15 Eylül 2007 Cumartesi

Nefislerin beyazlaşması..!!!

Dünya yeşillenirken nefisler beyazlaşması lazımdır.

6.151 yorum:

«En Eski   ‹Eski   4001 – 4200 / 6151   Yeni›   En yeni»
yuksel dedi ki...

1] Ana rahmindeki başlangıçtan sonra diğer bir yaratılışa geçen insan, kendi aslındaki özel kabiliyetleriyle en güzel şekilde donatılmış olarak gelişmektedir (95/4). Çünkü bir türün DNA’sı sadece kendi türünü meydana getirmesi, ancak yüce yaratıcı Allah’ın eseridir. [“Alaka” ve “Mudga” için bk. 22/5 ve ilgili dipnotlar]

[2] Yağmur olayının gerçekleştiği tek gezegen dünyadır. Yağmur sularının hepsi yerin dibine inse, yahut sel halinde akıp gitseydi, yahut da yağmur yağmasaydı hayat biterdi. Bu yüzden Allah’a ne kadar hamd ve şükür edilse azdır.

[3] Bunlara dehriyyûn veya materyalistler denilir. [krş. 45/24 ve dipnotu]

[4] Salih, Lût ve Şuayb aleyhimüsselâm ve onlardan başka diğer peygamberlerin nesilleri (Beydâvî).

[5] Bütün dinlerde aslolan âmentü (akâid/inanç) esasları aynıdır, değişmemiştir. Fakat amelde tâlî/furû’a ait hükümler değişmiştir (Beydâvî). [bk. 2/106 dipnotu]

[6] “Biz haktan yanayız.” demeleri gerekirken “Hak/ doğru biziz.” dediler.

[7] Tirmizî (Mollaahmetoğlu), II, 250, hadis no: 70; Taftazânî, s.156.

[8] Ama cennetlikler birbirinin hallerini soracaklar. [bk. 37/50]

yuksel dedi ki...

24. Nur Sûresi

Medine döneminde nâzil olmuştur. 64 âyettir. Sûre adını, nur âyeti denilen 35. âyetten almıştır.



Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. (Bu,) indirdiğimiz ve (hükümlerinin tatbikini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt alasınız diye içinde apaçık âyetler indirdik.

2. Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onlara karşı acıma hissi, Allah’ın dinin(i tatbik)de sizi etkisi altına almasın. Mü’minlerden bir grup da onların azabına (cezasına) şahit olsunlar.[1]

3. Zinâkâr erkek; zinâkâr veya müşrik bir kadından başkasıyla evlenemez. Zinâkâr kadın da zinâkâr veya müşrik bir erkekten başkasıyla evlenemez. Çünkü bu (evlenme şekli) mü’minlere haram kılınmıştır.[2] [bk. 24/26-32]

4. Namuslu (ve hür) kadına (zina suçu) isnad(ın)da bulunup da sonra (bu hususta) dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun ve onların şahitliğini ebedî olarak kabul etmeyin. İşte onlar (yalancılıkları dolayısıyla) fâsıktırlar.[3]

(Hükümler, kadın ve erkek için aynıdır.)

5. Ancak (hükmolunan bu cezaların infazından) sonra tevbe edip düzelenler hariçtir. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

(Tevbenin kabul zamanı içerisinde, tevbe etmeden ölenlerin cezaları, müşrik ve kasten adam öldürenlerle beraber geçmektedir (25/68-69). Tevbe etmeleri halinde de, imanını tazeleme ve sâlih amelde bulunma şartı (25/70) getirilmiştir.)

6. Eşlerine (zina suçu) isnad edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlar(a gelince): Onlardan her birinin (dört şahit yerine kendi) şahitliği; kendisinin hakikaten doğru sözlülerden olduğuna dair dört defa Allah’a yemin ederek şahitlik etme(si)dir.

7. Beşincide; eğer yalancılardan ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olması(nı dilemesi)dir.

8. Kadının da o (kocası)nın hakikaten yalancı olduğuna dair Allah’a yemin ederek dört (defa) şahitlik etmesi, azabı (cezayı) kendisinden giderir.

9. Beşincide; o (kocası)nın söylediğinin doğru olması halinde, Allah’ın gazabının kendi üzerine olması(nı dilemesi)dir. (Artık hâkim, bu karı kocayı boşar.)

10. Ya üzerinize Allah’ın lütfu, rahmeti olmasaydı ve hakikaten Allah, tevbeleri çok kabul eden hüküm (ve hikmet) sahibi olmasaydı (haliniz nice olurdu)?!

(Hz. Peygamber ile birlikte gittiği Benî Mustalik gazvesinden dönen Hz. Âişe (r.anhâ), kervanın konakladığı sırada, hâcet için dışarı çıkmıştı. Dönüşte gerdanlığının düştüğünü fark etti ve aramaya gitti. Tekrar karargâha geldiğinde ordu hareket etmiş, kendi devesini süren de onu üzerindeki hevdec (kapalı yer)inde sanıp deveyi sürmüştü. Nihayet artçı olarak gelen ve Hz. Âişe’yi gören Safvân (ra.), devesinden inip onu bindirmiş ve orduya yetiştirmişti. Bazı münâfıklar bu işi dedikodu konusu yaptılar. Hastalandığı için babasının evinde kalmakta olan Hz. Âişe, bunu duyunca günlerce ağladı. Hz. Peygamber de çok üzülmüştü. Aradan bir ay geçmişti… İşin aslı kendi içine doğsa bile Allah’tan takviyesini bekliyordu. İşte aşağıdaki âyetler onun iffetini ve masumluğunu bildirmektedir.)[4]

yuksel dedi ki...

11. O iftirayı uydurup çıkaranlar, şüphesiz içinizden (münâfık olan küçük) bir gruptur. Siz onu, kendiniz için şer sanmayın. Bilakis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah (nipbetinde ceza) vardır. Onlardan (elebaşılık yapıp) o günahın büyüğünü yüklenen (Abdullah b. Übeyy) için de büyük bir azap vardır.

12. Erkek ve kadın mü’minlerin, kendi vicdanlarında iyi bir zanda bulunup da: “Bu, apaçık bir iftiradır.” demeleri gerekmez miydi?

13. O(nlar iftiraları)na, dört şâhit getirmeli değil miydiler? Mâdem ki şâhitleri getirmediler, o halde onlar, Allah katında yalancıların ta kendileridir.

14. Eğer dünyada ve âhirette Allah’ın lütfu ve rahmeti üzerinize olmasaydı, içine daldığınız dedikodu yüzünden size kesinlikle büyük bir azap dokunurdu.

15. O zaman siz onu dilden dile aktarıyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağzınızda geveleyip duruyor ve bunu basit bir şey sanıyordunuz. Halbuki o, Allah’ın yanında çok büyük (bir günah)tır.

16. Onu işittiğiniz zaman: “Bunu söylememiz bize yakışmaz, hâşâ! Bu büyük bir iftiradır.” deseydiniz ya!

17. Eğer iman edenler iseniz o (iftira)nın benzerine dönmenizi Allah size, ebedî olarak yasak ediyor.[5]

18. Allah size âyetleri açıklıyor. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

19. Hayasızlığın (serbest bırakılıp) mü’minler içinde yayılmasını arzu edenler için, gerçekten dünyada ve âhirette acıklı bir azap vardır. (Bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

(İnsan tabiatının yanısıra, İslâm inanç ve ahlâk ilkelerine aykırı olan edepsiz sözler; cinsel arzuları uyandıran dar, şeffaf, açık saçık giysiler; zina, eşcinsellik vb. birer hayasızlıktır.) [krş. 2/168-169; 29/45]

20. Eğer üzerinize Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı ve Allah pek şefkatli ve merhametli bulunmasaydı (hemen cezanızı verirdi).

21. Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın! Kim şeytanın adımları ardınca giderse, şüphesiz ki o hayasızlığı ve kötülüğü emreder.[6] Eğer sizin üzerinize Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, asla hiçbiriniz temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah (her şeyi) işitendir, bilendir. [bk. 2/168-169. Ayrıca krş. 2/208]

(Hz. Ebû Bekir’in Mistah adında fakir bir akrabası vardı. Hz. Âişe’ye yapılan iftira ile bu da alâkalandığı için Hz. Ebû Bekir, ona yardım etmemeye yemin etmişti. Fakat aşağıda mü’minlerin lütufkâr davranmasını bildiren âyetle yardıma devam etti.)

yuksel dedi ki...

22. Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere (mallarından bir şey) vermekte kusur etmesinler.[7] (Hatalarını) affetsinler, hoş görsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

23. Hiç şüphesiz, namuslu/iffetli, fenalıktan habersiz mü’min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır.

24. O gün (kıyamette) dilleri, elleri ve ayakları (dünyada) yapmış olduklarına şâhitlik edecektir. [krş. 36/65; 41/20-23]

25. O gün Allah, onlara hak olan cezalarını tastamam verecek ve onlar da Allah’ın hak (ve adaletli) olduğunu açıkça bileceklerdir.

26. Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; temiz/iyi kadınlar, temiz/iyi erkeklere; temiz/iyi erkekler de temiz/iyi kadınlara (uygun)dur. Bu (temiz ola)nlar,[8] onların söyledikleri iftiradan uzaktır. Onlar için mağfiret ve (cennette) cömertçe bir rızık vardır. [bk. 24/3]

27. Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere (ve odalara girerken) izin almadan ve sahiplerine (seslenip) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Herhalde bunu düşünüp anlarsınız.

28. Eğer orada bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar içeriye girmeyin. Eğer size: “Geri dönün (müsait değiliz).” denilirse, hemen dönün. Bu sizin için daha nezih (bir hareket)tir. Allah yaptıklarınızı (hakkıyla) bilendir.

29. İçinde oturulmayan fakat sizin için bir faydalanma bulunan evlere (ve odalara) girmenizde üzerinize bir günah yoktur. Allah açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de bilir.

30. Mü’min erkeklere söyle, gözlerini (harama istekle bakmaktan) sakınsınlar ve mahrem yerlerini (ırzlarını) korusunlar! Bu onlar için daha temiz (bir hareket)tir. Hiç şüphesiz Allah, onların yaptıklarından haberdardır.

31. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama istekle bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar. Ziynetlerini/ziynet sayılan yerlerini meydana çıkarmasınlar/göstermesinler. Ancak (kendiliğinden) görünen (el, yüz) bu emrin dışındadır. Başörtülerini, yakalarının üstüne kadar (boyunlarını örtecek şekilde) koysunlar.[9] Ziynet (ve ziynet sayılan yer)lerini kendi kocalarından veya babalarından veya kocalarının babalarından veya kendi oğullarından veya kocalarının oğullarından veya kardeşlerinden veya kardeşlerinin oğullarından veya kız kardeşlerinin oğullarından veya kendi (mü’min)[10] kadınlarından veya ellerinin altındaki sahip oldukları (cariyeleri)nden veya kadına ihtiyaç duymayan (tamamen şehvetsiz) erkek hizmetçilerinden veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayacak çocuklardan başkasına aç(ıp göster)mesinler. Gizledikleri ziynetlerinin bilinmesi için ayaklarını vurmasınlar. Ey mü’minler! Hepiniz Allah’a tevbe edin (ve emirlerini yerine getirin) ki kurtuluşa eresiniz. [bk. 33/32-34, 59]

yuksel dedi ki...

32. İçinizdeki bekârları, köle ve cariyelerinizden sâlih (evlenmesi uygun) olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah lütfuyla onları zengin eder. Allah lütfu ve ihsanı geniş olandır, O her şeyi bilendir. [bk. 4/25]

33. Evlenme (imkânı) bulamayanlar da Allah kendilerini lütfundan zengin ed(ip imkân ver)inceye kadar iffetli/namuslu kalsınlar (haramdan sakınsınlar). Ellerinizin altındaki (köle ve cariye)lerden mükâtebe (hür olmak için kazanıp bedel ödeme) isteyenlerle eğer onlar için bir hayır görüyor/bunu yapabileceklerini düşünüyorsanız hemen yazı(lı olarak sözle)şin. Allah’ın size verdiği maldan onlara da verin (yardımcı olun). Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, (hele de) namuslu kalmak isterlerse,[11] cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zorlarsa, şüphesiz ki Allah, zorlanmaları sebebiyle (onları) çok bağışlayan, çok merhamet edendir.[12] [bk. 4/25]

34. Muhakkak ki size, hem (gereken şeyleri) açıklayan âyetler, hem sizden evvel gelip geçmişler(in)den misaller, hem de (Allah’ın emirlerine uyup azabından) korunanlar için bir öğüt indirdik.

35. Allah, göklerin, yerin (herşeyin) nuru(nu, aydınlığını veren)[13]dir. O’nun nurunun misali bir hücre içindeki (kuvvetli) bir lamba gibidir. O lamba bir cam içindedir. O cam sanki inciden bir yıldızdır ki güneşin doğduğu yere de, battığı yere de nispeti olmayan mübarek bir ağaçtan, zeytinden yakılır.[14] Onun (zeytinin parlak) yağı, kendisine bir ateş değmese bile neredeyse ışık verir. (Bu da) nur üzerine nurdur (ışığı pırıl pırıl aydınlıktır). Allah dilediği (layık gördüğü) kimseyi nuruna kavuşturur.[15] Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi bilendir.

36. (O lamba,) Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde (ve mescidlerde)dir ki onların içinde sabah akşam O’nu tesbih eder. [Nur için bk. 4/174; 6/122; 39/22; 57/19, 28]

37. (İşte) nice adamlar (var)dır ki onları ne ticaret ne de alışveriş, Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru/gereğine uygun kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoyar. Onlar, (dehşetinden) kalplerin ve gözlerin halden hâle geçeceği bir günden korkarlar. [bk. 18/46; 63/9]

38. Çünkü Allah, kendilerini yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandıracak ve (ayrıca) lütfundan onlara daha fazlasını da verecektir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.

39. İnkâr edenlerin/küfre sapanların (iyi sandıkları) amelleri ise, düz arazide (ufukta görülen) bir serap gibidir (uzaktan parıldar), susayan, onu su zanneder. Nihayet o(nun yanı)na vardığı zaman, hiçbir şey bulamaz ve (tıpkı bunun gibi o kâfirlerin âhirette eli boşa çıkar da) yanında (sadece) Allah’ı bulur. O da onun hesabını eksiksiz görür. Allah hesabı çok çabuk görendir. [bk. 18/104; 88/2-7]

yuksel dedi ki...

Açıktan veya içten içe Allah’ı inkâr edenlerin veya gönderdiği hükümleri beğenmeyen, ona uymak isteyenleri dışlayıp baskı uygulayan, dini afyon sayan yahut yaptığı işlerde Allah’ın rızasını, emir ve yasaklarını hiçe sayıp böylece Allah’ı aradan çıkaranların şöhret ve menfaat uğruna yaptığı bütün iyi işlerin Allah yanında hiçbir değeri yoktur, âhiret azabı ise mahfûzdur.) [bk. 25/23; 47/1, 33-34]

40. Yahut (o inkârcıların amelleri) engin bir denizdeki karanlıklar gibidir ki onu bir dalga kaplar, onun üstünden diğer bir dalga, onun üstünden de (koyu) bir bulut ve (böylece) karanlıklar üstünde karanlıklar. O(rada bulunan kimse) elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Allah kime (niyet ve ameline göre) bir nur (hidayet ve ışık) vermemişse, artık onun için bir nur (hidayet ve ışık) olamaz.

(İşte görülüyor ki küfür, insanı boğan karanlıklar denizidir. Küfre sapanlar, aklını Allah’ın istediği doğrultuda kullanmamış, Kur’an’ın rehberliğini ve Peygamber’in uyarılarını dışlamış, böylece bunların verdiği aydınlığı terk edip karanlıklar içinde kalmışlardır. Bu sebeple dünyada yaptıkları bütün iyi işler de boşa gitmiştir. Âhiret aydınlığı ise, iman edip sâlih amelde bulunanlaradır (bk. 47/1, 32; 57/12). Aynı zamanda yüce Allah bu misalle, engin denizlerin derinliklerine doğru karanlık tabakaların oluştuğunu bildirmektedir. Son yüzyıldaki bilimsel çalışmalar, denizlerdeki yoğunluk farkıyla iç dalgalar, hem de derinliklere doğru ışık miktarının azalması nispetinde kat kat karanlıklar olduğunu ortaya çıkarmıştır. “Belirli karanlıktaki bütün renkler simsiyah olarak algılanır.”) [bk. Kurter, s. 32]

41. Görmez misin ki göklerde ve yerdekiler ve havada kanat çırparak uçan (sıra sıra) kuşlar, bizzat Allah’ı tesbih ederler! Her biri duasını da, tesbihini de kesin şekilde bilir. Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilendir. [bk. 17/44]

42. Göklerin ve yerin mülkü (ve idaresi) Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır.

43. Görmez misin ki, Allah bulut(lar)ı (dilediği tarafa) sevk eder, sonra on(lar)ın arasını birleştirir, sonra on(lar)ı üst üste yığar (yoğunlaştırır). Bir de bakarsın ki yağmur on(lar)ın arasından çıkmış. Gökten, oradaki dağlar (gibi bulutlar)dan dolu indirir de onunla dilediğine musibet (afet) verir, dilediğinden de onu çevirir. Şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kör eder! [krş. 7/57 ve dipnotu]

44. Allah gece ile gündüzü (peş peşe getirerek, uzatıp kısaltarak) evirip çeviriyor. Hiç şüphesiz bunda (hakikatleri gören) basîret sahipleri için elbette bir ibret vardır.[16]

45. Allah (türlerine göre) her hayvanı (önce kendi şekil ve özellikleriyle ana maddesi) sudan (nutfeden) yarattı. Bunlardan kimi karnı üzerinde (sürünerek) yürür, kimi iki ayağı üzerinde yürür, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürür. Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye kâdirdir. [bk. 21/30 ve açıklaması]

yuksel dedi ki...

46. Andolsun ki biz, (hakikatleri) açıklayan âyetleri indirdik. Allah dilediği kimseyi (halis niyet ve sâlih amellerine göre) doğru yola iletir.

47. (Münâfıklar:) “Allah’a ve Resûl’e inandık ve itaat ettik.” derler. Sonra içlerinden bir grup bunun arkasından yüz çevirir. İşte onlar inanmış değillerdir.

(Âyet-i kerîme göstermektedir ki yalnız dilden, “Allah ve Resûlü’ne inandık ve itaat ettik.” deyip de kalbinden tasdik etmemek münâfıklık, emirlerine itaat etmemek de fâsıklıktır. Allah ve Resûlü’nün emirlerini beğenmeyerek yüz çevirip de din dışı/dine aykırı olanlarla tatmin olmak ise imansızlık ve kâfirliktir.)

48. Onlar aralarında hükmetmek için Allah’a ve Resûl’ü(n hükümleri)ne çağırıldıkları zaman bir de bakarsın ki onların bir kısmı hemen yüz çevirir.

49. Şâyet hak (bu emir ve hükümler), kendileri (lehi)ne gözükürse, itaat ederek ona gelirler.

50. (Onların) kalplerinde (bir inkâr) hastalığı mı var? Yoksa şüphe mi ettiler? Yoksa Allah’ın ve Resûlü’nün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korktular? Hayır! Asıl onlar, kendileri zalimdirler.

51. Aralarında hüküm verilmesi için Allah’a ve Resûlü’ne çağırıldıkları zaman, mü’minlerin sözü ancak: “İşittik ve itaat ettik.” demeleri (teslimiyet göstermeleri)dir. İşte asıl umduklarına erenler onlardır.

52. Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat eder, Allah’a saygı duyarak emirlerine uygun yaşarsa, işte asıl kurtuluşa erenler onlardır.

53. Eğer kendilerine (münâfıklara) emredersen, mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dair var güçleriyle Allah’a yemin ederler. De ki: “Yemin etmeyin (sizden istenen) güzel bir itaattir.[17] Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

54. De ki: “Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz artık onun üzerine düşen, sadece kendisine yüklenen (vahyi duyurma ve açıklama görevi)dir. Sizin üzerinize düşen de, size yüklenen (itaat görevi)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz. Peygamber’in üzerine düşen apaçık bir tebliğden başkası değildir.”

55. (Resûlüm!) Allah, sizden iman edip de sâlih amel işleyenlere vaadetti ki: Kendilerinden öncekileri[18] (kâfirlerin yerine) hükümran kıldığı gibi, elbette onları da (dinlerini ve kitaplarını tahrif edenlerin yerine) yeryüzünde hükümran yapacak (devlet-hilâfet verecek), onlar için beğendiği dinlerini (İslâm’ı) mutlaka kendileri için iktidar yapıp sağlam temellere oturtacak ve korkularının ardından onları kesinlikle tam bir güvene erdirecektir.[19] (Çünkü onlar) hiçbir şeyi bana ortak koşmadan kulluk ederler. Artık kim bundan sonra nankörlük ederse işte onlar, yoldan çıkan (fâsık)ların ta kendileridir. [krş. 8/26; 14/14; 21/105]

yuksel dedi ki...

56. Namazı dosdoğru/gereğine uygun kılın, zekâtı verin ve Peygamber’e itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.[20]

57. Sakın ha, o inkâr edenlerin, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakan (kimse)ler olduklarını zannetme! Onların varacağı yer ateştir. O ne kötü bir dönüş yeridir!

58. Ey iman edenler! (Köle ve hizmetçi olarak) ellerinizin sahip olduğu kimseler ve sizden olup da henüz bulûğa ermemiş (küçük)ler, şu üç vakitte (odanıza girmek isterlerse) sizden izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin (istirahat için) elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra. (Çünkü bunlar) sizin üstünüzün açılabileceği üç (mahremiyet) vaktidir. Bunlardan başka (zamanlarda girmelerinde) size de, onlara da bir günah yoktur. (Onlar, hizmet için) yanınızda dolaşabilir, birbirinizin yanında olabilirsiniz. Allah size âyetleri bu şekilde açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

(Bu âyet-i kerîmede ahlâkî bir eğitim verilmektedir. Küçük çocukların bile yatılacak zamanlarda, büyüklerin yanına rastgele girmesini önlemek, ilerde muhtemel kötü durumların ortaya çıkmasını engellemek içindir.)

59. Çocuklarınız bülûğ çağına ulaştıkları zaman, kendilerinden önceki (büyük)lerin izin istedikleri gibi, onlar da (yatak odasına girmek için) izin istesinler. Allah size âyetlerini bu şekilde açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

60. Hayızdan kesilmiş (doğurganlık vasfını kaybetmiş), evlilik ümit ve arzusu kalmamış (ihtiyar) kadınlara gelince: Ziynet ve ziynet sayılan yerlerini göstermeyerek, (süslenip bir çekiciliğe başvurmayarak) dışarıda giydikleri elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama sakınmaları (ve örtünmeleri) kendileri için daha hayırlıdır. Allah (her şeyi) işitendir, bilendir. [krş. 24/31]

61. (Bekçi olarak bırakıldıkları evlere izinsiz girmede, ihtiyaçları olan yemeği yemede) görme özürlüye, topala ve hastaya bir günah olmadığı gibi, size de; (kendi) evlerinizden[21] yahut babalarınızın evlerinden yahut annelerinizin evlerinden yahut erkek kardeşlerinizin evlerinden yahut kız kardeşlerinizin evlerinden yahut amcalarınızın evlerinden yahut halalarınızın evlerinden yahut dayılarınızın evlerinden yahut teyzelerinizin evlerinden yahut anahtarlarına sahip ol(up çalış)tığınız (evler)den yahut dostlarınız(ın evlerin)den yemenizde bir günah yoktur. (Güven ve meşru ölçüler dahilinde) birarada/toplu olarak veya ayrı ayrı yemenizde de üzerinize bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından bereket ve güzel bir sağlık (dileği) olarak, kendi (ev halkınıza, kimse yoksa kendi kendi)nize selam verin.[22] Allah, size âyetleri böylece açıklıyor ki düşünüp anlayasınız.

yuksel dedi ki...

62. Gerçek mü’minler ancak, Allah’a ve Resûlü’ne (tam) inananlar ve o (Resûl) ile beraber topluca (veya topluma ait) bir iş için bulundukları zaman, ondan izin alıncaya kadar (ayrılıp) gitmeyenlerdir. (Resûlüm!) Doğrusu senden izin isteyenler, Allah’a ve Resûlü’ne gerçek anlamda inanan kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istedikleri zaman, onlardan dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 9/43-45]

63. Peygamber’in (sizi) çağırmasını, birinizin diğerini çağırması gibi tutmayın[23] (hemen koşun). Allah, sizden birbirinin arkasına saklanarak sıvışıp gidenleri kesinlikle bilir. (Peygamber’in) emrine aykırı davrananlar, kendi (baş)larına bir bela gelmesinden veya kendilerine acıklı bir azabın çarpmasından sakınsınlar.

64. İyi bilin ki göklerde ve yerde olanlar, şüphesiz Allah’ındır. O sizin ne (iş ve inanç) üzerinde olduğunuzu bilir, kendi (huzuru)na döndürül(üp götürül)dükleri gün, onlara yaptıkları şeyleri haber verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

[1] 1 Zina, akıl bâliğ iki cinsin iradeleriyle gayr-i meşrû ilişkide bulunmasıdır, suçtur. Zinanın tarifi için bk. 17/32 dipnotu. Zina eden âkil, bâliğ ve hür bekârlara celde (sopa), evlenmişlere de recm cezası, Hz. Peygamber’in uygulamasıyla sabit olmuştur. “Recm, bu âyetten önce oldu.” diyenler de vardır. İmam Suyûtî ise “Neshedilmeyen her âyet neshedilenin yerini tutar” demiştir. Fakat Hulefâ-i Râşidîn zamanında da “Hz. Peygamber uyguladı.” diye uygulanmıştır. Sahabe, tâbiîn, Haricîlerin bir kısmı dışında, ümmetin imam ve âlimleri bu konuda icmâ etmişlerdir. Gaye, hem Allah’ın hududunun çiğnenmemesi hem de müslümanların şerefinin, namusunun nesep ve neslinin temiz kalması, nesli ve toplumu bozan namussuzluk fitnesinin önlenmesidir. İslâm fıkhına göre bu cezaları uygulamanın şartı ise, zina edenleri dört kişinin birlikte açıkça görmeleri ve aynen şâhitlik etmeleri (4/15) veya zina edenlerin bilinçli ve ısrarlı dört kere itirafları ile cezalandırılmalarını istemeleridir. Bu şartlar dolayısıyla recm edilerek öldürme cezası oldukça zorlaşmış ve yok denecek kadar az uygulanmıştır. Cezada uygulama şekli yetkilillere aittir. (San’ânî, IV, 4-7, Kurtubî XVI, 505; Suyuûtî el-itkan s. 33).

[2] Müşriklerle evlenme ancak tevbe edip İslâm’a girmeleri ile mümkün olur. [bk. 2/221]

[3] Dört şahit şartı aynı zamanda iftiraya meydan vermemek içindir.

[4] Vâhidî, s. 214-217 ve Münâfikûn sûresi.

[5] Âyetteki “ya’izuküm” lafzı İbni Abbas’a göre, “Size haram ediyor, sizi nehyediyor.” demektir (Hazîn, III, 354; Celâleyn).

[6] Âyet-i kerîmede fuhuş (hayasızlık) ile münker (kötülük) lafızlarının birlikte gelmesiyle aynı zamanda fuhuştan zina, münkerden de hırsızlık ve adam öldürmeyi içine alan genel suçlar kastedilmiştir (Behiy (Kavramlar), s. 253).

[7] Yahut, “Vermemek üzere yemin etmesinler.”

[8] Hz. Peygamber, Hz. Âişe ve Hz. Safvân.

yuksel dedi ki...

9] Yani, kadınlar saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, sînelerini açık tutmayıp bu suretle iyice örtsünler ve o halde bu emri yerine getirebilecek baş örtüsü kullansınlar. Buna Arapça’da “hımar” çoğuluna “humur” denir ve bu bilinen baş örtüsüdür. Türban ise Fransızca’dan alınmış olup boyun kökünden alnın üstündeki kıl bitimine kadar saçları örten kulağı göğsü ve boynu açıkta bırakan bir örtüdür. Bu âyetten önce câhiliye kadınları, baş örtülerini boyunlarına bağlarlar, uçlarını arkaya bırakırlar, gerdan ve gerdanlıklarını açık tutarlardı. İşte bu âyet-i kerîme ile câhiliye dönemi örtünme şekli kalktı. Elmalılı’nın da dediği üzere, anlatılan ölçüler dâhilinde müslüman kadınların başlarını örtmesi farzdır (Elmalılı, IV, 3507). Hz. Peygamber’den beri de uygulama böyledir. Bunun aksini düşünmek, yüce Kur’an’ın emrini, menfaate ve arzuya uydurmaktır. Allah’ın hükmü ve müslümanların uygulaması böyledir. Buna karşılık “başını isteyen açsın, isteyen örtsün” ve benzeri söylemler Allah’ın emrine aykırıdır. İslâm, kadını bir bütün kabul eder. Bunun için de izin verilen yerlerin dışında kadının her yeri ziynettir, fıtraten güzeldir; erkeğin dikkatini çeker ve hislerinin uyanmasına sebep olur. Böylece İslâm, kadınlara hem şehvetle bakışı, eliyle, diliyle onları rahatsız edişi, hem de kadınların şehveti tahrike sebep olan açılışlarını, cilveli konuşma ve davranışlarını, cinsel bir taciz olarak haram kılmıştır. Bu da temiz bir aile ve cemiyet kurulmasını temin içindir. Örtünmenin şekli ise 33/59’da ve (Müslim (Davudoğlu), II, “Libas” 125, hadis no: 2128) gibi hadislerde belirtilmiştir. TC Diyânet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu da 03.02.1993 tarih ve 6 nolu karar ile bu belirtilen ölçülere uygun olarak kadınların tesettürlerinin ve başlarını örtmelerinin farz olduğunu yayınlamıştır.

[10] bk. Râzî, XVIII, 289. Mü’min olmayan kadınlar, yabancı erkek hükmündedir.

[11] Zina haram olduğundan usûl-i fıkıhta belirtildiği gibi burada mefhûm-u muhalefet yani “iffetli/namuslu kalmak istemeyenleri zorlayın” şeklinde anlaşılmaması için paranteze “hele de” kelimesi konulmuştur.

[12] Bunlar, asırlarca uygulanan kökleşmiş ve bir çırpıda kaldırılması mümkün olmayan kölelik müessesesini ortadan kaldırmak için İslâm’ın almış olduğu bir dizi tedbirden biridir. (Köle ve cariye için bk. 2/221; 5/89; 47/4.)

[13] bk. Kurtubî, XII, 256; Sâbûnî, II, 340.

[14] Tûr-i Sînâ’da o zeytin ağacından Hz. Musa’ya gözüken ışık ilâhî nurun ışığıdır. Bu nur, Allah’ın dilediği yerde ve kalpte parlar.

[15] Hidayetine eriştirir, Kur’an’a uymaya muvaffak kılar ve aydınlığa çıkarır (Zuhaylî (Tefsîr), s. 355 vd.).

[16] 43 ve 44. âyetlerin sonundaki “ebsâr” kelimesi aynı olduğu halde ayrı anlamlara gelmektedir. Buna edebiyatta “cinas” denir.

[17] Veya “Yemin etmeyin, itaatinizin durumu malumdur.”

[18] İsrâiloğulları’nı Mısır ve Şam’da.

[19] Bu âyet-i kerîme, Allah’ın dînini hâkim kılmak hususunda müslümanlara güven vermekte ve onlara kötülüğün ve inkârcılığın yaygınlaşması durumunda ümitsizliğe düşmemelerini bildirmektedir. [bk. 21/105]

[20] Peygamber’e (sas.) gerçek itaat, onun emirlerini tutmak, yasaklarından kaçınmak ve sünnetlerini yerine getirmekle mümkündür.

[21] Çocukların ve eşin evi, insanın kendi evi hükmündedir.

[22] Evde kimse yoksa bile “es-selâmu aleyküm” demek gerekir. Bu selama melekler mukabele ederler. Camilerde de böyledir (Celâleyn). Yahut “es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn” diye selâm vermek gerekir.

[23] Yahut, Peygamber’i (sas.) çağırırken kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi (ismiyle) çağırmayın. “Yâ Resûlallah!” diye nazikçe çağırın, anarken de saygıyla anın ve ismi anılınca salavat getirin. [bk. 49/1-3]

yuksel dedi ki...

25. Furkân Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 77 âyettir. 68-70. âyetlerin Medine döneminde indiği rivayet edilir. İsmini birinci âyette geçen aynı kelimeden almıştır. Furkân, “hakkı batıldan ayıran” demektir ve aynı zamanda Kur’an’ın bir adıdır.



Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Âlemleri (insanlar ve cinleri) uyarsın diye kulu (Muhammed’)e Furkân’ı (hakkı batıldan ayıran Kur’an’ı) indiren (Allah’)ın şânı yücedir (hayır ve bereketi çoktur). [bk. 17/1; 18/1-4]

2. O (Allah) ki göklerin ve yerin mülkü ve hâkimiyeti O’nundur. O, hiç çocuk edinmemiştir. Mülkünde ve hükümranlığında O’nun hiçbir ortağı yoktur. O, her şeyi yaratmış, (özelliklerini, miktarını ve mukadderatını) bir ölçüye göre takdir etmiştir.

3. (Böyle iken küfre sapanlar) O’ndan başka birtakım ilâhlar edindiler (onlara bağlılık gösterdiler), oysa onlar hiçbir şey yaratamazlar, zaten kendileri yaratılmışlardır. Onlar ne kendilerine gelen bir zarar(ı savuşturabilir) ne de kendilerine bir fayda sağlayabilirler. Onlar, öldürmeye, yaşatmaya ve ölüleri (âhiret hayatı için) diriltip kaldırmaya muktedir değildirler.

4. O kâfirler: “Bu (Kur’an) onun uydurduğu bir yalandan başkası değildir; başka bir topluluk (olan yahudi ve hıristiyanlar) da ona yardım etti.” dediler. Böylece haksız ve asılsız bir söz (yalan) uydurdular.

5. “(Bu âyetler) evvelkilerin masallarıdır. Onları (peygamber bir başkasına) yazdırmıştır. Sabah akşam onlar kendisine (ezberlemesi için) okunmaktadır.” dediler. [krş. 16/24]

6. De ki: “Onu, göklerin ve yerin sır(la)rını bilen (Allah) indirdi. (Çünkü) O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” [bk. 6/59; 14/38]

7. (Bir de) dediler ki: “Bu nasıl peygamberdir ki (bizim gibi) hem yiy(ip içiy)or, hem de çarşı (pazar)larda geziyor? Ona, kendisiyle beraber uyarıcı olacak bir melek indirilmeli değil miydi?” [krş. 6/9; 17/90-95; 23/24]

8. “Yahut ona (gökten) bir hazine verilmeli yahut kendisinin içinden yiyeceği bir bahçesi olmalı değil miydi?” (Hâsılı,) o zalimler (mü’minlere karşı da): “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz.” dediler.

9. (Resûlüm!) Bak, senin için nasıl misaller getirdiler de (böylelikle) saptılar. Artık onlar hiçbir (doğru) yol bulamazlar.

10. O (Allah) öyle yücedir ki dilerse sana, bu (söyledikleri)nden daha hayırlısını, alt tarafından ırmaklar akan cennetleri verir ve senin için köşkler yapar.

11. Halbuki onlar (kıyamet) saati(ni) de yalan saydılar. Biz de, o saati yalan sayanlara alevli bir ateş hazırladık.

12. (O ateş,) onları uzaktan gördüğünde, onun (kendilerine) öfkelenip kükreyişini ve uğultusunu işitirler.

13. Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman, (azabın şiddetinden dolayı) yok olmayı (ölüp kurtulmayı) dilerler.

14. Bugün, yok olmayı bir kez değil, birçok (defa) dileyin (çünkü durmadan diriltilip yakılacaksınız).[1] [krş. 20/74; 52/16; 87/13]

yuksel dedi ki...

15. De ki: “Bu mu daha iyi, yoksa muttakîlere (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan, karşı gelmekten sakınanlara) vaadedilen sonsuzluk cenneti mi? Ki bu, onlara bir mükâfat ve varılacak yer ola(rak bahşedile)cektir.”

16. Onlar için orada istedikleri herşey ebedî olarak vardır. Bu, Rabbinin üzerine aldığı ve (yerine getirilmesi) istenen bir vaadidir.

17. (Rabbin) onları ve Allah’tan başka (bağlanıp) taptıklarını[2] topladığı gün: “Şu kullarımı (emirlerimden) siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yolu sapıttılar?” diye soracak.

18. Derler ki: “Senin şânın yücedir. Senden başka dostlar edinmek bize yakışmaz. Fakat sen, onları ve babalarını öyle nimet içinde yaşattın ki, (onlar azıtıp) zikri (Kur’an ve hükümlerini) unuttular ve yok olacak bir kavim oldular.” [bk. 2/166-167; 18/52; 29/25; 46/5-6]

19. İşte söyledikleriniz de (kendilerine bağlanıp taptıklarınız da) sizi yalancı çıkarmışlardır. (Sizin kendi kendinize saptığınızı söylemektedirler.) Artık ne (azabı) çevirmeye ne de (kendiniz için) bir yardım bulmaya güç yetirebilirsiniz. Sizden kim zulmeder (küfre/inkâra sapar)sa, ona büyük bir azap tattırırız.

20. (Ey Resûlüm!) Biz senden önceki peygamberleri başka (türlü) göndermedik. Onlar da mutlaka yiyip içer, çarşı (pazar)larda dolaşırlardı. Siz (insanlar)ı birbirinize (durumlarınızın farklılığıyla) bir imtihan (konusu) yaptık. (Bakalım bu farklı durumlarınıza) sabredecek misiniz? Rabbin (her şeyi) hakkıyla görendir. [bk. 12/109; 18/110; 21/8; 23/24]

(Servet sahibi Ebû Cehil ve benzerleri, Bilâl-i Habeşî (ra.) ve diğer fakir mü’minleri gördüklerinde birbirlerine, “Biz de müslüman olup bunlarla eşit mi olalım? Hatta onlar önce müslüman oldukları için bizden üstün bile sayılır.” diyerek alay ederler ve böylece iman etmezlerdi. İşte bu âyette yüce Allah, bu farklılığın bir imtihan konusu olduğunu bildirmektedir.)

21. Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: “Bize melekler indirilmeli veya Rabbimizi görmeli değil miydik?” dediler. Gerçekten onlar, kendi kendilerine büyüklük tasladılar ve büyük bir azgınlıkla haddi aştılar. [bk. 6/124; 15/7; 17/92]

22. Gün gelecek (azap edecek) melekleri görecekler. (Bilsinler ki) o gün, artık günahkârlara hiçbir müjde yoktur. (Melekler) onlara: “Size cennet de, sevinmek de yasak edilmiştir, yasak!” diyecekler. [krş. 6/93; 8/50; 15/8]

23. (Dünyada hayır namına) yaptıkları her bir işi ele alacağız ve onu dağılmış toz zerresi yapacağız. (Çünkü iman olmaksızın hiçbir işin değeri yoktur.)

24. O gün cennet ehlinin kalacakları yer çok iyi ve dinlenecekleri yer çok güzeldir.

25. O gün gök, beyaz bulutlarla (veya beyaz bulutlar halinde) parçalanacak ve melekler (amel defterleriyle) indirildikçe indirilecek. [bk. 2/210]

26. İşte o gün gerçek mülk (hâkimiyet) Rahmân’ındır. Kâfirler/inkârcılar için o, pek çetin bir gündür.

yuksel dedi ki...

27. O gün o (her inkârcı) zalim, ellerini ısırıp: “Keşke ben, peygamberle beraber kurtuluş yolunu tutsaydım.” diyecek. [bk. 33/66-67]

28. “Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim.”

29. “Andolsun ki bana o (Kur’an) gelmişken, beni zikirden (Allah’ı anmaktan ve Kur’an’dan) o saptırdı. Zaten şeytan, (darlıkta) insanı yalnız ve yardımcısız bırakandır.”

30. Peygamber de (şikâyetle): “Yâ Rabbi! Benim kavmim bu Kur’an’ı (okumayı ve hükümlerine uymayı bırakıp hatta menedip onu)[3] terkettiler.” dedi.[4] [bk. 20/124-127; 41/26 ve dipnotu]

31. (Resûlüm! Sana olduğu gibi) her peygambere aynı şekilde, (onlara uymayan) günahkârlardan bir düşman var ettik. (Ancak dert edinme!) Doğru yolu gösterici ve yardımcı olarak Rabbin sana yeter. [bk. 6/112-113]

(Demek ki Kur’an’ın ve İslâm’ın hayatına hâkim olmasına karşı mü’minlere kendi kavminden düşmanlık yapanlar da çıkacaktır. Fakat mü’minler, batıla karşı sürdürdükleri mücadeleye devam etmeli, onlar karşısında ezilip büzülmemelidirler. Çünkü onların planları boşa çıkacaktır. Hakk’a bağlanan mü’minlere, maddî ve mânevî yardım için Rabbi kâfîdir.)

32. Küfre sapanlar/inkâr edenler: “Bu Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?” dedi(ler). Oysa biz onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyle (peyderpey) indirdik. Hem de onu tertîl üzere (tefekkür için bir okuyuşla)[5] okuduk. [bk. 17/106]

33. Onlar sana bir temsil getirmeye görsünler, (hemen o batıl karşılığında) biz sana gerçeği ve en güzel yorumu getiririz.

34. O yüzüstü (sürünerek) cehenneme toplananlar yok mu, onlar, yer bakımından çok kötü, yolca da en sapıktır.

35. Andolsun ki biz, Musa’ya Kitab’ı verdik ve kardeşi Harun’u da beraberinde vezir (yardımcı) yaptık.

36. (Haydi!) “Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin.” dedik. (Firavun ve halkı inkârda inat edince) biz de onları (suda) batırıp yok ettik.

37. Nuh kavmini de. (Onlar) peygamberleri yalanladıkları zaman, biz onları (tûfanda) boğduk ve kendilerini insanlara bir ibret yaptık. Biz, zalimlere (daima) pek acıklı bir azap hazırladık. [bk. 69/11-12]

38. Âd’ı, Semûd’u, Res halkını ve bu arada birçok nesilleri de (yok ettik).

(Res, örülmeyen kuyu demektir. Res halkı Hz. Şuayb’ın kavmi idi, puta taparlardı. Onu yalanladıkları için kuyunun başında toplandıkları sırada Hak Teâlâ onları büyük bir çöküntüyle helak etti. Diğer bir rivayete göre Res, Yemâme’de büyük bir kasaba olup peygamberlerini öldürdükleri için helak olmuşlardır. Başka rivayetler de vardır.) [bk. 50/12]

yuksel dedi ki...

39. Her birine (öncekilerin uğradıkları azaba dair) misaller verdik. (Fakat küfürde ısrar ettikleri için) hepsini batırıp yerle bir ettik.

40. Elbette onlar (Kureyş müşrikleri ticaret için Şam’a giderlerken, önceleri halkına) felaket yağdırılmış olan o memlekete (yani Lût kavminin Sodom şehrine sık sık) uğramışlardı. (Acaba) onu (ibret için) görmüyorlar mıydı? Hayır! Onlar yeniden dirilmeyi ummuyorlar.

41. Seni gördükleri zaman: “Allah’ın peygamber olarak gönderdiği bu mu?” (diyerek) seni eğlenceye almaktan başka bir şey yapmazlar. [bk. 13/32; 21/36]

42. (Müşrikler) “Eğer biz (tapmada ve bağlılıkta) sebat etmeseydik, neredeyse bizi put/tanrılarımız(a bağlılık)tan saptıracak (Allah’a ve O’nun emirlerine bağlayacak)tı.” (derler). Onlar azabı gördükleri zaman, kimin yolunun daha sapık olduğunu bileceklerdir.

43. (Allah’ı ve hükümlerini unutup) hevâlarını/arzu ve heveslerini kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Artık ona sen mi vekil olacak (da onu koruyacak)sın?[6] [bk. 28/50; 45/23]

44. Yoksa sen, hakikaten onların çoğunun, (hakkı) dinlediklerini veya düşünüp anladıklarını mı zannediyorsun? Hayır! Öyle değil. Onlar hayvanlar gibidir, hatta yolca daha şaşkındırlar. [krş. 7/179]

45. Görmedin mi Rabbin gölgeyi nasıl uzattı/yaydı? Eğer dileseydi elbette onu hareketsiz kılar (dünya dönmez, gölgeyi de olduğu yerde bırakır)dı. Sonra biz güneşi, o (gölgenin olması)na bir delil kıldık.

46. Sonra onu, (uzayan gölgeyi güneşin yükselmesiyle) azar azar kendimize çekip alırız.

47. O (Allah) ki geceyi sizin (sükunetiniz) için bir örtü, uykuyu bir dinlenme yapan, gündüzü de (çalışmak için) yeniden kalkış (ve yayılış vakti) kılandır. [bk. 28/73; 78/9-11]

48-49. O, (yağmur) rahmetinin önünde bir müjdeci olarak rüzgarları gönderendir. Onunla ölü (kupkuru) bir bölgeye can verelim, hem de yarattığımız nice hayvanları ve insanları onunla sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. [krş. 22/5; 35/9]

50. Andolsun ki onu, (suyu) ibret almaları için aralarında (yerlere göre) çeşitli şekilde evirip çevirmekteyiz. Ama insanların çoğu, ancak nankörlükte direndi(ler).

51-52. Eğer dileseydik her kasabaya bir uyarıcı (peygamber) gönderirdik. Öyleyse sen kâfirlere/inkârcılara boyun eğme, bununla (yani Kur’an’la) onlara karşı büyük bir cihada giriş.

53. O (Allah)’dır ki iki denizi (birbirine) salmıştır. Bu(nlardan) biri tatlı, susuzluğu keser, şu (diğeri) de tuzlu ve acıdır. (Allah) aralarına bir perde ve (karışmalarını) önleyen bir engel koymuştur.[7]

yuksel dedi ki...

54. İnsanı (nutfe olarak)[8] sudan yaratıp da ona soy sop ve akrabalık bağı veren O’dur. Senin Rabbin her şeye kâdirdir.

55. (Böyle iken) Allah’ı bırakıp kendilerine ne fayda ne de zarar verecek şeylere kulluk ederler. Zaten kâfir(ler), Rabbine karşı (O’nun düşmanlarına) arka çıkar. [bk. 58/22]

56. Biz seni, sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

57. De ki: “Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine doğru bir yol tutmak isteyen kimse(ler olmanızı) istiyorum.” [krş. 6/90; 34/47; 42/23]

58. Hiç ölmeyen, daima diri (Hayy ve Bâkî) olan (Allah’)a güvenip dayan O’nu hamd ile tesbih et.[9] Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter.

59. O, gökleri, yeri ve aralarında olan şeyleri altı günde (devirde) yaratan, sonra Arş’ı hükmü altına alandır. Rahmân’dır. Bunu (ondan) haberi olana sor. [bk. 7/54; 11/7]

60. Onlara: “Rahmân’a secde edin.” denildiği zaman, “Rahmân da nedir? Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?” dediler ve (bu secde emri) onların nefretini artırdı.[10]

61. Gökte burçları yaratan, içlerinde (ışık) saçan bir kandil (bir güneş) ve (yansıtıp) aydınlık veren bir ay var eden (Allah’)ın şânı yücedir.[11] [bk. 17/12; 28/71-73; 36/37-38]

62. O, (düşünüp) öğüt almak isteyen veya şükretmek dileyenler için, gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir.

63. Rahmân’ın (has) kulları o kimselerdir ki yeryüzünde mütevazi bir şekilde yürürler ve cahiller kendilerine laf atarsa (tartışmayıp): “Selametle (hoşça kal).” de(yip gider)ler.

64. Onlar ki gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geçirirler.

65-66. Onlar ki: “Ey Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzak tut, çünkü onun azabı devamlı bir azaptır. Doğrusu o (cehennem), ne kötü bir karargâh, ne kötü bir makamdır!” derler.

67. (Rahmân’ın o has kulları) ki harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, (harcamaları hususunda) bu (ikisi) arasında bir denge tuttururlar.[12] [bk. 3/180; 17/27-29; 59/9]

68. Yine onlar ki Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarıp tapmaz/tapınmazlar.[13] Allah’ın haram kıldığı canı, haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim bunları yaparsa, günahın(ın) cezasını bulur.

69. Kıyamet günü azabı katmerli olur ve onun içinde hor ve hakir bir şekilde ebedî kalır.

yuksel dedi ki...

70. Ancak (küfürden, şirkten ve günahlardan) tevbe edip iman eden ve (Allah’ın rızasına uygun) iş yapanlar hariçtir. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

71. Kim (günahlarından) tevbe edip sâlih amel işlerse, gerçekten o, Allah’a tam bir yönelişle dönmüş (demek)tir.

72. Onlar ki yalana şâhitlik etmezler. Boş ve kötü sözlere rastladıkları zaman da, vakarlı bir şekilde (onlardan yüz çevirip) geçerler.

73. Onlar ki Rabbinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar (itaat için can kulağıyla dinlerler).

74. Ve onlar ki: “Ey Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden gözler(imizin) nuru (olacak iyi insanlar) lütfet ve bizi (fenalıktan) sakınanlara rehber yap.” derler.

(Bu dua temiz toplum olmanın, dünya ve âhirette huzur bulmanın bir anahtarıdır.)

75. İşte bu (sayılan özelliklere sahip olarak Rahmân olan Allah’a kulluk görevini yapa)nlar[14] sabırlarından dolayı, cennetin en yüksek mevki(ler)i ile mükâfatlandırılacaklar ve orada bir sağlık dilekleri ve selam ile karşılanacaklardır.

76. Orada ebedî kalacaklardır. (O) ne güzel bir kalacak yer ve ne güzel bir makamdır!

77. (Resûlüm!) De ki: “Dua (ve ibadeti)niz olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar!) Siz ise, (Allah ve Resûlü’nün bildirdiklerini) yalanladınız, bu yüzden (bu günah ve onun) cezası, boynunuza sarıl(ıp yakanızı bırakmay)acaktır.” [bk. 2/186]

(Dua, kulun Allah’a olan kulluğunu bilmesi, O’nun dergâhına gelmesi ve kalben O’nunla irtibat kurmasıdır. Yüce Allah; “Ey iman edenler! Namazla ve sabırla/metanetle yardım isteyin…” (2/153), “… duanızı kabul ederim…” (2/187) buyuruyor. Ancak, hâcet dualarının Resûlullah’ın öğrettiği bir şekil ve âdâbı vardır. “Kimin Allah’tan veya insanlardan bir ihtiyacı varsa, iki rekat namaz kıldıktan sonra kıbleye yönelmiş olarak avuç içleri semaya bakacak şekilde, ellerini birleştirmeden omuz istikametinde kaldırır. Allahu Teâlâ’ya hamd, Resûlü’ne salât ve selam getirdikten sonra Allah’a tam teslimiyetle huşû içinde ve yavaş/hafif sesle (7/55), meşru olan şeyleri O’ndan ister ve yardım diler. Gerektiğinde bütün mü’minler de duaya dahil edilir.”)[15]

[1] Âhirette dirildikten sonra ne yeniden dünyaya dönüş, ne de ölüp kurtulma vardır. Reenkarnasyon da mümkün değildir.

[2] Allah’a ibadet ve itaatle kulluk etmek istemeyenler başka varlıkları yüceltip ona bağlılık gösterirler ve dolayısıyla ona tapmış olurlar. [bk. 1/4; 9/31]

[3] İbni Kesîr (Çetiner), II, 631; Elmalılı, V, 3583.

[4] Fakat Hz. Peygamber, âlemlere rahmet olduğu için (21/107) diğerleri gibi beddua etmedi. Bk. 71/5-7, 26-27.

[5] Tertîl; lahnden, tegannî ve tasannu’dan (hatadan ve yapmacık nağmelerden) uzak ve tecvid kâidelerine uygun bir okuyuş ile. [krş. 73/4]

yuksel dedi ki...

[6] Hevâ, vahye karşı gelip Allah’ın ilâhlık ve Rabliğini kabullenmeyenlerin en büyük putudur. İslâm’a uymayan her arzu ve davranış hevâdır. Yüce Allah’ı Rab ve kendisini O’nun kulu olarak tanımayan ve O’nun koyduğu yasaları dışlayıp çiğneyen kişiler, bazen kendi arzu ve heveslerinin kulu olurlar; bazen Allah’a karşılık kendilerini tam yeterli görüp (41/6-7), “Ben sosyal hayatımla ilgili işlerimde Allah’ın emirlerini kabul etmem, O’nun emirleri beni bağlamaz ve böyle de olmalıdır.” diyerek kendi kendilerini/hevâsını rab durumuna getirir ve başkaları üzerinde hâkimiyet kurmaya ve onları Allah’ın emirlerine değil kendilerine boyun eğmeye zorlarlar. Böylece tâğûtlaşırlar. Bu durumda elbette birtakım zulümler meydana gelecektir. Hevânın hâkim olduğu yerde hayat fesada uğramıştır. Allahu Teâlâ ise artık bunları kurtaracak bir yardımcı olmadığını bildirmektedir (krş. 45/23). Aynı zamanda bu hevâ ve heveslerine tâbi olanların kalbi, daima ıstırap içindedir. Çünkü vicdan onu ayıplar. Böylece kalbinde ıstırap bulunan kimseler mesut yaşayamazlar.) [bk. 33/36; 42/21]

[7] Bu karışmaya mâni olan ilâhî engel, ancak çağımızda tespit edilebilmiştir. Bu engeli 1962’de Alman bilim adamları, Aden Körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendep Boğazı’nda bulmuşlardı. Daha sonra bu su engelinin, bütün denizlerin birleşme noktalarında bulunduğunu tespit eden, ünlü Fransız su altı araştırmacısı Kaptan Cousteau olmuştur. [Ayrıca bk. 27/61; 55/19-20]

[8] İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 635. [bk. 21/30]

[9] “Sübhânallâhi velhamdülillâhi” veya “Sübhânallâhi ve bihamdihî” de (Celâleyn).

[10] Bu âyet secde âyetlerinin büyüklerindendir. Çünkü Hanefîlere göre okuyana da, dinleyene de hemen secde etmek vâciptir. Diğer imamlara göre sünnettir. [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]

[11] Âyet-i kerîmede geçen “burç” kelimesi astronomide, bir arada bulunan yıldız takımlarına denilir ki sayıları 12’dir. Aynı zamanda fezayı kesmiş gibi görünen bir dairenin altıya bölünmesiyle elde edilen 12 kısımdan biri demektir. Bazı âlimler,“Burçlardan maksat, ayın menzilleri/konaklarıdır.” demişlerdir.

[12] Peygamberimiz (sas.), “Cömertin yemeği deva, cimrinin yemeği ise hastalıktır.” buyurmuştur.

[13] Dînî ilimler tetkik edildiği zaman görülür ki Allah’a inanmakla beraber, O’nun dışındakilere, tevhid inancına aykırı olarak ölü ve dirilere yapılan bağlılık gösterisi ve tapınma şekilleri ister ilkel, ister modern şekilde olsun şirktir, hepsinde bir putlaştırma vardır.

[14] 63. âyetten beri sayılan sıfatlara sahip olan “Rahmân’ın kulları.”

[15] Fetavâyı Hindiyye, V, 518; Belîk, s. 889.

yuksel dedi ki...

26. Şu'arâ Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 227 âyettir. Şu’arâ, “şairler” demektir. Adını 224. âyetinde geçen şairler anlamındaki “eş-şu’arâ” kelimesinden almıştır. 224-227. âyetleri Medine döneminde inmiştir.



Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Tâ, Sîn, Mîm.

2. Bunlar, apaçık (her şeyi açıkça ortaya koyan) Kitab’ın âyetleridir.

3. (Resûlüm!) İman etmeyecekler diye neredeyse kendini yiyip bitireceksin! [krş. 18/6; 35/8]

4. Biz istesek, (inkârcıların) üzerlerine gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğerler (toptan inanırlar ama bunu istemedik).

5. Onlar Rahmân’dan kendilerine yeni bir öğüt gelince, kesinlikle ondan yüz çevirirler.

6. Hem de (onu) yalanladılar, (oysa) kendisiyle alay edip durdukları şeyin (azap) haberleri yakında onlara gelecektir.

7. (Peki onlar) yeryüzüne hiç bakmazlar mı? Biz orada her çiftten/her çeşitten nice güzel bitkiler bitirdik.

8. Şüphesiz bunda elbette (kudretimize) bir işaret vardır. (Fakat) yine de çokları iman eden (kimse)ler değildir.

9. Hiç şüphesiz Rabbin, elbette O, mutlak galiptir, çok merhametlidir.

10-11. Hani Rabbin, Musa’ya: “Git o zalimler topluluğuna, Firavun’un halkına! Onlar hâlâ azabımdan sakın(ıp kulluk et)meyecekler mi?” diye nida etmişti. [bk. 20/47]

12. (Musa) dedi ki: “Ey Rabbim! Onların beni yalanlamalarından korkarım.”

13. “(Bu durumda) göğsüm daralır, dilim(deki tutukluk) çözülmez. Onun için Harun’a da peygamberlik ver (ve onu yanımda gönder).” [bk. 20/25-28]

14. “Onların, benim üzerimde bir de günah (isnadı) vardır (vaktiyle ben hata ile bir kıptîyi öldürmüştüm). Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkuyorum.” [bk. 28/15]

15. (Allah) buyurdu ki: “Hayır! (Korkma!) İkiniz de âyet (delil ve mucize)lerimiz ile gidin, şüphesiz biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitiriz.”

16-17. Haydi varın da (ona): “Şüphesiz biz İsrâiloğulları’nı bizimle beraber gönderesin diye (gelmiş), âlemlerin Rabbinin (iki) peygamberiyiz!” deyin.

18. (Gidip emri duyurdular. Firavun Musa’yı tanıyıp ona:) “Biz, seni (küçük) bir çocukken yanımızda yetiştirmedik mi? Üstelik ömrünün kaç yılını aramızda geçirdin!”[1]

19. “Sonunda yaptığın o (öldürme) işini de sen yaptın. Doğrusu sen nankörlerdensin.” dedi.

yuksel dedi ki...

20-21-22. (Musa:) “Ben (bir yumruk vurmakla adamın öleceğini bilmeden) şaşkın bir vaziyette o işi yaptım. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Derken Rabbim bana hikmet ihsan etti ve beni peygamberlerden yaptı. Başıma kaktığın o nimet ise (aslında), İsrâiloğulları’nı kendine köle yaptığın içindi.” dedi.

23. Firavun dedi ki: “Âlemlerin Rabbi de nedir?”

24. (Musa:) “Göklerin, yerin ve bunlar arasındaki şeylerin Rabbidir, eğer kesin olarak gerçeği bilen kimseler iseniz.” dedi.

25. (Firavun) etrafındakilere: “İşitiyor musunuz?” dedi.

26. (Musa: “O) sizin de Rabbiniz, evvelki atalarınızın da Rabbidir.” dedi.

27. (Firavun:) “Size gönderilen (bu) peygamberiniz kesinlikle delidir.” dedi.

28. (Musa:) “Eğer akıl erdir(ip düşünebil)iyorsanız (O), doğunun, batının ve bunlar arasında olanların da Rabbidir.” dedi.

29. (Firavun:) “Andolsun ki benden başka bir ilâh edinirsen, kesinlikle seni zindana atılanlar arasına koyarım.” dedi. [bk. 7/127; 28/38; 79/24]

(Çünkü Firavun, ülkesindeki otoritesiyle kendisini ilâh yerine koymuştu. Bunun için de Allah’ın teklif ve hükümleri ülkesinde uygulansın istemiyor, kendi buyruklarını hâkim kılmaya çalışıyordu.)

30. (Musa:) “Sana apaçık bir şey (bir delil) getirsem de mi?” dedi.

31. (Firavun:) “Eğer doğru (söyleyenlerden) isen haydi o (delili)ni getir!” dedi.

32. (Musa) bunun üzerine âsâsını yere attı, bir de (gördüler ki) o apaçık bir ejderha!

33. Elini de (koltuğundan) çekip çıkardı, bir de (gördüler ki) o bakanlara bembeyaz (görünen bir el)dir. [krş. 7/108; 20/22; 27/12; 28/32]

34. (Firavun,) etrafındaki ileri gelenlere: “Şüphesiz bu, çok bilgili bir sihirbazdır.” dedi.

35. “Sizi büyüsüyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi siz ne buyurursunuz?” [bk. 7/109]

36-37. Dediler ki: “Onu ve kardeşini meşgul et. Şehirlere toplayıcılar (münâdîler) yolla; bütün bilgin sihirbazları sana getirsin(ler).”

38. Derken sihirbazlar belirlenen bir gün belli bir vakitte[2] bir araya getirildi.

39. İnsanlara: “Siz de toplu halde (hazır) mısınız?” denildi.

40. (Firavun’un adamları:) “Umarız ki sihirbazlar galip gelir de, (böylece) biz de onlara uyarız.” (dediler).

yuksel dedi ki...

41. Sihirbazlar (oraya) gelince Firavun’a: “Eğer üstün gelenler biz olursak bize mutlaka bir mükâfat var, değil mi?” dediler.

42. “Evet, hem o takdirde siz kesinlikle (bana en) yakın (olan)lardan (olacak)sınız.” dedi.

43. Musa onlara: “Atın atacağınız ne varsa!” dedi.

44. (Onlar da) iplerini ve sopalarını attılar ve: “Firavun’un izzet ve azameti adına, üstün gelenler kesinlikle biziz, biz!” dediler.

45. Musa da âsâsını bıraktı. Bir de (gördüler ki) o uydurdukları şeyleri yutuyor. [krş. 7/117-126]

46-47-48. Sihirbazlar derhal, secdeye kapandı(lar): “İman ettik âlemlerin Rabbine; Musa ve Harun’un Rabbine!” dediler.

(Firavun zulüm ve otoritesiyle kendisini rab ilan edip hâkimiyet kurduğu ülkesinde yetişen sihirbazların, ondan izin almadan âlemlerin Rabbine iman etmeleri ve Hz. Musa’nın getirdiklerine tâbi olmaları karşısında çılgına dönmüştü.) [bk. 7/121-122]

49. (Firavun:) “Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Elbet o size sihri öğreten büyüğünüzdür. Ama yakında (size ne yapacağımı) öğreneceksiniz. (Yemin ederim ki) kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizin hepinizi asacağım.” dedi.[3]

50. Dediler ki: “Zararı yok. Zaten biz Rabbimize döneceğiz.”

51. “Biz (senin kavminden O’na) inananların ilki olduğumuzdan, Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.”

52. Musa’ya: “Mü’min kullarımı geceleyin (yola çıkarıp) yürüt. Çünkü siz takip edileceksiniz.” diye vahyettik. [bk. 20/77; 44/23]

53-54-55-56. Firavun da şehirlere: “Şüphesiz onlar (İsrâiloğulları) dağınık ve az bir topluluktur.[4] Buna rağmen onlar, bizi hep kızdırmaktadırlar. Biz ise uyanık (ve hazırlıklı) olan bir topluluğuz.” diye (asker) toplayıcılar gönderdi.

57-58-59-60. Biz de onları (yani Firavun ve yandaşlarını, Mısır’daki) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve güzel/şerefli makam(lar)dan çıkardık. İşte böylece İsrâiloğulları’nı da (bütün) bunlara mirasçı yaptık. Şöyle ki: (Firavun ve yandaşları) güneş doğarken (Musa ve ashâbını yakalamak için) onların peşine düştüler. [bk. 7/137; 28/5]

61. İki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce, Musa’nın adamları: “Biz kesinlikle yakalandık.” dedi.

62. (Musa:) “Hayır! Rabbim benimle beraberdir, bana kurtuluş yolunu gösterecektir.” dedi.

63. Bunun üzerine Musa’ya: “Âsânı denize vur.” diye vahyettik. (Vurunca deniz) hemen yarıldı, her bölüm büyük bir dağ gibi oldu.

64. Diğerlerini de oraya yanaştırdık (onlar da açılan denize girdiler).

65. Musa’yı ve beraberindeki kimseleri toptan (denizi geçirip) kurtardık.

yuksel dedi ki...

46-47-48. Sihirbazlar derhal, secdeye kapandı(lar): “İman ettik âlemlerin Rabbine; Musa ve Harun’un Rabbine!” dediler.

(Firavun zulüm ve otoritesiyle kendisini rab ilan edip hâkimiyet kurduğu ülkesinde yetişen sihirbazların, ondan izin almadan âlemlerin Rabbine iman etmeleri ve Hz. Musa’nın getirdiklerine tâbi olmaları karşısında çılgına dönmüştü.) [bk. 7/121-122]

49. (Firavun:) “Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Elbet o size sihri öğreten büyüğünüzdür. Ama yakında (size ne yapacağımı) öğreneceksiniz. (Yemin ederim ki) kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizin hepinizi asacağım.” dedi.[3]

50. Dediler ki: “Zararı yok. Zaten biz Rabbimize döneceğiz.”

51. “Biz (senin kavminden O’na) inananların ilki olduğumuzdan, Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.”

52. Musa’ya: “Mü’min kullarımı geceleyin (yola çıkarıp) yürüt. Çünkü siz takip edileceksiniz.” diye vahyettik. [bk. 20/77; 44/23]

53-54-55-56. Firavun da şehirlere: “Şüphesiz onlar (İsrâiloğulları) dağınık ve az bir topluluktur.[4] Buna rağmen onlar, bizi hep kızdırmaktadırlar. Biz ise uyanık (ve hazırlıklı) olan bir topluluğuz.” diye (asker) toplayıcılar gönderdi.

57-58-59-60. Biz de onları (yani Firavun ve yandaşlarını, Mısır’daki) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve güzel/şerefli makam(lar)dan çıkardık. İşte böylece İsrâiloğulları’nı da (bütün) bunlara mirasçı yaptık. Şöyle ki: (Firavun ve yandaşları) güneş doğarken (Musa ve ashâbını yakalamak için) onların peşine düştüler. [bk. 7/137; 28/5]

61. İki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce, Musa’nın adamları: “Biz kesinlikle yakalandık.” dedi.

62. (Musa:) “Hayır! Rabbim benimle beraberdir, bana kurtuluş yolunu gösterecektir.” dedi.

63. Bunun üzerine Musa’ya: “Âsânı denize vur.” diye vahyettik. (Vurunca deniz) hemen yarıldı, her bölüm büyük bir dağ gibi oldu.

64. Diğerlerini de oraya yanaştırdık (onlar da açılan denize girdiler).

65. Musa’yı ve beraberindeki kimseleri toptan (denizi geçirip) kurtardık.

66. Sonra ötekileri (denizin kapanmasıyla suda) boğduk. [bk. 20/78]

67. Doğrusu bunda (kudretimizi gösteren) bir ibret vardır. (Buna rağmen) yine de çokları iman etmediler.

68. Hiç şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.

69. (Resûlüm!) Onlara İbrahim’in haberini de oku:

70. Hani vaktiyle o, babasına ve kavmine: “Neye tapıyorsunuz?” demişti.

yuksel dedi ki...

71. (Onlar da:) “Putlara tapıyoruz ve tapmaya da devam edeceğiz.” demişlerdi.

72-73. “Peki” dedi; “siz dua ettiğiniz zaman, sizi işitiyorlar mı, yahut size (taparsanız bir) fayda veya (tapmazsanız bir) zarar veriyorlar mı?”

74. “Hayır!” dediler; “biz atalarımızı böyle (ibadet) yaparlarken bulduk.”

75-76. (İbrahim:) “Şimdi gördünüz mü, siz ve geçmişteki atalarınız neye tapıyormuşsunuz?” dedi.

77. “Doğrusu âlemlerin Rabbinden başka o (tapıla)nlar(ın hepsi) benim düşmanımdır.”

78. “O (Rab) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.”

79. “Bana yediren, bana içiren O’dur.”

80. “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”

81. “Beni öldürecek, sonra diriltecek olan O’dur.”

82. “Ceza günü hatamı bağışlamasını umduğum da O’dur.”

83. “Ey Rabbim! Bana hikmet (ve olgunluk) ver ve beni iyiler (zümresin)e kat.” [bk. 26/21]

84. “Bana, (benden) sonra gelecek (ümmet)ler arasında ’iyilikle yâd edilmeyi’ nasip eyle.”

85. “Beni Na’îm cennetinin vârislerinden kıl.”

86. “Babamı da bağışla. Çünkü o sapmışlardandır.” [krş. 9/113-114]

87. “(İnsanların dirilip) kabirlerden kaldırılacakları gün, beni utandırma!”

88. “O gün ne mal ne de oğullar fayda verir.”

89. “Ancak Allah’a (imanlı) temiz ve sağlam bir kalple gelenler hariçtir.”

90. (O gün) cennet, takvâ sahiplerine yaklaştırılır.

yuksel dedi ki...

91. Cehennem de azgınlar için açığa çıkarıl(ıp gösteril)ir.

92-93. Ve onlara: “Allah’tan başka taptıklarınız (ve onların kuluymuş gibi bağlandıklarınız) nerede? Size (azaba karşı) yardım ediyorlar mı, yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?” denilir. [krş. 2/165-167]

94-95. Artık hem onlar, hem azgınlar, hem de İblis’in askerleri (Allah’a boyun eğmeyenler), toptan tepetaklak o (ateş)in içine atılırlar.

96. Orada onlar birbirleriyle çekişerek şöyle diyeceklerdir:

97-98. “Vallâhi biz, gerçekten apaçık bir sapıklıkta imişiz. Çünkü biz, siz (putlarımız/putlaştırdıklarımız)ı âlemlerin Rabbine eşit/denk tutuyor (hatta Allah’a değil, size bağlanıyor)duk.” [bk. 2/165-167]

99. “Bizi o (uyduğumuz) suçlulardan başkası saptırmadı.”

100-101-102. “Artık bizim için ne şefaatçiler var ne de yakın/candan bir dost. Keşke bizim için bir kere daha (dönüş) olsa da inananlardan olsaydık.”

103. Elbette bunda (alınacak) bir ibret (çıkarılacak bir ders) vardır. (Fakat) yine de çokları iman etmediler.

104. Şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.

105. Nuh’un kavmi de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.

106. Hani kardeşleri Nuh, onlara demişti ki: “Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uymaz mısınız?”

107. “Şüphesiz ben, sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir peygamberim.”

108. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana itaat edin.”

109. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbinden başkasına ait değildir.”

110. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana da itaat edin.”

111. (Onlar): “Arkana toplumun en düşük tabaka(sın)dan (bayağı) kimseler takılmışken biz sana iman eder miyiz?” dediler.

112. (Nuh) dedi ki: “Onların (daha önce neler) yapmakta olduklarına dair benim bilgim yoktur.”

113. “Onların hesabı Rabbimden başkasına ait değildir. (Bu inceliği) bir düşünseniz.”

yuksel dedi ki...

114. “Ben o inananları (sizin için) kovacak değilim.”

115. “Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”

116. Dediler ki: “Ey Nuh! (Bu işe) son vermezsen muhakkak recmedilenlerden olacaksın (taşlanarak öldürüleceksin).”

117. (Nuh:) “Ey Rabbim! Muhakkak ki halkım beni yalanladı.”

118. “Artık, benimle onlar arasında hükmünü sen ver. Hem beni hem de beraberimdeki inananları kurtar.”

119. Biz de onu ve onunla beraber olanları o dolu geminin içinde kurtardık.

120. Sonra (onların) ardından geride kalanları (suda) boğduk.

121. Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır. (Ama) yine de çokları iman etmediler.

122. Şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.

123. Âd (kavmi) de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.

124. Hani kardeşleri Hûd, onlara demişti ki: “Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uymaz mısınız?”

125. “Şüphesiz ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir peygamberim.”

126. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana da itaat edin.”

127. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım, âlemlerin Rabbi olan (Allah’)dan başkasına ait değildir.”

128. “Siz, her yüksek yerde[5] (övünecek ve boş şeylerle) eğleneceğiniz bir alamet (köşk, büyük yapılar) mı bina ediyorsunuz?”

129. “(Yoksa) ebedî kalacağınızı umarak (mı böyle) sağlam köşkler (ve kaleler) ediniyorsunuz?”

130. “Ve (bir kimseyi) yakaladığınız zaman zorbalar gibi yakalıyor (cezalandırıyor)sunuz öyle mi?” [bk. 9/109]

yuksel dedi ki...

131. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana itaat edin.”

132. “Bildiğiniz (o nimetler)le size yardım eden ‘Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uygun yaşayın.”

133-134. “Size davarları, oğulları, bahçeleri, pınarları O verdi.”

135. “Doğrusu ben, üzerinize (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum.”

136. Dediler ki: “Sen öğüt versen de, öğüt vermesen de bize göre birdir.”

137-138-139. “Bu (durumunuz) evvelkilerin huyundan/âdet ve uydurmalarından başkası değildir.” (Onlar:) “Biz azaba uğratılacak da değiliz.” diyerek onu (Hûd peygamberi) yalancı saydılar. Biz de kendilerini yok ettik. Şüphesiz ki bunda elbette bir ibret vardır. (Fakat) yine de çokları iman etmediler.

140. Şüphesiz ki Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.

141. Semûd (kavmi) de gönderilen (peygamber)leri yalancı saydı.

142. Kardeşleri Salih, onlara demişti ki: “Hâlâ, (Allah’ın azabından) sakınmaz mısınız?”

143. “Hiç şüphesiz ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir peygamberim.”

144. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana da itaat edin.”

145. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatımı vermek âlemlerin Rabbi olan (Allah’)dan başkasına ait değildir.”

146-147-148. “Siz burada bahçelerin ve kaynak sularının, ekinlerin ve tomurcukları dolgun yumuşak hurmalıkların içinde emin olarak bırakılacak mısınız (öyle mi sanıyorsunuz)?”

149. “Dağlardan da zevkle/şımararak[6] (gösterişli) birtakım evler yontup oyuyorsunuz.”

yuksel dedi ki...

150. “Artık, (kendinize gelip) Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana itaat edin.”

151-152. “Yeryüzünde (ilâhî emirleri dinlemeyip) karışıklık çıkaran ve (ortalığı) düzeltmeyip aşırı giden (beyinsiz)lerin emrine uymayın.”

153. Dediler ki: “Sen iyice büyülenmişlerdensin.”

154. “Sen de bizim gibi bir insandan başkası değilsin. Eğer doğru söylüyor isen haydi (bize) âyet (mucize) getir!”

155. (Salih) dedi ki: “İşte (mucize) bu dişi devedir. Onun (belli) bir (gün) su içme hakkı var, belli bir gün su içme hakkı da sizindir.” [bk. 54/28]

156. “Ona bir kötülük dokundurmayın. Sonra (pek) büyük bir günün azabı sizi yakalar.”

157. Derken onu ayaklarından biçip öldürdüler. Ancak sonra da pişman oldular.

158. Bunun üzerine azap onları (kıskıvrak) yakalayıverdi. Şüphesiz bunda elbette (alınması gerekli) bir ibret vardır. Böyle iken çokları iman etmediler. [bk. 11/61-68; 91/11-14]

159. Hiç şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.

160. Lût’un kavmi de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.

161. Kardeşleri Lût, onlara demişti ki: “Allah’ın azabından sakınmaz mısınız?”

162. “Şüphesiz ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir (emin) bir peygamberim.”

163. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emrine uyun ve bana itaat edin.”

164. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatımı vermek âlemlerin Rabbi olan (Allah’)dan başkasına ait değildir.”

165-166. “Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıyorsunuz da (bu kadar) insan içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz.”

yuksel dedi ki...

167. Dediler ki: “Ey Lût! Andolsun ki eğer (bu sözlerine) son vermezsen, kesinlikle (buradan) çıkarılanlardan olacaksın.”

168. (Lût) dedi ki: “Doğrusu ben sizin (bu çirkin) işinizden nefret edenlerdenim.”

169. “Ey Rabbim! Beni ve aile (fertleri)mi bunların yaptıklarından kurtar!”

170-171. Biz de geride kalanlardan ihtiyar bir kadın (olan karısı) dışında, onu, ailesini (ve inananları) topyekün kurtardık.

172. Sonra (karısıyla) diğerlerini yok ettik.

173. Üzerlerine (helak eden) bir (taş) yağmur(u) yağdırdık. Uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin yağmuru ne kötü idi!

174. Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır. (Fakat) yine de çokları iman etmediler.

175. Şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.

176. Eyke halkı da gönderilen (peygamber)leri yalanladı.[7]

177. Hani Şuayb onlara demişti ki: “Allah’tan korkmaz azabından sakınmaz mısınız?”

178. “Ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir peygamberim.”

179. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emrine uyun ve bana itaat edin.”

180. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatımı vermek âlemlerin Rabbi olan (Allah’)dan başkasına ait değildir.”

181. “Ölçeği tam ölçün de, eksik ölçen (ve hak yiyen)lerden olmayın.”

182. “Doğru terazi ile tartın.”

183. “İnsanlara eşyalarını (haklarını) eksik vermeyin. Yeryüzünde (ilâhî emirlere karşı) bozgunculuk yaparak karışıklık çıkar(ıp nizamı boz)mayın.”

184. “Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah’)ın azabından sakınıp emirlerine uyun.”

185. Dediler ki: “Sen ancak (iyice) büyülenmişlerdensin.”

186. “Sen de bizim gibi bir insandan başkası değilsin. Doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”

187. “Eğer doğru (söyleyen)lerden isen, o halde üzerimize gökten bir parça düşür.” [bk. 8/38; 17/92]

188. (Şuayb:) “Rabbim yaptıklarınızı daha iyi bilir.” dedi.

yuksel dedi ki...

189. (Böylece) onu yalanladılar. Nihayet o gölge gününün azabı kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi.

(Güneşin bunaltıcı sıcağından içeride duramayıp. dışarıda beliren bulutların altında gölgelenmek için toplandıkları sırada, buluttan yağan ateş hepsini yakıp yok etti.)[8]

190. Şüphesiz bunda (büyük) bir ibret vardır. (Fakat) yine de çokları iman etmediler.

191. Senin Rabbin ise elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.

192. Kesinlikle bu (Kur’an), elbette âlemlerin Rabbinin indirmesidir.

193-194-195. Onu, Rûhu’l-Emîn (Cebrail) senin kalbine, korkutucu/uyarıcılardan olman için apaçık bir Arapça dille indirdi.

196. Hem şüphesiz ki bu (Kur’an ve Peygamber’in haberi ve bahsi), evvelkilerin kitaplarında da vardır.

197. İsrâiloğulları bilginlerinin (kitaplarında) onu bilmesi, (Kur’an’ın da ona gelen Allah kelâmı olduğuna) onlar için bir delil değil mi?

198-199. Biz onu, yabancı (Arapça bilmeyenlerin) birine indirseydik de onu onlara okusaydı, yine (bir bahane ile o inkârcılar) ona iman etmezlerdi.

200-201. Biz onu (kendi dilleriyle anlatarak Kur’an’ın)[9] o günahkârların kalbine girmesini sağladık. Ama onlar yine de acıklı azabı görünceye kadar ona inanmazlar.

202. O (azap) onlara, kendileri farkında değillerken ansızın gelecektir.

203. (O zaman: “İnanmamız için) bize mühlet verilir mi?” derler.

204. (Buna rağmen) hâlâ azabımızı çabuklaştırmak mı istiyorlar?

205. Gördün ya, artık onları senelerce yaşatıp faydalandırsak,

206. Sonra da tehdit edildikleri (azap) kendilerine gelse,

207. (Senelerce eğlence ve zevk içinde) faydalandırıldıkları şeyler, artık kendilerine (hiçbir) fayda vermez. [bk. 2/96]

208-209. Biz, hiçbir memleketi, o(nun halkı)na öğüt veren/hatırlatan (gönderdiğimiz) uyarıcılar olmadıkça helak etmedik. Biz zulmedenler değiliz. [bk. 17/15; 28/59]

210. Onu (Kur’an’ı) şeytanlar indirmedi.

yuksel dedi ki...

211. Bu onlara yaraşmaz, hem de güçleri yetmez.

212. Şüphesiz onlar, (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır. [bk. 37/7-10; 72/8-10]

213. O halde, sakın Allah ile beraber (tutup da) başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba maruz bırakılanlardan olursun!

214. (Önce) en yakın akrabanı uyar (ve davet et).[10]

215. Mü’minlerden sana uyanlara (şefkat) kanadını indir.

216. Eğer sana karşı gelirlerse: “Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım (sorumlu değilim).” de.[11]

217. Sen (sadece) mutlak galip ve çok merhametli olan (Allah’)a güvenip dayan.

218. O (Allah) ki (namaza) kalktığın zaman seni görür.

219. (O,) secde edenler arasında (onların iyi bir kul olmalarını sağlamak için) dolaşmanı da (görür). [bk. 10/61; 52/48]

220. Şüphesiz ki O, (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.

221. Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?

222. Onlar, her günahkâr, iftiracı (düzenbaz) üzerine iner.

223. Bunlar (şeytanın vesveselerine) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.

224. (İslâm karşıtı) şairler(e ve şiirlerine gelince), onlara da yoldan sapan (ve azgın)lar uyar.

225-226. Görmüyor musun onlar, (nefse ve zevke hitap eden) her sahada hayal peşinde dolaşır (ölçüsüz konuşur)lar ve onlar yapmadıkları (ve yapamayacakları) şeyleri söylerler.

227. Ancak (şairlerden) iman edip sâlih amel (sevaplı iş) işleyenler, Allah’ı çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıktan sonra (şiirle) haklarını alanlar böyle değildir. Zulmedenler de nasıl bir inkılâp ile döndürüleceklerini (devrileceklerini) bileceklerdir.[12]

[1] Firavun, İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını öldürttüğü sırada Hz. Musa, Allah’ın lütfuyla onun yanında büyümüştü. [bk. 20/39 vd.]

[2] “Yevmü’z-zîne” denilen bir bayram gününün kuşluk vakti (Beydâvî).

[3] Her dönemde böyle zalimler, inanan ve “Allah’tan gelenlere tâbi olacağız” diyen mü’minlere çeşitli hapis ve işkenceler uygulamışlardır. Çünkü Firavun, kendinden izinsiz Allah’a inanmayı ve inandığını yaşamayı ilkelerine aykırı buluyor ve ilâhlığına/rabliğine hakaret sayıyordu. [bk. 85/4-8]

[4] Hz. Musa ve ashâbının 1600, Firavun ve taraftarlarının ise 7000 kişi olduğu nakledilir (Mukâtil, s. 155).

[5] Âyet-i kerîmedeki “rî” kelimesi yüksek yer mânasına geldiği gibi, yol anlamına da gelmektedir.

yuksel dedi ki...

[6] Âyet-i kerîmedeki “fârihîn” lafzı, “mahâretle” anlamına da gelmektedir.

[7] Âyet-i kerîmede geçen “Eyke”, sık ağaçlık demek olup, Medyen’in yakınındadır. Hz. Şuayb Medyenli olup Eykeli olmadığından, 106, 124, 142 ve 160. âyetlerde geçtiği gibi burada “kardeşleri” denmemiştir (Taberî, XIX, 65).

[8] Beydâvî; Celâleyn.

[9] Yahut âyetteki “onu” (hû) zamiri küfürlerine gönderilir, o zaman mâna şöyle olur: “Biz onu (küfrü, kendi isteklerinden dolayı) o günahkârların kalbine öyle soktuk ki artık onlar, acıklı azabı görünceye kadar inanmazlar.”

[10] Resûlullah (sas.), önceki peygamberler gibi bir belde ve bir kavme değil bütün çağlara, bütün âleme ve insanlara gönderildiği için (21/107; 34/28) Kur’an’ı tebliğ ve İslâm’a davet görevini, özelde (bu âyetle) yakınlarına, genelde bütün insanlara yapmış; özel daveti, genel daveti erteletmemiştir. [Genel davet ve uyarı için bk. 6/51, 92; 19/97; 36/6]

[11] Hz. Peygamber’e, inkâr ve azgınlıkla en çok karşı gelen amcası Ebû Leheb olmuştur.

[12] Müslümanlara zulmedenler, yaptıkları zulümle nasıl bir uçuruma yuvarlandıklarını, aynı zamanda İslâm’ın kendilerine karşı yapacağı hak ve adalet inkılâbının üstünlüğünü görmüşler ve göreceklerdir.

yuksel dedi ki...

27. Neml Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 93 âyettir. 18. âyetinde Hz. Süleyman’ın ordusuna yol veren karıncaların (neml) zikri geçtiğinden sûreye bu ad verilmiştir.



Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Tâ, Sîn. Bu (okuna)nlar, Kur’an’ın ve (hakikatleri bildiren) apaçık bir Kitab’ın âyetleridir. (Ki:)

2. İnananlara (bir) doğru yol (rehberi) ve müjdedir.

3. O (inana)nlar, namazı dosdoğru/gereğine uygun kılarlar, zekâtı (eksiksiz) verirler, hem de âhirete kesinkes inanırlar.

4. Âhirete inanmayanlar var ya, onlara kendilerinin (kötü) işlerini süslü gösterdik.[1] Bu yüzden onlar ‘şaşkınlık ve kalp körlüğü’ içinde bocalarlar.

5. İşte onlar için azabın en kötüsü vardır. Âhirette en çok ziyana uğrayacaklar da yine onlardır.

6. (Ey Resûlüm!) Şüphesiz ki sen, (bu) Kur’an’ı, (her şeyi) bilen, hüküm ve hikmet sahibi (Allah) katından alıyorsun.

7. Hani, Musa (gece yolunu şaşırdığında) ailesine: “Gerçekten ben bir ateş farkettim; ondan size ya (yol hakkında) bir haber getireyim, yahut da parlak bir kor getireyim de (ateş yakıp) ısınasınız.” demişti.

8. Oraya varır varmaz (kendisine) şöyle seslenildi: “Ateş(in yanıbaşın)da bulunan da etrafında bulunan da mübarek kılındı. Âlemlerin Rabbi Allah, eksiklerden münezzehtir (ve şânı yücedir).

9. “Ey Musa! Gerçek şu ki Ben mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ım.”

10. “Âsâ’nı bırak!” (Musa da âsâsını yere bıraktı ve) onu çevik bir yılan gibi hareket eder halde görünce dönüp arkasına bakma(dan kaç)tı. “Ey Musa! Korkma! Çünkü ben (yanınday)ım; huzurumda peygamberler korkmaz.”

11. “Ancak zulmeden hariçtir. Sonra (bu zalim) bir kötülüğün ardından bir iyiliğe döner (tevbekâr olur)sa, şüphesiz ben çok bağışlayıcı, çok merhamet ediciyim.”

12. “Elini koynuna sok da Firavun ve kavmine (göstereceğin) dokuz âyet (mucize ve delil)[2] arasında (o) kusursuz bembeyaz (bir el) olarak çıksın. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavimdir.” [bk. 7/108, 133; 20/22; 26/33; 27/12; 28/32]

13. Mucizelerimiz bütün parlaklığıyla apaçık onlara gelince: “Bu apaçık bir sihirdir.” dediler. [bk. 28/29-32]

14. Vicdanları onlar(ın doğruluğun)a kesin inandığı halde, sırf haksızlık ve kibirden dolayı (bilerek) inkâr ettiler. İşte bak, o fesatçıların sonu nasıl oldu?

15. Andolsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a bir ilim verdik de onlar: “Bizi, inanan kullarının bir çoğuna üstün kılan Allah’a hamdolsun.” dediler.

16. Süleyman, Davud’a (peygamberlik ve idarede) mirasçı oldu. Dedi ki: “Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden bolca verildi. Şüphesiz ki bu, apaçık (bir) lütfun ta kendisidir.”

17. Süleyman’ın cinler, insanlar ve kuşlardan oluşan askerleri toplandı. İşte bunlar (onun tarafından düzenli bir şekilde) sevk ve idare olunuyorlardı.

18. Nihayet karınca vadisi üzerine geldikleri zaman, (beyleri olan) bir karınca: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi aman ha ezip telef etmesin!” dedi.

19. (Süleyman) onun sözüne gülercesine tebessüm etti: “Ey Rabbim! Bana, anneme ve babama lütfettiğin nimetine şükretmemi ve senin razı olacağın iyi bir iş yapmamı bana ilham et (beni muvaffak kıl). Rahmetinle beni iyi (mü’min) kullarının arasında (cennete) koy.” dedi.

yuksel dedi ki...

20. (Süleyman) kuşları teftiş (ettik)ten sonra dedi ki: “Hüdhüd’ü neden göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?”

21. “(Gelince) kesin bir delil (makul bir mazeret) getirmediği takdirde, kesinlikle çetin bir azaba uğratacağım, yahut onu keseceğim!”

22. Derken çok geçmeden (Hüdhüd) gelip dedi ki: “Ben senin bilmediğin (bir hakikat)i öğrendim ve sana (Yemen’deki) Sebe (kavmin)den doğruluğu kesin bir haber getirdim.”

23. “Hakikaten ben, orada onlara hükümdarlık yapan bir kadın gördüm. Kendisine, (bir hükümdara gereken) her şey verilmiştir ve onun büyük bir tahtı da vardır.”

24. “Onun ve halkının, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerine de şahit oldum. Şeytan, onlara yaptıklarını süslemiş de kendilerini hak yoldan alıkoymuş. Bu yüzden onlar doğru yolu bulamıyorlar.”[3]

25. “Göklerde ve yerde gizlenen (yağmur, bitki ve diğer) şeyleri ortaya çıkaran, (nefislerinin) gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilenAllah’a secde etmeleri gerekmez mi?[4]

26. “O Allah ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur, büyük arşın Rabbi (sahibi)dir.”

27. (Süleyman da Hüdhüd’e:) “Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız!” dedi.

28. “Bu mektubumu götür, onu kendilerine bırak. Sonra onlardan (biraz) uzaklaş da bak ne yapacak (ve ne cevap verecek)ler?”

29. (Hüdhüd mektubu götürüp atınca, Sebe melîkesi Belkıs) dedi ki: “Ey ileri gelenler! Doğrusu bana çok önemli bir mektup bırakıldı.”

30-31. “O, Süleyman’dan (gelmekte)dir. O, Bismillâhirrahmânirrahîm (ile başlamaktadır). Bana karşı (gelerek) büyüklük taslamayın ve bana müslümanlar olarak (teslim olup) gelin’ diyor.”

32. “Ey ileri gelenler! Bana (bu) işimde bir fikir verin. Siz benim yanımda hazır bulunmadıkça ben hiçbir işi kestirip atacak değilim.” dedi.

33. Dediler ki: “Biz hem güçlüyüz hem de (gerçekten) savaşçı bir milletiz. Emir sana aittir. Sen neyi (uygun görüp) emredeceksen, artık bak gör!”

34. (Melike genelleme yaparak) dedi ki: “Hiç şüphesiz, hükümdarlar bir memlekete girdikleri zaman, orayı bozarlar (tahrip ederler), halkının şereflilerini beş paralık ederler. Bunlar da (âdet gereği) böyle yaparlar.”[5]

35. “Ben onlara bir hediye göndereceğim. Sonra da elçiler ne ile dönecek, bir bakacağım!”

36. Bunun üzerine (elçi, hediyelerle) Süleyman’a gelince (Süleyman) dedi ki: “Bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği (nimetler), size verdiğinden (çok) daha iyidir. Fakat siz hediyenizle sevinir/böbürlenirsiniz.”

yuksel dedi ki...

37. “(Ey elçi! Hediyelerinle) dön onlara! (Eğer teslim olup gelmezlerse) andolsun ki onlara, (asla) güç yetiremeyecekleri bir ordu ile geliriz ve kendilerini (esaretle) hor ve hakir olarak oradan çıkarırız.”

38. (Sonra Süleyman, emrindeki başkanlara:) “Ey ileri gelenler! Onlar bana müslüman olarak (teslim olup) gelmeden önce, hanginiz onun tahtını bana getirir?” dedi.

(Eğer müslüman olduklarını bildirselerdi veya aralarında bir güven antlaşması olsaydı dokunulmazlık altında olurlardı.)[6]

39. Cinlerden bir ifrit (kuvvetli bir cin): “Sen makamından kalkmadan önce, ben sana onu getiririm. Benim, bunu yapabilecek gücüm ve (bu konuda kendime) güvenim var.” dedi.

40. Kendisinde Kitab’dan bir ilim bulunan kimse (olan veziri Âsâf b. Berhiyâ) da: “Gözünü kırpmadan evvel, ben onu sana getiririm.” dedi. (Süleyman) o(nun tahtı)nı yanında yerleşmiş olarak görünce: “Bu, Rabbimin (bir) lütfudur. (Bu da) şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan etmek içindir. Kim şükrederse, ancak kendi (faydası) için şükretmiş olur. Kim de nankörlük yaparsa, şüphesiz ki Rabbim zengindir (hiçbir şeyinde noksanlık olmaz), çok kerem sahibidir.” dedi.

41. (Yine) dedi ki: “Tahtını onun tanıyamayacağı hâle getirin (değişiklik yapın). Bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacak mı?”[7]

42. Artık (Melike) gelince (ona): “Senin tahtın böyle mi?” denildi. (O da:) “Sanki bu odur. Zaten bundan önce bize ilim verilmiş (Allah’ın kudretini ve senin peygamberliğini anlamış) ve müslüman olmuştuk.” dedi.

43. (Fakat önceleri) Allah’tan başka taptığı şeyler (müslüman olmaktan) onu alıkoymuştu. Çünkü o inkâr eden bir kavimden idi.

44. Ona: “Köşke gir!” denildi. Onu(n avlusunu) görünce derin bir su zannetti[8] ve ayaklarını aç(ıp sıva)dı. (Süleyman:) “O billurdan (döşenip) düzeltilmiş bir avludur.” dedi. (Melike:) “Ey Rabbim! Hakikaten ben kendime yazık etmişim. (Şimdi) Süleyman ile birlikte, âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” dedi.

45. Andolsun ki biz, Semûd (kavmin)e de “Allah’a kulluk edin.” (desin) diye kardeşleri Salih’i gönderdik. Bir de gördü ki onlar (inanan ve inanmayan olarak) birbirleriyle çekişen iki grup (olmuşlar). [bk. 7/73-77; 11/61-68; 26/141-159]

46. (Salih) dedi ki: “Ey kavmim! Niçin iyilikten önce kötülük işleme konusunda aceleci davranıyorsunuz? Allah’tan mağfiret dilemelisiniz ki bu sayede merhamet olunasınız.”

47. (Onlar:) “Senden ve seninle beraber olanlardan dolayı uğursuzluğa uğradık.” dediler. (Salih de:) “Sizin uğursuzluğunuz, Allah katında (amelinize karşılık yazılmış)tır. Belki siz, (çeşitli olaylarla) imtihan edilen bir kavimsiniz.” dedi.

48. O (Hıcr adlı baş)şehirde dokuz (çete başı) adam vardı ki o yerde (Allah’a itaate karşı diretip) bozgunculuk çıkarırlar, düzeltmeye uğraşmaz (ve iyiliğe yanaşmaz)lardı.[9]

49. (Onlar bir arada) Allah’a and içerek: “Biz mutlaka ona (Salih’e) ve ailesine, bir gece baskını yapalım (ve onları öldürelim). Sonra da (hakkını arayan) velîsine, (Salih) ailesinin öldürüldüğünde hazır değildik (görmedik) ve biz kesinlikle doğru (söyleyen) kimseleriz.’ diyelim.” dediler.

50. (Böyle) bir tuzak kurdular. Biz de onlar hiç farkında değillerken (kendilerini helak eden) bir tuzak hazırladık.

51. İşte bak, tuzaklarının sonucu nasıl oldu, (nasıl) onları ve kavimlerini topyekün yok ettik! [bk. 8/30; 13/42]

yuksel dedi ki...

52. İşte zulümleri yüzünden çöküp ıssız kalan evleri! Hiç şüphesiz, bunda, bilen bir kavim için elbette bir ibret vardır.

53. İnanıp da (küfür ve isyandan) sakınanları kurtardık. [bk. 7/73-79; 11/63-68]

54. Lût’u da (peygamber olarak gönderdik). Vaktiyle, o kavmine demişti ki: “Siz göz göre göre hâlâ o hayasızlığı yapacak mısınız? [krş. 7/80-84; 11/74-83; 15/57-77]

55. “Gerçekten, kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere mi yaklaşacaksınız? Doğrusu siz, ne yaptığını bilmeyen (beyinsiz) bir kavimsiniz.” [bk. 26/165-166]

56. Kavminin cevâbı da: “Lût ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar, temizlik taslayan insanlardır.” demekten başka (bir şey) olmadı.

57. Biz de onu ve ailesini karısı hariç kurtardık. Onun da, geride (helak içinde) kalanlardan (olmasını) takdir ettik.

58. Üzerlerine (taş halinde) bir yağmur yağdırdık. Ne kötü idi uyarıl(dıkları halde iman edip yola gelmey)enlerin yağmuru! [bk. 26/161-173]

59. (Resûlüm!) De ki: “Hamdolsun Allah’a, selam olsun O’nun seçtiği kul (peygamber)lerine. Allah mı hayırlı yoksa (müşriklerin) ortak koştukları (Allah yerine kendisine bağlılık gösterdikleri) şeyler mi?”

60. Gökleri ve yeri yaratıp gökten sizin için su indiren kimdir? İşte biz onunla, sizin bir ağacını bile bitiremeyeceğiniz, gönül açan güzel bahçeler bitirdik. Allah ile beraber bir tanrı mı var?! Hayır! Onlar (haktan) sapan bir kavimdir. [bk. 6/99; 7/57; 16/11; 29/63]

61. Yahut, yeryüzünü durulacak bir yer yapan, aralarında ırmaklar meydana getiren, orada köklü (ve yüce) dağlar var eden ve iki deniz arasına bir perde koyan kimdir? Allah ile beraber bir tanrı mı var? Hayır! Onların çoğu (bu gerçekleri) bilmezler. [bk. 25/53 ve dipnotu]

62. Yahut darda kalmışın, dua ettiği zaman isteğini karşılayan, kötülüğü/zararı aç(ıp gider)en ve sizi yeryüzünde hükümdarlar yapan kimdir? Allah ile beraber bir tanrı mı var?! Ne kadar sığ düşünüyorsunuz!

63. Yahut o kara ve denizin karanlıkları (ve tehlikeleri) içinde size (ilerisi için) yol gösteren ve rahmetinin (yağmurun)[10] öncesinde rüzgarları müjdeci olarak gönderen kimdir? Allah ile beraber bir tanrı mı var?! Allah, onların ortak koştukları (ilâhmış gibi bağlılık gösterdikleri) şeylerden çok yücedir.[11]

64. Yahut mahlûkâtı(n her birini) baştan yaratan, (öldükten) sonra onu (mahşerde diriltip aynen) iade edecek olan kimdir? (bk. 29/19-20) Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Allah ile beraber bir tanrı mı var?! De ki: “Eğer (var diyor da) doğru (söyleyen) kimselerseniz delilinizi getirin.” [bk. 17/56; 18/51; 34/22-23]

65. De ki: “Göklerde ve yerde olanlardan hiç kimse gaybı bilmez. Ancak Allah bilir. (Dolayısıyla onlar) ne zaman dirileceklerini de bilmezler.” [bk. 6/59; 31/34]

66. Fakat âhiret hakkındaki bilgileri (gelen peygamberlerle) kendilerine hep ulaşmıştır. Ama onlar, bu hususta şüphe içindedirler. Hatta, onlar bu konuda büsbütün kördürler.

67. İnkâr edenler dediler ki: “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra, gerçekten mi (diriltilip) çıkarılacağız?”

yuksel dedi ki...

68. “Andolsun ki biz de, atalarımız da daha önce bununla tehdit edildik. Bu evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.”

69. (Resûlüm!) De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da suçluların sonu nasıl olmuştur görün (ibret alın).”

70. (Resûlüm!) Onlar(ın inkârların)a karşı üzülme. (Sana) tuzak kurmalarından dolayı da bir sıkıntı duyma!

(Buraya kadarki âyetlerde, sadece müşriklerin yanlış inançları eleştirilip çürütülmekle kalınmamış, aynı zamanda inkârcıların iddialarına da cevap verilmiştir. Tabiat olayları üzerinde bu kadar ayrıntılı durulması bu sebepten olmalıdır. İnanmayanların bu olaylar dolayısıyla tefekküre çağırılması söz konusudur.)

71. (İnkârcılar:) “Eğer doğru (söyleyen) kimselerseniz, bu tehdit (günü) ne zaman?” derler.

72. De ki: “Acele olmasını istediğiniz (azab)ın bir kısmı, başınıza gelmek üzeredir.”

73. Şüphesiz ki Rabbin insanlara karşı (yine de) lütuf sahibidir (azabını geciktirir). Fakat onların çoğu şükretmezler.

74. Muhakkak ki Rabbin, sînelerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da elbette bilir.

75. Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitab (Levh-i Mahfûz)’da olmasın.

76. Şüphesiz ki bu Kur’an, İsrâiloğulları’na, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu anlatmaktadır.

77. Doğrusu o, inananlara doğru yol için bir rehber ve bir rahmettir.

78. Şüphesiz Rabbin, onlar arasında hükmünü verecek (yerine getirecek)tir. O mutlak galiptir, her şeyi hakkıyla bilendir.

79. (Resûlüm!) O halde Allah’a güvenip dayan. Çünkü sen apaçık bir gerçek üzeresin.

80. Şüphesiz sen, (kalpleri) ölmüşlere duyuramazsın. Arkasını dönmüş kaçarlarken o sağırlara da davetini işittiremezsin.

81. Sen o (kalp gözü) körleri, sapıklıklarından çevirip doğru yola getirecek de değilsin. (Sen) âyetlerimize iman edecek kimseden başkasına duyuramazsın. İşte müslüman olanlar onlardır. [bk. 7/179; 27/80; 35/22]

82. (Kıyametin kopmasına dair) o söz başlarına gelince, onlara yerden bir Dâbbe[12] (garip ve acayip bir canlı) çıkarırız ki o, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyleyecektir. (Artık tevbe kapısı kapanmış olup gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır.)

83. O gün (mahşer)de, her ümmetten âyetlerimizi yalanlayanları bir grup halinde toplarız. Artık onlar (hepsi bir arada) tutuklanıp (öylece hesaba) sevk edilirler.

84. Nihayet (hesap yerine) geldikleri zaman (Allah) buyurur: “Âyetlerimi, (evet) onları bir bilgiyle kavrayamadığınız halde (körü körüne) yalan mı saydınız? Yoksa neydi o (âyetlerimi geçersiz sayarak) yaptığınız?” [bk. 77/34]

85. Zulmettiklerinden dolayı hak ettikleri o söz (azap) onlar üzerine gerçekleşmiştir. Artık onlar konuşamazlar.

yuksel dedi ki...

86. Görmediler mi, biz içinde dinlenmeleri için geceyi ve (çalışıp) görmeleri için de gündüzü yarattık. Hiç şüphesiz bunda, inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.

87. Sûr’a üfürüldüğü gün, Allah’ın diledikleri hariç, göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi) dehşete kapılırlar. Her biri, hor ve hakîr olarak (boyun büküp) O’na gelirler.[13]

88. Dağları görür de onları donmuş (hareketsiz ve yerlerinde durur) zannedersin. Halbuki onlar, bulutların geçmesi gibi geçip gider.[14] (Bu,) her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.

89. Kim (Allah’ın huzuruna) iyilik (ve tevhid)le gelirse ona, bu (hali)nden daha hayırlısı vardır. Onlar, o günün dehşetli korkusundan emniyettedirler. [krş. 6/160; 28/84]

90. Kim de kötülükle (ve şirkle) gelirse, yüzleri (üstüne) ateşe yıkıl(ıp yatırıl)ır: “Yaptıklarınızdan başkasıyla mı cezalandırılacaksınız?” (denilir.)

91-92. (De ki:) “Bana ancak, kendisini saygıdeğer kıldığı bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine kulluk etmem ve Kur’an’ı (tebliğ için) okumam emredildi. Her şey O’nundur. Ve benim müslümanlardan olmam emredildi.” Artık kim doğru yolu bulursa, ancak kendi (fayda)sı için o yolu bulmuş olur. Kim de saparsa (ona da): “Ben, ancak (kötülükten ve kötü sonuçtan) uyaranlardanım.” de.

93. Yine de ki: “Allah’a hamdolsun. O, size âyetlerini (kudretinin delillerini) gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız (fakat fayda vermeyecektir). Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.” [krş. 41/53]

[1] İnanmadıkları için dünyaperest, maddeperest olurlar.

[2] Bu dokuz mucize ve delil için bk. 10/75; 17/101 ve dipnotu.

[3] Yahut, “Bu yüzden göklerde ve yerde gizlenen şeyleri ortaya çıkaran ve gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilen Allah’a secde etmeye yol bulamıyorlar.” diye tercüme edilebilir. Burada “yehtedûn”dan sonraki kısım mef’ûl mahallindedir, “lâ” zâittir (Celâleyn).

[4] Veya, bir önceki âyete bağlı olarak, “Hem de bu yüzden… gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilen Allah’a secde etmiyorlar.” [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]

[5] Çünkü otoritesini kendi saltanat gücünden, hevâ ve hevesinden alanlar böyle yaparlar.

[6] Sa’dî, s. 549.

[7] Cinler, melike Belkıs’ı kötüleyerek, aklî dengesinin bozuk olduğunu söylemişlerdi (Semerkandî, IV, 419).

[8] Halbuki Hz. Süleyman, yaptırdığı köşkün avlusunu kristalle kapatmış, içine deniz hayvanlarının resimlerini koydurmuştu. Fakat o, bunu fark edemeyip, su zannetti. Böylece bir kez daha kendisini acziyet içinde gördü (Semerkandî, IV, 420).

[9] Nitekim dişi deveyi öldüren de bunların reisi idi.

[10] Beydâvî.

yuksel dedi ki...

[11] Müşrikler “Allah var” derler. Fakat O’nun sevgisini ve yetkisini devre dışı bırakıp yerine birtakım eşya ve varlıkları yüceltirler. Yücelttikleri varlıkları putlaştırdıklarından onların huzuruna gidip sevinç, şikayet ve dileklerini onların huzurunda dile getirirlerdi. Böylece onlara tapmış olarak, onlar adına güç birliği yaparlardı. İşte yüce Allah, insan ve diğer varlıkları kendi yerine koyanlara bağlanmayı ortak koşma olarak nitelendirmektedir. [bk. 2/165; 6/97-102; 9/31; 17/56; 34/22]

[12] Kıyamet alametlerinden olan Dâbbe hakkında geniş bilgi için bk. Elmalılı, V, 3701-3704.

[13] Kur’ân-ı Kerîm’de üç çeşit sûr üfürülmesinden söz edilir. [Diğerleri için bk. 36/51-54; 39/68]

[14] Burada dağların geçip gitmesinde, dünyanın döndüğüne işaret vardır. Şimdi dünya ile birlikte dönüp giden dağlar, Sûr’a üfürüldüğü gün parçalanıp ufalanacak ve yerlerinden kaybolup gideceklerdir. Diğer taraftan Levha tektoniği alanında çalışmalarla varılan bilimsel netice kısaca şöyledir: Yer kabuğu “mağma”nın üzerinde yüzmekte olup üzerindeki dağlar ve diğer şeyler hareket halindedir. Bu hareket ortalama yılda 1-2 cm olup bu da insanın hissedebileceği bir hız değildir. Fakat jeolojik olarak mühimdir. İşte hareketsiz zannedilen dağların bu yönden de bulutlar gibi hareket ettiğini bilim ispat etmiştir (Hoşgören, s.19-22).

yuksel dedi ki...

Şefaat,bazı şartlara bağlıdır.En önemlisi ise imandır.
Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali.
Türkiye Diyanet Vakfı.sy.18.

yuksel dedi ki...

28. Kasas Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 88 âyettir. Adını 25. âyetteki aynı kelimeden almıştır. Kasas, “kıssalar” demektir. 85. âyet, hicret sırasında, 52-55. âyetler Medine döneminde inmiştir.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Tâ, Sîn, Mîm.

2. Bunlar apaçık (her şeyi bildiren) Kitab’ın âyetleridir.

3. (Resûlüm!) İnanan kimseler için, Musa ve Firavun’un haberinden (bir kısmını) sana gerçek şekliyle okuyacağız.

4. Doğrusu Firavun, o yerde (Mısır’da) büyüklendi (ve zorbalığa kalkıştı. Sistem ve yönetimini sürdürmek için oranın) halkını birtakım gruplara böldü. Onlardan bir grubu (İsrâiloğulları’nı baskı altında) zayıf düşürerek oğullarını boğazlıyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardan idi.

yuksel dedi ki...

9. Firavun’un karısı (sandıkta bir çocuk olduğunu görünce, Firavun’a): “Benim için de senin için de göz aydınlığı (olsun). Onu öldürmeyin, olur ki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz.” dedi. Onlar (işin) farkında değillerdi.

10. Musa’nın annesi (bütün umudunu kaybedip) gönlü bomboş (içi yanarak) sabahladı. Eğer biz, (vaadimize) inananlardan olması için kalbini (sabırla) pekiştirmeseydik, neredeyse on(un kendi oğlu olduğun)u açıklayacaktı.

11. (Annesi, Musa’nın) kız kardeşine: “Onun izini takip et.” dedi. (O da) onlara fark ettirmeden onu uzaktan gözetledi.

12. Biz daha önce ona, süt anneler(in sütünü emmesin)i haram etmiştik (onu bundan menetmiştik). (Musa’nın ablası onların telaşını gördü ve yanlarına geldi:) “Sizin için ona bakacak ve ona candan davran(ıp eğit)ecek bir aileyi göstereyim mi?” dedi.[1]

13. İşte (bu şekilde) biz onu, gözünün aydın olması, üzülmemesi ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu bilmesi için annesine geri verdik. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.

14. (Musa) ergenlik/yiğitlik çağına erişip de olgunlaşınca,[2] biz ona hüküm (hikmet, peygamberlik) ve ilim verdik. Güzel hareket edenleri biz işte böyle mükâfatlandırırız

yuksel dedi ki...

15. (Musa,) halkının dalgın (ve meşgul) olduğu bir sırada şehre girdi ve orada kavga etmekte olan iki adam gördü.[3] Biri kendi tarafından, diğeri de düşmanından (Mısırlı bir Kıptî) idi. Derken kendi tarafından olan, düşmanından olana karşı yardım istedi. Musa da on(a, düşman kavminden olan)a bir yumruk vurup işini bitirdi (kasıtsız olarak öldürdü. Bunun üzerine:) “Bu şeytanın işindendir; çünkü o apaçık saptırıcı bir düşmandır.” dedi. [bk. 20/40; 26/20-22]

16. (Musa pişman olup:) “Ey Rabbim! Gerçekten ben kendime yazık ettim, beni bağışla.” dedi. Bunun üzerine (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

17. “Ey Rabbim! Bana lütfettiğin nimetler hakkı için, artık suçlulara asla arka çıkmayacağım.” dedi.

18. (Musa) şehirde korku içinde (neticeyi) gözeterek sabahladı. (Sabahleyin) bir de gördü ki dün kendisinden yardım isteyen (adam, başka bir Kıptî’ye karşı) yine kendisinden feryat edi(p yardım isti)yor. Musa ona: “Hakikaten belli ki sen bir azgınsın.” dedi.

19. Derken (Musa), yine her ikisinin de (kendisinin ve yardım isteyenin) düşmanı olan (adam)ı yakala(yıp ayır)mak isteyince, o adam (korkusundan) dedi ki: “Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? (Demek ki) sen yeryüzünde bir zorba olmak emelindesin de, ortalığı düzeltenlerden olmak istemiyorsun.” dedi.[4]

yuksel dedi ki...

20. O sırada şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi: “Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen çık (git buradan). Hakikaten ben, sana öğüt veren (senin iyiliğini isteyen)lerdenim.” dedi. [krş. 40/28]

21. Bunun üzerine (Musa) korkarak (ve etrafı) gözetleyerek oradan çıktı: “Ey Rabbim! Beni zalimler güruhun(un elin)den kurtar.” dedi.

22. (Musa) Medyen tarafına yönelince: “Umarım ki Rabbim bana doğru (düzgün) yolu gösterir (de giderim).” dedi.[5]

23. Nihayet Medyen suyuna varınca, o (kuyu)nun başında (hayvanlarını) sulayan bir grup insan buldu. Onlardan başka, (bir de koyunlarının suya yaklaşmasını) engelleyen iki kadın gördü. (Onlara:) “(Bu) haliniz ne?” dedi. (Onlar da:) “Çobanlar (hayvanlarına) su içirip götürünceye kadar biz (içlerine sokulup da hayvanlarımızı) sulayamayız. Babamız da çok ihtiyardır (bu yüzden iş bize kalıyor).” dediler.

24. Bunun üzerine (Musa) onlarınkini sulayıverdi. Sonra gölgeye dönüp çekildi: “Ey Rabbim! Doğrusu bana indirdiğin (lütfundan indireceğin) her türlü hayra muhtacım.” dedi.

25. Derken o iki (kız)dan biri utana utana yürüyerek ona geldi: “Bizim için (koyunları) sulamanın ücretini vermek için babam seni çağırıyor” dedi. Bunun üzerine (Musa), onun (babasının) yanına gelip (başından geçen) hikayeyi anlatınca, o: “Korkma, o zalimler topluluğundan kurtuldun.” dedi.

yuksel dedi ki...

26. O (kız)lardan biri: “Babacığım! Onu ücretli (çoban) tut. Çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı, (bu) güçlü ve güvenilir olan (adam)dır.” dedi.

27. (Kızların babası Şuayb, Musa’ya:) “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık, bu iki kızımdan birini sana nikâhlamayı arzu ediyorum. Eğer on (yıl)a tamamlarsan, o da senin tarafından (bir lütuf)tur. Ben sana zahmet vermek de istemem. İnşaallah beni iyilerden bulacaksın.” dedi.

28. (Musa:) “Bu, seninle benim aramda (bir ahit)tir. Bu iki müddetten hangisini bitirirsem, artık bana karşı hiçbir haksızlık yok (demek)tir. Allah söylediğimize vekildir.” dedi.

29. Musa, (aralarında konuşulan) müddeti bitirip ailesiyle (Mısır tarafına) yola çıkınca Tûr’un (sağ) tarafından bir ateş farketti. Ailesine: “Siz durup bekleyin, çünkü ben bir ateş gördüm. Belki oradan size bir haber veya (ocak yakıp) ısınırız diye bir parça kor getiririm.” dedi.

30. Derken oraya varınca, o mübarek bölgedeki vadinin sağ kıyısındaki ağaçtan şöyle seslenildi: “Ey Musa! Şüphesiz âlemlerin Rabbi (olan) Allah benim, ben!” [bk. 20/10-14]

31. “Âsâ’nı (yere) bırak.” (Musa bıraktığı zaman) onun çevik bir yılan gibi titreyip hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmadan kaçtı. “Ey Musa! Buraya gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın.” denildi.

32. “Elini koynuna sok, (o) kusursuz olarak bembeyaz (parlak bir halde)

yuksel dedi ki...

32. “Elini koynuna sok, (o) kusursuz olarak bembeyaz (parlak bir halde) çıkacaktır. Korkudan dolayı (açılan) kollarını kendine kavuştur (ve kendini topla, kaçma). İşte bu iki (mucize), Firavun ve ileri gelenlerine (karşı) Rabbinden (sana verilen) iki kesin delildir. Çünkü onlar yoldan çıkan bir kavim oldular.” [bk. 20/22; 26/33; 27/7-13]

33. (Musa) dedi ki: “Ey Rabbim! Ben (yanlışlıkla) onlardan birisini öldürdüm. Onun için beni öldüreceklerinden korkuyorum.”

34. “Kardeşim Harun’un ifadesi benden daha düzgündür. Bunun için onu da benimle beraber, beni tasdik eden (ve destekleyen) bir yardımcı olarak gönder. Doğrusu, beni yalanlamalarından korkuyorum.” [bk. 20/26-31]

35. (Allah) buyurdu ki: “Senin pazunu (gücünü) kardeşinle pekiştireceğiz. İkinize de bir kudret (ve galibiyet) vereceğiz ki âyetlerimiz sayesinde asla size erişemezler. Siz ve size uyanlar galip geleceksiniz.” [bk. 20/30-36]

36. Musa, onlara açık açık âyetlerimizle gelince: “Bu uydurulmuş bir sihirden başkası değildir. Biz önceden yaşamış atalarımızdan bunu işitmedik.” dediler.

37. Musa: “Rabbim, kendi katından kimin hidayet getirdiğini ve (dünya) yurdun(un hayırlı) sonucunun kime ait olacağını daha iyi bilir. Şu gerçektir ki zalimler iflah olmaz.” dedi.

yuksel dedi ki...

38. Firavun dedi ki: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka ilâh olduğunu bilmiyorum (tanımıyorum). Ey Hâmân! Haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak (tuğla hazırla) da bana yüksek bir kule yap! Belki ben Musa’nın ilâh’ını görürüm.[6] Çünkü ben onu yalancılardan sanıyorum” [krş. 40/36-37]

39. Kendisi ve askerleri o yerde haksız yere büyüklük tasladı. Onlar hakikaten bize döndürülmeyeceklerini sandılar.

40. Biz de Firavun’u ve askerlerini tutup denize attık. (Resûlüm!) İşte bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu?

(Firavun kendi sistemini kurup ülkeyi idare bakımından bütün otoriteyi kendisinde topladığından, ordusu kuvvetli, etrafı da uygun ve müsait olduğundan, kendisini en yüce rab ilan etmişti (79/24). Onu onaylayan ve destekleyenler de, kurduğu zalim sistemin ileri gelenleri/Mele zümresi idi. Hz. Musa’nın Allah’tan getirdiği şeriata ne kendisi inanıp boyun eğiyor ne de halkına göz yumuyordu. Hz. Musa tarafını tutanları hainlikle suçluyor ve onlara ölüm fermanı çıkarıyordu. Gayesi, getirdiği ve kurduğu sisteme insanlar hep boyun eğsinler, hep onu sevsinler, ondan korkup ona kul olsunlar idi. Nihayet tâğûtî hükümranlığı bitti. Allah onu ibretlik, korkunç bir ölümle öldürdü.)

41. Biz, o (inkârda direten, hakka karşı batılı savuna)nları ateşe (sokacak işlere) çağıran önderler yaptık. Kıyamet gününde de kendilerine yardım edilmez.

yuksel dedi ki...

42. Bu dünyada biz onların arkalarına bir lanet taktık (her zaman lanetle anılacaklardır). Kıyamet gününde ise onlar, (yüzleri) çirkinleşmiş (nefretlik) kimselerden olacak. [bk. 11/98]

43. Andolsun ki biz, ilk devir nesillerin(den Nuh, Hûd, Salih ve Lût kavimlerin)i helak ettikten sonra, Musa’ya, düşünür (ve öğüt alır)lar diye (kavmindeki) insanlara, kalp gözleri için aydınlık (ve apaçık delil)ler; hem de doğru yol ve rahmet olarak, Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.

44. (Ey Resûlüm!) Musa’ya (vahyedip) emri(mizi) bildirdiğimiz zaman, sen (Tûr’un) batı tarafında değildin. Onu görenlerden de olmadın. [krş. 3/44; 12/102]

45. Fakat biz (Musa’dan sonra) nice nesiller yarattık. Onların (devirlerinin) ömrü uzayıp gitti (onlar da vahyi ve şeriatı hem unuttular, hem değiştirdiler.) Sen Medyen halkı[7] içinde ikamet edip âyetlerimizi onlardan (ve başkalarından) oku(yup öğren)medin. Aksine (bütün haber ve bilgileri) gönderen biziz. [bk. 2/75]

46. (Musa’ya) seslendiğimiz zaman, (Resûlüm!) Sen Tûr’un yanında da değildin. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine (uzun zamandır)[8] bir uyarıcı (peygamber) gelmemiş bir kavmi uyarman için (gönderildin). Olur ki düşünüp öğüt alırlar.

47. Kendilerinin işlediği (günahlar) yüzünden onlara bir felaket isabet edince: “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de senin âyetlerine uyarak mü’minlerden olsaydık.” diyecek olmasalardı (seni peygamber göndermezdik. Bu bahaneyi kaldırmak için seni gönderdik.) [krş. 4/165; 5/19; 6/156-157]

yuksel dedi ki...

48. (Fakat) kendilerine tarafımızdan hak (Kur’an ve peygamber) gelince: “Musa’ya verilen (mucize)lerin bir benzeri, ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Onlar, daha önce Musa’ya verilenleri inkâr etmemişler miydi? (Mekke kâfirleri Tevrat ve Kur’an için:) “İki sihir birbirine destek oldu.” dediler. Hem: “Doğrusu biz hepsini de inkâr edenleriz.” dediler.

49. De ki: “Eğer bu iddianızda tutarlı (doğru) iseniz, Allah katından, bunlardan (yani Tevrat ve Kur’an’dan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım.”

50. Eğer sana cevap vermezlerse (ki cevap veremezler), bil ki onlar, sadece heveslerine uyuyorlar. Allah’tan (gelen bir delil veya vahye dayalı)[9] bir yol gösterici olmadan, kendi arzusuna (veya işine gelenlere) uyandan daha sapık kimdir? Şüphesiz ki Allah, zalimler toplumunu doğru yola iletmez.

51. Biz onlara gerçekten düşünsün (ve öğüt alsın)lar diye sözü(müzü vahiyle) birbiri ardınca ulaştırdık.

52. Kendilerine bu (Kur’an’)dan önce kitap verdiklerimiz(den bir çoğu) buna inanırlar. [bk. 2/121; 3/199; 17/107]

53. Onlara (Kur’an) okunduğu zaman: “O’na inandık. Doğrusu o, Rabbimizden (gönderilen) bir haktır. Şüphesiz biz ondan önce de müslüman olan kimseler idik.” dediler

yuksel dedi ki...

54. İşte onlara sabır (ve imanda sebat) etmelerinden dolayı, mükâfatları iki defa verilecektir. Onlar, kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine rızık (olarak) verdiğimiz şeylerden hayra harcarlar.

55. Onlar boş/faydasız ve uygunsuz söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve: “Bizim işlerimiz (amellerimiz) bize, sizin işleriniz de sizedir. Size selam olsun (hoşça kalın), biz cahil(lik eden)leri istemeyiz. (Cahil kimselerle oturup kalkmayız/arkadaşlık etmeyiz.)”[10] derler. [krş. 6/68]

56. (Resûlüm!) Şüphesiz sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin. Fakat Allah dilediğini (iyi niyet ve amellerine göre) doğru yola eriştirir. O, doğru yola erişecek olanları daha iyi bilir. [krş. 2/171; 12/103]

(Resûlullah (sas.), kendisini her yönüyle himaye eden amcası Ebû Tâlib’in ölmeden önce iman edip müslüman olmasını çok istemişti. Fakat o, çevre ve mevkisinin verdiği gururu yenemeyip “Çevrem ve kadınlar beni ayıplar.” diyerek Allah’a ve Resûlü’nün tebliğine teslimiyet göstermeden/müslüman olamadan ölmüştü.)

57. “Eğer seninle beraber doğru yola (tevhide) uyarsak, yerimizden (yurdumuzdan) koparıl(ıp atıl)ırız.” derler.[11] Biz, tarafımızdan onları, bir rızık olarak her şeyin mahsullerinin oraya toplandığı emniyetli bir Harem (olan Mekke)’de yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.

58. Biz, (böyle) refahından şımarıp azmış (peygamberlerini ve ilâhî hükümleri tanımamış) nice memleketleri helak ettik. İşte onların meskenleri! Kendilerinden sonra ancak pek azı oturulabilecek halde kalmıştır. (Oralara hep) biz mirasçı olduk. [krş. 17/16-17; 34/17]

yuksel dedi ki...

59. Senin Rabbin, memleketlerin ana merkez(ler)ine, âyetlerimizi onlara okuyacak bir peygamber göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz, ancak halkı zalim (ve inkârcı) memleketleri (azapla) helak etmişizdir. [bk. 17/15; 26/208-209]

60. Oysa size verilen her şey, dünya hayatının (geçici) istifadesi ve ziynetidir. Allah’ın yanında olan ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Akıl erdiremiyor musunuz?

61. Kendisine, (iman ve sâlih amellerinden dolayı cennet gibi) güzel bir vaad ile söz verdiğimiz ve kendisi de (âhirette) buna kavuşan kimse, dünya hayatının (geçici) zevki ile faydalandırdığımız, sonra da kıyamet gününde (azap için tutulup huzurumuza) getirilen kimse gibi midir?

62. O gün (Allah) onlara seslenip: “Kendi zannınızca benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz nerede?” diyecek.

63. Üzerlerine (azap) söz(ü) hak olanlar[12] (o gün): “Ey Rabbimiz! İşte bunlar, bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz azdığımız gibi, onları da azdırdık. Artık (onlardan) uzaklaştığımızı sana arz ederiz. Zaten onlar, bize tapmıyorlar (aslında kendi arzu ve heveslerine tapıyorlar)dı.” derler.

64. (Onlara: “Haydi!) Çağırın (Allah’la) ortak (hale getirip bağlandığınız ilâh)larınızı!” denilecek. Onları çağıracaklar fakat, onlar kendilerine cevap vermeyecekler ve (karşılarında) azabı göreceklerdir. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi.[13]

yuksel dedi ki...

59. Senin Rabbin, memleketlerin ana merkez(ler)ine, âyetlerimizi onlara okuyacak bir peygamber göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz, ancak halkı zalim (ve inkârcı) memleketleri (azapla) helak etmişizdir. [bk. 17/15; 26/208-209]

60. Oysa size verilen her şey, dünya hayatının (geçici) istifadesi ve ziynetidir. Allah’ın yanında olan ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Akıl erdiremiyor musunuz?

61. Kendisine, (iman ve sâlih amellerinden dolayı cennet gibi) güzel bir vaad ile söz verdiğimiz ve kendisi de (âhirette) buna kavuşan kimse, dünya hayatının (geçici) zevki ile faydalandırdığımız, sonra da kıyamet gününde (azap için tutulup huzurumuza) getirilen kimse gibi midir?

62. O gün (Allah) onlara seslenip: “Kendi zannınızca benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz nerede?” diyecek.

63. Üzerlerine (azap) söz(ü) hak olanlar[12] (o gün): “Ey Rabbimiz! İşte bunlar, bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz azdığımız gibi, onları da azdırdık. Artık (onlardan) uzaklaştığımızı sana arz ederiz. Zaten onlar, bize tapmıyorlar (aslında kendi arzu ve heveslerine tapıyorlar)dı.” derler.

64. (Onlara: “Haydi!) Çağırın (Allah’la) ortak (hale getirip bağlandığınız ilâh)larınızı!” denilecek. Onları çağıracaklar fakat, onlar kendilerine cevap vermeyecekler ve (karşılarında) azabı göreceklerdir. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi.[13]

yuksel dedi ki...

65. O gün (Allah) onlara seslenip: “Peygamberlere ne cevap verdiniz?” diyecek.

66. O gün onlara haber yolları körelmiş/kapanmış (cevap imkânları ve bahane güçleri bitmiş)tir. Artık onlar birbirlerine de soramazlar.

67. Ama kim (bu dünyada) tevbe ve iman edip iyi (sevaplı) iş (ve hareket)ler yaparsa, o takdirde kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir.

68. Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Seçmek, onlara ait değildir. Allah, eş koştukları şeylerden uzaktır ve (O’nun) şânı yücedir.

69. Rabbin, onların sînelerinde gizledikleri şeyi de açığa vurdukları şeyi de (çok iyi) bilir. [bk. 13/10]

70. O Allah, ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Başta ve sonda (dünyada ve âhirette) hamd O’na mahsustur. Hüküm de yalnız O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.[14]

71. (Resûlüm!) De ki: “Söyleyin bakalım? Eğer Allah üzerinize geceyi kıyamete kadar devamlı (karanlık) kılsa, Allah’tan başka, size ışık getirecek ilâh kimdir? Hâlâ (hakikatleri) işitmeyecek misiniz?”

72. De ki: “(Yine) bana söyleyin bakalım, eğer Allah, üzerinize gündüzü kıyamete kadar devamlı kılsa, içinde dinleneceğiniz bir geceyi, Allah’tan başka, size getirecek ilâh kimdir? Hâlâ (Allah’ın kudretini) görmez misiniz?”

yuksel dedi ki...

73. (Allah) rahmetinden dolayı geceyi ve gündüzü yarattı ki hem (gece) içinde dinlenesiniz, hem de (gündüz) O’nun lütfundan (rızık) arayasınız ve (nimetlerine) şükredesiniz. [bk. 17/12; 25/47; 78/9-11]

74. O gün (Allah) onlara seslenip: “Benim ortaklarım sandıklarınız (putlar ve aşırı sevgiyle bağlanıp putlaştırdıklarınız) nerede?” diyecek. [bk. 2/165]

75. (O gün) her ümmetten (dünyadaki inkârlarına) birer şahit (peygamber) çıkarırız da: “Haydi, kesin delilinizi getirin!” deriz. Artık hak (dinin Allah’ın olduğunu bilecekler ve uydur(up tap)tıkları şeyler de kendi (huzur)larından kaybolup gidecek.

76. Kârun, Musa’nın kavminden (amcasının oğlu) idi. Ama onlara karşı azgınlık etti. Biz ona öyle hazineler verdik ki anahtarları(nı bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Kavmi ona demişti ki: “Şımarma! Çünkü Allah (böbürlenip) şımaranları sevmez.”

77. “Allah’ın sana verdiği (her türlü) şeyde[15] âhiret yurdunu da ara. Dünyadan (helalinden olarak) nasibini de unutma! Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et. (Emirlerine muhalefet ederek) yeryüzünde bozgunculuk (yapmayı) isteme! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” [bk. 2/201-202; 63/10]

yuksel dedi ki...

(Yüce Allah bu âyet-i kerîmede dünya ve âhiret nasibini aramada bir denge tavsiye etmektedir. Sonraki âyetlerde, aşırı hırsın ve tamamen dünyaya dalmanın, dünyaperestliğin ve onunla böbürlenmenin felaketini bildirmektedir. İslâm’ın bildirdiği ölçüler dâhilinde dünya ve âhiret dengesini temin için çalışmak, İslâm’ın öngördüğü yaşama biçimidir. Çünkü dinimiz, Allah’ın emirlerine uygun yaşamın yanında çalışıp helalinden kazanmayı ve helale harcamayı övmüş ve emretmiştir. Aksine haramı helali, günahı sevabı ve âhireti düşünmeden Allah’a kulluktan uzaklaşıp yalnız dünya için çalışmak, insanı aç gözlü, maddeperest, çıkarcı ve maksadı için her türlü acımasızlığı ve hainliği yapar hâle getirir. Âhiret nimetlerinden de nasibi olmaz. Hadîs-i şerîfe göre ‘büyük bir fitne çıkmadıkça’ yalnız âhirete çalışmak için toplumdan ayrılıp dünya işlerini bırakmak/el etek çekmekle, sosyal bir varlık olan insan, kendi yaratılışına, Allah ve Resûlü’nün emirlerine aykırı hareket etmiş olur). [bk. 57/20-21; 103/1-3]

78. (Kârun:) “Bu (servet) bana, ancak benim ilmim sayesinde verildi.” dedi.[16] O, kendisinden evvelki nesillerden, ondan daha güçlü ve taraftarları kendisinden daha çok nicelerini Allah’ın helak ettiğini bilmiyor muydu? Artık suçlulara günahları sorulmaz (cezaları verilir).

79. Derken (maddeperest Kârun bir gün), ziyneti (ve ihtişamı) içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını (sevip) isteyenler: “Keşke, Kârun’a verilen (mal) gibi bizim de olsaydı. Hakikaten o büyük bir nasip (ve şans) sahibidir.” dediler.

80. Kendilerine (mânevî) ilim verilenler ise: “Yazıklar olsun size! Allah’ın sevabı (mükâfatı), iman edip de sâlih amel işleyenler için (kahrından verdiği dünyalıktan) daha hayırlıdır. Ona da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz.” dediler.

yuksel dedi ki...

81. Nihayet biz onu da sarayını da yer(in dibin)e geçir(iver)dik. Artık Allah’a karşı, kendisine yardım eden bir topluluğu da olmadı. O, kendisini kurtaranlardan da değildi.[17]

82. Dün onun yerinde olmayı isteyenler, (sabahleyin): “Vay be! Demek ki Allah, kullarından dilediğine rızkı veriyor da, kısıyor da. Eğer Allah bize lütfetmeseydi, elbette bizi de (yere) batırırdı. Vay! Demek ki küfre sapanlar iflah olmaz!” demeye başladılar.

83. İşte âhiret yurdu(ndaki cennet) ki: Biz onu, yeryüzünde (emirlerimizi yerine getirmede) büyüklenmek ve (onları ihlâl ederek) bozgunculuk etmek istemeyen kimselere veririz. (En güzel) sonuç (olan cennet), muttakîlerin (Allah’ın emrine uygun yaşayanların/karşı gelmekten ve onları yaşantı alanı dışına atarak saygısızlık etmekten sakınanların)dır. [krş. 2/33; 19/63; 38/49; 43/35; 89/10-14]

84. Kim iyilikle gelirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır. Kim de kötülükle gelirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kötülük kadar cezalandırılırlar. [krş. 6/160; 27/89-90]

85. Hiç şüphesiz bu Kur’an’ı (okuyup amel etmeyi) farz kılan (Allah), elbette seni dönülecek yere döndürecektir.[18] De ki: “Rabbim, hidayetle geleni de apaçık bir sapıklık içinde olanı da en iyi bilendir.”

86. (Resûlüm! Bu) Kitab’ın, sana (vahiyle) indirileceğini ümit etmiyordun. (Bu,) ancak Rabbinden bir rahmet (olarak indirilmiş)tir. O halde inkârcılara arka çıkma!

yuksel dedi ki...

87. Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, onlar(ı tatbik etmek)ten sakın seni alıkoymasınlar! (Korkmadan, yılmadan) Rabbine (insanları) davet et. Asla müşriklerden[19] (ve de onlardan yana) olma!

88. Allah ile birlikte başka bir tanrıya yalvarıp tapma/tapınma![20] O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zâtından başka (maddî) her şey yok olacaktır. Hüküm (ve mutlak hâkimiyet) sadece O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz. [krş. 55/26-27]

[1] Çünkü o da süt annelerin arasında saraya girmiş, çocuğun hiçbir kadının memesini emmek istemediğini görmüştü.

[2] Olgunlaşma yaşının 33 mü, 40 mı olduğunda ihtilaf edilmiş ise de “40” diyenler, Ahkâf sûresinin 15. âyetini delil getirerek görüşlerini sağlamlaştırmışlardır. Çünkü bu iki âyette “eşüdde” (bedenî) erginlik/yiğitlik çağı ifadesinden sonra bir ileri durumu ifade eden lafızlar kullanılmıştır. Burada “istevâ” lafzı ile aklî ve rûhî kuvvetin kemâle/mükemmelliğe yükselmesi ifade edilmektedir ki bu da zikredilen âyette belirtildiği gibi 40 yaştır. [bk. Râzî, XVII, 487]

[3] “Vecede” “gördü” anlamına da gelmektedir.

[4] Kıptî bunu duyunca, kâtilin Musa (as.) olduğunu anlamış ve derhal Firavun’a haber vermiş, o da Hz. Musa’nın öldürülmesi için ferman çıkarmıştır.

yuksel dedi ki...

81. Nihayet biz onu da sarayını da yer(in dibin)e geçir(iver)dik. Artık Allah’a karşı, kendisine yardım eden bir topluluğu da olmadı. O, kendisini kurtaranlardan da değildi.[17]

82. Dün onun yerinde olmayı isteyenler, (sabahleyin): “Vay be! Demek ki Allah, kullarından dilediğine rızkı veriyor da, kısıyor da. Eğer Allah bize lütfetmeseydi, elbette bizi de (yere) batırırdı. Vay! Demek ki küfre sapanlar iflah olmaz!” demeye başladılar.

83. İşte âhiret yurdu(ndaki cennet) ki: Biz onu, yeryüzünde (emirlerimizi yerine getirmede) büyüklenmek ve (onları ihlâl ederek) bozgunculuk etmek istemeyen kimselere veririz. (En güzel) sonuç (olan cennet), muttakîlerin (Allah’ın emrine uygun yaşayanların/karşı gelmekten ve onları yaşantı alanı dışına atarak saygısızlık etmekten sakınanların)dır. [krş. 2/33; 19/63; 38/49; 43/35; 89/10-14]

84. Kim iyilikle gelirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır. Kim de kötülükle gelirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kötülük kadar cezalandırılırlar. [krş. 6/160; 27/89-90]

85. Hiç şüphesiz bu Kur’an’ı (okuyup amel etmeyi) farz kılan (Allah), elbette seni dönülecek yere döndürecektir.[18] De ki: “Rabbim, hidayetle geleni de apaçık bir sapıklık içinde olanı da en iyi bilendir.”

86. (Resûlüm! Bu) Kitab’ın, sana (vahiyle) indirileceğini ümit etmiyordun. (Bu,) ancak Rabbinden bir rahmet (olarak indirilmiş)tir. O halde inkârcılara arka çıkma!

yuksel dedi ki...

87. Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, onlar(ı tatbik etmek)ten sakın seni alıkoymasınlar! (Korkmadan, yılmadan) Rabbine (insanları) davet et. Asla müşriklerden[19] (ve de onlardan yana) olma!

88. Allah ile birlikte başka bir tanrıya yalvarıp tapma/tapınma![20] O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zâtından başka (maddî) her şey yok olacaktır. Hüküm (ve mutlak hâkimiyet) sadece O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz. [krş. 55/26-27]

[1] Çünkü o da süt annelerin arasında saraya girmiş, çocuğun hiçbir kadının memesini emmek istemediğini görmüştü.

[2] Olgunlaşma yaşının 33 mü, 40 mı olduğunda ihtilaf edilmiş ise de “40” diyenler, Ahkâf sûresinin 15. âyetini delil getirerek görüşlerini sağlamlaştırmışlardır. Çünkü bu iki âyette “eşüdde” (bedenî) erginlik/yiğitlik çağı ifadesinden sonra bir ileri durumu ifade eden lafızlar kullanılmıştır. Burada “istevâ” lafzı ile aklî ve rûhî kuvvetin kemâle/mükemmelliğe yükselmesi ifade edilmektedir ki bu da zikredilen âyette belirtildiği gibi 40 yaştır. [bk. Râzî, XVII, 487]

[3] “Vecede” “gördü” anlamına da gelmektedir.

[4] Kıptî bunu duyunca, kâtilin Musa (as.) olduğunu anlamış ve derhal Firavun’a haber vermiş, o da Hz. Musa’nın öldürülmesi için ferman çıkarmıştır.

yuksel dedi ki...

[5] Medyen, Akabe Körfezi’nin doğu kıyısında bir yerleşim yeridir. Mısır ile arası sekiz günlük yol mesafesinde idi. Firavun’un idaresi altında değildi.

[6] Firavun bunu alay etmek için söylüyordu. Bazıları bu sözün bir laftan ibaret kaldığnı söylemişlerse de, bazıları da böyle bir kulenin yapılıp yıkıldığını nakletmişlerdir. (bk. Elmalılı c. 6/187)

[7] Şuayb (as.) ve o halktan ona iman edenler.

[8] Gerek Hz. İsa ile Peygamberimiz arasındaki 538 senede, gerekse ceddi Hz. İsmail’den beri geçen tahminen 2500 sene içinde.

[9] Dinde kaynağını vahiyden almayan bütün yolgöstericilik ve deliller, kesinliği ve kalıcılığı olmayan batıl arzuların mahsulüdür.

[10] “Nâdanlar eder sohbet-i nâdanla telezzüz / Dîvânelerin hemdemi dîvâne gerektir.” (Ziya Paşa)

[11] Bu söz, iman zayıflığındandır. Çünkü tevhide inanmak, kalpteki ve dışarıdaki putları terketmek, müşriklerden korkmamak, samimi mü’minlerin işidir

[12] Şeytanlar, kötü ve fesatçı kimseler, küfre, şirke ve tâğûta çağıranlar.

yuksel dedi ki...

[5] Medyen, Akabe Körfezi’nin doğu kıyısında bir yerleşim yeridir. Mısır ile arası sekiz günlük yol mesafesinde idi. Firavun’un idaresi altında değildi.

[6] Firavun bunu alay etmek için söylüyordu. Bazıları bu sözün bir laftan ibaret kaldığnı söylemişlerse de, bazıları da böyle bir kulenin yapılıp yıkıldığını nakletmişlerdir. (bk. Elmalılı c. 6/187)

[7] Şuayb (as.) ve o halktan ona iman edenler.

[8] Gerek Hz. İsa ile Peygamberimiz arasındaki 538 senede, gerekse ceddi Hz. İsmail’den beri geçen tahminen 2500 sene içinde.

[9] Dinde kaynağını vahiyden almayan bütün yolgöstericilik ve deliller, kesinliği ve kalıcılığı olmayan batıl arzuların mahsulüdür.

[10] “Nâdanlar eder sohbet-i nâdanla telezzüz / Dîvânelerin hemdemi dîvâne gerektir.” (Ziya Paşa)

[11] Bu söz, iman zayıflığındandır. Çünkü tevhide inanmak, kalpteki ve dışarıdaki putları terketmek, müşriklerden korkmamak, samimi mü’minlerin işidir

[12] Şeytanlar, kötü ve fesatçı kimseler, küfre, şirke ve tâğûta çağıranlar.

yuksel dedi ki...

[13] Âyette görüldüğü gibi, suçlarını itiraf edenler yine de suçu kendilerinin peşinden gelenlere atmaktadırlar. Zaten nefislerine hoş gelmese onlar da o liderlere uymazlardı. Çünkü onlar Allah’ın emirlerini atıp yasaklarını yapan kimselerdi. [krş. 2/165-167; 9/31; 25/43]

[14] Eğer Allah’tan başka bir ilâh daha olsaydı, o da ayrı emirler verir, hükümler koyar ve her biri kendi emrinin geçerli olmasını isterdi. Böylece kâinatın nizamı ve insanların hayat düzenleri bozulur, şaşkınlık ve sıkıntı içinde bocalarlardı. [bk. 21/22]

[15] Allah (cc.) güç, kuvvet, mal, evlat, ilim vs. ne vermişse her birinde.

[16] Kârun Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra Tevrat’ı İsrâiloğulları içinde en iyi bilendi (Celâleyn). Bir Arap şairi olan Hâfız İbrahim’in söylediği beytin anlamı buna ve benzerlerine çok uygun düşmektedir: “Güzel ahlâk ile bezenmeyen ilim, sahibini aşağıya atan binit hayvanı gibidir.”

[17] İnsanı tuğyâna yani Allah’a ihtiyaç duymayıp isyan ve zulme sürükleyen en büyük etkenlerden biri malının çokluğu, diğeri de siyâsî otoritesi ile büyüklenip şımarmasıdır. Âdetullah gereği bunların her ikisi de helake götürücüdür (16/112; 28/58). İşte Kârun’da bu ikisi de vardı. Verilen mal/servet nimetiyle hem nankörlük yapıyor, Firavun gibi Allah’ı hesaba katmayıp emirlerini hiçe sayıyor, zevk ve sefa içinde yaşıyor, hem de halkın zayıflarını küçük görüp onlara zulmediyor, haklarını vermiyor, üstelik otoritesiyle kendisini ülkenin rabbi görüyordu. İşte bu sebeple Allah’ın gazabına ve azabına uğrayıp yandaşları ile helak oldu. [bk. 28/38-42; 79/24-25]

[18] Fetihle tekrar Mekke’ye kavuşturacaktır. Bu âyet, hicret sırasında Cuhfe’de nâzil olmuş ve bu müjde ile Resûlullah (sas.) teselli bulmuştur.

yuksel dedi ki...

[13] Âyette görüldüğü gibi, suçlarını itiraf edenler yine de suçu kendilerinin peşinden gelenlere atmaktadırlar. Zaten nefislerine hoş gelmese onlar da o liderlere uymazlardı. Çünkü onlar Allah’ın emirlerini atıp yasaklarını yapan kimselerdi. [krş. 2/165-167; 9/31; 25/43]

[14] Eğer Allah’tan başka bir ilâh daha olsaydı, o da ayrı emirler verir, hükümler koyar ve her biri kendi emrinin geçerli olmasını isterdi. Böylece kâinatın nizamı ve insanların hayat düzenleri bozulur, şaşkınlık ve sıkıntı içinde bocalarlardı. [bk. 21/22]

[15] Allah (cc.) güç, kuvvet, mal, evlat, ilim vs. ne vermişse her birinde.

[16] Kârun Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra Tevrat’ı İsrâiloğulları içinde en iyi bilendi (Celâleyn). Bir Arap şairi olan Hâfız İbrahim’in söylediği beytin anlamı buna ve benzerlerine çok uygun düşmektedir: “Güzel ahlâk ile bezenmeyen ilim, sahibini aşağıya atan binit hayvanı gibidir.”

[17] İnsanı tuğyâna yani Allah’a ihtiyaç duymayıp isyan ve zulme sürükleyen en büyük etkenlerden biri malının çokluğu, diğeri de siyâsî otoritesi ile büyüklenip şımarmasıdır. Âdetullah gereği bunların her ikisi de helake götürücüdür (16/112; 28/58). İşte Kârun’da bu ikisi de vardı. Verilen mal/servet nimetiyle hem nankörlük yapıyor, Firavun gibi Allah’ı hesaba katmayıp emirlerini hiçe sayıyor, zevk ve sefa içinde yaşıyor, hem de halkın zayıflarını küçük görüp onlara zulmediyor, haklarını vermiyor, üstelik otoritesiyle kendisini ülkenin rabbi görüyordu. İşte bu sebeple Allah’ın gazabına ve azabına uğrayıp yandaşları ile helak oldu. [bk. 28/38-42; 79/24-25]

[18] Fetihle tekrar Mekke’ye kavuşturacaktır. Bu âyet, hicret sırasında Cuhfe’de nâzil olmuş ve bu müjde ile Resûlullah (sas.) teselli bulmuştur.

yuksel dedi ki...

[19] Hevâlarını veya Allah’tan başka varlıkları ilâhlaştıran, Allah yerine ona bağlılık gösterenler.

[20] Allah’tan başka varlıkları putlaştırıp onlara yalvarma, bağlılık arzetme, sığınma, tapma ve tapınma şirk ve küfür olduğundan burada menedilmiştir. [bk. 29/41-42; 25/68 ve dipnotu]

yuksel dedi ki...

29. Ankebût Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 69 âyettir. Ankebût, “örümcek” demektir. Adını 41. âyette kâfirlerin işinin örümcek ağına benzetilmesinden almıştır. 1-10. âyetler Medine döneminde inmiştir.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Mîm.

2. İnsanlar (dünyada Allah’a ibadet ve itaat etmeden, çeşitli çile ve güçlüklerle, bazen de verilen bol mal ve refah ile) imtihan edilmeden (sadece) “inandık” demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar? [bk. 2/214; 21/35]

(Kul için ilk derece, onun müslüman olmasıdır. Çünkü bunun altında küfür dereceleri bulunur. Bir kimse İslâm’a girmekle güzel bir başlangıç yapmıştır; artık pay almaya başlar. Bir kısmı gayret eder, imanı kalbine işler ve hareketlerine yansır. Allah’a kulluk görevlerini tam olarak yerine getirir, infak ve cihad ederek cennette yüksek dereceler kazanır. Bir kısmı da küfre girmez, ama görevlerini yerine getirmeyerek, nefsine düşkün olarak günahkârlar ve âsîler derecesine düşer.) [bk. Râzî, XVII, 586]

yuksel dedi ki...

3. Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de (sıkıntılarla) imtihan ettik. Allah elbette (iman yönüyle) doğru olanları da bilir, yalancıları da bilir.

4. Yoksa (gizli de olsa) kötülükleri yapanlar bizi geçip savuşacak (yakalanmayacak)larını mı sandılar? Ne kötü/fena hükmediyorlar!

5. Kim Allah’a kavuşmayı arzuluyorsa, bilsin ki (bunun için) Allah’ın tayin ettiği vakit elbette gelecektir. O, (her şeyi) işitendir, bilendir.

6. Kim (nefsini düzeltmede veya Allah yolunda) cihad eder/çaba gösterirse, ancak kendi (faydası) için cihad etmiş/çaba göstermiş olur. Çünkü Allah, elbette âlemlerden müstağnîdir. (Kimsenin ibadet ve cihadına ihtiyacı yoktur. Ancak O mükâfat vericidir.) [bk. 45/15]

7. İman edip de sâlih (sevaplı) işler yapanların günahlarını elbette örteceğiz ve mutlaka onlara yaptıklarının daha güzeliyle karşılık vereceğiz. [bk. 4/40; 16/96]

8. Biz insana anne ve babasına güzel davranmasını (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Bununla beraber eğer onlar, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara (bu hususta) itaat etme! (krş. 31/15) Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yaptıklarınızı (ve karşılığını) haber vereceğim. [krş. 17/23-24; 31/15]

yuksel dedi ki...

29. Ankebût Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 69 âyettir. Ankebût, “örümcek” demektir. Adını 41. âyette kâfirlerin işinin örümcek ağına benzetilmesinden almıştır. 1-10. âyetler Medine döneminde inmiştir.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Mîm.

2. İnsanlar (dünyada Allah’a ibadet ve itaat etmeden, çeşitli çile ve güçlüklerle, bazen de verilen bol mal ve refah ile) imtihan edilmeden (sadece) “inandık” demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar? [bk. 2/214; 21/35]

(Kul için ilk derece, onun müslüman olmasıdır. Çünkü bunun altında küfür dereceleri bulunur. Bir kimse İslâm’a girmekle güzel bir başlangıç yapmıştır; artık pay almaya başlar. Bir kısmı gayret eder, imanı kalbine işler ve hareketlerine yansır. Allah’a kulluk görevlerini tam olarak yerine getirir, infak ve cihad ederek cennette yüksek dereceler kazanır. Bir kısmı da küfre girmez, ama görevlerini yerine getirmeyerek, nefsine düşkün olarak günahkârlar ve âsîler derecesine düşer.) [bk. Râzî, XVII, 586]

yuksel dedi ki...

9. İman edip de sâlih (sevaplı) işler yapanları ise, elbette onları iyiler içine koyacağız.

10. Kimi insanlar da var ki: “Allah’a inandık.” der, fakat Allah uğrunda eziyet gördüğü zaman, insanların eziyetini, Allah’ın azabı gibi sayar (da hemen dininde gevşemeye başlar). Andolsun ki (mü’minlere) Rabbinden bir yardım gelirse (münâfıklar): “Biz de hakikaten sizinle beraberdik.” derler. (Halbuki) Allah, âlemlerin sînelerinde olan (iman ve nifak)ı en iyi bilen değil midir? [bk. 22/11]

11. Allah, elbette (gönülden/samimi) iman edenleri de bilir, (samimi olmayan) münâfıkları da bilir.

12. Küfre sapanlar/inkâr edenler, iman edenlere: “Bizim yolumuza uyun, (dediğimizi yapın, eğer yanlışsa) günahlarınızı biz yüklenelim.” derler. Oysa kendileri, onların günahlarından hiçbir şey yüklenip taşıyacak değillerdir. Şüphesiz ki onlar yalancıdırlar.

13. Ve hiç kuşkusuz onlar, hem kendi (günah) yüklerini, hem de kendi yükleriyle beraber (saptırdıkları kimselerden veya üzerlerinde kalan başkalarının haklarından dolayı) daha nice yükleri yüklenecekler ve uydurdukları şeylerden elbette hesaba çekileceklerdir.[1]

14. Andolsun ki biz, Nuh’u kavmine (peygamber) gönderdik de içlerinde bin seneden elli yıl eksik (950 yıl) kaldı. Nihayet onlar (yola gelmeyip) zulme devam ederlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi.

15. Biz onu da, gemide bulunanları da kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık. [bk. 36/41-44; 54/15; 69/11-12]

16. İbrahim’i de (gönderdik). Hani o, kavmine demişti ki:[2] “Allah’a kulluk edin. O’nun emrine uygun yaşayın/karşı gelmekten sakının; eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”

17. “Siz ancak, Allah’ı bırakıp birtakım putlara/heykellere tapıyorsunuz (onlara bağlılık gösterileri yapıyorsunuz). Bunun için de birtakım yalan (ve bahaneler) uyduruyorsunuz. Şüphesiz Allah’tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. O halde rızkı Allah katında arayın, (ibadet ve itaatle ancak)[3] O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz ancak O’na döndürüleceksiniz.”

18. “Eğer (beni) yalanlarsanız, (bilesiniz ki) sizden önceki ümmetler de (peygamberlerini) yalanlamış (ve helak olmuş)lardı. Peygamberin üzerine düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.”

yuksel dedi ki...

19. Allah, varlıkları yaratmaya nasıl başlıyor, görmediler mi? Sonra onu (Mahşerde aynen diriltip) iade edecektir. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. [bk. 30/17]

20. De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın, (Allah’ın) yaratmaya nasıl başladığına bakın. Sonra, Allah (tıpkı bunun gibi, kıyamette) son yaratmayı da yapacaktır. Çünkü Allah her şeye kâdirdir.”

21. (Allah) dilediğine azap eder, dilediğine de merhamet eder. (Hepiniz) ancak O’na döndürüleceksiniz.

22. Siz ne yerde ne gökte (Allah’ı) aciz bırakacak değilsiniz. Sizin Allah’tan başka hiçbir dostunuz ve yardımcınız da yoktur.

23. Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı (ve aynen dirilip hesabın görüleceğini) inkâr edenlere gelince; işte onlar, benim rahmetimden ümit kesmişlerdir. Üstelik onlar için acıklı bir azap vardır.

24. Kavminin (İbrahim’e) cevabı: “Onu öldürün veya onu yakın!” demelerinden başka bir şey olmadı. (Kavmi onu ateşe atınca) Allah da onu ateşten koru(yup kurtar)dı. Şüphesiz bunda iman eden bir toplum için ibretler vardır. [bk. 37/97-98]

25. (İbrahim kavmine) dedi ki: “Siz dünya hayatında, aranızda sevgi (ve dostluk) olsun diye Allah’ı bırakıp birtakım heykel putlar edindiniz. (Putların ve putlaştırdıklarınızın etrafında birleşip sevgi ve dostluk kurdunuz.)” (Oysa) sonra, kıyamet gününde (küfürle) birbirinizden uzaklaşacak[4] (putlara saygı ve tapınmada önderlik edenler ve onlara tâbi olanlar) birbirinize lanet edeceksiniz. Artık sizin barınağınız ateştir. Sizin için yardımcılar da yoktur. [krş. 7/138; 71/23]

(Dünyada Allah’ın rızasına uygun olmayan sevgi ve bağlılıklar âhirette kişinin aleyhine dönecektir.) [bk. 2/165-167; 43/67. Çağdaş putlar için bk. 22/30]

26. Bunun üzerine ona (İbrahim’e, önce yeğeni) Lût iman etti ve (İbrahim) dedi ki: “Ben, Rabbim(in emrettiği yer)e hicret edeceğim. Şüphesiz O, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.” [bk. 21/71]

27. Biz ona (İsmail’den sonra) İshak’ı da, (torunu) Yakub’u da bağışladık. Peygamberliği ve kitapları da onun nesline verdik. Dünyada ona mükâfatını verdik. Şüphesiz o, âhirette de iyilerdendir. [bk. 19/49; 21/72]

yuksel dedi ki...

28. Lût’a da (peygamberlik verdik), o kavmine dedi ki: “Gerçekten siz, sizden önce geçen milletlerden hiçbirinin yapmadığı bir hayasızlığı (çirkin işi) yapıyorsunuz.”

29. “Siz yine (kadınları bırakıp) erkeklere gidecek, (çocukların doğma) yolu(nu) kesecek[5] ve toplantılarınızda meşru davranmayacak (edepsizlik yoluna gidecek) misiniz?” Kavminin ona cevabı: “(Tehdidinde) doğru söyleyenlerden isen, Allah’ın azabını bize getir.” demelerinden başkası olmadı.

30. (Lût:) “Ey Rabbim! (Senin emrine uymayıp) bozgunculuk yapan[6] kavme karşı bana yardım et.” dedi.

31. Elçilerimiz (melekler), İbrahim’e (oğlu olacağına dair) müjdeyi getirince dediler ki: “Biz şu memleketin (Sodom’un) halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı (büsbütün) zalim kimselerdir.”

32. (İbrahim) dedi ki: “Ama içlerinde Lût vardır.” (Onlar:) “Biz orada kim olduğunu daha iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette (Rabbimizin emriyle) kurtaracağız. Yalnız karısı geride (azapta) kalanlardan olacaktır.” dediler.

33. Elçilerimiz Lût’a gelince, (Lût) onlar hakkında (tecavüze uğrayacakları korkusundan dolayı) fenalaştı ve onlar yüzünden (içi) pek daraldı.[7] Dediler ki: “(Bizden yana) korkma ve üzülme. Doğrusu biz, geride (azapta) kalacaklardan olan karın hariç, (Rabbimizin emriyle) seni ve aileni kurtaracağız.”

34. “Muhakkak ki bu şehir (halkının) üzerine, yoldan çıkmış olmaları yüzünden, gökten bir azap indireceğiz.”

35. Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir toplum için ondan (o helak ettiğimiz ülkeden ibret alınacak) apaçık bir işaret bırakmışızdır. [bk. 37/137-138]

36. Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik): “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Âhiret günü(nün mükâfatı)na umut bağlayın. Yeryüzünde (Allah’ın hükümlerine karşı) bozgunculuk yaparak kargaşa çıkarmayın.” dedi.

37. Ama onu yalanladılar (Allah’tan gelen emirlere itibar etmediler). Derken kendilerini şiddetli bir sarsıntı yakaladı da yurtlarında dizüstü çöküp kaldılar.

yuksel dedi ki...

38. Âd ve Semûd’u da (yok ettik). Bu, onların (harap olmuş) evlerinden siz (Mekkeliler’)e belli olmaktadır. Şeytan kendilerine (kötü) işlerini süslü gösterip onları doğru yoldan çevirdi. Halbuki onlar ileriyi görebilirlerdi (ama görmediler; başlarına gelen felaketleri, günahlarına değil başka sebeplere bağladılar).

(Âyet-i kerîmede toplumların, Allah (cc.) ile ilgilerini kesip yaratılış gayelerinin dışına çıkarak, O’na isyan halinde yaşadıkları takdirde, bir gün onlara ilâhî bir afetin gelmesinin kaçınılmaz olduğu vurgulanmaktadır.) [bk. 8/53; 13/11]

39. Kârun’u, Firavun’u ve (veziri) Hâmân’ı da (yok ettik). Andolsun ki Musa’nın onlara açık deliller getirmesine rağmen onlar (iman etmeyip) yeryüzünde büyüklük tasladılar. Halbuki (azabımızdan) geçip savuşacak değillerdi.

40. İşte her birini günahı sebebiyle yakaladık. Onların bir kısmının üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik, kimini korkunç bir çığlık aldı (batırıp yok etti,) kimini yere batırdık, kimini de (suda) boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. [bk. 25/38]

(Lût kavmi taş yağmuruna tutuldu. Hz. Şuayb ile Hz. Salih’in kavmi korkunç bir çığlık ile helak edildi. Kârun ve beraberindekiler yere batırıldı. Firavun ve kavmi de suda boğuldu. Âyet ve musibetler her topluma ayrı nitelikte geldiği gibi bir topluma da ayrı zamanlarda gelebilir. Helak ise sadece kâfirlere yöneliktir ve toptandır.)

41. Allah’tan başka (sığınacak, bağlanacak) velîler edinenlerin durumu, tıpkı kendisine (ağdan) bir ev edinen örümceğe benzer. Halbuki evlerin en zayıfı, elbet örümcek ağıdır, keşke bilselerdi!

(Ne yazık ki bunun böyle olduğunu bilmeyen ve ona tutunacak kadar gaflette olanlar vardır. Şurası bilinmeli ki hevâ ve hevese dayanan her şey -zulüm dahil- örümcek ağı gibi kolay ve çabukça yok olmaya mahkumdur.)

42. Şüphesiz Allah, onların kendisinden başka neye yalvarıp taptıklarını bilir. O mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

43. İşte biz, bu misalleri insanlar için (ibret alsınlar diye) getiriyoruz. Ancak onları, âlimlerden başkası anlamaz.

44. Allah gökleri ve yeri, hakkınca (tam yerli yerince) yarattı. Hiç şüphesiz bunda inananlar için (Allah’ın varlığına ve kudretine) elbette bir işaret vardır. [bk. 53/31]

yuksel dedi ki...

45. (Resûlüm!) Kitab’dan sana vahyedileni oku ve namazı da dosdoğru/gereğine uygun olarak kıl. Çünkü namaz hayasızlıktan/utanmazlıktan ve kötü sayılan şey(ler)den alıkoyar. Allah’ın zikri (namaz)[8] elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.

46. İçlerinden zulmedenler hariç, Ehl-i Kitab ile ancak en güzel olan (usul)le mücadele edin ve deyin ki: “Bize indirilene de size indirilene de inandık. Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir (ve aynıdır) ve biz ancak O’na teslim olanlarız.” [bk. 3/64]

47. (Resûlüm!) İşte böylece sana, (önceki kitapların asıllarını tasdik eden ve doğrularını içine alan bu) Kitab’ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz(den bir kısmı) ona inanırlar. Şu (Araplar’dan ve diğerleri)nden de ona inanacak (nice) kimseler vardır. Âyetlerimizi kâfirlerden başkası inkâr etmez.

48. (Resûlüm!) Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun, onu elinle de yazmıyordun. Şâyet böyle olmasaydı (o zaman, bu Kur’an’ı başka yerden okudun veya yazdın diye) batıla uyanlar (hevâ ve hevesine göre düşünen ve yaşayanlar), elbet şüphelenir(ler)di. [bk. 7/157-158]

49. Hayır! O (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde (parlayan) apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi de zalimlerden başkası inkâr etmez.[9]

50. “Ona, Rabbinden birtakım âyetler (mucizeler) indirilmeli değil miydi?” dediler. (Onlara:) “Âyetler (mucizeler) ancak Allah’ın katındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” de.

51. (Resûlüm!) Kendilerine okunan (bu) Kitab’ı, sana bizim indirmemiz onlara yetmiyor mu? Hiç şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette (büyük) bir rahmet ve (kulluğunu yerine getirmede) bir öğüt/bir hatırlatma vardır.

52. De ki: “Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olan (şey)leri bilir. (Gerçek ortada iken) batıla inanıp Allah’a karşı kâfir olanlar ise, ziyana uğrayanların ta kendileridir.”[10]

53. (Resûlüm!) Senden azabı hemen (getirmeni) istiyorlar. Eğer belirtilen bir vakit olmasaydı, o azap onlara çoktan gelmişti bile. (Fakat) hiç farkında olmadıkları bir sırada elbette o kendilerine gelecektir.

54. (Evet) senden azabı çabukça (getirmeni) istiyorlar; halbuki cehennem o kâfirleri zaten kuşatmıştır.

yuksel dedi ki...

55. O gün azap, onları hem üstlerinden, hem ayaklarının altından bürüyecek ve (Allah, onlara): “İşlemiş olduğunuz (günahların cezasın)ı tadın!” diyecek. [bk. 7/41; 21/39; 39/16]

56. Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim arzım geniştir. O halde (İslâm’ın gereğini rahatça söylemek ve yaşamak nerede mümkünse, gidip orada) yalnız bana kulluk edin. [krş. 4/97; 39/10]

57. Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

58-59. İman edip de sâlih (sevaplı) işler yapanlar var ya, elbette onları cennette, içinde ebedî kalacakları ve alt tarafından (su, süt, şarap ve baldan)[11] ırmaklar akan yüksek köşklere yerleştireceğiz. İşte ne güzeldir (böyle sâlih) amel işleyenlerin mükâfatı! Onlar, (sıkıntılara) sabreden ve yalnız Rablerine dayanıp güvenenlerdir.

60. Nice canlı (mahlûk) vardır ki rızkını (kendisi) taşıyamaz. Onlara da, size de Allah rızık verir. O, hakkıyla işitendir, bilendir.[12]

61. Andolsun ki eğer onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı? Güneşi ve ayı (yararlanmanız için) kim buyruğu altına aldı?” diye sorarsan; mutlaka: “Allah” derler. O halde nasıl (olup da Allah’a bağlanmaktan) çevriliyorlar. [krş. 31/25; 39/38; 43/9, 87]

62. Allah, kullarından dilediğine rızkı yayar (bol verir, dilediğine) kısar. Muhakkak ki Allah her şeyi bilendir.

63. Eğer onlara: “Gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra yeri kim diriltti?” diye sorsan, mutlaka “(Tabiki) Allah.” derler. (Sen de:) “Bütün hamd Allah’ındır.” de. Fakat onların çoğu düşünmezler.[13] [krş. 6/99; 7/57; 16/11; 27/60]

64. Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu (oradaki hayat) ise, elbette (asıl yaşanacak) ebedî hayat odur; keşke bunu bilselerdi.[14]

65-66. İşte (insanlar) gemiye bindikleri (ve kendilerini bir tehlike sardığı) zaman, artık dini yalnız Allah’a has kılarak (ve dinde samimi kimseler gibi) O’na yalvarırlar. Fakat (Allah), onları karaya çıkarıp kurtarınca, bir de görürsün ki onlar, kendilerine verdiklerimizle hem faydalanmak hem de nankörlük yapmak suretiyle (yine Allah’a) ortak koşarlar (eski küfür hallerine dönerler). Ama yakında (bunun sonucunu) bilecekler. [bk. 17/67; 30/33-34; 31/32]

67. Görmüyorlar mı ki çevrelerindeki insanlar kapıl(ıp öldürülür veya esir edil)irken, biz Harem’i (Mekke’yi nasıl) emniyetli (bir yer) yaptık? Hâlâ batıla inanıyorlar da Allah’ın nimetlerine (karşı) nankörlük mü ediyorlar? [bk. 14/35; 106/1-4]

yuksel dedi ki...

68. Allah’a yalan isnad eden veya kendisine hak (Peygamber ve Kitab) gelince onu yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için barınılacak yer (zaten) cehennem değil midir?

69. Bizim uğrumuzda cihad eden (ve çaba gösteren)lere (gelince); biz onları elbette yollarımıza eriştiririz. Şüphesiz ki Allah iyilik (ve iyi iş) yapanlarla beraberdir.

[1] Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Ancak, saptıran, hem kendisini hem de sapanı saptırmasının günahını yüklenir. Sapan da özrü kabul edilmeksizin, sapmasının ve işlediğinin günahını yüklenir. [bk. 16/25; 33/66-68; 38/59-61; 38/18; 70/10-11]

[2] Hz. İbrahim’in sözü 24. âyete kadar devam ediyor.

[3] Allah’a kulluk, yalnız ibadet etmekle değil, O’nun bütün emirlerine itaatle olur.

[4] Âyetteki “yekfurû”, burada “teberra’e” (uzaklaştı) anlamındadır.

[5] bk. Taberî, XX, 93; Emiroğlu, IX, 23. Râzî de “yol kesme” kelimesine, “kadınlara gitme yolunu bırakma” anlamı vermiştir. (XVIII, 9) [krş. 7/81; 27/55.]

[6] Bozguncular, Allah’ın emrine muhalefet eden ve O’nu dinlemeyenlerdir.

[7] Çünkü Lût (as.), genç kılığına bürünmüş olarak gelenlerin melek olduklarını bilmiyor ve kavminin onlara sarkıntılık yapmasından korkuyordu.

[8] Beydâvî, II, 235; Nesefî (Tefsîr), III, 259; Elmalılı, V, 3768.

[9] Bir önceki âyette, Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere “kâfirler” denmiştir. Bu âyette, onların bir de, kendilerine zulmettiklerinden dolayı, kâfir olmakla kalmayıp aynı zamanda zalim de oldukları bildirilmektedir. Zalim olunca da hem kendilerine hem de başkalarına zulmettiklerine işaret vardır (Aydın, s. 102-103).

[10] Âyet-i kerîmede “batıla inanıp Allah’a karşı kâfir olanlar” ifadesi büyük bir uyarıdır. Allah’ı bırakıp tâğûtlara, putlara ve bunlara ait olan şeylere inanmak ve onlara bağlanmak, böylece batıla inanıp vahyi kabul etmemek küfürdür/kâfirliktir ( İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 41; Mehmed Vehbi, XI, 4226). [krş. 2/256]

[11] krş. 47/15.

yuksel dedi ki...

[11] krş. 47/15.

[12] Kendilerine hicret emredildiği zaman sahâbîler den bazıları, “Biz, geçimimiz bulunmayan bir yere gidiyoruz.” demişlerdi. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.

[13] 61, 62 ve 63. âyetlerde görüldüğü üzere müşrikler, Allah’ın yaratıcılığını kabul ederler. Fakat hâkimiyetini, emir ve hükümlerini kabule ve onlara uymaya gelince onlardan yüz çevirip putlara gider; dilek ve şikayetlerini bunlara bildirirlerdi. [bk. 4/60]

[14] Hz. Ali’ye, “Dünya nedir?” diye sormuşlar. O da, “Seni Mevlâ’dan alıkoyan her şey.” cevâbını vermiştir.

yuksel dedi ki...

30. Rum Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. Yalnız 17-18. âyetler Medine döneminde inmiştir. 60 âyettir. İranlılar ile Rumlar’ın yapacağı savaşta Rumlar’ın gâlibiyetinden bahseden olaydan hareketle sûreye bu ad verilmiştir.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Mîm.

2-3-4-5. Rumlar, (Arabistan’a) en yakın bir yerde (İranlılar’a) yenildi. Ama onlar (bu) yenilmelerinden sonra birkaç (3-9) yıl içinde onları yeneceklerdir. (Bundan) önce de sonra da emir yalnız Allah’ındır. İşte o gün mü’minler Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir. (Allah) dilediğine yardım eder (zafere ulaştırır). O, mutlak galiptir, çok merhametlidir.

(Mecûsî İranlılar’ın, 613-616 yıllarında, Suriye, Mısır ve Anadolu’da Bizanslıları yenmesine Mekke müşrikleri sevinmişlerdi. Müslümanlar da Bizanslılar’ın yenilgisine, Ehl-i Kitab olmalarından dolayı üzülüyorlardı. Bu yüzden müşrikler, Kitablılar’ın yenildiğini dillerine dolayarak, müslümanlarla alay ediyorlar ve, “Biz de onlara galip geleceğiz.” diyorlardı. İşte ilk âyetler 3-9 yıl içinde İranlılar’ın yenileceğini bildirmektedir. Gerçekten 624 yılında Romalılar İran’a girdiler. Aynı gün müslümanlar da Bedir’de müşriklere galip geldiler.)[1]

6. (Bu) Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler.

7. Onlar, dünya hayatının (yalnız görünen) dış yüzünü bilirler (ona değer verirler). Fakat onlar âhiretten yana gafildirler.

8. (Onlar) kendi kendilerine hiç düşünmediler mi ki Allah; gökleri, yeri ve ikisinin arasında olan şeyleri (başka değil), ancak hak (bir nizam, ölçü ve gaye) ile muayyen bir vade için yaratmıştır. Böyle iken insanların çoğu, Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.

9. Yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? (Oysa) onlar, kendilerinden daha güçlü idiler. (Ekip dikmek, su ve maden çıkarmak için) toprağı sürmüş ve kazmışlar ve onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri de onlara açık deliller getirmişti. Allah, onlara asla zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

yuksel dedi ki...

(Allah’a hizmet ve itaati esas almayan her türlü medenî ve teknik ilerleme ve üstünlüklerin erdeme değil, zulme dönüştüğüne tarih şahit olmaktadır.) [krş. 35/44; 40/82-83; 43/8; 51/39-40]

10. Sonra Allah’ın âyetlerini yalanlayarak ve onlarla alay ederek kötülükte bulunanların sonu çok korkunç oldu.

11. Allah, mahlûkâtı önce meydana getirir; (öldükten) sonra onu (mahşer günü aynen yaratıp) tekrar eder (diriltir). En sonunda da ancak O’na döndürülüp götürüleceksiniz.

12. Kıyamet kopacağı gün, suçlular(ın ümitleri tamamen kesilince) susarlar.

13. Onların (Allah’a) ortak koştukları (ve O’nunla eşdeğer hâle getirip bağlandıkları)ndan da kendilerine şefaatçiler olmayacaktır. Onlar (o zaman) ortaklarını da inkâr edeceklerdir. [krş. 2/165]

14. Kıyamet saati gelip çattığında, (işte) o gün, (Kur’an’a uygun olarak inananlar ve inanmayanlar) ayrılacaklar. [krş. 27/82]

15. İman edip de sâlih (sevaplı) amel işleyenlere gelince, onlar (cennet bahçelerinden) bir bahçede (ağırlanıp) neşelendirilirler.

16. Fakat küfre sapıp da âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalanlayanlara gelince, işte onlar da azabın içinde hazır edileceklerdir.

17. O halde akşama girdiğiniz zaman (akşam ve yatsıda), sabaha erdiğiniz zaman da (sabahta) Allah’ı tesbih edin (namaz kılın).

18. Göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur. Yine siz, gündüzün sonunda (ikindide) ve öğle vaktine girdiğinizde de (namaz kılıp Allah’ı tesbih edin).[2]

19. Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. Yeri, ölümünden sonra O diriltiyor. İşte tıpkı bunun gibi, siz de (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız. [bk. 7/57; 22/5-7]

20. Sizi (ilk önce) topraktan yaratması, O’nun âyetlerinden (kudretinin delillerinden)dir. Sonra da siz, çoğalıp (yeryüzüne) yayılmış insanlarsınız.

yuksel dedi ki...

21. Kaynaş(ıp huzura kavuş)manız için size kendi (cinsi)nizden zevceler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması O’nun (kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.

22. Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması da O’nun (kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda, bilgili (kimse)ler için ibretler vardır.

23. Gece ve gündüz gerek uyumanız, gerekse O’nun lütfundan (rızkınızı) aramanız,[3] O’nun (kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için elbette ibretler vardır.

24. Size bir korku ve (yağmur) ümidi vermek için şimşeği göstermesi, gökten yağmur indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesi de, O’nun (kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda akıl erdirecek bir toplum için elbette ibretler vardır.

25. Göğün ve yerin O’nun emriyle (bu şekilde) durması, O’nun (kudretinin) delillerindendir. Sonra sizi yattığınız yerden çağırdığı zaman hemen (kabirlerinizden) çıkacaksınız. [bk. 22/ 65; 30/25; 35/41]

26. Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmektedirler.

27. (Mahlûkâtı) ilkin yaratan, (öldükten) sonra onu (mahşer günü aynen yaratmayı) tekrar edecek olan O’dur. Bu, O’na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfat(lar) O’nundur. O, mutlak galiptir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir. [bk. 32/12 ve açıklaması]

28. (Allah, mülkünde ve hükümranlığında ortağı olmadığını anlamanız için) kendinizden şöyle bir temsil getirdi: Sizi rızıklandırdığımız (mallarda ve onların idaresin)de birbirinizi saydığınız gibi, ellerinizin (altındaki) sahip olduğunuz (kölelerden) de (kendilerini aynı şekilde) saydığınız ve bu nimetlerde eşit haklara sahip olarak ortak yaptıklarınız var mıdır? (Elbette yoktur.)[4] İşte biz, akıl erdirecek bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz.

29. Fakat zulüm (ve inkâr) edenler, (Allah’ın hükümleri yerine) ilim dışı olarak kendi keyiflerine uydular. Allah’ın sapıklıkta bıraktığını kim doğru yola iletebilir? Onlara hiç yardım eden de olmaz. [bk. 28/50]

30. O halde sen yüzünü doğruca, ‘Allah’ı birleyen’ olarak dine, (yani) Allah’ın, insanları üzerinde yarattığı fıtrata (İslâm’a) çevir. Allah’ın (İslâm’a kabiliyetli) yaratışında hiç değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

31. Hepiniz O’na yönelerek, emrine uygun yaşayın; namazı da dosdoğru/gereğine uygun olarak kılın (fıtratın dışına çıkarak ve hevânıza taparak)[5] müşriklerden olmayın.

yuksel dedi ki...

32. O (şirke sapan) kimseler (ve yahudiler çıkarları uğruna) dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. (Bunlardan) her grup kendi yanındaki (benimsedikleri) ile böbürlenmektedir.

(Müşrikler Allah’a inanmakla beraber put heykellere, geçmiş hükümdarlara, kâhinlere, rahip ve bilginlere, sahte değerlere, yanlış gaye, arzu ve benzerlerine sarılıp tapınanlardır. Bunlardan her grup kendi benimsediklerini yüceltip onunla övündüler. İhtilaf içinde biri diğerini beğenmez oldu. Hakkı değil menfaati önde tuttular. Halbuki Allah’a gerçekten inananlar yalnız O’na kulluk ettiler; şirkin ve tâğûtun çarkına girip dinde ihtilafa düşmediler ve çekişip gruplaşmadılar. Çünkü Allah’ın dini bölünmez bir bütündür. Herkes ona bağlanır, onda bütünleşir.) [bk. 6/159]

33-34. İnsanlar bir sıkıntıya düşünce, Rablerine dönerek O’na yalvarırlar. Sonra (Rableri Allah,) onlara katından bir rahmet (ve rahatlık) tattırdığı zaman da hemen içlerinden bir grup kendilerine verdiğimiz şeylere nankörlük eder, (bunun sebebini başka şeylerde arar.) Böylece Rablerine ortak koşarlar. Hele (şimdilik) sefa sürün bakalım! Yakında (âkıbetinizi) bileceksiniz. [bk. 17/67; 29/66; 31/32]

35. Yoksa onlara bir delil (kitap) indirdik de, o mu (Allah’a) ortak koşmalarını (Allah’ı bırakıp başka varlıklara bağlanmalarını) söylüyor?

36. İnsanlara bir rahmet (iyilik, bolluk) tattırdığımız zaman, sevinip şımarırlar. Kendi işledikleri (günahlar) yüzünden kendilerine bir kötülük erişince de (Allah’ı unutup) umutsuzluğa düşerler. [bk. 11/9-10; 70/20-21]

37. Allah’ın rızkı dilediğine yayıp genişletmekte ve (dilediğine) daraltmakta olduğunu görmediler mi? Elbette bunda, inanan bir toplum için ibretler vardır.

38. Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa, (iyilik ve yardımla) hakkını verin. Bu, Allah’ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa ve murada erenlerin ta kendileridir.

39. İnsanların mallarında artış olması için faizle verdiğiniz şeyler,[6] Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekâta gelince; İşte on(u veren)ler, (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır.

40. Sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren, daha sonra da (mahşerde) diriltecek olan Allah’tır. Ortak (koştuk)larınız içinde, bunlardan birini yapan var mıdır? O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.

41. İnsanların bizzat kendilerinin kazandıkları (günahlar ve cehale

yuksel dedi ki...

41. İnsanların bizzat kendilerinin kazandıkları (günahlar ve cehaletleri)[7] yüzünden, karada ve denizde fesat (maddî mânevî bozulmalar, afet ve felaketler) çıktı (çıkar da). Bu ise yaptıklarının bir kısmını(n cezasını Allah’ın dünyada) onlara tattırması içindir. Olur ki onlar, (bu sayede kötü hallerinden) dönerler.

42. De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da, öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bir bakın. Onların çoğu (Allah’a) ortak koşanlardan idi.”[8]

43. Geri çevrilmesi asla mümkün olmayan (ecel), Allah tarafından, bir gün erişmeden önce, yüzünü dosdoğru dine (İslâm’a) yönelt. O gün (kıyamette insanlar, cennet ve cehenneme gitmek üzere) bölük bölük ayrılırlar.

44. Kim küfre saparsa, küfrü/inkârı kendi aleyhinedir. Kim de sâlih amel işlerse, kendileri için (cennetteki yerlerine) hazırlanmış olurlar.

45. Çünkü (Allah), iman edip sâlih ameller işleyenleri lütf u keremi ile mükâfatlandırır. Elbette O, inkâr edenleri sevmez.

46. O’nun (kudretinin) delillerinden biri de rüzgarları (yağmurun) müjdecisi olarak göndermesidir ki size rahmeti (ile nimeti)nden tattırsın, gemiler emriyle ak(ıp git)sin, siz de O’nun lütfundan (rızık) arayasınız ve (verdiklerine) şükredesiniz.

47. (Resûlüm!) Andolsun ki biz, senden önce de birçok peygamberi kavimlerine gönderdik ve onlara açık deliller getirdiler. Biz de, o (inanmayıp) suç işleyenlerden intikam aldık. (Çünkü) mü’minlere yardım etmek üzerimize bir hak olmuştur. [bk. 10/103]

48. Rüzgarları gönderen Allah’tır. Onlar, (yağmur yüklü) bir bulutu kaldırıp yürütür. Derken (Allah) gökte onu dilediği gibi yayar, parça parça eder. Sonuçta onun arasından yağmur tanelerinin çıktığını görürsün. Artık onu dilediği kullarına ulaştırınca, derhal onları bir sevinç alır.

49. Halbuki onlar, daha önce o (yağmur), kendilerine indirilmezden evvel ümitlerini kesmişlerdi.[9]

50. İşte şimdi bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine! Yeri, ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz ki O, ölüleri de diriltecektir. O her şeye kâdirdir.

51. Andolsun ki sıcak, kavurucu bir rüzgar göndersek de o (ekinleri)ni sararmış görseler, ondan sonra kesinlikle (Allah’a karşı) nankörlük etmeye başlarlar.

yuksel dedi ki...

52. (Ey Resûlüm!) Bunun için sen, (kalpleri) ölülere (söz) dinletemezsin. Hele arkalarını dönüp giden sağırlara (hiç) duyuramazsın.

53. Sen (kalp gözleri) körleri de, sapıklıklarından (ayırıp) doğru yola iletici değilsin. Sen, âyetlerimizi ancak iman edecek olanlara duyurabilirsin. Onlar da müslüman olur (selamete erer)ler.

54. Sizi, zayıf (meni/sperma)dan yaratan, sonra diğer zayıflığın (cenin ve sıbyanlığın) ardından size kuvvet veren (geliştiren), sonra kuvvetin ardından (yeniden) size bir güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah’tır. (O) dilediğini yaratır ve O, hakkıyla bilendir, kâdir-i mutlaktır. [Erzel-i ömr için bk. 16/70]

55. Kıyamet kopacağı gün, günahkârlar, (dünyada ve kabirde) bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar, tıpkı bunun gibi (dünyada da yalan söylüyorlar, haktan) dönüyorlardı. [bk. 20/103; 23/ 113; 79/46]

56. Kendilerine ilim ve iman nasip edilenler de: “Andolsun ki siz, Allah’ın kitabındaki (yazılıp takdir edilen) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyor (ve inanmıyor)dunuz.” derler.

57. Artık o gün, zulmedenlere mazeretleri fayda vermeyecek ve onlardan tevbe edip hoşnutluk dilemeleri istenmeyecektir.

58. Gerçekten biz, bu Kur’an’da, insanlara her çeşit temsiller getirdik. Andolsun ki (Resûlüm!) Eğer onlara bir âyet getirsen, o küfre sapanlar yine kesinlikle: “Siz ancak boş/saçma şeyler ortaya atıyorsunuz.” derler. [bk. 6/111; 10/96-97; 15/14-15]

59. İşte Allah, (kendisini ve hakikatleri) bilmeyenlerin kalplerini böyle mühürler.

60. (Resûlüm!) Sabret. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. İnanmayanlar seni (sabırda) hafif görmesin(ler).

[1] Beydâvî; Celâleyn; Elmalılı, V, 3796.

[2] Bu iki âyet-i kerîme, beş vakit namazın delillerinden biridir. [bk. 17/78; 50/39-40]

[3] Âyet şöyle de ifade edilir: “Gecede uyumanız, gündüzde O’nun lütfundan (rızkınızı) aramanız…” (Beydâvî). Yukarıdaki mânada, gece ve gündüzün hangisinde çalışılırsa, diğerinde uyunacağı ifadesi vardır.

yuksel dedi ki...

[4] Çünkü köle ve uşak, efendisine ortak ve eşit olamaz. Allah’ın mülk ve mutlak hâkimiyetinde de kullar ortak olamaz.

[5] Âlûsî, XXI, 40. Peygamberimiz (sas.): “Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar, sonra onu anne babası yahudi, hıristiyan veya mecûsî yapar.” buyurmuştur. İslâm’a alternatif/karşıt olan her fikir ve davranış küfre ve şirke götürür.

[6] Karşı taraftan, karşılığının daha fazla gelmesi gözetilerek verilen bağış ve hediyeler de faiz sayılmaktadır. Bu âyet, faiz konusunda birinci merhaledir (Beydâvî; Elmalılı, V, 3829). [Diğerleri için bk. 2/278-279; 3/130]

[7] Yani şirk, ahlâksızlık, çeşitli nefsî hareketler, beşerî ihtiraslar, zimmete geçirme, ihtikâr, kaçakçılık ve benzerleri. [bk. 7/56] Diğer taraftan insanlar cahilliğinin ve egoistliğinin bir sevki olarak kimyasal maddelerin kullanımı, zehirli atıklar ve ormanların tahribi gibi şeylerle ozon tabakasının delinmesi, atmosferin ısınması, hava, su ve toprağın kirlenmesi gibi şeyler…

[8] Bu âyetin tefsirinde, Elmalılı merhum şöyle der: “Onların ekserîsi müşrikti. Onlar şirk koşmakla, yani Allah’ın hüküm ve hikmetlerine karşı (onları beğenmeyip) kendileri ahkâm koymaya kalkışmakla, Allah’ın emirlerini işlerine karıştırmamaya, Allah’tan kurtulmaya çalıştılarsa da çaresini bulamadılar. Sonunda ister istemez Allah’ın hükmüne boyun eğerek kahrolup gittiler.”

[9] “Ve in kânû”, “Ve kad kânû” anlamında tefsir edilmiştir. Diğer mâna şöyledir: “Gerçi onlar, o (yağmur) kendilerine indirilmezden evvel ümitlerini kesmiş iseler de.”

yuksel dedi ki...

12. Andolsun ki biz, Lokman’a: “Allah’a şükret.” diye(rek) hikmet verdik.[4] Kim (Allah’ın nimetlerine) şükrederse, ancak kendi (fayda)sı için şükretmiş olur. Kim de (isyan ve itaatsizlik yoluyla) nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah Ganidir (çok zengindir hiçbir şeye ve hiç bir kimseye muhtaç değildir). Hem de övülmeye layık olandır. [bk. 17/7]

13. Hani Lokman, oğluna öğüt vererek: “Ey yavrucuğum! Allah’a ortak koşma. Çünkü O’na ortak koşmak büyük bir zulümdür.” demişti.

(Zulüm bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymak, bir şeyi, bir kimseyi gayesinin dışında kullanmak veya bir hakkı sahibinden alıp başkasına vermektir. Şirkin en büyük zulüm oluşu da Allah’a ait mâbûdiyet, hâkimiyet ve mâlikiyet gibi hakların Allah’tan başkasına verilmesinden dolayıdır.)[5] [bk. 4/48]

14. Biz insana, anne ve babasını(n hakkını gözetmeyi) tavsiye ettik. Annesi onu, kat kat güçlük (ve zahmetler)le (karnında) taşıdı. Onun (sütten) ayrılması da iki yıl içinde (olmuş)tur.[6] (İşte bunun için:) “Bana, anne ve babana şükret, dönüş ancak banadır.” (dedik). [krş. 2/233; 17/23-24; 46/15]

15. Eğer (onlar) seni, hakkında bilgin olmayan şeylerde bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etme! (Fakat) dünya (işlerin)de onlarla iyi geçin ve bana yönelen (mü’min)lerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. (O zaman) ben de yaptıklarınızı (ve karşılığını) size haber vereceğim. [krş. 29/8]

16. (Lokman:) “Ey yavrucuğum! Şüphesiz ki o (yaptığın iyilik ve kötülük) bir hardal tanesi ağırlığında olsa, hem de bir kaya içinde veya göklerde, yahut yer içinde bile olsa, Allah onu getirir (ve karşılığını verir). Çünkü Allah Latîftir, her şeyden haberi olandır.”[7]

17. “Ey Oğulcuğum! Namazı dosdoğru/gereğine uygun olarak kıl, iyiliği emret, kötülüğü engelle. (Bu esnada) başına gelecek (musibet)lere sabret. Çünkü bunlar (Allah’ın emrettiği) kesinlikle (ve kararlılıkla) yapılacak işlerdir.”

18. “İnsanları (küçümseyip) yanağını bükme/yüz çevirme ve yeryüzünde şımarık yürüme! Çünkü Allah, böbürlenen ve kendisini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.” [krş. 17/37-38]

19. “Yürüyüşünde ölçülü (ve kibirsiz) ol. Konuşurken sesini de alçak tut. Çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.”

20. Göklerde ve yerde olan şeyleri, Allah’ın sizin istifadeniz için yarattığını, size açık ve gizli nimetlerini (bolca) tamamladığını görmez misiniz? Yine de, öyle insanlar vardır ki hiçbir ilmi, hiçbir rehberi, hiçbir aydınlatıcı kitabı yokken (hâlâ) Allah hakkında tartışır.

yuksel dedi ki...

21. Onlara: “Allah’ın indirdiği (Kur’ an’ı)na uyun.”[8] denildiği zaman: “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylere uyarız.” derler. Şeytan onları alevli ateşin azabına çağırıyorsa da mı (atalarının yolunda gidecekler)? [krş. 2/170; 43/22]

22. Kim iyi davranışlarda bulunarak (samimiyetle) özünü Allah’a teslim ederse,[9] hiç şüphesiz o, en sağlam kulpa yapışmış olur. (Bütün) işlerin sonu, ancak Allah’a (varacak)tır.

23. Kim de inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin. Onların dönüşü ancak bizedir. Biz de onlara yaptıklarını (ve karşılığını) haber veririz. Şüphesiz ki Allah, sînelerin özünü hakkıyla bilendir.

24. Onları (dünyada) biraz geçindirir, sonra onları ağır bir azap ile (karşılaşmaya) mecbur ederiz. [bk. 3/178; 19/84; 86/17]

25. Andolsun ki onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka: “Allah” derler. Sen de (onların bu itirafından dolayı): “Hamdolsun Allah’a” de. Fakat onların çoğu (bunun anlamını) bilmezler.

26. Göklerde ve yerde(ki şeylerin hepsi), ne varsa Allah’ındır. Şüphesiz Allah Ganîdir (hiçbir şeye muhtaç değildir), hamde layık olan da O’dur.

27. Eğer yerdeki ağaçlar (birer) kalem olsa, deniz de (mürekkep olsa), ardından yedi deniz ona (katılıp) yardım etse yine (bunlar tükenir de) Allah’ın kelimeleri tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak galip, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.[10]

28. (Ey insanlar!) Sizin (toptan) yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz, tek bir kişi(nin yaratılması) gibi (kolay)dır. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, görendir.

29. Görmedin mi Allah, geceyi gündüze katıyor, gündüzü de geceye katıyor (böylece onları uzatıp kısaltıyor). Güneşi ve ayı istifade(niz) için yaratmıştır. Her biri, muayyen bir vakte kadar (kendi yörüngesinde) akıp gidecektir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. [bk. 22/65; 45/13]

30. Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. Muhakkak ki O’ndan başka yalvardıkları (sığındıkları putlar ve putlaştırılan şeyler) ise (tümüyle) batıldır. Şüphesiz Allah, çok yüce, çok büyüktür. [bk. 22/62]

yuksel dedi ki...

31. Allah’ın nimeti (ve lütfu) ile gemilerin denizde akıp gitmekte olduğunu görmedin mi? Bu, (kudretinin) delillerinden bir kısmını size göstermek içindir. Muhakkak ki bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

32. (Gemide giderken) onları, gölge yapan (dağ ve kara bulut)lar gibi dalga sardığı zaman; (gönüllerinde bağlılık gösterdikleri putları atarak) artık dini yalnız Allah’a has kılarak (ihlasla O’na) yalvarırlar. Sonra (Allah) onları karaya çıkarıp kurtarınca, içlerinden (yalnız) bir kısmı, dengeli (mutedil ve doğru) yolu tutar. Bizim âyetlerimizi nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez. [bk. 29/66. Ayrıca krş. 17/67; 30/33-34]

33. Ey insanlar! Rabbinizin emrine uygun yaşayın, babanın çocuğuna fayda veremeyeceği, çocuğun da babasına fayda veremeyeceği bir günden korkun! Şüphesiz ki Allah’ın vaadi gerçektir. Dünya hayatı, sizi asla aldatmasın. O çok aldatıcı (şeytan ve dostları) da sizi Allah(’ın affı) ile sakın aldatmasın (günaha daldırmasın ve ibadetten alıkoymasın!)

34. (Kıyamet) saatin(in) ilmi şüphesiz ki Allah katındadır. Yağmuru (dilediği miktar ve şekilde) O indirir. Rahimlerde ne olacağını O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) haberdardır.[11]

[1] Roman, hikâye, şarkı ve şiir türünden İslâm’a aykırı ve şehvetleri uyarıcı olarak yazılmış veya söylenmiş şeyler.

[2] Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ümmetimden birtakım topluluklar gelecektir ki, ferci (zinayı), ipek elbiseler giymeyi ve çalgı âletleri çalıp (şehvetli) eğlenceleri helal ve mübah/normal sayacaklar. Allah onların evlerini çökertip helak edecek, kalanları(n yaşayışlarını) da maymun ve domuza çevirecektir.” (Buhârî, “Eşribe” Bâb: 5; Münâvî, V, 395). Bu felakete/günaha sebep olabilen, İslâm’a aykırı ses, söz, resim ve görüntülerden kendisini ve aile fertlerini muhafaza etmek her müslümanın görevi olmalıdır. Bu hususta uzuvlarımızın da sorumlulukları vardır. [bk. 17/36]

[3] Celâleyn.

[4] Hz. Lokman’ın peygamber olup olmadığı hakkında ihtilaf edilmiştir. Fakat İslâm alimlerinin çoğuna göre o, bir peygamber değil, hikmet sahibi bir hakîm idi. Hz. Davud’dan önceki dönemde İsrâiloğulları’nın kadısı olup fetvâ verirdi. Allah ona hikmet yani ilim, diyanet, derin anlayış ve uygulayışta isabet verdi (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 64; Beydâvî).

[5] Elmalılı, V-VI, 3844.

yuksel dedi ki...

[5] Elmalılı, V-VI, 3844.

[6] Yani çocuğun anne karnında taşınışı ile sütten ayrılması. 46/15. âyetten hareketle gebelik ve sütten kesiliş 30 ay olduğuna göre, gebeliğin, altı ay dahi olabileceğine hükmedilmiştir. [bk. 46/15]

[7] Hem lütufkâr hem de ilmiyle en gizli şeyleri bilen, zerre miktarı iyilik ve kötülüğün hesabını sorandır. [bk. 21/47; 99/7-8]

[8] Allah’ın kitabına uyan elbette Resûlü’ne de uyar. [bk. 5/104]

[9] Şirksiz imanla emirlerine sarılırsa. [bk. 2/112 ve dipnotu]

[10] Âyetteki “yedi deniz” ifadesi sayı bakımından değil çokluk içindir (İzmirli, II, 214). [krş. 18/109]

[11] Ayrıca, Allah’ın zât ve sıfatlarının mahiyeti, ruhun (17/85), sûrun (6/73; 18/99; 36/51 vd.), dâbbenin (27/82), Arş, Kürsü, Levh-i mahfûz, Sidre-i müntehâ, Kalem ve Beyt-i ma’mûr, cennet ve cehennemin mahiyetleri ve âhiret halleri de Allah’ın bilgisindedir (bk. 6/59); insanların ne zaman diriltileceği (bk. 27/65); Kıyametin ne zaman kopacağı (bk. 7/187) bilgisi Allah’ın katındadır, mutlak gayblardandır. [bk. 2/3; 6/59]

yuksel dedi ki...

32. Secde Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 30 âyettir. 18 ve 20. âyetler Medine’de inmiştir.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Mîm.

2. İçinde hiç şüphe olmayan (bu) Kitab’ın indirilmesi, âlemlerin Rabbi (tarafı)ndandır.

3. Yoksa: “Onu uydurdu!” mu diyorlar? Hayır! O (Kur’an), senden önce (asırlarca) kendilerine hiçbir uyarıcı (peygamber) gelmemiş olan bir kavmi uyarman için Rabbinden gelen bir gerçektir ki onlar, bu sayede doğru yolu bulsunlar.

4. Gökleri, yeri ve bunların arasında olan şeyleri altı günde (devirde, halde) yaratan, sonra Arş’ı hükmü altına alan (bütün yarattıklarının mâliki ve hükümranı olan) Allah’tır. Sizin için O’ndan başka hiçbir dost ve şefaatçi yoktur. (Hâlâ) düşünüp öğüt almıyor musunuz? [krş. 7/54; 41/9-12]

5. Gökten yere kadar her işi O idare eder. Sonra işler O’na bir günde yükselir ki o günün miktarı, sizin saydığınız (günler)den bin sene eder. [bk. 22/47; 70/4]

6. İşte O, görünmeyeni de görüneni de bilen, mutlak galip ve çok merhametli olandır.

7-8-9. Yarattığı her şeyi güzel yapan ve (ilk) insanı yaratmaya da çamurdan başlayan, sonra onun neslini, hakir bir suyun özünden (spermadan) yaratan[1] sonra onu (tastamam) düzeltip ona kendi ruhundan üfleyen,[2] sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yaratan O’dur. (Buna rağmen) ne kadar az şükrediyorsunuz!

10. (İnkârcılar): “Biz yerde (çürüyüp) kaybolduğumuz zaman, yeni bir yaratılışta mı olacağız?” dediler. Çünkü onlar, Rableriyle karşılaşmalarını da inkâr ederler.

11. De ki: “Üzerinize vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra da Rabbinize döndürüleceksiniz.”

12. Günahkârların, Rablerinin huzurunda (utançtan) başlarını öne eğerek: “Ey Rabbimiz! (Şimdi her şeyi) gördük, işittik, bizi (dünyaya) geri gönder de sâlih amel işleyelim. Çünkü artık biz kesin inananlarız.” (dediklerini) bir görsen! [bk. 6/27-28; 7/53; 14/44; 23/99-100; 42/44; 63/10-11]

yuksel dedi ki...

(Bütün varlıkları yaratan Allah, bizleri de insan olarak yaratmış (4/1) fakat başıboş bırakmamıştır (75/36).

Sorumluluk yüklemiş ve hangimiz daha güzel (sevaplı) işler yapacak diye imtihan etmek için de ölümü yaratmıştır (67/2). Ölüm, dönüşü olmayan (2/16; 7/53; 26/101-102) bir uyanış ve gittiğimiz dünyada ölümsüzce yaşamaktır (87/13). Herkes dünyada yaptıklarının karşılığını orada eksiksiz görecektir (17/13-14, 71; 50/17-22; 99/7-8). Bunlar, kısaca kaynağı ilâhî olan en kesin bilgilerdir. Fakat insan kaynaklı, âhiret inancı olmayan çok tanrılı Hint dinlerinin, ilâhî dayanağı olmayarak ortaya attıkları reenkarnasyon (tenâsuh, ölen insan ruhunun insan veya bir hayvan cesedine girerek tekrar dünyaya gelmesi) olayı, hem akla hem İslâm’a aykırı hayalî bir tasavvur (kurgu)dur. Bunlar, Allah’ın yapmadığını, kendi akıllarına yaptırmak istemektedirler. Ancak Allah’ın emirlerine gönüllerini, kulaklarını ve gözlerini kapayanlar, Kur’an ifadesiyle ‘onlar (mânen) hayvan gibidirler; hatta daha da aşağı!’ (7/179). Mü’minler de bunu böyle bilirler. Mühim olan hayvanî vasıflardan kurtulmayı bilmek ve Allah’a bu sıfatla gitmemektir. Her devirde Allah’a, Kitab’ına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanmayan dinsizler yine de kendilerinin ürettiği bir tapacak bulmuş veya bulma peşindedirler.)

13. Biz dileseydik herkese (dünyada) hidayetini verir (doğru yola iletir)dik. (Ancak herkesi kendi iradesine bıraktık.) Fakat: “Kesinlikle cehennemi, cinlerden ve insanlardan bütün (günahkârlarla) dolduracağım.” şeklindeki sözüm haktır (gerçekleşecektir). [krş. 7/179; 10/99; 64/2; 76/3]

14. “O halde siz, bugününüze kavuşmayı unuttuğunuzdan (ve hevânıza göre yaşadığınızdan) dolayı tadın (azabı)! Doğrusu biz de sizi (şimdi cehennemde bırakıp) terk ettik.[3] Yapmakta olduklarınıza karşı tadın ebedî azabı!” (denilecek)

15. Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine öğüt verildiği zaman büyüklük taslamayarak secdeye kapanan ve Rablerini hamd ile tesbih eden kimseler iman eder.[4]

16. Onlar (gece namazı için) yataklarından kalkarlar, korkarak ve umarak Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da (hayır yolunda) harcarlar. [krş. 2/25]

17. Artık, yaptıklarına bir karşılık olarak, onlar için gözler aydınlığı nice (nimetlerin) saklandığını hiç kimse bilmez.

18. İman eden bir kimse, (Allah yolundan çıkarak) fâsık olan kimse gibi midir? Onlar (elbette) bir olmazlar. [krş. 11/23-24; 40/58; 45/21; 59/20]

19. İman edip de sâlih (Allah’ın rızasına uygun) amellerde bulunanlara gelince: Onlar için, (bu yapmış olduklarına karşılık) bir ağırlama/bir konaklama yeri olarak (barınacakları)

yuksel dedi ki...

19. İman edip de sâlih (Allah’ın rızasına uygun) amellerde bulunanlara gelince: Onlar için, (bu yapmış olduklarına karşılık) bir ağırlama/bir konaklama yeri olarak (barınacakları) Me’vâ cennetleri vardır.

20. Fâsıklara (hak yoldan çıkan, âsî olanlara) gelince, onların barınacakları yer de ateştir. Ne zaman oradan çıkmak isteseler, yine oraya geri çevrilirler ve onlara: “O yalan saydığınız ateşin azabını tadın!” denilir.

21. Belki (doğru yola) dönerler diye onlara, o büyük azaptan önce, yakın (dünya) azabın(ın çeşitlerin)den de mutlaka tattıracağız.

22. Kendisine Rabbinin âyetleriyle öğüt verilip de sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki biz günahkârlardan öç alıcıyız.

(Demek ki Rabbinin âyetleriyle öğütlenip hayatına bu doğrultuda yön vermeyen, hevâ ve hevesine göre yaşayan kimse en zalim kimsedir.)

23. Andolsun ki biz, Musa’ya Kitab’ı verdik, sen de ona (onun gibi bir Kitab’a) kavuşacağından şüphe etme![5] Onu İsrâiloğulları’na bir rehber kılmıştık.

24. Sabrettikleri ve (Tevrat’taki) âyetlerimize kesin inandıkları zaman,[6] içlerinden (onları) emrimizle doğru yola çağırıp götürecek önderler yetiştirdik. [bk. 17/2]

25. Şüphesiz ki Rabbin, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerde, kıyamet günü onların arasında hükmünü verecek (haklıyı, haksızı ayıracak)tır.

26. (Şimdi) yurtlarında gezip durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri yok etmiş olmamız, hâlâ onları doğru yola sevketmez mi? Doğrusu bunda elbette ibretler vardır. Hâlâ (öğüt) dinlemeyecekler mi? [bk. 19/ 98; 22/45-46]

27. Görmüyorlar mı ki biz kurak yere suyu sevkediyoruz da, onun sayesinde içinden hem hayvanlarının hem kendilerinin yediği ekini çıkarıyoruz; hâlâ görmeyecekler mi?

yuksel dedi ki...

27. Görmüyorlar mı ki biz kurak yere suyu sevkediyoruz da, onun sayesinde içinden hem hayvanlarının hem kendilerinin yediği ekini çıkarıyoruz; hâlâ görmeyecekler mi?

28. (Bir de:) “Eğer doğru söylüyorsanız, bu hüküm (kıyamet) günü ne zaman (bildirin!)” diyorlar.

29. (Resûlüm!) De ki: “Hüküm günü, küfre sapanlara (artık) iman etmeleri fayda vermeyecek ve onlara mühlet de verilmeyecek.”

30. Artık onlardan yüz çevir (ve azaplarını) bekle. Çünkü onlar da, (zanlarınca senin helakini) beklemektedirler.[7]

[1] Nutfe, sperma demek olup dişi yumurtayı dölleyen ve üremeyi sağlayan hücredir. O da normalde dökülen milyonlarca hücreden yalnız bir tanesidir. Büyüklüğü ise milimetrenin on binde biri kadardır.

[2] Ruh’un Allah’a nisbet edilmesi, onun değerinin yüksekliğini belirtmek içindir. Kâbe’ye “Beytullah” denildiği gibi (Beydâvî).

[3] Mukâtil, s. 114.

[4] Secde âyeti konusunda bk. 7/206.

[5] Beydâvî; Elmalılı, VI, 3864. Yahut: “O (Musa)’nın Kitab’a kavuşmasından şüphede olma.”

[6] Yahut “…için.” Bu “zaman” kelimesine “için” mânası, “lemmâ” edatını “limâ” okuyan kıraatlere göredir.

[7] Tirmizî’nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Peygamber Secde ve Mülk sûrelerini okumadan uyumazdı.” İbni Mes’ûd da, “Secde sûresini okumak kabir azabını önler.” buyurmuştur.

yuksel dedi ki...

33. Ahzâb Sûresi


Medine döneminde nâzil olmuştur. 73 âyettir. Ahzâb, hizb kelimesinin çoğuludur. Hizb topluluk, grup, parti anlamlarına gelir. Burada, 9. âyette müslümanlara karşı savaşmak için birleşen müşrik Arap kabileleri kastedilmektedir. Sûreye ad olan bu kelime, 20 ve 22. âyetlerde geçmektedir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Ey Peygamber! Allah’ın emirlerine uygun yaşama konusunda sebat et. Kâfirlere ve münâfıklara itaat etme! Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.

(Müşriklerden ileri gelenler Uhud gazvesinden sonra Medine’ye teklif götürmüşlerdi. “Sen bizim taptıklarımızı diline dolamaktan vazgeç, biz de seni Rabbinle başbaşa bırakalım.” demişlerdi. İslâm’dan taviz vererek, putperest sistemlerini ayakta tutmaya yönelik uzlaşma teklifi yapan müşriklere ve “müslümanların kökünü kazıyalım” diyerek onlarla birlik olan, İslâm düşmanlığıyla dolu münâfıklara itaati/boyun eğmeyi yüce Allah yasak etmiştir.) [bk. 76/24]

2. Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy! Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

3. Allah’a güvenip dayan. Vekil olarak Allah yeter.

4. Allah, hiçbir insanın (iç) boşluğunda iki kalp (iki vicdan, iki zıt şeyi beraber sevme duygusu) ile yaratmadı ve zıhar yaptığınız (:“Sen bana artık, annemin sırtı, yani annem gibisin.” dediğiniz) eşlerinizi, anneleriniz (gibi haram) yapmadı. Evlatlıklarınızı da (öz) oğullarınız (gibi) kılmadı. Bu sizin kendi ağızlarınızla söylediğiniz bir laf(tan ibaret olup evde yabancı hükmünde)dir. Allah gerçeği söyler ve O (doğru) yolu gösterir.

(Bu âyet-i kerîme, Câhiliye devrindeki üç yanlış hususu ihtar edip kaldırmıştır: 1. Cahiliyede bazı kimseler insanın iki kalpli/iki vicdanlı olanları olduğunu iddia ederlerdi. 2. Karısından ayrılmak isteyen kimse,“Sen bana annemin sırtı gibisin.” derdi. (Bu “sırt” ifadesi, şahsı belirtmek için kullanılır.) 3. Evlatlıklar, kendi babasının adıyla değil, evlat edinenin öz oğlu gibi onun adıyla çağırılırdı. Bunların laftan ibaret, geçersiz âdetler olduğu bildirilmiştir.)[1]

5. (Evlatlık aldığınız çocuklara gelince) onları, babalarına nisbetle (onların adıyla) çağırın.

yuksel dedi ki...

5. (Evlatlık aldığınız çocuklara gelince) onları, babalarına nisbetle (onların adıyla) çağırın. Bu, Allah katında daha adaletlidir. Babalarını bilmiyorsanız bile (ancak) dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. (Ancak) yanıl(ıp yap)tıklarınızda size bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin bile bile yaptığında (günah) vardır. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

6. O Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha evladır (yakındır). Onun zevceleri de (mü’minlerin) anneleridir. Akraba olanlar, Allah’ın kitabında birbirlerine mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. (Miras artık akrabayadır.)[2] Ancak dostlarınıza bir iyilik (bir vasiyet) yapmanız hariçtir. Bu (hüküm), Kitab’da yazılmıştır.

7. (Resûlüm!) Hani vaktiyle biz, peygamberlerden (tebliğ ve davet hususunda) ahitlerini almıştık. Senden, Nuh’tan, İbrahim’den ve Musa ile Meryemoğlu İsa’dan da. (Evet) biz, onlardan kuvvetli bir söz almıştık. [krş. 3/81; 7/6]

8. (Bu da Allah’ın) o doğruluk üzere (olan peygamber)lere (tebliğ ve davet konusundaki) sözlerine sadâkatlarını sorması ve inkârcılara da pek acıklı azabı hazırlaması içindir.

9. Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani (Hendek gazvesinde) üzerinize ordular[3] gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgar ve görmediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

10. O vakit (kâfirler) size hem üst taraftan (vadinin doğusundan), hem aşağı taraftan (vadinin batısından) gelmişlerdi. O zaman gözler (korku ve şaşkınlıktan yerinden) kaymış, yürekler de gırtlaklara dayanmıştı da, Allah’a karşı (türlü) zanlarda bulunuyordunuz.

11. İşte orada mü’minler imtihana tâbi tutulmuş ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.

12. Hani münâfıklar ve kalplerinde (mânevî) bir hastalık (ve şüphe) bulunanlar: “Allah ve Resûlü bize (zafer diye) boş bir vaadden başka bir şeyde bulunmadı.” diyorlardı.

13. O zaman yine onların bir kısmı da: “Ey Yesrib (Medine) halkı! Artık size (burada) duracak yer yok, haydi (evlerinize) dönün!” demişti. Onların bir kısmı da: “Hakikaten evlerimiz açık (korumasız)dır.” diyerek Peygamber’den izin istiyordu. Halbuki onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar kaçmaktan başka bir şey istemiyorlardı.

14. Eğer o (Medine’)nin etrafından üzerlerine hücum edilse de, sonra kendilerinden karışıklık çıkarmaları (küfre dönüp müslümanlara saldırmaları) istenseydi, elbette buna katılırlar ve bunda pek az gecikirlerdi.

yuksel dedi ki...

5. (Evlatlık aldığınız çocuklara gelince) onları, babalarına nisbetle (onların adıyla) çağırın. Bu, Allah katında daha adaletlidir. Babalarını bilmiyorsanız bile (ancak) dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. (Ancak) yanıl(ıp yap)tıklarınızda size bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin bile bile yaptığında (günah) vardır. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

6. O Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha evladır (yakındır). Onun zevceleri de (mü’minlerin) anneleridir. Akraba olanlar, Allah’ın kitabında birbirlerine mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. (Miras artık akrabayadır.)[2] Ancak dostlarınıza bir iyilik (bir vasiyet) yapmanız hariçtir. Bu (hüküm), Kitab’da yazılmıştır.

7. (Resûlüm!) Hani vaktiyle biz, peygamberlerden (tebliğ ve davet hususunda) ahitlerini almıştık. Senden, Nuh’tan, İbrahim’den ve Musa ile Meryemoğlu İsa’dan da. (Evet) biz, onlardan kuvvetli bir söz almıştık. [krş. 3/81; 7/6]

8. (Bu da Allah’ın) o doğruluk üzere (olan peygamber)lere (tebliğ ve davet konusundaki) sözlerine sadâkatlarını sorması ve inkârcılara da pek acıklı azabı hazırlaması içindir.

9. Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani (Hendek gazvesinde) üzerinize ordular[3] gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgar ve görmediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

10. O vakit (kâfirler) size hem üst taraftan (vadinin doğusundan), hem aşağı taraftan (vadinin batısından) gelmişlerdi. O zaman gözler (korku ve şaşkınlıktan yerinden) kaymış, yürekler de gırtlaklara dayanmıştı da, Allah’a karşı (türlü) zanlarda bulunuyordunuz.

11. İşte orada mü’minler imtihana tâbi tutulmuş ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.

12. Hani münâfıklar ve kalplerinde (mânevî) bir hastalık (ve şüphe) bulunanlar: “Allah ve Resûlü bize (zafer diye) boş bir vaadden başka bir şeyde bulunmadı.” diyorlardı.

13. O zaman yine onların bir kısmı da: “Ey Yesrib (Medine) halkı! Artık size (burada) duracak yer yok, haydi (evlerinize) dönün!” demişti. Onların bir kısmı da: “Hakikaten evlerimiz açık (korumasız)dır.” diyerek Peygamber’den izin istiyordu. Halbuki onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar kaçmaktan başka bir şey istemiyorlardı.

14. Eğer o (Medine’)nin etrafından üzerlerine hücum edilse de, sonra kendilerinden karışıklık çıkarmaları (küfre dönüp müslümanlara saldırmaları) istenseydi, elbette buna katılırlar ve bunda pek az gecikirlerdi.

yuksel dedi ki...

15. Halbuki onlar, bundan evvel (Uhud’da) arkalarına dön(üp kaç)mayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen söz(ün hesabı) sorulacaktır.

16. (Resûlüm!) De ki: “Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, (bilin ki) kaçmak size asla fayda vermez. O takdirde (kaçsanız) bile, (hayatta kalıp dünyadan) faydalanacağınız süre pek azdır.” [bk. 4/78; 62/8]

17. De ki: “Eğer (Allah) size bir kötülük dilese veya size bir rahmet istese (bunlara engel olmak için) Allah’tan gelenlere karşı sizi kim saklayabilir?” Onlar kendileri için Allah’tan başka ne bir dost bulurlar ne de bir yardımcı.

18. Allah, içinizden (savaşta Peygamber’e yardımdan) alıkoyan (münâfık)ları ve kardeşlerine de: “(Savaşa gidip ölmeyin.) Bize gelin!” diyenleri elbet biliyor. Zaten bunların pek azı dışındakiler savaşa gelmezler.

19. (Gelseler bile) size karşı cimri olarak (ve gösteriş için gelirler). Bir de (savaşta) korku gelince, üzerine ölümden baygınlık çökmüş kimse gibi, gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. O korku gidince de hayra karşı cimri (fakat alınan ganimete düşkün) kimseler olarak, keskin dilleriyle sizi incitirler. Onlar, (gönülden) inanmamışlardır. Allah, onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu Allah’a göre çok kolaydır.

20. Bunlar, (korkularından dolayı düşman) birliklerin(in Medine etrafından) henüz gitmediklerini sanıyorlardı. Eğer o birlikler (bir daha) gelse, (o münâfıklar) isterlerdi ki kendileri bedevî Araplarla çölde olsunlar da sizin haberlerinizi (oradan) sorsunlar. Esasen içinizde bulunsalar bile çok azı savaşırlardı.

21. Andolsun ki Allah’ı(n rızasını) ve âhiret gününü(n saadetini) umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Resûlü’nde, sizin için, pek güzel bir örnek vardır.

(Allah’ın Resûlü Muhammed (sas.), Kur’an’ı yaşama örneği ve onun muallimidir. O’nun hayatı ve sünneti bilinmeden Kur’an gayesine uygun anlaşılmaz. Allah’ı sevmek ve onun hoşnutluğunu kazanmak için de kimseyi değil, ancak prensip olarak onu örnek almak Kur’an ifadesidir (3/31). Onun hayatı ve sahih sünneti ortada iken, başkalarını öne çıkarmak veya onu devre dışı bırakarak, Allah ile Resûlü’nün ve kullarının arasını açmak, “Peygamber’in görevi yalnız Kur’an’ı getirmektir.” demek, Allah’a ve Kur’an’a münâfıkça inanmak anlamına gelmektedir.) [bk. 4/80]

22. Mü’minler (o düşman) birlikleri(ni) görünce: “İşte bu, (bir imtihan vesilesi ve zafer olarak) Allah ve Resûlü’nün bize vaadettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.” derler. (Bu da) ancak onların iman ve teslimiyetini artırır (kuvvetlendirir). [bk. 9/124]

yuksel dedi ki...

23. Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi (can) adağını ödedi (çarpışıp şehit oldu), kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar (verdikleri sözü) hiçbir şekilde (asla) değiştirmediler.

24. Çünkü Allah sâdık kalan (mü’min)leri doğruluklarıyla mükâfatlandıracak, münâfıklara da dilerse azap edecek yahut tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

25. Allah, o kâfir (birlik)leri(ni), hiçbir hayra (başarıya) erememiş bir halde, öfkeleriyle geri çevirdi. Allah savaşta (fırtına çıkarıp melekleriyle yardım ederek) mü’minlerin imdadına yetişti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir. [bk. 33/9 ve dipnotu]

26. (Allah,) Ehl-i Kitab’dan (hainlik ederek) onlara yardım eden (Kureyza yahudi)lerini de kalplerine korku düşürerek kalelerinden indirdi. (Siz, onları kuşatıp) bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz.

27. Onların yerlerine, evlerine, mallarına ve henüz (fethedip) ayak basmadığınız topraklara da sizi mirasçı yaptı. Allah her şeye kâdirdir.

28. Ey Peygamber! (Bu sırada seni dünyalık isteyerek huzursuz eden) hanımlarına de ki: “Eğer siz dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim ve sizi güzellikle serbest bırakayım.”

29. “Eğer; Allah’ı, Resûlü’nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, şüphe yok ki Allah, içinizden güzel hareket edenlere büyük mükâfat(lar) hazırlamıştır.”

(Resûlullah (sas.), bütün Arabistan’a hâkim olmuş ve halkın refah seviyesi artmıştı. Bu arada Resûlullah’ın hanımları da kendisinden daha iyi geçim, giyim kuşam ve ziynet istemiş, Resûlullah (sas.) da bundan huzursuz olmuştu. Çünkü o, dünyalık elde etmek ve beğenilmek için gelmemişti. İşte bunun üzerine bu iki âyet-i kerîme gelince onları dünyalık ile kendisini tercih etmek hususunda bir ay serbest bıraktı. Sonra Hz. Âişe’den başlamak suretiyle her bir hanımına ayrı ayrı sordu; hepsi de dünya isteklerinden vazgeçip Allah’ı, Resûlü’nü ve âhiret yurdunun güzelliğini istediler. Bu âyete “tahyîr” (muhayyer bırakma) âyeti denilir.) [bk. Emiroğlu, IX, 133]

30. Ey peygamber hanımları! İçinizden kim çirkinliği âşikâr bir günah işlerse, onun azabı iki kat artırılır. Bu, Allah’a göre kolaydır.

yuksel dedi ki...

31. Sizden kim de Allah’a ve Resûlü’ne itaat eder, sâlih (sevaplı) amel işlerse ona mükâfatını iki kere veririz. Ona (cennette) bol bir rızık hazırlamışızdır.

32. Ey peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi bir (kadın) gibi değilsiniz. Eğer ‘Allah’a saygı duyuyor/emrine uygun yaşamak istiyorsanız’ (yabancı erkeklere karşı) edalı ve cilveli konuşmayın. Sonra kalbinde bir hastalık (kötü duygu) bulunan kimse, umuda kapılır (ve kendine bir pay çıkarır). Sözü uygun (ölçülü ve ciddi) şekilde söyleyin.

33. (Çoğu zaman, vakarla) evlerinizde oturun. Dışarıya da evvelki câhiliye zamanı/İslâm öncesi kadınlarının çıkışı gibi süslenip kendinizi teşhir ederek çıkmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! (Peygamberin ev halkı!)[4] Allah, sizden ancak kiri (günahı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister. [krş. 24/31; 33/59]

34. Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti[5] hatırda tutun. Şüphesiz ki Allah, Latîf (her şeyin inceliklerini bilen)dir, hakkıyla haberdardır.

35. Şüphesiz ki müslüman olan (Allah’ın emirlerine teslim olan) erkeklerle, müslüman kadınlar; iman eden erkeklerle, iman eden kadınlar; itaat (ve ibadet)e devam eden erkeklerle, itaat (ve ibadet)e devam eden kadınlar; doğru erkeklerle, doğru kadınlar; sabreden erkeklerle, sabreden kadınlar; alçak gönüllü (ve saygılı) erkeklerle, alçak gönüllü (ve saygılı) kadınlar; sadaka veren erkeklerle, sadaka veren kadınlar; oruç tutan erkeklerle, oruç tutan kadınlar; mahrem yerlerini (haramdan) koruyan/hayalı erkeklerle, mahrem yerlerini (ve görünümlerini haramdan) koruyan/iffetli kadınlar; Allah’ı çok anan[6] erkeklerle (Allah’ı çok) anan kadınlar (var ya, işte) Allah, onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

(Bu âyet-i kerîmede hayalı kadın ve erkekler tabiri geçmektedir. Bir toplumda erkek ve kadınların hayasız olmaları ve ırzlarını (namus, iffet, şeref ve vakarlarını) korumamaları, toplumda câhiliye (İslâm öncesi) belirtilerini gösteren hususlardır. Böyle bir toplum, ilim ve endüstride ilerlemiş de olsa İslâmî ve insânî seviye yönünden câhiliye toplumu durumundadır. Kadınlarının haya ve ırzlarını koruyan toplum, çok gelişmemiş bile olsa, İslâm ve insanlık açısından medenî bir toplumdur.)[7] [bk. 24/59; 33/59]

36. Allah ve Resûlü bir meselede hüküm verdiği zaman, inanan bir erkek ve kadına, artık o işte, kendi (arzu ve heves)lerine göre (başka) tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelir (onlar tarafından verilmiş hükümleri beğenmez, kendi tercihlerine önem verir)se, kesinlikle o, apaçık bir sapıklıkla sapmış olur. [krş. 4/65]

yuksel dedi ki...

(Allah ve Resûlü’nün, herhangi bir konuda koyduğu bir hüküm varken hiç kimse onun aksine bir tercih yapamayacağı gibi, başkası için de “isteyen yapsın, istemeyen yapmasın” diye bir serbesti tanıyamaz, bir ideolojik fikri dayatamaz. Çünkü ideolojiler hevâ ve heves putunun (25/43) söylem şekilleridir. Çünkü bu durumda yeni bir din icat etmiş ve sapıtmış olur ki Allah ve Resûlü’nün hükümlerine bağlı mü’minlerce itibar görmezler.)

37. (Resûlüm!) Hani Allah’ın kendisine (İslâm ile) nimet verdiği, senin de yine kendisine nimet ver(ip kölelikten azat et)tiğin kimseye (Zeyd’e): “Hanımın (Zeyneb’)i yanında tut, Allah’a saygılı ol (boşanma).” diyordun. Fakat (ona dair) Allah’ın açığa çıkaracağı (emri)ni, insanlardan korkarak içinde gizliyordun. Halbuki kendisinden korkmana Allah daha layıktır. Şimdi mâdem ki Zeyd, (kendi dileğiyle boşayıp) onunla ilişkisini kesti, biz de onu sana zevce yaptık ki (bundan böyle) evlatlıkların, kendilerinden ilişkisini kestiği hanımların(ı nikâhlama)da mü’minlere bir günah olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.[8]

38. Allah’ın kendisine farz (ve takdir) buyurduğu şeyler(i yerine getirme)de Peygamber’e hiçbir vebal yoktur. Daha önce geçen (peygamber)lerde de, bu, Allah’ın âdeti olarak böyledir. Allah’ın emri takdir edilmiş bir kader (ve kat’î bir hüküm)dür.

39. (Peygamberler) öyle kimselerdir ki Allah’ın gönderdiklerini tebliğ ederler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka hiçbir kimseden korkmazlar. (Dinlemeyenlere) hesap görücü olarak Allah yeter.

40. Muhammed, adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir; fakat o Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

41. Ey iman edenler! Allah’ı çok anın (zikredin).

42. O’nu, sabah akşam tesbih edin. [bk. 30/17-18]

43. Sizi karanlıklardan aydınlığa[9] çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O’dur ve (sizin için) bağışlama dileyen de melekleridir.[10] (Allah) mü’minlere çok merhamet edendir.

44. (Mü’minler,) O’na kavuştukları gün, (Allah’ın) onlara yönelik iltifatı “selâm”dır. (Allah) onlara şerefli bir mükâfat hazırlamıştır. [bk. 10/10; 36/58]

45-46. Ey Peygamber! Muhakkak biz seni, (ümmetin üzerine) bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak, hem de Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.

yuksel dedi ki...

47. (Resûlüm!) Mü’minlere, Allah’tan kendilerine, cidden büyük bir lütuf verileceğini müjdele!

48. Kâfirlere ve münâfıklara itaat etme, onların sana verdikleri eziyetlere (şimdilik) aldırma, Allah’a güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah (sana) yeter.

49. Ey iman edenler! Mü’min kadınları nikâhlayıp da sonra kendileri ile (cinsî) temastan önce onları (bir talak ile de) boşadığınız zaman, sizin için üzerlerinde sayıp bekleyeceğiniz bir iddet hakkı yoktur (hemen başkasıyla evlenebilirler). Bu takdirde onlara nikâh haklarını verin ve kendilerini güzel bir şekilde salıverin.[11]

50. Ey Peygamber! Biz, mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah’ın sana ganimet (olarak) verdiklerinden elinin altında bulunan (kadın)ları,[12] seninle beraber (Medine’ye) göç eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Bir de mü’min bir kadın kendisini Peygamber’e (mehirsiz) bağışlar ve Peygamber de onu nikâhlamak isterse, başka mü’minlere değil, yalnız sana mahsus olmak üzere bunu (helal kıldık). Öteki (mü’min)lerin hanımları ve ellerinin (altında) mâlik oldukları (cariyeleri) hakkında üzerlerine farz ettiğimiz şeyleri elbette biz bildirdik. (Bu da) sana bir zorluk (ve sıkıntı) olmaması içindir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 4/3-5, 20-25]

(Hz. Peygamber’in hanımları mü’minlerin anneleri olup kimseyle evlenmediklerinden, onun yanında kalmalarına Allah müsaade etmiştir. Hz. Peygamber Medine’ye hicret etmeden önce Hz. Hatice vefat etmişti. Yüce Allah, verilen izin dahilinde mehirlerini vererek onun evlenmesine müsaade etmiştir. Ancak kendisini mehirsiz bağışlayan kadınları da yalnız kendine mahsus olarak almasına izin vermiş; fakat kötü niyet ve neticeler doğuracağından bu izni başkalarına vermemiştir.)

51. (Resûlüm!) Onlardan dilediğini (nöbetinden) geri bırakır, dilediğini de yanına alırsın. (Geçici olarak) ayrıldıklarından,[13] arzu ettiğine dönmekte de sana bir günah yoktur. Bu, gözleri aydın olup mahzun olmamalarına ve hepsinin, kendilerine verdiğin şeyle razı olmalarına en elverişli (ve münasip) olandır. (Çünkü onlar kendileri hakkında ilâhî emri uygulayacağını bilirler.) Allah kalplerinizde olanı bilir. Allah hakkıyla bilendir. Halîmdir (ceza vermede acele etmeyendir).

52. Bu (zevceleri)nden sonra başka kadınlar(la evlenmen) de, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunları başka kadınlarla değişmen de sana helal değildir. Yalnız elinin mâlik olduğu (cariyeler) hariçtir. Allah her şeyi gözetendir. [bk. 33/28-29]

yuksel dedi ki...

53. Ey iman edenler! Artık Peygamber’in evlerine, siz bir yemeğe çağrılmaksızın, vaktine (de) bakmaksızın, (vakitli vakitsiz) girmeyin. Ancak davet edildiğiniz zaman girin; yemeği yiyince de hemen dağılın, söze dalıp eğleşmeyin. Çünkü bu, Peygamber’e eziyet veriyor, o da siz(e söylemek)ten çekiniyor. Fakat Allah, hak(kı açıklamak)tan çekinmez. Bir de onlardan (yani Peygamber’in hanımlarından) gerekli bir şey istediğiniz (veya sorduğunuz) zaman, perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temizdir. Sizin, Allah’ın Resûlü’ne eziyet vermeniz, kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla mümkün değildir. Bu, Allah katında büyük (bir günah)tır.

54. Bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla (gayet iyi) bilendir.

55. Onlara (Peygamber’in hanımlarına) ne babaları, ne oğulları, ne erkek kardeşleri, ne erkek kardeşlerinin oğulları, ne kız kardeşlerinin oğulları, ne (kendileri gibi mü’min) kadınları, ne de ellerinin (altında) mâlik oldukları (cariyeleri ile perdesiz görüşmeleri) dolayısıyla bir günah vardır. (Dayı ve amca da anne ve baba hükmündedir.)[14] Bununla beraber (Ey hanımlar!) Allah’a saygılı olup emrine uygun yaşayın, çünkü Allah her şeye hakkıyla şâhittir. [bk. 24/31]

56. Şüphesiz ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât eder (onu kutsar/övgü ve iltifatla anar)lar! Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selam edin (kutsayın, onun şanını yüceltmeye ve ona tam bir teslimiyete özen gösterin).[15]

57. Hiç şüphesiz Allah’a ve Resûlü’ne eziyet ver(mek istey)enlere, (işte) onlara Allah dünyada ve âhirette lanet etmiş ve onlara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

58. Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara hak etmedikleri (yapmadıkları) bir şeyden dolayı eziyet edenler, bir iftira(da bulunmuş) ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.

59. Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle: (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman, kendilerini baştan ayağa bolca örten, şeffaf olmayan) dış elbiselerini üzerlerine iyice giyinip örtsünler. Bu, onların (cariye veya hafifmeşrep değil, şerefli ve namuslu) bilinmelerine, (cinsel) taciz/sarkıntılık edilmemelerine daha elverişlidir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.[16] [bk. 24/31 ve dipnotu]

60-61. Andolsun ki münâfıklar, kalplerinde (ahlâksızlıktan) bir hastalık bulunanlar ve şehirde kötü/yalan yanlış haber yayanlar eğer (bu hallerinden) vazgeçmezlerse, seni elbette kendilerine musallat ederiz (savaşıp şehirden çıkarmanı emrederiz). Bundan sonra da orada, sana ancak pek az bir zaman komşu kalabilirler. Lanetlik olarak nerede ele geçirilirlerse, tutulur ve öldürülürler.

yuksel dedi ki...

62. Daha önce gelen (münâfık)lar hakkında Allah’ın kanunu bu idi. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.

63. İnsanlar sana (kıyamet) saat(in)i sorarlar. De ki: “O’nun ilmi ancak Allah katındadır.” Ne bilirsin, belki de o saat yakındır. [bk. 2/166-167; 16/1; 21/1; 25/27-29; 54/1]

64-65. Şüphe yok ki Allah, (kendisini veya hükümlerini tanımayıp) küfre sapanları lanetlemiş (rahmetinden kovmuş) ve onlara içinde ebedî kalacakları çılgın alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar artık ne bir dost ne bir yardımcı bulurlar.

66. O gün, onların yüzleri ateşte evirilip çevirilirken; “Ah! Keşke biz, Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik.” diyecekler.

67. Ve diyecekler ki: “Ey Rabbimiz! Doğrusu biz, efendilerimize ve büyüklerimize (onların isteklerine, hevâlarına ve çağırdıklarına) uyduk, (onlar) da bizi (hak) yoldan saptırdı.” [krş. 2/165-167; 25/27-29]

68. “Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov.”[17]

69. Ey iman edenler! (Resûl’e karşı tıpkı) Musa’yı (iftira ile) incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dediklerinden temize çıkardı. O, Allah yanında yüzü (itibarı) olan idi.

70-71. Ey iman edenler! ‘Allah’a saygılı olun/emirlerine uyun’ ve doğru söz söyleyin ki (Allah) işlerinizi düzeltsin ve sizin günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederse, muhakkak ki en büyük bir başarıya/kurtuluşa ermiş olur.

72. Doğrusu biz emaneti (emir ve yasakları) yerine getirme sorumluluğunu göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de (onlar) bunu yüklenmekten kaçındılar ve on(un getireceği sorumluluk)tan korktular da onu insan yüklendi. (Eğer bunun gereğini yapmaktan kaçınırsa) cidden o çok zalim, çok cahil (demek)tir.[18] [krş. 59/21]

73. Böylelikle Allah, (bu emanete hainlik eden) münâfık erkeklerle, münâfık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklerle, Allah’a ortak koşan kadınlara azap edecek, mü’min erkeklerle, mü’min kadınların tevbelerini de kabul edecektir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

[1] Beydâvî. Ayrıca, karısını annesine benzeterek veya: “Sen bana artık anam gibisin.” diyerek boşayanın boşamasından dönmesi ancak kefaretle câizdir. [bk. 58/1- 4]

yuksel dedi ki...

[13] Resûlullah’ın, Nisâ sûresinin üçüncü âyeti gelinceye kadar istediği kadar kadınla evlenebilmesi mümkün iken, en genç ve enerjik çağlarında (25’ten 55 yaşına kadar) tek evli olarak yaşadı. Ancak 55 yaşında Hz. Ebû Bekir’in kızı Hz. Âişe ile evlenerek kendisini ikinci hanım olarak aldı. Bu ise, kız olarak aldığı tek hanımıdır. Bundan sonra hayatının kalan kısa müddeti içinde çeşitli sosyal ve siyâsî sebep ve maksatlarla hanımlarının sayısı dokuza kadar ulaşmıştı. Ancak meşru şartlara uygun olarak dörde kadar evlenmeye müsaade eden âyet-i kerîmeden sonra, yalnız Peygamber’e mahsus olarak, hanımları yanında kaldı. Çünkü Peygamber hanımları mü’minlerin annesi olup kimseyle evlenemezdi.

[14] Zebîdî, XI, hadis no: 1724. Mü’min kadınlar, kâfir kadınların yanında da açılıp saçılamazlar. [Râzî, XVIII, 289]

[15] Yüce Allah’ın peygamberine salavâtı; ona rahmet etmesi ve onun şânını yüceltmesidir. Meleklerin salavâtı Peygamber’in şânını yüceltme ve mü’minlere bağış dilemesidir. Mü’minlerin de Hz. Peygamber’e salât ve selam getirmesidir. Selef imamlarına ve müfessirlere göre bu emir, hükmün vâcip olduğunu ifade eder. Salât ve selam Allah’ın rahmetine, Peygamber’in şefaatine ve duaların kabulüne vesiledir. İsmi anılınca salavât getirmeyenlere, gerek Hz. Peygamber’in gerekse meleklerin bedduaları vardır. Salavât “Allâhümme salli alâ Muhammed” demek, selam “es-Selâmu aleyke eyyühennebiyyü” demektir; birçok çeşidi de vardır (Zebîdî, XI, Hadis no: 1725; Elmalılı, V, 3923).

[16] İslâm öncesi (câhiliyyede) satılık köle/cariye kadınların vücutlarının çoğu çıplak bulunur, göz ve gönül doldurucu oluşuna göre fiyat biçilirdi. İslâm’ın gelişi ile bu durumun kalkmasına rağmen, toplum ahlâkını bozan çağdaşlık görünümü altında, gönüllü cariyelerin, nikâhsız/metreslerin veya zevk, macera ve teşhir düşkünü kadınların ortaya çıkıp çoğalması iffetsiz erkeklere hoş gelse de, meydana gelen gayr-i meşrûluklar ve neticeleri hakiketen çok üzücüdür.

[17] Allah’ın emirlerini gereksiz gören ve insanları hidayetten uzaklaştıran önderlerle, hayatı için bir tehlike olmadığı halde onların peşinden gidenler, hesap gününde birbirine düşman olacaktır. [bk. 2/165-167; 7/38; 31/21; 34/31]

[18] Eğer insan, ilâhî teklifi unutur, nefsine uyar ve aklını putlaştırarak işlerini Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda değil de kendi hevâ ve hevesine göre yaparsa, hem cahil hem de zalim olduğu bildiriliyor.

yuksel dedi ki...

34. Sebe' Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 54 âyettir. Yalnız altıncı âyeti Medine döneminde inmiştir. Sûre, adını 15. âyette geçen kabile veya bölge adı olan Sebe’ kelimesinden almıştır. Mekkî sûrelerin temel konularından olan tevhid, nübüvvet ve âhiret esaslarını açıklayan ve bu çerçevede bazı peygamber kıssalarına temas eden bir mahiyettedir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hamd, göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın tamamı) kendisinin olan Allah içindir. Âhirette de hamd, ancak O’nadır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.

2. Yere gireni de ondan çıkanı da; gökten ineni de, oraya çıkanı da O bilir. O, çok merhamet eden, çok bağışlayandır.

3. Küfre sapanlar/inkâr edenler: “(Kıyamet) saat(i) bize gelmez.” dedi(ler). De ki: “Hayır! Görünmeyeni bilen Rabbim hakkı için o size kesinlikle gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük (her şey), apaçık bir Kitab’da (yazılı)dır.” [bk. 7/187; 20/15]

4. Çünkü (Allah, o gün) iman edip de sâlih amel (sevaplı iş)ler işleyenleri mükâfatlandıracaktır. İşte onlar için bir mağfiret ve güzel bir rızık vardır.

5. Âyetlerimizi âciz (geçersiz, hayatın dışında) bırakmak için çalışanlara gelince, işte onlar için korkunç ve acıklı bir azap vardır.

6. Kendilerine ilim verilen (gerçek bilgin)ler, sana Rabbinden indirilen (Kur’an’)ın, hakikatin ta kendisi olduğunu ve (onun) mutlak galip ve hamde layık (Allah’)ın yoluna hidayet ettiğini görürler.

7. O küfre sapanlar/inkâr edenler (birbirlerine, Peygamber’i kastederek): “Size, ölüp büsbütün parçalanmış olarak dağıldığınız zaman, mutlaka yeni bir yaratılış içinde olacağınızı haber veren bir adam gösterelim mi?” dedi(ler).

8. “Acaba Allah’a karşı bir yalan mı uydurdu, yoksa kendisinde bir delilik mi var?” (dediler). Hayır! Âhirete inanmayanlar, (orada) azaptadırlar. (Çünkü onlar burada haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.

yuksel dedi ki...

sapıklık içindedirler.

9. Onlar gökte ve yerde önlerinde ne var, arkalarında ne var bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yerin dibine geçiririz. Yahut gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda, Allah’a yönelen her kul için elbette bir ibret vardır.

10. Andolsun ki biz, Davud’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. “Ey dağlar! (Davud’un yaptığı tesbihi) onunla beraber inleyip (yankılayıp) tekrar edin.” Kuşlara da (o tesbihe öterek katılın dedik). Ona demiri de yumuşattık. [bk. 21/79; 38/18]

11. “(Bedeni örtecek) uzun ve geniş zırhlar yap, örgüsünü ölçülü yap.” diye (vahyettik. “Ey Davud’la birlikte inananlar! Hepiniz) sâlih amel işleyin. Çünkü ben, yaptıklarınızı görmekteyim.” diye (vahyettik).

12. Süleyman’(ın emrin)e de, sabah estiğinde bir aylık, akşam dönüşünde yine bir aylık yol alan rüzgarı verdik. Erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık. Cinlerden bir kısmı da, Rabbinin izniyle, onun önünde (emrinde) çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azaptan tattırırdık. [bk. 21/81; 38/36]

13. Ona (Süleyman’a) kalelerden, timsallerden,[1] büyük havuzlar gibi çanaklardan ve sabit kazanlardan dilediğini yaparlardı. (Allah buyurdu ki) “Ey Davud ailesi! (Allah’a) şükür için çalışın.” Kullarımdan (layıkıyla) şükreden azdır.

14. Sonra onun ölümüne hükmettiğimiz zaman, (dayandığı) âsâsını yemekte olan ağaç kurdundan başkası onun ölümünü göstermedi. Bu suretle (kurdun yediği âsâ kırılıp da, uzun müddet ona dayalı duran Süleyman’ın cesedi) yere yıkılınca anlaşıldı ki, cinler gaybı bilmiş olsalardı, o zilletli azabın (o meşakkatli çalışmanın) içinde kalmazlardı.

15. Gerçekten, (Yemen’de yaşamış olan) Sebe’ (halkı) için, oturdukları yerde bir ibret vardı. (Meskenleri) sağdan ve soldan iki bahçe ile çevrili idi. (Peygamberleri onlara): “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. (İşte) güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!” (demişti).

16. Fakat (şükürden) yüz çevirdiler; bu yüzden üzerlerine Arim selini[2] gönderdik ve onların iki bahçesini ekşi (buruk) yemişli, acı ılgınlı ve biraz da sidre ağacından (ibaret, kötü) iki bahçeye çevirdik.

17. İşte, nankörlük ettiklerinden dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Biz hiç, nankör olandan başkasını cezalandırır mıyız?! [krş. 17/16-17; 28/58]

18. Onlar(ın yurdu) ile, içinde bereket verdiğimiz kasabalar arasında sırt sırta (birbirine

yuksel dedi ki...

18. Onlar(ın yurdu) ile, içinde bereket verdiğimiz kasabalar arasında sırt sırta (birbirine yakın) nice kasabalar var ettik. Onlarda (birinden diğerine kolayca) gidip gelmeyi takdir etmiş, (kendilerine de): “Geceleri ve gündüzleri oralarda korkusuzca gezin (dolaşın.” demiştik).

19. Onlar da (isyankâr bir eda ile): “Ey Rabbimiz! (Mesafemiz yakındır), seferlerimizin arasını uzaklaştır.” dediler ve kendilerine yazık ettiler. Biz de onları (masallardaki) efsanelere çevirdik ve onları tamamen parçalanmış olarak dağıttık.[3] Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

20. Andolsun ki İblis, onlar(ı saptıracağı) hakkındaki tahminini gerçekleştirdi. İman edenlerden bir kısmı dışında (hepsi) ona uymuşlardır.

21. Halbuki onun, kendileri üzerinde hiçbir nüfuzu/etkinliği yoktur. Ancak âhirete inanan ile, bu konuda ondan şüphe edeni (ayırıp) bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin her şeyi gözetip koruyandır. [krş. 15/39-43]

22. (Resûlüm!) De ki: “Allah’tan başka (İslâm dışı) inandıklarınızı (ve Allah yerine kendisine bağlılık gösterdiklerinizi) çağırın! Onlar, ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar bir şeye sahip olabilirler. Bunlarda onların (Allah’a) bir ortaklığı yoktur. O’nun da onlardan bir yardımcısı yoktur.” [krş. 17/56; 18/51; 27/59-64]

23. O (Allahu Teâlâ)’nın huzurunda, kendisinin (layık olanlara şefaat etmeleri için) izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Nihayet kalplerinden korku giderilince (şefaat için): “Rabbiniz ne buyurdu?” derler. (Şefaat izni verilmiş olanlar da): “Hak olanı.” derler. O çok yüce, çok büyüktür. [bk. 2/255; 20/109; 21/28; 53/26; 78/38]

24. Onlara de ki: “Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir?” (Bildikleri halde, sen) de ki: “Allah’tır. Bu böyle iken ya biz ya da siz (ikimizden biri) ya doğru yol üzerinde, yahut açık bir sapıklıktayız. (Düşünün.)” [krş. 10/31; 23/84-87; 31/25]

yuksel dedi ki...

25. De ki: “Bizim işlediğimiz günahlardan siz sorumlu olmazsınız, sizin işlediklerinizden de biz sorumlu olmayız.”

26. De ki: “Rabbimiz (kıyamette) hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak (ve adalet) ile hükmedecektir. O, en âdil hüküm veren,[4] (her şeyi) hakkıyla bilendir.”

27. De ki: “O’na şerîk saydıklarınızı bana gösterin. (Hiç onlarda ilâhlık özelliği var mıdır?) Hayır! Doğrusu O Allah, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

28. (Resûlüm!) Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı (bir peygamber) olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. [krş. 4/79; 21/107; 48/8]

(Matta İncili’nde Hz. İsa kendisi hakkında, “Ben İsrâiloğulları’nın koyunlarından başkasına gönderilmedim.” demiştir. Bunun gibi bütün geçmiş peygamberler kendi kavmine gönderilmişken Hz. Muhammed (sas.) bütün insanlara/bütün âlemlere gönderilmiştir. Resûlullah’ın bu husustaki ifadesi şöyledir: “… (Önceki) peygamberler yalnız kendi kavmine gönderildi, ben ise bütün insanlara gönderildim.”) [Buhârî]

29. (İnkârcılar:) “Eğer (sözünüzde) doğru kimseler iseniz, bu tehdit (ettiğiniz kıyamet günü) ne zaman?” derler.

30. De ki: “(O) size vaadolunan, öyle bir gündür ki ondan ne bir saat geri kalırsınız ne de öne geçebilirsiniz.”

31. Küfre sapanlar: “Biz ne bu Kur’an’a ne de ondan önceki (kitap)lara asla inanmayız!” dedi(ler). O zalimleri, Rablerinin huzurunda tutuklanmış olarak sözü (suçu) birbirlerine atıp dururlarken bir görsen! Zayıf sayılanlar, o büyüklük taslayanlara: “Siz (baskıcı ve yanıltıcı olarak başımızda) olmasaydınız, elbette biz inananlar(dan) olurduk.” derler.

(Âyet-i kerîmenin baş tarafında “zalimler” olarak anılanlar için son tarafta “büyüklük taslayanlar” ifadesi kullanılmıştır. Onların büyüklük taslamaları Allah’ın emirlerine itibar ve itaat etmedikleri

yuksel dedi ki...

(Âyet-i kerîmenin baş tarafında “zalimler” olarak anılanlar için son tarafta “büyüklük taslayanlar” ifadesi kullanılmıştır. Onların büyüklük taslamaları Allah’ın emirlerine itibar ve itaat etmedikleri içindir. Zalim olmaları da halkı kendilerine ve sistemlerine itaate zorladıkları içindir. Kelimenin “zalimler” şeklinde çoğul gelmesi ise gerek benzerlerini, gerekse onlarla aynı safta bulunarak onlara güç verenleri içine almasındandır.) [bk. 2/165-167; 23/66 -68; 4/97; 33/66-68]

32. Yine o büyüklük taslayanlar, orada zayıf sayılanlara: “Size hidayet geldikten sonra, sizi (imandan) biz mi çevirdik? Siz zaten günahkâr kimselerdiniz.” der(ler).

33. (Halktan) zayıf sayılanlar da, büyüklük taslayanlara: “Hayır! Gece gündüz hile (yapıp bizi imandan soğutarak), bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na ‘denk tutulanları’ tanımamızı (Allah’a ve emirlerine bağlanmak yerine onlara bağlanmamızı) emrediyordunuz.” derler. Azabı gördükleri zaman, pişmanlıklarını (içlerine atıp) gizlerler. Biz de o inkâr edenlerin boyunlarına (ateşten) demir halkalar takarız. Onlar ancak yapmakta olduklarıyla cezalandırılmazlar mı hiç? [bk. 2/165-167; 24/39; 25/43; 30/42]

34. Biz hangi memlekete bir uyarıcı (peygamber) göndermişsek, mutlaka oranın varlıklı şımarıkları: “Biz, sizin gönderil(ip tebliğ et)tiğiniz şeyleri inkâr edenleriz.” dediler.[5]

35. Bir de (o refah düşkünleri): “Biz, mal ve evlat bakımından daha çoğuz, biz (sizin iddia ettiğiniz gibi) azaba uğratılacak da değiliz.” dediler.

(Allah’ın elçileri geldiğinde ilk karşı çıkanlar oranın ileri gelenleri; malından veya mevkiinden dolayı şımaranları olmuştur. Çünkü rahatlarına, lüks ve zevklerine düşkün olduklarından ve ilâhî hakikatler kendi çıkarlarına ters geldiğinden, kendi hayatlarına uygun, mevcut batıl düzeni koruma mücadelesi verirler. “Burada Allah’ın değil, ancak bizim dediğimiz olur.” derler. Ama onların düzeni, örümcek ağı gibidir ki hepsi tarih içinde yok olmuşlardır.)

36. (Resûlüm!) De ki: “Şüphesiz Rabbim rızkı, dilediğine genişletir, (dilediğine) daraltır. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

yuksel dedi ki...

37. (Ey insanlar!) Sizi, huzurumuza yaklaştıracak olan, ne mallarınız ne de evlatlarınızdır. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler (bize yaklaşanlar)dır. İşte onlar var ya, kendilerine, yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat vardır ve onlar (cennette) yüksek makamlarda emniyet (ve huzur) içindedirler. [krş. 5/35; 10/18; 18/110]

38. Âyetlerimizi âciz (geçersiz, hayatın dışında) bırakmak için yarışırcasına çalışanlar(a gelince): İşte onlar azabın içinde olacaklardır. [krş. 22/51; 34/5]

39. De ki: “Şüphesiz Rabbim kullarından dilediğine rızkı yayar (genişletir) ve kısar da. Siz (hayır için) neyi harcarsanız, (Allah) onun yerine başka (daha iyi)sini verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

40. O günde (Allah), onların hepsini (mahşerde) toplayacak, sonra meleklere: “Bunlar mı size tapıyorlardı?” diyecek. [bk. 25/17]

41. (Melekler de): “Senin şânın yücedir. Bizim velîmiz (koruyucumuz) onlar değil, sensin! Fakat onlar, (bize değil) cinlere tapıyorlardı; çoğu onlara inanmışlardı.” diyecekler.

(Allah’tan uzaklaşan ve O’ndan gelen hükümleri hiçe sayıp küfre sapan insanlar, çeşitli devirlerde meleklere, cinlere (şeytanlara), elleriyle yaptıkları putlara, putlaştırdıkları insan ve hayvanlara tapmışlar ve onlara sığınmışlardır.)

42. İşte o gün (kıyamet)te, birinizin diğerine ne bir fayda ne de bir zarar vermeye gücü yeter. Zulmedenlere de: “Yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın!” deriz.

43. Onlara açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman: “Bu, atalarımızın tapmakta oldukları şeylerden sizi vazgeçirmek isteyen bir adamdan başkası değildir.” dediler. (Yine:) “Bu (Kur’an), uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değildir.” dediler. Kâfir olanlar, hak (Kur’an) kendilerine gelince de (yine): “Bu apaçık bir sihirden başkası değildir.” dediler.

44. Halbuki biz onlara, (Kur’an’ dan önce) ders alacakları böyle kitaplar vermedik ve kendilerine senden önce bir uyarıcı (peygamber) de göndermedik.

yuksel dedi ki...

(peygamber) de göndermedik.

45. Öncekiler de, (peygamberlerini) yalanladılar. Bunlar (Mekkeli müşrikler), dünyalıkça öncekilere verdiklerimizin onda birine bile erişemediler. (Buna rağmen) peygamberlerimi yalanladılar. Ama, benim inkâr edilişim nasıl oldu (gördüler). [bk. 40/82]

46. De ki: “(Ey müşrikler!) Size sadece bir tek öğüt vereceğim: (Buradan sırf) Allah için ikişer ikişer ve(ya) teker teker kalkın, sonra (benim hakkımda) iyice düşünün. Arkadaşınızda (bende) hiçbir cinnet (eseri) yoktur. O, sizi şiddetli bir azap öncesinde uyaran (bir peygamber)den başkası değildir.”

47. De ki: “(Tebliğim için) sizden hiçbir karşılık istemiyorum, o (ücret) sizin olsun. Benim mükâfatım, ancak Allah’a aittir. O, her şeye şâhittir.” [bk. 6/90; 23/72; 38/86; 42/23]

48. De ki: “Şüphesiz Rabbim, hakkı (ortaya) koyan, gaybı (görünmeyen ve bilinmeyenleri) en iyi bilendir.”

49. De ki: “Hak (din olan İslâm ve Kur’an) geldi; zaten batıl, ne bir şey meydana getirebilir ne de eskiyi geri getirebilir.” [krş. 17/81]

50. De ki: “Eğer ben (haktan) saparsam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulmuşsam, Rabbimin bana vahyettiği (Kur’an ve hikmet) sayesindedir. Doğrusu O, hakkıyla işitendir, bize çok yakındır.”

51. (Resûlüm! O gün) korkup telaşa kapıldıkları zaman bir görsen! Artık hiçbir kaçış yoktur. (Azaba) yakın bir yerde yakalanmışlardır.

52. (O zaman:) “Ona (Peygamber’e ve Kur’an’a) inandık.” derler. Âma (âhiret gibi) uzak bir yerden (imana/tevbeye) el uzatmak onlar için nerede?! (Artık her şey bitmiştir. Orası tevbe ve iman yeri değildir.) [bk. 32/12]

53. Halbuki daha önce onu inkâr etmişlerdi. (Dönmesi) uzak bir yerden gayba (görülmeyen âhirete laf) atıp tutuyorlardı.

yuksel dedi ki...

54. Artık kendileriyle, arzuladıkları şeyler arasına set çekilmiştir; tıpkı bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü onlar (kıyamet ve azap hakkında) endişe veren bir şüphe içinde idiler.[6] [bk. 35/37; 39/57-58; 70/11-14]

[1] Bu “timsaller” burada put heykel olmayıp, Hz. Süleyman’ın bina ve eşyalarını süslemede kullanılan kuş, aslan gibi çeşitli figür ve motiflerdir (Nesefî (Tefsîr), III, 320; Mevdûdî, IV, 440-450).

[2] Arim seli, şiddetli yağmur sularının su setlerini yıkmasıyla meydana gelen sel demektir. Âyette adı geçen sidr/sidre’ye Arabistan kirazı denilir. Yaprakları gölgelik veren bir ağaçtır (İsfehânî).

[3] Bu, Sebelilerin Allah’a karşı isyankâr bir tavırla istekte bulunmaları yüzündendir.

[4] Âyet-i kerîmedeki “fetih” kelimesi, aynı zamanda hüküm mânasındadır. [bk. 7/89]

[5] Yüce Allah, Resûlü’nü inkârcılara karşı üzülmemesi için bilgilendirmektedir.

[6] İnkâr edenlerin o gün âhirette arzu ettikleri şey, o günkü imanlarının faydasını görmek, böylece ateşten kurtulmak, cennete kavuşmak veya tekrar dünyaya gönderilip iyi davranışta bulunmak gibi boş temennilerdi (Beydâvî).

yuksel dedi ki...

35. Fâtır Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 45 âyettir. 29 ve 32. âyetler Medine’de inmiştir. Fâtır, “yoktan var eden” demektir. Sûre adını ilk âyette geçen aynı kelimeden almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Gökleri ve yeri yoktan yaratan; melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamdolsun. (O) yaratmada, dilediğini (dilediği miktarda) artırır. (Herkesi ayrı bir kalıp, şekil, güzellik ve özellikte yaratır.) Hiç şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir.

2. Allah insanlara rahmetinden her neyi açar (gönderir)se, onu tutup önleyecek yoktur. Her neyi de tutup kısarsa ondan sonra onu salıverecek de yoktur. O, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.

3. Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Size gökten ve yerden rızık veren Allah’tan başka bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde nasıl (olup da imandan) çevriliyor (başka varlıklara tapıyor)sunuz?

4. (Resûlüm!) Eğer seni yalanlıyorlarsa (buna üzülme), bilesin ki senden önceki peygamberler de yalanlandı. (Sonunda, bütün) işler ancak Allah’a döndürülür.

5. Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz (vaadi) gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın (ibadet ve taatten alıkoymasın). Çok aldatıcı (şeytan), sizi Allah’(ın affına güvendirmek)le aldatmasın. [krş. 31/33; 57/14; 82/6]

6. Şüphesiz şeytan size (apaçık) bir düşmandır. Siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateş ehlinden olmaları için çağırır.

7. İnkâr edenler için (gerçekten) pek şiddetli bir azap vardır. İman edip sâlih (sevaplı) amel işleyenlere gelince, onlar için de mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir mükâfat vardır.

8. Hiç kötü işi kendisine süslü gösterilip de onu hoş gören kimse (iyi/sevaplı iş yapan, kötülüğü sevmeyen kimseye benzer) mi? Allah dilediğini (amelinin gereği olarak) sapıklık içinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O halde, onlar(ın sapıklığın)a karşı üzülüp de kendini mahvetme! Çünkü Allah, onların yaptıkları şeyleri hakkıyla bilendir. [krş. 47/14]

yuksel dedi ki...

9. Rüzgarları gönderen Allah’tır. (Onlar, yağmur yüklü) bir bulutu kaldırıp yürütür. Derken biz onu, (toprağı) ölü bir bölgeye sevk ederiz. Onunla yeri ölümünden sonra (bitkiyle) canlandırırız. İşte (öldükten sonra) dirilip kalkma da (tıpkı) böyledir.

10. Kim şan ve şeref istiyorsa, (Allah’tan istesin ve bilsin ki) bütün yücelik Allah’ındır. O’na ancak (tevhidi bildiren) güzel kelimeler yükselir; sâlih amel de onu yükseltir.[1] Kötülükleri planlayıp kuranlara gelince: Onlar için şiddetli bir azap vardır. Onların tuzağı (ve planı) mahvolacak (boşa çıkacak)tır. [krş. 4/139 ve açıklaması; 10/65; 63/8]

(Sahih iman, sâlih ameli gerekli kılar. Çünkü riyâsız, şirksiz iman, hevâ ve hevesten kurtulup Allah’a teslimiyeti yani emirlere tam itaati gerektirir. Kişinin amelinin sahih ve sâlih olmasını istemesi de imanın sahih olmasını isteme bilincindendir. Kötülükleri planlama ve yapma ise sahih iman ve sâlih amel ile bağdaşmaz.) [bk. 1/4; 12/106]

11. Allah sizi (ilkin çeşitli cins) topraktan, sonra bir meniden yarattı, sonra da sizi çift çift yaptı. O’nun ilmi olmaksızın hiçbir dişi gebe kalmaz, doğurmaz da. Ömrü uzun olana uzun ömür verilmesi de, ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılmış ve anne rahminde tespit edilmiş)tir.[2] Şüphe yok ki (bu sayılanlar) Allah’a göre kolaydır. [krş. 6/59; 21/30]

12. İki deniz(in suyu) bir (aynı) olmaz: Bu tatlıdır, susuzluğu keser, içimi boğazdan kolay geçer; bu da tuzludur, acıdır (boğazı yakar). Bununla beraber her ikisinden de taze et (balık) yersiniz, (inci, mercan gibi) takındığınız bir ziynet çıkarırsınız. (Allah’ın) lütfundan (rızkınızı) aramanız için gemilerin orada (denizi) yara yara gittiğini görürsün. Umulur ki artık şükredersiniz. [krş. 16/14; 25/53; 55/19-22]

13. (Allah) geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar (gece ve gündüzü uzatır, kısaltır). Güneşi ve ayı (emrinin altında) istifadeye sunmuştur. Her biri muayyen bir müddet için (kendi yörüngesinde) akıp gider. İşte (bunların hepsini yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk/hükümranlık ancak O’nundur. O’ndan başka yalvardıklarınız/tapındıklarınız bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip değillerdir.

14. Eğer onları, (yardımınıza) çağırsanız, çağrınızı işitmezler; (bir hayvan cinsinden olup da) işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet gününde ise, sizin (kendilerini yüceltip Allah’a) ortak koştuğunuzu inkâr ederler. (Bunları) sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi, (hiç kimse) haber veremez.

15. Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengindir (hiçbir şeye ve hiçbir kimseye ihtiyacı yoktur) ve övülmeye layık olan ancak O’dur. [krş. 92/8-10]

yuksel dedi ki...

16-17. Eğer O dilerse sizi giderir (yerinize) yeni bir halk getirir. Bu da Allah’a (göre) güç değildir.

18. Hiçbir günahkâr, başkasının (işlediği veya günahına sebep olmadığı) günahını yüklenip çekmez. Eğer (günah) yükü ağır olan kimse, (başkasını) onu taşımaya çağırsa, en yakını dahi olsa kendisine ondan herhangi bir şey yüklemek mümkün olmaz. Sen ancak görmediği halde Rablerine ‘yürekten saygı duyan, O’ndan korkanları’ ve namazı gereği üzere kılanları uyar(ıp korkut)abilirsin. Kim (günahlardan) temizlenirse, sırf kendisi için temizlenmiş olur. Dönüş ancak Allah’adır. [krş. 6/164]

(“Rablerini görmedikleri halde O’na saygı duyup O’ndan korkanlar” ifadesi, “insanlardan uzak kendi başına iken de Allah’a saygı duyar ve O’nun azabından korkarlar” mânasını içermektedir.)

19-20-21. Ne kör ile gören, ne karanlıklar ile aydınlık, ne de gölge ile sıcak bir olur.

(Bunlar, mü’min ile kâfir, hak ile batıl, cennetle cehennem gibi birbirine zıt şeylerdir.)

22. Dirilerle ölüler de bir değildir. Şüphesiz ki Allah dilediğine işittirir. (Yoksa) sen, kabirlerde (imiş gibi) olanlara işittirecek değilsin![3]

23. Sen sadece bir uyarıcısın.

24. Şüphesiz ki seni, (rahmetimiz için) müjdeci ve (azabımız için) bir uyarıcı olarak hak (Kur’an) ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki (onların) içinden bir korkutan uyarıcı (peygamber) gelip geçmiş olmasın. [bk. 4/164; 40/78]

25. (Resûlüm! Bunlar) seni yalanlıyorlarsa (üzülme. Çünkü) onlardan öncekiler de (peygamberlerini) yalanlamışlardı. Halbuki onların peygamberleri kendilerine, açık açık deliller, (hikmetli) sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar da getirmişlerdi.

26. Sonra ben, o inkâr edenleri tutup yakala(yarak cezaya çarptır)dım. Benim inkâr edilişim nasıl oldu (gördüler)!

27. Allah’ın gökten bir su indirdiğini görmedin mi? İşte biz o (indirdiğimiz su) ile renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz beyaz, kırmızı kırmızı, renkleri çeşitli ve simsiyah yollar (içinde maden bulunan tabakalar yarattık).

28. İnsanlardan, yerdeki canlılardan, davar (ve sığır gibi)lerden de yine böyle türlü renklerde olanlar vardır. Kulları içinde, Allah’tan ancak âlimler/bilginler korkar. Şüphesiz Allah mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır. [krş. 39/9]

yuksel dedi ki...

Bu âyet-i kerîmede, Allah’tan ancak âlimlerin korktuğu bildirilerek onlar taltif edilmekle beraber onların sorumluluklarının büyük olduğuna da işaret edilmektedir. Çünkü Allah’ın yüceliğini gereği gibi bilip O’na saygı gösteren ve emirlerine uygun yaşayanlar gerçek âlimlerdir. Onlar, mü’minleri kıbleye yönelttiği gibi, ifade ettiği anlamıyla da tevhide yöneltirler. Bunu Allah’ın emirlerine müdahele eden, kısıtlayanların çizgisinde değil resûllerin gönderilme gayesi olan tevhid mücadelesini rehber edinerek yaparlar (16/36; 39/15-18). Diğer yönüyle de Allah’a saygı duymayan, emrine uygun yaşamayanlar, O’nun yüceliğini bilmeyenlerdir. O’nun hükmüne bağlı olanın yeri ise cennettir (bk. 79/40-41). İlim edinmeye gelince: İnsanın aklını, düşüncesini aydınlatan fen ilimleridir; gönlünü aydınlatan ise din ilimleridir. Sadece fen ilimleriyle beslenen insan hile, şüphe ve çıkarcılığa yönelir, menfaatperest olur (28/79). Sadece din ilimleriyle eksik kalınır, her ikisiyle birlikte insan yücelir ve mutluluğa ulaşır.)

29. Muhakkak ki Allah’ın kitabını okuy(up yolundan gid)enler, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olmak üzere verdiğimiz şeylerden gizli ve açık olarak (Allah için) sarf edenler, asla durgunluğa (ve zarara) uğramayacak bir ticaret (bir kazanç) umabilirler.

30. Çünkü (Allah), onların mükâfatlarını eksiksiz öder ve lütfundan onlara fazla fazla verir. Çünkü O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını bol bol verendir.

31. (Resûlüm! İndirdiğimiz) Kitab’da sana önceki (ilâhî kitapların asılları)nı tasdik edici olarak vahyettiklerimiz, gerçeğin ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah, kullarından hakkıyla haberi olan, (her şeyi) görendir.

32. Sonra o Kitab’ı (Kur’an’ı) kullarımızdan seçtiklerimize[4] miras bıraktık. Onlardan kimi, (onu okumayı ve ona uymayı terk ederek) kendisine zulmeden/yazık edendir. Onlardan kimi, ortada kalan,[5] kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda (ve Kur’an’a sahip çıkıp ona uygun yaşamada ve bu yarışmada) öne geçendir ki, işte bu da en büyük lütuftur. [krş. 56/10-12]

33. (Mükâfatları) Adn cennetleridir. Oraya girerler ve içinde (nice) altın bileziklerle ve inciyle süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir.

34. Derler ki: “Bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayıcı, şükrün karşılığını bol bol verendir.”

35. “O, bizi lütfundan (ebedî) kalınacak yurda koyup yerleştirdi. Orada bize hiçbir yorgunluk dokunmayacak, artık orada bize hiçbir bıkkınlık da gelmeyecektir.”

yuksel dedi ki...

36. Küfre sapanlara gelince: Onlar için cehennem ateşi vardır. Onlara (ölümle) hükmedilmez ki ölsünler. (Cehennemin) azabı da üzerlerinden hafifletilmez. İşte biz küfürde (ve nankörlükte) ısrar eden herkesi böyle cezalandırırız. [krş. 43/77]

37. Onlar orada şöyle bağrışırlar: “Ey Rabbimiz! Bizi çıkar ki (evvelce) yapmış olduklarımızı değil, sâlih amel işleyelim.” (Bu istediklerine karşı onlara denilir ki:) “Size orada, iyice düşünecek kimselerin düşüneceği ve öğüt alacağı kadar bir ömür vermedik mi? Halbuki size uyarıcı (olarak peygamber) de gelmişti. Öyle ise tadın (bu azabı)! Artık zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”

38. Şüphesiz ki Allah, göklerin ve yerin gaybını (bütün sırlarını) bilendir. Muhakkak O, gönüllerin özünü de hakkıyla bilendir.

39. Sizi yeryüzünde halifeler yapan (ve size hâkimiyet veren) O’dur. Artık kim inkâr ederse, inkârı kendi zararınadır. Kâfirlerin küfrü, Rablerinin kendilerine olan gazabından başka (bir şey) artırmaz. Kâfirlerin küfrü, yine kendilerine bir hüsran (ve felaket)ten başkasını da artırmaz.

40. (Resûlüm!) De ki: “Allah’tan başka yalvardıklarınız, ortak (koştuk)larınızı gördünüz mü? Bana gösterin, onlar yeryüzünde neyi yarattılar? Yoksa onların göklerde (Allah ile) bir ortaklığı mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de onlar (yaptıklarının doğruluğu için) ondan açık bir delil üzerinde midirler?” Hayır! O zalimler birbirlerini aldatmaktan başka bir vaadde bulunmazlar.

41. Şüphesiz ki Allah, gökleri ve yeri, (düzenleri bozulup) yok olurlar diye (kudret kanunlarıyla) tutmaktadır. Eğer onlar (bozulup) yok olurlarsa, ondan sonra bunları hiç kimse (yerinde) tutamaz. Gerçekten O, cezada aceleci değildir, çok bağışlayıcıdır. [bk. 22/65; 30/25]

42. Onlar (Kureyşliler), kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, kesinlikle (diğer) ümmetlerin (her) birinden daha fazla doğru yolda olacaklarına dair, yeminlerinin en kuvvetlisiyle Allah’a yemin ettiler. Fakat onlara bir uyarıcı (ve azap ile korkutucu peygamber) gelince, bu, onların (Hak’tan) nefret etmelerinden başka bir şey artırmadı. [bk. 6/156-157; 37/ 168-169]

43. (Bu da onların yine putlarına

yuksel dedi ki...

43. (Bu da onların yine putlarına bağlı kalıp) yeryüzünde büyüklük taslamaları, (Kur’an’ı ve İslâm’ı önlemek için) çirkin bir tuzak kurmaları (ve dalavere çevirmeleri) yüzündendir. Halbuki çirkin tuzak, sahibinden başkasına dolanmaz. Onlar, evvelkilerin (başlarına gelen azap) kanunundan başka bir şey mi bekliyorlar? Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın! Allah’ın kanununda asla bir sapma/değişme de bulamazsın. [krş. 17/77; 48/23]

44. Onlar, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmeleri için yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı? Halbuki onlar, kendilerinden daha kuvvetli idiler. Göklerde ve yerde (olan) hiçbir şey, Allah’ı aciz bırakamaz. Şüphesiz ki O, hakkıyla bilendir, (her şeye) gücü yetendir.

45. Eğer Allah, insanları kazandıkları (günahlar) yüzünden (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat (Allah), onları belirlenmiş bir vakte kadar geciktirir. Vakitleri gelince de Allah muhakkak ki kullarını görücü (gereğini yapıcı)dır. [krş. 16/61; 18/58; 86/11-17]

[1] Yahut, Ancak güzel söz Allah’a çıkar ve sâlih amel de Allah’a yükseltir” (Elmalılı, V, 3579-3590; Mehmed Vehbi, XI, 4561).

[2] Peygamberimiz (sas.), “Ömrün artması, sâlih zürriyet iledir. O sâlih zürriyet kendisinden sonra dua eder ve onun duasını Allahu Teâlâ kişiye kabrinde ulaştırır (sanki yaşıyor da iyi amel yapıyor gibi olur). İşte ömrün artması budur.” buyurmuştur (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 142).

[3] Onlar rûhen/mânen ölüdürler. Yahut kulakları duysa bile yine İslâm’ın hakikatlerine karşı, duyup da anlamayan diğer yaratıklar gibi olurlar. [bk. 7/79; 11/24]

[4] Hz. Muhammed’in ümmetine veya bu ümmetin âlimlerine (Beydâvî).

[5] Hasan-ı Basrî, âyet-i kerîmedeki “kendine zulmeden/yazık eden”i münâfık, diğer bir rivâyette fâsık diye tefsir etmiştir. “İnsanın münâfıklıktan kurtulabilmesi için sözü ile işi ve bilgisi arasında çelişki olmaması lazımdır.” demiştir. “Ortada kalan (muktesıd) kelimesini de “kâh sevap, kâh günah işleyen” diye açıkladığı rivayet edilmiştir. [bk. Kurtubî (Tefsir), XIV, 346; Taberî, XVIII, 32; Zuhaylî, s. 439; İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 147; Sâbûnî (Safve), II, 577-578]

yuksel dedi ki...

36. Yâsîn Sûresi


Mekke döneminde nâzil olmuştur. Adını ilk âyetinden almıştır. 83 âyettir. Yalnız 45. âyeti Medine döneminde inmiştir.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Yâ, Sîn.

2. Hikmet dolu Kur’an’a yemin ederim ki,

3. (Resûlüm!) Hiç şüphesiz sen, gönderilmiş (peygamber)lerdensin.

4. Dosdoğru bir yol üzerindesin.

5-6. (Bu Kur’an,) yegâne galip/yüce ve merhametli olan (Allah tarafın)dan, babaları (tevhid ile) uyarılmayan,[2] bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalan bir kavmi uyarman içindir.

7. Andolsun ki onların (inkârlarından dolayı) çoğunun üzerine (azap hakkındaki) o söz gerçekleşti. Artık onlar iman etmezler.

8. Biz, onların (şirk ve küfürde direnmelerinden dolayı) boyunlarına öyle bukağılar/demir halkalar geçirdik ki bunlar çenelerine kadar (dayanmış)tır; onun için başları (ve burunları) dikleşmiştir.

9. Onların hem önlerine bir set hem arkalarına bir set çektik, hem de onları kuşatıp sardık. Artık onlar (hakikati) göremezler.

10. Onları (azaba karşı) uyarsan da, uyarmasan da birdir; iman etmezler.

11. Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve görmediği (halde) Rahmân (olan Allah)’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte sen, onu mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele!

12. Hiç şüphesiz ölüleri biz; (sadece) biz diriltiriz! Önden gönderdikleri şeyleri ve (bıraktıkları iyi veya kötü bütün) eserleri yazarız. (Zaten biz) her şeyi apaçık bir kütük (ve tutanak olan Levh-i Mahfûz’)da say(ıp zaptet)mişizdir.

13. Onlara, bir zamanlar elçilerin geldiği o şehir[3] halkını misal getir:

yuksel dedi ki...

14. O zaman, kendilerine iki elçi gönderdik de onları yalanladılar. Biz de bir üçüncü (elçi) ile (o elçileri) destekledik. (Onlar) da dediler ki: “Gerçekten biz, size gönderilmiş elçileriz.”

15. (O şehirliler:) “Siz de bizim gibi bir beşerden başkası değilsiniz. Hem Rahmân hiçbir şey indirmemiştir. Siz, sadece yalan söylüyorsunuz.” dediler.

16-17. (Elçiler) dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki hakikaten biz, size gönderilmiş elçileriz. Üzerimizdeki (vazife), açıkça tebliğden başkası değildir.”

18. (O şehirliler:) “Doğrusu biz, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık (kıtlık geldi). Eğer (bu davetten) vazgeçmezseniz, mutlaka sizi taşlayarak öldürürüz (recmederiz) ve (böylelikle) bizden size acıklı bir azap dokunur.” dediler.

19. (Onlar da:) “Uğursuzluğunuz kendi beraberinizde(ki küfürden)dir. Size öğüt verilince mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır! Siz (isyanda) haddi aşan bir kavimsiniz.” dediler.

20-21-22-23-24-25. O şehrin öbür ucundan (bunların geldiğini duyan imanlı) bir adam[4] koşarak geldi ve dedi ki: “Ey kavmim! Gönderilmiş (bu elçi)lere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen (bu) kimselere uyun. Onlar doğru yola erişmişlerdir. Ben, niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Oysa ancak O’na döndürüleceksiniz. Ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer çok esirgeyen (Allah) bana bir zarar vermek dilerse, onların (o putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez ve beni kurtaramazlar. Şüphesiz (böyle yaparsam o zaman) ben, apaçık bir şaşkınlık ve ziyan içinde olurum.[5] (Ey elçiler!) Ben sizin Rabbinize iman ettim, beni duyun (ve şâhit olun).”[6]

26-27. (Şehirliler tarafından taşlanılan o kimseye ölümü sırasında:) “Gir cennete.” denildi. (O da:) “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığı(nı) ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi (bu durumda elbette iman ederlerdi)!” dedi.[7]

28. O(nun şehit edilmesi)nden sonra, kavminin üzerine (helaki için) gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.

29. (Onların helaki Cebrail’e ait) bir çığlıktan başkası olmadı, hemen sönü(p gidi)verdiler.

30. Ne yazık şu kullara! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onunla mutlaka alay ederlerdi.

31. Görmediler mi, onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Artık bunlar bir daha kendilerine dönmezler?

yuksel dedi ki...

32. (Onların) hepsi de, toplanıp huzurumuza getirileceklerdir.

33. Ölü toprak, onlar için bir ibret (kudretimize bir delil)dir. Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkardık; işte ondan yemektedirler.

34-35. Orada hurmalıklardan ve üzüm bağlarından nice bahçeler var ettik; (onların) içlerinden de pınarlar fışkırttık. Bunları, mahsulden ve ellerinin yaptıklarından yesinler diye yaptık. Hâlâ şükretmezler mi? [bk. 16/11; 23/19]

36. Yerin bitirdiği her şeyden, (insanların) kendilerinden ve daha bilemeyecekleri nice şeylerden çift çift yaratan (Allah’)ın şânı pek yücedir.

37. Gece de onlar için bir ibret (ve kudretimize bir delil)dir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız. Bir de (bakarsın ki) onlar karanlığa girmişlerdir.

38. Güneş de (bir delildir ki) kendi karargâhında (mihveri etrafında muntazam olarak) cereyan etmekte (dönerek gitmekte)dir. Bu mutlak galip, hakkıyla bilen (Allah’)ın takdiridir. [bk. 7/54; 13/2]

39. Aya gelince; biz ona (dünyanın etrafında günlük devri ve seyri için) birtakım menziller[8] tayin ettik ki (her aylık devrinin) sonunda o, (kurumuş) eski hurma salkımının eğri çöpüne döner (son ve ilk hilâl şeklini alır).

40. Ne güneş aya erişir (geceyi önler) ne de gece gündüzü geçer (zamansız gelir). (Güneş, ay, dünya ve yıldızların) hepsi de bir felekte (bir yörüngede) yüzmektedirler.

41. Onların (doğup çoğalarak) nesillerini de (Nuh’a ait) o dopdolu gemide taşımamız, onlar için bir ibret (delil)dir.

42. Yine onlar için bunun gibi binecekleri (nice) şeyler yarattık.

43. Eğer dilesek, onları (denizde batırıp) boğarız. Bu takdirde kendilerinin feryadını duyacak (kurtarıcı) bulunmaz, (onlar) kurtarılmazlar da.

44. Tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatma olmadıkça (hayatta kalamazlar).

45. Onlara: “Önünüzdeki (dünya)[9] ve arkanızdaki (âhiret azabı)ndan sakının, belki acın(ıp esirgen)irsiniz.” denildiği zaman (yüz çevirirler).

yuksel dedi ki...

46. Kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet (ve mucize) gelmeye görsün, mutlaka ondan yüz çevirmişlerdi.

47. Onlara: “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden (Allah rızası için fakirlere) harcayın.” denildiği zaman küfre sapanlar, inananlara: “Allah’ın dilediği takdirde yedireceği kimseye biz mi yedirecekmişiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık üzeresiniz.” dediler.

48. “(Haydi!) eğer doğru (söyleyen)lerden iseniz bu tehdit (ettiğiniz gün) ne zaman?” derler.

49. Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek korkunç sesi (ilk Sûr’a üfürülüşü)[10] beklerler.

50. (O zaman) artık bir vasiyette bulunamazlar, ailelerine de dönemezler.

51. (Nihayet dirilmek için ikinci defa) Sûr’a üfürülmüştür. Bir de (bakarsın ki) onlar, kabirlerden (kalkarak) Rablerine koşup giderler.

52. Derler ki: “Vay başımıza gelene! Uyuduğumuz yerden bizi kim uyandırıp kaldırdı? (Demek ki) bu, Rahmân’ın vaadettiği şeydir. (Meğer) gönderilen (peygamber)ler doğru söylemiş!” [bk. 2/166-167; 7/53]

53. (İsrafil tarafından Sûr’a üfürülüş) yalnız korkunç bir sesten başka bir şey değildir. Bunun üzerine onların hepsi (derhal) huzurumuza getirilirler.

54. Artık o gün (âhirette), kimse, hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmaz. Siz de ancak yapmış olduklarınızın karşılığını alırsınız.

55. Doğrusu cennet ehli o gün, güzel bir meşguliyet (nimet ve saadet) içinde zevklenmektedirler.

56. Onlar ve eşleri, gölgelerde koltuklara (kurulup) yaslanmışlardır.

57. Onlar için, orada taze meyve(ler) ve istedikleri her şey vardır.

58. Çok merhametli olan Rabbin katından (onlara) söylenen söz “selâm”dır. [krş. 10/10; 33/44]

yuksel dedi ki...

59-60-61. Ey günahkârlar! Bugün (bir tarafa) ayrılın! Ey Âdemoğulları! Ben size: “Şeytana kulluk etmeyin/tapmayın, çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır. Bana kulluk edin, işte doğru yol budur.” diye bildir(ip emret)medim mi?

(Çünkü şeytan, Allah’a teslim olmayan veya olamayan insanları tıpkı kendisi gibi Allah’a isyan ettirir (2/34). Haramları hoş gösterir (7/16-17). Allah’a değil kendisine itaate (tapmaya) çağırır. Kendisine uyanlardan/tapanlardan kimi şeytanlaşır ve tâğûtlaşır, kimi kâfir ve münâfık, kimi de günahkâr olur. Çünkü insan Allah’ın emirlerini arkaya attığı zaman ya şeytana ya da hevâsına (arzu ve isteklerine) tapmış olur (25/43; 45/23). O’nun emirlerini “tarihseldir, yöreseldir vs.” diyerek değersiz ve geçersiz sayarsa küfre batmış olur. Şeytan, Allah’ın uyarısının (6/116) aksine olarak “çoğunluğa uymalı” diye sapmış insanların yolunu doğru gösterir, haramları alkışlattırır. Şeytan ve ona tapanların biricik düşmanı ise Allah’ın emirlerine teslim olanlardır. Öncelikli mücadelesi de yine onlarladır. (bk. 2/168-169 ve açıklaması). İşte yüce Allah, insanları böylece uyarmaktadır.)

62-63-64. Andolsun ki o (şeytan), sizden birçok nesli saptırmıştı. (Siz bunu) hiç düşünmüyor muydunuz? “İşte bu, tehdit edildiğiniz cehennemdir. Küfre/inkâra, saptığınızdan dolayı bugün girin oraya!”(denilecek). [bk. 2/168-169; 7/10-18]

65. O gün onların ağızlarını (kapatır) mühürleriz; yaptıkları şeyleri elleri bize söyler, ayakları da şâhitlik eder. [bk. 24/24; 41/20-22]

66. Eğer dilesek, (inkârcıların) gözlerini silip yok ederdik de yolda koşuşup dökülürlerdi; artık (yolu) nasıl[11] göreceklerdi? (Fakat inkârcılara mühlet verilmektedir.)

67. Yine dilesek, onların yüzlerini (isyankâr) oldukları yerde çirkin bir şekle çevirip (öylece) dondururduk da artık ne ileri geçip gidebilir ne de geri dönüp gelebilirlerdi.

68. Kime uzun ömür veriyorsak, onun yaratılışını baş aşağı ediyor (ihtiyarlığa getiriyor, gücünü azaltıyor)uz. (Buna da) hâlâ akıl erdiremiyorlar mı?

69. Biz O’na (Peygamber’e) şiir öğretmedik. (Bu) ona yakışmaz da. O(nun getirdiği) bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dan başkası değildir.

70. (Bu da kalbi ve ruhu) diri olan kimseler uyarılsın ve kâfirlere/inkâr edenlere (Allah’ın azap) sözü hak (gerçekleşmiş) olsun diyedir.

71. Bizim, kudretimizle meydana getirdiklerimiz arasından onlar için (deve, sığır, koyun cinsi) hayvanlar yarattığımızı hâlâ görmediler mi? Şimdi (böylece) kendileri de onlara sahip bulunmaktadırlar.

yuksel dedi ki...

72. Onları, kendilerine boyun eğdirip emirlerine verdik. Onlardan bir kısmını binek edinirler, bir kısmını da yiyorlar.

73. Kendileri için onlarda daha nice faydalar ve içecek(leri süt)ler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?

74. (Bunca nimetlere rağmen) onlar, kendilerine yardım edilir ümidiyle Allah’tan başka (çeşitli) ilâhlar edindiler.

(Böylece Allah’ı bırakıp onlara tapınıp sığındılar, onlarla övünüp yücelik tasladılar.)

75. Oysa (o putların), onlara yardıma gücü yetmez. (Aksine) kendileri, onların (bakımı ve korunması için) hazır askerleri durumundadır.[12]

76. (Resûlüm!) Onların sözü seni üzmesin. Şüphesiz biz onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da biliriz.

77. İnsan, bizim kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi o (küçük aklıyla bize) apaçık hasım kesildi. [krş. 16/4]

78. (O,) kendi yaratılışını unutarak bize misal getir(meye kalkış)tı: “Şu kemikleri, hem de çürümüşken, kim diriltecek?” dedi. [krş. 17/49-52; 79/10-12]

79. (Resûlüm!) De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilendir.”

(Buna imanımız kesin olmakla beraber bunun misalini tabiatta da açıkça görmekteyiz ki toprağa giren tane başak, tohum ağaç olma, rahme düşen sperm de insan olma yolundadır. İşte böylece toprağın altındaki çürümüş gözüken insan da ebedî âlemde, ilk yaratan tarafından, tekrar var edilecektir.)

80. Size yeşil ağaçtan ateş çıkaran O’dur. Şimdi siz ondan (çakıp) ateş yakıyorsunuz (düşünebiliyor musunuz)?

(Çöl Arapları’nca bilinen Merh ve Afar denilen iki ağaç vardır ki yemyeşil suları akarken bunlardan Merh’i Afar’a çakmak taşı gibi sürtünce ateş çıkarır. Yine kuru topraktan yeşil ağacı, yeşil ağaçtan da yanınca kızıl ateşi çıkaran O’dur. Böylece yüce Allah yaktığımız ateşin oksijenden, oksijeninin de yeşil ağaçtan olduğunu altıncı asırdan haber vermiştir. Aynı zamanda bu yeşil ağaçtan ve bitkilerden aldığımız oksijenle, besinlerden aldığımız karbonun vücudumuzda yanmasıyla da enerji sağlamaktayız.)

81. Gökleri ve yeri yaratan (Allah), onlar gibisini yaratmaya (âhir

yuksel dedi ki...

81. Gökleri ve yeri yaratan (Allah), onlar gibisini yaratmaya (âhirette diriltmeye) kâdir değil midir? Elbette (kâdirdir). O (her şeyi) yaratan ve bilendir. [krş. 17/99; 40/57]

82. Bir şeyi dilediği zaman, O’nun buyruğu sadece “ol” demektir. O da hemen oluverir. [krş. 16/40; 54/50]

83. O halde, her şeyin mülkü ve hükümranlığı kendi (kudret) elinde bulunan (Allah’)ın şânı çok yücedir. Siz ancak O’na döndürüleceksiniz.

(Selim akıl sahipleri bunu düşünür ve dünyada Rabbinin emrine göre yaşar.)

[1] Hadîs-i şerîfte bu sûrenin, Kur’ân-ı Kerîm’in kalbi olduğu bildirilmiştir. Yâsîn’in gerçek anlamını Allah bilir. Bazı bilginlere göre, “Ey insan!” Bazı bilginlere göre de, “Yâ seyyid” anlamındadır (Münâvî, II, 513). Hadîs-i şerîfte buyurulmuştur ki: “Bir kimse Allah’ın rızasını ve âhiret yurdunu dileyerek Yâsîn sûresini okursa, mağfiret olunur. Onu ölülerinize okuyunuz.”

[2] Bu uyarılmama, aslında asırlarca peygambere ulaşamama bakımından olduğu gibi, tevhid tebliğinin yasak edilmesiyle de olabilir. Çünkü Arap müşrikleri tevhide karşı çıkıyorlar, Kelime-i tevhîdi söyleyenlere, müşrik/putçu düzene karşı olduğunu söylüyorlar, Allah ve Resûlü’ne bağlılığını bildirenlere işkence ediyorlardı.

[3] Bu şehrin Antakya, elçilerin Hz. İsa’nın havârileri, muhatapların Roma imparatorluğunun hâkimiyeti altındakiler olduğu söylenmiştir.

[4] Habîbü’n-Neccâr olduğu rivayet edilir.

[5] Bu tavsiye üzerine kavmi, “Vay, sen de mi onların dinindensin?” diyerek karşı çıktılar.

[6] İbni Cerîr et-Taberî, konuşmada “Ey elçiler!” diye elçilere hitap etmenin mâna bakımından daha açık olduğunu söylemiştir (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 159).

[7] Öyle ölenler vardır ki yakınları ağlayıp üzülürken o kendisine ikram edilen nimetlerle sevinir.

[8] Menziller, ayın dünyanın etrafında kendi yörüngesinde, bir ay içinde dönerken katettiği 28 uğrak yeridir. Yine ay, dünya ile birlikte güneşin etrafında dönerken, her biri yıldızlar topluluğundan oluşan 12 burç (25/61) kat etmektedir. Bu 10/5; 15/16; 36/38-40. âyetler astronomi ilminin anahtarını teşkil etmektedir. [bk. 55/17 ve dipnotu]

yuksel dedi ki...

astronomi ilminin anahtarını teşkil etmektedir. [bk. 55/17 ve dipnotu]

[9] Celâleyn.

[10] İbni Kesir (Sâbûni), III, 165.

[11] Celâleyn.

[12] İslâm öncesi Kâbe’de, müşrik Araplar’dan her kabilenin bir putu vardı. İslâm’ın hâkim olmasıyla bu putlar yıkıldı. Fakat asırlar sonra, müslüman oldukları halde, birçoklarının kalplerinde, Allah yerine sevip bağlandıkları çağdaş putlar yer aldı. [bk. 2/165]

yuksel dedi ki...

37. Sâffât Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 182 âyettir. Adını birinci âyetten almıştır. Melekler, cin, âhiret gibi konulardan bahseder, geçmiş peygamberlerin hallerini anlatır.


Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1-2-3-4. (İbadet ve itaat için) saflar haline gelen, haykırıp (şeytanları, vahye musallat olmaktan uzaklaştıran/insanları günahtan hayra yönelten/bulutları) sevkeden, zikri (Kur’an’ı) okuyan (melek)lere andolsun ki şüphesiz sizin ilâhınız, elbette bir tek ilâh’tır.

(Bu âyetten meleklerin kastedildiği 164-165. âyet ve tefsirlerinden anlaşılmaktadır.)

5. (O,) göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbi ve doğuların da Rabbidir.[1]

6. Şüphesiz biz, (size) en yakın göğü bir ziynetle, yıldızlarla süsledik.

7. Ve (onu) azıp itaatten çıkan her şeytandan koruduk. [krş. 15/16-18; 67/5]

8-9. Onlar (o şeytanlar), “Mele-i a’lâ”yı (üstün melekler topluluğunu) asla dinleyemezler; her taraftan kovularak atılırlar. Onlar için dâimî bir azap vardır. [krş. 38/69-70]

10. Ancak, kim (o meleklerden) bir parça (söz) kaparsa, hemen onu (yakıp) delen parlak bir alev takip eder.

11. Şimdi o (inkâr ede)nlere sor (bakalım): Yaratılış/yaratma bakımından kendileri mi daha zorlu (ya da kuvvetli), yoksa bizim (o bütün) yarattıklarımız mı? Hakikat biz kendilerini (ilk önce) yapışkan bir çamurdan yarattık. (Âhirette diriltmek ise bundan daha kolaydır.) [bk. 40/57]

12. (Resûlüm!) Doğrusu sen, (onların Allah’ın kudretini inkâr etmelerine) şaşırıyorsun. Onlar da (seni) alaya alıyorlar.

13. Kendilerine öğüt verilse, öğüt tutmazlar.

14-15. Bir mucize gördükleri zaman alaya alırlar ve: “Bu apaçık bir sihirden başkası değildir.” derler.

yuksel dedi ki...

16-17. “Biz, sahiden ölüp de bir toprak ve kemik (yığını) olduğumuz zaman mı diriltileceğiz, evvelki atalarımız da mı (diriltilecek)?” derler.

18. De ki: “Evet, hem de hor ve hakir olarak.”

19. İşte o (diriliş ânı) ancak korkunç bir ses (ikinci Sûr’a üfürüş)ten ibarettir. Hemen onlar (dirilip şaşkın şaşkın) bakacaklar.

20. Ve: “Eyvah bize! Bu, hesap ve ayrışma günüdür!” derler.

21. “(Evet) bu, yalan saymış olduğunuz (iyiyi kötüden) ayırma (ve hüküm) günüdür.” (denilecek).

22-23. (Allah meleklerine buyurur ki:) “Toplayın zalimleri, onlara eşlik edenleri ve Allah’tan başka (putlaştırıp) tapmış olduklarını. Götürün onları cehennemin yoluna (dizin).”

24. “Tutuklayın onları. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.”

25. “Size ne oldu da, (şimdi azaba karşı) yardımlaşmıyorsunuz?” (denir.)

26. Doğrusu onlar o gün teslim olmuşlar (boyun eğmişlerdir).

27. Onlar birbirlerine dönüp (itham ederek) soru yöneltiyorlar.

28. (Dünyada İslâm’a uymayan işlerde kendilerine uyan kimseler, o uydukları ve yolunu takip ettiklerine:) “Doğrusu siz, bize sağdan (güya doğru görünüşlü) gelir (bizi yanıltır)dınız.”

29. (Kendilerine uyulanlar da) derler ki: “Hayır! Siz zaten inanan kimseler değildiniz.”

30. “Hem bizim, sizin üzerinizde bir otoritemiz, baskımız da yoktu. Zaten siz sapık ve azgın bir toplum idiniz!”

31. “Ama artık Rabbimizin sözü (azabı) üzerimize hak oldu. (Artık) şüphesiz biz (azabı) tadacağız!”

32. “(Evet) biz de sizi yoldan çıkardık/azdırdık. Çünkü biz zaten yoldan çıkan/azgın kimselerdik (fakat sizi zorlamadık).”

33. Şüphesiz onlar, o gün, azapta ortaktırlar.[2]

yuksel dedi ki...

34. Muhakkak biz, günahkârlara işte böyle yaparız.

35. Çünkü onlar, kendilerine: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” denildiği zaman büyüklük taslıyorlardı.

36. (Peygamber’e karşı:) “Biz mecnun bir şair için, ilâhlarımızı terk mi edecekmişiz?” derlerdi.

37. Hayır! (O, bir mecnun ve şair değildir). Gerçeği getirmiş ve peygamberleri de tasdik etmiştir.

38. Doğrusu siz, o acıklı azabı elbette tadacaksınız.

39. Esasen, yapmakta olduklarınızdan başkasıyla da cezalandırılmazsınız.

40. Ancak, Allah’ın (O’na) gönülden bağlı olan (ihlaslı) kulları bu (azabı)n dışındadır.

41-42-43-44. İşte bunlar için (tadı ve özellikleri bizce) bilinen bir rızık, türlü meyveler vardır. Onlara Na’îm (nimeti bol) cennetlerde, birbirleriyle karşılıklı tahtlar üzerinde otururlarken ikramda bulunulur.

45-46-47. Onlara bembeyaz, içenlere lezzet veren bir kaynaktan dolu dolu kadehler dolaştırılır. On(u içmelerinden kaynaklanan) hiçbir sersemletme(baş ağrısı ve sıkıntı) yoktur, ondan sarhoş da olmazlar.

48-49. Yanlarında da bakışlarını (yalnız erkeklerine) çevirmiş iri (güzel/ceylan) gözlü kadınlar vardır. Sanki onlar, gizlenmiş (el değmemiş) deve kuşu yumurtası gibidirler.

50. (Cennetlikler) birbirlerine dönüp (hallerini) sorarlar.

51. İçlerinden bir sözcü der ki: “Evet, benim (dünyada) bir arkadaşım vardı.”

52-53. “(Bana:) ‘Gerçekten sen de mi (dirilmeyi) kat’î tasdik edenlerdensin? Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı (dirilip) hesaba çekilecekmişiz?’ derdi.”

54. (Sonra yanındakilere:) “Siz (onun) halini bilir misiniz?” dedi.

55. Derken baktı da onu çılgın ateşin ortasında gördü.

56. (Ona) dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki az kalsın beni de mahvedecektin.”

yuksel dedi ki...

57. “Eğer Rabbimin (hidayet edici) nimeti olmasaydı, hiç şüphesiz ben de şimdi orada bulunanlardan olurdum.” (dedikten sonra, yanındakilere:)[3]

58-59. “Biz (artık) ilk ölümden başka ölmeyeceğiz ve azaba da uğratılmayacağız, değil mi?” (diyecek.)

60-61. Şüphesiz bu, büyük kurtuluştur; çalışanlar artık bunun (gibi başarılar) için çalışsın.

62. Böyle bir (nimete) konma (ağırlanma) mı daha hayırlı, yoksa (cehennemliklerin) zakkum ağacı mı?

63. Gerçekten biz onu, zalimler için bir imtihan (ve âhirette bir azap şekli) yaptık. (Çünkü onlar: “Ateşin içinde ağaç mı olur?” derlerdi.)

64. Şüphesiz o (zakkum), çılgın ateşin dibinden çıkan (acı, dili damağa yapıştıran, kötü kokulu) bir ağaçtır. [Zakkum için bk. 17/60; 56/51-52]

65. Tomurcukları, şeytanların başları gibi (kötü)dür.

66. İşte onlar, bundan (zorla) yiyecekler ve karınlarını bununla (tıka basa) dolduracaklardır.[4]

67. Sonra bunun üzerine, onlara kaynar su karışımı (bir içecek) vardır.

68. (İçtikten) sonra dönecekleri yer, elbet yine cehennemdir.

69-70. Çünkü onlar, babalarını (dünyada) sapmış kimseler halinde buldular. Kendileri de onların (sapık) izlerinden koşturdular.

71. Onlardan önce eski (millet)lerin çoğu da şeytana uyup sapmıştı.

72. Andolsun ki biz, onların içinden uyarıcı (peygamber)ler gönderdik.

73. İşte, bak uyarıl(ıp da yola gelmeyen, atalarının izinde gidip kula kulluk ed)enlerin sonu nasıl oldu?

74. Ancak Allah’ın ihlaslı (gönülden bağlı) kulları bunun dışındadır.

75. Andolsun ki Nuh bize seslen(ip dua et)mişti. Biz de duasını ne güzel kabul etmiştik! [bk. 54/10]

yuksel dedi ki...

54/10]

76. Biz (Tûfan’da) hem onu hem ailesini büyük sıkıntıdan (felaketten) kurtarmıştık.

77. Neslini de (kıyamete kadar) devamlı kalıcı kıldık.

78. Sonraki (gelen)ler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık.

79. (Bütün) âlemler (insanlar) içinde Nuh’a selam olsun.

80. Şüphesiz biz, iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.

81. Çünkü o, bizim inanan kullarımızdandı.

82. Sonra (iman etmeyen) diğerlerini (suda) boğduk.

83. Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh’ un) taraftarlarından biriydi.

84. Çünkü o, Rabbine tertemiz bir kalple gelmişti.

85. Hani o, babasına ve kavmine: “Neye tapıyorsunuz?” demişti.

86. “Bir uydurma olarak Allah’tan başka ilâhlar mı istiyorsunuz?”

87. “Âlemlerin Rabbi hakkında zannınız nedir?” (dedi.)

(Hz. İbrahim’in kavmi, yıldızlara bakıp kâhinlik yaparlardı. Bayrama çıkarken kurban keserler, gelinceye kadar güya yemeleri için putların önüne nefis yemekler koyarlardı. Hz. İbrahim’i de bayrama götürmek istediler.)

88-89. (İbrahim de kehânet yapıyormuş gibi) yıldızlara bir göz attı da: “Ben hakikaten hastayım.” dedi. (Salgın vebâdan onları korkutup yanından göndermek istemişti.)

90. Derhal onun yanından çıkıp uzaklaştılar.

91-92-93. O da gizlice onların (put olan) ilâhlarına varıp: “Hani (yemekleri) yemiyor musunuz? Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?” deyip üzerlerine yürüdü. Onlara (elindeki balta ile) tüm kuvvetiyle vur(up kır)dı.

94. Derken (kavmi gelip durumu görünce) koşar

yuksel dedi ki...

94. Derken (kavmi gelip durumu görünce) koşarak onun önüne geçtiler (neden kırdığını sordular).

95. (İbrahim:) “Kendi (ellerinizle) yonttuğunuz (meydanlara diktiğiniz kendilerini korumaktan aciz) şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi.

96-97. “Halbuki sizi de, (bu) yaptığınız (ve taptığınız) şeyleri de Allah yaratmıştır (hiç yaratılan, yaratılana tapar mı?” deyince, onlar kızdılar:) “O nun için bir bina yapın da onu (içinde yakılan) çılgın ateşe atın.” dediler.

98. Bunun için ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de (onu kurtarıp) onları çok aşağı duruma düşürdük. [bk. 21/51-70 ve dipnotu]

99. (İbrahim:) “Doğrusu ben Rabbim(in emrettiği yer)e gideceğim. O bana yol gösterir.” dedi.

100. “Ey Rabbim! Bana iyilerden (sâlih evlat) lütfet!” diye dua etti.

101. Biz de ona yumuşak huylu bir oğul müjdeledik.

102. Artık o (İsmail) beraberinde (işe) koşma çağına erişince (babası): “Ey yavrucuğum! Doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum; artık (düşün) bak, ne dersin?” dedi. (Oğlu:) “Ey babacığım! Emredildiğin şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi. [bk. 19/54]

103. Böylece ikisi de (Allah’ın emrine) teslim olunca (İbrahim) onu şakağı üzerine yatırdı.[5]

104. Biz ona (şöyle) seslendik: “Ey İbrahim!”

105. “Gerçekten rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki biz, iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.”

106. “Hakikaten bu, apaçık imtihanın ta kendisidir.”

107. (Oğluna karşılık) ona büyük bir kurbanlık (koç) fidye verdik.

108. Sonraki (gelen)ler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık (ki sonrakilerce:)

109. “İbrahim’e selam olsun.” (denilmektir.)

yuksel dedi ki...

110. İşte iyi hareket edenleri biz böyle mükâfatlandırırız.

111. Doğrusu o mü’min kullarımızdandı.

112. Ona iyilerden bir peygamber olarak İshak’ı müjdeledik.

113. Hem kendisine hem de İshak’a bereketler verdik. Her iki (oğlu)[6]nun neslinden iyi hareket edenler de vardır, kendilerine açıkça zulmedenler de.

114. Andolsun ki biz Musa’ya ve Harun’a lütuflarda bulunduk. [bk. 21/48]

115. Onları ve kavimlerini büyük sıkıntıdan kurtardık.

116. Üstelik, onlara yardım ettik de üstün gelen kendileri oldular.

117-118-119. Onlar(ın ikisin)e apaçık (ifadeli) Kitab (Tevrat)’ı verdik ve onları doğru yola eriştirdik. Sonraki (gelen)ler arasında da onlara (iyi bir ün) bıraktık.

120. “Musa ve Harun’a selam olsun.”

121. Şüphesiz iyi hareket edenleri biz böyle mükâfatlandırırız.

122. Doğrusu onlar(ın ikisi) de mü’min kullarımızdandı.

123. Şüphesiz İlyas da elbet İsrâiloğulları’na gönderilmiş (peygamber)lerdendi. [krş. 6/85-86]

124. Hani o kavmine demişti ki: “Allah’ın emrine karşı gelmekten/azabından sakınmaz mısınız?”

125-126. “Yaratanların en güzelini, sizin de Rabbiniz, evvelki atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıp da Ba’l (adlı put)a mı yalvarıyorsunuz?”[7]

127. Bunun üzerine onu yalanladılar. Şüphesiz bunlar yakalanıp (cehenneme) getirileceklerdir.

128. Ancak Allah’ın gönülden bağlı (ihlaslı) kulları (bunlardan) hariçtir.

yuksel dedi ki...

128. Ancak Allah’ın gönülden bağlı (ihlaslı) kulları (bunlardan) hariçtir.

129-130. Sonraki (gelen)ler arasında kendisine (iyi bir ün) bıraktık; İlyas’a da selam olsun.[8]

131. Şüphesiz iyi hareket edenleri, biz böyle mükâfatlandırırız.

132. Doğrusu o, bizim mü’min kullarımızdandı.

133. Şüphesiz Lût da elbet gönderilmiş (peygamber)lerdendir.

134-135-136. O vakit hem onu, hem ailesi (sayılanları); ancak (geride) kalanlar arasındaki ihtiyar bir kadın (olan imansız karısı) hariç toptan kurtardık, sonra öteki (kalan ahlâksız inkârcı)ları da mahvettik.

137-138. Elbet siz, onlar(ın yurtların)a hem sabahleyin hem geceleyin uğruyorsunuz. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

139. Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (peygamber)lerdendi.

140. Hani o (kavmine vaadettiği azap hemen gelmeyince, Rabbinden izinsiz) dolu bir gemiye kaçmıştı.

(Gemi denizin ortasına gelince, fırtına bile yokken, batacak duruma geldi. Bunun üzerine o zamanki gemicilerin inancına göre, içlerinde bir suçlu veya efendisinden izinsiz kaçmış bir köle vardı ki onun bulunması gerekiyordu.)

141. Bunun için kur’a çektiler (kur’a üçüncü defa da Yunus’a isabet edince o,) kaybedenlerden oldu.[9]

142. (O: “Sahibinden izinsiz kaçan benim.” diye kusurunu itiraf ederek) kendisini kına(yıp denize at)mışken (emrim üzerine) balık hemen onu yuttu.

143-144. Eğer o çok tesbih edenlerden olmasaydı, insanların tekrar dirilecekleri güne kadar elbet onun karnında kalırdı.

145. (Ama o bizi tesbih etti) biz de onu hasta olarak (açık, boş) bir alana çıkarıp attık. [bk. 21/87-88]

146. Üzerine de (asmaya sarılmış) bal kabağı cinsinden (gölgelik) bir ağaç bitirdik.

yuksel dedi ki...

147. Onu yüz bine hatta daha da fazla (kimse)lere (Ninova ve çevresine) peygamber gönderdik.

148. (Nihayet kavmi de onun arkasından, tehdit olundukları azabın geleceğini anlayınca) iman ettiler, biz de kendilerini (yaşayacakları) bir zamana kadar geçindirdik.

149. (Resûlüm!) Şimdi sor o (Mekkeli müşrik)lere: “Kız evlatlar Rabbinin de, oğullar kendilerinin mi?” [krş. 16/58; 17/40; 53/21-22]

150. “Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattık da onlar (buna) şâhit midirler (ki ‘Melekler dişi’ diyorlar)?”

151-152. Haberin olsun ki hakikaten onlar, uydurmalarından dolayı: “Allah’ın çocuğu oldu.” diyorlar. Onlar elbette yalancıdırlar.

153. (Yoksa Allah) kızları, oğullara tercih mi etmiş?

154-155-156. Size ne oluyor? Nasıl böyle hüküm verebiliyorsunuz? Hiç mi düşünmüyorsunuz? Yoksa açık bir deliliniz mi var?

157. Eğer doğru söyleyenlerseniz, getirin kitabınızı!

158. Bir de (tuttular) O’nunla (Allah ile) cinler arasında bir hısımlık icat ettiler. Halbuki o cinler (insanlar gibi) kendilerinin de[10] (hesap için) getirileceklerini elbette bilirler.

159. Allah, onların takıp yakıştırdıkları sıfatlardan yücedir, münezzehtir.

160. Ancak Allah’ın, gönülden bağlı olan (ihlaslı) kulları (onlardan) hariçtir.

161-162-163. (Ey inkâr edenler!) Siz ve taptıklarınız, O’na karşı (kimseyi) azdırabilecek değilsiniz. Siz ancak, cehenneme girecek olan kimseyi (azdırırsınız).

164-165-166. (Cebrail’e şöyle söyletildi:) “Biz (melekler)den, her birinin belli bir makamı vardır. Şüphesiz (Allah’ın huzurunda) o sıra sıra dizilenler biziz. (O’nu) tesbih (ve tenzih) edenler de elbette biziz.”

167. Gerçi (o puta tapanlar) şöyle diyorlardı:

168-169. “Eğer gerçekten yanımızda, evvelkiler(e inen)den bir kitap olsaydı mutlaka biz

yuksel dedi ki...

168-169. “Eğer gerçekten yanımızda, evvelkiler(e inen)den bir kitap olsaydı mutlaka biz Allah’ın ihlaslı kulları olurduk.” [bk. 6/156-157; 35/42]

170. Şimdi ise (Kur’an gelince) onu inkâr ettiler (kabul etmeyip dışladılar). Artık ilerde (başlarına neler geleceğini) bilecekler.

171. Andolsun ki gönderilen peygamber kullarımız için bizim (şu) sözümüz geçmiştir:

172. “Hakikaten, kendilerine yardım edilecek (ve muzaffer olacaklar)dır.”

173. “Muhakkak bizim ordumuz kesinlikle galip gelecektir.” [bk. 58/21]

174. “Onun için, bir süre onlardan yüz çevir (onları önemseme).”

175. “Gözetle onları(n başına ne geleceğini), kendileri de yakında görecekler.”

176. Şimdi çarçabuk azabımızı mı istiyorlar?

177. Fakat o (azap) onların bölgesine inince, o (önceden) uyarılmış (olup da yola gelmeyen)lerin sabahı ne kötü olur!

178. Bir vakte kadar onlardan yüz çevir.

179. Bak, gör onlar(a gelecek azab)ı; onlar da görecekler.

180. Şan ve kudret Rabbi olan senin Rabbin, onların taktıkları sıfatlardan yücedir, münezzehtir.

181. Gönderilen peygamberlere selam olsun.

182. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

[1] Âyet-i kerîmede “doğu”lar çoğul olarak gelmiştir. Bu ise dünyanın yuvarlak olup her gün güneşin etrafındaki yörüngesinde dönerek gitmesiyle bir sene boyunca meydana gelen doğuş yerlerinin farklılığına ve onun çokluğuna işaret etmektedir. Eğer dünya dönerek gitmeseydi, güneş aynı yerden doğardı, gece, gündüz ve mevsimler olmazdı. “Batı”lar da aynı durumda olduğundan Cenâb-ı Hak burada zikretmemiştir. Diğer âyetlerde (55/17; 70/40) ikisini beraber zikretmiştir.

yuksel dedi ki...

[2] krş. 2/165-167; 38/59-60.

[3] Beydâvî; Mehmet Vehbi, XII, 4713.

[4] Yalnız bu dünyadakinin bile tadına bakanların bütün gün dili damağı tutkallı gibi birbirine yapışıp durur; hem acımsı hem de kötü kokuludur.

[5] Her ikisi de Allah’ın emrine itirazsız teslim oldu. Hiç bir şey onlara engel olmadı. Buradan anlıyoruz ki Allah’a kulluk ve imtihanı kazanmak için, O’nun emirlerini yerine getirmede herhangi bir şeytânî engeli tanımamak gerekir. Kurban edilen ise Hz. İsmail’dir. Muharref Tevrat’ta geçtiği gibi Hz. Yakub değildir (Feyizli, s.109-113).

[6] Elmalılı, V, 4065.

[7] Şam bölgesindeki Bek isimli şehir, bu puttan dolayı Ba’lbek adını almıştır (Beydâvî).

[8] Hz. İlyas’ın vefatından sonra (M.Ö. 850) Kuzey Filistin’de onun yerine yanında 10-12 yıl yetişmiş olan Elyesa tebliğe memur edildi.

[9] Râzî, XIX, 13.

[10] Veya, onların böyle söylemeleri yüzünden hesap için getirileceklerini bilirler.

yuksel dedi ki...

Ahfa nin nuru yeşildir.
Ahfa.Çok gizli.
Dost tv.

yuksel dedi ki...

Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular:
Aci da olsa hakki (doğruyu)soyle.
Sahih-i ibn-i Hibban.
Fazilet takvimi.

yuksel dedi ki...

Tasmali çekirge
İsmail Berduk Olgaçay.
Yumurtayi hangi ucundan kirmali
Rasim ozdenoren.

yuksel dedi ki...

38. Sâd Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 88 âyettir. Başında geçen “sâd” harfinden dolayı bu adı almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Sâd. O şanlı şerefli (ve öğüt dolu) Kur’an’a Andolsun ki

2. Doğrusu o inkâr edenler, bir büyüklenme ve ayrılık (düşmanlık) içindedirler.

3. Biz kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik de (nasıl) feryat ettiler. Halbuki artık kaçıp kurtulma zamanı değildi.

4. (Onlar) kendilerine, içlerinden bir uyarıcı (peygamber) geldiğine şaşıp kaldılar. O kâfirler dedi(ler) ki: “Bu yalancı bir sihirbazdır.”

5. “O ilâhları bir tek ilâh mı yapmış? Doğrusu bu cidden şaşılacak bir şeydir.”

6. Onlardan ileri gelenler (toplantıda): “Haydi (birleşip) yürüyün ve ilâhlarınız için (bağlılıkta) direnin! Çünkü sizden istenen (ve yapılacak) şey budur.” diyerek kalkıp gitmiş(ler)di.

(Her devrin inkârcı, müşrik ve münâfıkları, peygamberlerin getirdikleri tevhid inancına, yani tek ilâh olan Allah’a ve O’nun emirlerine bağlanmaya karşı gelerek, bu hususta zaman zaman tepkilerini böyle göstermişlerdir.)

7. “Biz bu (tevhid inancı)nı, son dinde işitmedik, bu bir uydurmadan başka bir şey değildir.”

8. “O Kur’an, artık (kimse kalmadı da) aramızdan ona mı indirildi?” (dediler.) Hayır! Onlar, benim vahyimden[1] şüphededirler. Doğrusu onlar, benim azabımı henüz tatmadılar.

9. Yoksa yanlarında, mutlak galip, (dilediğine) çokça lütufta bulunan Rabbinin rahmet hazineleri mi var?

10. Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin hükümranlığı (mülk ve idaresi) onların mı? Böyle ise sebeplere yapışarak (kendi imkânlarıyla göklere) yükselsinler.

yuksel dedi ki...

11. Onlar (müşrikler), birtakım döküntü bölüklerden ibaret, burada bozguna uğratılacak basit bir ordudur.

12. Onlardan önce Nuh kavmi, Âd (kavmi), ordu ve saltanat sahibi Firavun da (peygamberleri) yalanlamıştı. [krş. 89/10 ve dipnotu]

13. Semûd (kavmi), Lût kavmi ve (Şuayb’ın kavmi olan) Eyke halkı da (yalanladı). İşte bunlar, o (Allah’a ve emirlerine çağıran peygamberleri yalanlayan) gruplardır.

14. (Onlardan) her biri peygamberleri yalanlamaktan başka (bir şey) yapmadılar. Azabım da (onlara) hak oldu.

15. Onlar da, (vakti geldiğinde) bir an bile gecikmeyen bir tek korkunç sese bakar.

16. (Onlar alay ederek:) “Ey Rabbimiz! Hesap gününden evvel bize (azaptan) payımızı çabuk ver.” derler.

17. (Resûlüm!) Onların dediklerine sabret, güç kuvvet sahibi kulumuz Davud’u da hatırla! Çünkü o, ‘Allah’a çokça yönelendi.’[2]

18. Gerçekten biz, dağları (onun emrine) boyun eğdirdik de (bu yüzden) akşam ve kuşluk vakti onunla tesbih ederlerdi.

19. (Her taraftan) gelip toplanmış kuşları da (ona boyun eğdirdik. Dağlar ve kuşlardan) her biri daima ona yönel(ip tesbihe katıl)ırlardı. [bk. 34/10]

20. Onun mülkünü (hükümdarlığını) güçlendirdik. Kendisine de hikmet (peygamberlik ve ilim) ile (dâvâlarda) hakkı batıldan ayırma/kesin hüküm verme kabiliyeti verdik.

21. (Resûlüm!) Sana o dâvâcıların haberi geldi mi? Hani (Davud ibadette iken, kapıdaki bekçilerden dolayı içeri giremeyen dâvâcılar) mâbede, (duvarından) tırmanıp girmişlerdi.

22. Davud’un yanına girdikleri zaman, (o da) bunlardan endişelenmişti. “Korkma” dediler, “biz, birimiz diğerine haksızlık etmiş iki dâvâcı(yız). Şimdi sen aramızda hak (ve adalet) ile hükmet, (haktan sapıp) zulmetme ve bizi yolun düzlüğüne (adalete) eriştir.”

23. (Biri:) “Şu gördüğün benim (din) kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir koyunum var. Böyle iken, ‘onu bana ver’ dedi ve konuşmada (tartışmada) bana üstün geldi.”

yuksel dedi ki...

24. (Davud) dedi ki: “Andolsun ki (bu adam) senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak ve tekeline almak) isteyerek sana zulmetmiştir. Zaten (mallarını ölçüsüz ve kuralsız birbirine) karıştıran (ortak)lardan çoğu, birbirlerine kesinlikle haksızlık eder. Ancak iman edip iyi iş (ve hareket)lerde bulunanlar bunun dışındadır. Ama onlar da ne kadar azdır!” Davud (bununla) sırf kendini imtihan ed(ip bela ver)eceğimizi zannetti[3] de hemen Rabbinden mağfiret (himaye) diledi, rükû ederek (secdeye) kapandı ve (tevbe ile bize) yöneldi.[4]

25. Biz de o(nun bu yanılması)nı bağışladık (ve onu himaye ettik). Çünkü yanımızda elbette onun bir yakınlığı ve güzelce döneceği bir yeri vardır.

26. Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife kıldık. O halde, insanlar arasında adaletle hükmet, keyfe uy(up ilâhî emre aykırı hüküm ver)me, yoksa (keyfî hüküm vermeler) seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlar var ya, onlar için, hesap gününü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azap vardır.[5]

27. Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boşuna yaratmadık (bunlar rastgele olmuş şeyler değildir). Bu inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline!

28. Yoksa biz, iman edip de sâlih ameller işleyenlere, yeryüzünde (emirlerimize karşı) bozgunculuk edenler(e olduğu) gibi mi muamele ederiz? Yahut ‘Allah’ın emrine uygun yaşayan/ aykırı davranmaktan sakınanları,’ yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?

29. (Kur’an) mübarek bir kitaptır ki onu sana, âyetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve aklı olanlar öğüt (ve ibret) alsınlar diye indirdik. [krş. 47/24]

30. Biz Davud’a (oğlu) Süleyman’ı bahşettik. (Süleyman) ne güzel kuldu! Çünkü o daima (tesbih ve ibadetle Allah’a) yönelirdi.

31. Hani ikindi üzeri ona, üç ayağının üstünde durup bir ayağını tırnağının üzerine diken, çalımlı safkan koşu atları gösterilmişti de;

32. (Süleyman:) “Doğrusu ben, bu mal (yani at) sevgisine, sırf Rabbimi anmak için yöneldim.”[6] demişti; (bu atlar koşarak uzaklaşıp) perde arkasında gizlenmiş gibi (gözden kayb)oluncaya kadar (bu sözü tekrarladı).

33. “Onları tekrar bana getirin.” (dedi). Artık onların bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.

34. Andolsun ki biz, Süleyman’ı imtihan ettik de (şiddetli hast

yuksel dedi ki...

34. Andolsun ki biz, Süleyman’ı imtihan ettik de (şiddetli hastalığı sırasında onu) tahtının üstüne bir ceset (gibi) bıraktık. (Bir müddet) sonra o yine (bize bağlılığı sayesinde eski sağlığına) döndü.

35. Dedi ki: “Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimseye yaraşmayan bir mülk (ve saltanat) ver. Çünkü sen çok lütufta bulunansın!”

36. Biz, rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle dilediği yere tatlı tatlı (kolaylıkla) akar giderdi. [bk. 34/12]

37-38. Her (türlü) bina ustası ve dalgıç olan şeytanları (cinleri) ve (onlardan insanlara zarar vermemek için) demir halkalara bağlanmış diğerlerini de (emri altına verdik).

39. “(Ey Süleyman!) Bu bizim bağışımızdır. İster (dilediğine) bol nimet ver, ister tut (verme), hesabı (sorgusu) yoktur.” dedik.

40. Şüphesiz ona yanımızda, elbette bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.

41. Kulumuz Eyyüb’ü de hatırla! Hani Rabbine: “Doğrusu şeytan bana bir dert ve azap (olacak vesvese)[7] dokundurdu.” diye seslenmişti.

42. “Ayağını (yere) vur. İşte hem yıkanılacak, hem de içilecek soğuk bir (su).” dedik.

43. Ve ona, ailesi (halkı)nı, onlarla beraber bir mislini daha, tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir ibret/bir hatırlatma olmak üzere bağışladık.

(Hz. Eyyüb’ün dağılmış ailesi tekrar toplandı ve bir misli daha çoğaldı. Bir hatasından dolayı karısına kızan Eyyüb (as.) iyi olunca ona yüz değnek vuracağına yemin etmişti de, Hz. Eyyüb yemininin yerine gelmesi için:)

44. “Eline bir (o kadar) demet sap al; (bir nevi göstermelik olarak) onunla vur da yemininde durmamazlık etme.” (demiştik). Gerçekten biz onu sabırlı bulduk. O (Eyyüb) ne güzel kuldu! Hakikaten o daima (Allah’a) yönelirdi.

45. Kuvvet ve basiret sahipleri olan kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub’u da hatırla!

46. Doğrusu biz onları, halis olarak (âhiret) yurdunu düşünen, ihlaslı (gönülden bağlı kimse)ler yaptık.

yuksel dedi ki...

47. Çünkü onlar, katımızda seçilmiş hayırlı (kimse)lerdir.

48. İsmail’i, Elyesa’ı ve Zülkifl’i de hatırla! Hepsi de hayırlı (insan)lardandır. [krş. 6/85-86; 37/129-130]

49-50. İşte bu (anlatılanlar) bir hatırlatma (ve öğüt)tür. Günahlardan sakınanlar için dönüp varılacak güzel bir yer vardır ki (o da) kapıları kendilerine açılmış Adn cennetleridir.

51. Onlar orada (tahtlara) yaslanarak birçok meyve ve içecek isterler.

52. Yanlarında bakışlarını (yalnız erkeklerine) çevirmiş aynı yaşta dilberler vardır.

53. İşte bu(dur), hesap günü için size vaadedilenler.

54. Şüphesiz bu, (cennetliklere) bizim (ihsan ettiğimiz) rızkımızdır ki onun bitip tükenmesi mümkün değildir.

55-56. Bu böyledir. Sapık ve azgınlara da elbet, dönüp varacakları kötü bir yer vardır: Cehennem! Onlar buraya gireceklerdir. O ne kötü bir yataktır!

57. Artık tatsınlar onu: Bu kaynar su ve irindir.

58. Onlara benzer, başkaları da vardır.

59. (Cehennemlik liderlere:) “İşte, (dünyada size uyup da peşinizden gelen ve şimdi) sizinle beraber (cehenneme) girecek olan bir güruh” (denilecek). Onlar da: “(Şimdi) onlara merhaba yok, çünkü onlar ateşe gireceklerdir.” diyecekler.

60. (Kendilerine uyanlar da:) “Hayır! Asıl size merhaba yok. (Bize, batılı/İslâm dışı yolu hak diye gösterdiniz, böylece) bunu, bizim önümüze siz getirdiniz. (Burası) ne kötü durulacak yerdir!” (diyecekler.)

61. (Yine) onlar: “Ey Rabbimiz! Bunu (bu ateşi) bizim önümüze kim getirdiyse (kim sebep oldu ise), ona ateşte azabı kat kat artır.” diyecekler. [bk. 2/165-167; 7/38]

62. (Cehennemliklerin hepsi, mü’minleri kastederek:) “Bize ne oluyor ki kendilerini (dünyada aşağı ve) kötülerden saydığımız adamları (burada) görmüyoruz?” derler.

63. “Biz onları (hor görüp) eğlence edinirdik. Yoksa gözlerimiz onlardan kaydı da onun için mi (göremiyoruz)?”

yuksel dedi ki...

64. İşte bu, yani ateş ehlinin birbiriyle (böyle) tartışması bir gerçektir.

65. (Resûlüm!) De ki: “Ben ancak (Allah adına) bir uyarıcıyım. Tek ve kahredici olan Allah’tan başka ilâh yoktur.”

66. “O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”

67-68. De ki: “Bu (verdiğim haber), pek büyük bir haberdir! Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz.”

69. “Onlar (melekler kendi aralarında Âdem’in hakkında) tartışırlarken benim, mele-i a’lâ (o yüksek melekler topluluğu) ile ilgili hiçbir bilgim yoktu.”

70. “Ancak apaçık bir uyarıcı olmam için (bu bilgi) bana vahyediliyor.”

71. Rabbin o zaman meleklere buyurmuştu ki: “Ben, çamurdan bir insan yaratacağım.”

72. “Onun biçimini düzeltip içerisine de (hayat veren) ruhumdan üflediğim[8] zaman hemen (benim için) ona secdeye kapanın.”

73. Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.

74. Yalnız İblis (itaat edip de secde etmedi,) büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.

75. (Rabbin) buyurdu: “Ey İblis! İki elimle (yani kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasladın, yoksa yücelerden mi oldun?” [bk. 2/34; 7/12]

76. (İblis) dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın.” [bk. 2/30-34; 7/12]

77. (Allah) buyurdu: “Hemen defol, çık oradan (cennetten)! Sen artık taşlanmış (rahmetimden kovulmuş) birisin!” [bk. 15/34-35]

yuksel dedi ki...

78. “Şüphesiz, tâ ceza gününe kadar benim lanetim senin üzerinedir.”

79. (İblis:) “Ey Rabbim! O halde (hiç olmazsa insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.” dedi.

80-81. (Allah) buyurdu: “Haydi sen, o bilinen gün (kıyamet)e kadar mühlet verilenlerdensin!”

82-83. (İblis) dedi: “Senin yüceliğine andolsun ki ihlaslı (sana gönülden bağlı) ve itaatli kulların hariç, o (insan)ların hepsini mutlaka azdıracağım.”

(Görülüyor ki şeytan, bir takım yandaşlar elde edip onları Allah’ın emrine/hükmüne itaat ettirmemeye çalışır. Onların kimi kâfir, kimi müşrik, kimi münâfık ve günahkâr olacak; pis ve haram şeyleri cazip görecekler, aynı zamanda Allah’ın emirlerine bağlı ve itaatli mü’minlere de düşman olacaklardır. Böylece şeytana tapmış olacaklardır. Ama ihlaslı mü’minler, şeytana ve hevâlarına aldanmayıp ibadet ve emirlerine itaatle Allah’a kulluk etmeye devam edeceklerdir.) [bk. 15/3940; 17/62; 39/11-14]

84. (Allah) buyurdu ki: “İşte bu (son ifade) doğru.”[9] Yine de doğruyu ancak ben söylerim.

85. Andolsun ki cehennemi, senin (cinsin)le ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım. [bk. 15/28-44]

86. (Resûlüm!) De ki: “Bun(ları tebliğ)e karşı ben, sizden bir ücret istemiyorum ve ben kendiliğimden (uydurma bir şey) teklif edenlerden de değilim.” [bk. 6/90; 25/57; 34/47; 42/23]

87-88. O (Kur’an) bütün âlemler(in huzuru ve düzeni) için ancak bir öğüt (ve uyarı)dır. Bir zaman sonra, onun verdiği haberi(n doğruluğunu) mutlaka öğrenip bileceksiniz. [bk. 6/67; 41/53]

[1] Âyetteki zikir, vahiy mânasındadır (Celâleyn).

yuksel dedi ki...

[2] Yahut: “Nağme ve ahenkle Allah’ı tesbih ederdi.” (Elmalılı, V, 4088).

[3] Yahut “İmtihan ettiğimizi anladı.”

[4] İmam Şafiî’ye göre buradaki secde şükür secdesidir. Bu secde âyeti yerine Hac sûresinin 77. âyetini almıştır. [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]

[5] Âyet-i kerîme bütün mü’minlere yöneliktir ve bundan çıkarılacak sonuçlar çoktur. [Konu ile ilgili diğer âyetler için bk. 5/49; 23/7; 42/15]

[6] Râzî, VII, 201; Elmalılı, V, 4096. Âyet-i kerîmedeki “hayr” kelimesi, burada olduğu gibi, “mal” anlamına da gelmektedir. [bk. 2/180]

[7] Şeytan yolunda olanlar, onun vesvesesiyle, “Eğer Allah Eyyüb’ü sevseydi, ona bu derdi vermezdi.” diyorlardı (Seyyid Kutub, XII, 391).

[8] Ruh için krş. 15/29; 32/9.

[9] Veya, “Doğru olan (senin değil benim andım)dır.”(Beydâvi; Celâleyn)

yuksel dedi ki...

39. Zümer Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 75 âyettir. 53-59. âyetleri Medine döneminde inmiştir. Zümer, 71 ve 73. âyetlerde geçtiği üzere “zümreler, gruplar” demek olup adını da buradan almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. (Bu) Kitab’ın indirilmesi, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah (tarafın)dandır. [bk. 26/192; 41/42]

2. (Ey Resûlüm!) Şüphesiz biz, bu Kitab’ı sana hak/gerçek olarak indirdik. O halde Allah’a, O’nun dinine ihlasl(a gönülden bağl)ı olarak kulluk et.

3. İyi bilin ki halis din, yalnız Allah’ındır.[1] O’ndan başkasını velî/dost edinenler: “Biz, onlara ancak, bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.” (derler). Şüphesiz Allah, onlar (ile mü’minler) arasında, (bu şekilde) ayrılığa düştükleri şeylerde hükmünü verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı (olan, içten içe sevdikleri putlarını ve putlaştırdıklarını gündemde tutarak), nankör olan o kimseleri doğru yola iletmez. [bk. 2/165-167; 5/35]

4. Eğer Allah bir oğul edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O yücedir (bundan münezzehtir). O tek ve kahretmede sonsuz güç sahibi olan Allah’tır. [bk. 43/81]

5. (O) gökleri ve yeri hak (olarak ve hikmet) ile yarattı. O, geceyi gündüzün üzerine sarar, gündüzü de gecenin üzerine sarar (her birini uzatıp kısaltır). Güneşi ve ayı emri altına aldı (ve insanların faydasına verdi). Her biri, muayyen bir vakit için (yörünge ve mihverinde) cereyan etmektedir. İyi bilin ki O mutlak galiptir, çok bağışlayandır.

6. (Allah,) sizi bir tek nefisten yarattı, sonra ondan (onun maddesinden) eşini meydana getirdi. Size (deve, inek, koyun, keçi gibi) hayvanlardan sekiz çift yarattı.[2] Sizi annelerinizin karınlarında; üç karanlık içinde (nutfeden başlayarak) bir yaratıştan öbür yaratışa (geçirerek) yaratıp duruyor.[3] İşte ancak bu(nları yapan) Allah, Rabbinizdir (başkası değil). Mülk O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Böyle iken nasıl (O’na iman ve itaatten) çevriliyor (başka rabler ediniyor, onlara kulluk ediyor)sunuz? [krş. 9/31]

7. Eğer küfre saparsanız, şüphesiz Allah’ın siz(in imanınız)a ihtiyacı yoktur. Bununla beraber kulları için küfre razı olmaz. Eğer şükreder (iman ve itaat eder)[4]seniz sizin (faydanız) için ondan razı olur. Hiçbir günahkâr, diğerinin günahını yüklenmez. Nihayet dönüşünüz yalnız Rabbinizedir. (O) size, yapmakta olduklarınızı haber verir. Çünkü O, gönüllerde (gizli) olanı bilir.

yuksel dedi ki...

8. İnsana bir zarar dokunduğu zaman, Rabbine (yürekten) yönelerek O’na dua eder. Sonra (Allah) ona katından bir nimet verdiği (kurtulup rahata erdiği) zaman, evvelce O’na yalvarmış olduğunu (ve asıl kurtaranı) unutur da, O’nun yolundan (sapmak ve) saptırmak için (“bizi falancalar kurtardı” diyerek) Allah’a birtakım eşler koşar. (Resûlüm!) De ki: “Sen küfrünle biraz oyalanıp geçin. Çünkü sen artık ateş ehlindensin.” [bk. 10/12; 17/67]

(Bu tehlikeli davranıştan sakınmalı ve böyle davranışta bulunanları da uyarmalıdır.)

9. Yoksa o (sadece sıkıntıda iken dua eden kimse) hiç âhiret(in dehşetin)den korkan ve Rabbinin rahmetini uman, gece saatlerinde secde edip ayakta durarak taat ve ibadet eden kimse (gibi) midir? De ki: “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?” Ancak (bunları), temiz akıl sahipleri düşünürler. [krş. 35/28]

10. De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey iman eden kullarım! Rabbinizin emrine uygun yaşayıp azabından sakının. Bu dünyada iyi hareket edenlere bir güzellik vardır. Allah’ın toprağı geniştir. (Dinin gereğini ve hükümlerini rahatça yaşayacağınız yere göç edebilirsiniz.) Ancak (Allah yolunda, taviz vermeden yaşamak için göç etmeye sabredip) dayanıp direnenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” [bk. 29/56]

11. De ki: “Ben, dini yalnız Allah’a halis kılarak (ihlasla) O’na kulluk etmemle emredildim.”

12. “Ve (yine) müslümanların ilki olmam emredildi.”

13. De ki: “Eğer, Rabbime karşı gelirsem, şüphesiz ben, büyük bir günün azabından korkarım.”

14. De ki: “Ben, dinimi Allah’a halis kılarak (ihlaslı olarak) yalnız O’na kulluk ederim.”[5]

15. “Siz de O’ndan başka dilediğinize (bağlanıp) kulluk edin!” (Yine) de ki: “(Asıl böyle yaparak) aldananlar/ziyana uğrayanlar, kıyamet gününde hem kendilerini hem de kendine bağlı olanları ziyana uğratanlardır. Dikkat edin, bu apaçık ziyanın/aldanmanın ta kendisidir.” [bk. 2/165-167]

16. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da (ateşten) tabakalar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. “Ey kullarım! O halde benim emirlerime uygun yaşayıp azabımdan sakının.” [krş. 7/41; 21/39; 29/55]

17-18. Tâğûttan[6] ve ona kulluk etmekten kaçınıp da Allah’a yönelenler(e gelince): Onlar için müjde vardır. (Resûlüm!) Sözü dinleyip onun (hayra vesile olan) en güzeline uyan kullarıma müjde ver. İşte bu kimseler Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve işte bunlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.

yuksel dedi ki...

19. Üzerine azap kelimesi (hükmü) hak olan (kesinleşmiş) kimseyi, o ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?

20. Fakat Rablerinin emirlerine uygun yaşayanlar var ya, (kâfirlerin üst ve altlarındaki ateşe karşılık,) onlar için (cennette) alt tarafından ırmaklar akan, üst üste yapılmış köşkler var. (Bu) Allah’ın vaadi(dir). Allah vaadinden dönmez.

21. Allah’ın gökten bir yağmur indirip de, onu yerdeki kaynaklara dahil (edip depo) ettiğini,[7] sonra onunla çeşitli renklerde ekinler (bitkiler) çıkardığını, daha sonra da kuruttuğunu görmedin mi? Nihayet sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra (Allah), onu bir çöp kırıntısına çevirir. Şüphesiz bunda akl-ı selîm sahipleri için elbette bir ibret (ve öğüt) vardır. [krş. 10/24; 18/45; 57/20]

22. Allah kimin göğsünü (niyet ve isteğinden dolayı, kabiliyet ve duygularını) İslâm’a açmışsa o, Rabbinden bir nur üzerinde olmaz mı hiç? Artık kalpleri, Allah’ı anmaya (O’nun hükümlerini kabullenmeye) karşı katılaşmış (böylece insânî fıtratını kaybetmiş, dünyalıklara ve nefsine tapmış) olanların vay haline! İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler. [bk. 6/122; 57/19, 28]

(Allah’a olan sevgisinden dolayı kalbi İslâm’a açılan kimse, artık nura, aydınlığa, hidayete kavuşmuş kimsedir. Kalbi Allah sevgisiyle dolan kişinin hareket ölçüsü İslâm olur. Onun elinden, dilinden, fikrinden kimse zarar görmez. Dünyalığı için de çalışır. Fakat âhiret dengesini bozmaz. Allah’a sığınır ve O’na tevekkül eder. Her işinde nefsinin veya başkasının hoşlanmasını değil, Allah’ın hoşlanmasını/rızasını ön planda tutar. Bu kimseler kalbini Allah’a kapatmışlarla asla bir olamaz. Kalbini Allah’a kapatmış kimseler, yine de içlerinde bir şeyin eksik olduğunu hisseder; hürmet edeceği, seveceği ve önünde boyun eğeceği bir şey aramaya koyulurlar. Bunun için de taş, tahta veya nefsinin öne çıkardığı şeylerin önünde boyun eğmeye ve onu yüceltmeye çalışırlar.)

23. Allah, sözün en güzelini, hem aynı benzerlik (uyum ve ahenk)te, hem de tekrarlı (ve karşılıklı ifadeli)[8] bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, ondan (âyetleri dinlemekten dolayı) tenleri ürperir, sonra da bedenleri ve kalpleri Allah’ın zikri için yumuşar. İşte bu (Kitab), Allah’ın (son gönderdiği) rehberidir. Dileyene/dilediğine, bununla doğru yolu gösterir. Allah kimi de sapıklıkta bırakırsa, artık ona doğru yolu gösteren bulunmaz. [bk. 8/25; 57/16]

24. Kıyamet günü o kötü azaptan (elleri boyunlarına bağlı olduğu için) kendisini yüzüyle koruyan kimse(nin hali) nicedir? Zalimlere: “Kazandıklarınızı(n karşılığını) tadın!” denilir.

25. Onlardan evvelkiler de (peygamberlerini) yalanladılar. Bu yüzden farkına bile varamadıkları bir yerden kendilerine azap geliverdi.

yuksel dedi ki...

26. Allah, böylece onlara dünya hayatında rezilliği tattırdı. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Keşke (bunu) bilselerdi.

27. Andolsun ki biz, bu Kur’an’da insanlara, belki öğüt alırlar diye her türlü misali verdik. [krş. 18/54; 29/43]

28. (Onu) hiçbir eğriliği olmayan (pürüzsüz) bir Arapça Kur’an olarak (indirdik).[9] Böylece, “ona uygun yaşa(yıp inkârdan ve şirkten sakın)sınlar” diye.

29. Allah (birçok ilâha kulluk edenle, bir tek Allah’a kulluk eden hakkında); kendisin(e emir verme)de çekişen ortak (efendi)lerin sahip olduğu (hizmetkâr) bir adamla, yalnız bir tek kişiye boyun eğmiş bir adamı misal getirdi. Bu ikisinin durumu hiç eşit olur mu? Hamd, yalnız Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler?[10] [krş. 16/75-76]

30. (Resûlüm!) Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.

31. Sonra (ey insanlar!) Şüphesiz siz Rabbinizin huzurunda dâvâlaşacaksınız.

32. Allah’a karşı yalan uydurandan ve kendisine gelen o doğruyu (Kur’ an’ı) yalan sayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde barınacak(!) yer mi yok?

33. (Allah’tan) doğruyu getiren (peygamber) ve onu gereğiyle tasdik eden (mü’min)ler var ya! İşte onlar, takvâya eren (Allah’a saygı duyup emrine uygun yaşayan)ların ta kendileridir.

34. Rablerinin katında ne dilerlerse onlarındır. İşte bu, iyi davrananların/iyilik edenlerin mükâfatıdır.

35. Çünkü Allah, onların (geçmişte) yapmış olduklarının en kötüsünü bile örtecek ve kendilerine mükâfatlarını, yapmış olduklarının en güzeliyle verecektir.

36. Allah kuluna kâfî değil mi? (Resûlüm!) Seni O’ndan başkalarıyla (putlarıyla/tapındıklarıyla) korkutuyorlar. Allah kimi (böyle) sapıklığında bırakırsa, artık onu doğru yola getiren yoktur.

37. Allah kimi de doğru yola iletirse, artık onu hiçbir saptıracak yoktur. Allah mutlak galip ve (düşmanlarından) intikam alıcı değil midir?

yuksel dedi ki...

38. Andolsun ki eğer onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, elbette: “Allah” diyecekler. De ki: “Öyleyse bana söyleyin. Allah bana bir zarar vermeyi dilerse, sizin Allah’ı bırakıp yalvardıklarınız (başına toplanıp sığındıklarınız), O’nun bu zararını (benden) giderebilirler mi? Yahut (Allah), bana bir rahmet (bir iyilik) dilese, onlar O’nun rahmetini alıkoyabilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül edenler de ancak O’na güvenip dayanır(lar).”

39-40. De ki: “Ey kavmim! Bulunduğunuz hal üzere (olduğunuz küfür ve düşmanlıkta) çalışın. Şüphesiz ben de (bildiğim hak yolda) çalışmaktayım. Kendisini rezil edecek bir azap kime gelecek ve kimin üzerine dâimî bir azap inecek, yakında (bunu) bileceksiniz!”

(36 ve 38. âyetlerde müşriklerin tipik halleri sergilenmektedir. Mekkeli müşrikler, bir taraftan bütün mühim gün ve işlerinde önlerine giderek tapındıkları putlarına kutsallık yani dokunulmazlık tanımakta ve bunun için de: “Onlara dil uzatmayın, sizi çarpar, ayrıca biz de yapacağımızı yaparız.” diye insanları korkutmakta, bir taraftan da: “Göklerin ve yerin yaratanı kimdir?” diye sorulunca: “Allah” demekte idiler.)

41. (Resûlüm!) Şüphesiz ki biz sana (bu) Kitab’ı, insanlar(ın faydası) için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yola gelirse (bu) kendi lehinedir. Kim de saparsa, (bu) ancak kendi aleyhinedir. Sen onların üzerine bir vekil değilsin. [bk. 11/12; 13/40]

42. Allah, (ölecek) insanların ruhlarını ölümü sırasında alır, ölmeyenin de uykusunda (alır). Sonra hakkında ölümü hükmettiğini tutar, diğerini muayyen bir vakte (eceline) kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.

(Bu âyet-i kerîmede ve En’âm sûresinin 60-64. âyetlerinde hem uyku ile ölüm hem de uykudan uyanmakla diriliş arasındaki benzerlik ve fark açıklanmaktadır. Uyku, zayıf ve küçük bir ölüm; ölüm ise büyük ve şiddetli bir uyku. Uykudan uyanış, hayata dönüş; ölümden diriliş ise ebedî yaşayıştır. Her iki halde de insanın ruhu bir hayattan başka bir hayata geçmektedir. Aralarındaki tek fark, insan uykuda (rüyada) bilinçli değildir. Fakat ölümden sonra yaşayışta yani dirilişte her şey onun için apaydınlıktır (bk. 6/60-61). İşte Kur’an açısından ölüm; yokluk, kayboluş ve bitiş değil, aksine bir hayattan başka bir hayata geçiştir, bir değişimdir, bir başlangıçtır. Kazanılan mükâfatlara karşılık Allah’ın rızası ve cennet, cezalara karşılık Allah’ın gazabı ve cehennem olan, dönüşü ve sonu olmayan bir dünyada yaşamaktır.)

43. Yoksa (onlar) Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Onlar, hiçbir şeye sahip olamaz ve düşünemezlerse de mi (şefaat edecekler)?”

yuksel dedi ki...

4. De ki: “Bütün şefaat Allah’ındır (ancak O’nun izin verdiği şefaat edebilir). Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) yalnız O’nundur. Nihayet (hepiniz) ancak O’na döndürüleceksiniz.” [bk. 2/255]

45. Allah, (hükmünde, hâkimiyetinde, zâtında, sıfatlarında eşsiz ve) ‘Bir’ olarak anıldığı zaman, âhirete inanmayanlar içlerinde tiksinti duyarlar (canları sıkılır). Fakat O’ndan başkaları (Allah ile ilgisi olmayan sevdikleri) anıldığı zaman, hemen neşelenirler.

46. De ki: “Ey gökleri ve yeri yaratan, görünmeyeni ve görüneni bilen Allah’ım! Kullarının üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerde, yalnız sen hüküm verirsin.”

(Peygamber Efendimiz teheccüde kalkınca namazdan sonra dua ederken âyette geçen bu ilâhî vasıfları da anardı.)

47. Eğer yeryüzündeki bütün şeyler ve onunla birlikte bir misli daha zulmedenlerin olsaydı, kıyamet gününde kötü azaptan (kurtulmak için) elbette onu fidye verirlerdi. Artık onlar için, o gün, hiç hesaba katmadıkları şeyler bile Allah tarafından ortaya çıkarılır. [krş. 5/36]

48. Kazandıkları kötülükler (o gün) ortaya çıkmış ve alay edegeldikleri (azap) da kendilerini çepeçevre sarmış (olacak)tır.

49. İnsana bir zarar dokunduğu zaman, bize dua eder. Sonra kendisine tarafımızdan bir nimet (bolluk ve mevki) lütfettiğimiz zaman: “Bu, bana ancak bilgi(m)den dolayı verildi.” der. Hayır! O bir imtihandır, fakat onların çoğu bilmezler. [krş. 28/78-81]

50. Onlardan öncekiler de gerçekten bunu söylemiş(ler)di; ne var ki kazandıkları şeyler kendilerine hiç fayda vermedi.

51. Nihayet kazandıkları kötülükler, kendi başlarına geçti. Bunlardan zulmedenlerin, yaptıkları fenalıklar(ın cezası) da başlarına gelecektir. Onlar (bunun) önüne geçip kurtulacak değillerdir.

52. Allah’ın, rızkı dilediğine yayıp dilediğine kıstığını (ve bir ölçüye göre verdiğini) hâlâ bilmediler mi? Şüphesiz bunda iman eden bir toplum için ibretler vardır.

53. De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey nefislerine karşı (günah işleyip) aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah (şirk koşan ve inkâr edenler dışında, dilediği kimseler için)[11] bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” [bk. 4/48, 116]

54. “(Bundan böyle) size azap gelmeden önce, Rabbinize dön(üp tevbe ed)in ve O’na (gönülden) teslim olun.[12] Sonra yardım olunmazsınız.”

55. “Siz farkında bile değilken ansızın size azap gelip çatmadan önce,

yuksel dedi ki...

55. “Siz farkında bile değilken ansızın size azap gelip çatmadan önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) uyun.”

56. (Yoksa o azap günü, günahkâr) kişi: “Allah’a karşı aşırı gitmemden dolayı yazıklar olsun bana! Gerçekten ben (Kur’an ve mü’minlerle) hakikaten alay edenlerdendim.” diye(rek üzüle)cektir.

57. Yahut: “Eğer Allah bana hidayet etseydi, elbette ben (günahlardan) sakınanlardan olurdum.” diyecek.

58. Yahut azabı gördüğü zaman: “Keşke benim için (dünyaya) dönüş olsaydı da güzel hareket eden (mü’minler)den olsaydım.” diyecektir.

59. (O gün Allah şöyle buyurur:) “Hayır! Âyetlerim sana geldi de sen onları yalanladın, (iman etmedin) büyüklük tasladın ve kâfirlerden oldun.”

60. Allah’a karşı yalan uyduranları kıyamet gününde, yüzleri kapkara bir halde görürsün. (Allah’a karşı) kibirlenenler için cehennemde yer mi yok?

61. Allah, kendisine saygı duyup emrine uygun yaşayanları, (bu) başarıları sayesinde (bütün sıkıntılardan) kurtarır. Artık onlara kötülük (azap) dokunmaz ve onlar mahzun da olmazlar.

62. Allah, her şeyin yaratanıdır. O her şeye vekildir.

63. Göklerin ve yerin anahtarları (tasarruf ve idaresi)[13] O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, ziyana uğrayanların ta kendileridir.

64. De ki: “Ey (Allah bilgisinden yoksun) cahiller! Bana, Allah’tan başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz?” [bk. 1/4; 9/31; 39/14-15]

65. (Resûlüm!) Andolsun ki sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: “Eğer (sen bile, putlardan birine değer vermek, saygı göstermekle bana) eş koşarsan, celâlim hakkı için amelin boşa gider ve ziyana uğrayanlardan olursun.”[14] [bk. 6/88; 30/42]

66. “Hayır! (Sen) ancak Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.”

yuksel dedi ki...

67. (Onlar) Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O’nun tasarrufundadır. Gökler de O’nun kudretiyle[15] dürülmüştür. O, (onların) ortak koştuklarından uzak ve yücedir.

68. (Kıyamet kopunca, ilk) Sûr’a üflenecek,[16] artık Allah’ın dilediği (melekleri)nden başka,[17] göklerde olan ve yerde olanlar(ın hepsi) düşüp ölecektir. Sonra ona bir daha üflenecek, onlar hemen (dirilip) ayakta bakınıp duracaklar.

69. Yer, Rabbinin nuruyla parlayacak, kitap (amel defteri[18] ortaya) konulacak, peygamberler ve şâhitler getirilecek, onlar haksızlığa uğratılmaksızın aralarında adaletle hükmedilecektir. [bk. 10/47; 21/47]

70. Herkese yaptığı(nın karşılığı) tam olarak ödenir. O (Allah), onların yaptıklarını en iyi bilendir.

71. Kâfirler, bölük bölük cehenneme sürülürler. Nihayet oraya geldikleri zaman, onun kapıları açılacak ve bekçileri onlara: “Size, içinizden, Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugününüze kavuşmanız hakkında sizi uyaran (peygamber)ler gelmedi mi?” diyecekler. Onlar da: “Evet (geldi).” diyecekler. Fakat artık azap sözü, kâfirler üzerine gerçekleşecektir. [bk. 17/97; 40/4950; 52/13; 67/8-10]

72. (Onlara:) “Girin, içinde temelli kalacağınız cehennemin kapılarından. İşte, (Allah’a imana ve teslimiyete karşı) kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!” denilir.

73. Rablerine saygı duyup emrine uygun yaşayanlar ise, bölük bölük cennete sevkedilecekler. Nihayet oraya gelip de kapıları açılınca, (cennetin) bekçileri onlara: “Size (Allah’tan) selam olsun, tertemizsiniz. Artık ebedî olarak buraya girin!” diyecek.

74. (Cennetlikler:) “Bize verdiği (cennet) sözünü yerine getiren ve bizi, dilediğimiz kısmında oturacağımız cennet yurduna mirasçı yapan Allah’a hamdolsun. (Allah için) çalışanların mükâfatı ne güzelmiş!” diyecekler. [bk. 7/43; 35/34-35]

75. Melekleri görürsün ki arşın etrafını kuşatmış olarak Rablerini hamd ile tesbih ederler. (O gün) o (cennet ve cehennemlik ola)nlar arasında hak ile hükmedilmiş ve: “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” denilmiş (olacak)tır.

(Meleklerin özellikleri ile ilgili âyetler için bk. 4/172, 6/61, 7/206, 16/49-50, 19/64, 21/19-20,26-29, 34/1, 37/1-4,164-166, 38/67-69, 41/38, 42/5, 66/4, 70/4, 77/1-7.)

yuksel dedi ki...

[1] Din yalnız Allah’ındır. İslâm, kaynağını Kur’an’dan alan ve bu doğrultuda insanları yönlendiren bir hukuk sistemi ve İlâhî dindir. Kimsenin onun üzerinde/uygulanmasında kendi hevâsına göre tasarruf hakkı yoktur. [bk. 39/14 ve dipnotu]

[2] Âyetteki “indirdi” kelimesi “yarattı” olarak tevil edilmiştir.

[3] Bu âyet-i kerîmede, genetik bir şifrenin projesi anlatılmaktadır. Bildirilen üç karanlık devre ve yer tıbben aşağıdaki şekilde belirtilmektedir: 1. Döllenme ve hücre safhasının oluştuğu fallop boruları. 2. Kırk günlük doku (alaka) safhası olan rahim içi. 3. Organ teşekkül safhası olan aminyon kesesi içi. Yüce Rabbimiz, kendisi bilerek yarattığı ve çözümünü ilme bıraktığı mesajı tâ o asırda vermektedir. Cenin yer itibariyle de üç karanlık yerde gelişmektedir. İçten dışa doğru, 1. Aminyon zarı: İçinde sıvı vardır, ısı geçirmez. 2. Korion zarı: Işık geçirmez. 3. Rahim duvarı zarları: Su geçirmez. (Bâr, s. 159-163; Özyazıcı, s. 64).

[4] Celâleyn.

[5] Din, insanların keyiflerine göre değil, yüce Allah’ın belirlediği, razı olduğu ve Resûlü’nün uyguladığı şekliyle yaşanmak ve hayata geçirilmekle Allah’a halis kılınmış olur. Müşrikler ise, Resûlullah’tan, kendi sistem, gelenek ve yaşantılarına uygun olacak ve onları değiştirmeyecek bir din şekli istiyorlardı. Resûlullah (sas.) bu istekleri doğrultusunda hareket etmeyince, “bölücülük yapıyor” dediler. Yüce Allah bu âyetlerle insanın neyi tercih edip kime kulluk edeceğini bildirmektedir. [bk. 5/92; 6/102; 9/31; 39/64-66]

[6] Tâğût, bir anlamıyla insanları kendine kul olmaya zorlayan Allah’ın hükümlerini yaşanılır kılmaktan menedendir. [bk. 2/256 ve dipnotu]

[7] Gökten suyu indirip depolayanın Hakk (cc.) olduğuna dair bk. 15/22; 16/10.

[8] Müjde ve tehdit, rahmet ve azap, cennet ve cehennem gibi.

[9] Çünkü Arapça, Kur’an’ın mânasını en iyi ifade eden, çok geniş kapsamlı bir dildir.

yuksel dedi ki...

[10] Âyet-i kerîmede tek itaat edilen “efendi” Allah (cc.); birbiriyle çekişen “birçok efendi” ise Allah’tan başka kendilerine tâbi olunan emir sahipleri; “köle” de halk olarak temsil ediliyor. Elbette Bir’e kul olmayan bine kul olur. Çünkü Allah’a tâbi olmayan efendiler kendilerini rab durumunda görmektedirler. Böylece çoğalan rabler de birbiriyle çekişirler. [krş. 1/4 ve dipnotu]

[11] Bu âyet-i kerîmedeki mağfiret kelimesi bütün günahların affına delâlet ettiği için, usül ilmine göre “mutlak”tır. Nisâ sûresindeki âyetlerde ise “şirkten başkası” denmekle artık şirkle mukayyed (kayıtlı) olmuştur, hüküm ona göredir.

[12] Ömrün son anlarındaki pişmanlık ve çaresizlik halindekinin iman etmesi ile, günah işleyecek gücü ve vakti kalmayanların tevbesi fayda vermez.

[13] Beydâvî; Nesefî (Medârik), IV, 64.

[14] Âyet-i kerîmede “târiz” vardır. Yani Resûlullah’ın şahsında bütün mü’minler ikaz edilmektedir.

[15] Âyet-i kerîmede geçen “sağ el” müteşâbih bir kelime olup halef (sonraki ) âlimlere göre Allah’a nispetle (kudret) kelimesiyle tevil (ifade) edilmektedir. [bk. 3/7]

[16] Vukuundaki kat’iyetten dolayı mâzî olarak gelmiş olan fiiller, gelecek zamanla tercüme edilmiştir.

[17] Burada bahsi geçen, Allah’ın dilediği meleklerden maksat, dört büyük melek veya Arş’ı taşıyan melekler ya da cennet melekleri ve başlarındaki Rıdvan ile cehennem bekçisi zebânîler ve başlarında Mâlik, denilmiştir (Beydâvî; Celâleyn).

[18] Elmalılı, VI, 4138.

yuksel dedi ki...

Ne büyük söyle,ne çok söyle.
Er işte gerek.
Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın.
Esad Coşan Hoca
Akra fm.

yuksel dedi ki...

Ne buyuk soyle,ne çok soyle.
Er işte gerek.
Ateş olsan,curmun kadar yer yakarsin.
Prof. Dr.Mahmud Esad Coşan.

yuksel dedi ki...

Ateş olsan cirmi kadar yer yakarsin.
Ateş yandiği yerde soner.
Atasozu ayet hadis değil ama onlarla yarişir.
Atasozler ve atasozu nitelikli deyimler.sy 112.

yuksel dedi ki...

Demir tavında dövülür.

yuksel dedi ki...

Aç kendini aslana vurur.
Ağ sudan çıkmayınca,balığınkendi durumundan haberi olmaz.
Dünya atasözleri.

yuksel dedi ki...

Ağlamak içinde ruhsal bir durum gereklidir.
Akrep öfkesinden dolayı sokmaz,tabiatı böyledir.

yuksel dedi ki...

Yalan hastalık ilacı gerçektir.
Yalancılık karlı görünse bile ,canını yakar,gerçek canını yakar görünse bile karlıdır.
Dünya Atasözleri

yuksel dedi ki...

Yalanın ipi kısadır.
Yalanın en büyüğü,yalan yere tanıklık etmektir.
Yalnız umutla,amacına erişemezsin.
Dünya Atasözleri.

yuksel dedi ki...

Allah c.c. in istişare emri amacina uygun olarak ifa edilmediği için Muslumanlar arasinda
buyuk sikintilat yaşanmakta ,ortak akil oluşmamakta, belli amaçlara yonelik ortak çalişmalar yapilamamakta ve dolayisiyla yardimlaşma sağlanamamaktadir.
Kopru.sayi.137.
Meşveret.sy.11.

yuksel dedi ki...

Temizlik yarı sağlıktır.
Ne oldum deme ne olacağım de!

yuksel dedi ki...

40. Mü'min Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 85 âyettir. 56-57. âyetleri Medine döneminde inmiştir. Sûre, adını 28. âyette geçen aynı kelimeden almıştır. Bir diğer adı da “Gâfir”dir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hâ, Mîm.[1]

2-3. Bu Kitab’ın indirilmesi, mutlak galip ve (her şeyi) hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı şiddetli olan, hem de lütuf sahibi olan Allah tarafındandır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dönüş ancak O’nadır.

4. Allah’ın âyetleri hakkında, küfre sapan/nankörlük edenlerden başkası mücadele etmez. (Resûlüm!) Şimdi onların şehirlerde (rahatça) gezip dolaşması seni aldatmasın (zamanı gelince onların cezaları ihmal edilmez).

5. Onlardan önce Nuh kavmi ve bunlardan sonraki topluluklar da (peygamberlerini) yalanladı. Her ümmet, peygamberlerini yakala(yıp öldür)meye kastetti. Hakkı giderip yerine batılı koymak için mücadele edip durdular. Ben de onları (azabımla) tutup alıverdim. (İşte bak) benim azabım nasıl oldu?[2]

6. Böylece inkâr edenlere karşı Rabbinin: “Kesinlikle onlar ateş ehlidir.” (şeklindeki) sözü gerçekleşti.

7. Arşı taşıyanlar ve onun etrafındaki (tavaf eden melek)ler, Rablerini hamd ile tesbih ederler.[3] O’na iman ederler ve mü’minlerin bağışlanmasını da (şöylece) isterler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kaplamıştır. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru!”

8. “Ey Rabbimiz! Onları ve atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olan (emrine uygun yaşayan)ları, kendilerine söz verdiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi sadece sensin!” [bk. 13/23]

9. “Onları kötülüklerden koru. Sen kimi (bu dünyada) kötülüklerden korursan, o gün, muhakkak ona rahmet etmişsindir. Bu da en büyük kurtuluş (ve saadet)in ta kendisidir.”

yuksel dedi ki...

10. Kâfir olanlara şöyle seslenilir: “Allah’ın (size olan) gazabı, (artık bugün) kendi kendinize (olan) kızgınlığınızdan daha şiddetlidir. Çünkü siz, (dünyada) imana çağırılıyordunuz da inkâr ediyordunuz.”

11. (Onlar da:) “Ey Rabbimiz! Bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin.[4] İşte günahlarımızı da itiraf ettik. (Acaba bu ateşten) çıkmaya bir yol var mıdır?” derler. [bk. 2/28; 22/66; 45/26]

12. (Onlara denilir ki:) “Bu (azap) şundandır: Bir olan Allah’a (iman ve itaate) çağrıldığınız zaman küfrettiniz (inkâra ya da nankörlüğe saptınız). O’na ortak koşulunca (O’nun yetkisi başkalarına verilince O’na) inandınız. Artık hüküm, O çok yüce, çok büyük (olan) Allah’a aittir.”

13. O (Allah), size (kudretine delâlet eden) alametleri gösteren ve sizin için gökten rızık (sebepleri) indirendir. (Allah’a) yönelen kimseden başkası ibret almaz.

14. O halde kâfirlerin hoşuna gitmese de dini yalnız Allah’a has kılarak O’na dua (ve ibadet) edin.[5]

15. (O,) dereceleri yükselten, arşın sahibi (olan Allah), o kavuşma gününün dehşetine karşı (insanları) uyarmak için emriyle ruhu (vahyi ve nübüvveti) kullarından dilediğine indirir.

16. O gün onlar, (kabirlerinden) ortaya çıkarlar. Onlar(ın yaptıkların)dan hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. (O kıyamet günü bütün varlıklar helak olunca Allah buyurur ki:) “Bugün mülk (hükümranlık) kimindir?” (Yine kendisi cevap verir): “Tek ve Kahhâr olan (gücü her şeye yeten) Allah’ındır.”

17. Bugün (âhirette) herkese, kazandığının karşılığı verilecektir. Bugün (kimseye karşı) hiçbir haksızlık yoktur. Şüphesiz ki Allah, hesabı pek çabuk görendir.

18. (Resûlüm!) Onları, yaklaşan (kıyamet) günü için uyar. O zaman, yürekleri (korkudan âdeta) gırtlaklarına dayanır; yutkunup dururlar. Zalimlere ne bir yakın (akraba ve dost) ne de (sözü) dinlenecek bir şefaatçi vardır.

19. (Allah) gözlerin hain (bakış)ını da, göğüslerin gizlediği şeyleri de bilir.

20. Allah, adaletle hükmeder. O’ndan başka yalvarıp taptıkları ise, hiçbir şeye hükmedemez. Çünkü Allah, (her şeyi) hakkıyla işitendir, görendir.

yuksel dedi ki...

21. (Onlar) yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı? Baksalar ya, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuştur? Onlar, kendilerinden hem kuvvet hem de yeryüzündeki eserler yönünden daha üstün idiler. Öyle iken, Allah onları günahları yüzünden kıskıvrak yakalayıverdi. Onları Allah’(ın gazabın)dan koruyan da olmadı. [bk. 30/9; 46/26-27]

22. Bu (dünya azabı)nın sebebi şudur: Onlara peygamberleri, açık deliller (mucizeler ve dinî, içtimâî hükümler) getirdi, onlar da inkâr ettiler. Bu yüzden Allah kendilerini kıskıvrak yakalayıverdi. Çünkü O’nun kudreti sonsuzdur, azabı pek şiddetlidir.

23-24. Andolsun ki biz, Musa’yı, mucizelerimizle ve apaçık delil ile Firavun’a, (veziri) Hâmân’a ve Kârun’a gönderdik de onlar: “(Bu) bir sihirbazdır, yalancının tekidir.” dediler.

25. (Musa) onlara, tarafımızdan hakkı getirince de: “Onunla beraber, ona inananların oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın.” dediler. (Fakat) kâfirlerin hilesi, ancak boşuna (bir uğraş)tır. [krş. 2/49; 14/6]

26. Firavun: “Bırakın beni, şu Musa’yı öldüreyim de o (kurtulabilecekse) Rabbine yalvaradursun. Çünkü ben onun, dininizi değiştirmesinden yahut bu yerde (ülkede sizlere ve düzenimize karşı) fesat çıkarmasından[6] korkuyorum.” dedi.

27. Musa: “Şüphesiz ben, hesap gününe inanmadığından kendini büyük gören herkesten, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan (Allah’)a sığındım.” dedi.

28. Firavun ailesinden (olan ve o ana kadar) imanını gizleyen mü’min bir adam[7] (orada) dedi ki: “Siz, bir adamı sırf ‘Rabbim Allah’tır’ dedi diye (tehlikeli görüp) öldürür müsünüz? Halbuki o, size Rabbinizden açık mucizeler de getirmiştir. Eğer o yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyor ise, sizi tehdit ettiğinin (en azından) bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah haddi aşan, yalana dadanan kimseyi doğru yola eriştirmez.”

29. “Ey kavmim! Bugün (bu) yerde (Mısır’da İsrâiloğulları’na) galip (kimse)ler olarak hükümranlık sizindir. Fakat (Musa’yı öldürmeniz yüzünden) Allah’ın hışmı bize gelip çatarsa (ondan) bizi kim kurtarır?” (Buna karşı) Firavun: “Size ben, kendi görüşümden başkasını uygun görmüyorum ve ben size, ancak doğru yolu[8] gösteriyorum.” dedi.

30. İnanan (o kimse): “Ey kavmim! Doğrusu ben sizin için, (evvelki inkârcı) toplulukların (başlarına gelen azap) gününün benzerinden korkuyorum.” dedi.

31. “Nuh kavminin, Âd ve Semûd’un ve onlardan sonrakilerin durumu gibi. (Yoksa) Allah, (günahsız) kullara hiç (bir şekilde) zulmetmek istemez.”

yuksel dedi ki...

32. “Ey kavmim! Cidden ben sizin için, o bağrışıp çağrışma, (o birbirinizden imdat isteme) gününden korkuyorum.” [bk. 7/44-50]

33. “O gün arkanızı dönüp kaç (mayı arzu ed)ersiniz. Artık sizi Allah’ (ın azabın)dan koruyacak hiç kimse yoktur. Allah kimi sapıklığa bırakırsa, onu doğru yola getirecek yoktur.”

34. “Doğrusu (Musa’dan) önce Yusuf da size açık deliller (mucizeler) getirmişti; size getirdiği şeylerden (o zaman) şüphelenip durmuştunuz. Nihayet o ölünce, ‘Allah, ondan sonra bir peygamber göndermez.’ demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden şüpheci kimseleri böyle sapıklıkta bırakır.”

35. “Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında tartışanlar, gerek Allah nezdinde, gerek iman edenler yanında buğzu/nefreti artırır (nefretle karşılanırlar). İşte Allah, her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler.”

36-37. Firavun (vezirine) dedi ki: “Ey Hâmân! Benim için yüksek bir kule yap. Olur ki ben o yollara (yani), göklerin yollarına erişirim de, çıkıp Musa’nın ilâhını görebilirim. Çünkü ben, onu mutlaka yalancı sanıyorum.” İşte böylece Firavun’un kötü işi kendisine cazip gösterildi ve (doğru) yoldan alıkonuldu. Firavun’un tuzağı elbette yok olacaktı. [krş. 28/38]

(Firavun, yüksek bir kule yaptırarak, çıkıp oradan Hz. Musa’nın Rabbini gözetlemek ve öyle bir şey göremediğini söyleyip onu ve inananlarını yalanlamak, böylece yeni inanacakları da engellemek istiyordu. Sonraki âyet onun çabalarının boş olduğunu ve anlamsızlığını ortaya koyar.)

38. O imanlı (adam) dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki sizi doğru yola ileteyim.”

39. “Ey kavmim! Bu dünya hayatı geçici bir faydalanma (ve eğlence)den ibarettir. Âhiret hayatı ise, doğrusu (işte) asıl (devamlı) durulacak yurt orasıdır.”

40. “Kim bir kötülük işlerse, (ona) ancak o kötülük kadar ceza verilir. (Fakat) erkek ve kadın kim de mü’min olarak sâlih (sevâbı olan) bir iş yaparsa, işte onlar cennete girerler; orada hesapsız rızıklandırılırlar.”

41. “Ey kavmim! Benim (karşılaştığım) bu ne haldir? Ben sizi kurtuluşa (ve cennete) çağırıyorum, siz de beni ateşe davet ediyorsunuz

yuksel dedi ki...

42. “Siz beni, Allah’a karşı kâfirliğe/nankörlüğe ve kendileri hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben de sizi O çok üstün, çok bağışlayan (Allah’)a davet ediyorum.”

43. “Hiç şüphe yok ki beni kendisine çağırdığınız (putlarınız)ın[9] ne dünyada ne de âhirette (ibadete) davet etme (yetkisi ve bağışlama gücü) vardır. Şüphesiz dönüşümüz Allah’adır. (Hareketlerinde) haddi aşanlar, ateş ehlinin ta kendileridir.” [bk. 35/14]

44. “Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Artık ben işimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz Allah kulları(nı) çok iyi görendir.”

45. Nihayet Allah, onu (o imana davet eden adamı), onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu, Firavun taraftarlarını da kötü azap kuşatıverdi (boğulup gittiler).

46. (Onların uğratılacağı azabın biri de) ateştir ki onlar sabah akşam (kabirde, kıyamete kadar)[10] o ateşe arz edileceklerdir. Kıyametin koptuğu gün de: “Firavun kavmini, azabın en şiddetlisine sokun.” (denilir).

47. O vakit, ateşin içinde (inkârcı önderlerle, onlara uyan takım) birbiriyle tartışacaklar. Güçsüzler takımı (dünyada) büyüklük taslayan (Allah’a teslimiyeti küçümseyen önder)lere: “Doğrusu biz (hak dine aykırı işlerde) size uymuştuk. Şimdi siz, bir parçacık (olsun) bizi ateşten kurtarabilir misiniz?” derler.

48. Büyüklük taslayan (güç ve yetki sahibi olan)lar da: “Biz hepimiz onun içindeyiz (biz kendimizi de kurtaramadık). Şüphesiz Allah, kullar arasında kat’î hükmü verdi.” diyecekler. [krş. 2/166-167]

49. O ateşte olanlar, (bu kez de) cehennemin bekçilerine: “(Ne olur!) Rabbinize yalvarın da (hiç olmazsa) bir gün olsun, bizim azabımızı hafifletsin.” derler. [krş. 43/77]

50. (Bekçiler, onlara:) “Size, açık deliller (mucizeler)le peygamberleriniz gelmemiş miydi?” derler. “Evet (geldi).” diye cevap verirler. (Bekçiler de:) “O halde, (kendiniz Allah’a) yalvarın.” derler. Oysa, kâfirlerin yalvarması artık tamamen boşunadır. [bk. 17/15; 67/8-9]

51. Şüphesiz biz, peygamberlerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem de şâhitlerin (şâhitlik için kalkıp) dikileceği günde, elbette yardım edeceğiz.

52. O gün zalimlere, özür dilemeleri (mazeretleri) fayda ver(meyeceğinden izin de veril)meyecektir. Onlar için sadece lanet ve en kötü yurt (cehennem) vardır. [krş. 77/36]

yuksel dedi ki...

53. Andolsun ki biz, Musa’ya hidayeti (mucizeleri ve Tevrat’ı) verdik ve İsrâiloğulları’na da o Kitab’ı miras bıraktık.

54. (Bunu onların) temiz akıl sahiplerine, doğru bir yol rehberi ve bir öğüt olarak (yaptık).

55. O halde (Resûlüm! Sen) sabret. Çünkü Allah’ın (zafer) vaadi gerçektir. (Küçük kusurlardan ibaret olan) günahına istiğfâr et[11] ve akşam sabah (devamlı) Rabbini hamd ile tesbih[12] et.

56. Kendilerine (Allah’tan) gelmiş bir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında mücadele eden (ve beğenmeyip içlerine sindiremeyen)ler var ya, (bu) onların içlerindeki asla ulaşamayacakları bir büyüklük (hevesin)den başka bir şey değildir. Hemen sen (onların şerrine karşı) Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, görendir.

57. Elbette, göklerin ve yerin yaratılışı, insanların yaratılışından daha büyüktür. Fakat insanların çoğu (bu kadarını) bilmezler. [krş. 17/99; 36/ 81-82; 46/33]

58. Kör ile gören; iman edip sâlih amel işleyenler ile kötülük yapan aynı olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz! [krş. 34/18]

59. Hiç şüphesiz (kıyamet) saat(i) kesinlikle gelecektir. Onda asla şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmazlar.

60. Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin, (isteyin) size karşılık ver(ip duanızı kabul ed)eyim. Çünkü bana ibadet/kulluk etmeye karşı kibirlenip (buna) tenezzül etmeyenler, aşağılıklar olarak cehenneme gireceklerdir.” [bk. 2/ 153. krş. 40/47]

(Âyet-i kerîmede duanın kulluk için ne kadar önemli olduğu ifade edilmektedir. Esasen, dua etmek insanın tamamen Rabbine yönelmesi, O’nun dışındaki her şeyden uzaklaşması demektir. Rabbimiz yanında da ancak dua ve ibadetle değer kazanırız (2/ 153, 186; 25/77). Nitekim sevgili Peygamberimiz, “Dua ibadetin özüdür.” buyurmuştur.)

61. Allah, size dinlenmeniz için geceyi, (çalışmanız için de) aydınlık olarak gündüzü yaratandır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütufkârdır; buna rağmen insanların çoğu şükretmezler.

62. İşte sizin Rabbiniz, her şeyi yaratan Allah’tır ki O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Böyle iken nasıl olup da (O’nu bir olarak tanımaktan) döndürülüyorsunuz?

yuksel dedi ki...

iken nasıl olup da (O’nu bir olarak tanımaktan) döndürülüyorsunuz?

(Bu âyet-i kerîmede bir uyarı vardır ki o da, Rabbin ancak Allah olmasıdır. Çünkü Rab, Allah olmazsa, O’na karşılık yüceltilen, sevilen ve kendisine bağlanılanlar rab olur.) [bk. 6/102; 9/31; 41/30]

63. İşte Allah’ın âyetlerini (kasten) inkâr etmekte olanlar, (inatla) böyle çevrilir(ler).

64. Yeryüzünü sizin için durulacak bir karargâh, göğü de (üstünüze) bina yapan, size şekil veren, şeklinizi de güzelleştiren, size temiz, helal şeylerden rızık veren (ancak) Allah’tır. İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!

65. O, daima diridir. Hiçbir tanrı yoktur, ancak O (Allah) vardır. Dini yalnız O’na has kılın ve ihlaslı kimseler olarak O’na yalvarın. Hamd (sadece) âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. [krş. 40/14]

66. (Resûlüm!) De ki: “Rabbimden bana açık deliller gelmekle, sizin Allah’tan başkasına yalvarıp taptıklarınıza kulluk etmem bana kesinlikle yasak edildi. Hem de ben, âlemlerin Rabbine teslim olmakla emredildim.”

67. Sizi (atanız Âdem’i) topraktan, sonra (ayrı ayrı) sizi bir meni(deki sperma)dan, sonra alakadan[13] yaratan; sonra bir bebek olarak (sizi dünyaya) çıkaran, sonra yiğitlik çağınıza eresiniz, sonra da ihtiyarlar olasınız diye yaşatan[14] O’dur. İçinizden kimine de (yiğitlik ve ihtiyarlık çağından) önce ölüm geli(p çata)r. Kiminizin ömrü (belli) bir vadeye kadar uzatılır. (Allah bunları) düşünesiniz diye (yapmakta)dır.

68. Yaşatan ve öldüren O’dur. Bir işin olmasını dilediği zaman, ona sadece“ol” der, o da oluverir.

69. (Resûlüm!) Allah’ın âyetleri hakkında (dil uzatıp) tartışanları görmedin mi? Nasıl da (hakikatleri kabul etmekten ve imandan) yüz çeviriyorlar?

70. (Onlar), o Kitab’ı, peygamberlerimizle gönderdiğimiz şeyleri (mesajları) yalanlayanlardır. Artık (o gün hakikati ve günahların neticesini) bilecekler.

71-72. O vakit, boyunlarında demir halkalar ve zincirler vardır. (Bu halde) sürüklenecekler; (önce) kaynar suda, sonra ateşte yakılacaklar.

yuksel dedi ki...

73-74. Sonra onlara: “Allah’ı bırakıp da ortak koştuklarınız (Allah yerine sevip bağlandığınız şeyler) nerededir?” denilecek. Onlar da: “Bizden uzaklaşıp kayboldular. Daha doğrusu bundan önce biz, hiçbir şeye tapmamışız (meğer onların hiçbir hükmü yokmuş)!” diyecekler. İşte Allah, kâfirleri böyle şaşkın halde bırakır. [bk. 2/164-165, 167 ve dipnotu]

75. Bu (hâl), sizin yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenip taşkınlık yapmanız yüzündendir.

76. (Onlara denilir ki:) “İçinde ebedî kalmak üzere girin cehennemin kapılarından! (Bakın, Hakk’a karşı) kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!”

77. (Resûlüm! İman etmeyenlere karşı) sabret. Çünkü Allah’ın (azap) vaadi gerçektir. Ya onları tehdit ettiğimiz (azab)ın bir kısmını sana gösteririz, yahut seni vefat ettiririz (de o azabı görmezsin. Nasıl olsa) onlar ancak bize döndürüleceklerdir.

78. Andolsun ki senden önce (de birçok) peygamberler gönderdik; onlardan kimini sana anlattık, kimini de anlatmadık. (Bilesin ki) hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadıkça bir âyet (veya bir mucize) getiremez. Allah’ın emri gelince de adalet yerine getirilir. Batıl taraftarları işte böylece hüsrana uğrarlar. [bk. 4/164]

79. Kimine binesiniz ve kiminden de yiyesiniz diye sizin için hayvanlar yaratan (ancak) Allah’tır.

80. Onlarda sizin için (süt, yün, deri gibi birçok) faydalar da vardır. Gönüllerinizdeki bir ihtiyaca (arzuya) ulaşmanız için (karada) onların üstünde, (denizde de) gemilerin üstünde taşınırsınız. [bk. 16/7; 23/21-22; 43/12-14]

81. (Allah) size, (kudretine ait) âyet (ve delil)leri gösteriyor. Şimdi Allah’ın âyet (ve delil)lerinden hangisini inkâr edersiniz?

82. Onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Üstelik onlar, bunlardan hem daha çok, hem de kuvvet ve yeryüzündeki eserler bakımından daha güçlü idiler. (Fakat) kazanmakta oldukları şeylerin kendilerine (hiçbir) faydası olmadı. [krş. 30/9; 40/21; 46/26-27]

83. Peygamberleri kendilerine açık delil (ve mucize)lerle geldiği zaman, kendi yanlarındaki (beşerî) bilgilerle şımar(ıp gururlan)dılar. Sonunda (peygamberleri) alaya aldıkları şey(in cezası) kendilerini (çepeçevre) kuşatıverdi.

84. Artık şiddetli azabımızı görünce: “Allah’ın birliğine inandık ve O’n

yuksel dedi ki...

84. Artık şiddetli azabımızı görünce: “Allah’ın birliğine inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik.” dediler.

(Çünkü onlar Allah’tan başkalarını yüceltip Allah yerine onlara bağlanıyorlar, hayat tarzlarını Allah’ın gönderdiği kurallara göre değil, sevip bağlandıklarının kurallarına ve bilgilerine göre tertip ve tanzim ediyorlardı.)

85. Ama şiddetli azabımızı gördükleri zaman (son pişmanlık anındaki) inanmaları kendilerine fayda vermedi. Allah’ın kulları hakkında süregelen kanunu (bu)dur. İşte kâfirler (o zaman) orada hüsrana uğrayacaklardır.

[1] Bu ve bundan sonraki altı sûre (40-46) bu şekilde başladığı için, bu sûrelerin hepsine birden “Havâmîm” (yedi hâmîmler) denilir.

[2] Her devirde birtakım insanlar, Allah’ın Rabliğinden uzaklaşmış, küfre sapmış, buna karşılık şeytana ve onun yolundakilere uymuşlardır. Bu yüzden Allah’ın buyruklarına ve onlara uymak isteyen mü’minlere karşı hasım kesilmiş ve onlarla mücadele etmişler, Allah’ın da bir hesabı olduğunu düşünmemişlerdir.

[3] “Sübhânallâhi ve bihamdihî” derler (Beydâvî).

[4] Birinci ölüm hali rahimdeki canlanmadan önceki haldir. İkincisi, doğduktan sonraki ölümdür. Birinci dirilme rahimdeki canlanmadır. İkinci diriliş de öldükten sonrakidir.

[5] Dini Allah’a has kılmak; dînin gereğini yerine getirirken onun üzerine nefsin ve dış güçlerin izin verdiği kadarıyla yapabilmek gibi bir gölge düşürmemek, samimi olmak, başka şeyleri gönülden çıkarmaktır. Dinin emirlerini yerine getirmede Allah’ın hâkimiyeti geçerli olmalı ki din Allah’a has kılınmış olsun. [bk. 40/65; 98/5 ve dipnot]

[6] Mukâtil, s. 23.

[7] Bazılarına göre bu mü’min kişi, Firavun’un amcasının oğludur. [bk. 28/20]

[8] Hz. Musa’nın öldürülmesi işini.

[9] Put, Allah’a karşılık önde tutulan, bağlılık gösterilen veya tapılan her şey olabilir, bunu yapanlara da putperest veya müşrik denilir.

[10] Nesefî (Tefsîr), IV, 80-81.

yuksel dedi ki...

[9] Put, Allah’a karşılık önde tutulan, bağlılık gösterilen veya tapılan her şey olabilir, bunu yapanlara da putperest veya müşrik denilir.

[10] Nesefî (Tefsîr), IV, 80-81.

[11] Peygamberlerin istiğfârı hususunda daima, “zenb” kelimesi kullanılır. Bunun mânası, açıkça bir günah ve isyan değildir. Ancak, bu bir yanılma, bir gaflet ve ihmaldir (Nedvî, I, 148). [bk. 47/19; 48/2]

[12] Bu aynı zamanda ümmete bırakılan bir sünnettir ki hem dille hem de fiille yapılır.

[13] “Rahim duvarına asılıp gömülen hücre topluluğu”ndan. [bk. 22/5 ve dipnotu]

[14] Celâleyn.

yuksel dedi ki...

41. Fussilet Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 54 âyettir. Adını üçüncü âyette geçen aynı kelimeden almıştır. Fussılet, “ayrı ayrı açıklanmış” demektir. Bu sûrenin diğer isimleri; Secde, Secde Hâmîmî, Mesâbîh ve Akvât’tır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hâ, Mîm,

2. (Bu Kur’an) Rahmân ve Rahîm (olan Allah) katından indirilmiştir.

3-4. Bilecek (ve anlayacak kâbiliyetteki) bir toplum için hem müjde verici ve (âkıbet hakkında) uyarıcı hem de Arapça bir Kur’an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir Kitab’dır. (Buna rağmen) yine de onların çoğu (Kur’an’dan) yüz çevirmiştir; onlar (hakikati) işitmezler.

5. Dediler ki: “Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz sargılar içindedir (kapalıdır). Kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Sen (dinine göre)[1] amel et, biz de şüphesiz (kendi dinimize göre) amel ederiz.”

6. (Resûlüm!) De ki: “Ben ancak sizin gibi bir insanım. Yalnız bana vahyediliyor ki: Sizin ilâhınız, ancak bir tek ilâhtır. Bu sebeple (hepiniz iman ve itaatle) O’na dosdoğru yönelin ve O’ndan mağfiret dileyin. Vay ‘Allah’a ortak koşan (Allah yerine başka varlıklara bağlanan)ların’ haline!”

7. (İşte) onlar zekâtı vermezler. Âhireti inkâr edenler de onlardır.

8. Hiç şüphesiz, iman edip sâlih (sevâbı olan) amel işleyenlere gelince, onlar için hiç kesilmeyen bir mükâfat vardır. [bk. 95/6]

9. De ki: “Gerçekten (bu) arzı[2] iki günde (veya iki devrede) yaratan (Allah’)a karşı nankörlük ediyor ve O’na eşler mi tanıyorsunuz? İşte O, âlemlerin Rabbidir.”

10. Hem de yeryüzünde (dengeyi sağlamak için) sabit ulu dağlar meydana getirdi, onda bereketler yarattı; orada isteyenler için onun (her mevsime göre çeşit çeşit yetişen) rızıklarını takdir etti. (Bunların hepsi) tam dört gündedir.[3]

yuksel dedi ki...

11. Sonra (iradesi), bir duman (gaz) halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne: “İkiniz de isteseniz de istemeseniz de (bir düzen ve uyum içinde var olup hükmüme) gelin.” buyurdu. Onlar da: “İsteyerek geldik.” dediler. [bk. 21/30-31]

12. Böylece onları yedi kat gök olarak iki günde[4] var etti ve (meleklere) her gökte (kendisine ait) işi vahyetti (bildirdi.) Dünya göğünü (yakın göğü) kandillerle donattık ve (afetlerden) koruduk. İşte bu, üstün ve (her şeyi) hakkıyla bilen (Allah’ın) takdiridir.

13. (Resûlüm! Hâlâ imandan) yüz çevirirlerse, de ki: “Âd ve Semûd (kavimlerin)in yıldırımı gibi (mahvedecek) bir yıldırıma karşı sizi uyardım.”

14. Peygamberler onlara: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.” diye (her fırsatta) önlerinden ve arkalarından geldiği zaman onlar: “Eğer Rabbimiz dileseydi, (bize) melekler indirirdi (oysa siz insansınız). Onun için biz, sizin (bize tebliğ için) gönderildiğiniz şeyleri inkâr ediyoruz.” dediler.

15. Âd (kavmin)e gelince: (Onlar) yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: “Bizden daha güçlü kimdir?” dediler. Onları yaratan Allah’ın, kendilerinden daha kuvvetli olduğunu (hâlâ) görmediler mi? Bizim âyetlerimizi bilerek inkâr ediyorlardı.

16. Bu sebeple onlara, dünya hayatında rezillik (ve perişanlık) azabını tattırmak için uğursuz (saydıkları) günlerde üzerlerine dondurucu bir kasırga gönderdik. Âhiret azabı ise daha rezil rüsva edicidir ve onlara yardım da edilmez (kurtulamazlar).[5]

17. Semûd (kavmin)e gelince: Biz onlara (da) doğru yolu gösterdik, fakat onlar körlüğü, doğru yolu görmeye tercih ettiler. Neticede, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden kepaze (ve perişan) edici azap yıldırımı onları alıverdi.

18. İman eden ve Allah’ın emrine uygun yaşayan/aykırı davranmaktan sakınanları ise kurtardık.

19. Allah’ın düşmanları (mahşer yerinde) ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getiril(inceye kadar orada bekletil)irler.[6]

20. Nihayet oraya geldikleri zaman, (dünyada) yaptıkları şey hakkında kulakları, gözleri ve derileri onların aleyhine şâhitlik edecektir. [krş. 36/65]

yuksel dedi ki...

21. (Onlar) derilerine: “Niçin bizim aleyhimize şâhitlik ettiniz?” diyecekler. (Derileri de): “Her şeyi konuşturan Allah, bizi (de) konuşturdu. Sizi ilk defa yaratan da O’dur. (Şimdi de) yine O’na döndürülüyorsunuz.” derler.

22. “Siz (fenalıkları yaparken, halktan utanıp gizleniyordunuz da) kulaklarınız, gözleriniz ve (cinsel)[7] derilerinizin aleyhinize şâhitlik yapacağını düşünerek (sakınıp) gizlenmiyordunuz. Aksine yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sandınız.” [bk. 36/65]

23. “İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu (kötü) zandır ki sizi helak etti. Bu yüzden ziyana uğrayanlardan oldunuz.”

24. Şimdi dayanabilirlerse; artık ateş, onlara meskendir. (Özür dileyip Rablerinden) hoşnutluk isteseler bile[8] artık, özür (ve istek)leri kabul edilecek değildir.

25. Biz onlara (kendi isteklerine göre) birtakım yardakçılar katarız, onlar da onlara, hem önlerindeki (dünya zevklerine dalma)larını, hem de arkalarındaki (âhiretin inkârı)nı süslü gösterirler. Bu yüzden, kendilerinden önce, cin ve insanlardan gelip geçmiş ümmetler arasında (gerçekten azaba dair) söz onlara da hak oldu. Çünkü onlar (Allah’ın emirlerinden saptıkları için) böylece ziyana uğrayanlardan olmuşlardır.

26. Küfre sapanlar/inkâr edenler: “Bu Kur’an’ı (okunurken) dinlemeyin ve ona karşı gürültü (ve şamata) yapın. Belki böylece üstün geli(p duyulmasını engelle)rsiniz.” dediler.

(O günkü müşrikler, inkârcılar, münâfıklar Kur’an okunurken, ondaki emir ve hikmetleri duyurmamak ve ilâhî tebliğin sesini boğmak ve bazı suçlayıcı söylemlerle gündem oluşturmak için şamata yapıyorlardı. Bugün de küfür âlemi ve yandaşları emperyalist metotla müslümanları çeşitli oyun ve eğlenceye daldırmak, gürültüler içinde boğmak, böylece Kur’ an’a ve hükümlerine karşı duyarsız ve duygusuz hâle getirmek ve Kur’an’ı, hayatın dışına çıkarmak için çaba harcamaktadırlar. Özellikle kendi yörüngelerine giren kadrolarla halkı müslüman olan memleketlerde işleri daha da kolaylaşmaktadır. Buna karşı müslümanlar, sahâbîler gibi yollarına yılmadan devam etmelidir.)

27. İşte (biz de) o inkâr edenlere/kâfirlik yapanlara elbette şiddetli bir azabı tattıracağız ve elbette onları, yapmakta olduklarının en kötüsü ile cezalandıracağız.

28. İşte, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi inkâr etmelerine karşılık olarak, o (ateş) onlar için ebedî kalma yurdudur.

29. O (Allah’tan gelenleri örtbas edip de) küfre sapanlar (cehennemde): “Ey Rabbimiz! Cin

yuksel dedi ki...

29. O (Allah’tan gelenleri örtbas edip de) küfre sapanlar (cehennemde): “Ey Rabbimiz! Cin ve insanlardan bizi saptıranları bize göster, onları ayaklarımız altına alalım da en aşağılıklardan olsunlar!” derler. [krş. 2/165-167]

30. (Ey mü’minler!) Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de sonra (kulluk görevlerinde ve işlerinde) istikamet üzere (dosdoğru) olanlar[9] var ya, onların üzerlerine (ölümleri anında) melekler inerler de: “(İlerisi için) korkmayın, (bıraktığınız evlat ve ailenizden de) endişe etmeyin, size söz verilen cennetle sevinip neşelenin.” derler.

31-32. “Biz dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan, çok merhamet eden (Allah’)tan bir ağırlama olarak canınızın çektiği şeyler orada sizindir ve orada sizin için (her) istediğiniz şey vardır.” (derler.)

33. (İnsanları ibadet ve itaat için) Allah’a çağıran, sâlih (sevaplı) ‘iş ve hareket’ yapan ve “şüphesiz ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü (olan) kimdir?[10]

34. İyilik(ler) de eşit değildir, kötülük(ler) de.[11] Sen (kötülüğü) en güzel olan (hareket)le sav. O zaman (görürsün ki) seninle kendisi arasında bir düşmanlık olan kimse, sanki yakın/candan bir dost (oluvermiş)tir. [krş. 26/101]

35. Bu (kötülüğü iyilikle önleme özelliği)ne, ancak sabredenler kavuşturulur. Ayrıca, buna, (sevaptan) büyük pay sahibi olandan başkası da kavuşturulmaz.

36. Eğer şeytandan bir fitnelik (ve vesvese) seni dürter (de iyi halden uzaklaştırır)sa hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işiten ve bilendir. [bk. 7/200; 23/97-98]

37. Gece, gündüz, güneş ve ay (hepsi) O’nun (birliğinin ve kudretinin) alametlerindendir. Eğer sadece O’na ibadet ediyorsanız, ne güneşe, ne aya secde edin. Ancak ve ancak onları yaratan Allah’a secde edin.[12]

38. Eğer (secdeyi) kibirlerine yediremezlerse (kendi aleyhlerinedir, bilsinler ki) Rabbinin huzurundaki (melek)ler, zaten gece gündüz hiç usanmaksızın O’nu tesbih etmektedirler.

39. O’nun (kudretinin) alamet (işaret)lerinden (biri de şu)dur: Sen yeri boynu bükülmüş (kupkuru) olarak görürsün, oysa, biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer ve kabarır. Ona can veren (Allah), elbette ölüleri de diriltir. Çünkü O, her şeye kâdirdir.

yuksel dedi ki...

kabarır. Ona can veren (Allah), elbette ölüleri de diriltir. Çünkü O, her şeye kâdirdir.

40. Âyetlerimiz hakkında sapıklık eden/batıla sapanlar[13] şüphesiz bize gizli kalmazlar. O şekilde ateşe atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü (azaptan) emin bir şekilde gelen mi? Artık dilediğinizi yapın (ne yaparsanız kendinize yapmış olursunuz). Şüphesiz ki O, (bütün) yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

41-42. Onlar, Kur’an kendilerine geldiği zaman, nankörlük etmişler/küfre sapmışlardır (dolayısıyla azaptan kurtulamayacaklardır). Halbuki o, cidden eşsiz bir kitaptır. Artık ne önünden, ne de arkasından (hiçbir şekilde) batıl ona yaklaşamaz (ve onu bozamaz).[14] O (Kur’an), hüküm ve hikmet sahibi, her türlü övgüye (hamde) layık olan (Allah) katından indirilmedir.

43. (Resûlüm!) Sana, senden önceki peygamberlere söylenen (söz)lerden başkası söylenmiyor. Şüphesiz senin Rabbin, hem mağfiret sahibi hem de çok acı veren bir azap sahibidir.

44. Eğer biz onu, yabancı bir (dilde) Kur’an yapsaydık, mutlaka: “Âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Arab’a, yabancı (dilden bir kitap olacak şey) mi?” diyeceklerdi. (Onlara) de ki: “O (Kur’an) inananlar için doğru yolu gösteren bir rehber ve şifadır. İnanmayanların ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an) onlarda bir körlük meydana getirmekte (onu görememekteler). Onlar, (sanki) uzak bir yerden çağırılıyorlar (gibi duymuyorlar/anlamıyorlar).” [bk. 17/82; 26/198-199]

45. Andolsun ki Musa’ya Kitab’ı verdik, onda da (inanmada ve tamamını alıp almamada) ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinden (azabın ertelenmesine ait) bir söz geçmemiş olsaydı, aralarında elbette iş bitirilirdi. Doğrusu onlar, bu (Kur’an’)dan da kaygılı bir şüphe içindedirler.

46. Kim sâlih (sevâbı olan) bir iş yaparsa, kendi (fayda)sınadır. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. (Yoksa) Rabbin kullara hiç(bir şekilde) zulmedici değildir.

47. (Kıyamet) saatin(in) bilgisi(ni kimse bilmez), ancak O’na havale edilir; O’nun bilgisi olmaksızın meyvelerden hiçbiri tomurcuklarından çıkmaz. Hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. O (Allah), onlara (yani kendinin Rabliğine karşı başkalarına bağlanmakla ortak koşanlara): “Nerede ortaklarım?” diye seslendiği gün: “(Yâ Rabbi!) Sana arz ederiz ki bizden (buna) hiçbir şâhit yoktur.” diyecekler.[15] [bk. 6/59; 13/8; 35/11; 79/42-44]

48. Önceden yalvardıkları/tapındıkları onlardan uzaklaşıp kaybolacak ve kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlayacaklar. [krş. 2/165]

yuksel dedi ki...

49. İnsan (Allah’tan) hayır (mal-mülk vs.) istemekten usanmaz (her şeyinin olmasını ister). Ancak kendisine bir kötülük (bir sıkıntı) dokunursa, hemen karamsar olur, (Allah’ın rahmetinden) ümidi keser.

50. Andolsun ki başına gelen bir felaket, bir sıkıntıdan sonra, ona tarafımızdan bir rahmet (ve refah) tattırırsak: “Mutlaka bu benim hakkımdır. (Ben) kıyametin kopacağını (filan) da sanmıyorum. Andolsun ki eğer (o müslümanların dediği gibi kopsa da) Rabbime döndürülsem bile, hiç şüphesiz benim için O’nun yanında elbet daha güzeli vardır.” der. Fakat Andolsun ki inkâr edenlere yaptıklarını kesinlikle haber vereceğiz ve mutlaka, onlara en ağır azabı tattıracağız.

51. İnsana nimet verdiğimiz zaman, (buna rağmen şükürden, ibadet ve itaatten) yüz çevirir, büyüklük taslayıp uzaklaşırlar. Kendisine bir şer dokunduğu zaman da artık o, uzun uzun yakarır durur. [krş. 10/12; 11/9-11; 17/83]

52. (Resûlüm!) De ki: “Söyleyin bana eğer o (Kur’an) Allah katından ise ve ardından siz de onu inkâr etmişseniz, (böyle haktan) uzak bir ayrılığa düşen o kimseden daha sapık kim olabilir?”

53. İleride onlara, gerek ufuklarda (dünya ülkelerinde/dış dünyalarında), gerek kendi içlerinde (ve iç dünyalarında) âyetlerimizi göstereceğiz. Nihayet o (Kur’an’)ın hak olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Rabbinin her şeye hakkıyla şâhit olması kâfî değil mi?

54. Dikkat et, onlar Rablerine kavuşmaktan şüphe içindedirler. Bilesin ki O (Allah, ilim ve kudretiyle)[16] her şeyi kuşatmıştır.

[1] Celâleyn.

[2] Semadan ayrılması ve yer olarak teşekkülü (Elmalılı, V, 4189).

[3] Müfessirler “dört gün”e dört vakit demişlerdir. [krş. 32/4]

[4] Müddetini Allah’ın bildiği iki günde veya iki devirde. Böylece yeryüzü ve gökyüzü altı günde yaratılmıştır.

[5] Âd kavmi Yemen taraflarında olup yedi gün sekiz gece süren kemer fırtınasıyla helak olmuştur (bk. 54/19; 69/6-8). Son zamanlarda uydudan alınan görüntüler sayesinde, o civarda kumlar altında bir şehrin olduğu tespit edilmiştir.

[6] Sâbûnî (Safve), III, 120; Elmalılı, V, 4196; Derviş, s. 204.

yuksel dedi ki...

[7] İbni Abbas böyle tefsir etmiştir. Çünkü Allahu Teâlâ haya sahibi olduğundan bu ifadeyi kullanmıştır (Bursevi, I, 430).

[8] Yahut, “İyi amelle hoşnutluk kazanmak için dünyaya tekrar dönmek isteseler de”.

[9] Hz. Ebû Bekir’in inandığı gibi. Âyette geçtiği üzere eğer Rab, ancak Allah olur, Allah’ın emir ve hâkimiyetinin önüne geçen rab taslakları reddedilirse tevhid olur, aksi şirk olur. Peygamberimiz, “Bir kulun kalbi istikamet üzere olmadıkça imanı da istikamette olmaz…” buyurmuştur (Müsned, III, 198). [krş. 1/4; 6/102; 9/31; 46/13]

[10] İslâm’ın kendisine izzet ve şeref verdiği kimsenin “ben müslümanım” demesi kâfîdir. Çünkü İslâm, Allah’ın eksiksiz olarak gönderdiği dinin/sistemin adı, müslüman da ona teslim olan ve onunla şereflenenlerin adıdır. Demek oluyor ki müslümanı tanıtan en güzel ve en önce söylenecek söz Kur’an’a göre “ben müslümanım” demektir. Önüne getirilen başka bir isimle isimlenmeye asla gerek yoktur.

[11] İyilik ve kötülük zaten bir değildir. Bu âyette de iyilik ve kötülüğün kendi aralarında çeşitleri ve dereceleri olduğuna işaret edilmektedir (Celâleyn; Elmalılı, V, 4206).

[12] Secde kelimesi her ne kadar 37. âyette geçiyor ise de 38. âyetin sonunda secde yapılması daha uygun görülmüştür. Fakat İmam Şâfiî 37. âyeti esas alır. [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]

[13] İnkâr edenler büyüklük taslayıp onları beğenmeyenler, hükümlerinin artık geçersizliğini söyleyenler.

[14] Güneş ışığı, üflemekle veya bağırıp çağırmakla söndürülmez.

[15] Geleceğe yönelik hükümler ihtiva ettiği için mâzî fiiller gelecek zaman olarak tercüme edilmiştir.

[16] İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 268; Beydâvî.

yuksel dedi ki...

42. Şûrâ Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 53 âyettir. Adını 38. âyette geçen “işleri aralarında danışma iledir” anlamındaki “şûrâ” ibaresinden almıştır. 23, 24, 25 ve 27. âyetleri Medine döneminde inmiştir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hâ, Mîm.

2. Ayn, Sîn, Kâf.

3. (Resûlüm!) Mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah, sana ve senden öncekilere işte şöyle vahyeder:

4. Göklerde olanların da, yerde olanların da hepsi ancak O’nundur. O, pek yücedir, çok büyüktür.

5. Neredeyse gökler (Allah’ın heybetinden) tâ üstlerinden yarılacak! Melekler, Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yerdeki (mü’min)ler için mağfiret dilerler. Haberiniz olsun ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 40/7-9]

6. O’ndan başka (birtakım ilâh ve tâğûtları) velîler/dostlar edinenler var ya, Allah onları(n hallerini) gözetlemektedir. (Resûlüm!) Sen, onlar üzerinde bir vekil değilsin (yalnız uyarıcısın).

7. (Resûlüm!) Biz sana işte bu şekilde Arapça bir Kur’an vahyettik ki (bütün) şehirlerin anası (merkezi olan Mekke şehri sakinleri)ni ve etrafında bulunan (dünyadaki insan)ları uyarasın ve (onları) hakkında hiç şüphe olmayan o toplanma günü(nün dehşeti)ne karşı korkutasın. (O gün toplananlardan) bir kısmı cennette, bir kısmı da çılgın alevdedir.

8. Eğer Allah dileseydi, onları bir tek ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini/dileyeni (niyet ve amellerine göre) rahmetine sokar. Zalimlerin ise ne bir dostu ne de bir yardımcısı vardır.

9. Yoksa O’nu bırakıp başkasını mı velî (dost ve yardımcı)lar edindiler. Oysa asıl (ve hakiki) “dost ve yardımcı” Allah’tır. Ölüleri O diriltir. O, her şeye hakkıyla kâdirdir

yuksel dedi ki...

10. Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şey hakkında onun hükmü/çözümü Allah’(ın buyruğun)a[1] göredir. İşte O Allah, benim Rabbimdir. O’na dayanıp güvendim ve ancak O’na yönelirim.

11. (O) gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size de kendinizden eşler, hayvanlara da (kendilerinden) eşler yarattı. Bu (nizam içinde) sizin neslinizi devam ettiriyor. Hiçbir şey O’nun benzeri değildir. O, hakkıyla işitendir, görendir.

12. Göklerin ve yerin (hazinelerinin)[2] anahtarları yalnız O’nundur. (O,) rızkı dilediğine yayar (genişletir), dilediğine de kısar. Çünkü O, her şeyi hakkıyla bilendir.

13. (Allah) Nuh’a dinden buyurduğu şeyleri, size (de aynen) şeriat (din ve umûmî kanun) yaptı.[3] Gerek sana vahyettiğimiz, gerek İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimiz şey: Dini dosdoğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemenizdir.[4] Fakat müşrikleri davet ettiğin şey (yani tevhid), onlara ağır geldi. Allah (niyet ve amellerine göre) dilediğini bu (tevhid dini)ne seçer ve (kendisine itaatle) yöneleni de buna eriştirir.

14. Onlar (Ehl-i Kitab ve diğerleri) ancak kendilerine (Allah’ın kitapları) bilgi geldikten sonra, aralarındaki dikbaşlılık/çekememezlik yüzünden (dinde) ayrılığa düştüler. Eğer belli bir vakte kadar (azaplarının ertelenmesine dair) Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, aralarında elbet hüküm verilir, (işleri bitirilir)di. Arkalarından Kitab’a mirasçı kılınanlar da onun hakkında endişe dolu bir şüphe içindedirler. [krş. 41/45]

15. (Resûlüm!) İşte bunun için sen, (onları tevhid dinine) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların arzularına uyma ve de ki: “Ben Allah’ın indirdiği her Kitab’a inandım ve bana aranızda âdil davranmam emredildi. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de size aittir. Bizimle sizin aranızda artık hiçbir tartışma (konusu) yoktur. Allah (kıyamette) hepimizi bir araya toplayacaktır. Zaten dönüş ancak O’nadır.” [bk. 5/49; 10/41; 23/71; 38/26]

16. (İnsanlar tarafından)[5] kabul edildikten sonra, Allah (ve son dini) hakkında (hâlâ saptırmak için) tartışanlar var ya, onların delilleri, Rableri yanında boştur. Onların üzerine hem bir gazap vardır, hem de şiddetli bir azap onlar içindir.

yuksel dedi ki...

34. Yahut onları (o gemilere binenleri, çıkaracağı fırtınalarla) kazandıkları (günahlar) yüzünden helak eder. (O,) yine de bir çoğunu affeder (kurtarır).

35. Âyetlerimiz hakkında tartışanlar bilsin(ler) ki kendileri için kaçacak hiçbir yer yoktur.

36. Size verilen ne varsa, dünya hayatının (geçici) menfaat(ler)idir. Allah yanında bulunan (mükâfat)lar daha hayırlı ve daha devamlıdır.[12] (Bu da) iman eden ve Rablerine güvenip dayananlar içindir.

37. (Onlar) büyük günahlardan, hayasızlık (ve çirkin işler)den kaçınırlar; kızdıkları zaman (da onlar) bağışlarlar. [bk. 3/134]

38. (Onlar) Rableri(nin çağrısı)na gelirler, namazı dosdoğru kılarlar. İşleri aralarında danışma iledir. (Onlar) kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de (Allah için) harcarlar.

(Bu âyet-i kerîme müslümanların mühim işlerinde şûrâ usulüne başvurmaları gerektiğine, İslâm idare şeklinin ise kendi aralarında ehliyet ve takvâ sahibi kimselerden seçecekleri şûrânın kararlarıyla olması lazım geldiğine delil teşkil etmektedir.)

39. Onlar, bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman yardımlaşıp kendilerini savunur (zulme baş eğmez)ler.

(Âyet-i kerîmede görüldüğü gibi, hangi şekliyle olursa olsun zulme elbirliği ile karşı konulur. Çünkü zulme göz yummak caiz değildir. Bu durum, zalimin zulmüne, günah ve azabına ortak olmaktır. Hz. Ömer’in adaleti gibi bir adalet isteyenler O’nun halkı gibi bir halk olmalıdır.) [krş. 11/113]

40. Kötülüğün karşılığı, onun dengi bir kötülüktür. Kim de affeder, barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zulmedenleri sevmez. [bk. 16/126]

41. Kim de zulme/haksızlığa uğradıktan sonra o (hasmı)ndan aynı şekilde öcünü/hakkını alırsa, işte bunlar aleyhine olacak bir yol (hiçbir sorumluluk) yoktur.

yuksel dedi ki...

42. Ancak sorumluluk ve ceza insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere saldıranlaradır. İşte, onlar için acıklı bir azap vardır. [bk. 5/33-34]

43. (Fakat) kim de sabreder ve (kötülüğü) bağışlarsa, şüphesiz bu, azmedilip yapılmaya değer, (hayırlı) işlerdendir.

44. Allah kimi (bulunduğu) sapıklıkta bırakırsa, artık bundan sonra onun için hiçbir dost (ve yardımcı) yoktur. O zalimlerin, azabı gördükleri zaman: “Geri dönmeye bir yol var mı?” dediklerini görürsün. [bk. 6/27; 7/53; 14/44; 32/12; 63/10-11]

45. Yine onların, o (cehennem ateşi)nin karşısına getirildiklerini, aşağılık bir halde boyunlarını bükerek göz ucuyla gizli gizli bakmakta olduklarını görürsün. İman edenler de (onlara): “Gerçek ziyana uğrayanlar (dünyadaki İslâm dışı yaşayışları sebebiyle) kıyamet günü kendilerini de, (bütün) ailelerini de ziyana uğratanlardır.” diyeceklerdir. Haberiniz olsun ki zalimler hiç şüphesiz devamlı bir azap içindedirler. [krş. 2/165-167]

46. Onların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah kimi (bulunduğu) sapıklıkta bırakırsa, artık ona hiçbir (kurtuluş) yol(u) yoktur.

47. Allah tarafından geri çevrilmesi (mümkün) olmayan gün gelmeden önce, Rabbiniz(in çağrısın)a uyun. O gün sizin için ne sığınılacak bir yer ne de (günahlarınızı) inkâr(a imkân) vardır.

48. (Resûlüm!) Eğer (imandan) yüz çevirirlerse (üzülme), biz seni onların üzerine bir bekçi göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğ etmektir. Doğrusu biz insana, tarafımızdan bir rahmet (bir refah) tattırdığımız zaman onunla sevinir. Eğer kendi işledikleri (günahlar) yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, artık o insan hemen (önceki nimeti unutan) bir nankör olur. [bk. 2/272; 13/40; 70/20-21]

49. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) yalnız Allah’ındır. (O) dilediğini yaratır. Dilediğine kız (çocuk)lar bağışlar, dilediğine de erkek (çocuk)lar bağışlar.

yuksel dedi ki...

50. Yahut (dilediğine) çift olarak hem erkek, hem de kız evlatlar verir. Dilediğini de kısır bırakır. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, (her şeye) kâdirdir.

51. Allah’ın bir insanla konuşması, (yüz yüze değil) ancak (ya rüyada veya kalbe ilham şeklindeki)[13] bir vahiyle, yahut bir perde arkasından[14] yahut bir elçi (melek) gönderip izniyle dilediğini vahyetmesi ile olur. Şüphesiz O, çok yücedir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.

52. (Resûlüm!) İşte biz sana böylece, emrimizden bir ruh (yani kalplere can veren Kur’an’ı)[15] vahyettik. Sen (bundan önce) Kitab nedir, iman(ın esasları) nedir bilmezdin. Fakat biz onu (Kitab’ı) bir nur yaptık; kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştiririz. Şüphesiz ki sen de, elbette doğru yolu gösteriyor (rehber oluyor)sun.

53. (O yol,) göklerde olan ve yerde olan şeylerin sahibi Allah’ın yoludur. Dikkat edin (bütün) işler, ancak Allah’a dönüp varır.

[1] Fîrûzâbâdî, s. 300; Mehmet Vehbi, XIII, 5111. [bk. 4/53-60, 65]

[2] Celâleyn.

[3] Nuh (as.), kendisine şeriat gelen peygamberlerin ilkidir (Celâleyn). [Resûlullah’a gelen şeriat için bk. 45/18]

[4] Bunlar ilâhî dinlerin esasını teşkil etmektedir.

[5] Meraği, XXV, 30.

[6] Âyetteki “hars” (ekin) kelimesine bu anlam verilmiştir (Mukâtil, s. 179).

[7] Âyet-i kerîmede hem müjde hem büyük bir ihtar vardır.

[8] Demek ki Allah’ın koyduğu hükümleri beğenmeyip onlara aykırı hükümleri koymakta kendini meşru/yetkili saymak Allah’a ortaklık etmektir. 9/31. âyette ise bunları istekle kabul edenlerin durumu bildirilmektedir. [bk. 1/4; 2/256; 4/60; 16/36; 33/36; 43/18]

yuksel dedi ki...

43. Zuhruf Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 89 âyettir. 45. âyeti Medine döneminde inmiştir. Zuhruf, “altın ve mücevherler” anlamındadır. 35. âyetinde Allah’ın insana bunlarla değil, kalbindeki meziyetlere göre değer verdiği anlatılmakta ve sûre bu adla anılmaktadır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hâ, Mîm.

2. Apaçık (ve gerçeği gösteren) Kitab’a yemin ederim ki!

3. Şüphesiz biz onu, düşünüp akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an yaptık. [bk. 26/195]

4. Şüphesiz o, katımızda bulunan Ana Kitab (Levh-i Mahfûz)’dadır. Çok yücedir, çok hikmetlidir. [bk. 56/77-78]

5. Siz haddi aşan bir kavim oldunuz diye, o zikri (Kur’an’ı) siz(e göndermek)ten vaz mı geçelim?

6. Halbuki biz, evvelki (ümmet)ler içinden de nice peygamber(ler) gönderdik.

7. Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.

8. Bu yüzden biz, kuvvetçe onlardan daha güçlü olan (nice kavm)i helak ettik. Öncekilerin misali (birçok yerde) geçti.

9. (Allah’a) andolsun ki onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” (diye) sorsan elbette: “Onları, her şeye galip, her şeyi bilen (Allah) yarattı.” derler.

10. O (Allah) ki yeri sizin için bir beşik kıldı ve doğru gidesiniz diye onda yollar (ve geçitler) var etti.

11. O (Allah) ki gökten, suyu bir ölçüye göre indirmiştir. (İndirdiğimiz) bu su ile ölü bir memlekete can verdik. İşte siz de böylece (diriltilip) çıkarılacaksınız.

12. O (Allah) ki bütün çift (ve çeşit)leri yaratmış, (denizde) gemilerden, (karada) hayvanlardan binekler var etmiştir.

yuksel dedi ki...

13. Ta ki (üzerlerine ve) sırtlarına yerleşesiniz, sonra üzerlerine (binip) yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini düşünesiniz ve diyesiniz ki: “Bunu, bizim hizmetimize veren (Allah’)ın şânı pek yücedir. Yoksa biz bun(lar)a güç yetiremezdik.”[1] [bk. 16/7; 23/21-22; 40/79-81]

14. “Ve elbette biz Rabbimize dön(üp gid)eceğiz.”

15. (Her şeyi yaratan Allah olduğu halde yarattığı) kullarından bazısını O’nun bir parçası saydılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür (küfür ve şirk içindedir).

(Yahudiler Hz. Üzeyr’i, hıristiyanlar Hz. İsa’yı “Allah’ın oğlu” müşrikler de melekleri “Allah’ın kızları” saymak suretiyle Allah’a şirk koştular.)

16. Yoksa O, yarattıklarından kızları kendisine alıp oğulları size mi ayırıp seçti?

17. Onların biri: “Kızlar, Rahmân (olan Allah)’a aittir.” dediği halde kendisi ise onun (doğumu) ile müjdelendiği zaman, yüzü kapkara olur ve kederinden yutkunup durur.

18. Onlar, kızları süs içinde yetiştiği ve kavga (ve mücadele)ye açık (müsait) olmadığı için mi (istemiyorlar da Allah’a nisbet ediyorlar, “O’nun olsun” diyorlar?)

(Müşrikler, melekleri dişi kabul edip Allah’ın kızları diyorlar, putlarına da dişi ismi veriyorlardı, buna rağmen, “Kızlar, erkek gibi güçlü olmaz.” diyerek kız çocuk istemiyorlardı. Fakat bu istememenin arkasındaki önemli sebeplerden biri de, onların iffetsiz bir ortama malzeme olmaları korkusuydu. İslâm’ın gelmesiyle kızlar, hem iffetsizlikten sokak süsü ve zevk aracı olmaktan hem de küçükken öldürülmekten kurtuldular.)

19. Onlar Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Yoksa onların yaratılışlarında hazır mı bulundular? Onların (bu yalan) ikrar ve iddiaları yazılacak ve sorguya çekileceklerdir. [krş. 16/57-58; 53/21-22; 17/40]

20. “Eğer Rahmân dileseydi (onları putlaştırıp) onlara tapmazdık.” derler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece (inatlarından) yalan söylüyorlar.

21. Yoksa kendilerine bundan önce (iddialarını içine alan) bir kitap verdik de şimdi onlar buna mı tutunmaktadırlar?

22. Hayır! “Doğrusu biz babalarımızı bir din (bir yol) üzerinde bulduk, biz de onların izlerinde doğruya erişiriz.” dediler.

(Halbuki yüce Allah son Peygamber’i Hz. Muhammed (sas.) ile gönderdiği İslâm’dan başka

yuksel dedi ki...

(Halbuki yüce Allah son Peygamber’i Hz. Muhammed (sas.) ile gönderdiği İslâm’dan başka bir din (yol ve sistem) aramanın kabul edilmediğini, arayanların da hüsrana uğrayacağını aynı zamanda Allah’ın sıfatlarını başka varlıklara vermenin şirk olduğunu bildirmiştir.) [krş. 2/138; 3/83, 85; 5/50]

23. İşte böyle, senden önce (kendilerini batıl kuruntularla aldatan) hangi memlekete (inanmayanların âkıbetlerinin fecaatı hakkında) uyarıcı (bir peygamber) göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklıları (ona itaat etmeyip sana dedikleri gibi): “Biz babalarımızı bir din (ve bir yol) üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uymuş kimseleriz.” dediler.

24. (Her peygamber:) “Ben size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz (din ve yaşayış)tan daha doğrusunu getirmişsem de mi (yine onlara uyacaksınız)?” dedi. (Onlar da:) “Doğrusu biz, sizinle gönderilen (din)i tanımıyoruz.” dediler.

25. Bunun üzerine, biz de onlardan intikam aldık. İşte bak, yalan sayanların sonu nasıl oldu!

26-27. Bir zaman İbrahim de, babasına ve kavmine demişti ki: “Doğrusu ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Sadece, beni yaratan (Allah’)a (ibadet ederim). Çünkü O, beni doğru yola eriştirecektir.”

28. (İbrahim) bunu (“ancak beni yaratana ibadet ederim” cümlesini) kendisinden sonra(kiler arasında) daima kalacak bir söz yaptı. Tâ ki (insanlar, hak dine) dönsünler.

29. Doğrusu ben, bunları da, babalarını da kendilerine hak (Kitab) ve (onu) açıklayan bir peygamber gelinceye kadar faydalandırıp yaşattım.

30. (Ancak şimdi) kendilerine hak (Kur’an) geldiği zaman: “Bu bir sihirdir, doğrusu biz onu inkâr ediyoruz.” dediler.

31. Yine (onlar): “Bu Kur’an, iki memleketten (Mekke ve Tâif’den) bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler.

yuksel dedi ki...

32. Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimlerini biz taksim ettik. Bir kısmı diğer bir kısmını işçi edinsin (ve bir anlaşma ile birleşip birbirlerine işlerini gördürsün)[2] diye birtakım derecelerle kimini, kiminin üstüne yükselttik. Rabbinin rahmeti, onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.

33. Eğer insanların, (kâfirlerin zenginliğinden dolayı onlara imrenip de onlarla kaynaşarak onlar gibi ve onlarla yaşayan birleşik) bir tek ümmet/millet haline gelme (tehlike)si olmasaydı, Rahmân (olan Allah)’ı inkâr edenler için evlerine gümüşten tavan ve üzerine binip çıkacakları (gümüşten) merdivenler yapardık.

(Bu âyet-i kerîmede müslüman toplumların, Ehl-i Kitab’ın zenginlik ve refahına imrenip onlarla bir ümmet/millet haline gelip de sosyal ve kültürel yönden kimliklerini kaybetmemeleri için önemli bir mesaj vardır.)

34-35. Yine (onların) evlerine de (gümüş) kapılar ve üzerine yaslanacakları (gümüş) koltuklar (yapar) ve (onları) nice ziynet(ler)le (donatırdık). Bunların hepsi, dünya hayatının geçici faydasından başkası değildir. Âhiret (saadeti) ise Rabbinin katında muttakîlere (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan, aykırı davranmaktan sakınanlara) mahsustur.

36. Kim de Rahmân (olan Allah)’ın zikri (Kur’an’ı ve hükümleri)ni görmezlikten gelirse, biz de ona bir şeytanı musallat ederiz ki artık o, onun (ayrılmaz) arkadaşı olur.

37. Şüphesiz bu (şeytan)lar, onları yoldan çevirirler, onlar da kendilerinin doğru yola erişmiş olduklarını sanırlar.

38. Nihayet (arkadaşı yüzünden yoldan çıkan o kimse), bize geldiği zaman (o arkadaşına): “Keşke benimle senin aranda iki doğunun (yani doğu ile batının)[3] uzaklığı kadar, uzaklık olsaydı: Meğer sen, ne kötü arkadaş (imişsin!)” diyecek. [bk. 18/103-104; 55/17]

(Şeytanın insan ve cinlerden olan tâifesi, kendini yandaş edinenleri, Allah’ın emirlerini yerine getirmeye değil, O’nun yasakladıklarına yöneltir, günah işlemeye teşvik eder ve kötü işleri cazip gösterir.)

yuksel dedi ki...

39. Bugün (yakınmanız) asla size fayda vermeyecek. Çünkü (dünyada sapıp) zulmettiniz. Şüphesiz siz, azapta da ortaklarsınız (denilecek).

40. (Resûlüm!) Artık o sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut o körleri ve apaçık bir sapıklıkta olanları sen mi doğru yola eriştireceksin?

41. (Ey Resûlüm!) Biz seni (dünyadan alıp) götürsek bile, onlardan mutlaka yine intikam alacağız.

42. Yahut onlara vaadettiğimiz (azab)ı (dünyada) sana da gösteririz. Çünkü bizim onlara karşı gücümüz yeter.

43. (Resûlüm!) O halde sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Muhakkak ki sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.

44. Şüphe yok o (Kur’an), senin için de, ümmetin için de bir öğüttür. İleride (hepiniz, ona uyup uymadığınızdan) sorulacaksınız.

45. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz(in ümmet ve âlimlerin)den sor: Rahmân (olan Allah)’tan başka ibadet edilecek ilâhlar var etmiş (onlara tapının/kulluk edin demiş) miyiz?

46. Andolsun ki biz, Musa’yı, âyet (ve mucize)lerimizle Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik de (onlara): “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim (bana iman edin).” dedi.

47. (Bir de) onlara, âyet (ve mucize)lerimizi getirince, hemen bunlara gülüştüler.

48. Onlara gösterdiğimiz her bir âyet (mucize), diğerinden daha büyüktü. Belki (inkârdan) dönerler diye de onları (türlü) azaba tâbi tuttuk. [bk. 7/133-136; 17/101]

49. (Onlar başlarına gelen felaketleri görünce, Musa’ya:) “Ey sihirbaz! Rabbine bizim (bu azaptan kurtulmamız) için sana olan ahdine göre dua et. O zaman biz (iman edip) hidayete ereceğiz.” dediler.

50. Fakat biz (duasını kabul edip) onlardan azabı kaldırınca, hemen onlar verdikleri sözden cayıverdiler.

51. (Çünkü) Firavun, kavminin içinde bağırıp dedi ki: “Ey kavmim! Mısır’ın hükümdarlığı benim değil mi? Bu nehirler, (sarayımda) altımdan akmıyor mu? Hâlâ (büyüklüğümü) görmüyor musunuz?”

yuksel dedi ki...

52. “Yoksa ben, şu zavallı, (maksadına dair) sözü neredeyse açıklayamayacak (durumda) olan (Musa’)dan daha iyi değil miyim?”

53-54. “(Eğer dediği doğru ise, gökten) üstüne altın bilezikler atılmalı ve beraberinde birbiri ardınca (onu tasdik eden ve ona yardım eden) melekler gelmeli değil miydi, (yoksa böyle birine inanılır mı? Beyinsiz mi siniz?!)” diyerek, kavmini küçümsedi (ve suçladı), onlar da kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış (fâsık) bir kavim idiler. [bk. 28/38]

55. Nihayet, onlar bizi kızdırınca, kendilerinden intikam aldık ve onları toptan (suda) boğduk.

56. Böylece onları, sonradan gelenler için (ibretlik) bir geçmiş ve misal yaptık. [bk. 10/92; 43/55-56]

57. (Resûlüm!) Meryemoğlu (İsa) bir misal olarak anlatılınca, hemen kavmi(nden melekler Allah’ın kızları diye inanan müşrikler) gürültü (yaygara) çıkarmaya başladılar:

58. “Bizim ilâhlarımız mı hayırlı yoksa o (İsa) mı?” dediler. Bunu sana sırf bir tartışma olsun diye misal verdiler. Doğrusu onlar kavgacı (ve düşman) bir kavimdir.

59. O (İsa), hem kendisine nimet verdiğimiz, hem de İsrâiloğulları’na onu, (babasız doğuşuyla ibret verici) bir misal yaptığımız bir kuldan başkası değildir.

60. Eğer dileseydik, size karşılık yeryüzünde, sizden sonra yerinizi tutacak melekler yaratırdık.[4]

61. Şüphesiz o,[5] kıyamet için bir bilgidir. O (kıyamet günü)nden asla şüphe etmeyin ve bana (şeriatıma) uyun. İşte bu, dosdoğru bir yoldur.

62. Şeytan sizi (İslâm’a uymaktan) sakın ha alıkoymasın! Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

63. İsa apaçık delillerle geldiği zaman demişti ki: “Ben size hikmeti (İncil’i) getirdim ve (din) hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerin bazısını size açıklamak için (geldim). Allah’tan korkun ve bana itaat edin!”

64. “Şüphesiz Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. (Hepiniz) O’na (ibadet ve itaatle) kulluk edin, (zaten) doğru yol da budur.” [bk. 6/102; 9/31; 46/13 ve dipnotu]

yuksel dedi ki...

65. Sonra (yahudi ve hıristiyan) gruplar (İsa hakkında) aralarında ayrılığa düştüler. Artık, acıklı bir günün azabından o zulmedenlerin vay haline! [bk. 7/159; 19/37]

66. Onlar, farkında bile değillerken ansızın kendilerine kıyametin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?!

67. (Günah ve küfürde can ciğer) dostlar, o gün birbirlerine düşman kesilirler. Yalnız takvâ sahipleri (ihlasla Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlar) hariçtir. (Allahu Teâlâ onlara şöyle hitap eder):

68-69. “Ey âyetlerimize inanan ve müslüman olup hükümlerimize boyun eğen kullarım! Bugün size hiçbir korku yoktur, siz üzülecek de değilsiniz.”

70. “Siz ve eşleriniz, nimet ve sevince kavuşturulmuş olarak girin cennete.”

71-72-73. Onlar için altın tabaklar ve bardaklar dolaştırılır. Canlarının çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey oradadır ve (onlara): “Siz orada ebedî kalacaksınız. İşte bu, işlemiş olduğunuz (iyi ameller) sebebiyle kendisine mirasçı kılındığınız cennettir. Sizin için orada, yiyeceğiniz pek çok meyve vardır.” (denilir).

74. Muhakkak ki (küfre ve şirke giren) günahkârlar, cehennem azabında ebedî kalacaklardır.

75. Onlardan (bu azap) hafifletilmeyecektir. Onlar, onun içinde, ümidi kesmiş bir halde kalacaklardır.

76. Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendileri (küfre sapmakla) zalim oldular.

77. Onlar (cehennemin bekçisine): “Ey Mâlik! (Yalvar da) Rabbin artık bizim işimizi bitirsin (bizi öldürsün, böyle yaşatmasın).” diye seslenecekler. (O da:) “Siz, (bu azapta) böyle kalacaksınız.” diyecek. [krş. 35/36; 87/1113]

78. (Allah buyurur ki:)[6] “Andolsun ki biz, size hakkı (peygamberimizi ve gerçeği bildiren Kitâbı) gönderdik: Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.”

79. Yoksa onlar, (hakka karşı koymak, kendi hile ve heveslerine göre yaşamak gayesiyle) bir işe (bir hileye) mi karar verdiler? Şüphesiz biz de işi sıkı tutmaya (onları er geç helak etmeye) kararlıyız.

80. Yoksa bizim, onların sırlarını ve fısıldaştıklarını işitmediğimizi mi zannediyorlar? Hayır! (İşitiyoruz) ve onların yanındaki elçilerimiz (olan melekler) de (hepsini) yazıyorlar.

yuksel dedi ki...

81. (Resûlüm!) De ki: “Eğer Rahmân’ın bir çocuğu olsaydı, ben (ona) tapanların ilki olurdum.” [bk. 19/91-93; 39/4]

82. Göklerin ve yerin Rabbi, arşın da Rabbi (olan Allah), onların yakıştırdığı sıfatlardan yücedir, münezzehtir.

83. Artık bırak onları, (batıl inançlarına) dalsınlar ve oynayadursunlar. Nihayet tehdit edildikleri (azap) günlerine kavuşacaklardır.

84. O, gökte de ilâhtır, yerde de ilâhtır. O tek hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

85. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin mülkü (ve idaresi) kendisinin olan (Allah’)ın şânı yücedir. (Kıyametin kopacağı) saatin bilgisi O’na aittir ve siz ancak O’na döndürülürsünüz.

86. O’ndan başka yalvardıklarının/taptıklarının şefaat etme (dünya ve âhirette onları kurtarma) yetkisi yoktur. Ancak bilerek hakka şâhitlik eden kimseler bunu yapabilirler.

87. Andolsun ki onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette: “Allah” derler. Öyleyken nasıl oluyor da (Allah’a teslimiyetten) vazgeçiyorlar?

88-89. (Resûlullah:) “Yâ Rabbi! Şüphesiz onlar iman etmeyen bir kavimdir.” dediğinde (Allah): “Şimdilik sen onlardan vazgeç, ‘size uğurlar olsun’ deyiver. Artık yakında bilecekler.” (buyurdu).

[1] Bundan dolayı, bütün icat ve keşifler, yüce Rabbimiz tarafından ezelde takdir edilmiş planların düşünen zihinlere birer yansımasıdır diyebiliriz. Bu da asıl kudret sahibini bilip tanıma ve şükrünü yerine getirip getirmemede bir imtihandır.

[2] Beydavî.

[3] Âyet-i kerîmede geçen ikinci doğu, güneşin, dünyanın diğer yarım küresine göre doğduğu, bu tarafına göre battığı yeridir.

yuksel dedi ki...

[3] Âyet-i kerîmede geçen ikinci doğu, güneşin, dünyanın diğer yarım küresine göre doğduğu, bu tarafına göre battığı yeridir.

[4] Beydâvî; Celâleyn.

[5] Buhârî hadisinde Hz. İsa’nın yeryüzüne âdil bir hakem kul olarak ineceğinin bildirilmesine dayanarak “o” zamiri, tefsirlerde genellikle “İsa” olarak tefsir edilmiştir. Şâz kıraatte ilim kelimesinin “âlem” olarak okunuşundan dolayı: “O (İsa) kıyamet için bir alâmettir.” şeklinde de mâna verilmiştir (Beydâvî; Celâleyn). Diğer taraftan “o” zamiri “Kur’an” diye de tefsir edilmiştir ve “Son kitap olarak kıyamete işarettir ve kıyametin sahnelerini o bildirir.” denmiştir. İzzet Derveze “Bu görüş daha mantıklıdır.” diyor (VI, 383-4). Hz. İsa peygamber olarak gelmeyecektir, bir kul olarak tenzil-i rütbe ile mi inecek en doğrusunu Allah bilir (Keşmîrî, s. 58-59). [bk. 47/18]

[6] Celâleyn.

yuksel dedi ki...

44. Duhân Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 59 âyettir. Duhân, “duman” anlamına gelir. Sûre adını 10. âyetteki aynı kelimeden almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hâ, Mîm.

2-3. (Hükümleri) apaçık olan Kitab’a andolsun ki gerçekten biz, onu mübarek bir gecede[1] indirdik. Çünkü biz (insanları Kur’an’la) uyarıcıyız. [bk. 2/185; 97/1-2]

4-5-6. (Rızık ve ecel gibi takdir edilen) her hikmetli iş, tarafımızdan (verilen) bir emirle o gecede ayırt edilir (yazılıp belirlenir). Doğrusu biz, Rabbinden bir rahmet olarak (öteden beri peygamberler) göndermekteyiz. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, bilendir.

7. Eğer gerçekten inananlar iseniz (bilin ki Rabbiniz), göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.

8. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur, diriltir ve öldürür. (O,) sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.

9. Fakat onlar (kıyametin vukuuna karşı) bir şüphe içinde oynayıp eğleniyorlar.

10. O halde (Resûlüm! Bir ön alamet olarak) göğün apaçık bir duman getireceği günü gözetle.[2]

11. (O duman bütün) insanları saracaktır. Bu acıklı bir azaptır.

12. (İnsanlar:) “Ey Rabbimiz! Bizden bu azabı açıp kaldır. Çünkü biz iman edeceğiz.” (diyecekler).

13. Onlar nerede, düşünüp ibret almak nerede! Halbuki kendilerine (her şeyi) açıklayan bir peygamber de gelmişti.

14. Yine de ondan yüz çevirdiler ve: “(O, kendisine birtakım şeyler) öğretilmiş bir mecnundur.” dediler.

yuksel dedi ki...

15. Biz (sizden) o azabı biraz kaldıracağız. (Fakat) siz, yine (eski inkârcılığınıza) döneceksiniz. [bk. 6/28]

16. Büyük bir yakalayışla (onları ceza için) yakalayacağımız o gün, hiç şüphesiz biz (onlardan) intikam alırız.

17. Andolsun ki onlardan önce Firavun halkını da imtihan ettik. Onlara şerefli bir peygamber gelmiş (ve şöyle demişti):

18. “Allah’ın kullarını, bana bırak! Çünkü ben size (gönderilmiş) emin bir peygamberim.” [krş. 20/47]

19. “Allah’a karşı yücelik taslamayın (emirlerine baş kaldırmayın). Çünkü ben (doğruluğuma dair) size apaçık bir delil getiriyorum.”

20. “Şüphesiz ben, beni recmetmeniz (taşlayarak öldürmeniz)e karşı, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (olan Allah)’a sığındım.”

21. “Eğer bana inanmazsanız, benden ayrılıp uzaklaşın.” (demişti.)

22. Sonra (Musa) Rabbine: “Doğrusu bunlar, günahkâr bir toplumdur (sen bilirsin).” diye dua etti.

23. (Allah:) “O halde kullarımı (İsrâiloğulları’nı) geceleyin yürüt. Çünkü siz (Firavun ve ordusu tarafından) takip edileceksiniz.” [bk. 20/77; 26/52]

24. “Denizi (yarıp geçince, onu kapama) sakin ve açık bırak. Çünkü onlar boğul(mayı haket)miş bir ordudur.” (buyurdu.)

25-26-27. Onlar (boğulunca) geride neler bıraktılar neler! Nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, içinde zevk sürdükleri nice nimetler!

28. İşte böyle. Biz de (bütün) bunları, başka bir kavme miras bıraktık.

29. Gök ve yer onlara (üzülüp) ağlamadı. Onlar mühlet verilenlerden de olmadılar (boğulup gittiler).

30-31. Andolsun ki biz, İsrâiloğulları’nı o zillet verici azaptan yani Firavun’dan kurtarmıştık. Çünkü o, haddi aşan, üstünlük taslayan bir zorba idi. [bk. 2/49]

yuksel dedi ki...

32. Andolsun ki biz, (hallerini) bilerek onları, (o zamanki) âlemlere karşı tercih etmiş (çevrelerine hâkim kılmış)tık.

33. Bir de onlara (denizin yarılması, bulutun gölge yapması, kudret helvası ve bıldırcın gibi) her birinin içinde açık bir imtihan bulunan alametleri vermiştik.

34-35-36. (Resûlüm!) Doğrusu bunlar, (bu Mekkeli kâfirler) de diyorlar ki: “İlk ölümümüzden başka (bir ölüm) yoktur. Biz diriltilecek değiliz. Eğer doğru söylüyorsanız, (bize) atalarımızı getirin (de görelim).” [krş. 45/24]

37. Bunlar mı hayırlı (kuvvetçe üstün), yoksa Tübba kavmi[3] ve onlardan öncekiler mi? Biz onları helak ettik. Çünkü onlar günahkârdılar.

38. Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri (oyun ve eğlence olsun da) “oynayalım” diye (boşuna) yaratmadık.

39. Onları, ancak hak (gerçek bir sebep ve hikmetli bir gaye) ile yarattık. Fakat onların çoğu bilmezler. [bk. 10/5; 21/16; 23/115; 38/27]

40. Şüphesiz o (hak ve batıl taraftarlarını) ayırt etme (ve hesap) günü, hepsi için belirlenmiş (bir toplanma) vaktidir.

41. O gün bir dost, bir dosta/akraba akrabaya hiçbir şekilde fayda vermez (azabından bir şeyi savamaz). Onlara yardım da edilmez.

42. Ancak Allah’ın merhamet ettiği (mü’min) kimseler hariçtir. Çünkü O (Allah) mutlak galiptir, çok merhametlidir.

43-44. Şüphesiz o zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. [krş. 37/62-64]

45. Erimiş maden gibi karınlar(ın)da kaynar.

46. Sıcak suyun kaynadığı gibi.

47. (Zebânîlere:) “Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin.”

48. “Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün.” denilir.

yuksel dedi ki...

49. (Ona da:) “Tad (azabı), çünkü sen (benim yanımda değil, güya) kendince üstün ve şerefliydin.”

50. “Şüphesiz bu (azap), hakkında şüphe (ve mücadele) ettiğiniz şeydir.” (denilir).

51-52. Doğrusu muttakî (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan)lar ise, güvenli bir yerde, cennetlerde ve pınarlar (etrafın)dadır.

53. (Onlar) ince ipekten ve parlak atlastan (elbiseler) giyecekler, karşı karşıya (oturup sohbet edecekler)dir.

54. İşte (halleri) böyledir. Hem de onlara, iri gözlü hûrileri eş yaptık.

55. Orada güven içinde (canlarının istediği) her meyveyi iste(yip ye)rler.

56. Orada (dünyadaki) ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. (Allah) onları cehennem azabından korumuştur.

57. (Bunlar) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir). İşte bu, büyük kurtuluş (ve saadet)in ta kendisidir.

58. (Resûlüm!) Biz o (Kur’an’)ı ancak (anlayıp) öğüt alsınlar diye senin dilinle (indirip) kolaylaştırdık.

59. (Hâlâ öğüt dinlemezlerse, başlarına gelecekleri) bekle. Çünkü onlar da beklemektedirler.

[1] Kadir gecesinde. Ekseriyetin görüşü budur. Buna dair sahih hadisler vardır (Muhammed Fuad, II, hadis no: 1839). Bu geceye Berat gecesi de denilmiştir (Mevdûdî, VI, 297).

[2] Bu duman hakkında iki görüş vardır. Biri, “kıtlık” mânasına geldiği şeklindedir. Diğeri ise kıyametin alametlerinden biri olan dumandır ki bütün dünyayı kaplayacaktır. Tercih edilen görüş budur.

[3] Tübba, Yemen hükümdarlarına verilen addır. Arap meliklerinin en büyüğü ve güçlüsüdür. Peygamberimiz’in kendi zamanındaki Tübba hakkında “iyi ve imanlı” olduğuna dair sözleri vardır. Fakat kavmi kâfirdi (Beydâvî; Celâleyn).

yuksel dedi ki...

45. Câsiye Sûresi



Mekke döneminde nâzil olmuştur. 37 âyettir. 14. âyet Medine döneminde inmiştir. Adını 28. âyette geçen “diz çöken” anlamındaki câsiye kelimesinden alır. Buna Şeriat sûresi, Dehr sûresi de denilir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hâ, Mîm.

2. (Bu) Kitab’ın indirilmesi, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah’tandır.

3. Şüphesiz göklerde ve yerde iman edenler için (Allah’ın varlığına ve kudretine) deliller/işaretler vardır.

4. (Allah’ın) sizi yaratmasında ve (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda, (ve her canlıyı uygun ortamlarına göre yaymasında) kesin iman eden bir kavim için âyetler (nice ibretler) vardır.

5. Gece ile gündüzün (peş peşe) değişmesinde, Allah’ın gökten bir rızık (sebebi) indirip onunla, ölümünden sonra yere can vermesinde, rüzgarları (türlü hallere) evirip çevirmesinde, aklı erip anlayan bir kavim için nice işaret (ve ibret)ler vardır.

6. Bunlar, hakkıyla oku(yup anlat)tığımız, Allah’ın âyetleri (delilleri)dir. Artık onlar, Allah’ın (kelâmı ve delili olan)[1] âyetlerinden sonra, hangi söze inanırlar?

7. Vay yalana, günaha dadananların haline!

8. (Bu kimseler) Allah’ın âyetleri kendilerine okunurken işitirler de, sonra büyüklük taslayarak, sanki onları hiç işitmemiş gibi (inkârlarında) ısrar ederler. Onlara acıklı bir azabı haber ver.

9-10. (O) bizim âyetlerimizden bir şey (duyup) öğrendiği zaman, onu eğlence edinir. İşte bunlar için aşağılayıcı bir azap, ardından da cehennem vardır. Ne kazandıkları şey, ne de Allah’tan başka edindikleri (putlar ve tâğût gibi) dostlar, (Allah’ın azabından) hiçbir şeyi onlardan defedip giderir. Onlar için büyük bir azap vardır.

11. Bu (Kur’an); doğru yolu gösteren (hidayet rehberi)dir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise, en şiddetlisinden acıklı bir azap vardır.

yuksel dedi ki...

12. Allah O’dur ki hem gemiler akıp gitsin, hem de (siz) lütfundan (rızık) arayasınız ve şükredesiniz diye denizi istifadenize vermiştir.

13. Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsini (Allah), kendi (lütfu)ndan sizin istifadenize verdi. Şüphesiz bunda düşünecek bir toplum için elbette ibretler vardır. [bk. 16/52]

14. (Resûlüm!) iman edenlere söyle: Allah’ın (yargı) günlerini(n geleceğini) ümit etmeyenleri(n yaptığı kabalıkları ve şahsî hataları) bağışlasınlar. Çünkü O, her bir kavme kazanmakta olduklarının karşılığını mutlaka verecektir.

15. Kim sâlih bir amel (sevaplı bir iş) işlerse, kendi (fayda)sınadır. Kim de kötülük ederse, kendi aleyhinedir. Sonra (hepiniz) Rabbinizin huzuruna döndürüleceksiniz.

16. Andolsun ki biz, (vaktiyle) İsrâiloğulları’na Kitab, hüküm (hâkimiyet) ve peygamberlik verdik, onları tertemiz şeylerden rızıklandırdık ve onları (devirlerindeki)[2] âlemlere üstün kıldık.

17. Ayrıca onlara (dinde) emir(lerimiz)den deliller/âyetler verdik. Onlar ancak, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki dikbaşlılık/çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, kıyamet günü, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.

18. Sonra (Resûlüm!) Seni emr(imiz)den bir şeriat üzere kıldık. Artık sen ona uy, onu bilmeyen (ve onu istemeyen)lerin hevâ(larına arzu)larına uyma! [bk. 3/19 ve dipnotu; 42/13-21]

(Yüce Allah “Şeriatı bilmeyenlerin hevâlarına uyma.” buyurmaktadır. Hevâ Allah’ın ulûhiyet ve Rabliğini kabul etmeyenlerin en büyük putudur. Başka bir âyette vahye dayanmayıp yalnız hevâsına uyanlar, sapıklıkla nitelendirilmektedir (28/50). Gerek Mekke müşrikleri, gerek hevâsını ve ona bağlı olarak aklını putlaştıranlar, gerekse batıl ideolojiler, İslâm dinini daima değersiz ve gereksiz olarak göstermeye çalışmışlardır.)

19. Çünkü onlar, Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi asla senden savamazlar. Şüphesiz zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da muttakîlerin (ihlasla emirlerine uygun yaşayanların) dostudur.

20. Bu (Kur’an), insanlar için hem (kurtuluş yollarını gösteren) kalp gözleri, hem de kesin inanan bir toplum için doğru yol rehberi ve rahmettir.

«En Eski ‹Eski   4001 – 4200 / 6151   Yeni› En yeni»