15 Eylül 2007 Cumartesi

Nefislerin beyazlaşması..!!!

Dünya yeşillenirken nefisler beyazlaşması lazımdır.

6.151 yorum:

«En Eski   ‹Eski   3801 – 4000 / 6151   Yeni›   En yeni»
yuksel dedi ki...

65. (Resûlüm!) O (inanmaya)nların sözü (ve övünmeleri) seni üzmesin. Çünkü bütün üstünlük Allah’ındır. O (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.

66. İyi bilesiniz ki göklerde ve yerdekiler(in hepsi) şüphesiz Allah’ındır. Allah’tan başkalarına tapanlar bile (gerçekte Allah’a) ortak yaptıklarına tâbi olmazlar. Onlar ancak zan ve tahmine uymakta ve sadece yalan uydurup söylemektedir.[13]

67. Geceyi, dinlenesiniz diye sizin için (karanlık) kılan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılan O’dur. Şüphesiz bunda, dinleyen bir topluluk için (büyük) ibretler vardır.

68. (Kâfirler:) “Allah çocuk edindi.” dediler. Hâşâ! O, bundan uzak ve yücedir. O (hiçbir şeye) muhtaç değildir. Göklerde ve yerde olan şeyler sadece O’nundur. Bu (çocuk sahibi olma) husus(un)da yanınızda hiçbir (ilmî) delil yoktur. Siz, Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz? [bk. 19/89-93]

69. De ki: “Allah’a karşı (böyle) yalan uyduranlar (asla) kurtuluşa eremez (iflah olamaz)lar.”

70. (Onlar için) dünyada biraz faydalanma vardır; nihayetinde, dönüşleri ancak bizedir. Sonra, kâfir olduklarından dolayı o çok şiddetli azabı onlara tattıracağız.

yuksel dedi ki...

71. Onlara Nuh’un haberini oku. Hani o kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Benim (aranızda) durmam ve Allah’ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (bilin ki) ben ancak Allah’a güvenip dayandım. Haydi siz ortaklarınızla birlikte (bana yapacağınız) işiniz hakkında ittifak edip karar verin! Sonra yapacağınız işiniz, size bir tasa olmasın. Sonra (o hükmünüzü) bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin.” [bk. 11/25-48]

72. “Eğer (benim imana dâvetimden) yüz çeviriyorsanız (ne diyeyim), zaten ben sizden hiçbir karşılık istemedim. Benim mükâfatımı ancak Allah verecektir ve bana müslümanlardan olmam emredildi.”

73. Yine de (halkı) onu yalanladılar. Biz de hem onu hem de gemide onunla beraber bulunanları kurtardık ve bunları, onların yerine (yeryüzünde) hükümran kıldık. Âyetlerimizi yalanlayanları da (suda) boğduk. Bak, (Allah’ın azabıyla) uyarılan (fakat inanmayan)ların sonu nasıl olmuştur?

74. Sonra onun ardından, (birçok) peygamberi kendi kavimlerine gönderdik. (Bunlar da) onlara apaçık âyet (delil ve mucize)ler getirdiler. Ama berikiler, daha önce yalan saydıkları şeye bir türlü inanmıyorlardı. İşte sürekli haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.

75. Sonra, onların ardından da Musa ile Harun’u âyetlerimizle[14] birlikte Firavun ve onun ileri gelen adamlarına gönderdik. (Onlar da inanma hususunda) büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.

yuksel dedi ki...

76. Onlara tarafımızdan hak (mucize) gelince: “Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir.” dediler.

77. Musa (onlara): “Size hak (mucize) gelince dil mi uzatırsınız? Bir sihir mi bu? (Bilin ki) sihirbazlar umduklarına/kurtuluşa eremezler.” dedi.

78. Dediler ki: “Sen, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan bizi çeviresin de yeryüzünde otorite/büyüklük yalnız ikinize kalsın diye mi bize geldin? Biz ikinize de asla iman edecek değiliz.”

79. Firavun: “Bilgili bütün sihirbazları bana getirin.” dedi.

80. Sihirbazlar gelince Musa onlara: “Atın atacağınız şeyleri (ortaya)!” dedi.

81. Onlar (hünerlerini ortaya) atınca Musa: “(Meydana) getirdiğiniz şey sihirdir, Allah şüphesiz ki onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozgunculuk yapan (hilekâr)ların işini rast getirmez.” dedi.

82. Günahkârlar hoşlanmasa da Allah sözleriyle hakkı gerçekleştirecektir.

83. Firavun ve ileri gelen (zorba)ların kendilerine işkence yapmaları korkusu sebebiyle Musa’ya (başlangıçta) kavminin bir kısım gençlerinden başkası inanmadı. Çünkü Firavun, o yerde (Mısır’da) cidden ululuk taslayan (bir diktatör) ve hakikaten aşırı gidenlerdendi.

yuksel dedi ki...

84. Musa dedi ki: “Ey kavmim! Şâyet Allah’a (gerçekten) inandıysanız ve O’na teslim olmuş iseniz, artık ancak O’na güvenip dayanın.”

85-86. (Onlar da) “Biz ancak Allah’a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz! Zalim kavm(in zulmüne uğratmak)la bizi imtihan (konusu) yapma! Bizi, rahmetinle o inkârcılar toplumundan kurtar.” dediler.

87. Musa’ya ve kardeşine: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın; o evlerinizi kıblegâh (mescid)[15] yapın ve (oralarda cemaatleşerek) namazı da dosdoğru kılın.[16] (Ey Musa! Artık) iman edenlere (kurtulacaklarını) müjdele!” diye vahyettik.

(Allah’a ibadeti/kulluğu yasaklayarak, insanları kendine itaat ettirerek tanrılık iddiasında bulunan Firavun, İsrâiloğulları’na ait mescidleri tahrip etmişti ki yüce Allah onlara bu emri verdi. Bu âyet-i kerîmede gerek Firavun ve benzerlerinin, gerek câhiliye toplumunun zulüm devirlerinde, hemen o yeri terk etmek değil, orayı mescid edinerek veya evleri mescid yaparak dini öğrenme, İlâhî dâvâyı birlikte savunma ve böylece kurtuluşa ermede, inananlara bir metod bildirilmektedir.)[17]

88. Musa (dua edip): “Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, Firavun’a ve ileri gelen yandaşlarına dünya hayatında (nice) ziynet ve mallar verdin.[18] Ey Rabbimiz! Bunlar, (kötü yollarda ve iradeleri zayıf kullarını) senin yolundan saptırmaları için (kullanılmakta)dır. Ey Rabbimiz! Onların mallarını silip belirsiz hâle getir (yok et) ve kalplerini şiddetle daralt (bunalsınlar). Çünkü onlar, acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler” dedi.[19] [krş. 43/33-35]

89. (Allah) buyurdu ki: “İkinizin de duası kabul edildi.[20] Yine doğ

yuksel dedi ki...

89. (Allah) buyurdu ki: “İkinizin de duası kabul edildi.[20] Yine doğruluğa (ve doğru yola çağırmaya) devam edin ve bilmezlerin yoluna asla uymayın.”

(Davette, ilzâm-ı hüccette sebat gösterin, acele etmeyin. Zira isteğiniz, vakti gelince yerine getirilecektir. Rivayete göre, Musa (as.) bu duadan sonra kırk yıl daha kavminin arasında kalmış, duasının kabulü ondan sonra tahakkuk etmiştir.)[21]

90. İsrâiloğulları’nı (Kızıl)deniz’den geçirdik. Firavun ve askerleri de saldırmak ve zulmetmek için onların arkalarına düştü (ve denize daldı). Nihayet boğulma durumuna gelince (Firavun şöyle) dedi: “Ben, İsrâiloğulları’nın inandığından başka hiçbir ilâh olmadığına inandım, artık ben (O’na) teslim olanlardanım.” [bk. 20/78; 40/84-85]

91. “Şimdi mi (iman ediyorsun)? Halbuki sen bundan önce (kendini tanrılaştırarak Allah’a) isyan etmiş ve (böylece) fesatçılardan olmuştun.”

(Artık bu türlü iman-ı yeis denilen ölüm anındaki iman geçersizdir.)

92. “Bugün de biz, senden sonrakilere ibret olması için cesedini (batıp gitmekten) kurtar(ıp sahile at)acağız.” Yine de insanlardan çoğu bizim âyetlerimizden hakikaten gafildirler.[22] [krş. 7/103; 10/90-92; 43/55-56]

yuksel dedi ki...

93. Andolsun ki biz, İsrâiloğulları’nı çok güzel bir yere yerleştirdik Onlara temiz, güzel, hoş rızıklar verdik. Onlar, ancak kendilerine ilim[23] gelinceye kadar ayrılığa düşmediler (de ilim geldikten sonra ayrılığa düştüler). Şüphesiz Rabbin kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm verecektir. [krş. 20/80-81]

94. Eğer sen, sana indirdiğimiz (geçmiş peygamberlerin haberlerin)den (ufak bir) şüphe ediyorsan, senden önceki (indirdiğimiz) Kitab’ı okuyanlara sor. Ama andolsun ki Rabbinden (hiç şüphe kalmayacak şekilde) gerçek gelmiştir. O halde asla şüphe edenlerden olma! [bk. 7/157]

95. Sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma! Yoksa (dünya ve âhirette) ziyana uğrayanlardan olursun.

(Bu iki âyette Hz. Peygamber’in şahsında bütün insanlara hitap vardır.] [bk. 28/87-88]

96-97. (Küfür ve inkârlarıyla) Rabbinin (azap) kelimesi üzerlerine hak olanlar, kendilerine her türlü âyet gelse bile, acıklı azabı görünceye kadar inanmazlar.

(Ölümün belirmesiyle, pişmanlık anındaki iman kabul olmayıp kişiyi kurtarmaz.) [bk. 40/84-85.]

98. Fakat o (azabı gördükleri) vakit inanıp da imanları kendilerine fayda veren bir memleket (halkı) olsaydı ya! Ancak Yunus’un kavmi hariçtir. (Çünkü) bunlar (azabın geleceğini sezip hemen tevbe ve) iman edince, dünya hayatında rezil ve rüsvâ olma azabını onlardan kaldırdık ve onları bir zamana kadar (yaşatıp) faydalandırdık. [bk. 37/139-148]

yuksel dedi ki...

99. Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi! (Ama onları kendi iradelerine bıraktı.) O halde insanları, mü’min olmaları için sen mi zorlayacaksın? [bk. 2/256; 11/118-119; 16/93; 18/29; 32/13; 76/3-4]

(Allah, dinde yani imanda zorlamadı irade hürriyeti ve tercih hakkı verdi, hür bıraktı. İsteyen müslüman olur gereğini yapar, isteyen de kâfirlikte kalır. Kimi de bunların arasında fâsık ve münâfık olur (bk. 2/256; 3/19; 76/3). Dünyada Kur’an’ın/İslâm’ın yolundan sapmış olanlar, âhirette bu suçun kendilerinde olduğunu itiraf edeceklerdir.) [bk. 7/23; 28/16; 34/50]

100. Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. (Allah), murdarlığı (azabı/rezilliği, Allah için) aklını kullanmayanlara verir. [krş. 67/10]

(“Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse iman edemez.” demek, “herkes O’nun irade ve iznine muhtaç” demektir. Muhtaçlık ise O’ndan ihlasla istemeyi ve iznine lâyık olmayı gerektirir. Yoksa iman etmemek, O’nun izin vermediğinden değildir.)

101. De ki: “Göklerde ve yerde neler var bakın!” Ama bunca âyetler (ibretler) ve uyarmalar, inanmayacak bir kavme ne fayda verir?

102. Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş (ümmet)lerin (başlarına gelen acı) günlerinin benzerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: “Haydi bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!”

yuksel dedi ki...

103. Sonunda azap gelince, peygamberlerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece üzerimize düşen bir borç olarak mü’minleri kurtarırız.

104. De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinim hakkında şüphe içinde iseniz, ben Allah’tan başka sizin taptıklarınıza tapmam.[24] Ben ancak sizi öldürecek olan Allah’a kulluk (ibadet ve itaat) ederim. Ben mü’minlerden olmakla emrolundum.”

105. “Ve yüzünü hanîf (Allah’ı birleyici) olarak dine çevir. Sakın (Allah’ın kudret ve hâkimiyetini yaratılmışlara vererek) müşriklerden olma!”

106. “Allah’tan başkasına, sana ne fayda ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarıp tapma/tapınma! Eğer (bunu) yaparsan o takdirde şüphesiz ki sen, (kendine) zulüm edenlerden olursun.” (diye emrolundum). [bk. 25/68 ve dipnotu]

107. Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa artık onu, kendisinden başka kaldıracak (hiçbir güç) yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu geri çevirecek hiçbir kuvvet de yoktur. (O,) kullarından dilediğini buna eriştirir. O çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

108. De ki: “Ey insanlar! Rabbinizden size hak (Peygamber ve Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için doğru yola gelmiş olur. Kim de (haktan) saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ben sizin üzerinizde bir vekil (ve bekçi) değilim.”

109. (Resûlüm!) Sana vahyedilene uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

yuksel dedi ki...

[1] Öncelikle, Kur’an’ın hükümlerinin uygulanmasına engel olmaya çalışmışlar ve baskı uygulamışlar, zaman zaman ellerindeki otorite ve fırsatlara göre yürürlükten kaldırmışlar, çaresiz kalınca da dini değiştirmek istemişlerdir. [bk. 47/1, 32]

[2] Putları ilâhlaştıranların dışında ümmetlerin kimi peygamberlerini ilâhlaştırdı. Halbuki peygamberler de birer kul olup ancak Allah’ın izniyle şefaat ederler. Kimi kendisine gelen peygamberden başka peygamber tanımadı. Kimi de bütün yönleriyle hayat nizamı olan Kur’an geldiği halde tâğûtları/Allah yolundan saptıranları, batılı ve şirki güzel gösteren yollara düştüler. Yine de inandıklarını zannettiler. [bk. 2/91-92; 4/59-61, 65, 76; 5/17, 72-73; 9/30]

[3] Bire yedi yüz ve daha fazlası (Beydâvî) veya cennet ve Cemâlullah (Nesefî (Tefsîr), II, 160-161).

[4] Müşrikler, senelik gider bütçesi olarak hayvan ve mahsullerinin bir kısmını, Allah ile denk tuttukları, hatta Allah’tan daha fazla sevip saygı duydukları putlar adına harcama yapmaya ayırırlardı. Bunun için onlara “ortakları” denilmiştir. [bk. 6/136]

[5] Muhtelif âyetlerde geçtiği üzere Mekke müşrikleri Allah’ı kabul ediyorlardı. Fakat O’nun Rabliğini, emirlerinin (vahyinin) hayatlarına hâkim olmasını ve ona göre yaşamayı kabul etmiyorlardı.

yuksel dedi ki...

[6] Eski Mısır, Yunan ve Hind dinlerinde, tenâsuha/reenkarnasyona, yani ölen insan ruhunun başka bir bedene girerek tekrar dünyaya döneceğine inanırlardı. Fakat İlâhî dinler yani Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm bunu reddeder. Çünkü Allah, ruhu yalnız insanlara mahsus yaratmıştır ve herkesin kendisine aittir; herkes kendisinden sorumludur. İslâm’da öldükten sonra dirilme ve hesap verme ancak mahşerde olacaktır. Buna inanmak, Allah’a inanmanın gereğidir. [bk. 4/136; 13/5; 28/64; 29/57; 36/12, 50-51, 77-79; 75/4; 78/40; 79/10-14]

[7] Elmalılı, IV, 492; Seyyid Kutub, VII, 560.

[8] Kuluna hiç zulmetmez Hüdâ’sı Kulun çektiği kendi cezâsı.

[9] “Era’eytüm” lafzı “bana haber verin” anlamındadır (Beydâvî).

[10] Âyet-i kerîmedeki “eserrû” (açıkladılar) Zemah-şerî’ye göredir. Diğer bazı müfessirlere göre ise kelimenin anlamı “(korkularından) gizlediler” anlamında kullanılmıştır.

[11] Taberî, XI, 87; Celâleyn.

[12] Demek oluyor ki Allah’ın yasak kıldığı şeyleri helal/serbest yapmak, emrettiklerini de haram/yasak yapmak kimsenin hakkı değildir. [bk. 9/29, 31, 67]

yuksel dedi ki...

[19] Hz. Musa’nın bedduası üzerine Firavun ve ona tâbi olanların, paraları nakışlı taşa çevrildiği gibi şeker ve diğer yiyecekleri de taş kesildi (İbni Kesîr [Sâbûnî], II, 205; Râzî, XII, 458; Bilmen, III, 1423-24).

[20] Bu duaya Harun (as.) da “âmin” demişti (Beydâvî).

[21] (Beydâvî).

[22] Bu âyet-i kerîme Hz. Musa dönemindeki Firavun’un suda boğulduktan sonra cesedinin batıp kaybolmayacağına ve insanları ibret için teşhir durumuna getirilip gösterileceğine işaret etmektedir.

[23] Tevrat’ta vasıfları bildirilen Hz. Peygamber’e inen Kur’an.

[24] Çünkü onlar, Allah’ı bırakıp put heykellere gidip önünde haykırırlar, şikayet ve dilekte bulunurlar, ona sığınırlar ve onlar için merasimler tertip ederlerdi.

yuksel dedi ki...

Adalet eşit dağıtmak vermek değil,hak edene vermektir.
Erkam radyo.

yuksel dedi ki...

11. Hud Sûresi


Mekke döneminde nâzil olmuştur. 123 âyettir. 50. âyetinden 60. âyetine kadar Hz. Hûd’un hayatı anlatılmakta ve sûre bu adla anılmaktadır. Sûrenin 12, 17 ve 114. âyetlerinin Medine döneminde nâzil olduğu belirtilmektedir.



Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1-2. Elif. Lâm. Râ. (Bu,) öyle bir Kitab’tır ki âyetleri, hikmet sahibi, her şeyden haberi olan (Allah) tarafından sağlamlaştırılmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye (her şey onda) açıklanmıştır. (De ki:) “Şüphesiz ben size, O’nun tarafından (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”

3. “Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin ki sizi belirlenmiş bir vakte kadar güzel bir geçimle faydalandırsın ve her erdemli/iyi hareket sahibine de (lâyık olduğu) ihsanını/mükâfatını versin. Eğer (imandan) yüz çevirirseniz, elbette ben, sizin için büyük günün azabından korkarım.”

4. Dönüşünüz ancak Allah’adır. O her şeye kâdirdir.

yuksel dedi ki...

5. Haberiniz olsun ki (münâfıklar, müşrikler kinlerinden,) O (Allah’ın Resûlü’)nden gizlenmek için göğüslerini çevirir/görmezden gelirler. Yine haberiniz olsun ki (gizlenmek için) örtülerine büründükleri zaman da (Allah onların) neyi gizlediklerini ve neyi açığa çıkardıklarını bilir. Çünkü O sînelerin özünü bilendir.

6. Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın. (Allah) onların eğleştiği yeri de, emanet edileceği (geçici olarak kalacağı veya toprağa verileceği) yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da)dır. [krş. 2/28; 6/59, 98; 29/17]

7. Arş’ı[1] su(dan ibaret olan kâinat)[2] üzerinde (her şeyi kuşatmış) iken, hanginizin amelinin (sevapça) daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde/devirde yaratan O’dur.[3] (Resûlüm! Böyle iken) eğer sen küfre sapanlara: “Muhakkak ki siz ölümden sonra dirileceksiniz.” demiş olsan, onlar mutlaka: “Bu, apaçık bir sihirden (aldatmadan) başka bir şey değildir.” derler. [bk. 18/7; 21/35; 41/11-12; 67/2]

8. Andolsun ki onlardan azabı sayılı (az) bir vakte[4] kadar geciktirsek, mutlaka onlar: “Onu alıkoyan nedir (gelse ya)?” derler. Haberiniz olsun ki o (azap) onlara geldiği gün, artık kendilerinden geriye çevrilecek değildir. Kendisiyle alay etmekte oldukları (azap) onları kuşatacaktır.

9. Andolsun ki biz, insana tarafımızdan bir rahmet (sağlık ve servet gibi bir nimet) tattırır da sonra onu ondan çekip alırsak, muhakkak o, (hemen önceki nimetleri unutan) çok ümitsiz ve çok nankör bir kimse olur.

yuksel dedi ki...

10. Yine andolsun ki kendisine dokunan zarar (ve sıkıntı)dan sonra, ona nimeti (ve rahatı) tattırırsak mutlaka (insan): “Başımdan kötülükler gitti.” der (şükrü unutur). Doğrusu o, böbürlenir ve şımarır durur.

11. Ancak (sıkıntılara) sabredip sâlih (sevaplı) amellerde bulunanlar böyle değildir. İşte, gerçek mağfiret ve büyük mükâfat onlar içindir.

12. Belki sen, (putperestlerin:) “Ona bir hazine indirilmeli veya beraberinde bir melek gelmeli değil miydi?” demelerinden dolayı göğsün daralarak sana vahyolunanın bir kısmını (duyurmayı) neredeyse terk edecektin. (Şunu bil ki) sen ancak (Allah’ın azabına karşı) bir uyarıcısın. Allah ise her şeye hakkıyla vekildir (onların cezasını O verecektir). [bk. 15/97-98; 25/7-8]

13. Yoksa onu (Kur’an’ı) kendisi uydurmuş mu diyorlar? De ki: “Öyleyse siz de uydurulmuş olarak onun benzeri on sûre getirin. Allah’tan başka gücünüzün yettiği kimseleri de (yardıma) çağırın; eğer (iddianızda) doğru kimseler iseniz.” [krş. 2/23-24; 10/38; 17/88]

14. Şâyet onlar bu dâvetinizi kabul etmezlerse, bilin ki o (Kur’an), ancak Allah’ın ilmi (ve izni) ile indirilmiştir ve O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık müslüman (oluyor) musunuz?

15. Kimler (yalnız) dünya hayatını ve onun süs (ve saltanat)ını isterse, orada onlara çalışıp yaptıklarının karşılığını tastamam veririz. Onlar orada (hiçbir) eksikliğe uğratılmazlar. [bk. 17/18-21; 42/20]

yuksel dedi ki...

16. İşte (haktan ayrılan, âhireti unutan, dünya menfaatleriyle yetinen) o kimseler için âhirette ateşten başka bir şey yoktur. (Dünyada) yaptıkları (iyi) şeyler heder olup gitmiştir. Zaten bütün yapageldikleri şeyler boştur.

17. (Yanında) Rabbinden (Kur’an gibi) açık bir delili bulunan ve bir de Rabbi tarafından (görevlenmiş olarak) onu izleyen/onu okuyan[5] bir şâhit (Cebrail) ve ondan önce de (yine bir şâhit olarak gelmiş) bir rehber ve rahmet olan Musa’nın Kitab’ı bulunan kimse, o (dünyaya dalıp âhireti unuta)nlar gibi olur mu? İşte bunlar o (Kur’an’ın hak olduğu)na inanırlar. Gruplardan (hiziplerden) kim onu inkâr ederse, ona vaadedilen yer ateştir. Senin bundan (asla) şüphen olmasın. Çünkü o (Kur’an ve onu inkâr edenlere vaadedilen bu yer)[6] Rabbinden bir gerçektir. Ne var ki insanların çoğu iman etmezler.

18. Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? İşte bunlar Rablerinin huzuruna arzolunacaklar, (hakkındaki) şâhitler de: “İşte Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır.” diyecek.[7] Haberiniz olsun ki Allah’ın laneti zalimler üzerinedir.

19. O (zalim) kimseler, (insanları) Allah’ın yolundan (Kur’an’dan/İslâm’dan) çevirirler ve onda bir eğrilik (aramak) isterler. Hem onlar, âhireti de inkâr ederler.[8]

20-21. Onlar, yeryüzünde (kendilerine azap etmesi bakımından

yuksel dedi ki...

20-21. Onlar, yeryüzünde (kendilerine azap etmesi bakımından Allah’ı) aciz bırakacak (engelleyecek) değillerdir. Onların Allah’tan başka (kendilerini kurtaracak) dostları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (ilâhî hakikatleri) işitmeye tahammül edemez ve (gerçeği) görmezlerdi. İşte onlar kendilerini zarara uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları (sahte tanrıları) da artık onlardan uzaklaşmışlardır.

22. Elbette, âhirette en çok zarara uğrayanlar onlardır.

23. (Şu) muhakkak ki iman edip sâlih amel işleyenler ve Rablerine gönülden boyun eğenler var ya, işte onlar cennet ehlidirler. Onlar orada dâimî kalacaklardır.

24. Bu iki grubun (küfre sapanlarla, mü’minlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işitenin durumu gibidir. Bunların hali hiç, eşit/aynı olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?

(Buraya kadar olan âyetlerde, inançla ilgili esaslar, Kur’an’ın mucize oluşu, inanan ve inanmayanların durumları anlatıldı. Bundan sonra bazı peygamberler ve onların tevhid mücadeleleri anlatılmaktadır.)

25-26. Andolsun ki biz, Nuh’u da (peygamber olarak) kavmine gönderdik. (O:) “Şüphesiz ben sizin için (azaba karşı) apaçık bir uyarıcıyım. Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten ben, size (gelecek) acıklı bir günün azabından korkuyorum.” (demişti).

yuksel dedi ki...

27. Kavminin inkârcı ileri gelenleri de: “Biz, seni, ancak bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Basit ve dar görüşlü aşağı (insan)larımızdan başkasının sana uyduğunu da görmüyoruz. Sizde, bize karşı bir üstünlük olduğunu da görmüyoruz. Aksine biz, sizin yalancı olduğunuzu düşünüyoruz.” dediler.

28. (Nuh) dedi ki: “Ey kavmim! Söyleyin bana, ya ben Rabbim’den (dâvâmı ispat için verilen) açık bir delil üzerinde isem ve (Rabbim) bana katından bir rahmet (peygamberlik) vermiş, size de bu gizli bırakılmışsa, siz ondan hoşlanmadığınız halde, biz sizi on(u kabul)e zorlayabilir miyiz?” (Asla!)

29. “Ey kavmim! (Tebliğimden dolayı) sizden bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım Allah’tan başkasına ait değildir. Ve (siz aşağı görüyorsunuz diye) ben inananları kovacak değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben, sizi cahillik eden bir topluluk olarak görüyorum.”

30. “Ey kavmim! Ben onları kovarsam, Allah’a karşı bana kim yardım eder? Hiç düşünmez misiniz?”

31. “Ben size: ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır.’ demiyorum. (Ben kendiliğimden) gaybı da bilmem. Doğrusu ben bir meleğim de demiyorum. Gözlerinizin hor gördüğü (mü’min) kimseler için: ‘Allah onlara asla bir hayır vermeyecek.’ de diyemem. Allah onların içlerinde olan şeyleri çok iyi bilir. (Eğer onları, siz iman edeceksiniz diye kovarsam) o takdirde ben mutlaka zalimlerden olurum.”

yuksel dedi ki...

32. Dediler ki: “Ey Nuh! Gerçekten bizimle (dinine davette) mücadele ettin; üstelik bizimle mücadelende çok ileri gittin. Şâyet doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin (o acıklı azâb)ı bize getir!”

33. (Nuh:) “Onu size, dilerse ancak Allah getirir, (O’nu) aciz bırakacak değilsiniz.”

34. “Eğer Allah, sizi (bu âsî halinizden dolayı) sapıklıkta bırakmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de öğüdüm size fayda vermez. O sizin Rabbinizdir ve ancak O’na döndürüleceksiniz.”

35. (Resûlüm!) Yoksa o (Nuh’un kıssası)nı, “kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Ben onu kendim uydurmuşsam suçum bana aittir. Halbuki ben (iftira etmek sureti ile) işlediğiniz (bu) suçlardan uzağım.”

36. Nuh’a vahyolundu ki: “Kavminden iman etmiş kimselerden başkası (artık asla) inanmayacak. O halde sen, onların yapmakta olduklarına üzülme!”

37. “Gözetimimiz (altında) ve vahyimizle gemiyi yap! Zulmedenler hakkında da (kurtulmaları için) benden bir istekte bulunma! Çünkü onlar (suda) boğulacaklardır.” [bk. 54/10; 71/26]

38. (Nuh) gemiyi yapıyordu; kavminin (inkârcı) birtakım ileri gelenleri de ona uğradıkça, onunla alay ediyorlardı. (O) dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız edin (bakalım!) Biz de sizinle, sizin alay ettiğiniz gibi alay edeceğiz.

39. Kendisini rezil (ve perişan) edecek bir azabın kime geleceğini

yuksel dedi ki...

39. Kendisini rezil (ve perişan) edecek bir azabın kime geleceğini ve dâimî bir azabın kimin üzerine ineceğini yakında görüp öğreneceksiniz.”

40. Nihayet buyruğumuz gelip tandır kaynadığı,[9] (yeryüzünde suların kaynayıp fışkırdığı) zaman Nuh’a: “(Hayvanların) her birinden (erkekli dişili) birer çifti, hakkında (boğulmaları için) söz geçmiş olanlar dışında çoluk çocuğunu[10] ve iman edenleri içine yükle.” dedik. Zaten beraberinde bulunan az sayıdaki kimseden başkası iman etmemişti. [krş. 23/27; 26/119-121; 54/11-14]

41. (Nuh) dedi ki: “Binin (geminin) içine. Onun akıp gitmesi de, (demir atıp) durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”[11]

42. O (gemi) onlarla dağlar gibi dalgalar içinde seyrederken, Nuh, bir kenara çekilmiş durmakta olan oğlu (Yam’)a: “Ey oğulcuğum! Bizimle beraber (gemiye) bin, kâfirlerle beraber olma!” diye seslendi.

43. (Oğlu) dedi ki: “(Hayır!) Beni sudan koruyacak (yüksek) bir dağa sığınacağım.” (Nuh da): “Bugün Allah’ın (azap) emrinden kendisinin esirgediğinden başka hiçbir korunacak yoktur.” dedi. Ve aralarına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu.

44. (Nihayet:) “Ey yeryüzü! Suyunu yut! Ey gök! Suyunu tut!” denildi. Su çekildi, (helak olmaları için) iş bitirildi, (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine oturdu ve zalimler topluluğu için: “Uzak olsunlar

yuksel dedi ki...

(yok olup gitsinler!)” denildi.

45. Nuh Rabbine şöyle seslendi: “Ey Rabbim! Benim oğlum da elbette benim ailemdendir. Elbette ki senin (ailemi kurtarma) vaadin haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin.” [bk. 69/11-12; 54/13-14; 95/8]

46. (Allah) buyurdu ki: “Ey Nuh! O (oğlun, inanmayıp âsî olduğundan) senin ailenden değildir. Doğrusu o(nun yaptığı), iyi bir iş değildir. O halde, bilgin olmayan şeyi benden isteme! Doğrusu ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim.”[12]

47. (Nuh) dedi ki: “Ey Rabbim! Bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ziyana uğrayanlardan olurum.”

48. Denildi ki: “Ey Nuh! Sana ve beraberinde olanlardan (gelecek nice mü’min) ümmetlere bizden selamet ve bereketlerle (gemiden) in. (Onların bir kısmından da gelecek) öyle birtakım (kâfir) ümmetler vardır ki biz onları da (dünyadan bir müddet) faydalandıracağız, sonra onlara tarafımızdan acıklı bir azap dokunacaktır.”

49. (Resûlüm!) İşte bunlar, bilinmeyen haberlerdendir ki sana onları vahyediyoruz. Onları, bundan evvel ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret; şüphesiz ki (mutlu) son, takvâya eren (Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınan)larındır.

yuksel dedi ki...

50. Âd (kavmin)e de, kardeşleri Hûd’u (peygamber olarak gönderdik). “Ey kavmim!” dedi, “Allah’a kulluk edin. Zaten sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur (ve olamaz da). Ama siz (ortak koşmakla) iftira etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz.”

51. “Ey kavmim! (Sizi uyarmam Allah için olup) bundan dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım ancak beni yaratana aittir. Hâlâ hakikati anlamayacak mısınız?”

52. “Ey milletim! Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra O’na tevbe edin (O’na yönelin) ki üzerinize gökten bol bol rahmet (ve bereket) göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın (sizi çoğaltsın). Artık siz de günahkârlar olarak (Allah’tan) yüz çevirip durmayın.” [krş. 71/11]

53. Dediler ki: “Ey Hûd! Bize bir delil getirmedin. Biz, senin sözünden dolayı tanrılarımızı terk edecek değiliz. Sana inanacak da değiliz.”

54-55. “Biz (senin sözlerin için) ancak ‘Tanrılarımızdan biri, seni fena halde çarpmıştır.’ deriz.” (Hûd) dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ı şâhit tutuyorum Siz de şâhit olun ki ben, O’na ortak koştuklarınızdan (Allah yerine kendisine bağlılık gösterdiklerinizden) elbette uzağım. Artık hepiniz bana tuzak kurun, sonra (elinizden gelirse) mühlet de vermeyin.”

56. “Şüphesiz ben; benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a güvenip dayandım. Hiçbir canlı yoktur ki O, onun alnından tutmuş (onu hükmü ve denetimine almış) olmasın. Şüphesiz benim Rabbim dosdoğru bir yol üzeredir (O âdildir, hüküm ve tasarrufunda hakkâniyet üzeredir, kimseye zulüm ve haksızlık etmez).” [bk. 10/71]

yuksel dedi ki...

57. “Yüz çevirseniz bile artık ben, kendisiyle (görevli) gönderildiğim şeyi, size tebliğ ettim. Rabbim, sizin dışınızda bir kavmi yerinize getirir, siz de O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Rabbim her şeyi koruy(up gözet)endir.”

58. (Helak) emrimiz gelince Hûd’u ve beraberindeki iman edenleri tarafımızdan (büyük) bir merhamet eseri olarak (helak olmaktan) kurtardık. Üstelik onları (âhirette de) pek ağır bir azaptan kurtardık.

59. İşte bu Âd (kavmi), Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine isyan ettiler ve (Allah’tan yüz çevirmiş) inatçı her zorbanın emrine uydular.

60. Onlar bu dünyada, (şiddetli rüzgara) ve kıyamet gününde de lanet (cezasın)a tâbi tutuldular. Haberiniz olsun ki Âd (kavmi), Rablerine nankörlük ettiler. Biliniz ki Hûd’un kavmi Âd (yok olup Allah’ın rahmetinden) uzak olmuştur. [krş. 41/15-16; 69/6-7]

61. Semûd (kavmine) de kardeşleri Salih’i gönderdik. (Salih) dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Çünkü sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. O sizi (önce) topraktan meydana getirmiş ve size orada ömür sürüp imar etmeyi istemiştir.[13] O halde O’ndan mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin (O’na yönelin). Şüphesiz ki Rabbim (size) çok yakındır. O, (duaları) kabul edendir.” [krş. 26/146-158]

yuksel dedi ki...

62. Dediler ki: “Ey Salih! Sen bundan evvel bizim aramızda kendisinden ümit beslenen (iyi bir kişi) idin. (Şimdi) babalarımızın taptığı şeye tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden, endişelendiren bir şüphe içindeyiz.”

63. (Salih, onlara) dedi ki: “Ey kavmim! Söyleyin bana, ya ben Rabbimden açık bir delil (ve mucize) üzerinde isem ve O bana kendisinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, ben de O’na âsî olursam, Allah’(ın azabın)a karşı bana kim yardım eder? Sizin de bana zararımı artırmaktan başka bir katkınız olmaz.”

64. “Ey kavmim! İşte size bir âyet (mucize) olarak Allah’ın şu dişi devesi! Öyleyse onu (serbest) bırakın. Allah’ın arzında otlasın. Ona kötü maksatla el dokundurmayın. Sonra yakın bir azap sizi yakalayıverir.”

65. Yine de onu (ayaklarından biçerek) öldürdüler. Bunun üzerine (Salih) dedi ki: “Yurdunuzda üç gün (daha) faydalanın (artık sonunuz gelmiştir). Bu, yalanlanmayacak bir tehdittir.”

66. Nihayet (azap) emrimiz gelince, Salih’i ve beraberindeki iman edenleri tarafımızdan bir merhametle (helak olmaktan ve) o günün rezilliğinden kurtardık. Şüphesiz senin Rabbin çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.

67. O zalim (inkârcı)ları ise, korkunç bir ses yakalayıverdi de yurtlarında çökekaldılar. [Krş. 7/78]

yuksel dedi ki...

68. Sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular. Haberiniz olsun ki Semûd (kavmi) Rablerine nankörlük ettiler/kâfir oldular. Bilin ki Semûd (yok olup Allah’ın rahmetinden) uzak olmuştur.[14]

69. Andolsun ki elçilerimiz (melekler),[15] İbrahim’e (bir evlat) müjde(si) ile gelip “selâm” dediler. O da “selâm” dedi; çok geçmeden (onlara) kızartılmış bir buzağı getirdi. [bk. 15/52-62; 51/26-27]

70. (Fakat İbrahim,) ellerinin ona (yemeğe) uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve onlardan yana içine bir korku düştü. Onlar: “Korkma, biz (meleğiz) Lût kavmine gönderildik.” dediler.

71. (İbrahim’in) karısı (Sâra) ayakta iken (onların melek olup kendi kavmine gelmediğini duyunca sevincinden hafif) güldü. Biz ona da (o meleklerle) İshak’ı, İshak’ın ardından da (torunu) Yakub’u müjdeledik.[16] [krş. 19/49; 21/72]

72. (İbrahim’in karısı:) “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, şu kocam da bir pîr-i fânî iken çocuk mu doğuracağım? Doğrusu bu pek şaşılacak bir şey!” dedi.

73. (Elçi melekler) dediler ki: “Allah’ın işinden dolayı hayrete mi düşüyorsun? Ey ev halkı! Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinizedir. Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şânı yücedir (ve iyiliği boldur).”

74. İbrahim’den korku gidip kendisine (çocukla ilgili) müjde gelince, Lût kavmi hakkında (affedilmeleri için) bizim (elçilerimiz)le tartışmaya başladı.

75. Çünkü İbrahim, hakikaten çok yumuşak huylu, çok duygulu ve ‘kendisini Allah’a vermiş’ bir

yuksel dedi ki...

kimseydi.

76. (Elçilerimiz:) “Ey İbrahim! Bundan vazgeç (tartışma), çünkü Rabbinin emri gelmiştir. Onlara artık geri çevrilmez bir azap muhakkak gelecektir.” dediler.

77. O elçilerimiz, (delikanlı şeklinde) Lût’a gelince, (Lût) onlar yüzünden endişelendi ve göğsü daraldı (sapık kavminin onlara saldırısından korkuyordu) ve: “Bu çok çetin bir gündür.” dedi.

78. Kavmi de (kafalarındaki kötü niyetle) alelacele yürüyüp koşarak ona geldi. Onlar, daha önceden de o çirkin (sapık) işleri yapıyorlardı. (Lût) dedi ki: “Ey kavmim! İşte bu (şehirdeki kızlar) benim kızlarım,[17] (elçilere dokunmayın) onlar(ı nikâhlamanız) sizin için daha temizdir. Allah’a hürmetiniz olsun/azabından sakının, misafirlerim yanında beni utandırmayın. İçinizde aklı başında bir adam yok mu?” dedi. [bk. 15/71; 26/165-166]

79. Dediler ki: “Senin kızların üzerinde hiç bir hakkımız bulunmadığını elbette bilirsin. Sen, bizim ne istediğimizi de pekâlâ biliyorsun.”

80. (Lût:) “Keşke size karşı bir gücüm olsaydı veya sarp bir kaleye sığınabilseydim.” dedi.

81. (Elçi melekler) dediler ki: “Ey Lût! Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaş(ıp dokun)amazlar; gecenin bir kısmında hemen aile fertlerinle yürü (buradan çık). Sizden hiçbiri (bu emirden) geride kalmasın. Ancak karın hariçtir. Çünkü onlara erişen (azap), ona da erişecektir. Onlara vaadedilen vakit sabah vaktidir. Sabah da yakındır, değil mi?” [bk. 15/63-66]

yuksel dedi ki...

82-83. (Azap) emrimiz gelince (o yerin) üstünü altına getirdik ve üzerine de pişirilmiş balçıktan yapılıp istif edilmiş ve Rabbinin katında (nereye ve kime isabet edeceği) damgalanmış taş(lar) yağdırdık. O taşlar, (her zaman) zalimlerden de uzaklaşmış değildir. [krş. 105/1-5]

84. Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik, onlara) dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur (olamaz da). Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın! Çünkü ben, sizi bir hayır (ve bolluk) içinde görüyorum. Şüphesiz ben, sizi kuşatacak bir günün azabından korkuyorum.” [krş. 7/85-93]

85. “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı tam olarak, adaletle yerine getirin, insanlara eşyalarını (haklarını) eksik vermeyin ve yeryüzünde (Allah’ın koyduğu sosyal ilkeleri değiştirerek) bozgunculuk yapmayın, kargaşa çıkarmayın (ve fenalık yapmayın)!”

86. “(Ey kavmim!) Eğer iman eden kimseler iseniz, Allah’ın bıraktığı (helal kâr) sizin için daha hayırlıdır. (Yine de hile yaparsanız,) ben sizin üzerinize bir bekçi (ve azaptan koruyucu) değilim.”

87. Dediler ki: “Ey Şuayb! Atalarımızın taptıkları şeylerden veya mallarımızdan istediğimiz gibi harcamaktan vazgeçmemizi, senin namazın mı emrediyor? Halbuki sen, elbet yumuşak huylu, aklı başında (bir adam)sın.”[18]

yuksel dedi ki...

88. (Şuayb) dedi ki: “Ey kavmim! Ya ben Rabbimden bir delil ile (gelmiş) isem ve (O) kendinden bana güzel bir rızık (helal kazanç) lütfetmişse? (Bu durumda O’na hıyanet edebilir miyim?) Size yasak ettiğim şeyleri (kendim yaparak) size aykırı davranmak da istemiyorum. Sadece, gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım, ancak Allah(‘ın yardımı) iledir. Ancak O’na güvenip dayandım ve yalnız O’na yönelirim.”

(Çünkü helal kazanç, her türlü hileden uzak olup hakka sebatta, sâlih amel ve takvâda, güzel ibadette, temiz toplum oluşmasında çok önemlidir. Hiçbir kanunun ve kanun adamının ulaşamadığı yerde bile Allah’ın emrettiği helal kazanç ve Allah’a karşı sorumluluk duygusu geliştikçe kalbin bozulması ve toplumun kirli kazanç temini önlenecek ve toplum temiz hâle gelecektir. Bütün peygamberlerin görev ve amacı budur. Şuayb’ın kavmi olan “Medyen/Eyke” halkını helâke götüren sebeplerden biri de bu olmuştur.) [krş. 23/51; 83/1-3]

89. “Ey halkım! Bana karşı gelmeniz (ve düşmanlığınız) sakın sizin başınıza da, Nuh kavminin veya Hûd kavminin ya da Salih kavminin başlarına gelenin benzeri bir felâketi getirmesin! Lût kavmi sizden pek uzak değildir.”

90. “Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe ed(ip yönel)in. Şüphesiz ki Rabbim çok merhamet eden, (inananları) çok sevendir.”

91. Dediler ki: “Ey Şuayb! Söylediğin şeylerden bir çoğunu anlamıyoruz ve seni içimizde hakikaten zayıf görüyoruz. Eğer kabilen (içinde bulunan beş on kişi) olmasaydı seni kesin taşlayarak öldürürdük. Sen bizden üstün de değilsin.”

yuksel dedi ki...

92. (Şuayb) dedi ki: “Ey kavmim! Benim kabilem size göre Allah’tan daha mı üstündür ki O’na (ve emrine) sırt çevir(ip onların hatırını say)ıyorsunuz? Şüphesiz ki Rabbim(in ilmi bütün) yaptıklarınızı kuşatıcıdır.”[19]

93. “Ey halkım! Gücünüzün yettiğini (sonuna kadar) yapın. Şüphesiz ben de (vazifemi) yapacağım. Kendisini rezil eden bir azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz. Artık (o azabı) gözleyin. Ben de sizinle beraber (onu) gözlemekteyim.”

94. Nihayet (azap) emrimiz gelince Şuayb’ı ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir merhametle kurtardık. Zulmeden (inkârcı)ları, korkunç bir ses yakaladı da yurtlarında dizüstü yığılıp kaldılar.

95. Sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular. Haberiniz olsun ki Semûd halkının (yok olup Allah’ın rahmetinden) uzaklaştığı gibi, Medyen halkı da öylece uzaklaşıp gitti. [krş. 7/85-91]

96-97. Andolsun ki biz, Musa’yı âyetlerimizle (mucizelerimizle) ve apaçık bir delille Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik. (Ama yine de onlar bizim emrimize değil) Firavun’un emrine uydular. Firavun’un emri (işi, sistem ve yönetimi arzu ve hevâsına göre olup) hiç de isabetli/doğru değildi. [bk. 79/21-26]

yuksel dedi ki...

(Bütün peygamberlerin tevhid mücadelesi, Firavun benzerleri ve ona uyanlarla olmuştur. Firavun, ilâhî hükümleri kabul etmeyip hükümranlığı sayesinde rabliğini ilan etmiş ve Allah’a rakip bir tavır almıştı.)

98. Kıyamet günü (Firavun) kavminin önüne düşer, artık onları (suya götürür gibi) ateşe götürür. Vardıkları yer ne kötü yerdir! [bk. 2/166-167]

99. (Onlar) burada da, kıyamet gününde de lanet (cezasın)a tâbi tutuldular. Verilen bu ikram ne kötü bir ikramdır!

100. (Resûlüm!) İşte bu sana anlattığımız, (o yok olan) memleketlerin haberlerindendir. Onlardan (eserleri) ayakta kalan da var, biçilmiş ekin (gibi yok) olan da vardır.

101. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar (inkâr ve nankörlük etmekle) kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiği zaman, Allah’tan başka yalvar(ıp tapın)dıkları ilâhları onlara hiçbir hususta fayda sağlamadı ve onların ziyanlarını (ve yok olmalarını) artırmaktan başka bir şeye yaramadı.

102. İşte (halkı ilâhî emirden çıktığından dolayı) zalimleşen memleketleri (azapla) yakaladığı zaman Rabbinin yakalayışı (ve yok edişi) böyledir. Şüphesiz ki O’nun yakalaması (cezası) çok acıklı, çok şiddetlidir.[20]

yuksel dedi ki...

103. Bu (anlatıla)nda, âhiret azabından korkan kimseler için elbette birer ibret vardır. O (kıyamet günü), bütün insanların bir araya toplanacağı bir gündür. O (her şeye) şâhitlik edilen bir gündür.[21]

104. Biz, onu ancak sayılı bir müddete kadar erteleriz.

105. O gün gelince hiç kimse, O’nun izni olmadan konuşamaz. Onların kimi bedbaht kimi de mesuttur. [bk. 20/108; 42/7; 78/38]

106-107. Bedbaht olanlar ateştedirler. Orada onların (çok fecî) iniltili ve haykırışlı nefes alıp vermeleri vardır ki (onlar), gökler ve yer[22] durdukça orada ebedî kalacaklardır; ancak Rabbinin (çıkarmayı) dilediği hariçtir. Çünkü Rabbin dilediğini istediği gibi yapandır.

108. Mesut olanlar ise cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça, hiçbir zaman kesilmeyen bir lütuf olarak orada ebedî kalacaklardır.

109. Artık onların taptıkları şeyler(in onları azaba götürdüğün)den şüphen olmasın. Onlar da önceden babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz de elbette onların (azaptan) paylarını eksiksiz vereceğiz.

110. Andolsun ki biz, Musa’ya Kitab’ı verdik de o(na iman hususu)nda ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinden (cezalarının âhirete kalması hakkında) bir söz geçmemiş olsaydı, elbette aralarında hüküm verilir (onlar da yok olup giderler)di. (Resûlüm!) Kesinlikle (bil) ki o (kâfir ve müşrik ola)nlar Kur’an hakkında bir tereddüt ve şüphe içindedir(ler).

yuksel dedi ki...

111. Şüphesiz Rabbin her birinin amellerinin karşılığını elbette tam verecektir. Çünkü O, onların yaptıklarından hakkıyla haberi olandır.

112. O halde sen (Resûlüm!) Beraberindeki tevbe edenlerle birlikte, sana emredildiği gibi, istikamet üzere (dosdoğru) ol. Aşırı gitmeyin (asla ilâhî hududun dışına çıkmayın). Çünkü O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

(Peygamberimiz, bu âyetteki yüce Allah’ın, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” hitabının dehşetini ve etkisini öyle derinden hissetmişti ki bunun üzerine: “Hûd sûresi saçımı ağarttı.” buyurmuştu. Çünkü Allah’ı gerçek anlamıyla tanımak ve bilmek; emirlerinin gereğine ve rızasına uymayı tam anlamıyla (ihmalsiz, aşırısız) yerine getirmeye bütün benliği ile özen göstermek demektir.)

113. Zulüm (ve haksızlık) edenlere de sakın meyletmeyin/güvenip dayanmayın! Sonra size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra size yardım da edilmez.[23]

114. Gündüzün iki tarafında (öğle ve ikindide) ve gecenin (gündüze) yakın (üç)[24] vaktinde (akşam, yatsı ve sabahda) dosdoğru namaz kıl. Muhakkak ki iyilikler (beş vakit namazın sevâbı, aradaki) kötülükleri (küçük günahları) giderir. İşte bu, düşünen, Allah’ı ananlara bir öğüt/bir hatırlatmadır.

115. Sabret. Çünkü Allah ‘iyilik yapan, iyi harekette bulunan’ların mükâfatını zâyi etmez.

yuksel dedi ki...

116. Sizden önceki devirlerde ‘akıl ve fazîlet’ sahibi olanların yeryüzünde (ilâhî buyruklara karşı yapılan) bozgunculuğa engel olmaları gerekmez miydi? Ancak onlardan (bu vazifeyi yaptığı için) kurtardığımız kimseler (pek) azdır. Zalim olanlar ise, kendilerine sağlanan refah içinde şımarıp azdılar ve böylece günahkâr oldular.

117. Rabbin -halkı (birbirlerini günahlardan ve kötülüklerden) ıslah edip dururlarken- o memleketleri haksız yere (afet ve felaketlerle) yok edecek değildir.

(İnsanların kendini ve diğerlerini ıslah edip her türlü günahlardan ve en büyük günah olan şirkten kurtarması, halklar ve milletler için helaki önleyecek bir emniyet süpabı niteliğindedir.)

118. Eğer Rabbin dileseydi, (bütün) insanları bir tek millet yapardı (Fakat İslâm’da/Kur’an’da birleşmelerini ve sâlih amellerde yarışmalarını tercihlerine bıraktı). Ama onlar, (menfaatleri doğrultusunda) ihtilaf etmeye devam edeceklerdir. [bk. 2/208; 10/99; 11/7; 16/93; 67/2]

119. Ancak Rabbinin rahmetine nâil olanlar hariçtir. Zaten (Allah), onları bunun için (irade hürriyeti vererek) yaratmıştır.[25] Böylece Rabbinin: “Andolsun ki ben, cehennemi tümüyle insan ve cinlerden (hak edenlerle) dolduracağım.” sözü gerçekleşecektir. [krş. 6/149; 42/8]

120. Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini takviye edecek her şeyi sana anlatıyoruz. Bunda (bu sûrede) de sana gerçeği bildirme, mü’minlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.

121. İman etmeyenlere de ki: “Gücünüzün yettiğini (elinizden geleni) yapın. Biz de (tebliğ

yuksel dedi ki...

121. İman etmeyenlere de ki: “Gücünüzün yettiğini (elinizden geleni) yapın. Biz de (tebliğ vazifemizi) yapmaktayız.”

122. “(İnkâr ve engellemelerinize karşı başınıza gelecek azabı) bekleyin Doğrusu biz de bunu beklemekteyiz.”

(Dinin aleyhine planlar hazırlayanlara karşı, Allah’ın da güç yetmez çeşitli azap planları vardır. bk. 105/1-5 ve dipnotu)

123. Göklerin ve yerin gaybı(nı bilmek) Allah’a aittir. Bütün işler ancak O’na döndürülür. O halde O’na kulluk et. O’na güvenip dayan. Rabbin yaptıklarınızdan asla habersiz[26] değildir.

(Yüce Allah’ın kulu olmayı ve O’nun rızasına kavuşmayı isteyenlerin, Kehf sûresinin 110. âyetinde buyurulduğu gibi sâlih amel (O’nun rızasına uygun iş ve hareket)te bulunması, sonra da O’na tevekkül etmesi, teslimiyet göstermesi lazımdır.)

[1] Arş, kâinattaki bütün cisimleri gökyüzü gibi kuşatan ve mahiyetini bilemediğimiz bir şeydir.

[2] Zebîdî, IX, 7 (izah.)

[3] Göklerin ve yerin yaratılışı için bk. 7/54; 41/9-12.

yuksel dedi ki...

[4] Âyetteki “ümmet” müddet mânasınadır (Sâbûnî (Safve), II, 8).

[5] “Telâ” fiili, izledi ve okudu anlamlarına gelmektedir. İki ifadeyi de almayı uygun bulduk.

[6] Beydâvî; Fîruzâbâdî, s. 139.

[7] Burada sözü edilen şâhitler, melekler, peygamberler veya insanın uzuvlarıdır (Beydâvî).

[8] Bunlar, İslâm’ı küçük düşürmek için çalışır. “İslâm, insanları geri bırakır; çocukların beyinlerini din ile yıkamayalım, şartlandırmayalım.” derler. Bu da kalplerindeki inançsızlık ve İslâm düşmanlığındandır. [bk. 2/204-205; 3/99; 6/26; 7/45; 14/2-3; 16/88; 47/1]

[9] Elmalılı tefsirinde, âyet-i kerîmede tandırın kaynamasından söz edilmesi nedeniyle, Hz. Nuh’un gemisi hakkında, “Bunun sıradan yelkenli bir gemi değil buharlı bir gemi olduğunu akla getirmektedir.” demektedir. [bk. IV, 537-540]

[10] 2 Üç zevcesi ile evlatları Ham, Sam, Yafes ve onların çocukları; biri de âsî olup boğulan Yam (Kenan)’dır. Bilindiği üzere Yafes Türkler’in atasıdır (Celâleyn).

[11] Bu âyet, gemiye binilirken dua olarak okunur.

yuksel dedi ki...

[18] Müşrikler, yani Allah’ın varlığını inkâr etmeyip de gönüllerini putlar ve putlaştırılanların sevgisiyle dolduranlar namaz kılanlara daima alaylı yaklaşmışlar, hor görmüşler, işkence yapmışlar ve onlara çeşitli isimler vermişlerdir. Halbuki onları put sevgisinden ve puta tapmaktan alıkoyan, onların namazı değil namazın sahibi Allah idi. Allah’a gereği gibi inanmadıkları için Hz. Şuayb’a bu suçlamayı yapmışlardır. Batıl dinliler, peygambere ve Allah’ın dînini yaşamak isteyenlere eziyet, baskı ve işkence yapmışlardır. [bk. 85/4-10]

[19] İster birtakım insanların saygınlığını gözetme, ister Allah’tan ziyade insanlardan korkma/çekinme sebebiyle olsun; Allah’ı ve emirlerini arkaya atan ve değer vermeyenleri Allah’ın bildiği ve er geç cezalarının verileceği bildirilmiştir (Elmalılı, III, 1461). Mekke müşrikleri de Allah’ın varlığını itiraf ettikleri halde putlarını O’ndan önde tutuyorlardı. Allah yerine önde tutulan varlıklar, hatta arzu ve istekler de birer ilâh/put durumundadır. [bk. 4/108; 25/43; 45/23]

[20] Allah’ın azabı geçmiş kavimlere özgü değildir. Allah, kendisini ve dinini yok sayan kavimleri, genel cezalarla cezalandırmaya kâdirdir. Fakat kulun çektiği azap, Allah’ın zulmetmesi değil kendi yaptığının karşılığıdır.

[21] “Hiçbir şeyin gizli kalmayıp aşikâr olduğu” veya “O, görülecek bir gündür.” Ancak müfessirlerin çoğu yukarıdaki mânayı tercih etmişlerdir.

[22] Bu iki âyetteki gökler ve yer, dünyanın sona ermesinden sonra âhiretteki gök ve yerdir. [bk. 14/48]

yuksel dedi ki...

23] Âyet-i kerîmede geçtiği üzere zulmeden, hakkı, hukuku gözetmeyen zalimlere, Allah’tan başkasının otoritesine kul olmaya zorlayan tâğûtlara meyletmek, yaptıklarını gözardı edip onları korumak, aklamak ve desteklemek onlara ortaklık olduğundan ceza da aynıdır. [bk. 6/45, 47, 129; 42/42]

[24] Akşam ve yatsı, biten gündüze; sabahın da başlayan gündüze yakın olmasıyla bunlara, gündüze yakın vakitler adıyla akşam, yatsı ve sabah denmiştir. Bazılarına göre de, gündüz üç, gece ise akşam ve yatsı olarak iki vakittir (Mehmed Vehbi, VI, 1441-1442).

[25] Allah’ın insanları ihtilafa müsait halleriyle yaratması, kendisine kulluk etmekle cennetin veya âsî olmakla cehennemin yolunu seçmeleri içindir. [bk. 42/7; 51/56; 76/3]

[26] Taberî, XII, 132.

yuksel dedi ki...

12. Yusuf Sûresi


Mekke döneminde nâzil olmuştur. 111 âyettir. Bütün sûre Hz. Yusuf’dan bahsettiği için bu adı almıştır.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Râ. Bu (okuna)nlar gerçeği açıklayan apaçık Kitab’ın âyetleridir.

2. Hakikat, biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik (mânasının derinliğine iyice) akıl erdiresiniz diye.

3. Biz bu Kur’an’ı vahyederek kıssaların (geçmiş milletlere ait haberlerin) en güzelini sana anlatacağız. Şu bir gerçek ki daha önce sen (bunları) bilmeyenlerdendin.

4. Hani bir zaman Yusuf babasına: “Babacığım, inan ki ben (rüyamda) on bir yıldızla, güneş ve ayı gördüm, hem de onlar bana secde ediyorlardı.” demişti.

5. (Babası Yakub) dedi ki: “Ey yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma;[1] sonra sana bir tuzak kurarlar (şeytana uyup sana kötülük ederler). Çünkü şeytan insan için apaçık bir düşmandır.”

yuksel dedi ki...

5. (Babası Yakub) dedi ki: “Ey yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma;[1] sonra sana bir tuzak kurarlar (şeytana uyup sana kötülük ederler). Çünkü şeytan insan için apaçık bir düşmandır.”

6. “Rabbin seni böylece (rüyandaki gibi) seçecek, sözlerin/rüyaların çözüm ve yorumundan[2] sana (bir şeyler) öğretecek; sana da, Yakub’un aile efradına da (tevbeleri neticesinde) nimetini, tıpkı daha önce ataların İbrahim ve İshak’a tamamladığı gibi tamamlayacak (seni peygamber yapacak)tır. Rabbin hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibidir.”

7. Andolsun ki Yusuf ve kardeşleri(nin haberleri)nde, sorup ilgilenenlerin alacakları nice ibretler vardır.

8. (Kardeşleri) demişlerdi ki: “Elbette Yusuf ve (öz) kardeşi (Bünyamin), babamıza bizden daha sevgilidir, halbuki biz (birbirine) bağlı (güçlü) bir topluluğuz. Doğrusu babamız apaçık bir yanılgı içindedir.”

9. “Yusuf’u öldürün veya onu (uzak, ıssız) bir yere atın ki babanızın teveccühü (sevgisi) size kalsın! Ondan sonra, (hem tevbe eder hem de onun yanında) iyi bir topluluk olursunuz.”

10. İçlerinden biri: “Yusuf’u öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri onu bulup götürsün; eğer yapacaksanız (böyle yapın).” dedi.

11. (Babalarına gelip:) “Ey babamız! Senin için ne

yuksel dedi ki...

11. (Babalarına gelip:) “Ey babamız! Senin için ne (mahzuru) var ki Yusuf’u güvenip de bize emanet etmiyorsun? Halbuki biz, ona öğüt veren ve ona samimi davranan kimseleriz.” dediler.

12. “Yarın onu, bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yiyip içsin, oynasın; hiç şüphesiz biz onu çok iyi koruruz.”

13. (Yakub) dedi ki: “Onu götürmeniz beni elbette üzer; siz ondan habersizken, onu kurt yer diye korkuyorum.”[3]

14. (Onlar da:) “Andolsun ki biz, (güçlü) bir grup iken onu kurt yerse, bu durumda kesinlikle, ziyana uğrayan (aciz, işe yaramayan) kimseler sayılırız.” dediler.

15. Nihayet onu götürüp de kuyunun dibine bırakmaya topluca karar verdikleri (ve bıraktıkları) zaman biz de kendisine: “Andolsun ki sen, onların bu yaptıklarını, hiç farkında değillerken (zamanı gelince) kendilerine haber vereceksin.” diye vahyettik.

16. (Onlar) yatsı vakti ağlayarak babalarına geldiler.

17. Dediler ki: “Ey babamız! Hakikaten biz yarış yapmak üzere gitmiş, Yusuf’u da eşyamızın yanına bırakmıştık; (bir de gördük ki) onu kurt yemiş. Ama (biliyoruz ki) doğru söylesek de, sen bize inanmazsın!”

yuksel dedi ki...

18. Bir de gömleğinin üzerinde sahte bir kan (lekesi) getirdiler. (Yakub:) “Hayır!” dedi, “nefisleriniz sizi aldatıp (böyle kötü) bir işe sürükledi.[4] Artık (bana düşen umutla) güzel bir sabırdır.[5] (Bu) anlattıklarınız üzerine, yardımı istenecek ancak Allah’tır.”

19. Nihayet bir yolcu kafilesi geldi, sucularını (kuyuya) gönderdiler. O da (gidip) kovasını sarkıttı (Yusuf da sarkan kovaya sımsıkı yapıştı). “Hey müjde! Bu(rada) bir oğlan (çocuğu var)dır.” dedi. Onu bir ticaret malı olarak (başkalarından) sakladılar. Halbuki Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendi.

20. (Kafile Mısır’a varınca) onu düşük bir fiyata, sayılı (birkaç) dirheme sattılar. Ona değer verenlerden değildiler.

21. Onu satın alan Mısırlı (azîz),[6] karısı (Züleyha’)ya: “Ona yerli yerince bak; ola ki bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz.” dedi. İşte bu şekilde Yusuf’u o yerde yerleştirdik, ona rüyaların “yorum ilmini” öğrettik. Allah dilediğini yapmakta mutlak galiptir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

22. (Yusuf) erginlik/yiğitlik çağına[7] gelince, ona hüküm (peygamberlik) ve ilim verdik. İşte biz, güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız. [krş. 12/6]

yuksel dedi ki...

23. (Yusuf’un) evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murad almak istedi. Kapıları sımsıkı kapadı ve (Yusuf’a): “Haydi gelsene!” dedi. (Yusuf da): “Allah’a sığınırım (sana yaklaşmaktan). Doğrusu o (kocan) benim efendimdir, bana çok güzel baktı (ben ise iyiliğe karşı nankörlük edemem). Gerçek şu ki; zalimler (nankörler ve zina edenler) iflah olmaz.” dedi.

24. Hakikaten kadın (Züleyha) ona niyeti (bozmuş, kavuşma planını) kurmuştu. Eğer, Rabbinin (zinadan alıkoyan) kat’î delilini[8] görmeseydi, o (anda Yusuf) da onu arzu etmişti. İşte bu (delilimiz), böylece ondan fenalığı ve fuhşu gidermemiz içindir. Çünkü o, bizim ihlasa erdirilmiş (seçkin) kullarımızdandı.

(Tefsircilerin çoğuna göre Hz. Yusuf’un kadına meyline karşı yüce Allah’ın ikazı, “Ey Yusuf! Sakin ol, eğer bu hatayı işlersen peygamberlikten tard edilirsin.” şeklinde olmuştur. Böylece Hz. Yusuf bu niyet ve meylinden vazgeçmişti.)

25. (Kaçmak isteyen Yusuf önde olduğu halde,) ikisi de kapıya (doğru) koşuştular. (Onu tutup çevirmek isteyen) kadın, Yusuf’un gömleğini arkadan (boylu boyunca çekip) yırttı. Derken kapının yanında kocasına rastladılar. (Kadın hemen) dedi ki: “Ailene bir kötülük etmek isteyenin cezası zindana atılmaktan veya çok acıklı bir azaptan (dayak ve işkenceden) başka nedir?”

(Böylece kendisini temize çıkarmak istedi. Hem de onu sevmesinin gereği olarak adını söylemediği gibi verilecek ölüm cezasına da katlanamadığı için cezayı kendisi söylemişti.)

yuksel dedi ki...

26. (Yusuf da: “Öyle değil,) o benim nefsimden murad almak istedi.” dedi. Onun (kadının) ailesinden biri de (delillere dayanarak olayın) şâhitliği(ni) üstlendi (de şöyle ifade edip çözüm getirdi): “Eğer onun gömleği önden yırtılmışsa, (kadın) doğru söylemiştir; o ise yalancılardandır.”

27. “(Yok) eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa; (kadın) yalan söylemiştir; o ise doğru söyleyenlerdendir.”

28. (Kocası) onun gömleğini arkadan yırtılmış olarak görünce (kadına) dedi ki: “Hiç şüphesiz bu, sizin (kadınların) bir tuzağınızdan ibarettir. Çünkü sizin tuzağınız büyüktür.”

29. (Vezir: “Ey) Yusuf! Sen bundan vazgeç (kimseye söyleme! Züleyha!) Sen de günahının bağışlanmasını dile; doğrusu sen günah işleyenlerden oldun.” (dedi).

30. Şehirde birtakım kadınlar: “Vezirin karısı, delikanlısı (olan uşağı)nın nefsinden murad almak istiyormuş! Sevgisi yüreğine işlemiş! Doğrusu biz bu durumda onu apaçık bir çılgınlıkta görüyor (bu davranışı ona yakıştıramıyor)uz.” dedi(ler).

31. (Züleyha) o (kadı)nların (dedikodularla kendisini dile düşürme) hilelerini işitince, onlara (bir davetçi) gönderdi. Onlar için dayalı döşeli (oturulup) yaslanılacak bir yer (ve bir sofra) hazırladı. Ve onlardan her birine de bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soymakta iken, Yusuf’a:) “Çık karşılarına!” dedi. Onlar bunu görünce, (gözlerinde) onu çok büyüttüler, (âdeta büyülendiler de meyve yerine) ellerini kestiler ve: “Allah’ı tenzih ederiz, bu bir insan değildir. Bu ancak güzel bir melektir.” dediler.

yuksel dedi ki...

32. (Züleyha) dedi ki: “İşte hakkında, beni ayıpladığınız kişi budur. Andolsun ki ben, onun nefsinden murad almak istedim de, o namusunu koru(yup reddet)ti. Yine yemin ederim ki kendisine emrettiğim (birlikte olma teklifin)i yapmazsa, elbette o, zindana atılacak ve elbette aşağılananlardan olacaktır.”[9]

33. (Yusuf:) “Ey Rabbim! Zindan bana, onların beni kendisine çağırdıkları şeyden daha sevimlidir. Eğer onların tuzaklarını benden çevirmezsen, (olur ki) onlara meyleder ve cahillerden olurum.” dedi.

(Hz. Yusuf dünya zindanını, nefsine mağlup olmaktan ve nefsin karanlıklarında kalmaktan daha hafif görmüştür. Onun için de nefsini çağıran tuzaklardan Allah’a sığınıyor. İşte Hz. Yusuf bu şekilde gerçek anlamıyla Allah’a inanıp teslim olanlara örnek teşkil etmiştir.)

34. Rabbi, onun duasını kabul etti de onların hilesini ondan savdı. Çünkü o, hakkıyla işiten ve (her şeyi) bilenin ta kendisidir.

35. Sonra onlara (Kıtfir ve adamlarına, Yusuf’un suçsuzluğuna dair) gördükleri delillerin ardından yine de (dedikodunun kesileceği) bir zamana kadar onu, zindana atmak fikri (daha) uygun geldi.

36. (Yusuf’un) kendisiyle beraber (hükümdarın sakîsi ve aşçısı olan) iki delikanlı da (zehirlemeye teşebbüs suçundan) zindana girdiler. Onlardan biri: “Ben (rüyamda) kendimi şarap (için üzüm) sıkarken gördüm.” dedi. Diğeri de: “Ben başımın üzerinde bir ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm.” dedi. “Bunun tâbirini bize haber ver, çünkü biz senin iyilik edenlerden

yuksel dedi ki...

ondan yediğini gördüm.” dedi. “Bunun tâbirini bize haber ver, çünkü biz senin iyilik edenlerden olduğunu görüyoruz.” (dediler).[10]

37. (Yusuf da onlara şunları) söyledi: “Size kendisiyle rızıklanacağınız bir yemek gelecek, o daha size gelmeden önce onun ne olduğunu[11] size haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir kavmin dinini terkettim.”

(Allah’a inanıp inanmama hususunda insanlar mü’min, kâfir, münâfık ve müşrik durumundadırlar. Mü’min; dili ve kalbi ile Allah’a inanıp tam teslimiyet gösterendir. Kâfir; inkâr edendir. Münâfık; gösteriş olan yerlerde veya zor durumlarda dili ile Allah’a inandığını söyleyen (sahtekâr), fakat kalbi ile inanmayan işte bundan dolayı da Allah’ın emirlerinin yerine getirilmesine her fırsatta tepki gösterendir. Müşrik ise; Allah’ın varlığını kabul eden fakat başka varlıkları O’ndan önde tutup onlara bağlanandır.)

38. “Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a bir şeyi ortak koşmamız bizim için (asla doğru) olmaz. Bu (tevhid inancı), bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmezler.”

39. “Ey zindan arkadaşlarım! Çeşit çeşit (uydurma, hiçbir şeye gücü yetmeyen) tanrılar mı daha iyidir, yoksa sonsuz kahretme gücü olan tek Allah mı?”

yuksel dedi ki...

40. “Siz ise O’nun dışında kendinizin ve atalarınızın takmış olduğu anlamsız isimlere[12] tapıyorsunuz. Allah, onların tanrı oldukları hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm (ve mutlak hâkimiyet) ancak Allah’ındır. O, kendisinden başkasına (asla) kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[13]

41. “Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyanıza gelince:) Biriniz (zindandan kurtulup) yine efendisine şarap içir(meye devam ed)ecek, diğeri ise (suçlu bulunup) asılıp başından kuşlar yiyecek. Hakkında fetva (ve bilgi) istediğiniz iş (mesele), böylece halledildi.”

42. Onlardan kurtulacağını anladığı kimseye de dedi ki: “Efendinin yanında benden söz et (suçsuz olduğumu söyle).” Ama şeytan, efendisine anmayı ona unutturdu da (bu yüzden Yusuf) birkaç yıl daha zindanda kaldı.[14]

43. (Bir gün Mısır’da) hükümdar: “Ben (rüyamda) yedi semiz ineği yedi zayıf (ineğ)in yediğini ve yedi yeşil başak ile kuru olan (yedi) başak görüyorum. Ey ileri gelen (tâbirci)ler! Eğer siz rüya tâbir ediyorsanız, benim rüyamı açıklayın.” dedi.

44. (Ünlü tâbirciler) dediler ki: “(Bunlar) birtakım karışık rüya (veya hayal)lerdir; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz.”

45. (Zindandaki) o iki (kişi)den kurtulanı, bir zaman[15] sonra (Yusuf’u) hatırladı da: “Ben size rüyanın yorumunu/sonucunu haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin.” dedi.

yuksel dedi ki...

46. (Genç zindana gitti ve dedi ki:) “Ey doğru sözlü Yusuf! (Rüyada görülen) yedi zayıf (ineğin) yedi semiz ineği yemesi ile yedi yeşil başak ve diğer (yedi) kuru başak hakkında bize açıklama yap. Umarım ki (bu isabetli yorumla, beni gönderen) insanlara dönerim de belki onlar (böylece doğruyu ve senin değerini) bilirler.”

47. (Yusuf) dedi ki: “Yedi sene âdet(iniz) üzere ekin ekersiniz, sonra yediğiniz az miktarın dışında, biçtiğinizi başağında öylece bırakın (depolayın).”

48. Sonra bunun ardından yedi (yıl) kuraklık gelir ki bu da (tohum olarak) ayıracağınız az miktar dışında, daha önce biriktirdiklerinizin hepsini yiyip bitirecek.

49. “Sonra bunun ardından öyle bir yıl gelecek ki o yılda insanlara yağmur (ve bereket) verilecek, insanlar (meyveleri) sıkacak, (hayvanları sağacak)lar.”

50. (Bu yorumu duyan) hükümdar: “Onu bana getirin.” dedi. Elçi de ona gelince (Yusuf, zindandan çıkmayı hemen kabul etmeyip elçiye): “Efendine dön ve ona ellerini kesen kadınların o andaki halleri ne imiş sor. Şüphe yok ki Rabbim onların tuzaklarını hakkıyla bilendir.” dedi.

51. (Bu istek üzerine hükümdar, kadınları çağırıp:) “Yusuf’un gönlünü çelip nefsinden murad almak istediğiniz zamanki durumunuz/müşâhedeniz neydi?” dedi. (Kadınlar): “Hâşâ! Allah için, (doğrusu) biz onun aleyhine olacak hiçbir kötülük (yaptığını görmedik ve) bilmeyiz.” dediler. Tam o sırada Azîz’in[16] karısı: “Şimdi gerçek açığa çıktı; ben, onun nefsinden murad almak istemiştim. O ise özü sözü bir, dürüst kimselerdendir.” dedi.

yuksel dedi ki...

52. (Elçi, kadınların bu itiraflarını Yusuf’a iletince, o da şöyle dedi:) “Bu (benim böyle sordurmam; vezirin) yokluğunda kendisine hakikaten ihanet etmediğimi ve hainlerin hilesini şüphesiz Allah’ın başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir.” dedi.[17]

53. “(Yine de) ben, nefsimi temize çıkar(mak iste)mem. Çünkü Rabbimin esirgemesi olmadıkça, nefis her dâim kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (dedi).

54. Hükümdar (elçinin Yusuf’tan getirdiği bu haber üzerine): “Onu bana getirin, onu kendime (sırdaş olarak) seçeceğim.” dedi. Onunla konuşunca da (Yusuf’a): “Bugün(den sonra) hakikaten sen, yanımızda mühim mevki sahibi, güvenilir birisin.” dedi.

55. (Yusuf): “Beni ülkenin hazinelerinin başına getir. Çünkü ben (onları) iyi korur ve (idaresini de) iyi bilirim.” dedi.

(Âyet-i kerîmedeki Hz. Yusuf’un Mısır hükümdarından vazifeyi istemesi, işleri Allah’ın rızasına uygun yürütmek içindi. Buna rağmen bir sene geciktirildi. Çünkü insanın kendisini beğenip temize çıkarması (53/32), kendisinin bizzat emirlik istemesi ve ona hırs göstermesi menedilmiştir. Nitekim Hak Teâlâ da aşağıdaki âyette hükümdardan bahsetmeyip “Yusuf’u o yerde biz (hükümran olarak) yerleştirdik.” buyurmaktadır.)[18]

56. Böylece Yusuf’u o yere (büyük mevki ve şerefle) yerleştirdik; orada dilediği yerde konaklardı. Biz rahmetimizi dilediğimiz kimseye ulaştırırız, güzel hareket edenlerin mükâfatını zâyi etmeyiz.[19]

yuksel dedi ki...

57. İnananlar ve ‘Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlar’ için, âhiret mükâfatı elbet daha hayırlıdır.

58. (Nihayet sözü geçen kıtlık yılı gelince Mısır’dan zahire almaları için) Yusuf’un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler. Onlar kendisini tanımadılar ise de o onları tanıdı. [bk. 12/15]

(Yusuf (as.) kardeşlerine kim olduklarını sordu. Onlar da Yakub Peygamber’in on iki oğlu olduklarını, birini çölde kurt yediğini, baba bir kardeşleri Bünyamin’in de babalarının yanında kaldığını söylediler.)

59. (Yusuf) onların (zahire) yüklerini kendilerine hazırlatınca dedi ki: “Baba bir erkek kardeşinizi de bana getirin. Gördüğünüz gibi, ben (onun hissesiyle beraber) ölçüyü tastamam (ve bolca) yapıyorum ve ben konuk sevenlerin de en hayırlısıyım.”

60. “Eğer onu yanıma getirmezseniz artık benim yanımda size bir ölçek bile (zahire) yok ve bana da yaklaşmayın.”

61. (Kardeşleri:) “Onu babasından istemeye çalışacağız, biz her hâlükârda (bu isteğinizi) yaparız.” dediler.

62. (Yusuf) adamlarına: “Sermayelerini (paralarını) yüklerinin içine koyun. Umarım ki onlar ailelerine döndükleri zaman, onun farkına varırlar da yine gelirler.” dedi.

63. Nihayet babalarına döndükleri zaman: “Ey babamız! Artık bize ölçek (zahire satın almak)

yuksel dedi ki...

63. Nihayet babalarına döndükleri zaman: “Ey babamız! Artık bize ölçek (zahire satın almak) yasaklandı. Kardeşimizi de bizimle beraber gönder de zahire alalım. Biz onu ne pahasına olursa olsun koruyacağız.” dediler.

64. (Yakub) dedi ki: “Daha önce bunun kardeşini (Yusuf’u) size güvendiğim gibi bunu da mı size emanet edeyim? (Ne siz ne ben,) en iyi koruyucu Allah’tır. O, merhametlilerin en merhametlisidir.”

65. Nihayet zahire yüklerini açtıkları zaman, sermayelerini kendilerine geri verilmiş buldular. Dediler ki: “Ey babamız! Daha ne istiyoruz? İşte (götürdüğümüz) sermayemiz (zahire bedellerimiz) bize geri verilmiş! (Bununla tekrar) ailemize yiyecek getirir, kardeşimizi de koruruz ve (fazladan) bir deve yükü de (yiyecek) artırırız. (Zaten) bu, az bir ölçek (zahire)dir (bize yetmez).”

66. (Yakub:) “Hepiniz kuşatıl(ıp çaresiz kal)madıkça, onu bana mutlaka getireceğinize dair, Allah için sağlam bir söz verinceye kadar, onu sizinle beraber kesinlikle göndermeyeceğim.” dedi. Artık babalarına yeminle/sağlam söz vermeleri üzerine (Yakub): “Allah konuştuğumuza vekildir.” dedi (ve Bünyamin’i onlarla beraber gönderdi).

67. (Mısır’a hareket etmeden önce onlara:) “Oğullarım! (Mısır’a) bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin (nazarı dikkati çekmenizden korkuyorum). Gerçi, Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm ancak Allah’ındır. Ben ancak O’na dayanıp güvendim. Tevekkül edenler de ancak O’na dayanıp güvensinler.” dedi.

68. Nihayet babalarının kendilerine emrettiği şekilde (Mısır’a

yuksel dedi ki...

68. Nihayet babalarının kendilerine emrettiği şekilde (Mısır’a ayrı ayrı kapılardan) girdiler. (Aslında babalarının) bu tedbiri Allah’tan (gelecek) bir şeyi onlardan gideremezdi. Sadece Yakub nefsindeki (korkudan korunmaya dair) bir dileği yerine getirdi. Doğrusu o, kendisine (vahiy ve ilhamla) öğrettiğimiz için ilim sahibi idi. Fakat insanların çoğu (ilâhî takdiri) bilmezler.

69. (Kardeşleri) Yusuf’un yanına girince, (öz) kardeşi olan (Bünyamin’)i yanına aldı (bağrına bastı ve ona): “Gerçekten, ben senin kardeşinim, onların (bizim hakkımızda) yaptıklarına üzülme!” dedi (ve önceki yaşadığı olayı anlattı).

70. (Yusuf,) onların yüklerini hazırlatınca su kabını (öz) kardeşinin yükü içine koydu. (Kafile yola çıktıktan) sonra bir tellal (münâdî) şöyle bağırdı: “Ey kervancılar! Siz hırsızsınız!”

71. (Yakub’un oğulları) onlara dönerek: “Ne kaybettiniz (ne arıyorsunuz)?” dediler.

72. Dediler ki: “Hükümdarın su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü (mükâfat) vardır.” (O seslenen:) “Buna ben kefilim.” (dedi.)

73. (Yusuf’un kardeşleri:) “Allah’a yemin ederiz ki bizim bu ülkeye fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Ayrıca biz hırsız da değiliz.” dediler.

74. (Onlar da:) “Eğer yalancı iseniz hırsızın cezası nedir?” dediler.

yuksel dedi ki...

75. “Onun cezası, (çalınan mal) kimin yükünde bulunursa, kendisi onun karşılığıdır.[20] Biz (hırsızlık yapan) zalimleri böyle cezalandırırız.” dediler.

76. Bunun üzerine (Yusuf, öz) kardeşinin kabından (yükünden) önce (hemen onu suçlama çekincesinden dolayı), onların kaplarını (aramaya) başladı. Sonra onu, kardeşinin kabından çıkardı. İşte biz (Yusuf’a, kardeşi Bünyamin’i geri alması için) böyle bir plan hazırlattık. Yoksa hükümdarın dinine (kanununa) göre, Allah’ın dilemesi dışında kardeşini alamazdı. (Biz) dilediğimizi yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen vardır (Allah eşsiz ilim sahibidir).

77. (Yusuf’un kardeşleri:) “Eğer o çalmışsa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı.” dediler.[21] Yusuf, bunu içinde sakladı, onu onlara açıklamadı ve (içinden): “Bana yaptığınız yanında sizin durumunuz daha kötüdür.” dedi. “Allah sizin anlatmakta olduğunuzu çok iyi bilendir.”

78. (Kardeşleri:) “Ey azîz (vezir)! Onun çok ihtiyar bir babası var. Birimizi onun yerine al (hapset; yeter ki onu bırak). Biz seni kesinlikle iyiliksever (insanlardan) görüyoruz.” dediler.

79. (Yusuf:) “Malımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını (yakalayıp) almaktan Allah’a sığınırız; çünkü biz o takdirde zulmedenlerden oluruz.” dedi.

80. (Yakub’un oğulları) on(u kurtarmak)tan ümitlerini yitirince, kendi aralarında fısıldaşarak

yuksel dedi ki...

80. (Yakub’un oğulları) on(u kurtarmak)tan ümitlerini yitirince, kendi aralarında fısıldaşarak görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına kesin söz aldığını ve daha evvel de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam izin verinceye veya Allah benim için hükmedinceye kadar ben bu yerden asla ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”

81. Babanıza dönün deyin ki: “Ey babamız! İnan ki oğlun, hırsızlık etti. Biz ancak bildiğimiz şeye şahitlik ediyoruz. (Kaybolan tasın, onun yükünden çıktığını gördük, hakikati bilmiyoruz.) Biz gaybın bekçileri değiliz.”

82. “(Bize inanmazsan) içinde bulunduğumuz o şehir (halkın)a ve içinde dönüp geldiğimiz kervana sor. Şüphesiz biz elbette doğru söyleyenleriz!”

83. (Bunun üzerine Yakub:) “Hayır! Nefisleriniz (sizi aldatıp böyle) bir işi hoş gösterdi. Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. (Ben ise) Allah’ın, onların hepsini bana kavuşturacağını ümit ederim.[22] Çünkü O (her şeyi) hakkıyla bilen, (eşsiz) hüküm ve hikmet sahibidir.” dedi.

84. Ve (Yakub) onlardan yüz çevirdi de: “Ah Yusuf’um ah!” diye sızlandı[23] ve kederinden (ağlayarak) iki gözüne ak düştü (perde indi). (Bununla beraber) o, (kederini oğullarına belli etmiyor) içine atıyordu.

yuksel dedi ki...

85. (Oğulları) dediler ki: “Vallâhi, sen Yusuf’u hâlâ anıp duruyorsun, ya (üzüntüden) eriyeceksin veya kendini helak edenlerden olacak (ve ölecek)sin.”

86. (Yakub:) “Ben derin üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a arz ederim ve Allah katından sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim.” dedi.

87. “Evlatlarım! Gidin Yusuf’u ve kardeşini ‘iyice araştırıp haber getirin.’ Allah’ın lütfundan ümidinizi kesmeyin. Çünkü kâfirler toplumundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”

88. Bunun üzerine (Yakub’un oğulları Mısır’a dönüp Yusuf’un) huzuruna girdikleri zaman: “Ey vezir! Biz ve ailemiz sıkıntıya düştük, pek kıymetsiz bir sermaye ile geldik. Bize yine ölçeği tam yap ve bize ayrıca ikramda bulun. Şüphesiz Allah ikramda bulunanları mükâfatlandırır.” dediler.

89. (Yusuf şöyle) dedi: “Siz cahil (lik/gaflet döneminizde) iken Yusuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı hatırladınız mı (anlayıp tevbe ettiniz mi)?”

90. “Aaa! Yoksa sen, (hakikaten) sen Yusuf musun?” dediler. O da: “Ben Yusuf’um, bu da kardeşimdir. Allah bize lütufta bulundu (bizi korudu ve yüceltti). Çünkü hakikat şudur ki: Kim ‘Allah’ın emrine uygun yaşar’ ve sabrederse muhakkak ki Allah iyilerin mükâfatını zâyi etmez.” dedi.

91. (Kardeşleri:) “Allah’a yemin olsun ki Allah, seni hakikaten bizden üstün tutmuş ve bize tercih etmiştir. Biz doğrusu, (yaptığımızdan dolayı) suçluyduk.” dediler.

yuksel dedi ki...

92. (Yusuf da:) “Bugün size, (o yaptığınızdan dolayı) hiçbir kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi.

93. “Şu gömleğimi götürün, onu babamın yüzüne koyun da gözü açılsın. Sonra bütün ailenizle birlikte bana gelin.”

(Rivayete göre gelenler, toplam yetmişi aşkın kişi idiler. Yusuf (as.) 200 yük ve binek hayvanı ile birçok teçhizat göndermişti.[24]

94. Kervan (Mısır’dan) ayrılınca babaları: “Doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum. Sakın bana bunadı demeyin!” dedi.

95. (Oradakiler:) “Vallâhi, sen hâlâ eski (sayıklama) şaşkınlığındasın.” dediler.

96. Müjdeci gelip de o (Yusuf’un gömleği)ni, (Yakub’un) yüzüne koyunca derhal (gözleri eski) görür haline dönüverdi. (Bunun üzerine:) “Ben size, Allah (tarafın)dan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim dememiş miydim?” dedi.

97. (Evlatları:) “Ey babamız! Bizim için istiğfâr et (günahlarımızın bağışlanmasını dile), gerçekten biz suç işleyenlerdik.” dediler.

98. (Yakub:) “Sizin için Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphe yok ki O, çok bağışlayan,

yuksel dedi ki...

98. (Yakub:) “Sizin için Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphe yok ki O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” dedi.

99. Nihayet (hep beraber Mısır’ın dışında kendilerini karşılamak için çıkmış olan) Yusuf’un yanına vardıkları zaman, (Yusuf) babasını ve annesini[25] bağrına bastı ve: “Allah’ın izniyle emin olarak Mısır’a girin.” dedi.

100. Babasını ve annesini tahtın üzerine çıkar(ıp oturt)tu ve hepsi de (önce) onun için (yani ona kavuşturan Allah’a şükür için) secdeye kapandılar.[26] (Yusuf) dedi ki: “Ey babacığım! İşte bu, önceki (gördüğüm) rüyamın te’vili (yorumu)dur.[27] Doğrusu Rabbim o rüyayı gerçekleştirdi. Bana nice ihsanlarda bulundu. Böylece beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra da O (Allah), sizi çölden (buraya) getirdi. Şüphesiz Rabbim, dilediğine lütfedicidir. Çünkü O, hakkıyla bilen, mutlak hüküm sahibidir.”

101. “Rabbim, sen bana mülk (ve saltanat) verdin ve sözlerin (rüyaların) tâbirini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Benim dünyada ve âhirette velîm (sahibim, gerçek dostum) sensin! Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlih (mü’min)ler arasına dahil et.”[28]

(Her müslümanın en büyük arzusu, kâmil bir imanla Allah’a kavuşmak olmalıdır. Allahu Teâlâ da böyle istemektedir (3/102; 64/16). Bu da ancak Allah’ın emirlerine uygun yaşamakla mümkündür.)

yuksel dedi ki...

92. (Yusuf da:) “Bugün size, (o yaptığınızdan dolayı) hiçbir kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi.

93. “Şu gömleğimi götürün, onu babamın yüzüne koyun da gözü açılsın. Sonra bütün ailenizle birlikte bana gelin.”

(Rivayete göre gelenler, toplam yetmişi aşkın kişi idiler. Yusuf (as.) 200 yük ve binek hayvanı ile birçok teçhizat göndermişti.[24]

94. Kervan (Mısır’dan) ayrılınca babaları: “Doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum. Sakın bana bunadı demeyin!” dedi.

95. (Oradakiler:) “Vallâhi, sen hâlâ eski (sayıklama) şaşkınlığındasın.” dediler.

96. Müjdeci gelip de o (Yusuf’un gömleği)ni, (Yakub’un) yüzüne koyunca derhal (gözleri eski) görür haline dönüverdi. (Bunun üzerine:) “Ben size, Allah (tarafın)dan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim dememiş miydim?” dedi.

97. (Evlatları:) “Ey babamız! Bizim için istiğfâr et (günahlarımızın bağışlanmasını dile), gerçekten biz suç işleyenlerdik.” dediler.

98. (Yakub:) “Sizin için Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphe yok ki O, çok bağışlayan,

yuksel dedi ki...

102. (Ey Muhammed!) İşte bu, sana vahyettiğimiz, (senin görüp bilmediğin) gayb haberlerindendir. Onlar (Yusuf’a yaptıkları) işlerde ittifak edip hile ve düzen kurarlarken sen onların yanında değildin.

103. Ama sen, ne kadar istesen/üstüne düşsen de, yine insanların çoğu iman edecek değillerdir.

104. Halbuki sen buna (peygamberlik görevini îfâya) karşı bir ücret istemiyorsun. O (Kur’an), âlemlere bir öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir.

105. Göklerde ve yerde (iman etmek için) nice âyet (delil) vardır ki onlar, (ibretle bakmayıp) ondan yüz çevirerek üstünden geçerler.

(Bu âyette yüce Allah, biz insanları yalnız duyu organlarıyla hareket ederek bakıp geçen varlıklardan olmamamız konusunda uyarıyor.)

106. Onların pek çoğu, Allah’a ortak (şirk) koşmaksızın inanmazlar.

(Yani insanların çoğu Allah’a inanır, O’nu inkâr etmezler. Fakat, O’nun yücelik ve sıfatlarını ve kâinattaki mutlak hâkimiyetini başka varlıklara verirler ve Allah’tan çok onlara bağlanırlar; böylece ortak koşmuş olurlar. (23/84-89) Bazen de Allah’ın istediği imandan ziyade şirk standartlarına/ölçülerine uygun olarak inanmışlar, kralın izin verdiği kadar inanmayı ve Allah’ın emri yerine onun emrini yerine getirmeyi yeğlemişlerdir (7/124-126; 20/-71; 26/49). Bu durumda ister farkında olsun ister olmasınlar, kralı Allah’tan üstün tutmuş ve şirk içinde iman etmiş olurlar

yuksel dedi ki...

ki bu durumda amelleri boşa gitmiştir (6/88, 39/65). İşte şirkin temelinde, Allah’tan başka varlıklara, hevâ ve hevesine kulluk, aynı zamanda Allah’ın birliğine ve yalnız O’na kul olmaya başkaldırı (17/42) vardır.) [Şirkin zıddı olan tevhid ve şirksiz iman için bk. 1/4; 4/116; 6/82; 25/-43; 31/13; 43/24-25]

107. Onlar, (bu halde yaşarken) farkında olmadıkları bir sırada Allah tarafından kendilerini kaplay(ıp çepeçevre kuşat)acak bir azap gönderilmesinden ya da kıyametin ansızın kopmasından emin midirler? [bk. 7/97-99]

108. De ki: “İşte benim yolum budur (Allah’ın dinine davettir). Ben, basîretle (bilerek, inanarak ve açık bir delil ile) Allah’a davet ederim ve bana uyanlar da (öyledir). Allah’ı tenzih eder (O’nu her türlü noksanlıklardan uzak tutar)ım. Ben (Allah’a) ortak koşanlardan değilim.”

109. Senden önce, memleketlerin (şehirlerin) halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (peygamber) göndermedik. (İnanmayanlar acaba) yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? ‘Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlar’ için âhiret daha hayırlıdır. Siz hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?

110. Nihayet, o peygamberler (kavimlerinin inanmasından) ümitlerini kesip de kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını düşündükleri sırada, (hep) onlara yardımımız gelmiştir; böylece (niyet ve tevbelerinden dolayı kurtulmalarını) dilediklerimiz kurtulmuş (inkârında ısrar edenler ise yok edilmişler)dir. Azabımız suçlular toplumundan geri çevrilmez.

yuksel dedi ki...

111. Elbette temiz/gerçek akıl sahipleri için onların hayat hikayelerinde (büyük birer) ibret vardır. (Bu Kur’an) uydurulan bir söz değildir. Ancak o, önceki (ilâhî kitapların asıllarını) doğrulayan, her şeyi açıklayan (bir kitaptır), iman eden bir toplum için de bir yol gösterici ve rahmettir.

[1] Onlar rüyanı yorumlayarak on bir yıldızın kendilerine, güneşin annelerine, ayın da babalarına işaret olduğunu anlarlar.

[2] Yahut: İlâhî kitapların ve peygamberlerin sünnetlerinin inceliklerini ve hükmünü.

[3] Peygamberimiz buyurdu ki: “İnsanların hatırlarında olmayanı hatırlatarak onlara ipucu vermeyin, sonra yalan söylerler. Baksanıza, Yakub’un oğulları kurdun insan yiyeceğini düşünmezken o, kendilerine ‘onu kurt (gelip) yemesinden korkarım’ diye telkinde bulunduğu için, onlar da ‘Yusuf’u kurt yedi’ dediler.”

[4] Yakub gömleği yüzüne gözüne sürüp “Bu güne kadar bu kurt gibi ağırbaşlı yumuşak huylu bir kurt görmedim. Oğlumu yemiş de sırtındaki gömleği yırtmamış.” diye söylendi (Beydâvî).

[5] Sabr-ı cemîl, insanlara şikayette bulunmaksızın gösterilen sabırdır.

[6] Maliye bakanı Kıtfir (Fîrûzâbâdî, s. 148).

yuksel dedi ki...

[7] 30 veya 33 yaşı (Celâleyn). Râzî de 33 yaşını kabul etmiştir (krş. 28/14). “40 yaşıdır” diyenler de 46/15. âyetini delil göstermişlerdir. Yiğitlik ve kemâl/olgunluk yaşları için “yaşı ve vucûdu büyüdüğü halde, aklı büyümeyene ‘sefih’, yaşı ve vücuduyla beraber aklî melekeleri de gelişen, olgun kimseye de ‘reşid’ denir” (Gazâlî, s. 49).

[8] İbni Abbas’ın beyanına göre, Hz. Yusuf’un gördüğü burhan; içinden geçen duygusuna karşı, babasının hayalini kendisine taaccüp eder şekliyle görmesidir. Hz. Yakub’u görünce zihnindeki olumsuz duygular silinmiştir (Semerkandî, III, 269).

[9] Bunun üzerine kadınlar Hz. Yusuf’a, “Sahibin olan hanıma itaat et.” demişlerdi.

[10] Dahhâk’a, “Hz. Yusuf’un iyiliği nedir?” diye sorulunca, “O, daima iyiliği, bütün hareketlerinde güzel ahlâkı tercih ederdi. Zindandaki hastaları ziyaret eder, muhtaç olanlara yardım toplayıp verir, mahzun olanların sıkıntısına ortak olurdu.” demiştir.

[11] Bir mucize olarak yemeğin cinsini (Beydâvî). Hz. Yusuf, bu soruya cevaptan evvel onları tevhide davet etmiş, onları kendi doğruluğuna ikna için ilim adamlarından üstün bilgiye sahip olduğunu söylemiş ve gaybı haber verme mucizesini göstermiştir.

[12] Putlara ve putlaştırılmış şahıs, ideoloji ve görüşlere, sahte tanrılara.

yuksel dedi ki...

[13] Bütün beşerî hâkimiyetler ve yetkiler kayıtlı/sınırlıdır. Allah’ın hâkimiyeti ise şartsız ve sınırsızdır. Allah’a kulluk da O’nun hüküm ve hâkimiyetine teslim olmakla gerçekleşir. Âyet-i kerîmedeki Hz. Yusuf’un bu aydınlatıcı ifadesi şirki, putperestliği ve câhiliyeyi ayakta tutan sütunları temelinden sarsmış, aynı zamanda İslâm’ın temel hatlarını çizmiştir. [bk. 1/4; 53/23]

[14] Hz. Yusuf zindandan kurtulması için Allah’a yalvarsaydı, araya şeytan girmeyecek ve daha önce kurtulacaktı. O ise efendiden yardım istemekle hapsi yedi yıl daha uzadı ve toplam 12 yıl zindanda kaldı (Elmalılı, V, 45). [bk. 12/55]

[15] Bu âyette geçen ve “bir zaman” şeklinde tercüme ettiğimiz “ümmet” kelimesi, burada müddet mânasınadır.

[16] Vezir, bakan.

[17] Bu ve bundan sonraki âyete, söz kadının olarak “Ben onun (Yusuf’un) yokluğunda kendisine ihanet etmedim… Nefsimi de temize çıkarmıyorum…” şeklinde de mâna verilmiştir.

[18] (bk. 12/76). Peygamberimiz’den nakledilen bir hadîs-i şerifte, “Allah rahmet eylesin kardeşim Yusuf, ‘Beni bu ülkenin hazinelerinin başına getir.’ demeseydi o anda iş başına getirilecekti. Fakat bu sözü onu bir sene geciktirdi.” buyurmuştu. Çünkü bu istek farz değildi

yuksel dedi ki...

kardeşim Yusuf, ‘Beni bu ülkenin hazinelerinin başına getir.’ demeseydi o anda iş başına getirilecekti. Fakat bu sözü onu bir sene geciktirdi.” buyurmuştu. Çünkü bu istek farz değildi (Râzî, 13/269; Beydâvî; Âlûsî, XIII, 5; Elmalılı, IV, 2877-2881; Seyyid Kutub, VIII, 433-446; Muhammed Fuad, II, 1197-1198). 51. âyetteki anlama göre kadının kendini haklı göstermeye çalıştığı bir ifadesi vardır. Âyetlerde fazla ayrıntıya girilmemekle beraber 50. âyetteki elçinin 52. âyetle de yine Yusuf’a gittiği anlaşılmakta ve 52-53. âyette ondan getirdiği cevap üzerine de 54. âyette hükümdarın ona karşı güven duygusunun iyice kesinleşmiş olduğu görülmektedir. 52. âyetteki “ihanet etmem” sözünün kadına ait olması ihtimali zayıf gözükmektedir. Çünkü ihanetin meydana gelmemesi Yusuf’un ona direnmesinden dolayıdır.

[19] Hz. Yusuf bu görevi yürütürken bu sırada Azîz vefat etmiş, zevcesi Râil diğer adıyla Züleyha’yı melik Hz. Yusuf’a nikâhlamıştır.

[20] Yakub (as.) şeriatında, hırsızlık yapana el konulur, köle yapılırdı (Beydâvî).

[21] Katâde’den rivayetle Said b. Cübeyr der ki: “Hz. Yusuf çocukluğunda, annesinin telkinleri ve öğretmesiyle anne tarafından dedesinin putunu çalıp kırarak pisliğe atmıştı” (Beydâvî; Râzî, XIII, 303; Celâleyn).

[22] Hz. Yusuf’u, öz kardeşi Bünyamin’i ve Mısır’da kalan diğer büyük kardeşlerini de.

[23] Beydâvî.

yuksel dedi ki...

Meyve veren ağaç taşlanır.
Dünya Atasözleri

yuksel dedi ki...

Öğrenmede dört temel ilke:
1.Basitten karmaşığa öğrenme,
2.Bilinenden bilinmeyene öğrenme,
3.Bütünden parçaya öğrenme,
4.Tarihsel öğrenme.
Eğitim Programı sy.252.

yuksel dedi ki...

Çözemeyeceğiniz bir problem olduğunda, bağlamı genişletin.
Eğitim programı temeller,ilkeler ve sorunlar.sy.490.

yuksel dedi ki...

13. Ra'd Sûresi


Bu sûrenin Mekkî mi, Medenî mi olduğu ihtilaflıdır. Sûrenin muhtevasına bakarak Mekke döneminde nâzil olduğunu söyleyenlerin görüşü daha ağırlık kazanır. 43 âyettir. Ra’d, “gök gürültüsü” demektir. 13. âyetinde gök gürültüsünün (Ra’d’ın) Allah’ı tesbih ettiği anlatılmış ve adı geçen kelime bu sûreye ad olmuştur.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Mîm, Râ. Bu (okuna)nlar Kitab’ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen (Kitab) haktır (gerçektir). Fakat insanların çoğu inanmazlar.

2. Gökleri görebileceğiniz (veya görüp durduğunuz gibi) bir direk olmaksızın yükselten, sonra Arş’ı hükmü altına alan, her biri belli bir vakte kadar ak(ıp hareket ed)en güneş ve ay(ı emrine gör)e boyun eğdiren, işleri (düzenli bir şekilde) yöneten Allah’tır. Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için âyetleri geniş geniş açıklar. [bk. 7/54; 36/38]

3. O, yeri yayıp döşeyen, orada sabit dağları ve nehirleri var edendir. O, bitkilerin hepsinden kendi içlerinde (erkek ve dişi) iki eş olarak yaratan, gündüzü (kısaltıp) geceyle bürüyüp örtendir. Doğrusu bunlarda, iyice düşünen bir toplum için elbette (birçok) âyetler (delil ve ibretler) vardır.

yuksel dedi ki...

4. Yeryüzünde birbiriyle komşu kıtalar, (ve onlarda) üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki (bunların hepsi) bir tek su ile sulanır. Halbuki meyvesinde(ki tat bakımından) onların bir kısmını diğerlerinden üstün tutuyoruz. Doğrusu bunda aklını kullanacak bir toplum için elbette (birçok) âyetler (delil ve ibretler) vardır.

5. Eğer (inkârcıların seni yalanladıklarına) şaşıyorsan, asıl şaşılacak olan, onların: “Toprak olduğumuz zaman, gerçekten biz yeniden mi yaratılacağız?”[1] sözleridir. İşte onlar Rablerini inkâr edenlerdir. Bunlar (kıyamet gününde) boyunlarında halkalar olan kimselerdir. Onlar ateş ehli (cehennemlik)tirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. [krş. 46/33]

6. (Şu da şaşılacak bir haldir ki müşrikler) senden, ‘iyilik ve mutluluk’ yerine önce kötülüğün, (azabın, dünyada) acele gelmesini isterler. Halbuki onlardan önce, (cidden nice) ‘ibret alınacak cezalar’[2] gelip geçti. Şüphesiz Rabbin, zulümlerine rağmen insanlara karşı mağfiret sahibidir. Bununla beraber, (unutmayın ki) Rabbinin azabı çok çetindir.

7. İnkâr edenler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilseydi ya!” derler. (Resûlüm! Bil ki) sen ancak uyarıcısın, her toplumun da bir yol göstericisi (davet edeni) vardır.

8. Allah her dişinin neye gebe olacağını, rahimlerin (içindeki ceninin kalmasında ve gelişmesinde) neyi eksiltip neyi artırdığını bilir. O’nun yanında her şey bir ölçüye göredir. [bk. 21/34; 23/13-14; 39/6]

yuksel dedi ki...

9. O, görünmeyeni de görüneni de bilendir. O çok büyük, çok yücedir.

10. Sizden sözü gizli tutanla onu açığa vuran, gece (karanlıklarında) gizlenenle, gündüzün ortalıkta dolaşan (O’nun bilmesi bakımından) aynıdır. (O hepsini bilir ve görür.)

11. O (insanoğlu)nun önünde, arkasında takip eden (melekler) vardır ki Allah’ın emriyle onu korurlar. Muhakkak ki bir toplum özlerini (iç dünyalarını ve güzel ahlaklarını) değiştirip bozmadıkça, Allah da onların durumunu değiştirip bozmaz.[3] Allah (emirlerinden yüz çeviren) bir kavme bir kötülük dileyince, artık onu geri çevirecek yoktur. Onlar için O’ndan başka bir velî (koruyup yardım eden) yoktur.

12. O, size hem bir korku hem de (yağmur için) bir ümit olarak şimşeği gösteren, (yağmurlarla yüklü) ağır bulutları meydana getirendir.

13. Gök gürlemesi O’nu hamd ile tesbih eder, melekler de O’ndan korkmaları dolayısıyla tesbih ederler. O (inanmaya)nlar, Allah hakkında tartışıp dururlarken, O yıldırımları gönderir de onları dilediğine çarptırır. O karşılık darbesi pek çetin olandır. [bk. 17/44]

14. Geçerli olan yalvarma (ve davet) ancak Allah’adır. O’nu bırakıp da yalvardıkları/taptıkları ise onlara hiçbir şekilde karşılık vermezler. Öyle ki onların durumu, ellerini suya doğru (boşlukta) açıp da suyun ağzına ulaşmasını bekleyen birinin durumuna benzer; oysa bu durumda o (su) ona asla ulaşmaz. İşte küfre sapanların duası “hedefsiz ve boşuna gitmekten” ibarettir.

yuksel dedi ki...

18. Rablerinin çağrısına uyanlar için (mükâfatın) en güzeli vardır. O’nun çağrısına (uyup) gelmeyenler ise yeryüzünde bulunan şeylerin hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa (Allah’ın azabından kurtulmak için) onu fidye verirlerdi. İşte onlar var ya, hesabın en kötü/en şiddetlisi onlar içindir, varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü bir yataktır!

19. Şimdi Rabbinden sana indirilen (vahy)in gerçekten hak olduğunu bilen kimse, bunu göremeyen (kör) kimse gibi midir? Ancak akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alırlar.

20. (İşte) onlar; Allah’ın (Rabliğini kabul ve O’na kulluk) ahdini yerine getirenler ve antlaşmayı bozmayanlardır.

21. Onlar, Allah’ın ilişki kurulmasını (gözetilmesini) emrettiği (akrabalık, İslâmî dostluk ve birlik gibi) şeyleri gözeten, Rablerine saygılı olan, kötü hesaptan da korkanlardır.

22. Onlar, (yalnız) Rablerinin rızasını dileyerek (nefislerine zor gelen şeylere) dayanan, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayanlar ve kötülüğü iyilikle giderenlerdir. İşte (bu dünya) yurdun(un iyi) sonucu onlarındır.

23. (O da) Adn cennetleridir ki oraya, babalarından, eşlerinden ve nesillerinden sâlih olan (Allah’ın rızasına uygun yaşayan)lar beraber girerler. Melekler de her bir kapıdan onların yanına girerler. [bk. 40/8]

24. (Melekler: “Din uğruna dünyanın zevk ve zorluklarına karşı) sabretmenizden dolayı size selam olsun, (dünya) yurdun(un iyi) sonucu ne güzel!” (derler.)

yuksel dedi ki...

25. Ama (İslâm’ın esaslarına uyma anlamında söylediği şehadet kelimesiyle) Allah’a verdikleri sözü, iyice pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah’ın birleştiril(ip ayrılmamasını ve gözetil)mesini emrettiği şeyleri (Rab-Allah, din-ahlâk, din-dünya, dünya-âhiret arasındaki bağları) kesip ayıranlar, yeryüzünde (dinin esaslarını tanımayarak) bozgunculuk yapanlar, işte lanet onlaradır, kötü yurt (olan cehennem) de yine onlaradır. [krş. 2/27]

26. Allah dilediği kimsenin (niyet ve amellerine göre) rızkını genişletir ve (dilediğini de) daraltır. (O inkârcılar,) dünya hayatıyla sevinmekle yetinirler. Halbuki dünya hayatı, âhiret (hayatı) yanında geçici bir faydalanmadan başka bir şey değildir. [bk. 87/16-17]

27. Küfre sapanlar/inkâr edenler: “Rabbinden ona (Muhammed’e) bir mucize indirilmeli değil miydi?” derler. De ki: “Allah dilediğini (arzu ve yaşantılarının gereği) sapıklıkta bırakır, kendisine yönelenleri de doğru yola iletir.”

28. O (Allah’a yönele)nler, iman eden ve Allah’ı anmakla kalpleri huzura kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki gönüller (ancak) Allah’ı anmakla huzura kavuşur.

(Allah’ı istiğfâr ve tevhid ile anmanın yanında en büyük zikir Kur’an’dır ki o da onu hem okumak hem de emirlerini hayata hâkim kılmakla olur. O zaman fikir, gönül ve hayat huzura erişir. Yoksa, gayesi gerçekleşmeyen zikirlerle kalp ve hayat huzursuzluktan kurtulamaz. Allah’ın zikrini kalbine, fikrine ve hayatına geçiremeyenler, dalları sulanan fakat köklerine su ulaşamayan ağaçlar gibi olurlar. Şu da hadîs-i şerîfle sabittir ki (özetle:) “Kim Allah’a itaat etmişse, farz ibadetleri yerine getirmişse Allah’ı zikretmiş olur. Fakat haramlardan kaçınmayan kimse namazı, orucu, haccı, zekâtı çok olsa da, Allah’ı zikretmemiş olur.” Ayrıca beslenme eksikliği, zehirli

yuksel dedi ki...

orucu, haccı, zekâtı çok olsa da, Allah’ı zikretmemiş olur.” Ayrıca beslenme eksikliği, zehirli gıdalar ve mikropların vücut sağlığımızın düşmanı olup onu tahrip etmesi gibi, ibadetsizlik, Allah’ı zikretmemek ve günahlar da ruh sağlığını tahrip eder. Şeytan da bunu unutturmak için daha fazla oyun ve eğlenceye daldırır.) [bk. 20/124-126; 39/22-23, 45]

29. İman edip sâlih amel işleyenlere ne mutlu! Zaten dönülecek en güzel yer onların (olacak)tır.

30. (Ey Muhammed!) Böylece seni, kendisinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği (son peygamber olarak bütün) bir ümmete gönderdik ki sana vahyettiğimiz (Kur’an’)ı onlara okuyasın. Çünkü onlar (“O da kimdir?” diye) Rahmân’ı inkâr ederler. De ki: “O benim Rabbimdir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak O’na dayanıp güvendim. Sonra yönelişim de ancak O’nadır.” [bk. 16/63]

31. Eğer Kur’an, (dedikleri gibi bir kitap) olsaydı da, (okuyunca) onunla dağlar yürütülse veya onunla yer yarılıp parçalansa ve onunla ölüler konuşturulsaydı (iman etmeyen yine iman etmezdi). Ama (Kur’an bunlar için inmemiştir), bütün işler Allah’a aittir. İman edenler (kâfirler hakkında) daha bilmediler mi ki[6] eğer Allah (kulları iradelerine bırakmayıp da) dileseydi, bütün insanları doğru yola iletirdi?[7] (Allah’ın emirlerinden yüz çevirip) küfre sapanlara gelince, Allah’ın vaadi (kıyamet) gelinceye kadar; yaptıkları işler yüzünden ya kendilerine şiddetli bir felaket gelecek veya (o felaket) yurtlarının/evlerinin yakınına inip duracaktır. Şüphesiz ki Allah vaadinden dönmez. [bk. 14/47]

yuksel dedi ki...

32. Andolsun ki senden önce nice peygamberlerle alay edildi. Ben de o küfre sapanlara (önce imtihan için) mühlet verdim, sonra onları (azabımla) yakalayıverdim. Benim azabım nasılmış (gördüler)! [bk. 22/48]

33. (Durum böyle iken) her nefsin kazandığını görüp gözeten (yüce Allah) herhangi bir kimse gibi midir? Ama onlar Allah’a ortak koştular. (Varlıkları yüceltip onlara bağlandılar.) De ki: “Onları isimlendirin (onlar necidirler?) Yoksa yeryüzünde (Allah’ın) bilmediği şeyi mi O’na haber veriyorsunuz?” Yahut sırf görünüşte bir laf olsun diye mi (söylüyorsunuz)? Hayır! (Hiç biri değil) doğrusu, inkâr edenlere düzenbazlıkları süslü (ve hoş) göründü de bu yüzden doğru yoldan alıkonuldular. Allah, kimi (niyet ve ameline göre) sapıklığında bırakırsa artık ona doğru bir yol gösteren yoktur.

34. Onlara dünya hayatında bir azap vardır. Âhiret azabı ise daha ağırdır. Onları Allah’(ın azabın)dan hiçbir koruyucu da yoktur.

35. Takvâ sahiplerine (Allah’ın emrine uygun yaşayan/aykırı davranmaktan sakınanlara) vaadedilen cennetin anlatımı/özelliği (şudur): Onun alt tarafından ırmaklar akar, yiyecek (yemişleri) ve gölgeleri devamlıdır. İşte (günahlardan) korunanların sonu (budur). Küfre sapanların sonu da ateştir.

yuksel dedi ki...

36. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen (Kur’an) ile sevinirler. Fakat gruplar içinde onun bir kısmını inkâr eden/kabul etmeyen kimseler de vardır. (Resûlüm!) De ki: “Bana ancak Allah’a kulluk etmem ve O’na asla ortak koşmamam emredildi. Sizi, ancak O’na çağırıyorum. Dönüş(ümüz) de ancak O’nadır.”

37. Böylece (biz, bir hikmet gereğince) onu (Kur’an’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana bu ilim geldikten sonra onların arzularına uyarsan Andolsun ki Allah’ın cezasından seni koruyacak ne bir yardımcın ne de bir koruyucun vardır.

38. Andolsun ki (biz) senden önce de (senin gibi) peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni/emri olmadıkça hiçbir peygamberin bir âyet (ve mucize) getirmesi mümkün değildir. (Allah katında) her vakit için bir yazı, bir hüküm vardır. (Son vahiy olan Kur’an’da da her çağın anlayacağı bir hüküm ve mesaj vardır.)

39. Allah, dilediğini yok eder ve (dilediğini) bırakır. Çünkü Ana Kitab (vahyin kaynağı) O’nun katındadır.

(Kâinatta olan her şey ve her olay, yüce Allah’ın ilmi, takdiri, izni ve dilemesiyledir.)

40. Onlara vaadettiğimiz (azab)ın bazısını sana göstersek de veya (bu azabı sana göstermeden önce) senin canını alsak da, sana düşen sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise ancak bize aittir.

yuksel dedi ki...

41. (O kâfirler) biz(im kudretimizle) yeryüzüne gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?[8] (Her şeye) Allah hükmeder. O’nun hükmünü takip edecek (bozacak veya geri çevirecek) yoktur. O, hesabı çarçabuk görendir.

42. Onlardan önceki ümmetler de (peygamberlerine) hile yapmış (ve tuzak kurmuş)tu. Bütün tuzaklar (hakkındaki takdir ve ceza) yalnız Allah’a aittir. (O) herkesin kazandığını bilir. Kâfirler (bu dünya) yurdunun sonu kimindir, bilecekler! [bk. 8/30; 27/5055]

43. Küfre sapanlar/inkâr edenler: “Sen, gönderilmiş (hak bir peygamber) değilsin.” derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında (ilâhî) Kitab’ın ilmi bulunanlar yeter.”[9]

[1] İçerisinde böyle birbiriyle alakalı iki istifham (soru) hemzesinin bulunduğu âyetler 11 tanedir. Âyette görüldüğü gibi ilki kabul anlamında, ikincisi ise kabul etmeme anlamında bir sorudur.

[2] Sicistânî, s. 93.

[3] “Bilmez misin ki kat’î bir düsturdur bu Hak’ça / Bir kavmi bozmaz Allah, onlar bozulmadıkça” (M. Âkif). Veya “onlar özlerindeki (kötü halleri)ni (iyiye) değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmez” (Elmalılı, IV, 2964). Âyet-i kerîmede görüldüğü gibi, yüce Allah insan ve toplum iradesini; iyiyi ve güzel ahlâkı, yani İslâm’a uygun yaşayışı veya bunların aksini seçme konusunda serbest bırakmış, buna göre de karşılık takdir etmiştir. Aynı zamanda toplumun yöneticileri de

yuksel dedi ki...

serbest bırakmış, buna göre de karşılık takdir etmiştir. Aynı zamanda toplumun yöneticileri de kendilerinin bir örneği olduğundan, Peygamber Efendimiz’in: “Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz.” diye buyurduğu mübarek sözlerini de göz önünde tutarak, önce toplum fertlerinin, güzel ahlâk yönünden gelişmiş olması lazımdır. [bk. 8/53 ve dipnotu; 16/36]

[4] Secde âyeti konusunda bk. 7/206.

[5] Batıl taraftarı kâfir ve münâfıklar için verilen bazı misaller için bk. 2/8-20, 204-206; 4/141-145; 24/39-40; 63/3-4.

[6] Âyet-i kerîmedeki “yey’es” kelimesi Havâzin ve Naha’ kabileleri dilinde “bilmek” mânasınadır (Celâleyn).

[7] Allah dileseydi mutlaka her şey O’nun dilediği gibi olurdu. Fakat Allah, imanı ve küfrü bildirdi. Kullara da onun seçimi için irade verdi ve sorumluluk yükledi. [krş. 16/37]

[8] Bu eksilme, bazen mağlup olunan harplerle, bazen de yere batıran depremler ve yer kaymaları sebebiyle veya yerkürede meydana gelen olaylar neticesinde iki kutup bölgesinden dünya hacminin eksilmesi şeklinde olabilir. Her şey, Allah’ın takdiri, kanunu gereğidir. Cenâb-ı Hakk’ın müslümanlara fetih ve yardımı ile kâfirlerin diyarları gitgide küçülecek, İslâm yeryüzüne bütünüyle hâkim olacaktır. Âyette buna işaret vardır. (Beydâvî).

yuksel dedi ki...

[9] Ehl-i Kitab’ın âlimleri Hz. Peygamber’in hak peygamber olduğunu biliyorlardı. [bk. 7/157; 26/197]

yuksel dedi ki...

14. İbrahim Sûresi


Mekke döneminde nâzil olmuştur. 52 âyettir. 28, 29 ve 30. âyetlerinin Medine döneminde inmiş olduğu rivâyet edilir.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Râ. Bu (Kur’an, öyle) bir Kitab’dır ki onu sana; insanları Rablerinin izniyle (her türlü kişisel ve toplumsal) karanlıklardan aydınlığa; eşsiz galip ve övgüye layık olan (Allah’)ın yoluna çıkarman için indirdik. [krş. 16/44, 89]

(Düşüncelerin değil, şehvetperestliğin, maddeperestliğin, erkek ve kadın pazarlamacılığının, içki, faiz ve tefeciliğin, çıkarcılık yarışının hâkim olduğu, kendilerine dokunulmazlık öngörülen/verilen kişi ve kral tanrıların hâkimiyet kurduğu devirlerin karanlıklarından aydınlığa çıkarmak için yüce Allah, bu Kur’an’ı indirmiştir. Böylece insanlığın asıl aydınlığa geçişi, toplumun nizamı, sosyal düzeni ve adaleti Kur’an’la olmuş ve toplumda ilâhî hâkimiyet de yine Kur’an’la sağlanmıştır. Çünkü Kur’an hayat nizamı, dünya ve âhiret saadeti için gelmiştir (2/257). Kur’an hayata rehber oldukça bu aydınlık devam edecektir.)

2. O Allah ki göklerde olan ve yerde olan şeyler(in hepsi) ancak O’nundur. (Uğrayacakları) şiddetli azaptan dolayı vay küfre sapanların haline!

yuksel dedi ki...

(Allah’a karşı şükrü yerine getirmek; emirlerine itaat, zikir ve verdiğinden vermekle gerçekleşir. Şükrü yerine getirmek, Rabb’ın rahmetinin, şefkat ve iltifatının şükür sahibine yönelmesini sağlar, basireti açar. Şükrü yerine getirmek, nimetleri verenin tanındığına ve kalpteki imanın dinamikliğine işarettir/delildir. Yediğimiz, içtiğimiz helal rızıklar son derece kıymetli bir hazine olduğu halde, şükrü yerine getirmeme/şükürsüzlük, onları, hayvânî zevklerin tatmin edildiği ve sorumluluğu ağır olan nesneler haline getirir. Şükürsüzlük nankörlüğe, nankörlük ise nimetin er geç elden gitmesine, helak ve azaba sebep olur.) [bk. 2/152-153]

8. Musa yine dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde olanların tamamı, toptan nankörlük etseniz bile, şüphesiz ki Allah zengindir (hiçbir şeyinde noksanlık olmaz). O, hakkıyla övülmeye lâyıktır.” [bk. 39/7]

9. Sizden önce geçenlerden Nuh, Âd, Semûd kavminin ve onlardan sonra (isim ve sayılarını) ancak Allah’ın bildiği kavimlerin haberleri size gelmedi mi? Peygamberleri, onlara mucizeler getirdi de onlar ellerini onların (o resûllerin) ağızlarına karşı çevirip: “Biz, sizinle (bize tebliğ için) gönderilmiş olan her şeyi inkâr ettik. Çünkü (sizin) bize yaptığınız davetin mahiyetinden derin bir şüphe ve endişe içindeyiz.” dediler.

10. Peygamberleri de (onlara): “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında mı şüphe (içindesiniz)? Halbuki O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belirlenmiş bir vakte kadar bırak(ıp yaşat)mak için (hak dine) çağırıyor.” dediler. (Onlar da:) “Siz de bizim gibi bir insandan başka (bir şey) değilsiniz; bizi atalarımızın taptıkları (tanrıları)ndan vazgeçirmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık/ olağanüstü bir delil getirin.” demişlerdi.

yuksel dedi ki...

(Son iki âyette görülüyor ki gerek kâfir, gerek müşrik, gerek münâfık toplum veya gruplar, Allah’a gereği gibi inanmadıkları için peygamberlerin Allah’tan getirdikleri hakikatler karşısında büyüklenip inanmayı kabullenemediklerinden, kâh öfkelenip yumruk halinde parmaklarını ısırmışlar (3/119) kâh yapılan tebliği ve tevhîde daveti işitmemek için parmaklarıyla kulaklarını kapamışlardır (71/7). Mekkeliler’den Kur’an karşıtları, ya Hz. Peygamber’den gizlenmişler, kaçmışlar (11/5; 9/127) veya“Kur’an’ı dinlemeyin, dinletmeyin onu düşündürmeye fırsat vermeyin, bunun için de, gürültü şamata yapın” (41/26), demişler, bunu yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. Burada da aynı eylemin bir benzeri görülmektedir. Bütün devirlerde bu grupların, yüce Allah’tan gelen hakikatleri açık veya gizli susturma kin ve planları görülmüştür.)

11. Resulleri de onlara dediler ki: “(Evet) biz de sizin gibi sadece birer insanız. Fakat Allah, kullarından dilediğine nimetini lütfeder. Allah’ın izni olmadan bizim, size (istediğiniz gibi, kesin) bir delil (ve mucize) getirmemize imkân yoktur. İnananlar artık ancak Allah’a güvenip dayansın(lar).”

12. “(O,) yollarımızı bize dosdoğru göstermişken, biz ne diye Allah’a güvenip dayanmayalım? Bize yaptığınız eziyete karşı elbette dayanıp direneceğiz (yılmayacağız). O halde tevekkül eden (mü’min)ler, yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.”

13. İnkâr edenler, peygamberlerine: “Andolsun ki ya sizi yurdumuzdan çıkarırız ya da mutlaka milletimize (dinimize) dönersiniz.” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “O zalimleri muhakkak helak edeceğiz.”

yuksel dedi ki...

(Allah’ın dinine ve peygamberine karşı cephe alan küfür grubu, mü’minlere dinlerini yaşama yollarını kapamak ve onları sindirmek için her ne kadar kötülük yapma planları hazırlasalar da Allah’ın planı hepsine galip gelecektir.) [bk. 2/120]

14. “Ve onlardan sonra o yere sizi yerleştireceğiz. Bu (sözüm, benim yücelik) makamımdan korkan ve tehdidimden sakınanlar içindir.”[1]

15. (Peygamberler, kendilerine düşman olanlara karşı Allah’tan) yardım (ve zafer) istediler; (Allah’ın yardımı üzerine) her inatçı zorba perişan olup hüsrana uğradı.

16. (Bunun) ardından da (onlara) cehennem vardır. (Orada onlara) irinli su içirilir.

17. Onu zorla yutmaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve her taraftan ona ölüm gelecek (her yerinden ölümü hissedecek). Ancak yine de ölmeyecek. (Bunun) ardından da (bitmez tükenmez) şiddetli bir azap vardır. [bk. 18/29; 47/15]

18. Rablerini inkâr edenlerin/küfre sapanların durumu şudur: Onların yaptıkları (iyi) işler, tıpkı fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir kül (yığının)a benzer. (Onların) kazandıklarından hiçbir şey ellerine geçmez. İşte, (haktan) uzak olan sapıklık budur. [bk. 3/117]

(Rabbi tanımak; O’na iman edip emirlerini kabullenip samimi olarak teslim olmaktır.)

yuksel dedi ki...

19-20. Allah’ın gökleri ve yeri hakkıyla (yerli yerince) yarattığını (düşünüp gerçeği) görmedin mi? Eğer (O) dilerse sizi giderir (yerinize imanlı ve itaat eden) yepyeni bir halk getirir. Bu da Allah’a güç değildir. [bk. 5/54; 6/89; 47/38]

21. (İnsanların) hepsi Allah’ın huzuruna çıkacaklar; güçsüzler tâifesi, büyüklük taslayan (yönetici ve önder)lere: “Doğrusu biz (dünyada dine aykırı işlerde) size uymuştuk, şimdi siz, Allah’ın azabından (herhangi) bir şeyi bizden giderebilir misiniz?” diyecekler. Onlar da: “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola götürürdük. Artık sızlansak da sabretsek de bizim için birdir; kaç(ıp sığınıl)acak bir yerimiz yoktur.” derler. [bk. 7/38-39; 33/66-68; 40/47-48]

22. İş bitirilince (kullara ait ilâhî hüküm verilince) şeytan (cehennemdekilere): “Doğrusu Allah size gerçeği vaadetmişti, ben de size (‘istediğiniz gibi yaşayın, korkmayın, âhiret yoktur’ diye) vaadetmiştim.[2] Sonra sözümden cay(ıp sizi yüzüstü bırak)tım. Benim sizin üzerinizde hiçbir hâkimiyetim/baskı gücüm yoktu. Ben sizi sadece (inkâr ve isyana) çağırdım, siz de hemen bana uyup geldiniz. O halde (kusuru bana yükleyip) beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Esasen evvelce beni (Allah’a) ortak tutmanızı (Allah yerine bana tapmanızı)[3] da kabul etmemiştim.” der. Elbette (böyle) zalimlere, pek acıklı bir azap vardır. [bk. 4/117-120; 59/16]

23. İman edip de sâlih (sevaplı) ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, içinde devamlı kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere konulacaklar.[4] Orada (birbirlerine) dilek, iltifat ve duaları “selâm”dır (esenlik dilemektir). [krş. 36/55-58]

yuksel dedi ki...

24. Görmedin mi! Allah nasıl bir benzetme yaptı: (Tevhid ve şehadet olarak)[5] güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.

(Bu âyet-i kerîmede geçen “güzel söz”ü Allahu Teâlâ, bizim anlamamız için, kökü sağlam, sabit, yıkılmayan, kurumayan, dalları yer ve gök semasını tutmuş, meyvesi güzel olan bir ağaca benzetmektedir. Müfessirlerin açıklamasına göre, bu güzel söz; “kelime-i tevhid/kelime-i şehadet”, bu ağaç ise “mârifetullah” ağacıdır. Benzeyen, benzetilenin özelliğini taşır. Bu bakımdan mârifetullah (Allah bilinci) ağacı kimin kalbine dikilir, orada ne kadar kuvvetli kök salar ve ne kadar güzel gelişip meyvelerini verirse o insan artık özüyle, sözüyle, ahlâk ve davranışlarıyla kemâle ulaşır. Allah’a kulluk görevini yerine getirir, şirkten ve tâğûttan uzaklaşır. Yalnız Allah’ın rızasına uygun iş ve hareketlerde bulunur. Bu sayede de dünya ve âhiret saadetini hazırlamış olur. [bk. 22/24] Aşağıdaki âyet-i kerîmede belirtildiği gibi kalpte/düşünce ve duygudaki kötü kelime ise küfür olup Allah’ı ve O’nun hüküm ve hâkimiyetini tanımama sözüdür ki her türlü fitne, fesat, musibet ve felâketin kaynağı olup bu da dünya ve âhiret bedbahtlığına sebep olur.)

25. Ki o (ağaç), Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Allah insanlara düşünüp ibret alsınlar diye (işte böyle) misaller verir.

26. (Küfür ve inkârcılık gibi) kötü bir sözün (ve sahibinin) durumu da (gövdesi) yerin üstünden kolayca kesilip koparılan, bu sebeple yerinde durması mümkün olmayan kötü bir ağaç gibidir.

27. Allah (şirk ve tâğûtu reddederek) iman edenleri, dünyada ve âhirette[6] sağlam bir söz (olan kelime-i şehadet) üzere sabit tutar. Allah (küfre sapan) zalimleri de sapıklıkta bırakır/saptırır. Allah dilediğini yapar. [bk. 2/256 ve dipnotu; 4/48; 5/72]

yuksel dedi ki...

Allah dilediğini yapar. [bk. 2/256 ve dipnotu; 4/48; 5/72]

28-29. Allah’ın nimetini, nankörlükle/küfürle değiştirenleri ve halklarını helak yurduna yani cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? Onlar(ın hepsi) oraya girecekler. Orası ne kötü bir duraktır!

30. Onlar, (insanları) Allah yolundan saptırmak için O’nun yerine birtakım denk (varlık ve şahıs)lar koy(up Allah yerine onlara bağlanmayı sağla)dılar. De ki: “(Şimdilik dünyada) eğlenin, hiç şüphe yok ki dönüşünüz ateşedir.” [bk. 2/165; 10/70]

31. İman eden kullarıma söyle: Namazı dosdoğru kılsınlar, içinde ne bir dostluğun ne alışverişin bulunduğu bir gün gelmeden evvel, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) gizli ve açık olarak infak etsin (harcasın)lar.

32. Allah, gökleri ve yeri yaratandır, semadan yağmur indirip onunla sizin için rızık olarak meyve (ve mahsul)ler çıkarandır, emri ile denizde akıp gitmesi için gemileri istifadenize veren, ırmakları da istifadenize verendir.

33. Âdetleri üzere (düzenli bir şekilde yörüngelerinde) seyreden güneşi ve ayı sizin istifadenize sunan, geceyi ve gündüzü size faydalı kılan O’dur. [bk. 7/54; 25/13; 36/37-40; 39/5]

34. (O Allah), kendisinden isteyebileceğiniz her şeyden[7] size verdi. Öyle ki Allah’ın nimetini sayacak olsanız, sayamazsınız. (Buna rağmen) doğrusu insan (yine de) çok zalim, çok nankördür.

35. Hani İbrahim (hanımı Hacer ile oğlu İsmail’i Mekke yöresine yerleştirip) şöyle demişti: “Ey Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl,[8] beni ve oğullarımı heykellere/putlara tapmaktan uzak tut.”

yuksel dedi ki...

36. “Ey Rabbim! Çünkü onlar (putlar), insanlardan bir çoğunun sapmasına sebep oldular. Artık kim bana uyarsa, işte o bendendir. Kim de bana karşı gelirse (onu sana bırakırım). Şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin.”

37. “Ey Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin mukaddes evin (olan Beytullah’ın) yanında, ekinsiz (çorak) bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı ikâme etsinler (orada diye böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının[9] gönüllerini onlara meylettir ve onları (çeşitli) meyveler ile rızıklandır[10] ki sana şükretsinler.”

38. “Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” [krş. 2/126]

39. “İhtiyar halime rağmen bana, İsmail ve İshak’ı veren Allah’a hamdolsun. Şüphesiz Rabbim duayı (elbette) işitendir (kabul edendir).”[11]

40. “Ey Rabbim! Beni ve neslimden (gelenleri) de namazı gereği gibi kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duamı kabul buyur.”

(Burada kendimize, zürriyetimize ve geçmişlerimize dua etmemiz işaret ediliyor.)

41. “Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği kıyamet gününde beni, annemi, babamı[12] ve tüm mü’minleri bağışla.”

yuksel dedi ki...

42. (Ey Resûl!) Allah’ı zalimlerin yaptığı şeylerden sakın habersiz zannetme! Ancak (Allah) onları, gözlerin (dehşetten) dışarı fırlayacağı bir güne (kadar) erteliyor (zaman tanıyor).

43. (O gün onlar) başlarını göğe dikerek, gözleri kendilerine dön(üp bak)amayacak şekilde koşup dururlar. Artık onların kalpleri (kafaları dehşetten dolayı) bomboştur.

44. (Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği o günü haber verip uyar. Çünkü zulmedenler (o gün): “Ey Rabbimiz! Bize kısa bir süre tanı da senin çağrına uyalım, peygamberlere tâbi olalım.” derler. (Fakat boşunadır. O zaman kendilerine şöyle denilir:) “Önceden (dünyada) sizin için hiçbir zeval olmadığına (sonunuzun gelmeyeceğine) dair yemin etmiyor muydunuz?”

45. Siz (üstelik, Âd ve Semûd kavimleri gibi) kendilerine zulmedenlerin yerlerine yerleştiniz. Onlara ne (azaplar) ettiğimiz size açıklanmıştı ve size (buna dair birçok) misaller de göstermiştik.

46. Hal böyleyken yine de onlar, (peygamberlere karşı) tuzaklar kurdular. Halbuki onların tuzaklarıyla, dağlar bile kaybolacak olsa, yine de hilelerinin (karşılığı) Allah katındadır (hilelerini kendi aleyhlerine çevirir).

47. O halde asla, Allah’ın peygamberlerine verdiği sözden döneceğini sanma! Şüphesiz Allah mutlak galip, intikam sahibi (herkesin hak ettiği cezayı verici)dir.

48. Öyle bir gün gelecek ki yer başka yere; gökler de (başka göklere) değiştirilecek, (insanların

yuksel dedi ki...

48. Öyle bir gün gelecek ki yer başka yere; gökler de (başka göklere) değiştirilecek, (insanların hepsi kabirlerinden kalkıp) her şeye üstün gelen tek Allah’ın huzuruna çıkacaklar. [krş. 11/106-107]

49. O gün günahkârların, kelepçelerle birbirine bağlanmış olduğunu görürsün.

50. Onların gömlekleri katrandandır. Yüzlerini de ateş bürüyecektir. (Çünkü yüzleri Hakk’a yönelmemişti.)

51. (Bütün bunlar,) Allah’ın herkese (hayır ve şer olarak) kazandığının karşılığını vermesi içindir. Allah hesabı çok çabuk görendir.

52. Bu (Kur’an), insanlara bir tebliğdir. Hem de onunla (insanların) uyarılmaları, (Allah’ın) ancak bir tek ilâh olduğunu bilmeleri ve akıl sahiplerinin de düşünüp öğüt almaları içindir.

[1] Bu âyet-i kerîmede, daha hicret emri öncesinde Mekke’de iken Resûlullah’ın da -diğer peygamberlerin başına geldiği gibi- memleketinden hicret edeceğine, sonra onu çıkaranların yurduna mâlik olacağına işaret vardır.

[2] Mehmed Vehbi, III, 1068.

[3] Dînî konularda Allah’a karşı gelenlere itaat, şeytana itaat etmek gibidir.

yuksel dedi ki...

[4] Âyet-i kerîmede mâzî sîgası kullanılması, Allah’ın ilm-i ezelîsinde bunun kat’î olarak gerçekleştiğini, kullara göre de ilerde olacağını bildirmektedir.

[5] Râzî, XIII, 547-552; Sicistanî, s. 232; Mehmed Vehbi, VII, 2696.

[6] Buhârî, “Tefsîr”, 14. sûre.

[7] Yahut, “İstediğiniz şeylerin hepsini size verdi.” Bu şekildeki mânada, âyetteki “min” harfi teb’îziyye değil, beyaniyye veya zâide olur (Ebü’s-Suûd, V, 48; Kurtubî, IX, 367).

[8] Hz. İbrahim emniyet istiyor; sebebi de putların ve putperestlerin bulunduğu beldede emniyette olmamasıdır. Böyle yerlerde anne rahmindeki cenin dahi emniyette değildir.

[9] İbrahim (as.) “insanlardan bir kısmı” ifadesini kullanmasaydı, insanların hepsi gönüllerini onlara verirler, yahudi ve hıristiyanlar da orada haccederlerdi. Onların iman ve haclarını kendilerine bırakmıştır (Beydâvî; Celâleyn).

[10] Allah duasını kabul etti, orayı emin bir yer kıldı. Her mevsimde meyvelerin, mahsullerin her çeşidi orada toplandı (Beydâvî; Celâleyn).

[11] İbrahim (as.), İsmail (as.) doğduğunda 99, İshak (as.) doğduğunda ise 112 yaşında idi (Beydâvî; Celâleyn).

yuksel dedi ki...

[12] Bu dua, Hz. İbrahim’in babasına istiğfâr etmekten nehyedilmesinden önce idi. [bk. 9/113-114]

yuksel dedi ki...

15. Hicr Sûresi


Mekke döneminde nâzil olmuştur. 99 âyettir. Yalnız 87, 90-91. âyetleri Medine döneminde nâzil olmuştur. Sûrenin adı olan Hicr, Medine ile Şam arasında, Tebük’e yakın bir yerdir. 80-84. âyetlerde bundan söz edilmektedir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Râ. Bu (okuna)nlar, Kitab’ın ve (her şeyi) açıklayan (ve açık olan) Kur’an’ın âyetleridir.

2. Kâfirler (kıyamette), zaman zaman temenni ederler ki; (keşke vaktiyle kendileri de) müslüman olsalardı (da bu azabı görmeselerdi).

3. Bırak onları (şimdilik) yesinler, faydalan(ıp eğlen)sinler, bitmez arzu onları oyalayadursun, sonra onlar (başlarına gelecek halleri anlayıp) bilecekler. [bk. 77/46]

4. Biz hiçbir memleketi, onun (Levh-i Mahfûz’da) bilinen bir yazısı olmaksızın (azapla) yok etmedik.

5. Hiçbir ümmet ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir.

yuksel dedi ki...

6-7. (Kâfirler:) “Ey kendisine zikir (Kur’an) indirilen (Muhammed)! Şüphesiz sen mecnunsun! Eğer doğru söyleyenlerden isen, ne diye bize melekleri getirmiyorsun?” dediler. [bk. 25/21-22; 43/53]

8. Biz melekleri ancak hak (ve bir hikmet) gereği indiririz (gerekmedikçe göndermeyiz). O zaman da onlara mühlet verilmez. [krş. 15/51-58]

9. Muhakkak ki o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; şüphesiz onun koruyucusu da ancak biziz.

(Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın koruması altında olup hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Fakat Kur’an’ın metnine dokunamayan karşıtları tarafından, her devirde, müslümanların yaşantısı tahrif edilmeye, Kur’an kültürü engellenmeye ve müslüman olduğu halde Kur’an dışı yaşayan bir toplum haline getirilmeye çalışılmıştır.) [bk. 2/204-206; 8/36; 9/31; 41/26]

10. (Ey Muhammed!) Andolsun ki senden önce geçmiş topluluklar içinden de peygamberler gönderdik.

11. Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.

12. Böylece biz onu (o alayı) günahkârların kalplerine sokarız.

yuksel dedi ki...

13. (Fakat) evvelkilerin (inkâr ve alay etmeleri yüzünden Allah’ın kendilerini mahvetme) âdeti ve kanunu (ibretli bir sahne olarak) gelip geçmişken, onlar yine de (Kur’an’a) inanmazlar.

14-15. Onlara gökten bir kapı açsaydık da oradan çıkacak olsalardı (ve bazı hakikatleri görselerdi): “Herhalde gözlerimiz döndü (iyi görmüyor), belki de biz büyülenmiş bir topluluğuz.” derlerdi.

16. Andolsun ki biz, gökte burçlar (yıldız kümeleri) meydana getirdik ve onları, (ibretle) bakanlar için süsledik. [bk. 25/61]

17. Biz onları taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk (oraya yaklaşamazlar).

18. Ancak dinleme hırsızlığı yapan (şeytan) olursa onu da (akıp yakan) parlak bir alev takip eder. [krş. 37/5-10]

19. Yeryüzünü ise, (yaşamaya elverişli bir halde) yayıp döşedik, oraya sabit dağlar koyduk ve orada ölçülen, tartılan[1] her şeyden bitirdik.

20. Orada hem sizin için hem de (beslediğinizi sandığınız fakat Allah vermedikçe) kendisine rızıklarını veremedikleriniz için geçimlikler meydana getirdik.

yuksel dedi ki...

21. Hazinesi bizim yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Fakat (her şeyi) ancak bilinen bir miktar dâhilinde indiririz (her şeyi bir ölçü halinde veririz).

22. Rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik.[2] Gökten de su indirip onunla sizin su (ihtiyacınızı karşı)ladık. (Yoksa) onu hazinelerde (depolarda bütünüyle) saklayan siz değilsiniz. [bk. 16/10; 39/21; 56/68-70]

23. Muhakkak ki biz, ancak biz, hem yaşatır hem öldürürüz; biz (herkesin bıraktığı mülke) vâris olanlarız.

24. Andolsun ki biz, içinizden önden gidenleri de bilmişizdir, geride kalanları[3] da bilmişizdir.

25. Şüphe yok ki senin Rabbin, (ancak) O, onları mahşerde toplayacaktır. Gerçekten O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyi) hakkıyla bilendir.

26. Andolsun ki biz, insanı kuru bir çamurdan, şekil verilebilen bir balçıktan yarattık. [bk. 6/2; 55/14]

27. Cin tâifesinden olan (şeytan)a gelince, onu da (insandan) daha önce, (dumansız) çok yakıcı alevli bir ateşten yarattık.

yuksel dedi ki...

28. Bir zaman Rabbin meleklerine: “Muhakkak ben, kuru bir çamurdan, şekil verilebilen bir balçıktan bir insan yaratacağım.” demişti. [bk. 38/71-88]

29. “Onu (insan şeklinde) tasarlayıp da ruhumdan üflediğim[4] (ve o da dirildiği) zaman, (kudretim için) siz hemen ona secde ederek yere kapanın.” (buyurmuştu).

30. Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde etti.

31. Ancak İblis, secde edenlerle beraber olmayı reddetti.

32. (Allah:) “Ey İblis! Sen niçin secde edenlerle beraber olmuyorsun?” dedi.

33. (İblis:) “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde etmek için (var) olmadım.” dedi. [bk. 2/34 ve dipnotu; 7/12]

(Böylece İblis, Allah’ın emrine rağmen hevâsına tâbi oldu. Allah’ı tanımasına rağmen emrini uygulamaya itiraz etti. Çünkü O’nun emri aklına yatmıyordu. İşte şeytanın kâfirleşmesi bu yüzden oldu.)

34-35. (Cenâb-ı Hak:) “Öyleyse çık oradan Çünkü artık sen (rahmetimden) kovuldun! Muhakkak ki hesap gününe kadar lanet senin üzerine (olacaktır)” buyurdu. [bk. 38/77-78]

yuksel dedi ki...

36. (İblis:) “Ey Rabbim! Öyleyse (insanların) dirilecekleri güne kadar bana mühlet (ve fırsat) ver.” dedi.

37-38. (Allah:) “Haydi, sen o bilinen günün vaktine (birinci sûr’a üflenene) kadar mühlet verilenlerdensin!” buyurdu.

39-40. (İblis:) “Ey Rabbim! Beni (rahmet ve cennetinden kovup) azgın bırakmandan dolayı, Andolsun ki ben de onlara yeryüzün(de günahlar)ı süsleyeceğim (hoş göstereceğim) ve onların hepsini muhakkak azdıracağım. Ancak onlardan ihlaslı kulların hariç (onları azdıramam).”[5] [bk. 17/62; 38/82-83]

41. (Allah) buyurdu ki: “İşte bu (ihlas), bana ulaşan dosdoğru bir yoldur.” [krş. 38/79-84]

42. “Kuşkusuz, benim kullarıma karşı senin hiçbir tesir gücün yoktur; ancak azıp (da benim yolumdan) sapanlardan sana uyacak olanlara vardır.”

43. “Şüphesiz cehennem o (sana uya)nların hepsinin, vaad olunan yeridir.”

44. (Katlarına giden) yedi kapısı vardır ki her bir kapıya, o (şeytana uya)nlardan bir grup ayrılmıştır.

45-46. Tak

yuksel dedi ki...

45-46. Takvâ sahipleri (Allah’ın emirlerine uygun yaşayıp şeytana ve şeytanlaşanlara uymaktan sakınanlar) ise, cennetlerde ve pınar (baş)larındadır. Onlara: “(Ey takvâ sahipleri!) Oraya selametle, emin olarak girin.” (denilir).

47. Onların göğüslerindeki (her türlü) kini söküp attık; (hepsi) kardeş olarak, karşılıklı tahtlar üzerinde (oturmakta)dırlar.

48. Orada, onlara hiçbir yorgunluk, bıkkınlık gelmez ve onlar, oradan çıkarılacak da değillerdir.

49-50. (Resûlüm!) Kullarıma haber ver ki: “Gerçekten ben, ancak ben, çok bağışlayan ve çok merhamet edenim. (Fakat) azabım ise, o çok acıklı bir azaptır.”

51. (Resûlüm!) Onlara İbrahim’in (melek olan) misafirlerini de haber ver.

52. Hani vaktiyle, (misafir melekler) onun yanına girmişler de: “Selâm!” demişlerdi. (İbrahim de onların hazırlanan yemeği yemediğini görünce:) “Doğrusu biz sizden korkuyoruz.” demişti. [bk. 11/69-70; 51/25-27]

53. (Onlar:) “Korkma, biz sana çok bilgin bir oğul (olan İshak’ı da)[6] müjdeliyoruz.” dediler.

yuksel dedi ki...

54. (İbrahim:) “İhtiyarlık ‘yakama yapışmışken’ bana müjde mi veriyorsunuz? Artık beni nasıl müjdelersiniz?” dedi.

55. “Sana gerçeği müjdeledik. Artık ümit kesenlerden olma!” dediler.

56. (İbrahim de: “Hak yoldan) sapanlardan başka Rabbinin rahmetinden kim ümit keser ki?” dedi.

57. (İbrahim, onların melek olduğunu anlayınca:) “Ey gönderilen (elçi)ler! (Bundan sonra) işiniz nedir?” dedi.

58-59-60. Onlar: “Biz Lût ailesi hariç, günahkâr bir topluma (onları helak için) gönderildik. Çünkü biz (Rabbinin emriyle Lût’un inanmayan) karısı dışında bu aile (ve inananlar)dan herkesi kurtaracağız.” dediler. (Ey Resûlüm!) Onun geride kalan (ve helak olan)lardan olmasını (ve herşeyi) biz takdir etmiştik.[7] [krş. 11/77-83; 66/10]

61-62. Elçi (melek)ler, Lût ailesine geldiği zaman (Lût onlara): “Doğrusu siz, (bizce) tanınmayan kimselersiniz.” dedi.

63-64-65. (Onlar da:) “Hayır, biz sana, (kavminin) hakkında şüphe etmekte oldukları şeyi (o azabı) getirdik. Sana hak(kın emri) ile geldik, elbette biz doğru söyleyenleriz. Hemen

yuksel dedi ki...

63-64-65. (Onlar da:) “Hayır, biz sana, (kavminin) hakkında şüphe etmekte oldukları şeyi (o azabı) getirdik. Sana hak(kın emri) ile geldik, elbette biz doğru söyleyenleriz. Hemen gecenin (son) bir kısmına doğru aileni (buradan) götür. Sen de arkalarından git. Sizden hiçbir kimse arkaya dönüp bakmasın (o belayı görmesin, kendisine de azap isabet etmesin). Emredildiğiniz yere (Şam’a) geçip gidin.” dediler. [bk. 11/81]

66. Böylece (Lût’a:) “Sabaha girerlerken muhakkak onların arkası (soyu) kesilmiş (tükenmiş) olacaktır.” diye hükmümüzü bildirdik.

67. (Sodom) şehr(inin ahlâksız homoseksüel) halkı, (onlara kötülük yapmak için) sevine sevine (misafirlerin yanına) geldiler.

68. (Lût onlara) dedi ki: “Hakikaten bunlar benim misafirlerimdir, (onlara kötülük ederek) beni rezil etmeyin.”

69. “Allah’tan korkun ve beni mahcup etmeyin!”

70. (Kavmi de:) “Biz seni, el âlem(in işine karışmandan ve misafir kabul etmen)den yasaklamadık mı?” dediler.

71. (Lût:) “Eğer (dediğinizi) yapanlarsanız işte kızlarım (sizi onlarla evlendireyim).” dedi. [bk. 11/78; 26/165-166]

yuksel dedi ki...

72. (Resûlüm!) Hayatın hakkı için doğrusu onlar (Lût kavmi kendilerini öyle kaybetmişlerdi ki)sarhoşlukları içinde şaşkınca bocalıyorlardı.

73. Derken güneş doğarken onları korkunç bir ses[8] yakaladı.

74. Bir anda (şehirlerin) üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de pişirilmiş çamurdan taş yağdırdık.

75. Elbette bunda ince anlayışlı (kavrama kabiliyeti olan)lar için nice ibretler vardır.

76. Ve o (şehrin harabeleri, Kureyş’in ve herkesin geçerken görebileceği işlek) bir yol üzerinde (hâlâ) durmaktadır. (Bunlardan ibret alsalar ya!)

77. Elbette bunda inananlar için bir ibret vardır.

78. Gerçekten (Şuayb’ın kavmi olan) Eyke halkı da zalim (kimseler) idiler.[9]

79. (Biz de) onlardan intikam aldık ve (Sodom ve Eyke yerlerinin) ikisi de apaçık ön(ünüzde yol üzerin)dedir.

80. Andolsun ki (Salih’in gönderildiği Semûd kavmi olan) Hicr halkı da peygamberleri yalanladılar.[10]

yuksel dedi ki...

81. Biz onlara âyetlerimizi verdik de (onlar) bunlardan yüz çevirdiler.

82. (Onlar tehlikelere karşı) dağlardan emniyetli evler oyup yontuyorlardı.

83. Sabaha girerlerken o korkunç ses onları yakaladı.

84. Kazandıkları (ve yaptıkları) şeyler, kendilerine fayda sağlamadı.

85. Gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri ancak gerçek (bir gaye ve hikmet) ile yarattık. (Beklenen) o saat mutlaka gelecektir. Şimdilik sen (o inkârcıların verdikleri sıkıntılara) aldırış etmeyip hoşgörülü davran.

86. Şüphesiz ki Rabbin, hakkıyla yaratan, (her şeyi) pek iyi bilendir.

87. Andolsun ki biz sana (her rekatta ve daima) tekrarlanan yedi âyet (olan Sûre-i Fâtiha’y)ı ve bu büyük Kur’an’ı verdik.

88. Onlardan birkaç çifti (birtakımlarını) faydalandırdığımız (servet ve benzeri) şeylere asla gözünü dikme (imrenme), onlardan dolayı üzülme, mü’minlere de (şefkat) kanadını yay (onlara kolkanat ger). [bk. 20/131]

yuksel dedi ki...

89. Ve (Resûlüm!) De ki: “Şüphesiz ben, (eğer inanmadan göçerseniz size gelecek azaba karşı) açıkça uyarıcıyım!”

90. Biz, (bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak veya yürürlükten kaldırmak için kitaplarını) bölük bölük yapan (yahudi ve hıristiyan)lara uyarıcı azap indirdiğimiz gibi (yine indiririz).

91. Onlar Kur’an’ı(n hükümlerini kendilerine ve çıkarlarına/ilkelerine uymayan yerleri almamak için çeşitli bahanelerle kabul edilecek ve edilmeyecek olanlar diye) bölük bölük ettiler.

(İçlerinde küfür ve inkârlarını gizleyen münâfıklar, her devirde bu yola başvururlar.)

92-93. Rabbin hakkı için, onların hepsine yapmakta oldukları şey(in hesabın)ı mutlaka soracağız.

94. Artık sana emredilen şeyi (yılmadan) açıkça söyle ve müşriklere aldırma (onlara itibar etme)!

95-96. (Seninle ve Kur’an ile) alay edenlere ve Allah ile beraber (put ve tâğût gibi) başka bir tanrı tanıyanlara karşı biz sana yeteriz. Onlar yakında (başlarına gelecek felaketleri) bilecekler. [krş. 9/31]

97. Andolsun ki onların söyledikleri şeylerle göğsünün cidden daraldığını biz biliyoruz.

yuksel dedi ki...

16. Nahl Sûresi


Mekke döneminde nâzil olmuştur. 128 âyettir. Nahl, “bal arısı” demektir. 68. âyette Rabbin bal arısına olan ilhamı anlatılmış ve bu kelime sûreye ad olarak verilmiştir. 95-97, 110, 126-128. âyetleri Medenî’dir.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Allah’ın (kıyamet ve azapla ilgili)[1] emri geldi; artık onu çabuklaştırmak istemeyin. O, (müşriklerin) eş tuttukları şeylerden münezzeh (tamamen uzak) ve yücedir.

2. (Allah,) kullarından dilediğine melekleri, emri (demek olan) vahiyle[2] indirir; “(insanları) uyarın, şüphesiz benden başka ilâh yoktur; emirlerime uygun yaşayın/karşı gelmekten sakının” diye.

3. Gökleri ve yeri hak (bir nizam) ile O yarattı. O, onların ortak koştuklarından yücedir.

4. O, insanı meni(deki sperma)dan yarattı. (Böyle iken) bir de görürsün ki o, (büyüyüp yetişince Allah hakkında) apaçık tartışan bir düşmandır. [krş. 36/77]

yuksel dedi ki...

(Yaratılma oluşumunu iyice düşünen, aklını nefsânî ve şeytânî hislerin güdümünden kurtaran insan, yaratan Rabbine saygı duyar ve emirlerine uyar. Çünkü “kendini (yaratılışını ve gayesini) bilen, Rabbini bilir” ifadesiyle Allah’a karşı başkaldırı aptallığında bulunamaz.)

5. (Büyük ve küçük baş) hayvanları da yarattı, onlarda sizin için ısıtacak (ve koruyacak) şeyler ve birçok menfaatler vardır. Onlar(ın etinden ve yağın)dan da yersiniz.

6. (Onları) akşamleyin getirdiğiniz, sabahleyin meraya/otlamaya saldığınız zaman onlarda sizin için bir güzellik (ve zevk) vardır.

7. (O hayvanlardan bazısı) ağırlıklarınızı yüklenip sizin ancak (binbir türlü) zahmetle (veya yarı canınızı tüketerek) varacağınız bir memlekete taşırlar. Şüphesiz ki Rabbiniz çok şefkatli, çok merhametlidir. [bk. 23/21-22; 40/79-81; 43/12-14]

8. Atları, katırları ve merkepleri, hem kendilerine binmeniz için hem de süs (hayvanı) olarak (yarattı). O, sizin henüz bilemeyeceğiniz nice (binecek) şeyleri de yaratır. [bk. 16/80-81]

9. Yolun doğrusunu bildirmek Allah’a aittir. Ondan sapan (eğri yol)lar da vardır. O dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.

(Fakat imtihan için doğru yolu seçip onda gitmeyi veya sapmayı bizim tercihimize bıraktı.)

yuksel dedi ki...

10. Gökten sizin için su indiren O’dur. İçilecekler bundandır. İçinde (hayvanları) otlattığınız bitkiler de bundandır. [bk. 15/22; 39/21; 56/68-70]

11. (Allah) size onunla; ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her meyveden bitiriyor. Şüphesiz bunda düşünen kimseler için elbette (bir ibret ve Allah’ın kudretine) deliller vardır. [bk. 6/99; 7/57; 27/60]

12. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı hizmetinize/istifadenize verdi. Yıldızlar da O’nun emriyle boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bun(ların her birin)de aklını kullanan bir toplum için deliller/ibretler vardır.

(Elbette düşünemeyenler ve nankörlük edenler bunlardaki delil ve ibretleri görmezler. Kendisinde düşünce yeteneği olan insanlar düşünür. Önce varlığının farkında olur; kendisini insan olarak bilir. Böyle olunca da zorunlu olarak Rabbini bilir ve Rabbi ile kendisi arasındaki bağı/alâkayı düşünür. Artık sorumluluk yüklenmeye ve gereğini yerine getirmeye başlar.)

13. Yeryüzünde yarattığı rengârenk şeyleri de sizin istifadenize vermiştir. Bunda öğüt alan kimseler için elbette bir ibret (alacağı dersler) vardır.

14. Kendisinden taze et (balık)[3] yemeniz ve ondan (inci, mercan gibi) giyineceğiniz (takınacağınız) bir ziynet çıkarmanız için denizi istifadenize sunan da O’dur. Gemilerin de denizde (suları) yara yara akıp gittiğini görürsün. Bu da, (Allah’ın) lütfundan (nasip) arayasınız ve (O’na) şükredesiniz diyedir.

yuksel dedi ki...

15-16. Yeryüzü sizi sarsmasın diye (Allah) yeryüzünde sağlam/sabit dağları, yolunuzu bulasınız diye de ırmakları, yolları ve nice alametleri[4] (yaratıp) bıraktı (ki bunlar) ve yıldızlarla (insanlar) doğru yolu bulurlar. [bk. 21/31; 79/32]

17. Hiç yaratan (Allah), yaratmayan gibi midir? Hâlâ (aklınızı kullanıp) ibret almayacak mısınız?

18. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışsanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

(Madem ki Rabbimizin nimetlerini asla sayamayız, öyleyse akl-ı selîm sahibi bir insan olmanın gereği olarak, O’nun nimetlerine karşı nankörlük yapıp da küfür ve isyana sapmak değil, bilakis ibadet ve emirlerini hayatımıza hâkim kılarak O’nu tanıdığımızı göstermek ve şükrünü yerine getirmek lazımdır.) [bk. 14/7]

19. Allah, gizlediğiniz şeyleri de açıkladığınız şeyleri de bilir.

20. (O müşriklerin) Allah’tan başka yalvarıp taptıkları ise hiçbir şey yaratamazlar. Zaten kendileri yaratılmaktadırlar.

21. (Onlar) diri değil, ölüdürler. (Bundan dolayı bu heykel putlar, gerek kendilerinin, gerek kendilerine seremoni yapan/tapınanların) ne zaman dirileceklerini de bilmezler.

yuksel dedi ki...

(Âyet-i kerîmede, hem putlara hem de onlara bağlanıp tapınanlara bir alay ifadesi vardır. Ey müşrikler! Aklınızın basitliğinden/ilkelliğinden mi yoksa Allah’ı ve O’ndan gelenleri gündemde tutmama inadınızdan mı onlara bağlanıyorsunuz? İslâm öncesi Arap müşrikleri, putlarının önüne gider dilek ve şikayetlerini dile getirirlerdi. Hatta uzak bir yerden/yoldan gelenler önce putlarını ziyaret eder, sonra evlerine/işlerine giderlerdi.)

22. İlâhınız tek bir ilâhtır. Fakat âhirete inanmayanların kalpleri bu gerçeği inkâr eder. Onlar, büyüklük taslayanlardır.[5] [bk. 38/5; 39/45]

23. Şüphe yok ki Allah, (onların) gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir (ve görür). O, büyüklük taslayanları (asla) sevmez.

24. Onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman: “Evvelkilerin masallarını!” derler. [bk. 25/5-9]

25. (Böyle söylemeleri ve günahlara rehberlik etmeleri) kıyamet gününde, hem kendi günahlarını tam olarak hem de bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarından (bir kısmını) da yüklenip taşımaları içindir. Bir bakın hele, yüklendikleri şey ne kötüdür!

(Bu iki âyet-i kerîmede görüldüğü gibi, Allah’ın indirdiğini beğenmeyip kendi benlikleri/hevâ ve hevesleri doğrultusunda batıl yolu tercih eden ve diğer insanları da bu yola götürmede önderlik edenler ve onların peşinden gidenler, işlenen günahlarda ortaktırlar.) [krş. 2/165-167]

yuksel dedi ki...

26. Onlardan (yani müşriklerden) öncekiler de (peygamberlerine) hile (ve tuzak) kurmuşlardı da Allah(’ın azabı), onların binalarını temellerinden (yıkmak için) gelmiş, (rüzgar ve zelzele ile) üstlerindeki tavan başlarına çökmüştü. Bu azap onlara fark etmedikleri yerden gelmişti.

27. Sonra kıyamet günü (Allah) onları rezil edecek ve: “Hani (benim yerime kendisine bağlanıp da) onlar namına (İslâm’ın emirlerine göre yaşamak isteyen mü’minlere) düşman olduğunuz ortaklarım nerede?” diye soracak. (Kendilerine) ilim verilen (mü’min)ler de: “Elbette bugün rezillik ve kötülük, küfre/inkâra sapanlar üzerinedir.” diyecek(ler).

(Müşrikler kendileri gibi, putlara ve putlaştırdıklarına saygı duymayan, tâğûtlarla uzlaşmayan, fakat Allah’ın indirdiği ilkelere göre yaşamak isteyen mü’minlere düşman kesiliyorlardı.) [bk. 4/44]

28. (Ama, Allah’ın emirlerini hiçe sayıp küfür ve şirk yoluna saparak) kendilerine zulmederlerken meleklerin canlarını alacağı kimseler (ölüm anında): “Biz hiç fenalık yapmazdık.” (küfre ve şirke sapmazdık)[6] diyerek teslim olur (merhamet umar)lar. Hayır! Şüphesiz ki Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri hakkıyla bilendir. [krş. 4/97-98]

29. O halde içinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. (İman ve İslâm’a karşı) büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!

yuksel dedi ki...

30. Allah’a saygılı olup emrine uygun yaşayanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildi. Onlar da: “Hayır/iyilik (indirdi).” dediler. Bu dünyada güzel davrananlara güzellik (çok iyi mükâfatlar) vardır. (Onlar için) âhiret yurdu elbette daha hayırlıdır. (Günahlardan) sakınan/Allah’ın emrine uygun yaşayanların yurdu hakikaten ne güzeldir!

31. (O güzel yurt,) Adn cennetleridir ki o kimseler oraya girecekler. Onun alt tarafından ırmaklar akar, onlar için orada istedikleri (her) şey vardır. Allah, takvâya eren (ihlasla emrine uygun yaşayan)ları böyle mükâfatlandırır. [bk. 41/30-32; 43/71]

32. Bunlar, meleklerin iyi ve hoş olarak canlarını alacakları kimselerdir. (Melekler onlara:) “Size selam olsun, yaptıklarınızdan dolayı girin cennete!” derler. [bk. 41/30-33]

33. (O inkârcılar) kendilerine, ancak meleklerin gelmesini veya Rabbinin (azap) emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de öyle yaptı. Allah onlara zulmetmedi, fakat (inkârlarıyla) onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

34. Nihayet yaptıkları kötülükleri (ve Allah’a/emirlerine başkaldırıları) onları çarptı ve kendisiyle alay edip durdukları şey(in azabı) kendilerini kuşattı. [bk. 52/14]

35. Müşrik olan (Allah yerine başka şeylere bağlanan/tapan)lar: “Eğer Allah dileseydi, biz de babalarımız da O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık ve O’nun (emri) dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık.” dediler. Kendilerinden öncekiler de böyle yaptı. (Kendi suçlarını Allah’a yüklemek istediler.) Peygamberlerin üzerine apaçık bir tebliğden başka (bir şey) düşer mi?

yuksel dedi ki...

36. Andolsun ki biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve (Allah’ın emirlerini yapmaktan meneden ve hevâsına göre dine ait hüküm koyup tanrılık taslayan) tâğûttan kaçının.” diye tebliğde bulunan bir peygamber gönderdik. Onlardan kimine Allah (niyet ve gayretine göre) hidayet etti, kiminin hakkında da (kötü niyet ve amellerine göre) sapıklık (sıfatı) kesinlik kazandı. İşte, gezin dolaşın yeryüzünde de (peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl oldu bakın! [Tâğût için bk. 2/256-257 ve 4/60, 76; 96/6-7 açıklamaları]

(Âyet-i kerîmede geçtiği üzere bütün peygamberler, insanları Allah’a kul olmaya çağırmak ve tâğûtlardan sakındırmak için gönderilmiştir. Çünkü tâğûtlar, kendilerini Rab yerine koyarak Allah’ın dinine karşılık, kendileri kural ve yaptırımlar koymuşlar ve insanları Allah’ın emirlerini yapmaktan alıkoymuşlar ve yasaklamışlardır. Hatta onları zorunlu olarak kendi din, fikir ve sistemlerine bağlamaya çalışmışlar, reddedenlere hasım kesilmiş ve hor görmüşlerdir; en tehlikeli durum da budur (bk. 2/256; 79/24). Sahabe-i kirâm’ın çocuklarına ilk öğrettiği kelimelerden biri, “Âmentü billâh ve kefertü bi’t-tâğût” (Allah’a iman ettim, tâğûtu red ve inkâr ettim) sözüdür.)[7]

37. (Ey Muhammed!) Sen onların doğru yolda olmaları için ne kadar çırpınsan da şüphe yok ki Allah, (kötü niyet ve amellerinden dolayı) sapıklıkta bırakacağı kimseleri doğru yola iletmez.[8] Onların bir yardımcıları da yoktur.

38-39. Onlar: “Ölen kimseyi Allah diriltmez.” diye var güçleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır! (Âhiret için diriltecektir. Bu,) O’nun kendisinin üzerine (aldığı) gerçek/kesin bir vaadidir. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Allah, dirilme) hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıklamak ve inkâr

yuksel dedi ki...

edenlerin de, kendilerinin hakikaten yalancı olduklarını bilmeleri için (diriltecektir.)

40. Biz bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman, sözümüz sadece: “Ol” demektir ve (o da) derhal oluverir. [krş. 31/28; 36/82; 54/50]

41. (Kendilerine) zulmedildikten sonra Allah’ın dini uğrunda göç edenler var ya, dünyada onları elbette bir yere güzelce yerleştireceğiz. Âhiret mükâfatı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilmiş olsalardı.

42. Onlar (eziyetlere) sabredenler ve Rablerine güvenip dayananlardır.

43. (Ey Resûlüm!) Senden önce de, ancak kendilerine vahyettiğimiz erkekleri (peygamber olarak) gönderdik. Bilmiyorsanız zikir ehline (Allah’tan korkan, bilgisi ve yaşantısı ile güvenilir kimselere) sorun.[9] [krş. 21/7]

44. (O peygamberleri) apaçık deliller ve kitaplarla (göndermiştik). Sana da bu zikri (Kur’an’ı) indirdik ki kendileri için insanlara indirilen şeyi bildirip açıklayasın. Olur ki iyice düşünürler.[10]

45. Kötü işler için hile düzenleyenler, Allah’ın kendilerini yere batırması veya düşünemedikleri bir yerden kendilerine azabın gelmesi hususunda emin mi oldular? [bk. 67/1617]

yuksel dedi ki...

46. Yahut dönüp dolaşırlarken (azabın) kendilerini yakalamasına karşı (emin mi oldular)? Onlar, (buna engel olup Allah’ı) aciz bırakacak değillerdir.

47. Yahut (Allah’ın) azar azar eksiltmek suretiyle kendilerini almayacağından da emin mi oldular? Şüphesiz ki Rabbiniz çok şefkatlidir, çok merhametlidir. [krş. 7/4, 99-100]

48. Onlar, Allah’ın yarattığından herhangi bir şeyi görmediler mi ki onun gölgeleri (bile ilâhî kanuna) boyun eğerek Allah’a secde halinde sağda ve solda yer değiştirir(ler).

49. Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler, yalnız Allah’a secde eder(ler) ve onlar asla büyüklenmezler.[11]

50. Onlar, kendilerinden (sonsuz) üstün olan Rablerinden (ve azabından) korkarlar ve kendilerine emredilen şeyleri yaparlar.

51. Allah: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak bir tek ilâhtır. Yalnız benden korkun (bana kulluk edin)!” buyurdu.

(Hayata hükümran olan yalnız Allah’tır. O’nun emirlerinin önüne geçme, onları geçersiz kılma ve onların yapılmasına engel olma da sesli veya sessiz kendini ilâh yerine koyma olup bu hususta onlara gönüllü itaatte de onları ikinci, üçüncü ilâh/Rab edinme vardır ki bu durumda bütün hayat düzeni bozulur. Başka Rab edinenlere de Allah cenneti haram kılmıştır.) [bk. 5/72]

yuksel dedi ki...

52. Göklerde ve yerde olan şeyler ancak O’nundur. Din de, daima ancak O’nun (olup itaat de ancak O’na)dır. Öyle iken siz Allah’tan başkasından mı korkuyor (da O’nun emirlerine uygun yaşamıyor)sunuz?

(Yüce Allah zâtında, sıfatlarında bir olduğu gibi, mülkünde, dinin sahibi olmasında, hüküm ve hâkimiyetinde de birdir. İslâm’a göre bütün emirler Allah’ın emrine uygunluğu dâhilinde geçerlidir. Kulluk, ancak Allah’ın emirlerine itaatle gerçekleşir.)

53. Üstelik, sizde nimet namına ne varsa hepsi Allah’ındır. Yine, size bir sıkıntı dokunduğu zaman da yalnız O’na sığınırsınız. [bk. 17/67]

54. Sonra sizden o sıkıntıyı aç(ıp kaldır)dığı zaman, içinizden bir kısmı Rablerine ortak koşarlar (putlara, tâğûtlara bağlılık gösterirler).

55. (Böyle yapmaları) kendilerine verdiğimiz (nimetler)e nankörlük etmelerinden dolayıdır. Öyleyse (dünyada şimdilik) eğlenedurun, yakında (başınıza ne geleceğini) bileceksiniz!

56. Onlar kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (veya bütçelerinden) hiçbir şey bilmeyen (tapınıp bağlandıkları put/heykel)ler için pay ayırırlar. Allah’a Andolsun ki uydurup durduğunuz şeylerden dolayı kesinlikle hesaba çekileceksiniz. [krş. 6/136]

57. O (müşrikler), kızların Allah’a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâşâ! O bundan mü

yuksel dedi ki...

57. O (müşrikler), kızların Allah’a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâşâ! O bundan münezzehtir (şânı yüce ve bundan uzaktır). Hoşlandıkları (oğlan çocuklarını) ise kendilerine (nispet ediyorlar). [bk. 43/15-18; 53/21-22]

58. Onların birine, kızı olduğu müjdelenince öfkelenmiş olarak yüzü simsiyah kesilir.

59. Kendisinin (kız doğumuyla) müjdelenmesinin, (zannınca) kötülüğünden dolayı toplumdan (utanıp) gizlenir (ve bu durum karşısında ne yapacağını düşünür) aşağılanma (ve utanç) içinde onu (sağ) mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün? Bakın hele! Verdikleri hüküm ne kötüdür![12]

60. Âhirete inanmayanlar için (işte böyle ve daha nice) kötü mesel (sıfat ve örnekler) vardır. En yüksek mesel (sıfat ve örnekler) ise Allah’ındır. O mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

61. Allah, insanları zulümlerinden dolayı (hemen) cezalandırsa idi, (yer) üstünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat O, onlar(ın cezasın)ı takdir edilmiş (belirlenmiş) bir vakte kadar geciktirir. Onların eceli gelince, ne bir saat geri kalırlar ne de ileri geçerler. [krş. 18/58; 35/45]

62. İstemedikleri şeyleri Allah’a ait kılarlar. Üstelik dilleri de en güzel (sonuc)un şüphesiz kendilerinin olduğuna dair yalan söyleyip durur. Hakikatte ise onlar için ateş vardır ve onlar (cehenneme) önde gitmiş (gidecek) olanlardır.

yuksel dedi ki...

63. (Ey Muhammed!) Allah’a yemin olsun, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik. Fakat şeytan onlara işlerini süsleyip hoş gösterdi. İşte o, bugün onların (yani inkârcıların) dostudur. Onlar için acıklı bir azap vardır.

64. (Bu) Kitab’ı sana ancak, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi kendilerine açıklaman için, bir de inanan bir kavme doğru yol rehberi ve rahmet olsun diye gönderdik.

(Peygamberimiz, “Bu Allah’ın Kitabı olan Kur’an… iyi ile kötüyü, hak ile batılı ayırt eden bir yol göstericidir. Büyüklük taslayarak onu terk edenin Allah belini kırar. Doğru yolu onun dışında arayan sapıklığa düşer… Bilginler ona doymaz, takvâ sahipleri ondan usanmaz, onun ilmini bilen ileri gider, onunla amel eden sevap kazanır. Onunla hükmeden adaletli davranır, ona sımsıkı sarılan doğru yolu/hidayeti bulur.” buyurmuştur.) [Tirmîzî, “Fedâilu’l-Kur’ân” 14]

65. Allah, gökten yağmur indirdi. Onunla yere (kuruyup) ölümünden sonra hayat verdi. Şüphesiz ki bunda (can kulağıyla) dinleyen kimseler için, elbette bir ibret (ve Allah’ın kudretine bir işaret) vardır.

66. Sizin için sağılan hayvanlarda da bir ibret (ilâhî kudrete bir işaret) vardır. Size onların karınlarındaki fers (midede sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen halis bir süt içiririz.[13]

yuksel dedi ki...

67. Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki hem de güzel olan rızık ediniyorsunuz.[14] Aklını kullanan bir toplum için bunda bir ibret vardır. [bk. 2/219; 5/90-91 ve dipnotları]

68. Rabbin bal arısına şöyle vahyetti:[15] “Dağlardan, ağaçlardan ve (halkın sizin için) kurdukları çardaklardan (göz göz) evler edin.

(Âyet-i kerîmede görüldüğü gibi bal arısının bal yapacağı çiçeği bilmesi, bulması, hatta bunun için ta uzaklara gitmesi bir sevk-i tabiî (içgüdü)nün değil, ilâhî sevkin neticesidir. Allah’a inananlar, buna da böyle inanır.)

69. “Sonra meyve (ve çiçek)lerden ye. (Bunun için) Rabbinin (bal yapımı için) kolaylıklar gösterdiği (öğreti) yollarına boyun eğerek gir.” Onların karınlarından rengârenk[16] bir içecek (bal şerbeti) çıkar ki o, insanlar için bir şifa[17] (kaynağı)dır. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir toplum için bir ibret (ve Allah’ın kudretine işaret) vardır.

70. Sizi Allah yarattı, sonra da sizi O öldürecektir. İçinizden kimi de daha önce bazı şeyleri bilirken, sonra (küçük çocuk gibi) bir şey bilmemesi için ömrünün en kötü (düşkün devre)sine götürülür. Allah (her şeyi hakkıyla) bilendir, (her şeye) kâdirdir.[18]

71. Allah rızık bakımından kiminizi kiminize üstün kıldı. Bol rızık verilenler ellerinin altında bulunanlara kendi rızıklarını (kendileriyle eşit seviyeye çıkacak derecede) vermezler. (Halbuki Allah, onların rızkını kendilerine emanet olarak vermiştir.) Bu böyle iken Allah’ın nimetini inkâr

yuksel dedi ki...

mı ediyorlar? [krş. 70/24-25]

72. Allah, size kendilerinizden eşler verdi; eşlerinizden de size oğullar ve torunlar verdi ve size güzel (ve temiz) şeylerden rızık verdi. Böyle iken onlar yine batıla[19] inanıyorlar da Allah’ın nimetine (karşı) hâlâ nankörlük mü ediyorlar?

73. (O nankörler) Allah’ı bırakıp onlar için göklerden ve yerden hiçbir rızka (hiçbir şeye) sahip olmayan ve buna güçleri de yetmeyen şeylere tapıyorlar. [bk. 16/20-22]

74. Allah’a karşı birtakım benzerler icat etmeyin (birtakım varlıkları yüceltip O’na denk hâle getirmeyin). Çünkü Allah (her şeyi) bilir. Siz ise bilmezsiniz. [bk. 2/165]

75. Allah şöyle bir temsil getirdi: Hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, tarafımızdan kendisini güzel bir rızıkla rızıklandırdığımız, o da bundan gizli ve âşikâr harcayan (hür) bir kimse hiç eşit olur mu? Bütün hamd Allah’ındır. Ama onların çoğu bilmezler. [krş. 39/29]

76. Allah şu iki adamı da temsil getirdi: Biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisinin üzerine yüktür; onu nereye gönderse bir hayır(lı netice) getirmez. (Şimdi) bu (zavallı), kendisi doğru bir yol üzerinde olan, adaleti söyleyip uygulayan (çalışkan) kimse ile denk olur mu?

(Rabbimiz bu iki âyet-i kerîmede birkaç yönlü misal vererek insanları uyarıyor. Şöyle ki: Hiçbir

yuksel dedi ki...

(Rabbimiz bu iki âyet-i kerîmede birkaç yönlü misal vererek insanları uyarıyor. Şöyle ki: Hiçbir şeye sahip ve hiçbir konuda yetkisi olmayan ve başkasının malı olan bir köle, her şeyin mülk ve idaresine sahip hür bir kimse ile eşit olur mu? İşte gafil olanlar, şaşkınlıklarından bu farkı göremezler, her şeyin mülk ve idaresine sahip Allah varken O’nun dışındaki aciz yaratıkları veya putları/putlaştırdıklarını O’nunla denk tutarlar, onlara bağlanıp kulluk ederler, böylece de şirke düşerler. Gerçek mü’minler, bu büyük eşitsizliği bilirler de Allah’tan başkasına kulluk etmezler.) [bk. 1/4; 2/165, 256; 9/31]

77. Göklerin ve yerin gaybı(nı bilmek) Allah’a mahsustur. Kıyamet işi, başka değil, ancak bir göz kırpma gibidir veya daha yakın (daha hızlı)dır. Çünkü Allah her şeye kâdirdir.

78. Allah sizi, hiçbir şey bilmezken annelerinizin karnından çıkarmıştır. Şükredesiniz diye size işitme (duyusu), gözler ve gönüller vermiştir. [krş. 32/9]

79. Onlar göğün boşluğunda ilâhî emir dâhilinde (uçan) kuşları görmediler mi? Onları (havada) tutan ancak Allah’tır. Doğrusu bunda inanan bir toplum için nice ibretler (Allah’ın kudretine işaretler) vardır. [bk. 67/19]

80. Allah, size evlerinizi oturulacak (ve dinlenilecek) bir yer yaptı. Yine sizin için hayvanların derilerinden gerek göç (ve yolculuk) gününüzde gerek ikamet gününüzde hafif gör(üp taşıy)acağınız (çadır gibi) evler; yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından bir zamana kadar (kullanacağınız) hem giyimlik ve döşemelik hem de geçimlik (için satılık kumaşlar) verdi.

81. Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda (sığınılacak) barınaklar var

yuksel dedi ki...

81. Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda (sığınılacak) barınaklar var etti. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşınızda koruyacak elbiseler (zırhlar) verdi. Böylece (Allah) size nimetini tamamlıyor ki siz müslüman olup selamet bulasınız. [bk. 16/7-8]

82. Eğer (bu hakikatlere ve bunca nimetlere rağmen) yine de yüz çevirirlerse, artık senin üzerine düşen, ancak açıkça bildirmektir.

83. Onlar hem Allah’ın nimetini bilirler (kabul ederler) hem de (O’ndan başkasına tapınmak suretiyle) bunu inkâr ederler. Zaten onların çoğu kâfir/nankör kimselerdir. [bk. 9/31; 16/51-52]

84. O gün (kıyamette) her ümmetten bir (peygamberi kendilerine) şâhit göndereceğiz; sonra o kâfirlere ne (itiraz için) izin verilir ne de özür dilemeleri istenir. [bk. 4/41]

85. O (küfre sapan) zalimler, azabı görünce (yalvarsalar bile) artık onlara ne (azap) hafifletilir ne de kendilerine mühlet verilir.

86-87. ‘Allah’a eş tanıyanlar,’ (dünyada yüceltip taptıkları) ortaklarını görünce: “Ey Rabbimiz! İşte bunlar, senden başka (önüne varıp şikayet ve dileklerimizi bildirerek) yalvar(ıp tapmış ol)duğumuz ortaklarımızdır.” diyecekler. Onlar da bunlara: “Siz elbette yalancılarsınız (siz Allah’ı bırakıp bize değil, aslında kendi arzularınıza taptınız).” diye söz atacaklar. O gün (hepsi) Allah’a teslimiyet arz ederler, nihayet uydurup durdukları (put, tâğût ve benzerleri) de onlardan uzaklaşıp gitmiş olurlar. [bk. 2/166-167; 18/52; 25/17-19;29/25; 46/5-6]

88. Küfre sapıp da (insanları) Allah yolundan alıkoyanlara (böyle) bozgunculuk yapmala

yuksel dedi ki...

88. Küfre sapıp da (insanları) Allah yolundan alıkoyanlara (böyle) bozgunculuk yapmalarından dolayı, azap üstüne azap artırırız.

89. O gün (kıyamette) her ümmet içinden kendilerine bir (peygamberi) şâhit göndereceğiz. (Resûlüm!) Seni de onların (hepsinin) üzerine şâhit getireceğiz. Biz sana (bu) Kitab’ı, her şey için bir açıklama, bir doğru yol rehberi, bir rahmet ve müslümanlara bir müjde olarak indirdik. [bk. 4/41; 16/84]

90. Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği ve yakınlığı olana (özellikle akrabaya muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder; ahlâksızlığı/hayasızlığı, fenâlığı, zulmü/azgınlığı yasaklar. İyice anlayıp tutasınız diye size (böylece) öğüt verir.[20]

(Âyet-i kerîmedeki “fahşâ” kelimesi; zina, ahlâk dışı davranışlar ve birleşmeler, hayasızlık, açıklık, çıplaklık, çıplak resimler ve bu türden film, tiyatro, dans gibi, haram/günah sayılan bütün fiilleri içine alır. Gerek Allah’ın gerek kulların haklarını çiğneyen her türlü hareket de ‘bağy’ ifadesine dahildir. Yüce Allah’ın bu emri ve nehyi karşısında iyiliğin, güzelliğin ve adaletin, ancak O’nun hükümlerine uygun olarak yerleşmesi; toplumları çürütüp çökerten zulüm, fuhuş ve her türlü kötülüğün ve azgınlığın da yine O’nun hükümlerine uygun olarak kalkması için müslüman, imanının gereği olarak her çareye başvurur. Yoksa iyilik ve adaletin gerçekleşmesi, zulüm ve kötü işlerin kalkması sadece düşünmek ve istemekle olmayacaktır. [bk. 5/44-45, 47 ve dipnotları] İbnü’l-Esîr, “Adalet, hevâ ve hevese meyletmeden, bir şeyin hak ve hukukunu tam olarak yerine getirmektir.”[21] demektedir. Yüce Allah, adaleti herkese karşı farz, aksi olan zulmü de haram kılmıştır. İster kendisi, ister akrabası, ister kızgın olduğu birisi (5/8), isterse kâfir olsun adalet şarttır. Çünkü bütün toplumlar adaletsizlik ve zulümle bozulmuş ve yıkılmıştır.)

yuksel dedi ki...

91. Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın (huzurunda verdiğiniz) ahdinizi yerine getirin. Yeminleri, Allah’ı kendinize kefil yaparak sağlamlaştırdıktan sonra bozmayın. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı bilir. [bk. 2/224; 5/89]

92. Siz ise bir topluluğun, diğer bir topluluktan (sayı ve malca) daha çok olmasından dolayı (haksızlık yapmak için) yeminlerinizi, aranızda bir hile vasıtası edinerek (iyi amellerinizi bozmayın; böyle yaparak) ipliğini sağlamca eğirip büktükten sonra, onu çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri (Allah) kıyamet gününde elbette size açıklayacaktır.

93. Allah dileseydi sizi(n hepinizi) bir tek ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini (kötü niyet ve amelleri gereği olarak) sapıklıkta bırakır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir. Ve siz yaptığınız (Allah’ın razı olmadığı bütün) işlerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz. [bk. 10/99; 11/118-119]

94. Yeminlerinizi aranızda hile ve fesat (için vasıta) edinmeyin. Çünkü (İslâm’da) sağlam yerleşmişken bir ayak (sizin yüzünüzden) kayar da böylece (insanları) Allah’ın yolundan alıkoymuş olacağınızdan dolayı (hak ettiğiniz) kötülüğü tadarsınız. (Âhirette de) size büyük bir azap vardır.

(Âyette belirtildiği gibi, yeminleri hile ve aldatma vasıtası yapmak, hem vicdanları sarsar, inancın sağlam olmadığını gösterir, hem de başkalarına kötü örnek olduğundan İslâm’a gireceklere mânî olur. Cezası da âyette bildirilmiştir.)

yuksel dedi ki...

95. Allah’a verdiğiniz sözü, az bir değere (yani dünyalığa) satmayın. Eğer bilirseniz, ancak Allah’ın katında olan sizin için daha hayırlıdır.

96. Sizin yanınızdaki (dünyalıklar) tükenir, Allah’ın katındakiler bâkîdir (tükenmez). Sabredenlere mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeline göre vereceğiz. [krş. 4/40; 29/7; 39/35]

97. Erkek ve kadından kim mü’min olarak sâlih (sevaplı) amel işlerse, elbette onu (dünyada) güzel bir hayatla yaşatırız. Ve (âhirette) onlara mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz.

98. Kur’an’ı oku(mak iste)diğin zaman, o kovulmuş/lanetlenmiş şeytandan Allah’a sığın (“Eûzû billâhi mine’şşeytâni’rracîm” de).

99. Gerçek şu ki inananlara ve Rablerine güvenip dayananlara onun tesir gücü yoktur. [krş. 15/39-40]

100. O (şeyta)nın tesir gücü, ancak (Allah yerine) onu dost edinenlere ve onunla ‘Allah’a ortak koşanlaradır.’

101. Biz, bir âyetin yerini (hükmünü) başka bir âyetle değiştirdiğimiz zaman Allah neyi indireceğini çok iyi bilirken onlar (Peygamber’e): “(Bunları) uyduran ancak sensin.” dediler. Hayır! (Öyle değil), onların çoğu (gerçeği ve nesihteki hikmeti) bilmezler. [bk. 2/106]

yuksel dedi ki...

95. Allah’a verdiğiniz sözü, az bir değere (yani dünyalığa) satmayın. Eğer bilirseniz, ancak Allah’ın katında olan sizin için daha hayırlıdır.

96. Sizin yanınızdaki (dünyalıklar) tükenir, Allah’ın katındakiler bâkîdir (tükenmez). Sabredenlere mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeline göre vereceğiz. [krş. 4/40; 29/7; 39/35]

97. Erkek ve kadından kim mü’min olarak sâlih (sevaplı) amel işlerse, elbette onu (dünyada) güzel bir hayatla yaşatırız. Ve (âhirette) onlara mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz.

98. Kur’an’ı oku(mak iste)diğin zaman, o kovulmuş/lanetlenmiş şeytandan Allah’a sığın (“Eûzû billâhi mine’şşeytâni’rracîm” de).

99. Gerçek şu ki inananlara ve Rablerine güvenip dayananlara onun tesir gücü yoktur. [krş. 15/39-40]

100. O (şeyta)nın tesir gücü, ancak (Allah yerine) onu dost edinenlere ve onunla ‘Allah’a ortak koşanlaradır.’

101. Biz, bir âyetin yerini (hükmünü) başka bir âyetle değiştirdiğimiz zaman Allah neyi indireceğini çok iyi bilirken onlar (Peygamber’e): “(Bunları) uyduran ancak sensin.” dediler. Hayır! (Öyle değil), onların çoğu (gerçeği ve nesihteki hikmeti) bilmezler. [bk. 2/106]

yuksel dedi ki...

102. De ki: “Onu (Kur’an’ı,) Rûhu’l-Kuds (Cebrail), inananları (imanlarında) sağlamlaştırmak, müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara müjde vermek üzere hak olarak Rabbinin katından indirdi.”

103. Andolsun ki biz, onların (peygamber hakkında): “Ona mutlaka (yabancı) bir insan öğretiyor.” dediklerini biliyoruz. Halbuki sapıp kendisine yöneldikleri o (hıristiyan) kimsenin dili yabancıdır.[22] Bu (Kur’an) ise apaçık Arapça bir dildir.

104. Allah’ın âyetlerine inanmayanları; Allah asla doğru yola iletmez, üstelik onlara acıklı bir azap vardır.

105. Yalanı ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte asıl yalancılar onlardır.

106. Kalbi imanla (tevhid ile) huzur bulmuşken, (dinden dönmeye) zorlananın dışında, kim imanından sonra Allah’ı inkâr eder veya (emirlerini kabul etmeyip) gönlünü küfre/kâfirliğe açarsa, Allah’tan onların üzerine (büyük) bir gazap vardır; en büyük azap da onlar içindir.[23]

107. Bu da gerçekte onların, âhirete karşı dünya hayatını tercih edip sevmeleri yüzündendir. Gerçekten Allah, kâfirler toplumunu doğru yola eriştirmez.

108. İşte onlar, Allah’ın (bu sebeple) kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Onlar gafillerin ta kendileridir.

yuksel dedi ki...

109. Hiç şüphesiz onlar, âhirette ziyana uğrayanların ta kendileridir.

110. Sonra (bil ki) Rabbin, (dinlerinden dönmeleri için) fitneye/eziyete uğratıldıktan sonra (yurtlarından) göç eden, sonra (da Allah yolunda) savaşan ve dayanıp/direnip sabredenlerden yanadır. O(nlardan bazılarını diliyle dinlerinden döndüren fitne)den sonra (imanlarını tazeleyip bu fiilleri yapanlara), Rabbin elbette çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

111. O gün (kıyamette) herkes gelip kendi canı(nı kurtarmak) için uğraşır ve herkese yaptığı(nın karşılığı) tam olarak verilir; onlara asla haksızlık yapılmaz. [krş. 80/34-42]

112. Allah, şöyle bir memleketi misal verdi: O (ülke halkı) güven ve huzur içinde idi. Rızkı da her yerden bol bol kendisine geliyordu. Fakat o (halk) Allah’ın nimetlerine nankörlük etti, Allah da yaptıkları (âsîlik) yüzünden onlara açlık ve korku elbisesini (giydirip acıyı) tattırdı.[24]

113. Andolsun ki onlara içlerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmedip dururlarken azap da (Bedir hezîmeti ile) onları yakalayıverdi. [krş. 14/28-29; 28/58-59]

114. Artık Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği şeylerden yiyin.[25] Eğer O’na kulluk ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.

115. (Allah) size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası için kesilen (hayvanlar)ı haram kıldı. Ancak kim de çaresiz kalırsa, saldırmaksızın, (ihtiyaç olan) sınırı aşmaksızın (isteksiz yiyebilir.) Çünkü Allah hakkıyla bağışlayan, merhamet edendir. [krş. 2/173; 6/145]

yuksel dedi ki...

116. Dillerinizin (birçok şeyi) yalan yanlış nitelendirmesiyle (kendi kafanıza göre): “Bu helaldir, bu haramdır.” demeyin. Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise şüphesiz iflah olmazlar.

(Dinî hükümleri bilmeden veya kendi hevâmız ya da mevki ve şöhret için verilen fetvâlar veya İslâm’a aykırı verilen hükümler de Hz. Peygamber’in ifadesi ile, “Hem sapar, hem de saptırırlar” nitelemesine sebeb olur. Yine Hz. Peygamber buyurur ki: “Muhakkak benden sonra gece karanlığı gibi fitneler ümmeti kaplayacak. Kişi o fitnelerde mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak akşamlar. Topluluklar dinlerini geçici bir dünya menfaati karşılığında satarlar.”)[26]

117. (Bu uydurdukları yalanla mefaat sağlayanların kazandıkları) az bir faydalanmadır. Onlar için (âhirette) acıklı bir azap vardır.

118. Sana anlattığımız şeyleri daha önce yahudilere de haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. [bk. 4/160; 6/146]

119. Sonra (bil ki) Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyip de sonra tevbe eden ve bunun ardından (kendisini) düzelten kimseler için (bağışlayıcıdır). Şüphesiz Rabbin, bundan sonra elbette çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

yuksel dedi ki...

120. Gerçekten İbrahim; Allah’a itaat eden, O’nu birleyen (ve O’na yönelen) başlı başına bir ümmet (her iyilik ve sorumluluğu kendinde toplayan bir önder) idi. O, müşriklerden de değildi. [krş. 2/135; 11/75]

121. O’nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) onu (peygamber) seçti ve doğru yola iletti.

122. Biz ona, dünyada bir güzellik verdik.[27] Elbette o, âhirette de iyilerdendir.

123. (Ey Muhammed!) Sonra sana: “(Allah’ı) birleyerek (ve O’na yönelerek) İbrahim’in dinine uy; o hiç müşriklerden olmadı.” diye vahyettik.

124. Cumartesi (tatili), ancak (daha önce ibadetle emrolundukları Cuma’ya itiraz edip)[28] hakkında ayrılığa düşen (yahudi)lere (farz) kılındı. Şüphesiz Rabbin, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerde, kıyamet günü aralarında elbette hükmedecektir.

125. (Resûlüm! İnsanları) Rabbinin yoluna/dinine hikmetle[29] ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel (şekl)iyle (kırmadan, kızdırmadan) mücadele et.[30] Şüphesiz Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir. [bk. 17/53; 20/44]

126. (Ey mü’minler!) Eğer (birini) cezalandıracaksanız, size yapılan ezânın benzeri ile cezalandırın. Şâyet sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha iyidir. [bk. 42/40-43]

127. (Resûlüm!) Sabret; senin sabrın da ancak Allah(’ın yardımı) iledir. (Yüz çevirmelerinden

yuksel dedi ki...

127. (Resûlüm!) Sabret; senin sabrın da ancak Allah(’ın yardımı) iledir. (Yüz çevirmelerinden dolayı) onlara üzülme, kurdukları tuzak dolayısıyla da (endişelenip) sıkıntıya düşme!

128. Çünkü Allah, saygıyla emirlerine uygun yaşayan/günahlardan sakınan ve iyilik yapanlarla beraberdir.

[1] İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 322.

[2] Âyette geçen “ruh” kelimesi burada vahiy manasındadır (Mukâtil, s. 64).

[3] Balığın taze olarak vasıflanması, çabuk bozulup kokacağı için, hemen taze olarak yenmesi dolayısıyladır (Beydâvî).

[4] Pusulaya tesir eden kutuplardaki manyetik alan etkisi de bu alâmetlerdendir. [bk. 2/34]

[5] Âyet-i kerîmede küfür ve inkârın kaynağının büyüklenmek olduğu belirtilmektedir.

[6] Medârik, s. 25.

[7] İbni Ebû Şeybe, I, 348.

yuksel dedi ki...

[8] Yüce Allah, kulunu hiç saptırmaz. Ancak kulun kendi kötü niyet ve amellerine göre onu içinde bulunduğu sapık hali üzere terkeder. [krş. 13/11]

[9] Bu emirle istidlâl edilmektedir ki mü’minler bilmediklerini, bilenlere sormakla mükelleftir (Beydâvî).

[10] Kur’an’ı anlamak için yalnız akıl yeterli değildir. Çünkü Allahu Teâlâ, insanlara indirdiği Kur’an’ın açıklanmasını istemiş (5/67; 16/44) ve onun için de Resûlü’ne hikmeti (sünneti) öğretmiştir. Resûlullah’ın da, “Biliniz ki Allah bana Kur’an ile beraber onun bir mislini (uygulama ve açıklaması olarak) vahyetmiştir.” buyurması diğer bir delildir. Nitekim yüce Allah’ın razı olduğu ve tamamladığını bildirdiği İslâm, Resûlü’nün açıklama ve uygulamasıyla (hadis ve sünnetiyle) yürürlüğe konulmuştur (Suyûtî, II, 208; Mevdûdî, III, 25-29). [bk. 4/59, 80; 59/7]

[11] Secde kelimesi her ne kadar 49. âyette ise de 50. âyeti okuduktan sonra secde etmek daha uygun görülmüştür. [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]

[12] Melek gibi Allah’a nispet ettikleri kızlarından sıkıntı değil sevinç duymaları lazımdı. Oysa, câhiliye devrinde kadınların hiç değeri yoktu. Onlara aşağılık bir varlık ve genellikle zevk aracı olarak bakılıyordu. Böyle bir ortamda gerek hayasız yaşantılarıyla şereflerine leke getireceği, gerekse çeyizlerini yapamayacakları korkusu ile kızlarını daha küçükken diri diri gömüyorlardı. Aynı dönemlerde dünyanın diğer yerlerinde de 18. asra kadar kadın aşağılık bir yaratık olarak görülüyordu. İşte ilk defa İslâm, bu aşağılamayı kaldırdı. Kadını hem şahsiyet, hak ve hukuk sahibi yaparak, hem de hayasız davranış ve giyinişleriyle yabancı erkeklerin zevkine âlet olmaktan kurtararak değerini yüceltti. [bk. 43/15-19]

yuksel dedi ki...

[13] Karın veya midede sindirilmiş gıdaların yararlı maddeleri bağırsakta kılcal damarlarla emilip kana karışır. Karaciğere giden besin maddelerini içeren kan, orada toksin (zehir) kontrolü yapılıp arındıktan sonra yine kan yoluyla dişinin meme organına gider ve içindeki besin maddeleri meme hücreleri sayesinde süte dönüşür. Âyette olay, sebep ve netice olarak kısaca bildirilmiş, fakat Allah’ın kudreti, konu üzerinde düşünme ve araştırma yolu insanlara bırakılmıştır. [krş. 23/21]

[14] Burada “hem içki hem güzel rızık edinirsiniz” buyurulmakla içkinin haram olmadan önce bile güzel rızık cinsinden olmadığına işaret edilmektedir. Ancak bozulmamış şıra böyle değildir. (Beydâvî).

[15] Bilgi onun iç güdüsüne Allah tarafından yüklendi.

[16] Arının yaşına, cinsine ve bal aldığı çiçek ve meyvelerin tabiatına göre beyaz, sarı, siyah vb. (Beydâvî; Celâleyn).

[17] Âyet-i kerîmede “şifâun” lafzı nekre (belirsiz) geldiğinden “Bal her hastalığa şifadır.” denilmiştir.

[18] Ömrün kötü, düşkün ve bildiklerini unutma, bilirken bilmez olma devresine “erzel-i ömr” denilir. Peygamberimiz (sas.) “erzel-i ömr”den Allah’a sığınmıştır. Hz. İkrime’den gelen bir müjdeye göre, Kur’an okumaya devam eden erzel-i ömr’e düşmez.

[19] İslâm’a aykırı olan bütün şeyler batıldır.

yuksel dedi ki...

[20] İbni Mes’ûd (ra.), “Kur’an âyetleri içinde, hayrı da şerri de en toplu surette bir araya getiren bu âyettir.” demiştir. Osman b. Maz’ûn’un (ra.) müslüman olmasına bu âyet sebep olmuştur. Bu âyetin hutbelerin sonunda okunması Ömer b. Abdülaziz’in hilâfeti sırasında ve onun talimâtıyla başlamıştır (Beydâvî).

[21] İbnü’l-Esîr, III, 189.

[22] Bu yabancı, Mekke’de Arapça bilmeyen, Rumca konuşan ve adı Bel’am olan bir hıristiyandır ki Ebû Meysere denildiği de olmuştur. [bk. Râzî, XIV, 346]

[23] Kureyş müşrikleri, İslâm’dan dönmeyen Hz. Ammâr’ın annesi Sümeyye’yi (r.anhâ) iki deve arasına bağlayarak, babası Yâsir’i (ra.) de işkence yaparak şehit etmişlerdi. Hz. Ammâr’ı da kuyuya atmışlardı ki tam boğulacağı sırada Ammâr (ra.) onların telkinlerine rıza gösterip hayatını kurtarmıştı. Bundan dolayı onun hakkında “mürted” diyerek Resûlullah’a haber verdiler. Resûlullah (sas.) onun gözlerinin yaşını sildi ve, “Kalbin nasıl?” dedi. Ammâr (ra.) da, “İmanla dopdolu.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah, “Onlar eziyet ederlerse, kalbin onlara meyletmedikçe yine aynı şeyi söyle ve kurtul.” buyurdu ve gelen bu âyeti okudu. Böylece anne ve babasının yaptığı azîmet, kendisinin yaptığı da ruhsat oldu (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 347; Mehmed Vehbi, VII, 2903).

[24] Mekkeliler, inkârlarından dolayı yedi sene kıtlığa uğramışlardı (Celâleyn). [bk. 14/7]

[25] Kur’an’ın açıkça belirtmediği pis şeyleri Resûlullah (sas.) açıklamıştır.

yuksel dedi ki...

[26] Muhtâru’l-ehâdîs, 1010.

[27] Bütün din mensupları nezdinde güzel bir şekilde anılma lütfunda bulunduk (Celâleyn).

[28] Beydâvî.

[29] Hakkı açıklayan kesin delillerle, Kur’an ile güzel/vecîz sözle (Beydâvî; Celâleyn).

[30] Burada üç tip insana işaret edilmekte ve her bir kısma anlayacağı dilden güzel konuşma yapılması gerektiği vurgulanmaktadır: Âlimlere hikmet ile, orta tabakaya güzel öğüt ile, inatçı ve aşağı tabakaya da güzel bir şekilde mücadele ile (Beydâvî).

yuksel dedi ki...

Düştün dünya derdine,
Unuttun kıyameti.
Yunus emre.
Akra fm.

yuksel dedi ki...

17. İsrâ Sûresi


Mekke döneminde (Hicret’ten 18 ay önce) nâzil olmuştur. 111 âyettir. İsrâ, “gece yürütmek ve götürmek” demektir. Hz. Peygamber’in Mirâç için geceleyin Mekke’den Kudüs’e götürülüşünü anlatan birinci âyetteki bu kelime, sûreye ad olmuştur. Sûrenin 26, 32, 33, 57 ve 73-80. âyetlerinin Medine döneminde indiği belirtilmiştir.



Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Kulu (Muhammed aleyhisselâm’ı bedeniyle,) geceleyin Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya[1] götüren (Allah’)ın şânı yüce (ve her türlü noksanlıktan uzak)tır. (Bunu,) kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (yaptık). Şüphesiz O, (evet) O, hakkıyla işitendir, görendir.[2]

2. Biz, Musa’ya Kitab verdik ve onu İsrâiloğulları’na: “Benden başkasını vekil (rab) edinmeyin.” diyerek doğruluk rehberi kıldık.

3. Ey Nuh ile beraber (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! Doğrusu o (Nuh), çok şükreden bir kuldu.

4. Biz, İsrâiloğulları’na Kitab’da (Tevrat’ta) şu hükmü bildirdik: “Siz o (mukaddes) yerde, mutlaka iki defa fesat (bozgunculuk) çıkaracaksınız[3] ve muhakkak surette, büyük bir kibirle çalım satacak (ve azgınlık yapacak)sınız.”

5. İşte o iki (fesat)tan birincisinin (ceza) vakti gelince, size, çok kuvvetli birtakım kullarımızı gönderdik de evlerin aralarında (bile sizi yakalamak, esir etmek için) araştırdılar. (Bu da) yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.[4]

6. (Tevbe ettikten) sonra size, onlara karşı tekrar (imkân ve galibiyet) verdik; mallarla, oğullarla yardım ettik ve sizi sayıca (evvelkinden) daha çok yaptık.

7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Şâyet kötülük ederseniz o da kendinizedir. Diğerinin (ceza) vakti gelince, yüzlerinizi (üzüntüden) kötü duruma sokmaları, birinci defa girdikleri gibi Mescid’e (Beyt-i Makdis’e) yine girmeleri ve bütün ele geçirdiklerini, yerle bir etmeleri için (size tekrar düşmanlar gönderdik).[5]

8. (Tevbe ederseniz) belki Rabbiniz size acır. Eğer (yine isyana) dönerseniz, biz de (sizi cezalandırmaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirlere (çıkamayacakları) bir zindan yaptık.

9. Gerçekten bu Kur’an, (insanlara) en doğru olan yolu gösterir, sâlih ameller işleyen mü’minlere de kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.

(İnsana dünya ve âhireti için en doğru yolu gösteren Kur’an olunca, artık gerçek müslüman, onun rehberliğinde, Hz. Peygamber’in önderliğinde doğru yolu bulur ve onda yürür. Müslüman ancak, Kur’an’a uygun bir düşünce ve yaşayış ile toplumsal çöküşten kurtulur. Hayatı ve yaptığı işler Allah’ın hükmüne ve rızasına uygun ve mükâfatına lâyık olur, yeniden medeniyetin yüksek katlarına ulaşır.) [bk. 2/2]

yuksel dedi ki...

10. (Bu Kur’an) âhirete inanmayanlara da, kendileri için acıklı bir azap hazırladığımızı bildirir.

11. İnsan, hayrı istediği kadar (bazen) şerri de ister. İnsan çok acelecidir.[6] [bk. 21/37]

12. Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki âyet (delil) yaptık. Gece delili ayı sil(ip rahatlık için karanlık yap)tık, (arkasından da) gündüz âyetini (getirip) Rabbiniz’den bol nimet aramanız, yılların sayısını ve (vakitlerin) hesabını bilmeniz için aydınlatıcı yaptık. (Böylece biz) her şeyi genişçe anlattık. [bk. 25/61-62; 28/71-73; 36/37-38]

13. Her insanın amel[7]/hayat defterini boynuna astık (onu sevap günah, ne ile doldurursa doldursun). Kıyamet günü herkese onu, (önünde) açılmış olarak bulacağı bir kitap halinde çıkarırız. [bk. 52/16; 75/12-14; 99/7-8]

14. “Oku kitabını, bugün sana hesap görücü olarak kendi nefsin yeter!” (diyeceğiz).

15. Kim (Allah ve Resûlü’nün gösterdiği) doğru yola gelirse, ancak kendisi için doğru yola gelmiştir. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmıştır. Hiçbir günahkâr, başkasının (işlediği veya onun günahına sebep olmadığı) günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (hiçbir kavme) azap edici değiliz. [bk. 16/25; 29/13-14; 35/18 ve krş. 39/71; 40/49-50; 67/8-9]

16. Biz, bir memleketi (zulüm, isyan ve taşkınlıklarından dolayı) helak etmek istediğimiz zaman, onun refahtan şımarmış (kendini yeterli görüp Allah’a ihtiyaç duymayan) elebaşılarına (tebliğcilerle ibadet ve itaati) emrederiz, onlar da fâsıklığa saparlar/dinî kuralları çiğnerler. Artık o (ülke)nin üzerine azap sözü hak olur. Derken biz de onu yerle bir ederiz. [bk. 6/123; 11/116-117; 23/63-64; 34/33-35]

17. Nuh’tan sonra nice asırlar(da insanlar)ı helak ettik.[8] Kullarının günahlarından haberdar ve görücü olarak Rabbin yeter. [krş. 21/11; 22/45]

18. Kim (haram helal ayırmaksızın sadece) şu çabucak geçen (keyif verecek dünyalık şeyler)i isterse, dilediğimiz kimseye istediğimiz kadarıyla onu hemen veririz. Sonra ona cehennemi hazırlarız. Oraya kınanmış ve (rahmetimizden) kovulmuş olarak atılır. [bk. 11/15; 42/20]

19. Kim de inanarak âhireti(nin güzel olmasını) ister ve ona (lâyık) bir gayret ile çalışırsa, onların da çalışmaları takdir görür (karşılığı verilir).

20. Her birine; gerek (dünyayı isteyen) onlara, gerek (âhireti isteyen) bunlara Rabbinin ihsanından veririz, Rabbinin (dünyadaki) ihsanı (hiç kimseden) esirgenmiş değildir.

yuksel dedi ki...

Yüce Allah’ın mü’min veya kâfiri ayırmadan onlara dünyalık verişi, o verdiklerini ne amaçla kullandığından hesaba çekmek içindir. [bk. 102/8])

21. Bak, biz onların kimini kimine (rızıkta ve bazı hususlarda) nasıl üstün kıldık. Elbette âhiret, ‘erişilecek dereceler’ bakımından daha büyük, (kazanılacak) faziletler bakımından da (elbette) daha üstündür.

22. Allah ile beraber başka bir ilâh edinme![9] Sonra yerilmiş ve tek başına (bırakılmış olarak) oturup kalırsın.

23. Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve anaya babaya ihsanı (iyiliği ve güzel davranmayı) emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa erişirlerse, onlara “öf” (bile) deme! Onları azarlama ve onlara çok nazik (ve tatlı) söz söyle. [krş. 9/113; 31/14]

24. Onlara merhametten dolayı alçak gönüllülük kanadını indir ve: “Ey Rabbim! (Bunlar) küçükken beni (acıyıp) yetiştirdikleri gibi (sen de şimdi) onlara acı (ve esirge).” de.

25. Rabbiniz (onlara karşı) içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi (yaşayıp İslâm’a uyan) kimseler olursanız şüphesiz O, çok tevbe eden (ve itaatle kendisine yönelen)leri bağışlayıcıdır.

26. Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa (iyilik ve yardımla) hakkını ver, (malını lüzumsuz yere) saçıp savurma!

27. Çünkü (malı) saçıp savuranlar,[10] şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.

28. Eğer (fakirlere verecek bir şeyin bulunmadığı için) Rabbinden umduğun bir rahmeti (bir rızkı) beklediğin sırada onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan, bari onlara yumuşak söz söyle (de öyle gönder).

29. Elini boynuna bağlama (cimrilik yapma), onu büsbütün de açma (israfçı olma). Sonra kınanmış, pişman olmuş bir halde oturup kalırsın.[11]

30. Hiç şüphesiz, Rabbin dilediğine rızkı genişletir ve (dilediğine de) daraltır. Çünkü O, kullarından haberi olan, hakkıyla görendir.

31. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin (onları çeşitli usullerle yok etmeyin). Onlara da, size de biz rızık veriyoruz. Doğrusu onları öldürmek büyük bir günahtır. [bk. 81/8-9 ve dipnot]

yuksel dedi ki...

32. Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o bir hayasızlıktır/yüz kızartıcı çirkin bir iştir ve (cehenneme götüren) çok kötü bir yoldur.[12]

33. Allah’ın haram kıldığı canı, haklı/meşru (bir sebep) olmadıkça öldürmeyin. Kim haksızlığa uğramış olarak öldürülürse, biz onun velîsini (ölenin mirasçısını, kısas hakkını istemeye) yetkili kıldık. O da (kısasla) öldürme işinde (kendince daha fazlasını isteyerek) aşırı gitmesin. Çünkü kendisine (zaten) yardım edilmiştir.

34. Yetim malına da ergenlik çağına erişinceye kadar, ancak (o malı geliştirmek gibi) en güzel bir durum olmadıkça yaklaşmayın. Verilen sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir. [bk. 4/2-6; 6/152]

35. Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru (ve hassas) terazi ile tartın. Bu daha hayırlıdır, sonu da daha güzeldir. [krş. 83/1-5]

36. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül; bunların hepsi ondan (o ardına düştüğün şeyden) sorumludur. [bk. 49/12]

37. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilirsin (ne de) boyca dağlara erişebilirsin.

38. Böylesi kötü şeylerin hepsi,[13] Rabbinin katında hoş görülmeyen (davranışlar)dır.

39. Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmet(ler)dendir. Allah ile beraber başka bir ilâh edinme (Allah yerine ona bağlanma); sonra kınanmış, kovulmuş olarak cehenneme atılırsın. [krş. 1/4; 9/31; 23/117]

40. (Ey müşrikler!) Rabbiniz, oğulları sizin için beğenip seçti de melekleri de kendisine kız çocukları edindi, öyle mi![14] Doğrusu siz, (vebali) çok büyük söz söylüyorsunuz. [krş. 16/57; 19/88-95; 43/15-18; 53/21-22]

41. Hiç kuşkusuz düşünüp öğüt almaları için biz, (bu ihtarları) şu Kur’an’da türlü şekillerde tekrar tekrar anlattık. Fakat bu, onlara, (haktan) uzaklaşıp kaçmaktan başka (bir şey) artırmıyor.

42. De ki: “Eğer dedikleri gibi O’nunla beraber birtakım ilâhlar olsaydı, o zaman onlar, Arş’ın sahibine (o ilâhları vasıtasıyla yaklaşmak, üstün mevkiler elde etmek için) mutlaka bir yol ararlardı.”

(Nitekim Allah’ın emirlerine karşılık, kendi ilke ve emirlerini yürürlüğe koyan Firavun, Nemrut ve benzerleri de otoritelerine dayanarak ilâhlaşma gayreti içinde olmalarına rağmen, yine de Arş’ın sahibi Allah’a karşı aciz kalıp ölmüşlerdir.)

yuksel dedi ki...

43. O (Allah), onların dediklerinden tamamen münezzehtir (uzaktır), çok yücedir, uludur.

44. Yedi (kat) gök, yer ve onların içindekiler O’nu tesbih eder. O’na, hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.[15] Fakat (siz) onların tesbihlerini anlayamazsınız. Doğrusu O, Halîm’dir (cezaya acele etmez ve) çok bağışlayıcıdır. [bk. 22/18]

45. Kur’an okuduğun zaman, seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz.

46. (Ve) onların kalplerine (kötü niyetlerinden dolayı) onu anlamalarına engel olacak perdeler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Kur’an’da Rabbini bir olarak andığın zaman, nefretle arkalarını dön(üp gid)erler. [bk. 39/45]

47. Onların, seni (Kur’an okuduğun zaman) dinlerken, ne sebeple dinlediklerini ve (kendi aralarında) fısıldaşırken de o zalimlerin: “Siz ancak, büyülenmiş bir adamın peşinden gidiyorsunuz.” dediklerini biz çok iyi biliriz.

48. Bak (Resûlüm!) Sana (sihirbaz, kâhin, şair, mecnun diye) nasıl benzetmeler yaptılar da (bu yüzden) saptılar. Artık bir yol (bulmay)a güçleri de kalmadı.

49. Dediler ki: “Birtakım kemik (yığını) ve un ufak toz (halinde bir avuç toprak) olduğumuz zaman, biz mi yeni bir yaratılışla diriltilecekmişiz?” [bk. 36/77-78; 75/3; 79/10-12]

50-51. (Resûlüm!) De ki: “İster bir taş, ister bir demir (gibi) olun, ister gönüllerinizde (aklınızda ve tasavvurunuzda) büyüyen (dağlar gibi) bir yaratık (olun, Allah sizi âhirette diriltecektir).” Yine: “Bizi kim (orada) diriltip geri çevirecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratan (diriltip çevirecektir).” O zaman sana başlarını sallayacaklar da (alay ederek): “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Belki de yakındır.” [bk. 30/27]

52. O gün (Allah) sizi çağıracak, siz de hemen hamdederek O’nun çağrısına (kabirlerinden koşarcasına) uyacaksınız ve (kıyametin dehşetinden dolayı kabirlerinizde) ancak pek az kaldığınızı zannedeceksiniz. [krş. 36/52]

53. (Mü’min) kullarıma söyle: “En güzel olan (söz)ü söylesinler.”[16] Çünkü şeytan aralarına fesat (ve kavga) sokar. Şeytan şüphesiz, insana apaçık bir düşmandır.

54. (Onlara söyleyeceğiniz en güzel kelime şudur:) “Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder, dilerse azap eder.”[17] (Resûlüm!) Biz seni onların üzerine (zorlayıcı) bir vekil olarak göndermedik.

55. Rabbin göklerde ve yerde olanları (ve hallerini) daha iyi bilir. Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık, Davud’a da Zebur’u verdik.[18] [bk. 2/253]

yuksel dedi ki...

56. De ki: “O’ndan başka ilâh sandı(ğınız ve Allah yerine kendisine bağlılık gösterdi)klerinizi çağırın. Onların, sizden ne (bir) sıkıntıyı kaldırmaya ne de (onu sizden) çevirmeye güçleri yeter.” [bk. 27/59-63; 34/22]

57. Onların (Allah’a yaklaştırsın diye) yalvardıkları (Mesih, Üzeyr, melek ve diğerleri) ne varsa, (hepsi) kendileri (muhtaç olup salih amellerle) Rablerine yaklaşmaya vesile/yol ararlar; O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur. [krş. 5/35]

58. Hiçbir ülke yoktur ki kıyamet gününden önce orayı yok etmeyelim, yahut (günahkâr, inkârcı gidişinden dolayı) şiddetli bir azap ile cezalandırmayalım. Bu(nların hepsi), Kitab’da (Levh-i Mahfûz’da) yazılıdır. [krş. 11/100-101; 65/8-9]

59. (Sana) âyetler (mucizeler) göndermekten bizi alıkoyan, ancak öncekilerin onu yalanlamış olmasıdır. Biz Semûd kavmine de (inanmaları için) açık bir mucize olarak o dişi deveyi verdik ve (onu öldürdüler de) bu yüzden (kendilerine) zulmettiler (helak oldular). Halbuki biz âyetleri ancak (helak için değil, âhiret azabından) korkutmak için göndeririz. [bk. 7/73; 11/64-65; 26/141-159]

60. Hani sana: “Şüphesiz Rabbin, insanları (ilmiyle, kudretiyle) kuşatmıştır.” demiştik. (Geceleyin) sana gösterdiğimiz (Mirâç’taki) temâşâyı ve Kur’an’da lanetlenmiş olan (cehennemdeki zakkum isimli) ağacı, ancak insanlara bir imtihan olarak meydana getirdik. Biz onları (bu ağaçla) korkutuyoruz. Fakat bu, onların (inatlarından dolayı) daha da azgınlıklarını artırıyor.

61. Hani vaktiyle meleklere: “Âdem’e (kudretim için) secde edin.” demiştik de hemen secde ettiler, yalnız şeytan etmedi: “Ben çamurdan yarattığın kimseye hiç secde eder miyim?!” dedi. [bk. 2/30-34; 7/12; 38/76]

62. “Şu bana üstün kıldığına baksana! Eğer kıyamet gününe kadar beni (öldürmez) ertelersen, Andolsun ki onun soyunu, birazı hariç, hükmüm altına al(ıp azdır)acağım.” dedi. [bk. 15/40; 38/82-83]

63. (Allah da): “Çekil git, artık onlardan kim sana uyarsa, muhakkak ki cehennem, tam bir ceza olarak sizin cezanızdır.” buyurdu. [bk. 7/18]

64. “Onlardan gücünün yettiği kimseyi, sesinle (ayartmanla, şehvet içeren çalgılarla günaha kaydırabilirsen) kaydır;[19] atlı ve yaya bütün kuvvetlerini üzerlerine topla; mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol,[20] onlara (aldatıcı şeyler) vaad et. Zaten (bilirim ki sen) şeytan[21] onlara aldatmadan başka (bir şey) vaad etmez(sin). (krş. 4/118-119, 7/16-17)

65. “Doğrusu benim (gerçek) kullarım üzerine senin (hiç) bir tesir gücün yoktur. Vekil olarak (onlara) Rabbin yeter.”

66. Rabbiniz, bol nimetinden (rızık) aramanız için, denizde gemileri yürütendir. Şüphesiz O, size karşı çok merhametlidir.

yuksel dedi ki...

67. Denizde bir musibete (bir tehlikeye) maruz kaldığınız zaman, O’ndan başka tapındıklarınız (zihninizden) kaybolur. (Artık yardımı Allah’tan istemeye başlarsınız.) Fakat O, sizi karaya çıkarıp kurtarınca, yine yüz çevirirsiniz. Şu insanoğlu çok nankördür! [bk. 16/53]

68. (Allah’ın) kara tarafında iken (sizi) yere batırmasına veya üzerinize taşlar yağdıran bir kasırga göndermesine karşı bir güvenceniz mi var? (Bunlar başınıza geldikten) sonra kendinize hiçbir koruyucu bulamazsınız. [krş. 67/16-17]

69. Yahut, sizi bir kere daha oraya (denize) döndürüp inkâr etmeniz sebebiyle, üzerinize kırıp geçiren bir fırtına gönderip sizi boğmayacağı konusunda güvenceniz mi var? (Bunlar başınıza geldikten) sonra, kendinize hiçbir yardımcı (ve koruyucu) bulamazsınız.

70. Gerçekten biz, Âdemoğlu’nu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde (bineklerle) taşıdık, onlara güzel/temiz/helal şeylerden rızık verdik ve hakikaten onları yarattıklarımızdan pek çoğuna üstün kıldık.[22]

71. O gün (kıyamet)te insanların hepsini önderleriyle çağıracağız; kimin kitabı (amel defteri) sağından verilirse onlar, kitaplarını (sevine sevine) okurlar ve kıl kadar bir haksızlığa uğratılmazlar. [krş. 18/49; 45/28-29]

(İnsanlardan kimi peygamberlerin önderliğinde Allah’ın emrine uygun yaşamış kimi de yaşantıları Allah’ın emirlerine muhalif olan önderlerin/liderlerin peşinden gitmişler, onlara bağlanmışlar, hatta onları tabulaştırmışlardır. Yüce Allah hem bu tür liderlere hem de onlara tabi olanlara iki kat ceza vereceğini âyetlerde açıklamıştır. [bk. 2/165-167; 7/38; 33/66-68; 37/22-35; 38/59-61] Kıyamette, “Her kim dünyada neye tapmış/bağlanmış ise onun peşinden gitsin.” denecek. Tâğûta bağlananlar da onların peşinden gidecek.) [bk. Buhârî, “Rikak” 52]

72. Kim bu dünyada (hakikatlere) kör ise, o, âhirette de kördür; hatta, yol bulmadaki şaşkınlığı daha da beterdir.

(Onlar, İslâm’ın yolunu bırakıp kendilerine hoş gelen küfrün, şirkin ve batılın yolunu seçtiler ve onun içerisinde bocalayıp durmaktadırlar.) [bk. 2/15-16; 20/124-127]

73. Onlar, bize karşı sana vahyettiğimiz şeyden başka bir şey uydurman için az kalsın seni fitneye düşürecekler (kendi uydurdukları bazı kuralları sana kabul ettirecekler) ve o takdirde seni dost edineceklerdi. [krş. 6/56; 109/1-6]

74. Şâyet, seni (hakta) sabit kılmasaydık, onlara birazcık meyledecektin.

75. O takdirde, hem hayatın hem de ölümün (azab)ını sana kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın.

yuksel dedi ki...

76. (Resûlüm!) Seni (dâvandan vazgeçiremeyince) yurdun (olan Mekke’)den çıkarmak için seni tedirgin etmek üzeredirler; ama o takdirde, kendileri de senin ardından pek az kalacak (ve helak olacak)lar.[23]

77. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler(i dışlayanlar) hakkındaki (ilâhî) kanun (bu)dur. Sen bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın.

78. Güneşin (tepe noktasına gelip) kaymasından, gecenin kararmasına kadar (öğle, ikindi, akşam, yatsı vakitlerinde) namaz kıl; sabah namazını da[24] (öylece kıl). Çünkü sabah namazı (için, o vakitte birleşen gece ve gündüz melekleri tarafından) şâhitlik edilir. [Beş vakit namaz için ayrıca bk. 11/114; 30/17-18]

79. Gecenin bir kısmında (uyan,) sana mahsus bir ilave olarak gece namazı (teheccüd) kıl. Rabbinin (böylece) seni övülmüş bir makama[25] gönder(ip orada oturt)ması muhakkaktır.

80. De ki: “Yâ Rabbi! (Hicretle gireceğim yere) beni doğruluk (ve hoşnutluk) üzere dahil et. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk (ve hoşnutluk) çıkışıyla çıkar. Bana tarafından yardım edici bir kuvvet (iktidar) ver.”

81. De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu.” Çünkü batıl, daima yok olmaya mahkumdur. [bk. 34/49]

(İslâm’a uygun olmayan her inanç, her fikir ve hareket Allah katında batıldır; geçersizdir. İslâm’ın nuruyla aydınlananlar küfür karanlığından kurtulurlar. Çünkü karanlığı gideren ancak ışıktır. Peygamberimiz Mekke’nin fethi günü 360 putu asâsıyla iterken bu âyeti okumuştur.) [krş. 21/18]

82. Biz Kur’an’dan, inananlar için, şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz.[26] (Kur’an) zalimlerin de (inkârlarından dolayı) ancak ziyanını artırır. [krş. 10/57; 41/44]

83. İnsana nimet verdiğimiz zaman o, (buna rağmen şükür ve taatten) yüz çevirir ve ‘büyüklük taslayıp uzaklaşır’. Ona bir zarar dokununca da pek ümitsiz olur.[27] [krş.10/12; 11/10-11; 41/50-51]

84. De ki: “Herkes kendi yapısına (ve huyuna) göre hareket eder. Rabbiniz de kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir.”

85. (Resûlüm!) Sana ruh(un ne olduğun)u sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrinden (yarattığından bir şey)dir. Size (ona ait) ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir.”

(Ruh, insanın hayat kaynağıdır. Her ne kadar görünmese de varlığı inkâr edilmeyenlerdendir. Yaratan Rabbimiz, onun mahiyetini bildirmemiş denmektedir. Uzun yıllar psikoloji ve psikanaliz çalışmalarıyla da bilinememiştir. Ancak onun varlığını tezahürlerinden ve vücut makinesini çalıştırmasından anlıyoruz.)

yuksel dedi ki...

86. Andolsun ki biz dilersek, sana vahyettiğimizi giderir (senin hâfızandan siler)iz. Sonra bize karşı, bu hususta kendine bir vekil (yardımcı) da bulamazsın.

87. (Böyle olmayışı, ancak) Rabbinin sana merhameti dolayısıyladır. Çünkü O’nun sana olan lütfu[28] pek büyüktür.

88. De ki: “Andolsun ki (bütün) insanlar ve cinler, şu Kur’an’ın benzerini (yapıp) getirmek için toplansa, birbirine arka çık(ıp yardım et)seler yine de onun benzerini getiremezler.” [krş. 2/23-24; 10/38; 11/13]

89. Hiç şüphe yok ki biz, bu Kur’an’da insanlara her bir misali türlü şekillerde açıkladık. Yine de insanların pek çoğu,inkârcılıkta direndiler.

90. Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça biz sana asla inanmayız!

91. “Ya da, senin hurma ve üzüm bağların olup aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın.

92. “Veya, senin iddia ettiğin gibi, göğü üzerimize parça parça düşürmelisin[29] veya Allah’ı ve melekleri kefil (olarak karşımıza) getirmelisin.”

93. “Yahut da, altından bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe (göğe) çıkmana da asla inanmayız!” De ki: “Fesübhânallâh (aman yâ Rab!) Ben sadece peygamber olan bir insan değil miyim? (Bunları ancak, Allah dilerse yaparım, O’nun da şânı ne yücedir.)” [bk. 25/7-9; 26/187]

94. Kendilerine doğru yol rehberi (Kur’an) geldiği zaman, insanların iman etmelerine ancak: “Allah bir insanı mı peygamber gönderdi?” demeleri mânî oldu.

95. De ki: “Eğer onlar, yeryüzünde sakin sakin yürüy(üp dolaş)an melekler olsaydı, elbette biz de onlara (kendileri gibi) gökten melek bir peygamber gönderirdik.” [bk. 6/9]

96. De ki: “Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Hiç şüphesiz O, kullarından haberi olan, (onları) görendir.” [bk. 6/19]

97. Allah (niyet ve ameline göre) kime hidayet ederse, doğru yolda olan odur. Kimi de (içinde bulunduğu) sapıklıkta bırakırsa artık sen onlar için, O’ndan başka bir yardımcı asla bulamazsın. Kıyamet günü biz onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzü koyun toplayıp süreriz (haşrederiz).[30] Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi (etlerini yakıp bitirip) sönmeye yüz tuttukça (etlerini tazeler) ateşin kızgın alevini artırırız. [krş. 20/74; 25/14; 87/13]

yuksel dedi ki...

98. İşte bu onların cezasıdır. Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr ettiler ve: “Bir kemik yığını ve ufalanmış kırıntı haline geldikten sonra hakikaten biz mi yeni bir yaratılışla dirilecekmişiz?” dediler.

99. Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendilerinin benzerini yaratmaya kâdir olduğunu görmediler mi? (Allah) onlar için (geleceğinden) asla şüphe edilmeyen bir vade koymuştur. Böyle iken zalimler ancak küfürde direndiler. [bk. 36/81-82; 40/57]

100. De ki: “Şâyet, Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman harcama(kla tükenir) korkusuyla, kesinlikle yine tutar (cimrilik eder)diniz.” Zaten insan çok cimridir. [krş. 70/18-19]

101. Andolsun ki biz, Musa’ya açık açık dokuz âyet (mucize ve delil)[31] vermiştik. İşte İsrâiloğulları’na sor. (Musa, mucizelerle) onlara geldiği zaman, Firavun ona: “Ey Musa! Muhakkak ki ben seni büyülenmiş zannediyorum.” dedi.

(İbni Abbas’ın rivayetine göre, mucizeler şunlardır: Asânın ejderha oluşu, elin ışık vermesi, çekirge istilası, ekin biti, kurbağa, kan, taştan suyun fışkırması, denizin yarılması, Tûr’un kaldırılması.)

102. (Musa) dedi ki: “(Ey Firavun!) Pek iyi bilirsin ki bunları, birer ibret (belge) olmak üzere göklerin ve yerin Rabbinden başkası indirmemiştir. Ey Firavun! Ben de seni(n) kesinlikle helak edilmiş (olacağını) zannediyorum.”

103. Derken (Firavun) onları, yer yüzünden silip atmak (kökünü kazımak, yok etmek)[32] istedi. Biz de onu ve beraberindekileri hep birlikte suda boğduk.

104. Bundan sonra da İsrâiloğulları’na: “(Artık) oturun o yerde, âhiret vaadi (kıyamet) geldiği zaman, sizi (onlarla) derleyip bir araya getireceğiz.” dedik.

105. Biz onu (Kur’an’ı) ancak hak olarak indirdik. O da hak (ve hakikat) olarak indi. Seni de ancak (sevâbımızın) müjdeleyici(si) ve (azabımızı haber veren) uyarıcı olarak gönderdik.

106. Yine biz, Kur’an olarak onu, insanlara sindire sindire (ve ağır ağır) okuman için (âyet âyet, sûre sûre) ayırıp (gerektikçe) peyderpey indirdik. [bk. 25/32]

107. De ki: “İster ona inanın, ister inanmayın. Şu gerçektir ki ondan (Kur’an’dan) önce ilim verilenler(den Ehl-i Kitab mü’minleri), kendilerine o (Kur’an) okunduğu zaman (derhal) yüzüstü[33] secdeye kapanırlar.”

108-109. “Rabbimizin şânı yücedir. Şüphesiz Rabbimizin (bildirdiği her) vaadi, mutlaka yerine getirilmiştir.” derler. Ağlayarak yüzleri üstüne (secdeye) kapanırlar ve (Kur’an dinlemek) onların saygısını artırır.[34] [bk. 47/17; 41/44]

yuksel dedi ki...

110. De ki: “İster ‘Allah’ diye dua edin, ister ‘Rahmân’ diye; hangisi ile dua etseniz, nihayet en güzel isimler O’nundur.”[35] Namazda sesini pek yükseltme, pek de (duyamayacak kadar) kısma, bu ikisinin arasında bir yol tut. [bk. 25/60; 59/22-24]

111. “Hiçbir çocuk edinmeyen, mülkünde (hâkimiyetinde) ortağı olmayan, acizliği olmadığından dolayı da bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a hamdolsun.” de ve O’na tekbir getir (büyüklüğünü ilan et). [krş. 2/116, 5/17, 72-73; 4/100, 171]

[1] Mescid-i Aksâ’yı ilk yapan Hz. Davud’dur. Burada sözü edilen bereket hem dünyevî hem dînîdir. Çünkü Beyt-i Makdis ile çevresi (Filistin, Şam, Ürdün) peygamberlerin ibadet ettikleri ve vahye mazhar oldukları yörelerdir.

[2] Mirâç hadisesi hicretten bir yıl kadar önce (M. 621) meydana gelmiştir. Mirâç hususunda Hz. Peygamber sahih hadislerinde nasıl anlatmışsa aynen öyle iman ederiz. Bunun dışındaki muhakemeler imanı bozabilir. [bk. 17/60; 53/11-18]

[3] Birincide, Tevrat’ın hükümlerine karşı gelmeye başladılar ve Hz. Şa’yâ’yı öldürdüler. İkincide ise Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya’yı öldürdüler. Hz. İsa’yı da öldürmeye teşebbüs ettiler (Beydâvî).

[4] Çoğunluk bu olaya “Buhtunnasr” olayı demişlerdir. M.Ö. 586’da İsrailoğulları’nın âlimlerini öldürdüler. Tevrat’ı yaktılar ve onlardan yetmiş bin esir aldılar. Mescid-i Aksâ’yı tahrip ettiler. “Buhtunnasr (M. Ö. 604-561) II. Babil hükümdarıdır. el-Cüveynî (1028-1085), onun bu tahrip olayını, yahudilerin şeriat ahkâmına uymadıkları, bozuk işler yaptıkları ve mâbetlerine put diktikleri için yaptığını kaydetmektedir. (Cüveynî, s. 11)

[5] 5 İkinci defa M.Ö. 168’de Romalılar tarafından yıkıldı. Kudüs M.S. 638 yılında Hz. Ömer tarafından fethedildi.

[6] Her hatırına geleni sonunu düşünmeden hemen ister veya yapar (Beydâvî). [bk. 10/11]

[7] Âyet-i kerîmedeki “tâir” lügatte kuş demek ise de, burada “amel” ile tefsir edilmiştir (Celâleyn). Hayr olsun şer olsun, insanların yaptığı bütün davranışları içine alır.

[8] Hz. Nuh’un, kavmi helak olan ilk peygamber olduğuna işaret edilmektedir.

[9] Hem Allah’a inanılıp hem de nefisten veya başkasından gelen emirler Allah’ın emirlerinden üstün tutulur, öne geçirilirse Allah ile beraber bir ilâh edinilmiş olunur. [krş. 1/4; 49/1]

yuksel dedi ki...

10] Bu, İslâm’a uygun olmayan moda, zevk, eğlence, lüks, konfor ve benzerleri için harcama yapanların dikkat etmesi gereken bir âyettir.

[11] İsraf sadece malda değil, aklı, gücü, zamanı ve ömrü kötü kullanmada da olur. Hepsi pişmanlığa götürür ve sorumlu olunur.

[12] Zina, akıllı ve ergenlik (büluğ) çağına gelmiş olan erkek ve kadının, aralarında geçerli (meşru) nikah akdi olmadan (4/24) kendi arzularıyla cinsel ilişkide bulunmalarıdır. Yüce Allah, bu âyet-i kerîme ile, zinaya yaklaşmayı yani zinaya sevk eden yolları bile yasaklamıştır. Harama yönelen göz, dil/ağız, el gibi duyu organları sahibini zinaya yaklaştırmaya aracı olurlar. Bunları da haramdan korumak lazımdır; sorumlulukları vardır (17/34, 36/15). Peygamberimiz (sas.) bu organların da zinası olduğunu bildirmişlerdir. (Bk. Buhârî, Nur Sûresi Tefsiri 13. bab; Ebu Dâvûd “Libas” 32. bab.) Bir de “Zinanın çoğalması kıyamet alametlerindendir.” buyurmuştur. (Buhârî (Tecrid), I, 16).

[13] 22. âyetten itibaren yapılması yasaklananlar.

[14] Müşrikler, “Melekler, Allah’ın kızlarıdır.” diyorlardı.

[15] Bütün kâinatın yapısını oluşturan atomların etrafında dönen çekirdekler de bu tesbih edenlere dâhildir.

[16] Yani, “Habîbim! Mü’min kullarıma de: ‘Muhaliflere karşı delil göstermek istedikleri zaman, en güzel delilleri ileri sürsünler, sövüp saymaya ve hiddetlenmeye kalkışmasınlar.” demektir.

[17] İki tırnak işareti arasına alınan bu söz, muhaliflere söylenecek en güzel sözün ilâhî bir örneğidir (Celâleyn).

[18] Burada Dâvûd (as.) ve Zebur’un zikredilmesi, hem ona kitap verildiğini hem de o kitapta Peygamberimiz’in ve ümmetinin bütün ümmetlerden efdal olduğunu kaydetmesi dolayısıyladır. Nitekim, 21/105 ve 24/55. âyetlerde bu husus açıklanmıştır (Beydâvî). [krş. 33/7; 42/13]

[19] Bu sebeple, düşünce ve hareket bakımından harama sevkeden gizli ve âşikâr her türlü ses şeytânîdir.

[20] Halis mü’minler, mal kazanma ve harcamada, çocuk sahibi olma ve yetiştirmede, şeytanın ortaklığına mânî olurlar.

yuksel dedi ki...

[21] Şeytan, “Benim saptırmamdan sana bağlı/halis kulların hariçtir.” der. (38/82-83)

[22] İbni Abbas (ra.) diyor ki: “Birçok hayvan yiyeceğini eğilerek ağzı ile yer, insan ise yemeğini eli ile ağzına götürür.” İnsanlar yerken başkasını da düşünür, hayvanlar yerken başkasınınkini de (yemeyi) düşünür. Allah katında mü’min, meleklerden şereflidir. Meleklerde şehvetsiz akıl, hayvanlarda akılsız şehvet, insanlarda akıl ve şehvet birlikte vardır. Üstünlük hem cismânî hem ruhânîdir. Cismânîde müslüman ve kâfir eşittir. Ruhânî üstünlük ise, peygamberlere, velîlere ve mü’min kullara has olarak farklılıklar arz eder (Beydâvî).

[23] Nitekim Hz. Peygamber’in hicretine sebep olan azgınlar, Bedir gazvesinde helak olmuşlardır. [bk. 52/42]

[24] “Kur’âne’l-Fecr” sabah namazı demektir.

[25] Âyet-i kerîmedeki “makâmen mahmûden” lafzı Peygamberimiz için şefaat makamıdır (Beydâvî). Yine âyetteki “asâ” lafzı Arapça’da, “belki, umulur ki” anlamına gelirken, burada Allah’a nisbet edildiğinden “muhakkak” diye tercüme edilir.

[26] Hem ruhânî marazlara, hem de cismânî hastalıklara şifadır (Beydâvî).

[27] Artık bol bol duaya başlar.

[28] Peygamberlik, Kitab, hikmet vd.

[29] Burada 34/9. âyete işaret edilmektedir.

[30] “Nahşuru” kelimesine burada “sevk” anlamı da verilmektedir (Mukâtil, s. 68).

[31] Bu dokuz mucize ve delil için bk. 10/75 ve dipnotu; 27/12.

[32] Firavun ve benzerleri, her devirde mü’minlere karşı bu davranışları tekrarlamışlardır.

[33] Âyette geçen “el-ezgân” “çeneleri” kelimesi mecâzî anlamıyla “yüzüstü” diye ifade edildi.

[34] Bazıları secdenin 107. âyette olduğunu kaydetmişse de çoğunluk tarafından 109. âyetin sonunda yapılması belirtilmiştir (Zebîdî, III, 352). [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]

[35] Müşrikler, Hz. Peygamber’in “Yâ Allah! Yâ Rahmân!” diye dua edişini, onun da kendileri gibi, Allah’ın yanında başka ilâhlara dua ettiği şeklinde yorumlamak istemişlerdi. Bu âyet, bunun böyle olmadığını bildirdi.

yuksel dedi ki...

18. Kehf Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 110 âyettir. İçinde mağaraya sığınanların bahsi de geçtiği için bu ismi almıştır. 28. âyetin Medine döneminde indirildiği rivâyet edilmiştir.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1-2-3-4. Allah’a hamdolsun ki kulu (Muhammed aleyhisselâm)a, içinde hiçbir eğrilik bulunmayarak ve sağlam bir düstur olarak bu Kitab’ı; hem kendi tarafından gelecek şiddetli bir azapla (inkârcıları ve günahkârları) korkutsun, hem sâlih amel (sevaplı iş)ler işleyen mü’minleri (en) güzel bir mükâfat olan (ve) içinde ebedî kalacakları cennetle müjdelesin, hem de: “Allah çocuk edindi.” diyenleri (korkutup) uyarsın diye indirdi.

5. (Allah bir oğul edindi diyenlerin) buna dair ne kendilerinin ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. (Oysa) bir kelime olarak ağızlarından çıkan (şey) ne dehşetli (bir söz)![1] (Hakikatte) onların söyledikleri ancak yalandan ibarettir!

6. Bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, onların peşlerinden üzüntüden neredeyse kendini helak edeceksin! [bk. 15/97; 26/3]

7. Şüphesiz biz yeryüzünde olan şeyleri, onun üzerinde ziynet/süs yaptık. Böylece insanların hangisinin amel bakımından daha güzel olduğunu denemek istedik. [krş. 21/35; 67/2]

8. Biz elbette o yeryüzündekileri (bir gün) kupkuru bir toprak haline getireceğiz.

9. (Bu böyle iken, Ey Resûlüm!) Yoksa sen sadece Ashâb-ı Kehf’i ve Rakîm’i (Mağarada uykuda kalıp kitâbede isimleri yazılı olanları) mı bizim şaşılacak âyetlerimizden sandın?

(Kuruyan yer ve bitkilerin yeniden canlanması yanında, Ashâb-ı Kehf hikayesinin ehemmiyete şâyân bile olmadığına işaret buyurulmaktadır.[2]

(Aşağıdaki âyetler (10-29) toplumun aleyhte tavrına rağmen fıtratın ve imanın gereğini yapan gençlerden bahsediyor.)

10. Hani o genç yiğitler mağaraya sığınıp: “Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve işimizde bizim için bir kurtuluş yolu (ve başarı) hazırla.” demişlerdi.

11. Bunun üzerine mağarada, nice yıllar onların kulaklarına (perde) vurduk (derin uykuya daldırdık). [bk. 18/25]

12. Sonra (uykuda ne kadar kaldıkları hakkında ihtilaf eden) iki taraftan hangisinin süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtelim diye onları uyandırdık.

yuksel dedi ki...

13. Biz sana (şimdi) onların haberlerini doğru olarak anlatıyoruz: Doğrusu onlar Rablerine inanmış birtakım genç yiğitlerdi. Biz de onların hidayetini (iman güçlerini) artırmıştık.

14. Onların kalplerini (sebat ve metanetle hakka) bağlamıştık da o zaman (putlara/put heykellere tapmayı reddederek, kral Dekyanus’un önünde takiyye yapmayarak)[3] ayağa kalkıp: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O’ndan başkasına asla ilâh diye yalvarmayız. (Onun sözünü Rabbimiz Allah’ın sözünden üstün tutmayız. Böyle yapmazsak) o zaman haktan uzak, (pek saçma) bir söz söylemiş oluruz.” dediler.

(Bunlar kula değil, Allah’a kul olarak hürriyete ve bu uğurda ölerek de ölümsüzlüğe ulaştılar ve Allah’ın korumasıyla dokunulmazlık kazandılar.)

15. “Şu bizim kavmimiz var ya, O’ndan başka birtakım ilâhlar edindiler. Onlar(ın gerçek olduğun)a dair bir delil getirseler ya! Artık Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir?”

16. (O gençlerden biri diğerlerine şöyle demişti:) “Mâdem ki siz onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde mağaraya (girip) sığının ki Rabbiniz size rahmetini yaysın ve (bu) işinizi size uygun ve yararlı olarak hazırlasın.”

17. (Onlar uyurken baksaydın) güneşi görürdün ki; doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına meyleder, battığı zaman da sol yanından onları kesip geçerdi (onlara değmezdi). Halbuki onlar, o (mağara)nın açık (ve geniş) bir yerindeydiler. Bu, Allah’ın (ibret alınacak) âyetlerinden (delillerinden)dir. Allah kimi doğru yola iletirse, o artık doğru yolu bulmuştur. Kimi de (kendi amelinden dolayı) sapıklıkta bırakırsa, artık onun için asla yol gösteren bir dost bulamazsın.

18. Onlar uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları (yerde uyuduklarından dolayı bası yaraları oluşmaması için) gâh sağa ve gâh sola çevirdik. Köpekleri de iki kolunu (ön ayaklarını mağaranın) girişine doğru uzatmış (yatmaktay)dı. Onlarla aniden karşılaşıverseydin, mutlaka dönüp kaçardın ve için korkuyla dolardı.

19. İşte böylece, aralarında (hallerini birbirlerine) sorsunlar diye onları dirilttik (uyandırdık); içlerinden bir sözcü: “Ne kadar kaldınız?” dedi. “Bir gün veya günün bir parçası kadar (eğleştik).” dediler. (Diğerleri de) dediler ki: “Rabbiniz ne kadar kaldığınızı daha iyi bilendir. Şimdi siz, birinizi bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın hangi yiyecek daha temiz (ve iyi ise) ondan size bir azık getirsin. Ayrıca çok nazik (ve tedbirli) davransın, sakın siz(in bulunduğunuz yer)i hiç kimseye sezdirmesin!”

20. “Çünkü, onlar sizi ele geçirirlerse, ya taşla öldürürler ya da (zorla kendi) dinlerine döndürürler. Bu takdirde asla kurtulamazsınız.”[4]

yuksel dedi ki...

21. Bu şekilde, (insanları) onların durumundan haberdar ettik ki bu sayede, Allah’ın (diriltme) vaadinin gerçek olduğunu ve kıyamet(in kopmasında) da hiçbir şüphe bulunmadığını bilsinler. Nihayet, (onları bulan halk kendi aralarında) onlar hakkında ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Bazıları: “Onların hatırasına bir anıt yapın. (Biz onların gerçek durumunu bilemeyiz.) Rableri onları daha iyi bilir.” dediler. Onların durumuna dair (tartışmayı) kazananlar: “Mutlaka onların üstünde bir mescid edineceğiz.” dediler. (Mağaranın kapısı önüne bir mescid yaptılar.)

22. Onlar (Ashâb-ı Kehf’in sayıları hakkında): “Üçtür, dördüncüleri köpekleridir.” diyecekler; “beştir, altıncıları köpekleridir.” diyecekler. (Bu sözler) bilinmeyen hakkında tahminde bulunmak[5]/kafadan atmaktır. (Kimileri de): “Yedidir, sekizincileri köpekleridir.” derler. De ki: “Rabbin onların sayılarını en iyi bilendir. Onları pek az kimseden başkası[6] bilmez. O halde bunlar hakkında, (Kur’an’da açıklanan) bir tartışmadan başka, (derinliğine) bir tartışmaya girme! Bunlar hakkında onlardan hiçbirine (görüş) sorma!”

23-24. İnşallah (Allah dilerse/Allah izin verirse) demeksizin, asla, hiçbir şey için: “Ben yarın bunu mutlaka yaparım.” deme![7] Unuttuğun zaman da (yine inşallah diyerek) Rabbini an ve: “Umarım ki Rabbim beni, bundan daha isabetli (bir) doğruya ulaştırır.” de.

25. Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kadar kaldılar; (bazıları) dokuz (yıl) da ilave ettiler.[8]

(Ehl-i Kitab’dan bazıları böyle dedi. Allahu Teâlâ aşağıdaki beyanı ile onların bu iddiasını reddetti.)

26. De ki: “Allah, (onların) ne kadar kaldıklarını daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı(nı bilmek) O’na mahsustur. O, ne güzel gören ve ne güzel işitendir! Onların (yerde ve gökte olanların), O’ndan başka dostu (ve yardımcısı) yoktur. O, hükmüne/hâkimiyetine hiç kimseyi ortak etmez.”

27. (Resûlüm!) Rabbinin Kitabı’ndan sana vahyedilenleri oku. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O’ndan başka da asla sığınılacak (bir mercî) bulamazsın.

28. Sabah akşam rızasını dileyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan (fakir mü’minlerden) ayırma (onları gözardı etme). Kalbini bizi anmaktan gafil bıraktığımız; kendi “hevasına/arzu ve hevesine” uyan ve işi (hep emirlerimize karşı isyan ve) taşkınlık olan kimseye de itaat etme!

(Zengin ve ileri gelen bazı müşrikler, Resûlullah’tan, fakir mü’minleri yanından kovması şartıyla kendisiyle görüşeceklerini söylediler. Yukarıdaki âyet bunun üzerine nâzil oldu.) [bk. 6/52; 20/16; 68/8-14; 76/24]

yuksel dedi ki...

29. De ki: “Hak (olan bu Kur’an) Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen de küfre sapsın (kâfir olsun).”[9] Şüphesiz biz (kâfir olan bu) zalimlere, duvarları kendilerini (çepeçevre) kuşatan bir ateş hazırladık. Şâyet onlar (susuzluktan feryat ederek) yardım isterlerse, (kendilerine) erimiş maden gibi yüzlerini kavuran bir su ile yardım edilir. O ne kötü bir içecektir ve (o ateş) ne fena dayan(ılıp oturul)acak yerdir!

30. Doğrusu iman edip de sâlih (sevaplı) amel işleyenlere gelince, elbette biz, ameli güzel olanın mükâfatını asla zâyi etmeyiz.

31. İşte bu kimseler için, alt tarafından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle bezenecekler, (altın ve gümüş işlemeli) ince ipekten, kalın ipekten yeşil elbiseler giyecekler. Tahtlar üzerine yaslan(ıp otur)acaklardır. O ne güzel mükâfat, ne güzel yaslana(rak oturula)cak yerdir! [krş. 25/75-76; 35/33]

32. Onlara (şu) iki adamı misal ver: Biz onların birine iki üzüm bağı lütfetmiş, etraflarını hurmalarla çevirmiş ve ikisinin arasında da ekin (ve meyvelik) bitirmiştik.

33. Her iki bağ da (her sene) yemişlerini vermiş, hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Onların (iki bağın) arasından bir de ırmak akıtmıştık.

34. Onun (başka) serveti de vardı. Bu yüzden arkadaşı ile konuşması sırasında: “Benim malım ve servetim seninkinden daha çoktur ve (ayrıca) maiyyetim bakımından da senden daha itibarlıyım.” dedi.

35. (Böylece) o (zenginliğiyle övünen kimse), kendisine zulmederek, (inkârcı bir halde) bahçesine girdi: “Bunun hiçbir zaman batacağını zannetmiyorum.” dedi.

36. “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen ben, Rabbime döndürülürsem bunun yerine, elbette bundan daha iyisini bulurum.” dedi.

37. Onunla konuşmakta olan arkadaşı da, ona dedi ki: “Seni (önce) topraktan, sonra bir nutfe (sperm)den yaratıp sonra da sana adam biçimi veren (Allah’)ı inkâr mı ediyorsun?”

38. “Fakat (ben inanıyorum ki) O Allah benim Rabbimdir; ben Rabbime hiç kimseyi ortak tutmam.”

39-40-41. “Bahçene girdiğin zaman, ‘Mâşaallah, lâ kuvvete illâ billâh (bu Allah’ın dilediğidir, Allah’tan başka hiçbir kuvvet yoktur!)’ demeli değil miydin? Üstelik beni, mal ve evlat bakımından kendinden daha aşağı görüyorsun. Umulur ki Rabbim bana senin bahçenden daha iyisini verir, o (seninki)nin üzerine gökten bir afet indirir, o da kaskatı kaypak bir toprak oluverir yahut suyu yere çekilir de artık onu bir daha elde edemezsin.” [krş. 57/20]

yuksel dedi ki...

42. Nitekim o (inkârcı)nın serveti kuşatıl(ıp ürünü helak edil)di, çardakları çökmüş halde (görünce), o (bahçe)nin uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını ovuşturmaya başladı ve: “Keşke ben, Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım.” dedi. [krş. 68/17-31]

(Çünkü o, mal ve mevkiinin geçici olduğunu ve bir anda yok olacağını düşünmemiş ve Allah’ı egemen kabul edip O’na sığınmamıştı. Buna karşılık malına güvenerek gururlanmış, büyüklenmişti.)

43. Ona Allah’tan başka yardım edecek bir topluluk da yoktu. Karşı koy(up kendisini kurtar)amadı da.

44. İşte böyle bir durumda koruyuculuk ve hâkimiyet, yalnız hak olan Allah’a mahsustur. Sevap verme bakımından en hayırlı O’dur, sonuçlandırma bakımından da en hayırlı yine O’dur.

45. Onlara dünya hayatının misalini şöyle anlat: O (dünya hayatının durumu) tıpkı, semadan indirdiğimiz su ile yeryüzü bitkilerinin birbirine karışması (sulanıp güzelleşmesi) ve sonunda (o bitkilerin kuruyup) rüzgarların savurduğu çöp kırıntısı haline gelivermeleri gibidir. Allah, her şeyin üstünde bir kudret sahibidir. [bk. 10/24; 39/21; 57/20]

46. Mal ve oğullar, (geçici) dünya hayatının ziynetidir. Bâkî kalacak olan sâlih ameller[10] ise, Rabbinin katında sevapça daha hayırlı, ümit bağlanmaya da daha lâyıktır. [bk. 3/14; 64/15]

47. (Düşün ki) o gün, biz dağları yürüt(üp gider)eceğiz ve yeri apaçık (düz ve çıplak) göreceksin. (Yine o gün) içlerinden hiçbir kimseyi bırakmaksızın herkesi (mahşerde) toplarız. [bk. 20/ 105-107; 101/5]

48. (Hepsi) sıralar halinde Rabbine arz olunmuşlardır. (Onlara:) “Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi (şimdi de çırılçıplak, hiçbir şeyiniz olmaksızın) bize geldiniz. Fakat siz, sizin için vaadi(mizi) yerine getirecek bir zaman tahdit etmediğimizi zannettiniz değil mi?” (denilir).

49. (Amelleri yazılı) kitap (önlerine) konulmuştur. Artık o günahkârları görürsün ki onun içindeki (yazılı) şeylerden korkarak: “Eyvah bize! Bu kitap da ne acâyip! Küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp onları sayıp dökmüş.” derler. Onlar (bütün) yaptıklarını (o kitabın içinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez. [bk. 17/71; 45/28-29]

50. Hani meleklere: “Âdem’e (kudretim için) secde edin.” demiştik de İblis hariç hemen secdeye kapanmışlardı. O cin(ler)dendi, Rabbinin emrinden çıktı/âsî oldu.[11] (Ey insanoğulları!) Beni bırakıp da onu ve neslini mi dostlar ediniyorsunuz? Halbuki onlar size düşmandır. (Böyle yapmak) zalimler için ne kötü bir değiştirmedir! [bk. 2/34; 7/12; 15/28-39]

yuksel dedi ki...

51. Ben, ne göklerin ve yerin yaratılmasında ne de kendilerinin yaratılmasında, onları hazır bulundurmadım. (İnsanları) saptıranları da (kendime) yardımcı edinmiş değilim. [bk. 17/56; 27/60-64; 34/22-23]

52. O gün (Allah, müşriklere): “Benim ortaklarım olduğunu ileri sürdüğünüz (tapınma, yalvarma ve kendisine bağlanmada bana ortak hale getirdiğiniz) şeyleri çağırın.” der. Hemen onları çağıracaklar ama (onlar) kendilerine cevap vermeyeceklerdir. Biz onların arasına bir ateş deresi koyacağız. [bk. 46/5]

53. Günahkârlar, ateşi gördüklerinde artık, içine düşecek olanların kendileri olduklarını anlayacaklar, fakat oradan dönecek (ve kaçacak) yer de bulamayacaklar.

54. Andolsun ki biz, bu Kur’an’da insanlara (ihtiyaç duydukları) her misali farklı üsluplarda açıkladık. Fakat insan, pek çok şeyde tartışmacı olmuştur.

55. Kendilerine doğru yolu gösteren rehber (peygamber ve Kur’an) geldiği halde insanları, iman etmelerinden ve Rablerinden mağfiret dilemelerinden alıkoyan şey, ancak ve ancak evvelkilerin başlarına gelen, âdet-i ilâhî (olan felaket)in kendilerine de gelmesini veya onlara gözleri önünde (âhiretteki) azabın gelivermesi(ni beklemeleri)dir.

56. Biz peygamberleri sadece (cenneti) müjdeleyici ve (azaba karşı) uyarıcılar olarak gönderdik. Küfre sapanlar ise, hakkı batılla çürütmek (ve ortadan kaldırmak) için mücadele ederler. Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri de eğlence edindiler.

57. Rabbinin âyetleriyle (kendine) nasihat edildiği halde, onlardan yüz çeviren ve kendi yaptığı (günahları)nı unutan kimseden daha zalim kim vardır? Biz de (bu sebeple) onların kalplerinin üzerine, onu (Kur’an’ı) iyi anlamalarına engel olan perdeler ve kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da, asla doğru yola gelmezler.

58. Ama Rabbin çok bağışlayıcı, merhamet sahibidir. Eğer onları kazandıkları (günahları) ile hesaba çekseydi, onlar için azabı çabuklaştırırdı. Fakat onlar için vaadedilen bir zaman vardır ki, (o gün geldiğinde) O’ndan başka hiçbir sığınacak yer bulamayacaklardır. [bk. 16/61; 35/45]

59. İşte (Âd, Semûd gibi) zalim oldukları vakit[12] kendilerini helak ettiğimiz memleketler! Onların helaki için de belli vakit koymuştuk.

60. Bir vakit Musa, (hizmet eden) gencine demişti ki: “Ben (Hızır’la buluşmak için) iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim veya uzun zaman geçireceğim.”

61. Derken (ikisi) o iki (deniz arası)nın birleştiği yere varınca (bir kayaya sığındılar. Fakat azıklarından su birikintisine koydukları cansız) balıklarını unuttular. O da sıçrayıp denizde bir deliğe/oyuğa doğru yola koyulmuştu.[13]

yuksel dedi ki...

62. (O deniz kavşağını) geçtikleri zaman (Musa) gencine: “Kuşluk yemeğimizi getir (de yiyelim). Bu yolculuğumuzda hakikaten yorgun düştük.” dedi.

63. (Genç:) “Gördün mü! O kayalığa sığın(ıp dinlen)diğimiz sırada, balığı (söylemeyi) unuttum. Onu söylememi bana unutturan şeytandan başkası değildir. O, şaşılacak şekilde (canlanıp) denizde yolunu tutmuştu.” dedi.

64. (Musa:) “Aradığımız şey bu!” dedi. Hemen (geldikleri yoldan ikisi) izlerini takip ederek gerisin geriye döndüler.

65. Derken (orada) kullarımızdan bir kul (olan Hızır’ı) buldular ki biz ona katımızdan bir rahmet (vahiy) vermiştik ve ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

66. Musa ona: “Sana doğru yol (ve hayır) olarak öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.

67. (O da:) “Doğrusu sen, benimle birlikte (yaptıklarıma) sabretmeye asla dayanamazsın.”

68. “(Üstelik bilgi olarak) aslını kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin?” dedi.

69. (Musa:) “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem.” dedi.

70. (Hızır da:) “O halde bana tâbi olursan, ben sana (o konuda) bir söz söyleyinceye kadar, bana (yaptıklarımdan) hiçbir şey sorma.” dedi.

71. Bunun üzerine ikisi de gittiler. Nihayet gemiye bindikleri vakit, (Hızır) onu deldi. (Musa:) “Gemi halkını boğmak için mi onu deldin? Hakikaten sen korkunç bir şey yaptın.” dedi.

72. (O da:) “Sen benimle birlikteliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi.

73. (Musa:) “Unuttuğum şeyden dolayı bana çıkışma, (arkadaşlık) işimde bana bir güçlük çıkarma (da beni affet).” dedi.

74. Yine (birlikte) gittiler. Tâ ki, bir oğlan çocuğuna rastlayınca (Hızır) hemen onu öldürdü. (Musa:) “Bir can karşılığı olmaksızın, tertemiz (günahsız) bir canı öldürdün ha! Hakikaten sen (benzeri görülmemiş) çirkin bir şey yaptın.” dedi.

75. (Hızır:) “Ben sana, benimle birlikteliğe sabretmeye asla dayanamazsın demedim mi?” dedi.

yuksel dedi ki...

76. (Musa:) “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaş olma! Artık bununla, tarafımdan (kabul edilen) son mazerete ulaştın.” dedi.

77. Yine gittiler. Nihayet bir memleket halkına varıp onlardan yemek istediler. (Vermediler ve) onları misafir etmekten kaçındılar. Derken (orada) yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. (Hızır kerâmeti ile)[14] hemen onu doğrulttu (eski haline getirdi). (Musa: “Niçin yaptın?) Eğer isteseydin buna karşı bir ücret alırdın.” dedi.

78. (Hızır:) “İşte bu, seninle benim (birbirimizden) ayrılma (vakti)mizdir. (Şimdi) sana, sabretmeye dayanamadığın şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.” dedi.

79. “Gemiye gelince: (O), denizde çalışan yoksullarındı. Onu kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) peşlerinde her (sağlam) gemiyi zorla alan bir hükümdar vardı.”

80. “Oğlanın ise, anne babası inanan kimselerdi. (Bu çocuğun) onları azgınlık ve küfre sürüklemesinden (veya zorlamasından) korktuk.”

81. “İstedik ki Rableri ona karşılık, kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.”

82. “Gelelim duvara: (O,) şehirde iki yetim çocuğun idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da sâlih (iyi ve temiz) bir kimse idi. Rabbin onların (büyüyüp) olgunluk çağına ermelerini ve kendisinden bir rahmet olmak üzere definelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunu kendi emrim (ve re’yim)le yapmadım. İşte üzerinde sabretmeye dayanamadığın şeylerin içyüzü bu!”

83. (Ey Resûlüm!) Sana Zülkarneyn’i soruyorlar. De ki: “Size ondan bir hatıra okuyacağım.”[15]

84. Gerçekten biz onu yeryüzünde (büyük) bir iktidar sahibi yaptık ve ihtiyaç duyduğu her şey için bir sebep (bir yol ve imkân) bahşettik.

85. O da (batıya doğru) bir yol takip etti.

86. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir su gözesinde (Atlas Okyanusu’nda) batıyor buldu. Onun yanında da bir kavim buldu. (Ona:) “Ey Zülkarneyn! (İman etmezlerse onlara) ya azap edersin veya haklarında güzel (olan yol)u tutarsın.” dedik.

87. (Zülkarneyn) dedi ki: “Kim (inkâr ederek) zalim olursa, biz onu cezalandıracağız. Sonra o, Rabbine döndürülür. O da kendisine görülmemiş (şiddetli) bir azap ile azap eder.”

yuksel dedi ki...

88. “Ama kim de inanıp güzel amel (ve hareket)te bulunursa, mükâfatların en güzeli onundur. Ve ona buyruklarımızdan kolayını söyleyeceğiz.”

89. Sonra (Zülkarneyn) bir yol daha takip etti.

90. Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, onun (güneşin), kendilerine (sıcaktan koruyacak) hiçbir siper nasip etmediğimiz (çıplak) bir kavim[16] üzerine doğduğunu gördü.

91. İşte (Zülkarneyn) böyle (bir hükümranlığa sahip)tir. Doğrusu biz onun yanında ne var ne yoksa ilm(imiz)le kuşatmıştık.[17]

92. Sonra bir (başka) yol tuttu.

93. Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman, onların önünde (eteğinde), hemen hemen hiç söz (dil) anlamayan bir topluluk buldu.

94. Onlar (tercümanları vasıtasıyla): “Ey Zülkarneyn! Hakikaten Ye’cûc ve Me’cûc, bu yerde (çeşitli kötülükler yaparak) bozgunculuk çıkarmaktadır. Bizimle onlar arasına bir set yapman için sana vergi verelim mi?” dediler.

95. (O da:) “Rabbimin o hususta bana verdiği imkân (ve nimet) daha hayırlıdır. Haydi siz, bana kuvvet(iniz)le yardım edin de sizinle onlar arasına sağlam bir engel yapayım!” dedi.

96. “Bana demir kütleleri getirin.” Nihayet iki dağın arası (dolup) denkleşince: “Üfleyin (körükleyin).” dedi. Nihayet onu bir ateş haline koyduğu zaman: “Getirin bana, üstüne erimiş bakır dökeyim.” dedi.

97. Artık (Ye’cûc ve Me’cûc) onu ne aşabildiler ne de delebildiler.

98. (Zülkarneyn:) “Bu, Rabbimden (kullarına) bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği (kıyamet yaklaştığı veya Ye’cûc ve Me’cûc’ün çıkacağı) zaman, onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir.” dedi. [krş. 21/96]

99. O gün biz (herkesi deniz dalgaları gibi) birbiri içinde (çarparak) dalgalanır bir halde bırakmışızdır. Sûr’a üflenince de onları hep bir araya toplarız.

100-101. Beni anmaktan yana (kalp) gözleri perdeli olan ve (Kur’an’ı) dinlemeye dayanamayan o kâfirlere/küfre sapanlara o gün cehennemi tam anlamıyla gösteririz.

102. Küfre sapanlar, beni bırakıp kullarımı dost (ve ilâh) edin(ip onların dine aykırı buyruklarını tutmalarıyla onların kendilerine fayda ver)eceklerini mi sandılar? Muhakkak ki biz küfre sapanlara cehennemi bir konak olarak hazırladık.

yuksel dedi ki...

103-104. De ki: “(Yaptıkları) işler itibariyle, en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi?” Bunlar, kendilerinin iyi bir iş yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çalışmaları boşa giden kimselerdir. [bk. 24/39; 88/1-3]

105. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden kimselerdir. Bu yüzden, (onların hayır olarak yaptığı bütün) işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü onlar(ın iyi amelleri olmadığı) için bir terazi kurmayız.[18]

106. İşte, hem küfre saptıkları/inkâr ettikleri hem de âyetlerimi ve peygamberlerimi eğlence edindikleri için onların cezası cehennemdir.

107-108. Hakikaten iman edip de sâlih ameller işleyenler(e gelince), onlara da konak olarak Firdevs cennetleri vardır. Orada sürekli kalacaklardır. Oradan başka yere gitmek istemezler.

109. De ki: “Rabbimin sözleri(ni/ilmini yazmak) için deniz(ler) mürekkep olsa, yardım olarak bir o kadarını daha getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce o deniz(ler) tükenirdi.” [krş. 31/27]

110. De ki: “Ben ancak sizin gibi bir insanım; şu farkla ki bana ilâhınızın, bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Kim Rabbine (rızasına erişmiş bir mü’min olarak) kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih amel işlesin ve Rabbine ‘ibadet ve itaatte’ hiçbir şekilde şirk/ortaklık karıştırmasın.” [krş. 1/4; 11/123; 12/106]

(Allah varken, O’nu bırakıp gerek başkalarından yardım ummak, gerek Allah’ın emirlerine aykırı emir verenlere bağlanıp itaat etmek, amellere şirk karıştırmaktır. Rabbe kavuşma yolunda imandan sonra ilk adım, O’na ibadet ve emirlerine itaat, son mertebe de O’na tevekkül ve teslimiyettir (bk. 11/123). Allah’ın rızasına kavuşmak sâlih amelle olur. Kul namazı, cennet kazanma, Allah’tan korkma veya bir borç olarak kılmaktan ziyade; O’nun rızasına kavuşmak için kılmalıdır. Namaz, aynı zamanda nefsin veya içinde bulunulan her türlü ortamın köleliğinden kurtulduğunun ve Allah ile hür olduğunun göstergesidir. Mü’minin birinci görevi de bu hürlüğü şirksiz elde etmektir.) [bk. 2/45, 144]

[1] “Kebûra” fiili burada taaccüb anlamındadır (Elmalılı, VI, 4927).

[2] Beydâvî; Celâleyn.

[3] Dekyanus M.S. 141-151 yılları arasında Efes’te hüküm sürmüştür.

[4] Nitekim, çarşıya yiyecek almak için gönderilen genç, Efes’e inip üzerinde Kral Dekyanus’un adı bulunan paraları verince, bu paranın bir hazine buluntusu olduğundan ve kendisinden şüphelenen dükkân sahibi, bazı komşularını da çağırıp bunu Kralın yanına götürdü. Onlar bunun ve arkadaşlarının Hz. İsa’nın peygamber olduğuna inanan halis ve gerçek anlamda hıristiyan oldukları ve bundan dolayı putlara saygı gösterisi yapmaktan, O’na tapmaktan kurtulmak için mağaraya sığındıklarını anladılar. Bunun üzerine beraberce mağaraya gittiler, onlarla da konuştular ve onların 300 yıl kadar uyuduklarını anladılar. Bu sırada onlar bu gelen hıristiyan kardeşlerini selamlayarak yere uzandılar, tekrar uykuya dalar gibi ruhlarını teslim ettiler. Kral da onları oraya gömüp üzerlerine mescid gibi bir yer yaptı (Beydâvî; İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 413). Bu olay aynı zamanda öldükten sonra -âhirette- dirilmenin açık bir örneğidir. Buradan şöyle bir mesaj daha çıkartılabilir: Bu yiğit insanları, tevhîde inanıp, şirke ve putçuluğa karşı durmalarından dolayı bir hikmet üzere uyutan Rabbimizdir. Sonra onları ibret olarak uyandırıp öldüren de O’dur. Ama nice insanlar vardır ki dünya olayları, sistemler, nefislerinin heva ve hevesleri, şeytan ve dostları onları Allah’a kulluktan yana ölene kadar uyutmaktadır. Uyanık olanlara ve uyananlara ne mutlu!

yuksel dedi ki...

5] İbni Kuteybe, s. 266

[6] İbni Abbas, “İşte ben o ‘pek az’ın içindeyim.” demiş ve onların yedi kişi olduğunu söylemiştir (Beydâvî).

[7] Kureyş müşriklerinden bir grup, peygamberliğini öğrenmek için Resûlullah’a ruh, Ashâb-ı Kehf ve Zülkarneyn hakkında sualler sormuşlardı. O da konu ruha gelince, “Yarın cevap veririm.” demişti, “İnşallah” dememişti. İşte buradaki bir ifade hatasından dolayı 15 gün vahiy kesilmiş, Efendimiz (sas.) hakkında, “Onu Rabbi unuttu.” demişlerdi. Sonra bu âyetler ve bu sûrenin 9-25, 83-98 arası âyetleri ile Duhâ sûresi indi (Elmalılı, IV, 3198, 3217-3218).

[8] Buna göre bu süre/müddet, güneş takvimine göre 300, ay takvimine göre 309 senedir. Bu kadar zaman uyuma akılperestlere aykırı gelir. Fakat Allah’ın kudretine inananlar için hiç de aykırı değildir (Çantay, II, 358).

[9] Yüce Allah, iman ve küfrü seçme konusunda, insanları hür bıraktığını bu âyette açıklamıştır. [krş. 2/256; 76/3]

[10] İhlasla yapılan ibadetler ve hayır olan işler.

[11] Âyetteki “feseka” kelimesi “bir şeyden çıkma, âsî olma” mânasındadır.

[12] Allah asla zulmü istemez. Fakat hevâî arzular, otorite olmaya/güç ve baskıya dönüşünce hem zulüm hem de ilâhlık yapılmış olur ki bunun tarihte örnekleri vardır. [bk. 6/45-47]

[13] “Balığın dirileceği” yer ise Hz. Musa’ya, Hızır (as.) ile buluşma yeri olarak bildirilmişti

[14] İbni Abbas ve İbni Cübeyr’den rivayet edilmiştir (Elmalılı, V, 3268).

[15] Zülkarneyn hakkında bazı görüşler vardır. Bazıları, onun Makedonya kralı Büyük İskender olduğunu söyler. Diğerlerine göre o değildir. Çünkü o putperesttir. Kur’an’da sözü geçen Zülkarneyn’in ise Allah’a ve âhirete inanan velî, sâlih bir mü’min olduğunda ittifak vardır. Ona Zülkarneyn denmesi, güneşin iki ucuna varması, doğu ve batıya hükmetmesinden dolayıdır (Elmalılı, V, 3274-3279; Seyyid Kutub, IX, 461-462; Mehmed Vehbi, VIII, 3165). [bk. 18/86, 90]

[16] Bunların güneşten korunacak evi ve elbisesi olmayan zenci insanlar olduğu söylenir (Sâbûnî (Safve), II, 434; Celâleyn). Tunus ve Merakeş’e vardığında İfrikiyye adlı bir şehir kurmuş, bu yüzden bu kıtaya Afrika kıtası denmiş ise de zâhir olan Uzakdoğu olmasıdır (Elmalılı, V, 3284; Seyyid Kutub, IX, 462).

[17] O şeylerin çokluğu o derecede idi ki onları ancak Latîf ve Habîr olan Allah’ın ilmi ihâta edebilirdi (Beydâvî).

[18] Yahut: Onlara (iyi işleri için) hiçbir değer vermeyiz (Nesefî (Medârik), III, 27; Celâleyn).

yuksel dedi ki...

19. Meryem Sûresi


Mekke döneminde, Habeşistan’a hicretten önce nâzil olmuştur. 98 âyettir. 58 ve 71. âyetler Medine döneminde inmiştir. Özellikle Hz. Meryem’den ve onun Hz. İsa’yı dünyaya getirmesinden bahseder. Adını da Hz. Meryem’den almıştır.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.

2. (Bu), Rabbinin kulu Zekeriya’ya rahmetinin anılmasıdır.

3. (O,) Rabbine gizli bir seslenişle yalvarmıştı.

4. Demişti ki: “Rabbim hakikaten artık benim kemik(lerim) gevşedi/yaşlandım, saçım başım ağardı. Rabbim! Sana dua etmekle hiç bedbaht (ve mahrum) olmadım.”

5-6. “Doğrusu ben, arkamdan yerime geçecek yakınlarım(ın âsî olmaların)dan korktum; karım da kısırdır. Artık tarafından (yerime geçecek) bir yardımcı (oğul) ihsan et ki (o) bana da mirasçı olsun, Yakub ailesine de mirasçı olsun. Rabbim! Hem de onu rızana layık (olanlardan) kıl.” [bk. 3/38-39]

7. (Allah şöyle buyurdu:) “Ey Zekeriya! Hakikaten biz sana bir oğul müjdeliyoruz. Onun adı Yahya’dır. Bundan önce ona hiçbir adaş yapmadık.”

8. (Zekeriya:) “Rabbim! Benim için bir oğul nereden olacak? Üstelik karım kısırdır, ben de ihtiyarlığın son haddine ulaştım.

9. “Hal böyledir.” dedi. (Fakat) Rabbin de buyurur ki: “O bana göre kolaydır. (Çünkü) bundan evvel sen hiçbir şey değilken de seni yaratmışımdır.”

10. (Zekeriya:) “Rabbim! (Öyle ise) bana bir işaret ver.” dedi. (Allah:) “Senin işaretin, sapasağlam olduğun halde üç (gün, üç) gece insanlarla konuşamaz hâle gelmendir.” (buyurdu). [bk. 3/41]

11. Derken (Zekeriya) mâbetten kavminin karşısına çıkıp onlara: “Sabah akşam (Allah’ı) tesbih edin (namaz kılın).” diye işaretle bildirdi.[1]

(Teklif çağına gelmiş olan Hz. Yahya’ya:)

12-13-14-15. “Ey Yahya! Kitab’a kuvvetle sarıl.” (dedik) ve daha çocukken ona hikmeti (ilmi, derin ve ince anlayışı) verdik. Tarafımızdan bir kalp yumuşaklığı ve (günahlardan) temizlik de (ihsan ettik). O, çok muttaki idi. Annesine babasına da itaatkâr (idi), âsîlik eden bir zorba değildi. Doğduğu gün de, öleceği gün de, dirileceği gün de, ona selam olsun!

yuksel dedi ki...

16. (Resûlüm! Bu) Kitab’da Meryem’den de (onlara) söz et. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti.[2]

17. Sonra onlarla kendi arasına bir perde edin(ip çek)mişti. Biz ona ruhumuzu (Cebrail’i) göndermiştik de o, kendisine tam (ve düzgün) bir insan olarak görünmüştü.

18. (Meryem) dedi ki: “Doğrusu ben senden, esirgeyen (Allah’)a sığınırım. Eğer (günahtan) sakınan (bir) kimse isen (git yanımdan).”

19. (Cebrail de:) “Ben ancak Rabbinin sana tertemiz bir oğlan bağışlamak için gönderdiği elçisiyim.” dedi.

20. “Bana bir insan dokunmadığı ve ben de kötü/iffetsiz bir kadın olmadığım halde benim nasıl bir oğlum olur?” dedi. [krş. 3/47]

21. (Cebrail:) “Bu böyledir.” dedi. “(Fakat) Rabbin: ‘O bana göre kolaydır. Onu insanlara (kudretimize) bir işaret ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız’ dedi. Zaten (o ezelde) takdir edilmiş bir iştir.”

22. Nihayet (Meryem, Allah’ın izniyle) ona (İsa’ya) gebe kaldı ve bu (hali) ile uzak bir yere çekildi. [krş. 3/59-60]

23. Doğum sancısı onu (budanmış kuru bir) hurma ağacına (dayanmaya) zorladı. “Keşke bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup gitseydim!” dedi.

24. Derken, alt tarafından (bir ses) ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabbin alt (yan)ında küçük bir nehir meydana getirdi.” (bk. 23/50)

25. “Hurma ağacının (kuru) dalını kendine doğru silkele, (kudretimize delil olarak) üzerine taze, olgun hurma dökülsün.”

26. “Artık ye, iç, (oğlun dolayısıyla) gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: ‘Ben, Rahmân için (susma) oruc(u) adadım, bugün hiçbir insanla asla konuşmayacağım’ de.”

27. (Meryem) onu (kucağında) taşıyarak akrabalarına getirdi. (Onlar:) “Ey Meryem! Sen ne tuhaf bir şey yaptın!” dediler.

28. “Ey Harun’un (nesli ve doğrulukta onun)[3] kız kardeşi! Baban (İmran) kötü iş yapan bir kimse değildi, annen de fâhişe değildi.” (dediler).

yuksel dedi ki...

29. O da (kendileriyle konuşması için) çocuğa işaret etti. (Onlar:) “Biz beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?” dediler. [bk. 23/50]

30. (Çocuk) dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı.”

31. “Nerede olursam olayım beni, mübarek (feyizli ve insanlara faydalı) kıldı. Hayatta olduğum müddetçe bana namazı ve zekâtı emretti.”

32. “Beni anneme itaatli (ve iyilik edici) kıldı. Beni bedbaht/azgın bir zorba yapmadı.”

33. “Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de, ‘selâm’ (esenlik, Allah’tan) benim üzerimedir.” [krş. 19/15]

34. İşte çekiş(ip ayrılığa düş)tükleri Meryemoğlu İsa hakkında (Allah’ın) gerçek olan söz(ü) budur.

35. Allah’ın çocuk edinmesi (asla) olmamıştır. O’nun şânı yücedir (ve böyle yakıştırmalardan uzaktır). O, bir işe hükmettiği zaman, sadece ona “ol” der, o da (hemen) oluverir.

36. “Şüphesiz ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur.”

37. Sonra, birtakım gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler.[4] Artık (hesap) görülecek büyük günde kâfirlerin vay haline!

38. (Onlar) bize gelecekleri gün (başlarına gelecekler konusunda) neler neler işitecekler, (dehşet içerisinde) neler neler görecekler! Fakat (buna rağmen) zalimler, bugün (hâlâ) apaçık bir sapıklık içindedirler. [bk. 32/12]

39. (Resûlüm!) İşin bitirildiği (inkârcı ve günahkârların azap göreceği) hasret ve pişmanlık gününe karşı onları uyar. Onlar ise hâlâ gaflet içindedirler ve hâlâ inanmazlar. [krş. 39/54-56]

40. Şüphesiz biz, yeryüzüne ve üzerinde bulunan bütün insanlara vâris olacağız. Onlar (sonunda) ancak bize döndürüleceklerdir.

41. Kitab’da (bildirdiğimiz gibi) İbrahim’i de (onlara) hatırlat. Çünkü o, dosdoğru bir peygamberdi.

yuksel dedi ki...

42. Hani O, babasına demişti ki: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir fayda vermeyen şeylere niçin tapıyorsun?”

43. “Babacığım! Kesin bilesin ki bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir. Bana uy da seni doğru düzgün bir yola eriştireyim.” [bk. 6/74]

44. “Babacığım! Şeytana tapma! Çünkü şeytan, Rahmân’a âsî olmuştur.”[5]

45. “Babacığım! Doğrusu ben, sana Rahmân’dan bir azabın dokunmasından, böylece de şeytana dost (ve arkadaş) olmandan korkuyorum.”

46. (Babası:) “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (onları kötülemekten) vazgeçmezsen mutlaka seni taşa tutar (fena yapar)ım; uzun bir zaman benden uzaklaş (gözüme görünme bir daha).” dedi.

47. (İbrahim) dedi ki: “Sana selam olsun (selametle kal), senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana çok lütufkârdır.” [bk. 14/41; 60/4 ve krş. 9/113-114]

48. “Sizden de Allah’tan başka yalvardığınız şeylerden de ayrılıyorum ve Rabbime (senin için) dua ediyorum. Umulur ki Rabbime dua etmekle, bedbaht olmam (mahrum bırakılmam).”[6]

49. İşte (İbrahim) onlardan ve Allah’tan başka yalvar(ıp tap)tıklarından ayrılınca, biz de ona İshak’ı ve Yakub’u[7] bahşettik ve her birini peygamber yaptık. [krş. 2/133; 11/ 71; 21/72]

50. Onlara rahmetimizden (peygamberlik vererek) ihsanda bulunduk ve onlar için yüce sayılarak (her dinde) doğruluk dili (saygıyla anılma) sağladık.

51. (Ey Resûlüm!) Kitab’da (bildirdiğimiz gibi) Musa’yı da hatırla! Çünkü o, ihlasa erdirilmiş idi; hem de (İsrâiloğulları’na gönderilmiş) bir Resûl ve bir peygamberdi.

52. Ona Tûr’un sağ tarafından seslenmiş ve özel konuşmak için onu (huzurumuza) yaklaştırmıştık.

53. Rahmetimizden dolayı ona, kardeşi Harun’u da nebi olarak ihsan ettik.

54. Kitab’da İsmail’i de an. Çünkü o, sözüne sâdıktı ve (tarafımızdan) gönderilmiş bir peygamber idi. [Hz. İsmail’in kurban edilmesi hakkında bk. 37/102-103]

55. O, ehline/kavmine namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbi katında da beğenilmişti.

yuksel dedi ki...

56. Kitab’da (bildirdiğimiz gibi) İdris’i de an. Çünkü o, çok doğru bir peygamber idi.

57. Biz onu pek yüce bir yere (makama) yükselttik.

58. İşte bunlar, kendilerine Allah’ın nimet verdiği peygamberlerden; Âdem’in neslinden ve Nuh ile beraber (gemide) taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsrâil (Yakub)’un neslinden, doğru yola eriştirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rahmân (olan Allah)’ın âyetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak (hemen) secdeye kapanırlardı.[8]

59. Kendilerinden sonra arkalarından öyle (kötü) bir nesil geldi ki namazı bıraktılar ve şehvetlerine uydular.[9] İşte (bunlar), azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır.[10]

60-61. Ancak tevbe edenler, iman edenler ve sâlih amelde bulunanlar hariçtir. İşte bunlar hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacak ve cennete, Rahmân (olan Allah)’ın kullarına gıyâben vaadettiği Adn cennetlerine (girecekler)dir. Muhakkak ki O’nun vaadi yerine gelecektir.[11]

62. Orada boş bir söz değil, ancak selam (esenlik) sözleri işiteceklerdir. Orada (dünyadaki) sabah akşam (sürelerince ve istedikleri zaman) onların rızıkları da vardır.[12]

63. Kullarımızdan, takvâ sahibi (emirlerimize uygun yaşayan) kimseleri mirasçı kılacağımız cennet işte budur.

(Hz. Peygamber’e bazı konularda sorular yöneltmişler, bunların cevabı için vahiy birkaç gün gecikince, o da Hz. Cebrail’e gecikme sebebini sormuştu. Aşağıdaki âyet, Hz.Cebrail’in Hz. Peygamber’e yüce Allah tarafından bildirilen cevabıdır.)[13]

64. “Biz (görevli melekler) ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan şeyler O’nundur. Rabbin asla unutkan değildir.”

65. (O,) göklerin, yerin ve bunlar arasındaki her şeyin Rabbidir. O halde O’na kulluk et ve bu kullukta sabret. O’nun bir adaşını (benzerini) biliyor musun? (Yoktur.)

(Cenâb-ı Hakk’ın özel ismi Allah’tır. Kullukta yani ibadet ve itaatte kendisine denk hiçbir ilâh (tanrı) yoktur. Mâbud ancak O’dur, hüküm ve mutlak hâkimiyet ancak O’nundur. Allah’ın emrine aykırı olan hususlarda başkalarına bile bile ve isteyerek itaat ise, onları rab edinmektir.) [bk. 9/31]

66. İnsan: “Ben öldüğüm zaman mı diri olarak çıkarılacağım?” der. [bk. 13/5; 36/77-79]

67. İnsan, önceden hiçbir şey değilken kendisini hakikaten bizim yarattığımızı düşünmez mi?

yuksel dedi ki...

68. Rabbine Andolsun ki biz, onları da şeytanları da (mahşerde) toplayacağız. Sonra onları mutlaka cehennemin etrafında diz çökmüş olarak hazır bulunduracağız.

69. Sonra her ümmetten hangisi Rahmân (olan Allah)’a en çok karşı gelmişse (önce onu cehenneme) çekip ayıracağız.

70. Sonra biz, onlardan oraya (cehenneme) girip yanmaya daha layık olanları elbette daha iyi biliriz.

71. Sizden (Sırât’ı geçebilmek için) cehenneme gitmeyecek (uğramayacak) kimse yoktur.[14] (Bu,) Rabbinin (yapmayı) üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür.

72. Sonra muttakî olan (ibadet ve itaatle günahlardan sakınan)ları kurtarırız (cennete sevkederiz).[15] Zalimleri de orada (cehennemde) diz üstü çökmüş olarak bırakırız.

73. Onlara apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman inkâr edenler, iman edenlere: “Bu iki topluluktan (mü’min ve kâfirlerden) hangisinin yeri daha iyi ve mevkii daha (muteber ve) güzeldir?” dediler.

74. Onlardan önce nice asır(larda nice nesilleri) yok ettik. Halbuki onlar, varlıkça ve gösterişçe daha (muteber ve) güzeldi.

75. De ki: “Kim sapıklık içinde ise, Rahmân (olan Allah) ona mühlet verdikçe versin (ne çıkar), nihayet vaadedildikleri şeyi -ya (dünyadaki) azabı ya da kıyameti- gördükleri zaman, artık yerce/makamca kimin daha kötü, güç ve asker bakımından kimin daha zayıf olduğunu bileceklerdir.

76. Allah, (İslâm ile) doğru yolu bulanların hidayetini (iman gücünü) artırır. (Mü’min kimseden geride) devamlı kalacak sâlih işler, Rabbinin katında sevap yönüyle daha iyi, dönüş yeri(ne hazırlık) olarak da daha hayırlıdır.

(Hz. Habbâb’ın Âs b. Vâil’den alacağı vardı. Onu istedi. Âs da, “Muhammed’i inkâr edersen veririm!” dedi. Habbâb (ra.) ise, “Vallâhi ne hayatımda ne ölümümde ne de tekrar dirildiğimde onu inkâr ederim” dedi. Âs ise, “Mâdem dirilecekmişiz, o zaman bana gel, benim de yine malım ve çocuğum çok olur, sana istediğini veririm.” dedi.[16] İşte aşağıdaki âyetler, bu türlü kimselere cevap vermektedir.)

77. (Şu) âyetlerimizi inkâr eden ve: “(Kıyamette) bana mal ve evlat verilecek.” diyeni gördün mü?

78. O, görünmeyeni (âhireti) mi biliyor, yoksa Rahmân (olan Allah)’ın katından bir söz mü aldı?

yuksel dedi ki...

79. Hayır! (Aldanıyor), biz onun söylediğini yazacağız ve ona azabı uzattıkça uzatacağız.

80. O dediği (mal ve evlâdı)na, biz vâris olacağız ve o bize tek başına (malsız ve evlatsız) gelecek.

81. Onlar, kendilerine bir şeref, güç ve mevki kaynağı olsun diye, Allah’tan başka tanrılar edindiler (Birtakım varlıkları tanrı/put haline getirip ona bağlandılar, her işlerinde ondan güç alır oldular). [bk. 4/139; 29/25; 63/8]

82. Hayır! (İş öyle onların zannettiği gibi olmayacak). O (taptıkları) şeyler, bunların tapınmalarını (o gün) inkâr edecek ve kendilerine azılı düşman kesilecektir. [krş. 2/165-167]

83. Kâfirlerin üzerine, onları daha da kışkırtan şeytanları, bizim gönderdiğimizi görmedin mi?

(Çünkü küfür bataklığında ancak şeytanlar barınır. Şeytan; kâfir, tâğût ve müşriği küfürde daha da azdırır.)

84. O halde onlara karşı (azap için) acele etme! Biz onlar için (günlerini) saydıkça sayıyoruz. [bk. 3/178; 31/24; 86/17]

85-86. O gün takvâ sahiplerini, Rahmân’ın huzuruna toplayacağız ve günahkârları da susuz cehenneme süreceğiz.

87. Rahmân’ın katında bir ahd edinmiş (söz ve izin almış) kimselerden başkaları şefaate mâlik olamazlar.

(Âyet-i kerîme şefaat edene de, edilene de delâlet etmektedir. Şöyle ki: Başkalarına şefaat edecek olanlar, kişilerin kendilerince şefaatçi kabul ettikleri kimseler olmayıp, ancak Rahmân olan Allah’ın izin verdiği kimseler olacaktır. Şefaat edilecek olanlar ise Rahmân’dan izin alabilen yani dünyada iken Allah’a inanan, O’nun emir ve yasaklarını açıkta veya gizlide dışlamayan kimseler olacaktır.)

88. “Rahmân (olan Allah) çocuk edindi.” dediler.

89. Andolsun ki siz, pek kötü bir şey (ortaya) attınız.

90. On(ların sözün)den neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar da yıkılıp çökecekti.

91. (Buna sebep,) Rahmân için bir çocuk iddia etmeleridir.

yuksel dedi ki...

92. Halbuki çocuk edinmek Rahmân’ın şânına yakışmaz. [bk. 16/57; 43/15-18; 53/21-22]

93. Göklerde ve yerde olan herkes, Rahmân’a bir kul olarak gelecektir. [bk. 10/68]

94. O, bunların hepsini kuşatmış ve onların adedini sayıp tespit etmiştir.

95. Ve onların hepsi de, kıyamet günü tek başına O’na gelecektir.

96. İman edip sâlih amel işleyenler için Rahmân, (yer ve göktekiler nezdinde, gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.

97. (Resûlüm!) Biz onu (Kur’an’ı) senin dilinde (indirerek) kolaylaştırdık ki onunla (günahlardan) sakınanları müjdeleyesin ve inatçıları da onunla uyarasın.

98. Biz onlardan önce nice nesiller (insanlar)ı yok ettik. Onlardan hiçbirini hissediyor veya onlardan bir fısıltı (olsun) işitiyor musun?

[1] Âyetteki “evhâ” fiili “işaretle bildirdi” anlamındadır (Râzî, XV, 296). Tercüme de bu şekilde yapılmıştır.

[2] Beyt-i Makdis’in veya evinin doğusuna.

[3] Sâbûnî (Safve), II, 215.

[4] İsa (as.) ve Üzeyr (as.) Allah’ın kulu ve peygamberi iken kimi, “İsa Allah’ın oğludur.” kimi, “Allah’ın kendisidir.” kimi, “Allah’ı meydana getiren üç esasın biridir.” kimi: “Allah’ın kulu ve peygamberidir.” kimi de: “Üzeyr Allah’ın oğludur.” dedi. Peygamberlere: “Allah’ın kulu ve Resûlüdür.” demeyenlerin hepsi, müşrik ve kâfir olmuşlardır.

[5] Allah’a isyan edenlerin hepsi şeytan ordusunun elemanları olmuştur. Tevbe edip Allah’a kulluk edenler ise Allah (cc.) taraftarı olmuşlardır. [bk. 58/22]

[6] Bu duayı söz verdiği için yapmıştı. [bk. 9/114]

[7] Hz. Yakub, Hz. İshak’ın oğludur.

[8] Secde âyeti konusunda bk. 7/206

[9] Şehvetlerine uyan fert ve toplumlar, ilâhî ölçüleri çiğnemiş, günahkârlığa, hevâ ve hevese dayalı bir hayat tarzı ortaya koymuş ve fesâda sebep olmuşlardır.

[10] Yahut, cehennemin Gayyâ vadisini boylayacaklardır.

[11] “Me’tiyyen” ism-i mef’ûl olmasına rağmen, ism-i fâil anlamında kullanılmıştır. Tercüme de buna uygun yapılmıştır.

[12] Cennette sabah akşam olmadığı; dinleyenlerin zihinlerinde vakit/öğün kavramı olduğu için yüce Allah “sabah ve akşam” buyurmuştur. Biz de âyete buna göre açıklık getirdik. [bk. Râzî, XV, /379-380]

[13] Beydâvî.

[14] İbni Kesir (Sâbûnî), II, 461-462; Beydâvî. Bu olayı, “Deniz köprüsünden geçmek için denize gitmeyecek kimse yoktur.” şeklinde bir misalle açıklayabiliriz. Yoksa, “Herkes cehenneme gidecektir.” diyemeyiz. Buradaki ifade, herkes cehenneme uğrayacak, ancak yeri orası olanlar köprüyü geçemeyeceklerdir. Resûlullah’a bu âyetin açıklaması sorulduğunda bir sonraki 72. âyeti okumuştur.

[15] Beydâvî.

[16] Beydâvî.

yuksel dedi ki...

20. Tâhâ Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 135 âyettir. Sûre, adını başındaki mukattaa harflerinden almıştır. 130-131. âyetleri Medine döneminde inmiştir.[1]


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Tâ, Hâ.

2-3. (Resûlüm!) Biz Kur’an’ı sana zahmet çekmen için değil, ancak (Allah’tan) korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.

4. (Bu Kur’an,) yeri ve yüce gökleri yaratanın peyderpey (tedrîcen) indirdiği (bir kitap)tır.

5. O Rahmân(’ın hâkimiyeti) arşı kuşatmış/hükmü altına almıştır.

6. Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında olanlar(ın hepsi) ancak O’nundur.

7. Sesini (duada) yükseltsen (de yükseltmesen) de (O’na göre birdir). Çünkü O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. [bk. 14/38; 25/6]

8. Allah O’dur ki O’ndan başka ilâh yoktur, en güzel isimler O’nundur.

9. (Resûlüm!) Musa’nın haberi artık sana geldi.[2]

10. Hani, vaktiyle (Sînâ’da) o bir ateş görmüştü de ailesine: “Siz durun. Çünkü ben bir ateş gördüm. Belki size ondan bir kor getirir, yahut ateşin yanında bir yol gösteren bulurum.” demişti.

11. (Musa) o(nun yanı)na gelince, kendisine (şöyle) seslenildi: “Ey Musa!”

12. “Haberin olsun, senin Rabbin benim ben. Haydi pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vadide, Tuvâ’dasın.” [bk. 27/7-13; 79/16]

(Yüce Allah bu âyette, bir inceliğe işaret ediyor: Kutsal vadi ile pabuç münasebeti. Demek oluyor ki ayaklardaki pabuçlar, bir yönüyle kutsal yere temasta bir engel teşkil ediyor. Diğer yönüyle ayakta kirlenmiş olduğundan onları çıkarmak gerekiyor. Bunu mânevî yönden ifade edersek; Allah’ın huzuruna çıkarken, O’nunla yakın temasa geçmesi için hem bunu önleyecek dünyalıkları kalpten çıkarmak hem de kirlerden arınmış olmak lazımdır.)

13. “Ve ben (peygamberliğe) seni seçtim, şimdi vahyedilenleri dinle.” [bk. 7/144]

14. “Şüphesiz Allah, benim ben. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Bana kulluk et. Ve beni anmak için dosdoğru namaz kıl.”

15. “Elbette ki (beklenen kıyamet) saat(i) gelecektir. Ben onu, hemen hemen gizli tutuyorum ki herkes (her an âhiretine hazır olsun ve orada dünyada iken peşinde koştuğu ve) çalıştığının karşılığını bulsun.”

yuksel dedi ki...

16. “Artık ona inanmayan ve (kendi) arzusuna uyan kimse sakın seni on(a inanmak)tan alıkoymasın, sonra (sen de) helak olursun!”

17. “O sağ elindeki nedir ey Musa?”

18. (Musa) dedi ki: “O âsâmdır. Ona dayanırım, onunla davarıma yaprak çırparım ve onunla daha birçok ihtiyacımı görürüm.”

19. (Allah) buyurdu: “Onu (yere) bırak ey Musa!”

20. O da onu bıraktı. Bir de ne görsün! O, (kıvranıp) koşan bir yılan oluvermiş.

21. (Allah) buyurdu: “Al onu (eline), korkma, biz onu yine ilk şekline döndüreceğiz.”

22-23. “Bir de elini koltuğuna sok. Kötü bir durum/bir hastalık olmaksızın, başka bir mucize olarak bembeyaz bir halde çıksın. (Böylece) sana en büyük mucizelerimizden gösterelim. [bk. 7/133-144; 27/12; 28/32]

24. “Firavun’a git, çünkü o azdı.” (Benim kullarım üzerinde otorite kurup kendisini ilâhlaştırdı.)

25. (Musa) dedi ki: “Rabbim! Benim gönlüme genişlik ver.”

26-27-28. “Benim işimi kolaylaştır, dilimden de (şu) düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar.”

29-30. “Ailemden kardeşim Harun’u bana vezir (yardımcı) yap.” [bk. 26/13]

31-32-33-34. “Onunla arkamı kuvvetlendir (Onu bana destek eyle). Onu işimde ortak yap ki seni çok tesbih edelim ve seni çok analım (tebliğ edelim).”

35. “Şüphesiz sen bizi görmektesin.”

36. (Allah) buyurdu: “Ey Musa! İstediğin sana verildi.”

37. “Andolsun ki biz, sana (önceleri) bir defa daha (şöyle) iyilikte bulunmuştuk:”

38. “Hani (sen doğduğunda) annene vahyedilecek şeyi (ilham ile) bildirmiştik.”

39. “Onu sandığa koy, (Nil) nehr(in)e at ki nehir de onu kıyıya getirip bıraksın. (Böylece) onu, hem bana hem de ona düşman olan birisi alacaktır.” (demiştik). “(Ey Musa! Sevilmen ve) nezaretim altında yetiştirilmen (ve görenlerin sevmesi) için sana kendimden bir sevgi koydum.” [krş. 28/7-9]

(Müneccimlerin Firavun’a İsrâiloğulları’ndan doğacak bir erkek çocuğun yetişip hâkimiyetini elinden alacağını haber vermeleri üzerine Firavun, Hz. Musa’nın doğup yetişmesini önlemek için İsrâiloğulları’nın doğan erkek çocuklarını öldürüyordu. Firavun ile karısı Âsiye bahçede gezinirken, suda akıp gelen bir sandığı çıkarttırıp içindeki çocuğu görünce birden şaşırdılar. Allah’ın lütfu ile içlerinde bir sevgi belirdi. Artık bir süt anne aramaya başladılar. Fakat çocuk, bulduklarını da emmiyordu; elbette bu sevk-i tabiî değil sevk-i ilâhî idi. Bunu duyan ablası, Firavun’un sarayına gitti.)

yuksel dedi ki...

40. “Hani kız kardeşin (Firavun’un sarayına) gidip: ‘Ona bakacak (ve emzirecek) birisini size göstereyim mi?’ diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve üzülmesin diye seni annene geri verdik. Hani, bir de (sen Mısırlı’ya bir tokat vurarak kaza ile) adamı öldürmüştün de seni (öldüreceklerken) o tasadan kurtarmış ve seni (bunlar gibi)[3] birtakım sıkıntılarla denemiştik. Bunun için Medyen halkı içinde senelerce kalmıştın. Sonra takdire göre (peygamberlik görevini yüklenecek duruma gelince, buraya) geldin, ey Musa!” [bk. 28/15-16]

41. “Seni kendim için (peygamber) seçtim.”

42. “Sen kardeşinle birlikte benim âyetlerimi götürün ve beni anmakta (o Firavun’a tebliğde) gevşeklik göstermeyin.”

43. “Firavun’a gidin. Çünkü o azdı.”

44. “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt dinler ve (benden) korkar.”

45. Dediler ki: “Ey Rabbimiz! (Onun) bize kötülük etmesinden veya iyice azmasından korkuyoruz.”

46. (Allah) buyurdu ki: “Korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.”

47. “Hemen ona gidin de deyin ki: “Biz Rabbinin elçileriyiz. İsrâiloğulları’nı bizimle beraber gönder, onlara eziyet etme! Rabbinden sana bir mucize getirdik. Selam (ve saadet) doğruya uyanlaradır.”

48. “Bize, ‘(peygamberleri) yalanlayanlar ve (Hak’tan) yüz çevirenler mutlaka azaba çarptırılacaktır.’ diye vahyedildi.”

49. (Firavun:) “Rabbiniz kimdir, ey Musa!” dedi.

50. O da: “Rabbimiz her şeye yaratılış ve özelliğini verip sonra (bu özelliğe) uygun yolu gösterendir.” dedi.

51. (Firavun:) “Öyleyse ya önceki nesillerin durumu ne olacak?” dedi.

52. (Musa) dedi ki: “Onun bilgisi, Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim şaşmaz da, unutmaz da.”

53. “O (Rab) ki yeri size bir beşik yaptı. Orada sizin için yollar açtı ve gökten bir su (yağmur) indirdi.” (Allah buyurdu ki:) “Biz o su ile çeşitli bitkilerden çiftler çıkartmaktayız.” [krş. 21/31]

yuksel dedi ki...

54. “Hem yiyin hem de hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz bunda, (batıla uymayan) akıl sahipleri için (Allah’ın kudretini gösteren açık) deliller vardır.”

55. “Sizi (ilk olarak) ondan (karışmış çeşitli renk topraktan) yarattık Yine oraya (toprağa) döndüreceğiz. (Sonra dirilişiniz için) bir kere daha ondan çıkaracağız.” [krş. 7/25]

56. (Resûlüm!) Andolsun ki biz, ona (Firavun’a) bütün âyetlerimizi gösterdik de o yine yalanladı ve yüz çevirdi. (İnanmamakta) direndi. [bk. 17/101; 54/42]

57. Ve: “Ey Musa! Sihrinle bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?” dedi.

58. “Biz de mutlaka sana, onun benzeri bir sihirle karşılık vereceğiz. Şimdi sen, aramızda bizim de senin de caymayacağımız uygun/düz bir (meydanlıkta) buluşma yeri ve vakti ayarla (da orada karşılaşalım).”

59. (Musa:) “Sizinle buluşma zamanımız, süs günü (bayram günü) ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir.” dedi.

60. Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Hilesini (en mâhir sihirbazlarını ve aletlerini) topladı sonra (buluşma yerine) geldi.

61. Musa onlara: “Yazıklar olsun size! Allah’a karşı yalan uydurmayın. Sonra O (öyle) bir azap gönderir (ki) onunla kökünüzü kurutur. Doğrusu (O’na) iftira atan perişan olur.” dedi.

62. (Sihirbazlar) işlerini (ve Musa’nın sözlerini) tartıştılar ve (“Musa galip gelirse”! diye) fısıltı ile kendi aralarında konuştular.

63. Dediler ki: “Bunlar olsa olsa iki sihirbazdır: Sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en ideal yolunuzu (yaşam düzeninizi bozmak) istiyorlar.”

64. “O halde, bütün hilenizi toplayıp sıra halinde (meydana) gelin. Bugün üstün gelen mutlaka kurtuluşa/muradına ermiştir.”

65. (Sihirbazlar:) “Ey Musa! Hünerlerini istersen önce sen ortaya at, istersen biz ortaya atalım.” dediler.

66. (Musa:) “Hayır! Siz atın!” dedi. (Ellerindekini attılar.) Bir de baktı ki onların ipleri (halatları) ve değnekleri, düzenbazlıkları yüzünden kendisine hakikaten (yılan şeklinde) koşuyor gibi görünüyor.

67. Bu yüzden, Musa içinde bir korku hissetti.

yuksel dedi ki...

68. (Bunun üzerine biz:) “Korkma, çünkü sen evet sen daha üstün (gelecek)sin.” dedik.

69. “Sağ elindeki (âsâ)nı at, onların yaptıklarını yutacaktır. Çünkü onların yaptıkları sadece bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa (ne yapsa) umduğuna eremez.” [krş. 7/119]

(Hz. Musa’nın yere attığı âsâsı, gerçek bir ejderha olmuş ve sihirbazların ejderha şeklinde gözüken bütün aletlerini yutmuştu. Çünkü o vahye dayanmıştı. Sihirbazlar bunun bir sihir değil ilâhî bir mucize olduğunu anladılar. Çünkü Hz. Musa da onlar gibi sistemin batıla dayanan düzeneklerinden ve düzenbazlığından yararlansaydı, âsâsı onları yutamazdı ve aralarında boğuşma olur, üstün gelemezdi. İşte bu mucize, kaynağı ve dayanağı vahiy olan ile batıl olanın farkını ortaya koyar.)

70. Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandı(lar): “Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik.” dediler.

71. (Firavun:) “(Benim yönetimim ve otoritemin geçerlilik alanında) ben size izin vermeden mi O’na iman ettiniz? (O’nun buyruğuna girdiniz?) Şüphesiz o size sihri öğreten büyüğünüzdür. O halde elbet ben, de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Siz de hangimizin azabı daha şiddetli ve daha süreklidir elbette bileceksiniz.” dedi.

(Ülke hâkimiyetini elinde bulunduran ve bundan dolayı o yerde kendisini en büyük rab sayan (79/24) Firavun’un ülkesinde, kendisine saygı göstermeyip ondan izin almadan Allah’ı ve O’ndan geleni tercih etmek, rejimi yönünden hem en büyük hainlik hem de düşman tehlikesinden bile öncelikli ve önü kesilmesi gerekli bir husus idi.) [bk. 7/118-126; 26/41-53; 85/4-8]

72. (Sihirbazlar): “Bize gelen (bunca) mucizelere ve bizi yaratana karşı seni asla tercih etmeyiz. Artık sen ne hüküm vereceksen ver (yapacağını yap)! Sen (olsa olsa) bu dünya hayatına hükmedebilirsin.”

73. “Doğrusu biz, hatalarımızı ve bizi zorla(yarak yaptır)dığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah(’ın mükâfatı seninkinden) daha hayırlı ve (cezası ve mükâfatı da) daha devamlıdır.” dediler.

(İşte sihirbazlar, tanrılık taslayan krala itaati reddedip kısa zamanda gerçek bir iman örneği sergilemişlerdir.)

74. Şüphesiz ki kim Rabbine suçlu olarak (emirlerini tanımamış olarak veya şirk içinde) gelirse, şüphesiz onun için cehennem vardır. Orada (yanmakla) ne ölü(p kurtulu)r ne de (tekrar dirilince) yaşar (daima yanıp ölür, dirilip tekrar yanar). [bk. 4/56; 25/14; 87/13]

yuksel dedi ki...

75-76. Kim de O’na sâlih (sevaplı) amel işlemiş bir mü’min olarak gelirse, işte onlar için yüksek dereceler, alt tarafından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır ki (onlar) orada ebedî kalacaklardır. İşte bu, (her türlü günahtan) arınanların mükâfatıdır.[4]

77. Andolsun ki biz, Musa’ya: “Kullarımı (Mısır’dan) geceleyin yürüt (çıkar). Onlara denizde (âsân ile) kuru yol aç. (Firavun) yetişecek diye korkma. (Boğulmaktan da) endişe etme.” diye vahyetmiştik. [bk. 26/52; 44/23]

78. Firavun da askerleriyle onların peşine düştü. (Ama o yarılan) denizden onları saran (bir dalga), kendilerini kaplay(ıp boğ)uverdi. [krş. 26/60-66]

79. Firavun kavmini saptırdı ve doğru yola iletemedi.

80. Ey İsrâiloğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık. Tûr’un sağ yanında (Musa’ya Tevrat’ı indireceğimize dair) size vaadettik ve (Tîh çölünde de) üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.

81. Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz/helal olanlarından yiyin. Bu hususta azgınlık etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Kimin de üzerine gazabım inerse, hiç kuşkusuz o, uçuruma düşmüş (helak olmuş)tur.

82. (Bununla beraber) şüphesiz ben, tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyen, sonra da doğru yolda giden kimseyi, elbette bağışlarım.

(Hz. Musa, kavmi ile Mısır’dan çıkıp Sînâ’ya geçtikten sonra, yerine kardeşi Harun’u koyup kendisi Cenâb-ı Hak’tan vahiy almak için alelacele Tûr’un yolunu tutmuştu. Halbuki 70 kişiyi de beraberinde götürecekti.) [bk. 2/57]

83. (Allah buyurdu:) “Ey Musa! (Seni alelacele) kavminden öne geçiren nedir?”

84. Dedi ki: “Onlar işte benim izimde(n gelmekte)dirler. Yâ Rabbi! Sen razı olasın diye sana (gelmekte) acele ettim.”

85. (Allah:) “Biz senden sonra, (çölde başlarına Harun’u bıraktığın) kavmini denedik. (Münâfık) Sâmirî onları saptırdı.” buyurdu.

86. Bunun üzerine Musa kızgın ve üzgün olarak kavmine döndü: “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? (Ben ayrılınca) size zaman uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üstünüze bir gazap inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?” (dedi.)

87. Dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik. Fakat biz, o halkın (Mısırlılar’ın) ziynetinden birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları (eritmek için ateşe) attık. Aynı şekilde Sâmirî de kendi mücevheratını attı.”

88. (İşte bu şekilde Sâmirî) onlara (yapmacık olarak) böğüren bir buzağı heykeli (döküp) çıkardı. (O ve adamları:) “Bu sizin de, Musa’nın da ilâhıdır; ama o unuttu (aramaya gitti).” dedi.

yuksel dedi ki...

89. (Onun) kendilerine hiçbir sözle karşılık veremediğini, yine kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermeye gücünün yetmediğini görmezler mi?

90. Doğrusu, Harun da onlara önceden: “Ey kavmim! Siz bununla ancak imtihan edildiniz. Şüphesiz ki Rabbiniz Rahmân (olan Allah)’tır. (Buna tapmayın) bana uyun ve emrime itaat edin.” demişti.

91. (Onlar:) “Musa bize dönünceye kadar ona tapmaya devam etmekten asla vazgeçmeyeceğiz.” demişlerdi.

92-93. (Musa dönünce:) “Ey Harun! Onları sapmış olarak gördüğün zaman, bana uymaktan (ve onları engellemekten) seni alıkoyan neydi? Emrime karşı mı geldin?” dedi (ve sakalından, saçından tutup çekmeye başladı). [bk. 7/150]

94. (Harun:) “Ey anamın oğlu! Sakalımı, başımı (saçımı) tutma! Doğrusu ben senin: ‘İsrâiloğulları arasında ayrılık çıkardın ve sözüme dikkat etmedin.’ demenden korktum (da bunları terk edip gelmedim).” dedi.

95. (Musa:) “Ey Sâmirî! Ya senin (bu) işin nedir?” dedi.

96. (O da): “Ben onların görüp bilmediklerini gördüm de (onları yanıltıp inandırmak için) elçi (Cebrail’)in izinden bir avuç (toprak) avuçladım. Onu da (erimiş ziynetlerin içine) attım. Böylece nefsim bana (bunu) hoş gösterdi.” dedi.

(Böylece uydurduğu şeyleri Hz. Musa’ya da bir pâye vererek kendisini savunmaya çalıştı.)[5]

97. (Musa:) “(Defol) git! Doğrusu, artık hayatta senin için (ceza); ‘Bana dokunmayın.’ demendir. (Âhirette ise) senin için asla kurtulamayacağın bir ceza günü vardır. (Şu) karşısında durup tapmakta olduğun ilâhına bak! Biz onu mutlaka yakacağız. Sonra mutlaka ufalayıp denize atacağız.” dedi.[6] [krş. 44/58]

98. Ancak sizin ilâhınız, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. O her şeyi ilmi ile kuşatmıştır.

99. (Resûlüm!) Böylece sana, geçmiş (ümmet)lerin haberlerini anlatıyoruz. Şüphe yok ki tarafımızdan sana bir zikir (tefekkür hazinesi ve hayat nizâmı olarak Kur’an’ı) verdik.

100. Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz o kıyamet günü (ağır) bir günah yüklenecektir.

101. Onun (azabı) içinde ebedî kalacaklardır. Kıyamet gününde onlar için (bu) ne kötü bir yüktür!

102. O gün Sûr’a üflenir. Ve o gün suçluları (korkudan) gözleri göğermiş olarak (mahşerde) toplarız.

103. Kendi aralarında: “Siz (dünyada olsa olsa) on gün kadar (bir süre) kaldınız.” diye gizli gizli fısıldaşacaklar. [krş. 23/113; 30/55; 79/46]

104. Onların söyledikleri şeyleri biz daha iyi biliriz. Onların en olgun akıllı olanı (ise): “Bir günden daha fazla kalmadınız.” diyecek.

105. (Resûlüm!) Sana dağlar hakkında (da) soruyorlar. De ki: “Rabbim onları (kıyamet günü) ufalayıp savuracaktır.”

yuksel dedi ki...

106. “Yerlerini dümdüz (çöl gibi) kuru bir toprak halinde bırakacak.”

107. Orada ne bir eğrilik (çukur) ne de bir tümsek göreceksin. [bk. 18/ 47; 101/5]

108. O gün (mahşerde insanlar) davetçiye hiçbir ‘eğrilik ve sapma’ olmadan uyarlar. Rahmân (olan Allah)’a karşı sesler kısılmıştır; fısıltıdan (uğultudan) başka ses işitemezsin.

109. O gün, Rahmân’ın kendisine şefaat izni verip sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. [krş. 2/255; 21/28; 53/26; 78/38]

110. (Allah) onların önlerindeki (gelecekleri)ni ve arkalarındaki (geçmişleri)ni bilir; onlar ise O’nu bilgice kavrayamazlar.

111. (Bütün) yüzler, Hayy ve Kayyûm[7] olan (Allah’a) boyun eğmiştir. (Omuzlarına) zulüm yüklenenler de hakikaten hüsrana uğramıştır.

112. Kim de iman etmiş olarak ‘sâlih (sevaplı) işler’ yaparsa, artık o, ne bir zulümden ne de hakkının eksik verilmesinden korkar.

113. İşte böylece, biz onu (tebliğ etmen için) Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Ve onda tehditleri/uyarıları türlü şekillerde açıkladık. Olur ki, ibadet ve itaat edip günahlardan sakınırlar yahut o (Kur’an) kendileri için bir öğüt ve ibret meydana getirir.

114. Gerçek hükümdar (ve hükümran) olan Allah yücedir. Sana O’nun vahyi (Cebrail tarafından okunup) bitirilmeden önce Kur’an(’ı okuma)da acele etme “Rabbim, ilmimi artır.” de.[8] [krş. 75/16-19]

115. Doğrusu biz, daha önce Âdem’e (o ağacın meyvesinden yememesini) emretmiştik. Fakat (o, bunu) unuttu. Biz de onu (bu hatasında) azimli (ısrarlı) bulmadık.

(Bakara sûresi 35-38. âyetlerde geçtiği gibi, Hz. Âdem, Allah’ın yasak emrine rağmen şeytanın teşviki ile onu unutup nefsine hoş gelene yönelmiş ve ağacın meyvesinden yiyerek günah işlemişti. Fakat şeytan gibi Allah’ın emrini yerine getirmemede şeytanın yaptığı gibi ısrarlı olmayıp derhal pişman olup var gücüyle öyle bir tevbe etti ki sonunda affa ve yüksek dereceye kavuştu.)

116. Hani meleklere: “(Kudretim için) Âdem’e secde edin.” dediğimizde İblis’ten başkaları hemen secde ettiler, o ise diretti.

117. Dedik ki: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır. Sakın o sizi (cennetten) çıkarmasın, sonra (dünyada) zahmet çekersin!”

118. “Çünkü burada senin için ne acıkma ne de çıplak kalma zilleti vardır.”

119. “Ve sen hakikaten burada ne susayacaksın ne de güneş(in sıcağın)da kalacaksın.”

yuksel dedi ki...

120. Nihayet şeytan onu vesvesesiyle (dışarıdan) fitleyip: “Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve yıpran(ıp çök)meyen bir saltanatı göstereyim mi?” dedi. [bk. 7/20-21]

121. Bunun üzerine ikisi de (şeytanın sözüne aldanıp) ondan (o yasak ağaçtan) yediler. Hemen (üzerlerindeki cennet libâsı bir ceza olarak gitti) ayıp yerleri açığa çıkıp görünüverdi. Üzerlerini cennet yaprağından örtmeye başladılar. Âdem (yanılarak da olsa,) Rabbine âsî oldu ve şaşırıp kaldı.

122. Sonra (yalvarmaya başladı) Rabbi onu yine seçti de tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.

123. (Ama Allah o sırada) buyurdu ki: “Birbirinize düşman olarak oradan inin. Artık benden bir rehber (peygamber/kitap) geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa ne sapar ne de (sefalete düşüp) bedbaht olur.”

124. Bundan böyle kim zikrim (Kur’an ve hükümlerim)den yüz çevirirse, (hevâsına/nefsine hoş gelene uyarsa) şüphesiz ki onun için dar bir geçim/sıkıntılı bir hayat vardır.[9] Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz (toplarız).

(Bu dünyada Kur’an ve hükümlerine karşı mânevî ve ruhânî körlük, âhirette fiilî bir körlük olacaktır.)

125. “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? halbuki, ben hakikaten (dünyada) çok iyi gören kimse idim.” der. [bk. 17/97]

126. (Allah) buyurdu ki: “Bu böyledir. Âyetlerimiz sana geldi de sen (okuyup görmedin, onun hükümleriyle amel etmeyi) unuttun. İşte bugün de sen böyle (görmez halde) bırakılacaksın.”[10]

127. İşte biz (Rabbinin âyetlerinden habersiz ömrünü) israf eden ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Elbette âhiret azabı daha şiddetli ve daha süreklidir.

128. Bizim, kendilerinden evvel nice asırlar(da insanları) yok etmemiz, onları hâlâ doğru yola getirmedi mi? Halbuki (şimdi kendileri) onların yurtlarında dolaşıp durmaktadırlar. Elbette bunda akıl sahipleri için ibretler vardır. [bk. 22/46; 32/26]

129. Rabbin tarafından (cezalarının ertelenmesi için) geçmiş bir söz ve tayin edilmiş bir vakit bulunmasaydı, elbette (onlara azap) kaçınılmaz olurdu.

130. O halde (onların) dediklerine sabret. Güneşin doğmasından evvel (sabahleyin) ve batmasından evvel (ikindi vaktinde) Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin (belirli) saatlerinde (akşam ve yatsıda) ve gündüzün etrafında (öğleyin) de tesbih et (namaz kıl)[11] ki (neticeden) razı olasın.

131. Kendilerini denemek için, o (inkâr ede)nlerden bir kısmını faydalandırdığımız dünya hayatının ziynetine (zenginlik ve debdebesine) asla gözlerini dikme! Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.

yuksel dedi ki...

132. Ailene (ve ümmete) namaz kılmayı emret ve sen de ona sabırla devam et. Biz senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz sana rızık veriyoruz. (Güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinin (Allah’ın emrine uygun yaşayanların/karşı gelmekten sakınanların)dır.

133. “O, bize Rabbinden bir âyet (mucize) getirmeli değil miydi?” dediler. (Halbuki) evvelki kitaplarda olanın açık delili, (Kur’an’da) onlara gelmedi mi?

134. Eğer biz onları, o (Kur’an’)dan önce helak etseydik, (o zaman da kıyamette): “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de (böyle) alçak ve rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık!” derlerdi. [krş. 6/155-157]

135. (Resûlüm!) De ki: “Herkes (dikkatle) gözetlemektedir. Siz de gözetleyin. Netice itibariyle hidayete eren (istikamet sahipleri) kimdir, doğru yolda olan kimdir bileceksiniz.”

[1] Peygamberimiz’in bir ismi de Tâhâ’dır. Ey Tâhir! (Ey temiz insan!). Ey Hâdî (Ey mü’mine hidayet eden!) mânaları verilmiştir. Bu sûre, Peygamberliğinin beşinci yılında Hz. Ömer’in müslüman olmasından önce inmiştir. İslâm’ın yaman düşmanı olan Hattaboğlu Ömer, Hz. Peygamber’i öldürme görevini üstlenmişti. Ona doğru giderken, kız kardeşi ile eniştesinin de müslüman olduğunu öğrenince önce onların işini bitirmeye yöneldi. Fakat onların evlerinde bu sûre okunurken işiten Hz. Ömer, onun cazibesinden sarsılmıştı. İçeri girip okuduklarını istemiş, sakladıkları için de onları dövmüştü. Sonra kız kardeşi müslüman olduklarını söyleyip yazılı sayfaları verdi. Ömer (ra.) bunları okuyunca Resûlullah’ın huzuruna gitti ve İslâm ile şereflendi.

[2] Burada ve 51/24, 76/1, 88/1. âyetlerdeki ‘hel’ edatı soru değil kesinlik ifade eder (Mukâtil, s. 57).

[3] 38. âyetten beri anlatılanlar ve peygamberliğine kadar olanlar. [bk. Fihrist, Hz. Musa md.]

[4] Son üç âyete yüce Allah’ın kelâmı olarak anlam verilmiştir (Nesefî, III, 60).

[5] Âyette geçen Resûl ile “bir avuç almak” kelimeleri arasında kurulan münasebetten dolayı çoğu müfessirler ve Garîbü’l-Kur’ân’a dair eserler yukarıdaki mânayı vermişlerdir. Fakat “eser” kelimesi tebliğ anlamında olursa, mâna şöyledir: ‘Ben, onların bilmediklerini bilmiş hem de Resûl’ün eserinden (bildirisinden) bir miktar almıştım. Fakat onu bırakıp terkettim. Nefsim bana (bunu) hoş gösterdi ‘de(yip itiraf et)ti.” (Âlûsî, V, 296-297). Yukarıdaki savunma onun uydurması olunca, mahiyette bu iki mâna, gerçek dışı bir iş yapıldığını bildirir.

[6] Allah’ın varlığına inanmayı ve O’na bağlanmayı kâfî görmeyip kavmini yaptığı buzağı putuna taptıran Sâmirî, Hz. Musa’nın bedduasından sonra çok tehlikeli olan cüzzam hastalığına yakalanmış ve herkesten uzak tek başına vahşîce yaşayıp ölmeye mahkum olmuştur. Her devirde modern Sâmirîler çıkmıştır. [bk. 7/148-152]

[7] “Hayy ve Kayyûm” daima diri, zâtıyla kâim ve bütün yaratıkları gözetip yöneten, demek olup rivayet edilen ve Kur’an’da geçen üç İsm-i A’zam’dan biridir. Ebû Ümâme (ra.) şöyle demiştir: “Resûlullah; ‘Allah’ın en büyük ismi (İsm-i A’zam) ki Allah onu vesile kılarak yani, “Yâ Rabbi! Hayy ve Kayyûm olan İsm-i A’zam’ın hürmetine!” diyerek bir şey isteyince verir. Bunlar şu üç sûrede bulunmaktadır: Bakara, Âl-i İmrân ve Tâhâ buyurmuştur.” Râvî, “Bunları aradım, Kur’an’da üç yerde ve üç sûrede ‘Hayy ve Kayyûm’ olarak buldum.” diyor. Haşr sûresinin sonundaki üç âyetin de İsm-i A’zam olduğu rivayeti vardır. [bk. 2/255; 3/2]

yuksel dedi ki...

[8] Allahu Teâlâ, Resûlullah’a dolayısıyla ümmetine ilminin artırılmasını istemesini emretmiştir.

[9] Geçim darlığı, “Dünyada huzursuzluk, fakirlik korkusu, gönül darlığı ve psikolojik sıkıntı içinde bunalmak, âhirette de kabir darlığı ve kabir azabı içinde bulunmaktır.” Kim de Kur’an’ın hükümlerine uyarsa bunlardan korunmuş olur (İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 497; Mehmed Vehbi, VIII, 3360; Fîrûzâbâdî, II, 625-627). [bk. 2/38]

[10] Kur’an’sız hayat körlüktür. Kur’an’ı ilmen ve amelen terkedenlere, Allah şeytanı arkadaş kılar. [bk. 25/30; 41/26 ve dipnotu; 43/36-37; 59/19]

[11] Beydâvî.

yuksel dedi ki...

21. Enbiyâ Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 112 âyettir. 44. âyet için “Medenî” diyenler vardır. Enbiyâ, “peygamberler” demektir. Peygamberlerden bahsettiği için bu adı almıştır.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. İnsanların hesâb(a çekilme zaman)ı yaklaştı. Hal böyle iken onlar, hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler.

2-3. Rablerinden kendilerine yeni bir öğüt (ve ikaz) gelmeyegörsün, hemen onunla alay ederler. (Hem de) kalplerinden onu oyuna/eğlenceye alarak (dinlerler). Zulmedenler (aralarında) gizlice şöyle fısıldaşırlar. “Bu (Muhammed) de sizin gibi bir insan değil mi ki? Siz artık göre göre (bu) sihire mi gid(ip uy)acaksınız?” [bk. 17/47; 41/26]

4. (Peygamber onlara:) “Rabbim gökte ve yerde olan (her) sözü bilir. O hakkıyla işitendir, bilendir.” dedi.

5. (Onlar:) “Hayır! Bu (âyetler), karmakarışık rüyalardır. Hayır! Onu o uydurmuştur. Hayır! O bir şairdir. (Şâyet böyle değilse,) o halde bizden öncekilere (mucize) gönderildiği gibi, o da bize bir âyet (mûcize) getirsin.” dediler.

6. (Resulüm!) Bunlardan önce helak ettiğimiz (kavimler içinde böyle diyen) hiçbir şehir/belde (halkı) iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecek?

7. Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (peygamber olarak) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (müttakî âlimlere) sorun. [krş. 16/43]

8. Biz onları yiyip içmeyen bir beden sahibi yapmadık ve (dünyada) ebedî kalıcı da değillerdir.

9. Sonra biz, onlara verilen sözü(müzü) yerine getirdik, hem kendilerini hem de dilediğimiz kimseleri kurtardık, (inkâr ve isyanda) aşırı gidenleri de helak ettik.

10. Andolsun ki biz, size içinde zikriniz (şan, şeref, ahkâm ve öğüdünüz) bulunan bir Kitab indirdik. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

11. Biz (şımaran ve güçsüz halka) zulmeden nice şehri kırıp geçirdik ve onların ardından başka kavimler meydana getirdik. [bk. 17/16-17; 22/45]

12. Onlar azabımızı hissettikleri zaman, oradan (şehirlerinden) hemen kaçmaya koyulurlar.

13. “Kaçmayın, içinde şımartıldığınız şeylere ve yurtlarınıza dönün. Çünkü siz sorguya çekileceksiniz.” (denildi).

14. (Kurtulamayınca:) “Eyvah bize! Gerçekten biz zalim kimselermişiz.” dediler.

15. Onların işte bu feryatları, biz onları biçilmiş bir ot, sönmüş bir ateş haline getirinceye kadar devam etti.

16. Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri oyun oynamak üzere (ve eğlencelik olsun diye) yaratmadık.[1] [bk. 38/27; 53/31]

17. Eğer bir eğlence edinmek dileseydik, onu elbet kendi tarafımızdan (şânımız için) edinirdik. Ne var ki biz böyle (eğlence ve oyun olsun diye) yapmadık. [bk. 30/8; 38/27; 44/38-39]

yuksel dedi ki...

18. Hayır! (Biz gerçeği söyler, gerçeği yaparız,) biz hakkı batılın üzerine fırlatırız da o bunun beynini parçalar. Bir de bakarsın ki o (batıl) yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı yalan olarak) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı vay siz(in haliniz)e! [bk. 17/81]

19-20. Göklerde ve yerde olanlar ancak O’nundur. O’nun nezdindeki (melek)ler O’na kulluk etmekten kibirlenmezler ve yorulmazlar. Gece ve gündüz (nefes alıp verir gibi) ara vermeden (O’nu) tesbih ederler. [bk. 4/172]

21. Yoksa yeryüzünde onlar (o müşrikler, Allah’tan başka), ölüleri diriltecek birtakım tanrılar mı edindiler?

22. Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, elbette ikisi(nin idare ve düzeni) de bozulurdu.[2] Arşın Rabbi olan Allah, onların uydurup yakıştırdıkları sıfatlardan yüce (ve münezzeh)tir. [bk. 23/91]

23. O(’na) yaptığından sorulmaz (O’nu sorguya çekecek yoktur), insanlar ise sorguya çekilirler. [bk. 15/92-93; 23/88]

24. Yoksa O’ndan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: “(Yaptığınızın doğruluğunu ispatlayacak) kesin delillerinizi getirin. İşte benimle beraber olan (müslüman)ların Kitab’ı; üstelik benden öncekilerin Kitab’ı da (ortada).”[3] Fakat onların çoğu hakkı bilmezler, bu sebepten dolayı da yüz çevirirler.

25. Nitekim, senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki ona: “Şüpheniz olmasın ki benden başka hiçbir ilâh yoktur, o halde bana kulluk edin!” diye vahyetmiş olmayalım. [bk. 16/36, 43-45]

26. “Rahmân (olan Allah) çocuk edindi.” dediler. O’nun şânı yücedir (ve bunlardan uzaktır). Hayır! Onlar(ın evlat dedikleri melekler) kerîm (şerefli) kullardır. [krş. 16/57]

27. Onlar, O’ndan önce (izinsiz) söz söylemezler ve (ancak) O’nun emriyle hareket ederler.

28. (Allah) onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri (yani yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. (Melekler) O’nun razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler ve O’nun korkusundan titrerler. [krş. 2/255; 20/109; 53/26; 78/38]

29. Onlardan kim: “O (Allah)’ın yanısıra ben de bir ilâhım.” derse,[4] işte onu cehennemle cezalandırırız. Zalimlere işte böyle ceza veririz.

30. Küfre sapanlar/inkâr edenler, gökler ve yer (bir madde halinde) birleşik iken onları (büyük bir patlama ile) ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı bilmediler mi? Onlar hâlâ inanmazlar mı?

(Yüce Allah’ın, “Her canlı şeyi sudan yarattık.” buyurması, müfessirlere göre, “Her şeyi sudan canlı kıldık, yahut her canlı şeyi su sebebiyle yarattık.” manasındadır. Canlılarda % 80-90 temel unsur su olmuştur. Mucize dışında, gözle görülen her canlı -bitkiler dahil- susuz oluşmamış ve susuz yaşayamaz demektir. Yüce Allah, insanı (toprak ve su karışımı) çamurdan yaratmaya başlamış ve kendi bünyesinde geçirdiği safhalardan sonra ona ruh vermiştir. İnsandaki rûhî haller ve şahsiyet, lisan orijini, kendisini kontrol etme ve ileriye yönelik düşünme gibi özellikler, hiçbir varlıkta yoktur. Sonra onun neslini de ondaki nutfe (meni)den başlayarak, yine türlü safhalardan geçirerek, evrim veya başka varlığa dönüşüm yoluyla değil, her canlıyı kendi tür ve özelliklerine göre ayrı ayrı yaratmıştır.[5] Peygamberimiz de, “Allah Âdem’i kendi (şu görünen) suretinde yaratmıştır.” buyurmuştur.[6]) [bk. 7/166; 22/5; 23/ 12-14; 30/50; 32/7-9; 35/11; 76/1-2]

yuksel dedi ki...

31. Onları (insanları, seyri ve dönmesi sırasında) sarsmasın diye yeryüzünde baskılar (dağlar, kıtalar) yarattık. (Gidecekleri) yeri bulsunlar diye orada geniş yollar var ettik. [bk. 16/15-16; 79/32]

32. Göğü de (düşmekten ve bozulmaktan) korunmuş bir tavan yaptık. O (inkâr ede)nler ise bunun alametlerinden yüz çevirmektedirler. [bk. 12/105; 50/6; 51/47; 91/5]

33. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmekte (dönerek gitmekte)dirler.

34. (Resûlüm!) Biz, senden önce hiçbir insana, (dünyada) ebedî hayat vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedî mi kalacaklar? [krş. 55/26]

35. Her nefis ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz.[7] (Sonunda) ancak bize döndürüleceksiniz.

36. (Ey Resûlüm!) O küfre sapanlar seni gördükleri zaman, seni alaya almaktan başka bir şey yapmazlar: “Sizin tanrılarınızı diline dolayan (adam) bu mu?” (derler.) Halbuki onlar, Rahmân (olan Allah)’ın zikrini (Kitab’ını) inkâr edenlerin ta kendileridir.[8] [bk. 25/41-42]

37. İnsan (öyle acelecidir ki sanki) aceleden yaratıldı. (Bekleyin, acele etmeyin) size âyetlerimi (azabımı) göstereceğim. Benden (azabın) acele olmasını istemeyin. [bk. 17/11]

38. “Eğer doğru söylüyor iseniz bu (sözünü ettiğiniz) tehdit ne zaman?” derler.

39. O inkârcılar, ne yüzlerinden ne de sırtlarından ateşi savamayacakları ve kendilerine yardım olunmayacağı zamanı bir bilseler (bunu söylemezler)di. [bk. 7/41; 14/50; 23/104; 39/16]

40. Belki (bu azap günü), onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezler ve kendilerine mühlet de verilmez.

41. (Resûlüm!) Andolsun ki senden önceki peygamberlerle de alay edildi. Ama onlarla alay edenleri, o alay ettikleri şey (o azap çepeçevre) kuşatıverdi.

42. De ki: “Geceleyin ve gündüzün (gelecek tehlikelere karşı) Rahmân (olan Allah’ın azabın)dan sizi kim koruyacak?” Fakat yine de onlar, Rablerini anmaktan yüz çevirmektedirler.

43. Yoksa onları biz(im azabımız)a karşı koruyacak birtakım ilâhlar mı var? (O ilâhlaştırdıkları şeyler) kendilerine bile yardım etmeye güç yetiremezler. Onlar bizden dostluk (ve yakınlık) da görmezler.

44. Doğrusu biz, onları ve atalarını (bu dünyadan) faydalandırdık. Öyle ki ömür(leri) kendilerine (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Şimdi bizim (emrimizin), yeryüzüne gelip onu çevresinden eksilttiğimizi (topraklarının ellerinden çıktığını) görmezler mi? (Durum böyle iken,) galip gelenler onlar mı?

yuksel dedi ki...

45. De ki: “Ben ancak sizi vahiyle uyarıyorum.” (Fakat) sağırlar uyarılsalar da çağrıyı duymazlar.

46. Andolsun ki onlara Rabbinin azabından en ufak bir esinti dokunsa: “Eyvah bize! Doğrusu biz zalim kimselermişiz.” derler.

47. Kıyamet günü için adaletle tartan terazileri koyarız. (Bu sayede) artık hiç kimse hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmaz. (Yapılan şey) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesap görücü olarak biz yeteriz. [bk. 4/40; 18/49; 31/16]

48. Andolsun ki biz, Musa’ya ve Harun’a eğriyi doğrudan ayıran (Tevrat’)ı, (günahlardan) sakınanlar için bir ışık ve öğüt olarak verdik.

49. O (günahlardan sakına)nlar, görmedikleri halde Rablerinden korkarlar. Onlar kıyamet saatinden de (korkup) titrerler.

50. İşte, bizim indirdiğimiz bu (Kur’an), mübarek (fayda ve feyiz kaynağı) bir öğüttür. Şimdi bunu inkâr edenler siz misiniz?

51. Andolsun ki biz, daha önce İbrahim’e de doğruyu bulup bilme kabiliyeti vermiştik. Elbette biz onu(n peygamberliğe ehil olduğunu) biliyorduk. [krş. 6/75]

52. O zaman o, babasına ve kavmine: “Sizin kendileri için toplan(ıp tapın)dığınız bu heykeller nedir?” demişti.[9]

53. (Onlar:) “Babalarımızın onlara tapageldiklerini gördük.” dediler.

54. (İbrahim:) “Andolsun ki siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz.” dedi.

55. (Onlar:) “Sen, bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bize) oyunbazlık yapanlardan mısın?” dediler.

56. (O da) dedi ki: “Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. Onları O yaratmıştır. Ben de buna şâhitlik edenlerdenim.”

57. “Allah’a yemin ederim ki siz arkanızı dönüp (bayrama) gittikten sonra, putlarınıza elbette bir tuzak kuracağım.”

(Hz. İbrahim, bu sözü kendi kendine söylemişti. Fakat sadece bir kişinin onu duyduğu rivayeti de vardır.)

58. Derken, (onlar gidince İbrahim) o putları paramparça etti. Yalnız büyük putu, belki ona müracaat ederler diye bıraktı. (Baltayı da onun boynuna astı.)

59. (Onlar dönünce:) “Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? (Her kimse,) hiç şüphesiz o, zalimin tekidir.” dediler.

60. “Bunları diline dolayıp duran bir genci işittik; kendisine İbrahim deniliyor.” dediler.

yuksel dedi ki...

61. (Nemrut’un adamları:) “Onu insanların gözü önüne getirin. Böylece (onun çekeceği cezaya)[10] şâhitlik ederler.” dediler.

62. (İbrahim gelince ona:) “Ey İbrahim! İlâhlarımıza bunu sen mi yaptın?” dediler.

63. (İbrahim de:) “Hayır! Belki de şu büyükleri yapmıştır! Eğer konuşuyorlarsa onlara sorun.” dedi.[11]

64. Bunun üzerine kendi vicdanlarına döndüler de (içlerinden): “Hakikaten, asıl haksız kimse sizlersiniz, sizler!” dediler.

65. Sonra kafalarındaki (eski inançları)na döndüler: “Doğrusu, bunların konuşmayacaklarını sen de bilirsin.” (dediler).

66. (İbrahim) dedi ki: “Öyleyse, Allah’ı bırakıp da hiçbir surette size fayda ve zarar vermeyecek olan şeylere mi tapıyorsunuz?”

67. “Yuh; size de, Allah’tan başka taptıklarınıza da! Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?”

68. (Nemrut’un adamları bunun üzerine:) “Eğer bir iş yapacaksanız yakın onu da, (böylece) ilâhlarınıza yardım etmiş olun.” dediler. [bk. 29/24]

(Onu büyük bir ateşe attılar. Hz. İbrahim, zulmetmeye karar vermiş bu örgütlü putperestlere karşı: “Allah bana yeter.” deyip teslim olmuştu.)

69. Biz de: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamet üzere ol.” dedik.

70. Ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları (dünya ve âhirette) daha fazla hüsrana uğrayanlar(dan) kıldık.[12]

71. Onu ve Lût’u, içinde âlemlere bereket verdiğimiz yere (ulaştırıp) kurtardık.

(Rivayete göre Irak’ta idiler, Şam’a geçtiler. Hz. İbrahim oradan Filistin’e, Hz. Lût da oraya bir günlük mesafedeki Sodom’a yerleşti ve kendisine orada peygamberlik verildi.)

72. Ona (İbrahim’e) İshak’ı ve fazladan da (torunu) Yakub’u verdik, her birini de iyilerden kıldık. [bk. 2/133; 11/71; 19/49]

73. Onları(n üçünü de) emrimizle doğru yola çağıran önderler yaptık. Kendilerine hayırlı işler yapmalarını, namazı dosdoğru kılmalarını, zekât vermelerini vahyettik. Onlar sadece bize kulluk eden (kimse)lerdi.

74. Lût’a (gelince,) ona da bir hüküm (hikmet, peygamberlik) ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan o memleketten kurtardık. Hakikaten onlar, yoldan çıkmış kötü bir kavim idiler.

yuksel dedi ki...

75. Onu rahmetimize (korumamıza) dahil ettik; çünkü (o) iyilerdendi. [bk. 15/57-76; 29/26]

76. Nuh’u da (hatırla!) Hani o (bunlardan) daha evvel yalvarmıştı da biz onun duasını kabul edip kendisini ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. [bk. 54/9-10; 71/26-28]

77. Âyetlerimizi yalanlayan kavimden onu kurtardık.[13] Hakikaten onlar kötü bir kavim idiler. Biz de onların hepsini (suda) boğduk.[14] [krş. 11/40]

78. Davud ve Süleyman’ı da (hatırla!) Hani onlar, bir kavmin davarının (gece çobansız olarak) yayılıp zarar verdiği ekin (tarlası) hakkında hüküm veriyorlardı. Biz de hükümlerine şâhit idik.

(Rivayet edilir ki: Bir veya birkaç kişinin davarı, geceleyin birinin ekinine girmişti. Kendisine başvurulan Hz. Davud, zararın kıymeti, davarlara eşit olduğu için, onların tarla sahibine verilmesine hükmetti. Henüz 11 yaşında olan oğlu Süleyman (as.) ise, “Davar, ekin sahibine verilmeli. Ekin, eski haline gelinceye kadar o bunların yününden, sütünden faydalanmalı. Tarla, davar sahibinde kalmalı ve ona bakmalı. Ekin (veya bağ) eski halini alınca, herkes kendi malına tekrar sahip olmalı.” demişti. Bu hükmü babası da uygun buldu. Tabii ki ona bunu Allah ilham etmişti.)[15]

79. Biz bu (hükmü) Süleyman’a hemen (ilhamla) anlattık. Biz her birine hüküm (hikmet ve peygamberlik) ve ilim verdik. Dağları ve kuşları, Davud ile beraber (Allah’ı) tesbih etsinler diye (ona) boyun eğdirdik. (Bunların hepsini) yapan bizdik. [bk. 34/10]

80. Ona, savaşınızda sizi korusun diye zırh (yapma) sanatını öğrettik. Peki, (bütün bunlar için) şükrediyor musunuz?

81. Süleyman’ın hizmetine (de) şiddetli esen rüzgarı (verdik). Onun emriyle o, içine bereketler verdiğimiz yere akıp gider (ve kendisini de götürür)dü. Biz her şeyi biliriz. [bk. 34/12; 38/36]

82. Şeytanlardan (inci için) denize dalanları ve bundan başka işleri yapanları da (onun emrine verdik). Biz onları (kendisi için) gözetim altında tutuyorduk. [bk. 34/13; 38/37-38]

83. Eyyüb’ü de (hatırla!) Hani o Rabbine: “Hakikaten bana (bu dermansız) dert geldi. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.” diye yalvarmıştı.

84. Biz de onun duasını kabul ettik. Kendisinin derdini kaldırdık ve ona tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenlere de bir hatırlatma/bir ibret olarak, hem ailesini hem de onlarla birlikte (diğer kaybettiklerinin) bir katını daha verdik. [bk. 38/41-44]

85. İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de (hatırla! Bunların) her biri sabredenlerdendi.

86. Onları da rahmetimizin içine aldık. Çünkü onlar iyilerdendi.

yuksel dedi ki...

87. Zünnûn’u (balık sahibi/Yunus’u) da (hatırla!) Hani (o kavmine) kızarak gitmişti de kendisini sıkıştırmayacağımızı (kurtulacağını) zannetmişti. Nihayet (balığın karnında) karanlıklar içinde (kalınca): “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni (noksanlıklardan) tenzih ederim. Doğrusu ben (bu hareketimle) kendine zulmedenlerden oldum.” diye yalvarmıştı. [bk. 37/ 139-149]

88. Biz de onun duasını kabul ettik ve onu sıkıntıdan kurtardık. İşte biz iman edenleri böyle kurtarırız.

89. Zekeriya’yı da (hatırla!) Hani o Rabbine: “Rabbim! Beni tek başıma (evlatsız) bırakma. Gerçi (vermesen de) sen, vârislerin en hayırlısısın.” diye niyaz etmişti.

90. Biz onun da duasını kabul edip ona Yahya’yı armağan ettik ve eşini[16] de kendisi için (doğurmaya) elverişli kıldık. Gerçekten bunlar(ın hepsi) hayır işlerinde yarışırlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Onlar (gerçekten) bize karşı derin saygı gösterenlerdi.

91. Irzını (herkesten) koruyan/iffetli (Meryem’)i de (hatırla!) Biz ona ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu âlemlere bir ibret (ve kudretimize bir işaret) kılmıştık. [bk. 66/12]

92. Şüphe yok ki bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir (dininiz bir tek dindir)[17] Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin. [krş. 23/52]

(Bütün mü’minler/müslümanlar kardeştirler (49/10). Hepsi bir ümmettir. Bu yüzden kavmiyetçilik/ırkçılık ve bu anlamda milliyetçilik fikirleri, Kur’an’ın ifadelerine aykırıdır.)

93. (Çünkü geçmiş ümmetler) kendi aralarında (din) işlerinde parçalan(ıp bölük bölük ol)dular. Her biri yine ancak bize döneceklerdir. [krş. 23/53]

94. Kim iman etmiş olarak sâlih (Allah’ın rızasına uygun) işler yaparsa, artık onun çalışması inkâr edilmez (boşa gitmez). Şüphesiz biz onu yazarak kayda geçirmekteyiz.

95. Helak et(meye hükmet)tiğimiz bir memleket için (kurtuluş) imkânsızdır. Artık onlar (hayata ve imana) dönmezler.[18]

96. Nihayet (kıyamet alametlerinden olan) Ye’cûc ve Me’cûc (setleri yıkılıp) açılınca onlar her tepeden akın ederler. [bk. 18/94-99]

97. Verilen gerçek söz (olan kıyamet) yaklaştığında inkâr edenlerin gözleri birden faltaşı gibi açılacak: “Eyvah bize! Doğrusu biz bundan gaflet içinde idik ve (kendimize) zulmeden kimselerden olduk.” (diyecekler).

98. Şüphesiz, siz ve Allah’tan başka taptıklarınız/tapındıklarınız (Allah yerine bağlandıklarınız) (krş. 2/165-167; 4/56), cehennemin yakıtısınız. Siz (hep beraber) ona gireceksiniz.

99. Eğer onlar (gerçek) ilâhlar olsalardı, oraya girmezlerdi. Oysa hepsi (tapan ve tapılanlar) orada ebedî kalacaklardır.

100. Onlar orada inim inim inlerler ve orada artık (cehennemin uğultusundan dolayı hiçbir şey) işitmezler.

yuksel dedi ki...

101. Tarafımızdan kendileri hakkında (halis iman ve amellerinden dolayı) en güzel (olan cennet saadet)i takdir edilmiş olanlar ise, o (cehennem ateşi)nden uzaklaştırılmıştır. [bk. 11/106]

102. Onun (cehennemin) en ufak sesini bile duymazlar. Canlarının çektiği (nimetler) içinde ebedî kalacaklardır. [bk. 10/26; 55/60]

103. (Kıyamet günündeki) en büyük korku/dehşet (Sûr’a ikinci üfleyiş) onları üzmez. Melekler, onları: “İşte bu, (dünyada) size vaadedilen (mutlu) gününüzdür.” diyerek karşılar.

104. O gün, göğü, yazılı kağıt tomarını dürer gibi düreriz. (Sonra) ilkin başlayıp yarattığımız gibi aynen yaratacağız ki bu bizim için verilmiş bir sözdür. Şüphesiz biz bunu yapacağız.

105. Andolsun ki zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da: “Yeryüzünde, şüphesiz sâlih (Allah’a itaat eden, dürüst ve iyi çalışıp orayı imar eden) kullarım mirasçı (hükümran) olacak.” diye yazmıştık. [bk. 24/55]

106. Muhakkak ki bu (Kur’an’)da kulluk edenler tâifesi için yeterli bir tebliğ (ve öğüt) vardır.

107. (Ey Muhammed!) Biz seni âlemlere ancak bir rahmet olarak gönderdik. [krş. 34/28]

108. De ki: “Bana, ‘ilâhınız ancak bir tek ilâh’tır’ diye vahyolunuyor. Artık (buna göre) müslüman oluyor musunuz?”

109. Eğer (dâvetinden) yüz çevirirlerse de ki: “(Bana emrolunanları) sizin hepinize ‘aynen/eşit’ bir şekilde bildirdim. Artık tehdit edildiğiniz şey yakın mı, yoksa uzak mı bilmem.”

110. “Şüphesiz O, sözün açığını da bilir, gizlediklerinizi de bilir.”

111. “Bilmiyorum, belki o (azabın gecikmesi) sizin için bir imtihan ve (ecelinizin geleceği) bir zamana kadar sizi bir faydalandırmadır.”

112. (Peygamber) dedi ki: “Ey Rabbim! (Onlarla aramızda) hak ile sen hüküm ver. Bizim Rabbimiz çok merhametli, sizin yakıştırdıklarınız (iddialarınız)a karşı yardımı istenendir.”[19]

[1] Merhum şair Necip Fâzıl şöyle demişti: “Otuz yıldır saatim işlemiş ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”

[2] Kâinatta iki ilâh olsaydı elbette birinin istediğini diğeri istemez ve böylece yerin, göğün ve diğer yaratıkların düzeni bozulurdu. İşte bu “Bir” esasına aykırı olarak hangi devirlerde Allah’a ve emirlerine karşılık, yerel sahte ilâhlık/rablık taslayanlar çıkmış ve kendi emir ve otoritesini hâkim kılmış ise, o yerlerin toplumunda ve hayat düzeninde ikilem, ayırım, bölünme ve düşmanlıklar oluşturmuşlardır. [bk. 79/24]

[3] Tevhid esaslı olması bakımından ilâhî kitapların aslı aynı olup hepsi tevhidi emreder, şirkten ve tâğûttan men eder (İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 502; Beydâvî).

[4] Firavun ve benzerleri, kendi kendilerine ilâhlık/rablık taslayıp Hz. Musa’nın getirdiği Allah’ın dinini dışlayarak “Benim yönetimimde o geçmez.” diyerek din gibi birtakım kurallar oluşturmuş ve insanları ona uymaya zorlamışlardır.

[5] Sezen, s. 39; Morris, s. 157-168; Bâr, s. 46, 54 ve dipnotu.

[6] Buhârî, “İsti’zan” (79), Bab 1, hadis no: 1.

yuksel dedi ki...

[7] Hanginiz şükürde, sabırda ve sâlih amelde bulunacak veya isyan edecek diye. [bk. 2/156-157, 214; 18/7; 29/2; 67/2]

[8] Âyet-i kerîmede tanrılar (ilâhlar) çoğul gelmektedir. Çünkü Allah’tan başka tapınılan varlıklar, putlar veya putlaştırılanlar ve Allah’ın hükümlerini reddederek Firavun gibi hükümranlık sürenler de putlaşmışlardır. Firavun’un buyruklarına istekle bağlananlar da onu rab edinmişlerdir. [bk. 9/31]

[9] Her devirde peygamberlerin Allah’tan getirdiği tevhid inancından uzaklaşanlar, kafalarında Allah fikri olsa bile yine de heykel putlara tapınmışlardır. Hz. İbrahim ile şirke ve heykel putlara karşı tevhid mücadelesi tekrar başlamıştır.

[10] İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 512.

[11] Hz. İbrahim, bundan başka iki yerde daha dînî zaruretten dolayı doğruyu söyleyememiştir. Biri putları kırmak için “hastayım” deyip bayrama gitmemesi (37/88-89), diğeri de hicret ederken, Edun kasabasında, yolunu çevirip hanımı Sâre anamızı melike götürmek isteyenler, “Bu kimdir?” diye sorunca, (din yönünden,) “Kız kardeşimdir.” demesidir.

[12] Allah “Azîzün zü’ntikâm” yani gücü her şeye yeten, zalime zulmünün karşılığını verendir.

[13] Nasara” fiili, “min” ile kullanılınca “kurtarma” anlamına gelir. “Min” harfini “alâ” mânasına alanlara göre anlam şöyledir: “Âyetlerimizi yalanlayan kavme karşı biz ona yardım ettik.”

[14] Çirkin işler yapan, Allah’ın peygamberlerini ve âyetlerini yalanlayan, kabullenmeyen toplumların sonu hep kötü olmuştur.

[15] Beydâvî; Celâleyn.

[16] Bundan önce geçen âyetlerde (3/40; 19/5, 8) çocuğu olmayan veya iman etmeyen eşler için karısı denildiği halde burada eşi denilmiştir.

[17] Celâleyn.

[18] Yahut; “(Hesap için) bize dönmemeleri imkânsızdır.” (Mevdûdî, III, 301). Âyetin yukarıdaki anlamında “lâ” harfi zâid olarak alınmıştır (Celâleyn).

[19] Âyetin başı, Âsım kıraatinin dışındaki diğer kıraatlere göre; “kul” yani “Ey Muhammed! De ki:” ifadesiyle başlar (Palevî, s. 95). Gerek emirle, gerek bu emir doğrultusunda olan Hz. Peygamber’in duası ile önce hicret vukû buldu, ardından Bedir gazvesinde zafer, sonra da Mekke’nin fethi gerçekleşti.

yuksel dedi ki...

22. Hac Sûresi


Medine döneminde nâzil olmuştur. 78 âyettir. Bir görüşe göre 52-55. âyetler Mekke ile Medine arasında inmiştir. Adını 27. âyetteki aynı kelimeden almıştır.



Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Ey insanlar! Rabbinizin emrine uygun yaşayın. Gerçekten (kıyamet) saati(ni)n sarsıntısı çok büyük (dehşetli) bir şeydir. [bk. 56/4-5; 69/14-15; 99/1-2]

2. Onu gördüğünüz gün, her emzikli emzirdiğini unutup terkeder, her gebe (kadın) yükünü düşürür. Sen, insanları sarhoş (imiş gibi) görürsün, halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı pek şiddetlidir.

3. Kimi insanlar da bilmeden[1] Allah hakkında tartışır ve (bu hususta) azgın şeytan (ve benzerlerin)e uyar.

4. O (şeyta)nın hakkında yazılmıştır ki: “Kim kendisini dost edinirse kesinlikle onu saptırır ve o kimseyi (cehennemin) alevli ateşine iletir.”

5. Ey insanlar! Şâyet öldükten sonra dirilmekten şüphe etmekte iseniz (ilk yaratılışınızı hatırlayın). Kesinlikle bilin ki biz, sizi (ilk önce karışmış çeşitli renk) topraktan, (insan olarak yarattıktan) sonra (sırasıyla onun içinden çıkan) nutfe (aşılanmış yumurta/zigot halin)den sonra bir alaka,[2] sonra (üzerinde uzuvlarının bir kısmı belirli bir kısmı belirsiz küçük bir et parçaından) bir mudgadan[3] yarattık ki size (ne olduğunuzu ve kudretimizi) açıklayalım. Rahimlerde dilediğimizi, belirtilmiş bir vakte kadar durduruyoruz, sonra sizi bir bebek halinde çıkarıyoruz.[4] Derken olgunluğa erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). İçinizden kimi (erken) öldürülüyor, kimi de daha önce bazı şeyleri bilirken, sonra (artık çocuk gibi) hiçbir şey bilmez hâle gelmesi için erzel-i ömr’e (ömrün en kötü devrine) itiliyor. Yeri de görürsün ki kupkurudur. Fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten (nice) nebat bitirir.

(Yüce Allah, âyet-i kerîmenin son kısmı ile, yeryüzü ve bitkilerin kuruduktan sonra yeniden canlanmasına, insanların da öldükten sonra tekrar aynı şekilde dirileceğine misal vermektedir.)

6. Bu da, Allah’ın gerçek(ten var) oluşu(nun delili)dir. (Ve her şeyin O’nun iradesiyle gerçekleşmesidir.) Hiç şüphesiz ölüleri O diriltir ve her şeye hakkıyla kâdir olan da (yine) O’dur.

7. Elbet o (kıyamet) saat(i) gelecektir. O(nun geleceği)nde şüphe yoktur. Şüphesiz ki Allah, (o gün) kabirlerde olan kimseleri diriltecektir. [krş. 36/78-80]

8-9. (Buna rağmen) insanlardan kimi, ne bir yol göstereni ne de aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın bilgisizce (insanları) Allah yolundan saptırmak için kibirle yanını bükerek/kasılıp böbürlenerek Allah hakkında tartışır![5] Onun için dünyada bir rezillik vardır. Kıyamet günü de ona (cehennemin) can yakıcı azabını tattıracağız.

yuksel dedi ki...

10. (O vakit kendisine:) “İşte bu, senin kendi yaptığın (günahlar) yüzündendir. Yoksa Allah kullara zulmedici değildir.” (denilecektir).

11. Kimi insanlar da (dinin bütününe inanmadığı halde) yalnız bir kenar(ın)dan (tutup kendi çıkarı için) Allah’a ibadet eder. Kendisine bir hayır dokunursa (gönlü) bununla rahatlar. Eğer ona (hastalık, fakirlik gibi) bir kötülük dokunursa yüz üstü dönüverir (Allah’tan şikayete başlar ve dinden bile döner). O dünyada ve âhirette ziyana uğramıştır. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.

12. O, Allah’ı bırakır da kendisine ne zarar ne de fayda veren şeylere (gidip dert yanıp) yalvarır (ve şikayet eder). İşte bu, sapıklığın (haktan) uzaklaşmışlığın ta kendisidir.

13. O, (böylece) kendisine zararı faydasından daha yakın olana yalvarır (tapar). O, ne kötü yardımcı ve ne kötü dosttur!

14. Şüphesiz ki Allah, iman edip de sâlih ameller işleyenleri, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Elbette Allah istediğini yapar.

15. Kim Allah’ın, o (Peygamberi’)ne dünyada ve âhirette asla yardım etmeyeceğini sanıyorsa (ve yardımı görünce öfkeleniyorsa, her çareye başvursun, öfkesinden) semaya bir sebep (alet/araç) bulup uzansın, sonra O’(nun vahiy ve yardımı)nı kesmeye çalışsın[6] da (hele) bir baksın onun tuzağı, öfkelenmekte olduğu şeyi hiç giderebilecek mi?

16. İşte biz onu (Kur’an’ı) böyle apaçık âyetler halinde indirdik. Şüphesiz Allah (kullarının niyet ve amellerine göre) dilediğini doğru yola iletir.

(Allahu Teâlâ’nın dilemesini, halis niyetle sâlih amel yaparak ve dua ederek istememiz lazımdır.) [krş. 76/30]

17. Şüphesiz o iman ed(ip müslüman ol)anlarla, o yahudiler, sâbiîler, hıristiyanlar, mecûsîler ve (Allah’a) eş tanıyanlar var ya, Allah kıyamet günü bunların arasını mutlaka ayıracak (haklarında layık olan hükmünü verecek)tir. Çünkü Allah her şeye şâhittir. [bk. 2/62; 3/113-114]

18. Görmüyor musun ki göklerdekiler, yerdekiler, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan bir çoğu, şüphesiz bizzat Allah’a secde ediyor. (İnsanlardan) bir çoğunun da üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi hor kılar (alçaltır)sa, artık onu yükseltecek yoktur. Şüphe yok ki Allah ne dilerse (onu) yapar. [bk. 17/44][7]

19-20-21. Bunlar, Rableri (ve O’nun dîni) hakkında çekişen iki hasımdır. (Bunlardan) inkâr edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir. Bu kimselerin başlarının üstünden kaynar su dökülecektir. (Öyle ki) onunla karınlarının içindeki her şey ve hatta derileri bile eritilir. (Bir de) onlara demirden topuzlar vardır.

yuksel dedi ki...

22. Ne zaman (o) ıstıraptan dolayı oradan çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler ve “tadın yangın azabını!” (denilir).

23. Şüphesiz ki Allah, iman edip sâlih amellerde bulunanları alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada altın bilezikler ve inci(ler) ile süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir.

24. Onlar (dünyada) sözün en güzeli (olan tevhid kelimesi)ne eriştirilmişler ve çok övülmeye lâyık olan (Allah’)ın yoluna iletilmişlerdir.

(Tevhid kelimesi ve ifadesi çok yücedir. Çünkü bu kelime ile insanlar, hem ruhlarında hem de toplumlarında inkılâp yapıp bütün putlarını kırmışlardır. Böylece şirkten kurtulup insana değil Allah’a kullukla yücelmişlerdir.)

25. Gerek küfre sapanlar, gerekse Allah’ın yolundan ve yerli olsun misafir olsun bütün (mü’min) insanları ziyarette eşit kıldığımız Mescid-i Haram’dan (insanları) alıkoymakta olanlar (bilmeli ki) kim orada zulümle yanlış yola sapmak isterse, ona pek acıklı bir azap tattıracağız.

26. Bir zaman Beyt(ullah)’ın yerini İbrahim’e belirlemiş (ve O’na şöyle vahyetmiş)tik: “Bana hiçbir şeyi eş tutma, tavaf edenler, (ibadet için) duranlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tut.”

27. (Resûlüm!) İnsanlar içinde haccı ilan et;[8] gerek yaya, gerekse uzak yoldan (hızlı yol alan) zayıf/arık develer üzerinde sana gelsinler.

28. Gelsinler de, böylece kendileri için (dünya ve âhirete ait) birtakım faydalara şâhit olsunlar ve o belirli günlerde de (Allah’ın) kendilerine rızık olarak verdiği (bilinen dört ayaklı)[9] kurbanlık hayvanlar (boğazlanırken) üzerine Allah’ın ismini ansınlar. Onların etinden hem kendiniz yiyin hem de darlık içinde olan fakirlere yedirin. [krş. 3/96-97]

29. Sonra (maddî ve mânevî) kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler. Beyt-i Atîk’i (en eski ev olan Kâbe’yi) tavaf etsinler.

(Hacıların kirlerini gidermelerinden maksat saçlarını tıraş etmek, bıyıklarını kısaltmak, tırnaklarını kesmek, koltuk altlarını, avret yerlerini tıraş etmek ve genel bir temizlik yapmaktır.)

30. İşte (durum/emir) bu(ndan ibaret). Kim Allah’ın hürmet (edilmesini istediği hüküm)lerine saygı gösterirse, işte o (saygı), Rabbi nezdinde kendisi için hayırlıdır. Size (âyetlerde) okunanlar dışında (kalan) hayvanlar, sizin için helal kılındı. Artık murdardan/pislikten, evsân (put ve putlaşanlar)[10]dan ve yalan sözden kaçının. [bk. 5/3, 90; 6/145; 16/115]

yuksel dedi ki...

31. Allah’ı birley(ip O’na yönel)in ve O’na ortak koşmayanlar olarak (bu yasaklardan kaçının). (Bilesiniz ki) Allah’a ortak koşan kimse, sanki gökten savrulup düşmüş de kuşların (didikleyip) kapıştığı veya rüzgarların uzak bir yere sürükleyip götürdüğü kimseye benzer. [bk. 6/71]

(Bu âyet-i kerîmede yapılan benzetmeyle, Allah’a ortak koşanların yani “Allah var” dedikleri halde O’nun hükümlerini benimsemeyerek O’ndan başka varlıkları yüceltip ilâhlaştıran veya putlaştıranların Allah katında paramparça ve değersiz hâle geldiği bildiriliyor.)

32. Bu böyledir. Kim Allah’ın (dininin) alametlerine (hükümlerine) saygı gösterirse gerçekten bu, kalplerin takvâsından (Allah’a saygısından ve karşı gelmekten sakınmasından)dır.

33. O (alamet)lerden (olan kurbanlık hayvanlardan) belli bir zamana kadar (süt ve yünlerinde) sizin için menfaatler vardır. Sonra (kurbanlık olarak) varacakları yer Beyt-i Atîk (Kâbe)’dir. [bk. 48/25]

34. Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık ki kendilerine (Allah’ın) rızık olarak verdiği (dört ayaklı) kurbanlık hayvanlar (boğazlanırken) üzerine (yalnız) Allah’ın ismini ansınlar. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O halde O’na teslim olun. (Resûlüm!) İtaatkâr ve mütevâzi olanları müjdele!

35. (Onlar ki) Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen, başlarına gelen (sıkıntı)lara sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (hayır için) harcayanlardır.

36. Kurbanlık deve (ve sığır)lara gelince, onları da sizin için Allah’ın (dininin) alametlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. O halde (develer) birer ayakları bağlı sıra sıra ayakta dur(up boğazlan)ırken,[11] üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üstü düşüp ölünce de onlardan hem siz yiyin hem de kanaat edip istemeyen fakirlere ve isteyen (fakir)lere yedirin. İşte böylece şükredesiniz diye onları sizin fayda ve hizmetinize verdik.

37. O (kurban)ların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat sizden O’na (yalnız) takvânız (saygı ve itaatiniz) ulaşır. Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir edesiniz (büyüklüğünü anasınız) diye onları sizin fayda ve hizmetinize verdi. (Resûlüm!) Güzel hareket edenleri (cennetle) müjdele!

(Kurban, kendisi ile Allah’a yaklaşılan şey demektir. Yani Allah’a yaklaştıran sebeplerdendir ki ancak bu eylemin içinin takvâ ile doldurulması gerekir. Yok eğer bu hareket, takvâdan ve Allah’ı içimizde hissetme ve O’na bağlılığımızı sunma şuurundan uzak olursa, artık bu kurban, sevâbı olmayan bir gelenek işi haline dönüşür. Allah Resûlü, Mekke’de Kevser sûresiyle kurban kesme emrini yerine getirmiş, bu âyette de kurban kesen mü’minler takvâ sahibi olmaları konusunda uyarılmıştır. Peygamber (sas.) de hadîs-i şerîfinde ehemmiyetinden dolayı, “Kim (bayram günü) namazı kılmadan önce kurban kesmişse onu iade etsin…” buyurmuştur.[Buhârî])

yuksel dedi ki...

38. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri (inkârcılara karşı) savunur. Çünkü Allah, hiçbir haini ve hiçbir nankörü sevmez.

39. Kendilerine savaş açılan (mü’min)lere, zulme uğradıklarından dolayı, (artık savaş için) izin verildi. Şüphesiz ki Allah, onlara yardım etmeye elbette kâdirdir. [Cihad emrinin safhaları için bk. 3/142; 9/5, 14-16; 15/94; 16/125; 22/39; 47/31]

40. O (mü’min) kimseler, sırf: “Rabbimiz Allah’tır.” dediklerinden (putlara inanmadıklarından) dolayı, haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah, bazı insanları (azgınlığını ve şerrini) diğer bazısıyla defetmeseydi, içlerinde Allah’ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler muhakkak yıkılıp giderdi.[12] Allah kendi (dini)ne yardım eden (onu hayata hâkim kılmak için gayret eden)lere elbette yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye galiptir. [bk. 1/4; 3/104; 9/31 ve açıklaması; 41/30; 46/13; 47/7]

(İktidar sahibi Mekkeli müşrikler, Kelime-i tevhid ile “Rabbim Allah’tan başkası değildir, artık O’nun kulluğuna girdim, gereğine göre yaşayacağım, sizin putlarınızdan ayrıldım.” diyen mü’minlere her türlü eziyet ve mahrumiyeti reva görüyorlardı. Allah da böylelerini, sünneti gereği, her zaman defetmiş, tevhid şirke galip gelmiştir.)

41. O (mü’min) kimseler ki kendilerine yeryüzünde iktidar, mevki (ve servet) versek (şımarıp sapmazlar,) namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, (İslâmî ölçülerde) iyiliği emrederler ve kötülükten menederler. (Çünkü bilirler ki, bütün) işlerin sonu ancak Allah’a ait(tir ve O’na dönecek)tir.

42-43-44. (Ey Muhammed!) Seni yalanlıyorlarsa (üzülme, bil ki) onlardan önce, Nuh kavmi, Âd ve Semûd (kavimleri), İbrahim kavmi, Lût kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerini) yalanlamışlardı. Musa da yalanlanmıştı.[13] Ben de kâfirlere (imtihan olarak önce) mühlet verdim, sonra onları (azapla) alıverdim. Beni inkâr nasıl olurmuş (görsünler)!

45. Nice şehirler vardır ki, biz onları (halkını) zulmedip dururlarken helak ettik. Şimdi (artık) duvarları, (o çöken) tavanlarının üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz kuyu(ları) ve nice (bomboş kalan) sağlam/muhteşem saray(ları) vardır! [bk. 17/17; 21/11]

46. Hiç yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki bu sayede düşünen kalpleri yahut (olanları) duyacak kulakları olsun. Gerçek şu ki gözler kör olmaz, fakat (asıl) göğüslerde olan kalpler/basîretler kör olur. [bk. 20/128; 32/26]

(İnsanda asıl olan kalp gözünün görmesi/basirettir. Gerçek körlük bunun körlüğüdür. İşte inkârcıların kafalarındaki gözler değil kalp gözleri kördür; ibret almazlar. Hakikat ne kadar meydanda olursa olsun idrak etmezler.)

47. (Ey Resûlüm!) Senden, azabın (kendilerine) acele gelmesini istiyorlar. Allah (acele etmez,) sözünden de asla caymaz. Bununla beraber Rabbinin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.[14] [krş. 32/5]

yuksel dedi ki...

48. Nice memleket (halkı) vardır ki zalim olduğu halde ona mühlet verdim. Sonra onu (azabımla) alıverdim. Dönüş ancak banadır.

49. (Resûlüm!) De ki: “Ey insanlar! Ben sizin için sadece apaçık bir uyarıcıyım.”

50. İman edip sâlih ameller işleyenler için bir mağfiret ve bol rızık vardır.

51. Âyetlerimizi (küçümseyip akıllarınca) âciz (geçersiz) bırakmaya çalışanlar ise,[15] kesinlikle cehennem ehlidirler.

52. Biz, senden evvel hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki o, (dâvâsına ait bir şey) temenni ettiği zaman, onun emeline dair şeytan, (insanların kalbine) bir vesvese atmış (duyduklarını saptırmış)[16] olmasın. Fakat Allah, şeytanın atacağı şeyi derhal giderir, sonra da Allah kendi âyetlerini (fitneden koruyup) sağlamlaştırır. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

53. (Allah’ın böyle yapması) şeytanın (ortaya) atacağı şeyi kalplerinde bir hastalık olanlara ve kalpleri katılaşanlara bir imtihan (konusu) yapması içindir. Şüphesiz ki zalimler, derin bir ayrılık içindedir.

54. (Ve yine,) kendilerine ilim verilenlerin, o (Kur’an’)ın, Rabbinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilip de ona iman etmeleri, böylece kalplerinin ona saygı duyması (ve bağlanması) içindir. Elbette Allah, inananları mutlaka doğru yola iletir.

55. Küfre sapanlar/inkâr edenler ise, kendilerine ansızın o saat (ölüm veya kıyamet) veya (artık hayır getirmeyen) kısır bir günün azabı gelinceye kadar ondan (Kur’an’dan) şüphe üzere kalmaya devam ederler.

56. O gün mülk (hükümranlık, hâkimiyet) Allah’ındır. (O,) insanlar arasındaki hükmünü verir. İman edip de sâlih (sevaplı) ameller işleyenler nimeti bol olan cennettedirler. [bk. 25/26; 82/19]

57. Kâfir olanlar ve âyetlerimizi yalanlayanlar için ise pek alçaltıcı bir azap vardır.

58. Allah yolunda göç edip de sonra öldürülen veya ölenlere gelince, muhakkak ki Allah onları en güzel rızıkla(rla) besleyecektir. Şüphesiz Allah rızık verenlerin en iyisidir. [bk. 4/100]

59. O, onları hoşnut olacakları bir yere mutlaka yerleştirecektir. Çünkü Allah (her şeyi) bilendir, Halîm’dir (hemen ceza vermeyendir).

60. İşte böyle. Her kim kendisine yapılan cezanın (kötülüğün, haksızlığın ancak) misli ile karşılık verir de sonra (tekrar) saldırıya uğrarsa, Allah ona elbette yardım eder. Şüphesiz Allah çok affeden, çok bağışlayandır.

61. Bu böyledir. Kesinlikle (bilesiniz ki) Allah (istediğini yapar,) geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar(ak uzatır kısaltır). Şüphesiz Allah (her şeyi) işitendir, görendir.

yuksel dedi ki...

62. Bu böyledir. Şüphesiz Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışında yalvardıkları (sığındıkları putlar/ilâhlar) da batılın ta kendisidir. Doğrusu O Allah, (her şeyden) yücedir, çok büyüktür. [bk. 4/139; 10/65; 31/30]

(Görüldüğü gibi batıldan maksat, Allah’ı bırakıp başkasına tapma ve bağlanma olup aynı zamanda O’nun rızasına aykırı iş ve hareketlerdir.)

63. Görmedin mi, Allah gökten yağmur indirir de, yer (onunla) yemyeşil oluverir. Doğrusu Allah çok lütufkârdır, (her şeyden) haberdardır. [krş. 10/ 61; 27/25; 31/16]

64. Göklerde ve yerde olanlar(ın hepsi) O’nundur. Doğrusu Allah elbette Ganî’dir (hiçbir kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), övülmeye lâyıktır.

65. Görmedin mi, Allah yerde olan şeyleri ve emri (kanunu) ile denizde akıp giden gemileri sizin fayda ve hizmetinize vermiştir. Göğü de kendi izni olmadan, yere düşmemesi için O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. [bk. 31/29; 45/13]

66. Size (önce) hayat verip sonra öldürecek, sonra yine diriltecek olan ancak O’dur. Gerçekten insan, çok nankördür. [bk. 2/28; 40/11; 45/26]

67. Biz her ümmet için, (kendi çağlarında) uygulamakta oldukları bir ibadet tarzı (şeriat) koyduk. (Son din İslâm da gönderilen bir şeriattır.) O halde (ona uyup) bu işte, seninle asla çekişmesinler. Artık sen Rabbine davet et. Şüphesiz sen dosdoğru bir yol (olan İslâm) üzeresin.[17] [krş. 2/148; 5/48]

68. Eğer seninle (dinde) mücadele ederlerse (onlara): “Allah yaptıklarınızı daha iyi bilendir.” de. [bk. 10/41; 46/8]

69. “Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında Allah, kıyamet günü aranızda hüküm verecektir.” [bk. 32/25; 60/3]

70. Bilmez misin ki Allah gökte ve yerde ne varsa (hepsini) bilir. Çünkü bu(nların hepsi), Kitab’da (Levh-i Mahfûz’da)dır. Gerçekten bu (bilme), Allah’a göre pek kolaydır.

71. (Onlar) Allah’ı bırakıp da O’nun, delil olarak hakkında hiçbir şey indirmediği ve kendilerinde de ona dair bir bilgi bulunmayan şeylere taparlar. Zalimlerin (hiçbir) yardımcısı yoktur.

72. Kendilerine açık olarak âyetlerimiz okunduğu zaman, inkâr edenlerin yüzündeki inkâr (belirtisin)i anlarsın. Neredeyse âyetlerimizi karşılarında okuyanlara saldıracaklar. (Resûlüm!) De ki: “Size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Ateş! Allah onu inkârcılara vaadetmiştir. O ne kötü (bir) dönüş yeridir!”

yuksel dedi ki...

73. Ey insanlar! İşte size bir temsil getirildi. Şimdi onu iyi dinleyin: Sizin Allah’ı bırakıp da yalvar(ıp/tap)tıklarınız; hepsi bir araya toplansalar dahi asla bir sineği bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, onu ondan kurtarmaya bile güçleri yetmez. İsteyen de âciz (kendisinden) istenen de.

(Yani putun önüne varıp tapan, isteklerini, yapacaklarını veya şikayetlerini söyleyen de âciz, put da âciz. İslâm öncesi câhiliye devrinin müşrik Arapları, heykel putlarının önünde törenler tertip ederler, övgü ve şikayetlerini dile getirirler, birtakım adaklarla istekte bulunurlardı. İşte yüce Allah, bu ilkellik ve câhiliye âdetlerini veciz şekilde bildiriyor.)

74. Onlar Allah’ı gereği gibi (anlayıp) takdir edemediler. Doğrusu Allah çok kuvvetlidir, mutlak üstündür.

75. Allah meleklerden de, insanlardan da elçiler seçer. (Bununla birlikte) kesinlikle Allah (her şeyi) işitendir, görendir.

76. (Allah) onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. (Bütün) işler, ancak Allah’a döndürülür. [bk. 72/28]

77. Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin,[18] Rabbinize kulluk edin (emirlerine uygun yaşayın) ve hayır işleyin ki umduğunuza erişesiniz.

(Bu ve benzeri âyetlerin tatbîki, dünya ve âhiret için umduğuna kavuşmanın teminatıdır.)

78. Allah uğrunda (gereği gibi) hakkıyla (ve ancak O’nun için) cihad edin.[19] Allah’a (teslimiyet gösterip emirlerine) sımsıkı yapışın. Sizi (cihad için) O seçti ve din konusunda da üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi. Tıpkı babanız İbrahim’in dini(nde olduğu) gibi. O (Allah) daha önce(ki kitaplarda) ve bu (Kur’an’)da size “müslümanlar” adını verdi. Tâ ki peygamber size şâhit olsun, siz de insanlara şâhit olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a (emirlerine) sımsıkı yapışın. Mevlânız (sahibiniz) O’dur. (O) ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! [krş. 3/103]

[1] Zira bilgisi olsa tartışmaz.

[2] Alaka, döllenmiş yumurtanın (zigotun) Rahim duvarına yapışması (zona pellusida)’ndan sonraki devredir.

[3] Mudga, et halinde küçük bir parça (2-2,5 cm).

[4] Özetle diyebiliriz ki: Kadının yumurta hücresi, erkeğin sperma hücresi ile döllenmesinden sonra artık canlı bir varlıktır ve bir hafta içinde bir hücre topluluğu halinde rahim duvarına 11 gün içinde gelip yapışır. Bu yapışma (zona pellusida)dan sonra “dut” gibi asılır ve gömülüp kanla beslenmeye başlar. İşte bu, hücrenin alaka (embriyo) safhasıdır. Mudga (fetus) safhasına kadar bu cenin (embriyo), bir et parçası halini alır ve çıkan somitlerle organ yerleri belli olur. Sekizinci haftanın sonunda, ceninin dış görünümü bir insan şeklini alır. Artık hızla gelişen ceninin (23/13-14) kemikleri, kasları ve derisi teşekkül etmiş olarak büyümeye devam eder. Nihayet doğumla neticelenir. Canlı doğmak kaydıyla, çocuğun hak ve hukuku da cenin halinde iken başlar (Bâr, s. 81-107). (Ayrıca bk. 39/6). Cenin canlı oldukça miras hakkı devam eder. Hilkati tamamlanmış cenin düşürülürse diyeti verilir (Müslim (Davudoğlu), II, 1309; Molla Hüsrev, s. 125).

yuksel dedi ki...

[5] Oysa Allah’ın varlığı hakkında tartışan ateistler, görünmeyen akıllarının varlığını kabul etmeleriyle çelişkiye düştüklerini bilmezler. [bk. 31/20]

[6] Bu yukarıdaki mâna, “Tavana bir ip uzatıp sonra (protesto için nefesini) kessin (kendini assın, yardım yine kesilmez).” şeklinde verilen mânaya nispetle vâkıaya daha mutâbıktır. [bk. Râzî, XVI, 280]

[7] Secde âyeti konusunda bk. 7/206.

[8] Rivayete göre, İbrahim (as.), Ebû Kubeys dağına çıkarak insanları haccetmeye davet etmiştir. Hasan-ı Basrî’nin rivayetine göre bu hitap Hz. Peygamber’edir. Beydâvî de bunu nakletmiştir. Hz. Peygamber, Vedâ haccında âyetin gereği olan haccı duyurmuştur (Ayntâbî, III, 198).

[9] Bu hayvanlar En’âm sûresinde (6/142-144) belirtilen kurbanlıklar olup; deve, inek koyun ve keçidir. Hacda ceza dışında kesilen kurban şükür kurbanı olup vâciptir; zenginliğinden dolayı keseceği kurban yerine geçmez. Hacda ceza veya nezir kurbanı dışındaki kurbanların etinin yenmesi hususunda fıkıh kitaplarında imamların bazı değişik görüşleri vardır.

[10] Arapça’da insan heykellerine (neden yapılırsa yapılsın) “vesen” denilmiştir. İbni Âbidîn, “Vesen, cüssesi olan, insan suretinde ağaçtan, taştan, gümüş ve saireden yapılan heykellerdir. Çoğulu ‘evsân’ şeklindedir. Sanem ise cüssesiz surettir.” diye kaydetmiştir. Müşrik Araplar’ın bunların dışında hevâ ve hevesini veya bir eşyayı yahut kendi cinsinden birisini dünyevî gaye ve pâyelerle yüceltip putlaştırmaları da çok olmuştur. [bk. 25/43; 29/25; 45/23]

[11] Develer ayakta boğazlanırken ön ayaklarının biri katlanıp bağlanır.

[12] Çünkü “Allah’ı tanıyoruz” deseler bile O’nun hüküm ve hâkimiyetini kabul etmeyen müşrikler, bütün mâbetlere düşmanlık ederler.

[13] Burada Hz. Musa’nın yalanlanmasının meçhul sîgası ile ifade edilmesinin sebebi onun diğer peygamberler gibi kavmi tarafından değil, Kıptîler tarafından yalanlandığına işaret etmek içindir (Beydâvî).

[14] Şu halde zaman izâfîdir. Özellikle insanlar, zamanın çabuk geçmesini istediklerinde bir türlü geçmek bilmeyişi bunu gösterir. Kaldı ki bizim hesabımıza göre bin yıl olan zaman parçası Allah katında bir gün kadardır. Bu âhiret azabına karşı bir uyarıdır.

[15] Yahut, “Âyetlerimiz(i geçersiz bırakma) hususunda birbirlerini âciz bırakırcasına yarışanlar ise…” [krş. 34/5, 38]

[16] Mehmed Vehbi, IX, 3562.

[17] En doğru yol, Allah’ın son gönderdiği ve bütün hükümlerin tamamlandığı din, İslâm olup artık tartışmaya lüzum yoktur. Bundan önceki bütün dinler hem tahrif edilmiş hem de hükmü kalmamıştır. Dolayısıyla Yahudilik ve Hıristiyanlığı, İslâm ile eşit göstermek yanlıştır. [bk. 2/83 ve açıklaması]

[18] İmam Şâfiî âyette geçen secdeyi tilâvet secdesi olarak almıştır, Hanefîlere göre ise buradaki secde namazda yapılması istenen secdedir.

[19] Cihad ancak, müslümanlara cephe alan/düşmanlık eden ve savaş açanlara karşı, Allah nizamının hâkim olması için yapılır.

yuksel dedi ki...

23. Mü'minûn Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 118 âyettir. Adını, baş tarafında mü’minlerin konu edilmesinden almıştır.



Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Mü’minler muhakkak felâh bulmuş (umduklarına ermişler)dir.

2. Onlar, namazlarında huşû içinde (kalbi ve bedeniyle tam teslimiyet halinde)dirler. [bk. 4/43]

3. Onlar, boş söz (ve iş)lerden yüz çevirirler. [bk. 25/72]

4. Onlar, zekât (vazifesin)i îfâ ederler.

5. Onlar, edep yerlerini/iffetlerini korurlar.

6. Sadece eşleri veya ellerinin sahip oldukları (kendi cariyeleri) ile (münasebet) kurarlar. Çünkü onlar (bundan dolayı) kınanmazlar. [bk. 4/24 ve açıklaması]

7. Kim bu (helal ola)ndan ötesini isterse, işte onlar haddi aşanlardır.

8. Onlar (o mü’minler) ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.

9. Onlar ki namazların(ı vaktinde ve gereğince kılmay)a devam ederler.

(“Ben inandım” diyenlerin umduklarına kavuşması kendi ölçülerine göre değil ancak bu ve benzeri âyetlerde belirtilen özellikleri taşımakla gerçekleşir.)

10-11. İşte onlar, vâris olanların ta kendileridir. Onlar (cennetlerin en yücesi) Firdevs’e vâris olacaklardır ki bu mirasçılar, orada ebedî kalacaklardır. [bk. 70/22-35]

12. Andolsun ki (biz, ilk) insanı çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.

13. Sonra onu(n neslini, ondaki) bir nutfe (yani sperma ile yumurtayı aşılamış) olarak sağlam (ve emin) bir yer (olan rahim)e yerleştirdik.

14. Sonra (rahimde o) nutfeyi (zigotu) bir “alaka” yaptık; derken, o “alaka”yı da bir “mudga”ya, “mudga”yı da kemiklere çevirdik, o kemiklere de et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir varlık yaptık.[1] (Varlıkları) yaratıp şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir! [bk. 3/6; 22/5]

15. Sonra siz bunun ardından şüphesiz öleceksiniz.

16. Sonra siz kıyamet gününde mutlaka diriltileceksiniz.

17. Andolsun ki üstünüzde yedi yol (ve yedi tabaka gök) yarattık. Biz yaratma (işin)den gafil değiliz. [bk. 2/29; 17/44; 65/12; 71/15]

yuksel dedi ki...

Müfessirlerin çoğu âyetteki “yedi yol”u yedi kat gök veya göğün katmanları olarak yorumlamışlardır. Elmalılı da bunu, insanları kuşatan yedi idrak yolu olarak anlıyor ki bunlar, beş duyu ile akıl ve vahiy yollarıdır.)

18. Gökten suyu bir ölçü dâhilinde indirdik de onu yerde (faydası için) biz durdurduk. Şüphesiz biz onu gidermeye de kâdiriz.[2]

19. İşte onunla size hurma bahçeleri, üzüm bağları meydana getirdik. Bu bahçelerde sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz. [bk. 16/11; 36/34-35]

20. Yine onunla Tûr-ı Sînâ’da yetişen bir (zeytin) ağac(ı yarattık) ki (meyvesi) yiyenler için hem yağ hem de katık (olarak zeytin) verir.

21. Sağmal hayvanlarda da sizin için elbette bir ibret vardır. Karınlarının içindekinden size (süt) içiririz. Onlarda sizin için (daha) nice faydalar vardır, hem de onlardan yersiniz. [bk. 16/66]

22. Hem onların hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız. [bk. 16/7; 40/79-81; 43/12-14]

23. Andolsun ki Nuh’u, kavmine gönderdik de (onlara): “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Hâlâ emrine uygun yaşamaz/azabından sakınmaz mısınız?” dedi.

24. Kavminden ileri gelen inkârcılar da dedi ki: “Bu (Nuh) sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi elbette melekleri indirirdi. Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik.” [bk. 6/9; 17/90-95; 25/7]

25. “O kendisinde delilik bulunan birinden başkası değildir. Bu yüzden onu bir zamana kadar gözetleyin.”

26. (Nuh:) “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.” dedi.

27. Biz ona vahyettik ki: “Bizim nezaretimizde ve vahyimizle gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de tandır kaynadığı (yeryüzünde suların kaynayıp fışkırdığı) zaman ona, (hayvanların) her birinden (erkek ve dişi) birer çift ile aile halkını koy. Yalnız onlardan aleyhine söz geçmiş (kendileri cezayı hak etmiş) kimseler hariçtir. O zulmedenler hakkında (onları kurtarmak için) sakın bana başvurma! Çünkü onlar boğul(mayı hak et)mişlerdir!” [bk. 11/40; 26/119; 54/11-14]

28. Artık sen ve beraberindekiler gemiye çık(ıp yerleş)ince: “Bizi o zalimler (kâfirler) güruhundan kurtaran Allah’a hamdolsun.” de.

29. Yine de ki: “Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen (yere) indirenlerin en hayırlısısın.”

30. Doğrusu bu (Nuh kıssası)nda nice ibretler vardır. Biz (insanları) elbette imtihan etmekteyiz.

31. Sonra onların ardından diğer bir nesil (olan Âd kavmini) var ettik.

32. Onların içinde de kendilerinden bir peygamber (olan Hûd’u) gönderdik. “Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun azabından sakınmaz mısınız?” (dedi).

33. Kendilerine dünya hayatında refah verdiğimiz halde, kâfir olan ve âhirete kavuşmayı yalanlayan kavminden ileri gelenler (şöyle) dediler: “Bu sizin gibi bir insandan başkası değildir. (Baksanıza) sizin yediklerinizden yiyor, içtiklerinizden içiyor.”

34. “Eğer kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, o takdirde siz kesinlikle ziyana uğrayan (âciz) kimselersiniz demektir.”

35. “Siz öldüğünüz, toprak ve kemikler haline geldiğiniz zaman, gerçekten sizin (kabirlerden) çıkarılmış olacağınızı (diriltileceğinizi) mi size vaadediyor (ve sizi bununla mı korkutuyor)?”

yuksel dedi ki...

36. “O tehdit edildiğiniz (öldükten sonra dirilmenin gerçek olması) ne kadar, hem de ne kadar uzak!

37. “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. (Kimimiz) ölürüz (kimimiz de) yaşarız, biz öldükten sonra diriltilecek de değiliz.”[3]

38. “O, Allah’a karşı yalan uyduran bir adamdan başkası değildir. Biz ona inanan (kimse)ler de değiliz.”

39. (Peygamber:) “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.” dedi.

40. (Allah:) “Onlar çok geçmeden elbette pişman olacaklar.” buyurdu.

41. Derken, onları o korkunç çığlık yakalayıverdi. Böylece onları sel sularının taşıdığı çer çöp haline getirdik. Artık defolup gitsin böylesi zalim kavim!

42. Sonra, onların ardından başka başka nesiller[4] (ve ümmetler) yaratıp yetiştirdik.

43. Hiçbir ümmet ecelini ne öne alabilir, ne de (onu) erteleyebilir.

44. Biz (ümmetlere) peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Hangi ümmete peygamber geldiyse onu yalanladılar, biz de onları birbiri ardınca (helak edip) gönderdik ve onları (ibretlik) hikayeler yaptık. Artık iman etmeyen kavim uzak olsun. (Onların canı cehenneme!)

(Allah’a iman etmemek, O’nu yok sayarak yaşamak veya peygamberinin getirdiklerini yalanlamak ve onlardan yüz çevirmek, mülkünde ve hâkimiyetinde yaşadığımız yüce Allah’a bir başkaldırıdır. Bunun cezası da, verdiği mühlet bitince, çeşitli devirlerde insanların başına gelmiştir.)

45-46. Sonra Musa’yı (ve kardeşi) Harun’u, mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelen yandaşlarına gönderdik. Ama onlar büyüklük tasladılar (iman etmeyi kibirlerine yediremediler). Zaten kibirlenen (ve dik başlı) bir toplum idiler.

(Allah’a iman; O’na teslim olma ve O’nun buyruğunun öne geçmesi demektir ki böyle bir iman Firavun ve yandaşlarının işine gelmezdi.)

47. “Kavimleri (olan İsrâiloğulları) bize kölelik ederlerken, şimdi bizim gibi iki insana mı iman edeceğiz?” dediler.

48. Onları yalanladılar ve helak edilenler güruhuna dahil oldular.

49. Andolsun ki biz Musa’ya, belki (kavmi) doğru yolu bulur diye Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.

50. Meryem’in oğlunu ve annesini de (kudretimize işaret eden) birer ibret vesilesi yaptık ve onları oturmaya uygun, akar suyu olan bir tepede barındırdık.

51. Ey Resûller! Temiz/helal şeylerden yiyin, sâlih amel işleyin. Çünkü ben yaptıklarınızı hakkıyla bilenim.

52. Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz (dininiz), bir tek ümmet (bir tek din/İslâm’)dır. Ben de sizin Rabbinizim. O halde emirlerime uygun yaşayıp azabımdan sakının.[5]

53. Ancak onlar (saparak din) işlerinde, gruplar halinde aralarında parçalandılar. Her grup ellerinde bulunanla (kendilerine pay çıkararak) övünüp sevinmektedir.[6] [krş. 21/92-93]

54. Sen onları, bir vakte kadar cehâlet ve sapıklıkları içinde bırak. [bk. 15/3; 86/17]

yuksel dedi ki...

55-56. Kendilerine mal ve evlat verirken, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır! Onlar (işin) farkına varamıyorlar. [bk. 9/55]

57-58-59. Buna karşı, Rablerinin (sevgisini kaybetme) korkusundan titreyenler, Rablerinin âyetlerine (gerçek anlamda) inananlar, Rablerine (hiçbir) ortak koşmayanlar…

60-61. Ve kalpleri, Rablerine döneceklerinden titreyerek, vereceklerini (esirgemeden) verenler/yapmaları gerekeni yapanlar var ya, işte onlar, hayırlı işlerde koşuşurlar ve bu uğurda yarış ederler.

(Yüce Allah’ın huzuruna mahcup olarak varmaktan kalpleri ürperenler ve O’nun azabından korkanlar, O’na kulluk ederler, O’nun yolunda infak ederler (76/8-12). Sâlih (sevaplı) işlerde bulunurlar, dindarlıklarıyla övünmez, kendilerini beğenmezler. Bu âyetin böylece somut bir tatbikçisi olan Hz. Ömer vefat etmeden önce, “Rabbimin azabından değil, O’na mahcup varmaktan korkuyorum.” demiştir. Hasan-ı Basrî hazretleri de güzel bir ifadeyle, “Mü’min Allah’a itaat eder ama yine de korkar; münâfık ise hem Allah’a ve emirlerine baş kaldırır hem de O’ndan korkmaz.” demiştir.) [bk. Mevdûdî, III, 385]

62. (Biz) hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Katımızda, gerçeği söyleyen (ve kulların yaptıkları yazılı bulunan) bir kitap vardır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.

63. Fakat o (kâfir ola)nların kalpleri bu hususta cehâlet ve gaflet içindedir. Onların bundan (bu şirk ve küfürden) başka birtakım (kötü) işleri daha vardır ki hep onlar için çalışırlar.

64. En nihayet (onların) varlıklı ve şımarık olanlarını azap ile (kıskıvrak) yakaladığımız zaman, hemen feryat ederler.

65. Bugün artık feryat ed(ip sızlan)mayın. Çünkü siz, bizim tarafımızdan yardıma mazhar olunmayacaksınız.

66-67. Size âyetlerimiz okunuyordu da, ona (Kur’an’a) karşı büyüklük taslayarak gerisin geriye dönüyor, geceleyin de (Kâbe’nin etrafında toplanarak) saçma sapan konuşuyordunuz.

68. (Peki) onlar hâlâ o sözü (Kur’an’ı) düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, evvelki atalarına gelmeyen (bir kitap veya azap görmeyeceklerine dair güvence gibi) bir şey mi geldi?

69. Yoksa peygamberlerini (doğruluğu ve güzel ahlâkı ile hâlâ) tanımadılar da, bu yüzden mi onu inkâr etmektedirler?

70. Yoksa: “Onda bir delilik var.” mı diyorlar? Hayır! O, onlara hakkı getirdi. (Ne var ki) onların çoğu, haktan hoşlanmayanlardır.

yuksel dedi ki...

71. Eğer gerçek(ler), onların batıl arzularına uysa (onlara göre olsa) idi gökler, yer ve onların içinde bulunan kimseler(in düzeni) mutlaka bozulup (helake) giderdi. Hayır! Biz onlara (Kur’an ile) şan ve şereflerini getirdik.Onlar ise o şan ve şerefleri (olan Kur’an’)dan yüz çevirmektedirler!

(Kur’an’ı rehber edinen ve onun yolunu takip eden pek çok millet, cihânın en büyük ümmetlerinden olma şerefine ulaşmıştır.)

72. (Ey Resûlüm!) Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun (da sanki onun için kabul etmiyorlar)? Rabbinin vereceği karşılık, (çok) daha değerlidir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. [bk. 6/90; 34/47; 36/21; 38/86; 42/23]

73. Şüphesiz sen onları elbette doğru bir yol (olan İslâm’)a çağırıyorsun.

74. Ama âhirete inanmayanlar gerçekten (ısrarla bu doğru) yoldan sapmakta (küfrü, şirki, tâğûtî ve câhilî hayatı istemekte)dirler.

75. Şâyet biz onlara acıyıp da kendilerindeki sıkıntıyı giderseydik, yine şaşkın bir halde dolaşıp (yaratıcıyı hiçe sayan) azgınlıklarında/isyanlarında ısrar ederlerdi.

76. Andolsun ki biz onları (evvelce çeşitli) azaplar ile yakalamıştık. Yine de (onlar, uslanıp) Rablerine boyun eğmediler ve yalvarıp yakarmadılar.

77. Nihayet, azabı çetin bir kapı açtığımız zaman birdenbire onlar, (bu durum karşısında) ümitsiz (ve şaşkın) kalıverirler.

78. Sizin için (duymayı sağlayan) kulakları, (görmeyi sağlayan) gözleri ve (düşünmeyi sağlayan) gönülleri yaratan O’dur. (Halbuki siz) ne kadar az şükrediyorsunuz!

79. Sizi yeryüzünde yaratıp türeten O’dur ve ancak O’n(un huzurun)a toplanacaksınız.

80. Yaşatan da öldüren de O’dur. Gecenin, gündüzün değişmesi O’nun (eseri)dir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?

81. Hayır! Fakat onlar (da yine) evvelkilerin dediği gibisini dediler:

82. “Öldüğümüz ve toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?” dediler. [krş. 36/77-79; 79/11-14]

83. “Andolsun ki biz ve daha önce de atalarımız bununla tehdit edildik. Bu, evvelkilerin masallarından başkası değildir.” (dediler)

84. (Resûlüm! Onlara) de ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin bana) o yeryüzü ve içinde (bulunan)lar kimindir?”

85. “Allah’ındır.” diyecekler. “O halde (O’na itaati) düşünmüyor musunuz?” de.

86. (Yine sor:) “Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” de.

yuksel dedi ki...

87. “(Hepsi) Allah’ındır.” diyecekler. “O halde (O’na) karşı gelmekten korkup da emrine uymaz mısınız?” de.

88. “Biliyorsanız (söyleyin), her şeyin mülkü (ve idaresi) elinde olan ve O (daima) koruyan, kendisi korunmaya muhtaç olmayan kimdir?” diye sor. [bk. 15/92-93; 21/23]

89. (Yine:) “Allah’ındır.” diyecekler. “O halde nasıl büyülen(ip de yüz çevir)iyorsunuz?” de.

(Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde görüldüğü gibi müşrikler de Allah’ı kabul ediyorlardı. Fakat Mekkeliler buna rağmen önemli bir işe başlamadan veya şehir devletine ait bir tören ve merasimden önce ya da bir yolculuktan dönünce en büyük put olan Hubel’i ziyaret ederek bağlılık ifadesi olan saygılarını gösterirlerdi. Aynı zamanda yukarıda 82-83. âyetlerde görüldüğü üzere, Hz. Peygamber’in peygamberliğine, onun tebliğ ettiği Kur’an’a inanmıyor, bunları ciddiye almıyor, âhireti de inkâr ediyorlardı. [bk. Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları, 1995, I, 110])

90. Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik. Onlar ise kesinlikle yalancıdırlar.

91. Allah, asla çocuk edinmemiştir. O’nunla birlikte başka bir ilâh da yoktur. (Olsaydı) o takdirde her ilâh kendi yarattığını (alıp) götürür ve onlar birbirlerine üstün gelmeye çalışırdı. Allah onların yakıştırdıklarından (ve noksanlıklardan) uzaktır. [bk. 21/22]

92. Görünmeyeni ve görüneni bilen (Allah), onların ortak koştuklarından (ilâhlaştırdıkları putlarından ve putlaştırıp bağlılık gösterdiklerinden) yücedir.

93-94. De ki: “Ey Rabbim! Eğer onların tehdit edildikleri şeyi bana mutlaka göstereceksen, Rabbim beni o zalimler güruhu içerisinde bırakma!”

95. (Resûlüm!) Biz, onları tehdit ettiğimiz (azab)ı sana göstermeye elbette kâdiriz.

96. (Fakat, yine de sen,) kötülüğü en güzel olan şeyle sav. Biz onların uydurup yakıştıracakları şeyleri en iyi bileniz.

97-98. Ve de ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden (telkinlerinden) sana sığınırım. Ey Rabbim! Onların yanımda bulunmalarından sana sığınırım.”

99-100. Nihayet o (müşrik ola)nlardan birine ölüm geldiği (kötü ameli ve sonucu kendisine gösterildiği) zaman diyecek ki: “Rabbim! (Dünyaya) beni geri döndürünüz, tâki ben, terk ed(ip geldiğim o) yerde artık iyi/sevaplı iş yapayım.” Hayır! Bu onun söylediği (boş) laftan ibarettir. Artık (kıyamette) tekrar dirilecekleri güne kadar önlerinde bir engel vardır (rûhen de bedenen de başka bir şekilde dünyaya geri dönemezler). [bk. 6/27; 7/53; 14/44; 32/12; 42/44; 63/10-11]

(Âyetteki “berzah”, engel demek olup ölümle başlayan, yeniden dirilmeye kadar süren zamanı ifade eder. Berzah âleminde insanlar bir tür hayat sahibidir. İnsan kabirde rûhen hisseder, sıkıntı çeker, sevinir ve üzülür. Ya mutlu bir hayat sürer yahut da Firavun’da olduğu gibi kıyamete kadar her gün sabah akşam ateşe arz edilir (40/46). İnkârcılara, âsî mü’minlere kabir azabı vardır. Bu hususta Resûlullah (sas.), “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” buyurmuştur.)[7]

yuksel dedi ki...

101. Sûr’a üfürüldüğü zaman aralarında (bağlandıkları) soylar artık yoktur ve (birbirlerinin hallerini de) soruşturamazlar.[8] [krş. 80/34-37]

102. Artık kimlerin (sevapça) tartıları ağır gelirse, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

103. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, kendilerine yazık edenlerden olup cehennemde ebedî kalacaklardır. [krş. 101/6-11]

104. (Cehennemde) ateş yüzlerine çarpıp kavurur da orada dişleri sırıtır halde kalırlar. [bk. 14/50; 21/39]

105. “Âyetlerim size okunurdu da siz onları yalan sayardınız değil mi?”

106. Derler ki: “Ey Rabbimiz! Bedbahtlığımız bizi yendi, biz de yoldan sapan bir toplum olduk.”

107. “Ey Rabbimiz! Bizi buradan (ateşten) çıkar. Eğer (bir daha Kur’an’dan ayrılıp sapıklığa) dönersek, işte o zaman kesinlikle zalimleriz (demek)tir.”

108-109-110-111. (Allah) buyurur ki: “Kesin sesinizi! Artık bana karşı konuşmayın. Çünkü kullarımdan bir zümre: ‘Ey Rabbimiz! İman ettik, bizi bağışla ve bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.’ dediklerinde onları alaya alırdınız. Öyle ki bu (iş), beni yâdetmeyi bile size unutturdu (da işiniz, inandığını yaşamak isteyenlerle uğraşmak oldu) ve siz onlara gülüp durdunuz. Bugün ben, o (mü’min)lere sabrettiklerinin karşılığını verdim. Şüphesiz ki onlar, kurtulup murada erenlerin ta kendileridir.”

112. (Allah cehennemliklere yine buyurdu:) “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?”

113. (Onlar:) “Bir gün yahut günün bir kısmı kadar kaldık, tam olarak sayan (melek)lere sor (sayacak halimiz kalmadı).” derler. [krş. 20/103; 30/55; 79/46]

114. (Bunun üzerine Allah) buyurur: “(Buraya nisbetle elbette) ancak pek az kaldınız. Keşke (önceden) bilseydiniz (dünyaya tapmaz, isyankâr yaşamazdınız).”

115. “Sizi boş yere yarattığımızı ve bize hakikaten döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” [krş. 75/36]

(Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere insan başıboş/sorumsuz içgüdüsüyle hareket eden bir varlık olarak değil, düşünce, akıl ve irade sahibi bir varlık olarak yaratılmıştır. Varlığını, gaye ve sorumluluğunu bildiği ölçüde nitelik bakımından diğer canlılardan ayrılmaya başlar. Böylece hayvansal müştereklikten yükselerek, nitelikçe “insanlaşan” insan kendini ve Yaradan’ını tanıdığı gibi, O’nun gözetim ve denetimi altında olduğunu ve tekrar O’na döneceğini de bilir. Başıboş yaratılmamış insanın, elbette hak ve özgürlükleri vardır. İnsanın hak ve özgürlükleri İslâm’a göre, yalnız diğerinin sınırında değil, aynı zamanda Allah’ın ve Peygamber’in koyduğu yasak sınırında biter. Allah’a gerçekten inanan kimse, hem O’na saygı duyarak hem de ceza vermesinden korkarak, O’nun sınırını çiğnemez. Artık böyle bir insan, hem Yaradan Rabb’ine hem de yaratılanlara karşı görevlerini aksatmadan tam olarak yerine getirmeye çalışır. Böylece hem kendine hem başkasına zarar vermez.) [bk. 7/179]

116. Gerçek hükümran olan Allah pek yücedir. O’ndan başka ilâh yoktur. (O,) yüce Arş’ın Rabbidir.

117. Kim Allah ile beraber, kendisi hakkında hiçbir delil bulunmayan başka bir ilâha tapar (Allah yerine ona bağlanır)sa, işte onun (görülecek) hesabı, ancak Rabbinin yanındadır. İnkârcılar elbette umduklarına kavuşup kurtulamazlar. [krş. 17/39; 50/26]

118. De ki: “Ey Rabbim! Bağışla, merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”

«En Eski ‹Eski   3801 – 4000 / 6151   Yeni› En yeni»