Buhârî, Îmân, 24)
Yine bir defâsında seferden dönülüyordu. Bir iki sahâbî, bir kuşun yavrularını yuvadan almış seviyorlardı. Derken ana kuş geldi. Yavrularını yuvada göremeyince acıyla çırpınmaya başladı. Allâh Rasûlü durumdan haberdâr olunca derhal yavruların yerine konulmasını ve ana kuşa eziyet verilmemesini emretti. (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 112)
İbn-i Abbas -radıyallâhu anh- da şöyle anlatıyor:
“Birisi, kesmek üzere bir koyunu yatırmış ve hayvanın gözü önünde bıçağını biliyordu. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu şahsa; «Onu defâlarca mı öldürmek istiyorsun?! Bıçağını, onu yatırmadan evvel bileseydin ya!» buyurdu.” (Hâkim, IV, 257)
Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, mahlûkâta Hâlık’ın şefkat nazarıyla baktıkları için, yaş bir dalın bile kesilmesini men etmiş ve kedisini aç bırakan âbid bir kadının cehenneme gittiğini, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su veren günahkâr bir kadınınsa rahmet tecellîsine nâil olduğunu bildirmiştir. Zîrâ O, bütün mahlûkâtı Allâh’ın bir emâneti biliyor ve mü’minlerin de yeryüzünde emniyet ve huzûrun temsilcileri olmalarını arzu ediyordu.
Bu bakımdan her mü’min, “el-emîn” ve “es-sâdık” sıfatlarını hâiz bir peygamberin ümmeti olduğu şuuruyla, sözünde ve özünde sâdık, elinden-dilinden insanların ve hattâ diğer mahlûkâtın bile emniyette olduğu bir kimse olmalıdır. Etrafına sağlam bir İslâm karakteri sergileyebilmelidir. Zîrâ insanlar, sağlam karakterli, vakarlı, örnek şahsiyetlere hayran olur ve onların izinden giderler.
Emânet duygusunun mü’minlerin bir şahsiyet kimliği hâline gelmesini arzulayan Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- bir hadîs-i şerîflerinde:
“Sana emânet bırakanın emânetini (vaktinde) iâde et. Sana ihânet edene (bile) ihânet etme!” buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, Büyû, 79/3534)
Yine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, emânetlerin zâyî edilmesini, dünyâ hayâtını kıyâmet sahnelerine çevirecek derecede büyük bir ifsat sebebi olarak görmüştür. Birgün ashâbıyla konuşurken bir kimsenin:
“- Kıyâmet ne zaman kopacak?” suâline:
“- Emânet zâyî edildiği zaman kıyâmeti bekle!” cevâbını vermiştir.
“- Emânet nasıl zâyî olacak?” diye sorulduğunda ise:
“- İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurmuştur. (Buhârî, İlim, 2)
İnsanoğluna bahşedilen bütün nîmetler birer emânettir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Vedâ Hutbesi’nde
…Size öyle bir emânet bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. O emânet, Allâh’ın Kitâbı ve Nebîsi’nin Sünnet’idir…” (Hâkim, I, 171/318) buyurmuştur.
Bu bakımdan Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye, Allâh ve Rasûlü’nün bizlere tevdî buyurduğu en büyük mukaddes emânetlerdir.
Yine Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, mü’minlerin birbirlerine karşı büyük mes’ûliyetlerinin bulunduğunu, bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetli olmaları gerektiğini, bir bedenin âzâları gibi birinin duyduğu acıyı hepsinin hissetmesi lâzım geldiğini, komşusu açken tok uyumanın İslâm ahlâkıyla bağdaşmadığını, velhâsıl mü’minlerin de birbirine emânet olduğunu bildirmiştir.
Mübârek ecdâdımızın, o zamanların şartlarında bütün imkânlarını seferber ederek tâ dünyânın öbür ucundaki Açe’de bulunan mü’minlerin imdâdına koşmuş olması, bu İslâm ahlâkının emânet telâkkîsinden başka neyle açıklanabilir ki? Yine onların Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat düstûruyla 26 bin küsur vakıf kurarak insandan hayvânâta ve hattâ nebâtâta kadar ulaşabildikleri her yere hizmet götürmeleri, bütün mahlûkâtı ilâhî bir emânet telâkkî etmelerinin bir netîcesiydi.
Kosova şehîdi Murad Hân’ın emâneti olan Balkanlardaki din kardeşlerimiz, Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’dan on sene sonra fethettiği Bosna’daki evlâd-ı Fâtihân, Filistinli, Ortaasyalı, Kafkasyalı velhâsıl İslâm coğrafyasındaki bütün kardeşlerimiz bize ecdâdımızın emânetleridir. Zîrâ Çanakkale’de bizim dedelerimizle o diyarlardan gelen dedelerimiz omuz omuza savaşarak aynı gâye uğruna can vermişlerdir.
Diğer taraftan, nîmetleriyle perverde olduğumuz aziz vatanımız da çok mühim bir mukaddes emânettir. Dînin yaşanabilmesi, ırzın, nâmusun, mülkiyetin muhâfazası ve bayrağın dalgalanabilmesi, ancak vatanı korumakla mümkündür.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Medîne’ye hicretinin birçok hikmetinin yanında bir sebebi de dînini yaşayabilmek için bir vatan temin edebilmektir. Şanlı târihimizde, 1071’de Malazgirt’te başlayan îlâ-yı kelimetullâh emânetini kıtalara taşıma heyecânıyla, üzerinde yaşadığımız topraklar asırlar boyunca şehid kanlarıyla sulanarak aziz bir vatan hâline getirilebilmiştir. Bu emâneti muhâfaza şuurunun bir tecellîsi olarak Alparslan Malazgirt’te beyazlara, yâni kefene bürünmüş ve askerlerine; “Bugün ben de sizden biriyim!” diyerek kendisi de şehidliği hedeflemiş ve ordusuna numûne olmuştur.
Fatih’in askerlerinin, Rum ateşlerine ve üzerlerine kızgın yağ dökülmesine rağmen surlara tırmanırken birbirlerine; “Bugün şehîd olma sırası bize geldi!” demeleri, onların dîn, îmân ve vatan emânetini yaşatma ve gelecek nesillere taşıma heyecânının ne muhteşem ifâdeleridir.
Kânûnî Sultan Süleyman’ın, Akdeniz’i bir Türk gölüne çeviren muzaffer donanmayı seyrederken; “- Şimdi övünme ve gururlanma değil, bu nîmeti bize lutfeden Allâh’a şükretme zamanıdır!” demesi; yine sefere giden Osmanlı ordularının geçtikleri bağ ve bahçelerden yedikleri meyvenin parasını ağaçların dallarına asmaları, vatan emânetinin hangi mânevî duygularla bugünlere kadar getirilebildiğinin bir başka ifâdesidir.
Plevne Gâzisi Osman Paşa’nın esir düştükten sonra, gayr-i müslim teb’aya artık kendilerini muhâfaza edemeyeceği için, onlardan almış olduğu cizyeleri, yâni vergileri iâde etmesi de, emânet ve adâlet telakkîsinin mânidar bir tezâhürüdür.
Çanakkale ve İstiklâl Harbi de, aynı rûh vecdi içinde; dîn, îman, ırz, namus, vatan ve bayrak emânetini muhâfaza azminin şâhikalarıyla doludur. Nitekim Çanakkale’de Binbaşı Lütfü Bey’in “Yetiş Yâ Muhammed! Kitabın elden gidiyor!” diye feryâd etmesi, ne büyük bir emânet şuurunu yansıtmaktadır.
Ecdâdımızın vatan müdâfaası esnâsında bulundukları hâlet-i rûhiyeyi ve taşıdıkları îman vecdini yansıtan şu ibret dolu hâdise ne kadar muhteşemdir:
Çanakkale harbinin devam ettiği günlerde bir Ramazan bayramı arefesiydi. Cephe kumandanı Vehip Paşa, 9. Tümen’in genç imamını çağırarak mahzûn bir şekilde istemeye istemeye şöyle dedi:
Hâfız! Yarın Ramazan bayramı. Asker toplu olarak bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem vazgeçiremedim. Ancak böyle bir şey, pek tehlikeli, yâni düşmanın arayıp bulamayacağı toplu bir imhâ fırsatı olur. Münâsip bir dille bunu erâta bir de sen anlatıver!..”
İmam Efendi, Paşa’nın yanından henüz ayrılmıştı ki, karşısına nûr yüzlü bir zât çıktı ve:
“- Oğlum! Sakın ola askerlere bir şey söyleme! Gün ola hayır ola; Allâh ne derse, öyle olur.” dedi.
Ertesi sabah, herkesi hayrette bırakan ilâhî bir tecellî yaşandı. Gökten hevenk hevenk bulutlar indi ve gönlü Allâh’a kulluk aşkıyla dopdolu olan mü’min askerlerin üzerini kapladı. Onları dürbünle gözetleyen düşman kuvvetleri, artık bembeyaz bulutlardan başka bir şey göremez oldu. O sabah bambaşka bir mânevî heyecan içinde kılınan bayram namazında alınan gür tekbirler, dalga dalga semâya yükseliyordu. Nûr yüzlü ihtiyar zât, Fetih Sûresi’nden birkısım âyetleri tilâvet ederken askerlerin gönüllerinden taşan kelime-i tevhîd sesleri, birer îman sayhası hâlinde düşman saflarından bile duyulmaktaydı.
İşte bu esnâda İngiliz kuvvetleri arasında büyük bir kargaşa başgösterdi. Zîrâ çeşitli İngiliz sömürgelerinden kandırılarak toplanıp getirilmiş bulunan birkısım müslüman askerler, yine kendileri gibi müslüman bir toplulukla savaştıklarını, işittikleri tekbir seslerinden anlamışlar ve bunun üzerine isyân etmişlerdi. Ne yapacağını şaşıran İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizdi, diğerlerini de alelacele cephe gerisine çekmek zorunda kaldı.
İşte vatan emâneti, îmanlı sînelerin omuzlarında böyle ilâhî nusret tecellîleriyle günümüze kadar geldi. Gönülleri Allâh ve Rasûlü’nün muhabbetiyle yoğrulmuş, kendilerini Hakk’a kurban olmaya adamış Mehmetçik, o dehşetli harp hengâmesinde bile Kur’ân’dan, evrâd ü ezkârdan ayrılmıyor, Rablerine kavuşacakları ânın şehâdetle taçlanan bir vuslata dönüşmesi ümîdiyle cepheden cepheye koşuyorlardı. Zîrâ onlar Kur’ân istikâmetinden ayrılmayıp dînde sebât gösteren ve tevhîdi bayrak edinen milletlerin âbâd olduğunu, bunun aksine Kur’ân’a sırt dönerek kör bir gaflet karanlığına dalanların âkıbetinin de berbâd olduğunu çok iyi biliyorlardı. Nitekim bu husus, hadîs-i şerîfte şöyle beyân edilmiştir:
“Şüphesiz ki Allâh Teâlâ, bu Kitap (Kur’ân-ı Kerîm) sebebiyle (yâni ona bağlılık sâyesinde) birkısım milletleri yüceltir, (bu istikâmetten uzak olan) diğer milletleri de alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn, 269)
İşte vaktiyle dört yüz çadırlık bir aşîret iken Kur’ân-ı Kerîm’e dâsitânî bir hürmetle temeli atılan Osmanlı’nın kıtalara yayılan bir cihan devleti hâline gelmesinin ve bu coğrafyaya “çil çil kubbeler serpen ordular” meydana getirebilmesinin hikmetini bu ilâhî tecellîde aramak gerekir.
Ayrıca Yavuz Selim Han zamanında mukaddes emânetlerin de İstanbul’a getirilip onlara Topkapı Sarayı’nda husûsî odalar tahsîs edilerek bu emânetlerin başında asırlarca devam edecek bir sûrette Kur’ân-ı Kerîm tilâveti an’anesinin başlatılması ve ilk Kur’ân okuyanın da Yavuz Hân’ın kendisi olması, bu dâsitânî hürmetin başlıca numûnelerindendir. Bunun içindir ki Osmanlı, müstesnâ bir ilâhî lutfa mazhar olarak altı yüz küsûr sene şanla, şerefle hükümrân olmuştur.
Unutmamak gerekir ki, milletlerin maddî ve zâhirî sahadaki ihtişâmının da temelinde yatan sır, mâneviyat âlemindeki hikmetlere riâyettir. Osmanlı’nın hiçbir İslâm devletine nasîb olmayan altı yüz küsûr senelik ihtişâmı, asıl mâneviyâta verdiği ehemmiyetten kaynaklanmıştır.
Bu bakımdan bizim vazifemiz de; îmanlı, mânevî değerlerine bağlı, vatanperver bir nesil yetiştirmektir. Zîrâ îmânı, nâmusu, ırzı, canı ve malı muhâfaza, vatanı muhâfaza ile mümkündür. Nasıl ki bizden evvel bu topraklarda yaşayan ecdâdımız canları ve kanları pahasına onu bizlere armağan etmişler ise, bizler de bu mübârek vatanı, Kur’ân sadâları, ezanları ve hür bayrağı ile bizden sonraki nesillere daha müreffeh bir durumda intikâl ettirmek zorundayız. Zîrâ Cenâb-ı Hak:
“Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 8) buyurmaktadır.
En büyük nîmet de dînimizi, îmanımızı hür bir vatanda yaşayabilmektir. Bu emânet şuuruna dikkat edilmediği taktirde yaşanacak âkıbete, bugün zulüm ve esâret altında inleyen Filistin ve Mescid-i Aksâ’nın muzdarip hâli acı bir misâldir. Merhûm Âkif, bu büyük hakîkati asırlara ve nesillere şöyle hatırlatır:
Sahipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır!..
Diğer taraftan milletler, târih sahnesinde hayâtiyetlerini kendi bünyelerine has “kültür” değerleriyle devâm ettirebilirler. Bu bakımdan kültür de mühim bir emânettir. Bu emânetin âdeta sacayağını da dîn, dil ve târih şuûru oluşturur.
Dîn, yaratılışın gâyesi, kundak ile kefen arasındaki hayâtı tanzîm eden, böylece kulu âhiret saâdetine hazırlayan ilâhî kanunlar mecmûasıdır; dil, onun ortaya koyduğu hakîkatlerin ifâde vâsıtası, târih de bu iki unsur çerçevesinde yaşanan hâdiselerin sebep ve neticelerinin tahlîli ile milletlerin müstakbel yollarını aydınlatan bir meş’aledir. Bu yüzden bu üç unsur birbirinden ayrı düşünülemez.
Atalarımızın mukaddes emâneti olan dîn, dil ve târih mîrâsına, yâni kültür emânetine lâyıkıyla sahip olabilmek, sadece harâbe hâline gelmiş olan maddî eserlerinin tâmirinden ibâret değildir. Aslolan, o rûh, heyecan ve medeniyetin canlandırılması ve gelecek nesillere intikâlidir. Milletimizi Osmanlı medeniyetinin temelini oluşturan İslâm kültüründen uzaklaştırmak için, bir kısım nâdanların müdâhalesiyle tahrîb edilmiş olan dilimiz, âdeta ciddî bir tefekküre imkân vermeyecek bir sûrette kısırlaştırılmıştır.
1890’da yayınlanan Redhouse Türkçe-İngilizce Lügat’te 92 bin Türkçe kelime yer alırken, 1945’te Türk Dil Kurumu’nun yayınladığı Türkçe Sözlük’te bu sayı 15 bine kadar düşürülmüştür.1 Günümüzde ise bu sayıdan geriye ne kadar kaldığını tahmin etmek zor değildir. Bu hâl, dildeki erozyonun bâzı mihraklar eliyle ne dehşetli bir sûrette sürdürüldüğünü gözler önüne sermektedir. Halbuki lisânımızı kurtarmadıkça, başımıza musallat olan binbir çeşit kargaşadan kurtulmamız mümkün değildir. Zîrâ insanlar kelimelerle düşünürler. Mefhumları ve kelimeleri eksiltilmiş ve çarpıtılmış bir “dil” ile derin İslâmî tefekkürün ufuklarına açılmak aslâ mümkün değildir. Bu yapılmadıkça da, hareketlerin temelini teşkil eden tefekkür, ciddî bir seviye kazanamaz. Sıhhatli fikirler üretemeyen sığ ve kısır bir tefekkür ufku ile de millî ve mânevî bünyemize kasteden fikir akımlarına karşı kâfî derecede mukâvemet gösterilemez. Bunun için, millî kültürümüze ve millî şuûrumuza zıt olan ve hem mânâ hem de telâffuzu tahrîb ederek meydana getirilmek istenen uydurma dile aslâ îtibâr etmemek gerekir.2
Öte yandan târihimizi de gerçek mâhiyetiyle öğrenip öğretmemiz şarttır. Yoksa birtakım kasıtlı ve sözde yerli târihçiler ile İslâm ve Türk düşmanı bâzı yabancıların yazdığı târihlerle cihan-şümûl bir medeniyeti doğru olarak îzâh edebilmek mümkün olamaz! Bunun için ecdâdımızın bizlere bıraktığı târih mîrâsının, milletimizin şuur ve idrâkine doğru aksettirilmesi, dînî ve millî bir vazîfedir.
Târih şâhiddir ki, milletler ve fertler, hayatlarını, geçirdikleri tecrübelerin ışığında tanzîm ederler. Târih, âdeta milletlerin hâfızasıdır. Bu sebepledir ki milletler, târihî hâdiselerin îkaz ve irşâdına dâimâ muhtaçtırlar. Bir millet, gerçek târihini ve maddî-mânevî rehberlerini tanıyıp bunları yerli yerince takdîr ettiği müddetçe ileri ve büyük millet demektir. Yetişen yeni nesiller, kendi târihlerini, yabancılardan daha iyi bilir ve geçmişten gerekli ibretleri alırlarsa, gelecekten endişe edilmez! Mâzîye istinâd etmeyenlerin ise, hiçbir zaman geleceği emniyet altında olmamıştır. Dolayısıyla köklerimiz mâzîye, dallarımız istikbâle uzanmalıdır.
Târih ilmini sadece kuru bir hâdiseler yığını sanmak da büyük bir hatâdır. Gerçek târih ilmi, milletlerin çeşitli hâdiselerle dolu mâzîlerinde hak ile bâtılın, doğru ile yanlışın asıl zeminini gösteren hikmetli bir ilimdir. Milletlerin geleceğine mükemmel bir sûrette düzen verebilmek için bu zemini doğru olarak tanımak ve ondan gerekli ders ve ibretleri çıkarmak şarttır. Merhûm Âkif, ne güzel söyler:
Târihi tekerrür diye târîf ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi!..
Mâzimiz, bizlere arslanın kafese konulamayacağının telkînidir. Bir arslan nasıl ki kafeslere sığmazsa, bu millet de vasıflarını koruduğu müddetçe esârete dûçâr olmaz. Ecdâdımız, îmân zemîninde yücelmiş bir toplum idi. Onlar, maddî ve mânevî duygularını canları pahasına muhâfaza ettiler ve asla zillete düşmediler
ârihi tekerrür diye târîf ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi!..
Mâzimiz, bizlere arslanın kafese konulamayacağının telkînidir. Bir arslan nasıl ki kafeslere sığmazsa, bu millet de vasıflarını koruduğu müddetçe esârete dûçâr olmaz. Ecdâdımız, îmân zemîninde yücelmiş bir toplum idi. Onlar, maddî ve mânevî duygularını canları pahasına muhâfaza ettiler ve asla zillete düşmediler.
Bizler, ecdâdımızın millî ve mânevî değerleriyle bütünleşebildiğimiz zaman, onların bizlere bıraktıkları mukaddes emânetleri şerefle taşıyabilmiş oluruz. Aksi hâlde, millî ve mânevî değerlerimiz talan edilirken sessizce seyretmek, emânetin elden çıkmasıyla neticelenebilecek dehşet verici bir gaflettir. Uğrunda nice canlar verilerek elde edilen emânetleri muhâfaza için bugün lâyıkıyla gayret gösterelim ki, yarın o ağır bedelleri tekrar ödemek mecbûriyetinde kalmayalım. Târihî bir hakîkattir ki, korunmayan emânetler elden çıkmış ve ona lâyık olununcaya kadar da elde edilememiştir.
Rabbimiz, mukaddes emânetlerimizi muhâfaza husûsunda bizleri ve nesillerimizi muvaffak eylesin! Bu hususlarda gâfil bir mîrasyedi edâsıyla gaflet bataklığına düşmekten bizleri muhâfaza buyursun! Üzerimizdeki emânetlerden terettüb eden vazîfeleri hakkıyla îfâ ederek müsterih bir kalb ile huzûruna varabilmeyi cümlemize nasîb eylesin!
Âmin!
Dipnotlar : 1) Türk Diline dâir çalışmalarıyla tanınan Dr. Mehmed Doğan’ın bir konferansından. 2) Bilhassa Dil, Târih ve Edebiyat gibi millî ve mânevî kültürümüzün hayâtî sahalarında hassâsiyetle ve bir emânet şuuruyla hizmet gösteren YÜZAKI Dergimizi de, bu vesîleyle muhterem okuyucularımıza tavsiye ederiz.
Makale Tavsiye EtMakale Yazdır
Tefekkür
Osman Nûri Topbaş
2007 - Eylul, Sayı: 259, Sayfa: 032
Tefekkür, sadece insana değil, bütün mahlûkata verilmiş, hayâtî bir kâbiliyettir. Bu kâbiliyeti, her varlık kendi dünyası içinde ve kendi yaratılışına uygun bir şekilde kullanır. Ağırlık merkezi de daha ziyade ten ve nefsâniyet plânına âittir. Yiyip içmek, daha iyi, daha rahat yaşayabilmek ve nesli devam ettirebilmek gibi hususlar ön plândadır. Bunun için bir yırtıcı mahlûkun tefekkürü, ancak avını parçalayıp mîdesini doyurmaya yöneliktir. Bunun dışında onun hayat, kâinat ve istikbâle dâir herhangi bir düşünce ve endişesi yoktur. Zaten ona verilen tefekkür kâbiliyeti de, ancak bu kadarına kâfî gelir. Fakat insana gelince… Onun durumu farklıdır… Nefsânî ve Rûhânî Tefekkür İnsanoğlu, varlıkların en şereflisi ve kâinâtın gözbebeği olarak yaratıldığı için, onun mes’ûliyet ve vazifeleri büyüktür. Buna göre de kendisine engin bir tefekkür kâbiliyeti ihsân edilmiştir. Çünkü insan; yiyip içme, yaşama ve neslini devam ettirebilme bakımından diğer mahlûkatla benzer özelliklere dâir nefsânî tefekkür ile değil, ancak kendisini inkişâf ettirecek ve bu vesîleyle cennet ve cemâlullâh’a nâil edecek olan rûhânî tefekkür ile insanlık haysiyet ve şerefini hâizdir. Fakat insan, rûhânî yapısını tekâmül ettiremezse, maalesef tefekkür istîdâdını nefsânî arzuların anaforunda helâk etmiş olur. Böyle gâfilâne bir hayat; çocuklukta oyun, gençlikte şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret ve nedâmetten ibârettir. Yeme-içme ve mal-mülk biriktirme gibi nefsânî hevâ ve heveslerin girdabında, Allâh’ın verdiği tefekkür nîmetini ziyân etmektir. Rûhî derinliğe ulaşmış bir mütefekkir, bu hakîkati hulâsa ederek şöyle buyurur: “Bu cihân, âkiller (akıl sâhipleri) için seyr-i bedâyî (ilâhî sanatı ibretle temâşâ ve tefekkür); ahmaklar için ise yemek ile şehvettir!” Dolayısıyla insanı insan yapan husus, onu şuur iklîminde yeşertecek olan rûhânî bir tefekkür derinliğidir. Allah Teâlâ da kullarından, gerek îmânın, gerekse ibâdetlerin yüksek bir şuur ve idrâk içinde tezâhürünü istemektedir. Bu da ancak ilâhî azamet ve kudret akışlarını tefekkür ile mümkündür.
ışlarını tefekkür ile mümkündür. Rûh İnkişâfı Tefekkürde derinleşmek ve böylece rûhu inkişâf ettirmek, kulun en mühim mes’ûliyetlerinden biridir. Zîrâ ibâdetlerde huşûya, kalbin rikkat kazanmasına, muâmelâtta nezâkete ve ahlâkta kemâle erebilmek, ancak rûhu inkişâf ettirecek bir tefekkür ile mümkündür. Hakîkaten ilâhî kudretin eserlerine ibret nazarıyla bir bakacak olursak, sayısız hikmet tabloları görebiliriz. Meselâ tonlarca ağırlıktaki bir fili on yaşında bir çocuk çekip götürebilmektedir… Sırtı yere gelmeyen bir pehlivanı çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük bir mikrop ölüm döşeğine düşürebilmektedir… O hâlde kim güçlü, kim zayıftır? Güç veya acziyetin, varlık veya yokluğun miyârı nedir? Hayat ve kâinâtı ibretle seyrettiğimizde, cevapları rûhumuzun derinliklerinde gizli daha pek çok suâl ile karşılaşırız: Bu cihâna nereden geldik? Niçin yaratıldık? Bu cihân nedir? Kimin mülkünde yaşıyoruz? Nasıl yaşamalıyız? Nasıl düşünmeliyiz? Nereye gidiyoruz? Fânî hayatın hakîkati nedir? Ölüm gerçeğinin sırrı nasıl çözülür? Ona nasıl hazırlanılır?.. İşte bu nevî tefekkürler, Kur’ân ve Sünnet’in rehberliği ile ilâhî kudret ve azamet tecellîleri karşısında kulu hiçlik ve acziyetini idrâke sevk eder. Yoktan var edilen insana, varlık ve benlik iddiâsında bulunmanın ne büyük bir yanlış olduğunu hatırlatır. Hakîkaten insan, dâimâ Rabbine muhtaçtır. Bütün canlılar, var olmak ve hayatta kalmak için nasıl büyük bir kudrete muhtaçsa, insan da aynı kudrete muhtaçtır. Fakat bunun farkında olmamak, ne hazin bir gaflettir. Tefekkür ile ulvî bir ruh kıvamına eren mü’minin ise kulluk hayatında ve ibâdetlerinde yüksek bir feyz ve rûhâniyet hâsıl olur. Tefekkürle inkişâf eden rûh idrâk eder ki: “Bedenin kıblesi Kâbe, rûhun kıblesi ise Cenâb-ı Hak’tır.” Bunun içindir ki Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:
“İlimsiz ibâdette ve tefekkürsüz Kur’ân tilâvetinde fayda ve feyz azalır.” buyurmuştur. Zîrâ Hak’tan gâfil bir gönülle yapılan ibâdetler, derece derece kıymetini yitirir, hattâ bâzen bir yorgunluktan ibâret kalır.
ce derece kıymetini yitirir, hattâ bâzen bir yorgunluktan ibâret kalır.
Bunun içindir ki Hak dostları; namazı, son namazmış gibi düşünerek kılmayı; orucu, nîmetlerin kadrini ve muhtaçların ıztırâbını tefekkür ederek tutmayı, yâni bütün ibâdetleri mutlakâ tefekkür cihetine de riâyetle edâ etmeyi öğütlemişlerdir. Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- şöyle buyurur: “Bir saat tefekkür; kırk gece nâfile ibâdetten üstündür.” (Deylemî, II, 70-71, no: 2397, 2400) Nitekim böyle bir tefekkür de duyuşları derinleştirerek ibâdetleri kolaylaştırır, huşû hâlini ve şükrü artırır. Dinde îtikâdın tam olması îcâb ettiği gibi, ibâdet de zarûrîdir. Lâkin ibâdetleri makbul kılan, onun gönle nüfûz eden bir tefekkür iklîminde, mânevî dikkat, incelik ve zarâfet içinde îfâ edilmesidir. Bu sâyede kul, Rabbine yakın hâle gelir. Ashâb-ı kirâmın ve onları ihlâsla tâkip eden sâlih mü’minlerin en mühim hasleti de bu kalbî kıvâma sâhip olmalarıydı. Nitekim Abdullâh bin Mes’ûd -radıyallâhu anh-, ibâdet ehli dostlarına şöyle derdi: “Siz, ashâbdan daha çok namaz kılıyor ve cihâd ediyorsunuz. Ama onlar dünyâya karşı sizden daha zâhid, âhirete karşı sizden daha rağbetli idi.” Rabbimiz, biz kullarından, ilâhî azametini, kâinattaki büyük nizâmın sır ve hikmetlerini, kullarına olan sayısız ikramlarını tefekkür etmemizi, bu tefekkür neticesinde de dünyânın fânîliğini, asıl hayâtın âhiret hayâtı olduğunu idrâk ederek tevâzû ve hiçlik duyguları içinde, takvâ üzere, güzel bir kul olmamızı arzu etmektedir. Allah Rasûlü’nün Tefekkür Hayatı Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek yaşayışı, Rabbimizin kullarında görmeyi murâd ettiği mânevî tekâmül için tefekkürün ne kadar lüzumlu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zîrâ O, geceleri ayakları şişinceye kadar gözyaşları içinde kulluk ve ibâdete devam etmiş, gözleri uyusa bile kalbi dâimâ uyanık kalmış, Allâh’ın zikrinden, tefekkür ve murâkabesinden bir an bile uzaklaşmamıştır. Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın gece hayatından bir kesiti şöyle nakleder: “Bir gece Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana: «–Ey Âişe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibâdet ederek geçireyim.» dedi. Ben de: «–Vallâhi Sen’inle berâber olmayı çok severim, ancak Sen’i sevindiren şeyi daha çok severim.» dedim. Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu
ra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki, elbisesi, mübârek sakalları, hattâ secde ettiği yer sırılsıklam oldu. O, bu hâldeyken Bilâl -radıyallâhu anh- ezan okumaya geldiğinde Allah Rasûlü’nü perişan bir hâlde buldu. Âlemlerin Efendisi’nin ağladığını görünce: «–Yâ Rasûlallâh! Sizi bu kadar mahzun ve mağmûm eden hâdise neyin nesidir? Allah Teâlâ sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınızı bağışladığı hâlde niçin ağlıyorsunuz?» dedi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: «–Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle âyetler indirildi ki, onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!» dedi ve şu âyetleri okudu: «Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sâhipleri için (Allâh’ın birliğini gösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve:
Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen’i tesbîh ederiz; bizi cehennem azâbından koru! (derler).» (Âl-i İmrân, 190-191)” (İbn-i Hibbân, II, 386)
İşte bu âyet-i kerîmeler nâzil olduğu gece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, güller üzerindeki şebnemleri imrendirecek gözyaşları ile sabaha kadar ağlamıştı. Şüphesiz ki O, bu fermân-ı ilâhîye, daha risâlet vazîfesine başlamadan önce bile Hira Mağarası’ndaki inzivâ ve tefekkür hayâtı ile tâbî olmuş durumda idi. O’nun Hira’daki ibâdeti, tefekkür etmek, atası İbrâhim -aleyhisselâm- gibi göklerin ve yerin melekûtundan ibret almak ve Kâbe’yi seyretmek şeklindeydi.1 O günlerde olduğu gibi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, daha sonraki hayâtında da dâimâ hüzünlü ve tefekkür hâlinde idi. Konuşması zikir, sükûtu tefekkür idi. Nitekim hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardı: “Rabbim bana sükûtumun tefekkür olmasını emretti, (ben de size tavsiye ediyorum.)”2 “Allâh’ın yarattıkları üzerinde tefekkür edin...” (Deylemî, II, 56; Heysemî, I, 81)
“Tefekkür gibi ibâdet yoktur.” (Ali el-Müttakî, XVI, 121)
Ahmed er-Rifâî -kuddise sirruh- da şöyle buyurur: “Tefekkür, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ilk amelidir. Nitekim bütün farzlardan önce O’nun ibâdeti Allâh’ın mahlûkâtını ve nîmetlerini tefekkürden ibâretti. Öyleyse siz de tefekküre iyi sarılın ve ibret vesîlesi yapın.” Velhâsıl, ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Fahr-i Kâinât Efendimiz’e lâyık olabilmek için hayat ve kâinatta sergilenen derin hikmetlere gönül vererek tefekkür iklîminde yaşamaya çalışmamız îcâb etmektedir. Âmâ Bir Sahâbînin Tefekkür Derinliği Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mânevî terbiyesi altında yetişen sahâbe-i kirâmın hayat ve hâdiselere bakışta sergiledikleri tefekkür inceliği de muhteşemdir. İşte bunlardan biri: Kadisiye Seferi’ne çıkılacağı zaman, âmâ sahâbî Abdullah ibn-i Ümm-i Mektum -radıyallâhu anh- da büyük bir îman heyecanı içinde orduya iştirâk etmek istemişti. Fakat kendisine seferden muaf olduğu söylenince, o mübârek sahâbî büyük bir hüzne gark oldu. Yüksek bir îman ufku ve kulluk şuuru ile durumunu tefekkür edince de, kendisinin harpten muâf olduğunu söyleyenlere, -rivâyete göre- şu muhteşem cevâbı verdi: “Benim bu hâlimle de size büyük bir faydam dokunabilir. Ben âmâ olduğum için düşman kılıçlarını göremem, bu yüzden de cesâretim kırılmadan en önde sancağı taşırım. Benim korkusuzca düşman üstüne yürüdüğümü gören İslâm askerlerinin de cesâret, kahramanlık ve heyecanı artar.” Âmâ sahâbî İbn-i Ümm-i Mektûm’un bu hâli, gözü gören ve gücü yerinde olanlar için ne müthiş bir fiilî nasihattir… Hayat ve Kâinâtı Tefekkür ile Okumak Kâinatta hiçbir şey abes yaratılmamıştır. Yaratılışın hikmet ve gâyelerini her zerre lisân-ı hâl denilen, kendine has bir lisân ile beyân etmekte, gönülleri îmâna ve Allah muhabbetine çekmektedir. İşte gerçek tefekkür, bu beyanları lâyıkıyla okuyabilmektir. Kâinattaki varlıkları, hayat ve hâdiseleri sırf baş gözüyle seyretmek, olgun bir idrâk için kâfî değildir. Seyredişin, bir de zihin ve gönlün müşterek faâliyeti olan tefekkür ile olgunlaştırılarak, ibret nazarıyla temâşâ sûretinde gerçekleştirilmesi îcâb eder. Ancak bu sâyede kâinattaki ilâhî kudret tecellîleri, rûha apayrı bir zindelik, kuvvet ve kemâlât kazandırır. Aslında hiçbir şey, insanın tefekkür iştiyâkını, Kâinâtın Yaratıcısı’nın varlığına vâkıf olmak ve O’na muhabbet duymak kadar tatmîn edemez. Zîrâ âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere:
“Kalbler, ancak zikrullâh ile itmi’nâna (hakîkî huzura) erişir.” (er-Ra’d, 28)
Rabbimiz, bu âlemde her şeyi ve her hâdiseyi, belli sebepler etrafında meydana getirmektedir. İlimler de bu sebepleri araştırmakla meşguldür. Fakat Müsebbibü’l-Esbâb, yâni sebeplerin sebebi ise, Cenâb-ı Hak’tır. Bu durumda insan idrâkini, sebepleri var eden Hak Teâlâ’ya ulaştırmayan her türlü ilim ve düşünce eksiktir; çıkmaz sokaklarda yorulmaktan ibârettir. Boş yorgunluk ve çıkmazlardan kurtulmak için, önce Rabbimizin “oku” emrini ârifâne bir tefekkürle kavramalıdır. Sonra da bu emri hayatın bütün safhalarındaki hâdiselere tatbik etmelidir. Çünkü bu keyfiyet, insanı sebeplerin sebebine ulaştırarak “hikmet”in menbaına nâil eder. İdrâk ve şuurda olgunluk başlar. Akıl ve gönül, Cenâb-ı Hakk’ın her hâdisede ne murâd ettiğini kavrayabilecek bir hâle gelir. Dolayısıyla, bu âlemde olup biten her şeyi îman penceresinden ibret nazarıyla temâşâ edip rûhu tefekkürle inkişâf ettirmek zarûrîdir. Neticede hâdiselerin özündeki ilâhî murâda dâir hikmet parıltıları, Allâh’ın izniyle damla damla gönle akacaktır. Hikmetle Derinleşme Yolu: Tasavvuf Nice âbide şahsiyetler yetiştirmiş olan tasavvufun özü de hakîkatte böyle bir feyz ve rûhâniyeti tahsilden ibârettir. Bu bakımdan tasavvuf, hikmetle derinleşerek Hakk’a doğru mesafe alma yoludur. O aslâ dünyadan el-etek çekmek, Yûnus’un buyurduğu gibi yalnızca tâc ile hırkaya bürünmek ve ancak belirli bir evrâd u ezkâr ile iktifâ etmek değildir. Yani tasavvuf, her şeyden önce mes’ûliyetimizi tefekkür etmektir, kendimizi muhâsebe hâlinde bulunmaktır, idrakte yol kat edebilmektir, iz’anda mesafe alabilmektir. Kısacası her türlü nefsânî düşüncelerden kurtulmak ve ancak rûhânî tefekkürle derinleşmek ve bu tefekkürle de merhale merhale yücelerek nihayette ebedî mîrâca ermektir. Böyle bir gönül mîrâcına erenlerden biri olan Hazret-i Mevlânâ, bu hâlin safhalarını ne güzel hulâsa eder: O, zâhirî ilimlerle dolu olduğu safhayı «hamdım»; kalpte hikmet tecellîlerine nâil olup mâverâî ufuklara açıldığı safhayı «piştim»; kâinat kitabındaki hikmet, esrâr ve hakikatleri okumaya başladığı olgunluk ve vuslat devresini de «yandım» diyerek ifâde etmiştir. İmâm Gazâlî -kuddise sirruh- da: “Âriflerden olmak istersen; sükûtun tefekkür, bakışın ibret ve arzun tâat olsun. Zîrâ bu üç haslet, âriflerin alâmetidir.” buyurmuştur. Bütün bunlar, tasavvuftaki rûhî olgunluğun gerçekleşmesinde tefekkürün ne kadar mühim bir yeri bulunduğunun çok açık ifâdeleridir. Çünkü mesele, kuru kuruya amel işlemek değil, onu rakik bir gönül, yani kalb-i selîm ölçüleri içerisinde Hakk’a arz eyleyebilmektir. Bu da elbette ki şuurlu bir tefekkür sahibi olmaktan geçer. Tefekkür-i Mevt Kalbin dirilişi ve rûhâniyetin inkişâfı, ancak nefsâniyetten vazgeçebilmekle mümkündür. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de âdetâ bunun usûlünü ifâde sadedinde:
“Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 26
Hakîkaten fânî dünya hayatı, ebedî âhiret hayatı yanında kısacık bir an gibidir. Anlık zevkler uğruna ebedî saâdeti zâyi etmek, ânı sonsuza tercih etmek, hangi aklın kârıdır? Bastığımız toprak, bugüne kadar gelen milyarlarca insanın cesetleriyle doludur. Sanki üst üste çakışmış milyonlarca gölge gibi… Onlar da iki kapılı bir hân olan bu cihâna bir kapıdan girdiler, sonra nefsânî veya rûhânî davranış ve hislerle dolu dar bir koridor olan dünyâ hayatını yaşadılar, en nihâyet mezar kapısından geçip ebedî âleme intikâl ettiler. Yarın bizler de aynı durumda olacağız. Bir gün gelecek ki, o günün yarını olmayacak! O gün hepimiz için meçhul bir gün! İşte tefekkür-i mevt, o meçhul gün gelmeden evvel ölümü çokça hatırlamaktır. Nefsânî taşkınlıklardan uzaklaşarak Rabbimizin huzûruna hazırlanmanın dâimî bir şuur hâline getirilmesidir. Gâye; ölümün ürkütücü manzaralarından kendimizi koruyup, ölümü güzelleştirebilmektir. Rabbimizin beyânı çok açık ve nettir:
“Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Biz’e döndürüleceksiniz.” (el-Ankebût, 57)
Velhâsıl hayat ve kâinât, ilâhî bir ibret dershânesi… Bizlere düşen de, bu dershânenin ihlâslı ve gayretli bir talebesi olabilmek… Fânî bir misâfirhâne olan dünyâda kalıcı edâsıyla oturma gafletine düşmemek... İnsan tefekkür-i mevt netîcesinde nefs engelini aşarak âhiret azığını iyi tedârik edebilirse, ölüm, hayâl ötesi muazzam ve mükemmel olan Allah Teâlâ’ya vuslatın mecbûrî bir şartı olarak addedilir. Böylece, ekseriyetle insanlarda soğuk ürpertilere sebep olan ölüm, vuslat heyecanına dönüşür. Böyle ölümler, tasavvuf yolunun büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin tâbiriyle “Şeb-i Arûs”, yâni düğün gecesidir… a Hâsılı tefekkür, en fazla muhtaç olduğumuz hasletlerden biridir. Rûhumuzun inkişâfı, îmânımızın kuvvet kazanması, ibâdetlerimizin huşû ile edâsı, muâmelâtımızın istikâmet bulması ve gönül ufkumuzun sadece dünyâ planda sıkışıp kalmaması, tefekkür hasletini lâyıkıyla yaşamamıza bağlıdır. Rabbimiz, şuur ve idrâkimize olgunluk ihsân eylesin! Allah Rasûlü’nün, sahâbe-i kirâm’ın ve evliyâullah’ın tefekkür iklîminden gönüllerimize hisseler ikrâm eylesin! Dünyevî ve nefsânî düşüncelerin kıskacında bunalan gönül ve dimağları, ulvî duygu ve düşüncelerin huzur ve sükûnuna nâil eylesin! Hayat ve hâdiseleri îman ışığıyla ve ibret nazarıyla temâşâ ederek; “Oku” emr-i ilâhîsini ârifâne bir tefekkürle hayatımıza tatbik edebilmemizi nasip ve müyesser eylesin! Rabbimiz, bilhassa hulûlüyle müşerref olacağımız Ramazân-ı Şerîf’i, affımıza medâr olacak sâlih amellerle ihyâ ederek, bütün bir ömrümüzü Ramazan feyziyle yaşamamızı nasîb buyursun! Son nefesimizi de ebedî bir bayramın huzur dolu iklîmine vuslat ânı eylesin! Âmîn!
DİPNOTLAR: 1) Aynî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut, İdâretü’t-Tıbâati’l-Münîriyye, ts., I, 61; XXIV, 128. 2) Hadîs-i şerîfin tamamı için bkz. İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XVI, 252, hadis no: 5838.
Muhabbet
Osman Nûri Topbaş
2005 - Nisan, Sayı: 230, Sayfa: 032
Muhabbet, fânî hayâtımızın tadı, neş’esi, huzur ve sürûrudur. Varlığın hamuru, muhabbet mayası ile yoğrulmuştur. Muhabbet istîdâdı, Rabbin kullarına en büyük lutuflarındandır. Bu bakımdan muhabbeti lâyıkına yöneltmek ve dostluğun hakîkatine ermiş gönüllerde kullanmak gerekir. Zîrâ muhabbetteki bu merhale, ilâhî muhabbete vuslatın bir basamağıdır. Fakat ne yazık ki insanların pek çoğu, ilâhî bir lutuf olan muhabbeti, fânî ve nefsânî arzular uğrunda hebâ etmektedirler.
Lâyıkını bulamayan muhabbetler, fânî hayâtın hazin israflarıdır. Mübtezel ve bayağı menfaatlerin kıskacında kalan muhabbetler, kaldırım kenarlarında açan çiçeklere benzer ki, er-geç çiğnenmeye ve mahvolmaya mahkûmdur. Sokağa düşürülmüş bir pırlanta ne kadar tâlihsizdir! Liyâkatsiz bir elin haksız malı olmak, ne hazin bir ziyanlıktır!
Mevlânâ Hazretleri, muhabbet sermâyesini fânî ve izâfî varlıklar uğruna hebâ ederek, Mevlâ aşkından mahrum kalanlar için şu ibretli misâli verir:
“Dünyâya gönül verenler tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budala bir avcı, kuşun gölgesini kuş zannetti de onu yakalamak istedi. Fakat dalın üzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.”
Muhabbet tohumlarının yeşermediği gönüller, hazan mevsiminden kurtulamazlar. Hodgâm duyguların esâreti altında, rûhânî duyguların bir nevî cenâzesini taşırlar. Rûhâniyet iklîmlerinde, ilâhî menbâdan feyizlenen muhabbetler ise, binbir râyiha ile meltemlenen cennet bahçelerinin çiçekleri gibidir. Onun zaman zaman yaprakları dökülse, çiçekleri solsa bile, o yine de baharların tebessümü ile feyz ü bereket ve neşv ü nemâ bulur.
Muhabbetin kaynağı olan ilâhî muhabbeti idrâk edenler, her varlık ile dost olabilirler. Yâni Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilme istîdâdı kazanırlar. Bu zirveye nâil olan bütün Hak dostları, cümle nefsânî lezzetleri ifnâ ederek gerçek lezzetin mârifetullâh ve muhabbetullâh olduğunun idrâki içinde yaşarlar
erek gerçek lezzetin mârifetullâh ve muhabbetullâh olduğunun idrâki içinde yaşarlar.
Hadîs-i kudsîde şöyle buyrulmuştur:
“…Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdetlerle de durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de ben (âdeta) onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum…” (Buhârî, Rikâk, 38)
Bu kalbî zirve, dünyâmızdaki dağ zirveleri gibi nâdirattandır. Bu ilâhî feyz ve rûhâniyeti, şahsiyetine ve tefekkürüne hâkim kılabilenler, sıradan bir insan olmaktan kurtulurlar. Böyle kimseler, varlıklarla bambaşka bir sûrette mükâleme ederler. Yeter ki kalb, o varlıkların lisânına âşinâ olabilsin!
Nâzenin bir çiçekten, feryâd hâlindeki bir bülbülden, çağlayan bir dereden, işitebilenler için ne değişik terennümler gelir! Seherler, ne destanlar anlatır! Duyabilenler için, rüzgârlar kim bilir kaç bâd-ı sabânın meltemlerini yansıtır!?.
Gönlü aşk ve muhabbetle dolu olan kâmil mü’minler, bu cihandaki ilâhî hikmet ve esrâr akışlarını ibretle seyre dalabilenlerdir. Sergilenen bunca ilâhî esrâr ve sanat hârikalarını görüp de Hakk’a muhabbetin yakıcı terennümleriyle duygulanmamak, selîm bir idrâk ve diri bir kalb için hiç mümkün müdür?..
Muhabbet, sevilen varlığın ehemmiyet ve mükemmelliği nisbetinde bir kıymet ifâde eder. Bu bakımdan beşerî muhabbetlerde kazanılabilecek zirve, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duyulan muhabbettir. Çünkü insanlığın muhabbet meyline O’ndan daha lâyık bir kimse tasavvur olunamaz.
Ancak O dahî muhabbette son durak değildir. İnsan için, muhabbetin tahsîs edilmesi gereken nihâî hedef, kâinâtın yaratıcısı Allâh Teâlâ’dır. İnsanın muhabbet sâikıyla yükselmesinde nihâî merhale ve son durak O’dur. Mutasavvıflar, buna “fenâ fillâh” veya “bekâ billâh” tâbir ederler. Bu hâl, tıpkı nehirlerin okyanus sularına ulaşarak onda gark olup kaybolmaları gibidir.
Bir büyük Hak dostu, “fenâ fi’r-rasûl” ve “fenâ fillâh” ateşiyle yanışını mısrâlarına şu şekilde aksettirir:
Tecellâ-yı cemâlinden habîbim nev-bahâr âteş!
Gül âteş, bülbül âteş, sünbül âteş, hâk ü hâr âteş!
âteş, bülbül âteş, sünbül âteş, hâk ü hâr âteş!
(Habîbim, Sen’in güzelliğinin tecellî ederek ortaya çıkmasından (dolayı, Sana âşık olan) ilkbahar ateş, gül ateş, bülbül ateş, sünbül ateş, toprak ve diken ateş!..)
Şuâ-yı âfitâbındır yakan bi’l-cümle uşşâkı;
Dil âteş, sîne âteş, hem dü çeşm-i eşk-bâr âteş!
(Bütün âşıkları yakan, güneş (gibi parlak) nûrundur. (O nûrun aksiyle) gönül ateş, kalb ateş, (aşkınla) ağlayan (şu) iki göz ateş!..)
Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i ışkı gasl etmek?
Cesed âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvâr âteş!..
(Bu kadar aşk ateşiyle yanarak aşkın uğrunda şehîd olanı yıkamak mümkün mü? Cesed ateş, kefen ateş, şehidi yıkayacak tatlı su dahî ateş!..)
Muhabbetullâh’a erişebilmek için beşerî muhabbette son merhale olan muhabbet-i Rasûlullâh’ı lâyıkıyla idrâk etmek îcâb eder. Zîrâ bu, ilâhî muhabbete yükselten son basamak mesâbesindedir. Bundan dolayıdır ki, muhabbet-i Rasûlullâh’ı yaşamayanlar, muhabbetullâh’a ulaşamazlar. Bilmek gerekir ki, Allâh’a muhabbet deryâsına götürecek olan yegâne rahmet ve muhabbet pınarı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Öyle ki Hazret-i Peygamber’e muhabbet, Allâh’a muhabbet; O’na itâat, Allâh’a itâat; O’na isyân, Allâh’a isyân sadedindedir. Buna göre Hazret-i Peygamber’in muazzez varlığı, beşer için bir muhabbet melcei, yâni sığınağıdır. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın...” (Âl-i İmrân, 31)
Şüphesiz ki, muhabbetin en büyük alâmeti itaattir; sevilen uğrunda fedâkârlıktır. Seven, sevdiğine gönlündeki muhabbet seviyesinde tâbî olur. Şâyet davranışların temelinde muhabbet varsa, orada samîmiyet, ihlâs ve bereket vardır. Ameller, muhabbet zemîni üzerinde icrâ edildiğinde ulvîleşir. Muhabbetsiz, yâni yürekten gelmeyen, zoraki hâl ve davranışlar ise, samîmiyetten mahrum bulunduğu için, nefsâniyeti palazlandırmaktan öteye geçemez.
âl ve davranışlar ise, samîmiyetten mahrum bulunduğu için, nefsâniyeti palazlandırmaktan öteye geçemez.
Gönülden gelen en ufak bir davranış, dağlar misâli büyük görünen samîmiyetsiz amellerle mukâyese edilemeyecek kadar üstündür. Bunun en mühim tezâhürü de, muhabbetlerin zirvesi olan muhabbetullâh’ta kendini gösterir. Bir kul için en son ve mükemmel seviye, Allâh muhabbetinin feyzine nâil olabilmektir. Bununla berâber her şeyin olduğu gibi muhabbetin de Hâlık’ı, hiç şüphesiz Cenâb-ı Hak’tır. O dilemedikçe kul, bu makâma yükselemez. Öyleyse bu hususta da kula düşen; Hakk’a tazarrû, niyâz ve ilticâ hâlinde bulunmaktır. Nitekim âyet-i kerîmede:
“(Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?..” (Furkan, 77) buyrulmaktadır.
Allâh’ı sevmenin alâmeti ve O’nun muhabbetine kavuşmanın yolu, Allâh’ın farz ve mecbûrî kıldığı asgarî kulluk vazîfelerini büyük bir huşû içinde îfâ ettikten sonra, zarûrî olmadığı hâlde, sırf gönülden gelen aşk ve muhabbet sebebiyle nâfile ibâdetleri ve hayırlı amelleri de kemâl-i edeb, tâzîm ve şevk ile çoğaltmaya çalışmaktır. Bu hâl üzere devâm ederek muhabbetullâh’a ulaşmak, insanoğlunun yaratılış gâyesini gerçekleştirmesi demektir. Zîrâ İslâm’da insana sunulan ilâhî tekliflerin zirvesi ve nihâî hedefi, “vâsıl-ı ilallâh” olmaktır. Bunun da en mühim sermâyesi muhabbettir. Diğer ameller, bu muhabbetin bir tezâhürüdür.
Mü’minin gönlünde Allâh muhabbeti çoğaldıkça, Allâh için yapılan amellerin ziyâdeleşmesi de tabiîdir. Bu sebeple, muhabbetullâh’ta merhale almaya başlayan kimseler, farz ibâdetlerle iktifâ etmeyerek birtakım ilâve ibâdetleri de farz şevk ve heyecânıyla îfâ ederler. Bunun netîcesinde de çölde suya hasret kalan bir insanın suya olan iştiyâkının ziyâdeleşme gibi iştihâsının sonsuzlaşması ile karşılaşır. Bu hâle gelenlere, Allâh’a rücû etmekten başka hiçbir şey tesellî sunamaz. O zaman;
“Ey huzûra kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön!” (el-Fecr, 27-28) âyet-i kerîmelerinin tecellîsinden başka bir tatmin vâkî olamaz.
İlâhî muhabbette bu kıvâma eren mü’minler, şüphesiz ki bu müstesnâ hâle varabilmek için, fânîlerin iltifatlarından uzak, tenhâ mekânlarda ve gece karanlıklarında Allâh’a yakararak, hayâtı ve nefesleri bir ömür tesbîhi hâline getirebilme gayreti içinde olurlar. Dâimî bir kulluk şuuru ile ihsân iklîminde ilâhî muhabbet şerbetiyle sermest olmaya çalışırlar. Böylece, yeri geldiğinde maldan, mevkîden, dünyâdan, hattâ candan vazgeçerler. Hepsinden mühimi de, Allâh’ın muhabbetine ve O’nun rızâsına nâil olabilmek için kalben dâimî bir niyaz hâlinde yaşarlar
Sahâbe-i kirâmdan Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh-’ın şu hâli, Allâh’a olan muhabbetini ve O’nda fânî oluşunu ne güzel ifâde etmektedir:
Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh- bir savaşa iştirâk etmek üzere Fırat kıyısında yürürken, içinde bulunduğu hâlet-i rûhiyeyi şöyle dile getiriyordu:
“Ey Allâh’ım! Kendimi şu dağdan atarak aşağıya yuvarlamamın, Sen’in benden daha fazla hoşnut kalmana vesîle olacağını bilsem, bunu hemen yaparım. Büyük bir ateş yakarak içine atlamamın, Sen’in benden daha çok râzı olmana vesîle olacağını bilsem, onu derhâl yaparım. Yâ Rabbi! Kendimi suya atıp boğulmamın, Sen’in daha ziyâde hoşnutluğunu celbedeceğini bilsem, onu hemen yaparım. Ey Allâh’ım! Ben sırf Sen’in rızân için savaşıyorum, beni zarara uğratmamanı diliyorum, ben Sen’i istiyorum.” (İbn-i Sa’d, III, 258)
Allâh ve Rasûlü’nün muhabbeti, dînimizin esâsı ve Hakk’a vuslatın en feyizli yoludur. İlâhî ünsiyet ve rahmetin biricik vesîlesidir. Hakk’ın muhabbetine kavuşmak, ilâhî vuslata nâiliyette en ulvî merhaledir. Zîrâ yüce huzûra kabûlün kapısı, muhabbet anahtarı ile açılır. Fakat muhabbet, kuru bir iddiâ olmamalıdır. Sözde kalarak özde hiçbir tesir hâsıl etmeyen boş konuşmaların hakîkî muhabbetle hiçbir ilgisi yoktur. Üstelik bu hâl, ancak nefsâniyetin okşanmasıdır.
Gerçek muhabbetin en müşahhas misâllerini Ashâb-ı Kirâm Hazarâtı sergilemişlerdir. Zîrâ onlar yaşayışlarıyla, teblîğ hayatlarıyla, Allâh ve Rasûlü’ne olan muhabbetin canlı birer timsâli olmuşlardır. Bunun misâllerinden birkaçı şöyledir:
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, İslâm’ı öğretmek üzere etraftaki kabîlelere muallimler gönderirdi. Adal ve Kare kabîleleri de Allâh Rasûlü’nden muallim istemişlerdi. Bu kabîleler için on kişilik bir heyet yola çıktı. Fakat k_file tuzağa düşürüldü. Muallimlerin sekizi şehîd, ikisi de esir edildi. Esir düşen Zeyd ve Hubeyb -radıyallâhu anhümâ-, teslim edildikleri Mekkeli müşrikler tarafından şehîd edildi. Şehîd olmadan evvel Hazret-i Zeyd’e:
“–Hayâtının kurtulmasına mukâbil, senin yerinde Peygamberinin olmasını ister miydin?” diye soruldu.
Zeyd -radıyallâhu anh-, bu suâli soran Ebû Süfyan’a acıyarak baktı ve:
“–Benim, çoluk-çocuğumun arasında olup Peygamberimin
tı ve:
“–Benim, çoluk-çocuğumun arasında olup Peygamberimin burada olmasını istemek şöyle dursun, O’nun ayağına diken batmasına bile aslâ gönlüm râzı olmaz.” dedi.
Bu eşsiz muhabbet manzarası karşısında donakalan Ebû Süfyân:
“–Hayret doğrusu! Ben, dünyâda Muhammed’in ashâbının O’nu sevdiği kadar, birbirini seven iki kimse daha görmedim.” dedi.
Daha sonra müşrikler, Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın yanına gittiler; dîninden vazgeçerse kurtulacağını söylediler. Hazret-i Hubeyb’in cevâbı da kat’î idi:
“–Dünyâyı verseniz bile dînimden aslâ dönmem!”
Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın şehîd edilmeden evvel bir tek arzusu vardı:
“Hazret-i Peygambere muhabbet dolu bir selâm gönderebilmek!..”
Lâkin kiminle gönderebilirdi ki! Çâresiz, gözlerini semâya kaldırdı ve:
“–Allâh’ım! Burada selâmımı Rasûlüne ulaştıracak kimse yok. O’na selâmımı Sen ulaştır!” diye ilticâ etti.
O sırada Medîne’de ashâbıyla beraber olan Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “ve aleyhisselâm” yâni “onun üzerine de selâm olsun” buyurdu. Bunu işiten ashâb hayretle:
“–Yâ Rasûlallâh! Kimin selâmına karşılık verdiniz?” diye sorunca:
“–Kardeşiniz Hubeyb’in selâmına.” buyurdu.
Mekkeli müşrikler, her iki sahâbîyi de ağır işkenceler altında şehîd ettiler. Hazret-i Hubeyb’in şehîd edilirken söylediği şu söz çok mânidardır:
“Müslüman olarak öldükten sonra, şöyle veya böyle ölmek ne gam!..” (Bkz
Müslüman olarak öldükten sonra, şöyle veya böyle ölmek ne gam!..” (Bkz. Buhârî, Megâzî, 10; Vâkıdî, Megâzî, s. 280-281)
Yine Allâh ve Rasûlullâh muhabbeti sebebiyledir ki, genç sahâbîler, Peygamber Efendimiz’in teblîğ mektuplarını taşıma şerefine ermek için âdeta yarışa girmişlerdi. O’nun bir arzusunu yerine getirebilme uğruna her türlü fedâkârlığı göze alıp hiçbir mâzeret öne sürmeden, canla başla hizmete tâlip olmuşlardı. Sarp dağlar ve ıssız çöller aşarak gittikleri diyarlarda, cellâtların arasından geçip kralların huzûrunda Allâh Rasûlü’nün mektubunu büyük bir îman cesâreti ile okumaları, onların Allâh ve Rasûlü’ne duydukları engin muhabbetin bâriz bir tezâhürüdür.
Ashâbın, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan tâzîm, hürmet, edeb ve muhabbetini ifâde eden sayısız misallerden biri de şöyledir:
Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-, müslüman bir aşîretin yanından geçerken, aşîret reisi ondan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i anlatmasını istedi. Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh- ise:
“–O’nu anlatamam.” dedi. Reis:
“–Anlayabildiğin kadarını anlat.” deyince Hazret-i Hâlid şu karşılığı verdi:
“–Sana şu kadarını söyleyeyim ki; GÖNDERİLEN, GÖNDERENİN KADRİNCE OLUR. GÖNDEREN, KÂİNÂTIN HÂLIKI OLDUĞUNA GÖRE, GÖNDERİLENİN ŞÂNINI VAR SEN DÜŞÜN!..”
Nitekim Amr bin Âs -radıyallâhu anh- da bu hâlin bir benzerini şöyle dile getirmiştir:
“Allâh Rasûlü’ne duyduğum tâzîm duygusundan dolayı başımı kaldırıp O’na tam olarak bakamadım. Bu yüzden O’nu tasvîr et deseler, edemem.”
Ashâb-ı kirâmın, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbet tezâhürlerini, O’nun emir ve nehiylerine nasıl ittibâ ettiklerine ve O’nun nebevî ahlâkıyla nasıl ahlâklandıklarına bakarak müşâhede edebiliriz. Zîrâ seven, sevdiğini, sevgisi ölçüsünde taklîd edip O’na tâbî olur. Allâh Rasûlü’nün âlemlere rahmet olup bütün yaratılmışlara şefkat ve merhamet nazarıyla bakışının, ona aşk ile bağlı olan sahâbîlerindeki tezâhürlerinden bir diğeri de şöyledir:
Ebû Abdurrahmân Cebelî şöyle anlatıyor:
Rumlara karşı vukû bulan bir sefer esnâsında Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh- ile bir gemide idik. Başımızda Abdullâh bin Kays bulunuyordu. Hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî, ganîmetleri taksîme memur olan zâtın yanına geldi ve orada bir kadının ağladığını gördü. Bu kadın, gazâ esnâsında esir düşenlerdendi. Hazret-i Ebû Eyyûb, bu kadının niçin ağladığını sorunca ona:
“–Bu kadının bir çocuğu var, çocuğu anasından ayırdılar, bu yüzden ağlıyor.” cevâbı verildi.
Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-, hemen çocuğu buldu ve onu anasına teslîm ederek kadının gözyaşlarını dindirdi.
Fakat ganîmetleri taksîm eden memur, Abdullâh bin Kays’a giderek Hazret-i Ebû Eyyûb’un yaptıklarını anlattı. Abdullâh bin Kays, Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye bu davranışının sebebini sorunca, o da şu cevâbı verdi:
“–Ben, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den şu hadîsi dinledim:
«Bir ana ile çocuğunu birbirinden ayıranları Cenâb-ı Hak kıyâmet gününde bütün sevdiklerinden ayırır.»” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 422, Tirmizî, Buyû‘, 52, nr: 1283)
İşte Allâh ve Rasûlullâh muhabbeti, netîcede bütün mahlûkâta şefkat, merhamet ve muhabbetle bakmayı gerektiriyordu. Zîrâ îmânın en büyük meyvesi, muhabbet ve merhamettir. Yaratılanlara muhabbet ve merhametin bereketini ve netîcede kulu îman menbaıyla buluşturduğunu ifâde eden şu hâdise de pek ibretlidir:
Asr-ı saâdette, ashâb-ı kiramdan Hakîm bin Hizâm adında bir zât vardı. Hazret-i Hatîce’nin akrabâsından olan Hakîm -radıyallâhu anh-; cömert, müşfik, hayr u hasenât sâhibi biriydi. Câhiliyye devrinde kızlarını diri diri gömmek isteyen babalardan onları satın alır, himâye eder ve hayâta kavuştururdu.
Hakîm bin Hizâm, câhiliyye devrinde yapmış olduğu bu hayırların kendisine fayda verip vermeyeceğini sorduğunda, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona; “bu güzel amellerinin kendisini İslâm’la şereflendirdiğini” ifâde buyurmuştur.
Mahlûkâta muhabbet ve merhametle yaklaşmak, îmandan mahrum olanları, nîmetlerin en büyüğü olan îmân ile şereflenmeye sevk ederse, îmân ehlini ne ulvî nîmetlere eriştireceğini düşünmek gerekir
enmeye sevk ederse, îmân ehlini ne ulvî nîmetlere eriştireceğini düşünmek gerekir…
Îman, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına en büyük nîmetidir. Rabbimiz, bu nîmeti ömrümüz boyunca titizlikle muhâfaza etmemizi ve son nefesimizi de îmân ile vermemizi emir ve îkaz buyurmaktadır. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Ey îmân edenler! Allâh’ın azamet-i ilâhîsine yaraşır bir şekilde takvâ sâhibi olun ve ancak müslümanlar olarak can verin!” (Âl-i İmrân, 102)
Îman nîmetinin en büyük meyvesi, Hakk’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilmek ve onlara muhabbetle yaklaşabilmektir. Kulluk hayâtına seviye kazandıran bu ölçüyle Hakk’ın af, merhamet ve muhabbet iklîmine girebilenler, bu hasletler ile hâllenerek bütün mahlûkâta rahmet saçarlar. Nitekim Hak dostu Mevlânâ Hazretleri, bu keyfiyetin hikmet dolu bir misâlini şöyle sergilemiştir:
Dergâhtaki bir sohbet esnâsında bir sarhoş çıkagelir. Dervişler onu inciterek dışarı çıkarmak isterler. Mevlânâ Hazretleri, o sarhoşun hakîkati aramak için dergâha sığınan bir insan olduğunu düşünerek onu incitenlere hitâben:
“–Şarabı o içmiş, âdeta siz sarhoş olmuşsunuz!” buyurur.
Bu hikâye, günâha karşı tabiî olan nefreti, günahkâra şümûllendirmemenin, bilâkis günahkârı yaralı bir kuş gibi şefkate muhtaç kabûl etmenin ve onu merhametle can sarayına alıp irşâd edebilmenin müşahhas bir misâlidir.
Hoca Ahmed-i Yesevî Hazretleri ne güzel buyurur:
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen
Öyle mazlûm yolda kalsa, hemdem ol sen
Unutmamak gerekir ki bugün nâil olduğumuz îman topluluğu, asr-ı saâdetin kudsî mîrâsının bereketidir. Ashâb-ı kirâm ve evliyâullâh hazarâtı, bu kudsî emânetin gelecek nesillere intikâlinde büyük bir gayret ve himmet göstererek ilâhî muhabbet etrâfında âdeta pervâne kesilmişlerdir. Onlar, hidâyet semâmızın yıldızları, hakîkat mektebinin muallimleri, günlerimizin bereket ve rahmeti, zamanlarımızın nûru ve yeryüzünde Allâh Teâlâ’nın şâhitleri olmuşlardır.
Peygamber Efendimiz’in, ashâbın, evliyâullâh ve sâlih kulların Allâh’ın dîni yolunda muhabbetullâh ile gösterdikleri müstesnâ gayret ve fedâkârlıklar bizlere örnek olmalıdır. Bize emânet edilen bu mukaddes mîrâsı zâyî etmemek ve onu aslî sâfiyet ve berraklığı ile gelecek nesillere intikâl ettirmek, ebedî saâdetimizi ilgilendiren en büyük mes’ûliyetimizdir. Mü’min gönüllerin dâimâ bu îman vecdiyle ilâhî aşkın ulvî heyecânını en yüksek seviyede tatmaları îcâb eder. Zîrâ gerçek saâdet, fânî ve izâfî muhabbetlerin dar hudûdunu aştıktan sonra başlar.
Fânî sevdâların esâretinden kurtularak onları gönülden tasfiye etmek, bâkî nîmetlere ermenin vazgeçilmez şartıdır. Fânî muhabbetleri tasfiye, her muhabbetin nihâî gâyesini Allâh’a bağlamakla mümkündür. Vatan-millet, âile, çoluk-çocuk sevgileri; din kardeşliği, ibâdet, infak ve güzel ahlâk gibi bütün hayırlar, o muhabbete bağlı olduğu zaman kulu Rabbinin muhabbetine ve rızâsına erdirir.
İşte ashâb-ı kirâmın, Allâh ve Rasûlü’ne olan derin aşkı ve bunun netîcesinde Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta muhabbeti bu şekildeydi. Onlar, bütün varlıklarını muhabbetleri uğruna fedâ etmesini bilmişlerdi. Dünyâlık nâmına hiçbir şeyi olmayan sahâbîler bile, belki de hayatta kazanabilecekleri en büyük varlığı da Allâh’ın Rasûlü’nden ayrı kalmamak ve O’nunla berâber olmak uğruna gözünü kırpmadan fedâ edebiliyorlardı.
Şâir Fuzûlî, muhabbetin merkezinin “gönül” olduğunu ve muhabbette fânî oluş hâlini şu misâl ile sergiler:
“Mecnûn, Leylâ’nın köyünde âvâre âvâre gezerken bir yabancı gelir, Leylâ’nın evini sorar. Mecnûn:
«–Onun evini boşuna arayıp yorulma!» der ve kalbine işâret ederek:
«–Çünkü Leylâ’nın mekânı burasıdır!» karşılığını verir.”
Bizler de bu misâlde sergilenen derin hikmet üzerinde düşünerek gönlümüzün ne kadar nazargâh-ı ilâhî hâlinde olduğunu muhâsebe etmek durumundayız. Yâni gönlümüz ne kadar Allâh ve Rasûlü’nün muhabbeti ile dolu hâlde? Îman vecdi, ibâdet ve davranışlarımızda tecellî ediyor mu? Yoksa muhabbet, dillerimizden yüreklerimize inmeyen kuru bir iddiâdan ibâret mi kalıyor? Kalb atışlarımız, hâl ve tavırlarımız, ne kadar Kur’ân-ı Kerîm istikâmetinde ve Sünnet-i Seniyye muktezâsında? Fânî nîmetleri ne kadar ilâhî muhabbete bir vâsıta hâline getirebiliyoruz?
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın buyurduğu
Sünnet-i Seniyye muktezâsında? Fânî nîmetleri ne kadar ilâhî muhabbete bir vâsıta hâline getirebiliyoruz?
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın buyurduğu:
“(İlâhî mahkemede) hesâba çekilmeden evvel nefislerinizi hesâba çekiniz.” (İbn-i Kesîr, Tefsîr, I, 27) düstûruyla bütün bu hakîkatler önünde hâlimizi mîzân etmeliyiz.
Bu vesîleyle, hülûlüyle müşerref olduğumuz velâdet kandilimizi tebrîk eder, kalblerimizi rûhâniyet-i Rasûlullâh ile feyizlendirmesini Rabbimizden niyâz ederiz.
Ne saâdet! Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek şahsiyetinden ve rûhâniyet iklîminden hisse alıp muhabbetin hakîkatine erebilenlere!..
Yâ Rabbi! Gönüllerimizi îman muhabbetiyle tezyîn eyle! Bizleri, küfür ve isyânın çirkinliğini görerek bunlardan gereği gibi sakınanlardan eyle! Sevdiklerini bizlere de sevdir; yerdiklerini bizlere de yerdir! Bizlere aşk, şevk ve îman vecdiyle dolu bir kulluk hayâtı yaşatıp kalblerimizi huzûra erdir! Dünyâdan sevdiklerinin muhabbetiyle birlikte, muhabbet-i Rasûlullâh ve muhabbetullâh’a ulaşmış olarak göçebilmeyi nasîb eyle!
Âmîn!
Fiten vakti
Ahmet Taşgetiren
2005 - Nisan, Sayı: 230, Sayfa: 003
“Fitne” kelimesi sözlükte, “karışığını almak için altını ateşe koymak” anlamına gelmektedir. Çoğulu “Fiten” dir.
Buradan yola çıkarak bir yandan “kargaşa, bela ve sıkıntıya düşmek”, bir yandan da “İmtihan” anlamına gelmektedir.
Rasulullah Efendimiz (sa.)'in hadislerinden bir bölümü “Fiten hadisleri” başlığı altında değerlendirilmiştir.
“Ümmetine karşı olağanüstü düşkün, rauf ve rahim olduğu” Allah Teala'nın şehadetiyle sabit olan Allah Rasulü (s.a.) kendi zamanında yaşayan mü'minleri “ateşten korumak için” tarifi imkansız gayretler ortaya koyduğu gibi, kainatın sonuna kadar gelecek olan mü'minleri korumak için de ürpertici uyarılarda bulunmuştur. İşte bu uyarılara “büyük imtihan, bela, sıkıntı, kargaşa, savrulma vakitleri”ni haber verme ve yanlışlıklara düşmekten sakındırma mahiyetinde bulundukları için “Fiten hadisleri” denilmiştir. Bu hadisleri “Kıyamet alameti” gibi okuyanlar da olmuştur. Kıyamet'in ne zaman kopacağı Peygamberler dahil, yaratılmış hiç kimseye bildirilmediği için, hangi alametlerin hangi zamanda kıyametin kopacağına delil olarak değerlendirilebileceğini söylemek de mümkün değildir. Ancak, Kıyamet tüm kainatın sonlanışı ise, ve tek tek insanların, tek tek toplumların sonlanışı da bir tür küçük kıyamet sayılabilirse, “Fiten hadisleri”nin en azından insan ve toplumlar için kıyamet habercisi olduğu değerlendirmesi yapılabilir. Kalbin çürümesi kalbin kıyameti, dimağın pörsümesi dimağın kıyameti sayılabileceği gibi, bir insanın yaratılış kanunlarıyla boğuşması varoluş gerekçesini yoketme yolunda bir gidiş, toplumların temel insani değerlerle boğuşması toplumsal bir çürüyüş yolculuğu sayılabilir.
Kur'an bilgisi içinde sunulan Firanv'ın ya da Karun'un, Ad'ın ve Semud'un kıyameti gibi...
Dolayısıyla ister tek tek kişiler, isterse toplumlar, “Fiten” başlığı altında toplanan bu hadislere bakıp, kendilerini ateşe ve tükenişe ne kadar yakın olduklarını veya olmadıklarını anlayabilirler
Anlayabilirler, daha ötede, bunların bir “Peygamber ikazı” olduğunu düşünüp, ürperebilir, kendilerini toparlayabilirler. Peygamber “beşir – müjdeleyici” ve “Nezir - uyarıcı - korkutucu”dur. O (s.a.) nun hem beşir hem nezir vasıfları, insanın ve toplumların yaratılış misyonları ekseninden kopmamaları içindir.
Bu hadislere biraz daha yakından baktığımızda nelerle karşılaşırız? (Hadislerin Murat Kaya kardeşimiz tarafından derlenen Türkçe metinleri diğer sayfalarımızda verilmiştir.)
Bir hadiste Rasulullah Efendimiz (sa.a) “şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne”den bahsediyor ve böyle bir zamanda yaşayan insan için “vay haline” diyor. Siz bundan endişe etmez misiniz, üzerinize almaz mısınız, “Acaba Rasulullah'ın resmettiği fitne zamanı benim zanamım mı?” diye sormaz mısınız?
Diyor ki Rasulullah (sa.a)
“İnsanlar mü'min olarak sabahlar da akşam kafir oluverir. Mü'min olarak akşamlar da sabaha kafir çıkabilir.” Nasıl bir savruluş halidir bu? Nasıl bir ortamdır ki savurur insanı: İnsan bir gün içinde imanla ondan kopuş arasında nasıl savrulur? Böylebir uyarı ile karşılaştığınızda, hemen kalbinizi avucunuza alıp bakma refleksi göstermez misiniz? Hemen sağınızı solunuzu kontrol etmez misiniz?
Bu hadisin devamında Rasulullah “İnsanlar dinlerini küçük bir dünya menfaati karşılığında değiştiriverirler.” diyor. İşte eskilerin deyimiyle bir mezlaka-i akdam... Yani ayakları kaydıracak bir değer alaborası, bir zihin pörsümesi... Küçük bir dünya menafaatin insanın hayatını ve mematını anlamlandıran “din” bağlılığına el koyacak hale gelmesi...
Şöyle bir düşünün: Namazlarınıza gıbta ediliyor, oruçlarınıza gıbta ediliyor, hatta herkes “keşke sizin amelleriniz gibi amellerimiz olsa” diyor... Ama Rasulullah böyle insanların bile savrulacağı bir fiten vaktine işaret ediyor; buyuruyor ki: “Kur'an okurlar, fakat okudukları boğazlarından aşağı geçmez. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar.” Böyle bir ikaz bizi, okudğumuz Kur'an'ın boğazlarımızdan aşağı geçip geçmediği, Kur'an'ın ete kemiğe bürünüp bürünmediği konusunda sorgulamaya sevketmez mi? “Dinimiz”e bakmaz mıyız, hala içimizde duruyor mu diye... Yüreklerimizdeki inanç dünyası okun yaydan çıkıp gittiği gibi gitti mi tedirginliğine düşmez miyiz?
inanç dünyası okun yaydan çıkıp gittiği gibi gitti mi tedirginliğine düşmez miyiz?
“Öyle bir zaman gelecek ki, okumaya meraklı kurra çoğalacak, fakihler ise azalacak ve bu suretle ilim yeryüzünden çekilip alınacak.”
Dinin fıkıh boyutu... Yani derinlemesine anlama çabası... Yani ilim... İlmin azaldığı zaman işler sarpa saracak demek İslam toplumlarında... Ümmetinin üzerine titreyen Peygamber (s.a.)'in uyarısı böyle...
Allah Rasulü (s.a.) gene uyarıyor: “Çok olursunuz ama, selin üstündeki çer - çöpten farkınız olmaz” diyor... “Çünkü içinize “vehn” düşmüştür. Vehn, yani dünya sevgisi, ölüm korkusu...”
Yoklayalım bakalım 1.5 milyarlık İslam ümmeti olarak içimizi... Gücümüze bakalım, sel üstündeki çer -çöpten farkımız var mı? Ve yüreklerimizde dünya tutkusu, ölüm korkusu ne alemde?
Biz “Fiten vakti”nde miyiz?
Allah Rasulü (s.a.) uyarıyor:
“Ben sizin dünya hırsıyla birbirinizle kapışmanızdan, birbirinizi katletmenizden ve sizden öncekiler gibi helak olup gitmenizden korkuyorum.”
Alın size, yine dünya hırsı... Yani önceliklerin değişmesi... “Yeryüzünde neden varız?” sorusuna verilecek cevapta kafaların karışması... Ve bunun peşinden gelen birbirini kırma süreci... Allah'ın elçisi diyor ki, “Böyle yaparsanız, helak olur gidersiniz!” Birbiriyle kapışan İslam toplumlarına bakıp, ardından gelen sefaletlere, perişanlıklara, yokoluşlara ne demek gerekir?
Rasulullah, insanların ve toplumların “Fiten vakti”ni anlatırken bazı şeyleri özellikle vurguluyor.
-Zina ve fuhşun yaygınlaşması bunlardan biri... Bir hadislerinde zinanın yaygınlık kazanacağını, öyle ki o zaman en duyarlı insanın, gün ortasında zina eden birilerine “Bu işi biraz kapalı bir yerde yapsanız” diyebileciğini bildiriyor. Ve zina böylesine salgın ve cüretkar hale geldiği zaman, peşinden, daha önceki toplumlarda yaşanmamış hastalıklara mübtela olunacağını haber veriyor
-Allah Rasulü, ölçü ve tartının bozulmasına karşı uyarıyor. Buna göre alışverişte hile, o topluma kıtlık, geçim sıkıntısı ve zalimce bir yönetimi getiriyor. Demek ki Peygamberane bir bakışa göre, ikili ilişkilerde ölçü kaçınca, toplum – yönetim ilişkilerinde de ölçü kaçıyor ve güçlü olanın cevrü cefası, zulmü başlıyor.
-Kişinin haramdan mı helalden mi kazandığına bakmadığı zaman o zaman... Herkesin faize bir biçimde bulaştığı, insanların en çok korunanının, faizin tozundan etkilendiği zaman...
-Hazreti Peygamber yine, zekatı vermeyenin yağmurlarının kesileceğini bildiriyor. Demek ki zekatla yağmurların yağması arasında bir alaka var. Yağmuru yağdıran, zekatı istiyor, akıllarımızı derleyip toplayarak bakarsak, “Sadakaları Allah alır” ayetinin manası ile, “yağmuru Allah verir” hükmünün birbiriyle alakalı olduğunu idrak etmez miyiz?
-Uyarıyor Allah Rasulü: Allah'ın ahdini ve Rasulünün sünnetini terk eden milletin başına Allah mutlaka kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder... Düşünelim bakalım başımızı ellerimiz arasına alıp: Neden İslam coğrafyası kendilerinden olmayan güçlerin tasallutu altında? Bir ahdi mi bozdu bu coğrafyanın insanları, bir yolu mu terketti?
-Devlet adamları Allah'ın kitabı ile hükmetmez, Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçerlerse... Yani keyfi bir yönetim uygularlarsa... Allah Rasulü (s.a.) uyarıyor: Allah onların hesabını kendi aralarında görür... Bakın İslam coğrafyasına, düşünün düşünebildiğiniz kadar...
Hazreti Peygamber (s.a.) uyarıyor:
-Haliniz nice olur?
Bu uyarıda ne ararsanız var aslında. Yani perişan olursunuz, helak olursunuz, yerin altı üstünden iyi gelir size...
Rasulullah (s.a.) daha sonra sayıyor:
-Gençleriniz fıska düştüğü, kadınlarınız azdığı zaman.
Gençleriniz fıska düştüğü, kadınlarınız azdığı zaman...
-Emr-i bi'l ma'rufta bulunmadığınız, nehy ani'l – münker yapmadığınız zaman... Yani iyiliklerle kötülükleri hatırlatacak bir ilişki düzeni kalmadığı, yaptırımların uyarı biçiminde bile ortadan kalktığı zaman...
-Hatta kötülüğü emredip, iyilikleri yasakladığınız zaman...
-Hatta iyiliği kötülük, kötülüğü de iyilik zannettiğiniz zaman...
İşte Rasulullah'ın ısrarla altını çizdiği bu hal, ölçülerin darmadağın olması, insanoğlunun kafasının allak bullak olması, değer yargılarının altüst olması hali... çarkların birbirini parçaladığı vasat... Toplumların kıyamet iklimi...
Sabah imanla buluşup akşam küfre gittiği, akşam imanla buluşup sabah kafirliğe gittiği bir vakit...
-Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekleyin!
Bu da Peygamber (s.a.) uyarısı...
Emanet kaybolduğu zaman, yani “dağların taşların yüklenmediği emaneti yüklenen insan ona ihanet ettiği zaman...” İnsanın yaratılış misyonunun bittiği zaman bu... Bundan sonra her şeyi yapar insan ve sonunda kendi varlık gerekçesini yok eder... Cinayet, uyuşturucu, her türlü şiddet, alkol, zina, kürtaj, intihar... Ucu hep tükenişe varıp dayanan insan sapkınlıkları...
Şöyle bir ortamı düşünün:
-İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit mü'minin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek.
Ürpertici bir hal değil mi? Niçin olacak bu?
-Kötülükleri görüp de onları değiştirmeye güç yetiremediği
Dikkat edilirse Rasulullah'ın uyarıları, bir kötülük, yanlışlık, kural dışılık, hukuksuzluk hakimiyetini ve bunların düzeltilmesinin zorlaştığı zamanı işaret ediyor. Müslüman toplum, tevbelerle, emr bi'l ma'ruf , nehy ani'l münker'lerle kendi kendini arındıran bir toplumdur. Oysa bu mekanizma çöküyor ve iyilik – kötülük ölçüleri allak bullak oluyor... Arınmıyor toplum, insanlar arınmıyor, aksine yaygın bir kirlenme yaşanıyor... İnsanların ayaklarından yukarı tırmanıyor bataklık... Nasıl kurtulacak insan?
15 özellik saymış Rasulullah (s.a.), bunlar olursa o topluma “büyük bela” gelir diyor ve sayıyor bela türlerini, kızıl rüzgar, yere batma, suretlerin değişmesi ve gökten taş yağması...
Eski toplumlarda inkarı seçenler, “Ne zaman?” diye sorarlarmış Peygamberlerin uyarıları karşısında... Yani “gelmez bize bela” dercesine... Ama azmış kavimlerin helaki, bir Kur'an bilgisi... Ve Kur'an der: “Öyle bir fitneden sakının ki o içinizde yalnızca zalimlere isabet etmez!” (Enfal, 35)
Rasulullah'ın sakındırdığı 15 özellikten ikisi “topluma onların en alçağı, rezili başkan olduğu zaman, en belalı adama, zararı dokunmasın diye hürmet edildiği zaman...” şeklinde belirtiliyor...
Aslında böyle bir bela yetmez mi o toplumun çürüme sürecinin karşılığı olarak? Ve böyle bir bela, toplumun tümünü boğmaz mı?
“Dindarlığın elde kor taşımak kadar zor olduğu”nu bildirdiği böyle zamanlarda, yine Rasulullah Efendimiz, çıkış yolları da gösteriyor... Öyle ki, böyle zamanlarda bir insanın iyiliğinin, fitnesiz zamanların 50 kişisinin iyiliğine denk olacağını bildiriyor.
Bir sbaşka hadis-i şeriflerinde “Ümmetimin fesad ortamına sürüklendiği zamanda sünnetime sarılana yüz şehid sevabı vardır.” buyuruyor.
Kur'an yaşıyor, Rasulullah Efendimizin sünneti yaşıyor ve Rasulullah (s.a.) “Kıyametin koptuğunu görseniz bir fidan dikin” buyuruyor. Demek “Fiten vakti” ya da “Fiten ortamı” “işimiz bitti, artık belayı beklemekten başka çare yok” ortamı değil. Aksine, sanki kıyametin sonrasına bir dirilik taşımak istermiş gibi bir çaba sergilemek... Hazreti Peygamber son anda bile bir ihya hamlesine çağırıyor. O çağrıyı her an duyana ne mutlu
Meriç Tumluer; EVREN’İN vasiyetle ilgisini ise şu ifadelerle açıklıyor:
“17.10.2005 tarihinde 7. Cumhurbaşkanı Sn.Ahmet Kenan Evren’e bir mektup yazarak 10.Kasım. 1988 Yüce Atatürk’ün gizlenen vasiyetinin açıklanması ile ilgili görevli olan yönetici olması açısından gizli vasiyetnameyi okuyupESKİ TÜRKÇE’DEN YENİ TÜRKÇE’YE TERCÜME ETTİRDİĞİ HALDE hiç kimse okuyamaz ve rahatlıkla ulaşamaz mantığı ile Genel Kurmay Harp Tarihi Stratejik Ekipler Dairesi Başkanlığına bizzat saklatması üzerine, 16. Mayıs. 1990 tarihli Sabah gazetesinde yer alan haberi halen tekzip edememiş...”
Meriç Tumluer devam ediyor:
“Bu konuda ihmalinin olduğunu belirtmek için (Kenan Evren) kendisiyle bizzat karşılıklı görüşmek üzere randevu talebimi belirten 3 sayfalık bir mektup yazıp, Gizli Vasiyetin varlığı ile ilgili Aytunç ALTINDAL’ın yazısı, ATV ana haberde canlı yayında Murat BİRSEL’e bizim verdiğimiz bilgiler sonucu yaptığı röportajda YÜCE ATATÜRK’ÜN OKUYUP NOT DÜŞTÜĞÜ, DİN İLE İLGİLİ BİR KİTAPTAN BAHSETTİĞİ BİR KONUŞMAYI İÇEREN SABAH GAZETESİNDE ÇIKAN HABERİN FOTOKOPİLERİ VE KENDİSİNE HİTABEN YAZMIŞ OLAN BU MEKTUBU, MARMARİS ARMUTALAN’A APS POSTA İLE RESMİ YOLDAN MEKTUP VE FOTOKOPİ EKLERİNİ GÖNDERDİM..
Yansıtıcı düşünme deneyimleri üzerine düşünmedir.
Birey hem kendi hem de başkalarının deneyimleri üzerine düşünerek fayda sağlar.
Kpss.2014.Eğitim Bilimleri.sy.233.
Öğretim Stratejisi.
- Kısa sürede çok bilgi aktarılır.
- Öğretmenler için ekonomik ve kolaydır.
- Anlamlı öğrenmeyi sağlar.
- Kavram ve Kavramlar arası karmaşık ilişkiler söz konusu ise öğrenme sürecini kolaylaştırır.
2014 Kpss.Eğitim Bilimleri.sy.40.
Gerçek ortaya çıkınca yalan ortadan kalkar.
Hakikat tecelli edince kizb ortadan kalkar.
Atatürk'ü Anlamak
Vecizeler.sy.342.
İsm-i Azam duası:
-Ya ilâhenâ ve ilâhe külli şey'in ilâhen vâhiden lâ ilâhe illâ ente yâ zel 'Arşil azim .
-Atini bi arşiha!.
Kara Davud
Delail-i Hayrat Şerhi.sy.1155.
İndehu ilmün minel kitabi(Neml suresi, âyet : 40)
(Kendisinde kitapta ilmi olan zat)
âyet-i kerimesinden murad, Hazret-i Süleyman'ın halası oğlu Berhiyâ'dır! O ism-i Azam'ı biliyordu ve duasında okuduğu da ism-i Âzamdı.
....
-Atini bi Arşiha ! deyip Sebâ Melikesi Belkıs'ın tahtının gelmesini yakardı. Göz açıp kapayıncaya kadar bir zaman içinde Belkıs'ın tahtı getirildi.
Kara Davud.
Delail-i Hayrat Şerhi.sy.1155.
Şer işi uzat hayra dönsün, hayır işi acele et şerre dönmesin.(Gündüzbey *Yeşilyurt-Ml.)
Şüpheli can cennete gitmez
(Kesin olmayan şeylere güvenilemeyeceğini anlatır.)
Bölge ağızlarında
Atasözleri ve Deyimler.sy.205.
Şefkati olmayan şefkat bulamaz.
Ata Sözleri.499.
Şereflerin kalıcısı İslâm dan gelen şereftir.
Mahmud Esad Coşan.Hadisler Deryası.Akra fm.
Şereflerin en ğüzeli İslâm dan gelen şereftir.
BİSMİLLÂHİRRAMANİRRAHİM
ELHAMDÜLİLLAH
ALAHÜMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SÜBHANALLAH
ESTAĞFİRULLAH.
Ehven-i şer, şerlerin en muzırrıdır.1924)
Ehven-i şer (kötülüğün azı,tercih edileni), kötülüklerin en zararlısıdır.(tehlikelidir).
Vecizeler, Telgraflar ve Hatıra defterine yazdıkları.
Atatürk'ü Anlamak.sy.341.
İkinci meşrutiyetin ilanı, ittihad ve terakki'nin iktidara gelmesi ve en son 1923'te Cumhuriyet'in kurulmasından sonra bu reform konsepti (içerik)yerine "topyekün batılılaşma politikası benimsendi.Avrupa Birliği ve Türkiye.sy.162.
Konsept:nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini içine alan ve onları bir ortak ad altında toplayan genel tasarım, genel düşünce, kavram.
Türkçedeki Yabancı sözcükler sözlüğü.sy.251,252.
Konsept: 1.fel.Kavram.2.Anlayış,görüş.3.Tarz.4.Düzen.
Türkçe Sözlük.sy.1473.
Türkiye ve İslâm ülkeleri demir,çelik ve ürünlerini ancak kendi aralarında satıp alsınlar batıya (İslâm'a karşı olan ülkelere) alışverişini yapmasınlar.
Çünkü demir,çelik en stratejik üründür.
77. Mürselât Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 50 âyettir. 48. âyeti Medine döneminde inmiştir. Sûre, adını birinci âyetteki “mürselât” kelimesinden almıştır ve “gönderilenler” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6-7. Andolsun (emrimizle meleklerden) birbiri ardınca gönderilenlere, (görevlerine) sert ‘rüzgarlar gibi koştukça koşanlara’, yaydıkça yayanlara, (hak ile bâtılı, emre göre) ayırdıkça ayıranlara, (kötülüklerden) özür dilemek veya (cezaya karşı) uyarmak için öğüt (vahiy) bırakanlara; ki vaad (ve tehdit) edildiğiniz şeyler mutlaka olacaktır.
8-9-10-11. Yıldızlar(ın ışığı) giderildiğinde, gök yarıldığı, dağlar (yerinden) sökülüp savrulduğunda, peygamberlere (ümmetlerine şahitlik için) belli bir vakit verildiğinde, (artık kıyamet kopmuştur.)
12. (Bunları duyanlar: “Bu hesap) hangi güne ertelenmiş?” derler.
13. (Bil ki, her şey) ayırıp hüküm verme gününe (ertelenmiştir.)
14. O ayırıp hüküm verme gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
15. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
16. Biz öncekileri (bu yüzden) helak etmedik mi?
17. Sonra gerideki (inkârcı)ları da onların peşine takarız.
18. Biz günahkârlara böyle yaparız.
19. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
20. Biz sizi hakîr bir sudan yaratmadık mı?
21-22. Hem onu, (doğum için) belli bir vakte kadar sağlam bir yer (olan rahm)e koyduk. [krş. 23/13]
23. İşte (bunu), biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir edeniz!
24. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
25-26. Yeri hem dirilere hem de ölülere bir toplanma yeri yapmadık mı?
27. Orada yüksek sabit dağlar var etmedik mi? Size tatlı su(lar) içirmedik mi?
Yorum Gönder