21. Yoksa, kötülükleri işleyen (Allah’ın emirlerini çiğneyip putlaşan arzularına göre yaşayan) kimseler, kendilerini hayatlarında ve ölümlerinde, iman edip de sâlih amel işleyenlerle eşit yapacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar! [bk. 38/28; 59/20]
22. Allah, gökleri ve yeri hak (ve hikmet gayesi) ile yarattı. Öyleyse herkes (dünyada) kazandığının karşılığını görecek ve kimseye haksızlık edilmeyecektir.
23. Arzu ve heveslerini ilâh edinmiş, bilgisine rağmen (Allah’ı bırakıp da o hevâsına kul olmasından dolayı)[3] Allah’ın da kendisini sapıklıkta bıraktığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne de bir perde çekmiş olduğu kimseyi gördün mü? Şimdi (bana söyle) artık Allah’tan başka, onu doğru yola kim getirebilir? Hâlâ düşünmeyecek misiniz? [krş. 25/43; 28/50]
24. Dediler ki: “(Hayat) dünya hayatından başkası değildir. Ölürüz de, yaşarız da. Bizi zamandan başkası helak etmiyor.” Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece (böyle) zannediyorlar.
(“Bizi ancak zaman öldürür.” sözü, İslâm öncesinde, Allah’ı tanımayanların câhiliye mantığıyla söylenmiş sözdür. Çeşitli zamanlarda duyulan ve tekrar edilen bu söz, yine Dehriyye görüşüne sahip, yani maddeci ateist kafaların bir ürünüdür. Gayeleri Allah’ı tanımayıp sorumsuz ve başıboş yaşamaktır. Böylece arzularını ilâhlaştırmaları, onları bir fikir boşluğuna ve Allah’a karşı küstahça bir ifadeye itmiştir.) [bk. 6/29-30 ve dipnotu; 10/7-8; 23/37-42; 36/12; 52/ 35-36; 67/2]
25. Onlar(ın, kendilerin)e açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (ölmüş) atalarımızı getirin.” demelerinden başka delilleri yoktur.
26. De ki: “Size Allah hayat veriyor, sonra sizi O öldürecek. Nihayet sizi, hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet günü O bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” [bk. 2/28; 22/66; 30/27; 40/11]
27. Göklerin ve yerin mülkü (hâkimiyet ve idaresi) Allah’ındır. Kıyamet kopacağı gün, (işte) o gün, o batıla sapanlar hüsrana uğrayacaktır.
28. (Resûlüm!) Sen her ümmeti, diz çökmüş (veya toplanmış) olarak görürsün. Her ümmet Kitab’ına (amel defterini almaya) çağrılır: “Bugün (dünyada) yapmış olduklarınızın karşılığı verilecektir.” (denilir).
29. “Bu, size gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü (her) ne yapıyor idiyseniz biz (meleklere) yazdırıyorduk.” [bk. 17/14; 18/49; 75/13-15]
30. İman edip de iyi amel (ve hareket)lerde bulunanlara gelince, Rableri onları rahmetine erdirir. Bu da apaçık kurtuluş (ve saadet)in ta kendisidir.
31. Küfre sapanlara gelince: “Âyetlerim size okunmuş fakat siz büyüklük taslamış, (yüz çevirip) günahkâr bir toplum olmuştunuz, değil mi?” (denilecek.)
32. (Size:) “Allah’ın vaadi gerçektir. (Kıyamet) saat(in)de asla şüphe yoktur.” denildiği zaman: “O saatin ne olduğunu bilmiyoruz. Biz, ancak (onun) bir tahmin/bir kuruntu olduğunu sanıyoruz, kesin bilgi elde etmiş değiliz.” demiştiniz.
33. (O gün) yaptıkları kötülükler, açığa çıkıp gözükecek ve alaya aldıkları şey(in azabı) kendilerini kuşat(ıp mahved)ecektir.
34. (Onlara) denilir ki: “Nasıl siz bu gününüze kavuşmayı unuttuysanız, bugün de biz sizi unutup bırakacağız; artık yeriniz ateştir, size yardımcı olanlar da yoktur.”
35. “Bunun sebebi, Allah’ın âyetlerini eğlence edinmeniz ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır.” denilir. Artık bugün, onlar oradan çıkarılmayacak, kendilerinden (tevbe ve itaatle Allah’tan) hoşnutluk dilemeleri istenilmeyecek/kabul edilmeyecektir.
36. O halde (bütün) hamd, ancak göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve bütün âlemlerin Rabbi Allah içindir.
37. Göklerde ve yerde büyüklük/ululuk ancak O’na mahsustur.[4] O, mutlak galiptir, tek hüküm ve hikmet sahibidir.
[1] Celâleyn.
[2] Beydâvî; Celâleyn.
[3] Allah’a kul olma özelliğini kaybedip, nefsine tapan insanlar bütün iş ve hareketlerinin doğruluk ve meşruluk onayını Allah’ın buyruklarından değil, nefislerinden, ona hoş gelip gelmemesinden almaktadır. Böylece onlar, nefsini, hatta nefsânî aklını ilâhlaştırmıştır. Mehmed Âkif bunu şöyle ifade ediyor: “Beşerin taptığı kendisinin heykelidir / Dinlemem, etse de Allah’ı bütün gün takdîs / Ben bu mel’ûn putun uğrunda geberdim / Hâlâ kabaran kokmuş içimden: Yaşasın nefs-i nefîs!” Nefsin/hevâ ve hevesin hâkim olduğu yerde dalâlet (sapıklık) vardır. İnsan ondan kendisine pay ayırdığı ölçüde sapıklık içindedir.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 35 âyettir. 10, 15 ve 35. âyetleri Medine döneminde inmiştir. 21. âyette geçen Ahkâf kelimesi, “rüzgarların yaptığı kum tepeleri” anlamına gelmektedir. Sûre adını buradan almıştır. Burası, Yemen’de Âd kavminin yaşadığı bölgedir.[1]
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Hâ, Mîm.
2. (Bu) Kitab’ın indirilmesi mutlak galip, tek hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.
3. Biz gökleri, yeri ve bunların arasındaki şeyleri ancak, hak (ve hikmet gayesi) ile ve belli bir vakit için yarattık. İnkâr edenler ise, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.
4. (Resûlüm!) De ki: “Allah’ı bırakıp taptıklarınıza/yalvardıklarınıza hiç dikkatle baktınız mı? Yeryüzünde ne yarattıklarını bana gösterin. Yoksa onların gökler(in yaratılışın)da bir ortaklığı mı var? Doğru söyleyenlerseniz, haydi bana (varsa) bundan evvel indirilmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin!”
5. Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendilerine cevap veremeyecek olan(lar)a tapınan (ondan güç alıp ona sığınan) kimseden daha sapık kim olabilir? Halbuki onlar, bunların tapmalarından (bile) habersizdirler.
(Mekkeli müşriklerden her kabile kendi heykel putlarında birliktelik ve dayanışma sağlıyorlardı. Buna karşılık Kur’an’da bildirildi ki bütün izzet, şeref ve güç Allah’a imanda buluşmada ve tevhidde birleşmededir.) [bk. 3/64; 35/10]
6. Ve insanlar (mahşerde Allah’ın emriyle) toplanınca (putları veya Allah’a karşılık yüceltip bağlandıkları varlıklar) kendilerine düşman olacaklar ve onların kendilerine taptıklarını da inkâr edeceklerdir. [bk. 2/166167; 18/52; 25/17-19; 29/25]
7. O (inkâr ede)nlere açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman, kendilerine gelen hak (Kur’an) için: “Bu apaçık bir sihirdir.” dediler.
8. Yoksa: “Onu kendisi uydurdu.” mu diyorlar? (Resûlüm!) De ki: “Eğer onu ben uydurduysam, siz beni Allah’tan (gelecek azaptan kurtaracak) bir şeye sahip olamazsınız. (Kaldı ki) O, sizin kendi (kitabı) hakkında yaptığınız taşkınlıkları çok iyi bilir. Benimle sizin aranızda şâhit olarak O kâfîdir. O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” [bk. 42/24; 69/44-47; 72/22-23]
9. (Resûlüm!) De ki: “Ben Peygamberlerden türedi (ortaya ilk çıkan) biri değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben, bana vahyedilen (Kur’an’)dan başkasına da uymuyorum. Ve ben (Allah için) apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim.”
10. De ki: “Bana haber verin, eğer bu (Kur’an) Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr ederseniz, İsrâiloğulları’ndan bir şahit de, onun benzeri olan (Tevrat’)a göre (Kur’an’a) şehadet edip inandığı halde, siz büyüklük taslarsanız (artık zalimler olmuş olmaz mısınız?) Şüphesiz Allah zalim bir topluluğu doğru yola iletmez.”
11. Küfre sapanlar, inananlar için: “Eğer o, (Muhammed’in getirdiği) iyi bir şey olsaydı, onlar buna inanmada bizi geçemezlerdi.” dedi(ler). Fakat onlar, bu (Kur’an) ile doğru yola girmedikleri için: “Bu eski bir yalandır.” diyecekler.[2]
12. Ondan önce de bir rehber ve rahmet olarak Musa’nın Kitab’ı vardır. (Bu Kur’an) da zalimleri korkutmak ve iyi hareket eden (mü’min)lere müjde vermek için Arapça bir dille (gönderilen ve öncekilerin de aslını) tasdik eden bir Kitab’dır.
13. “Rabbimiz Allah’tır.”[3] deyip de sonra (kulluk görevlerinde ve işlerinde) dosdoğru olanlara, hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
14. İşte onlar cennet ehlidirler. Yapmış olduklarına karşılık orada ebedî kalacaklardır.
15. Biz insana, anne ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu (karnında) zahmetle taşıdı ve onu zahmetle doğurdu. Onun (ana karnında) taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır.[4] Nihayet o (bedenî) yiğitlik yaşına gelip (bir) de (aklî ve rûhî kemal çağı olan) kırk yaşına eriştiği zaman: “Yâ Rabbi! Gerek bana, gerek anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi, razı olacağın iyi işler yapmamı bana ilham et (ve beni muvaffak kıl). Neslimi de benim için ıslah et (onları iyi insanlar yap). Şüphesiz ben, tevbe edip sana yöneldim ve hakikat ben, (sana) teslim olanlardanım.” der.[5] [krş. 17/23; 31/14]
16. İşte bunlar, yaptıkları (hayırlı amellerin hepsi)ni en güzeline göre kendilerinden kabul edeceğiz. (Bu sayede) kötülüklerinden geçeceğimiz kimselerdir ki (onlar) cennet ehli içindedirler. (Bu da) onlara vaadedilen dosdoğru sözden dolayıdır. [krş. 4/40; 9/21; 16/96; 28/24; 29/7; 39/35]
17. Fakat bir kimse ki (kendisini imana davet eden) anne ve babasına: “Öf be size (bıktım sizden)! Benden önce nice nesiller gelip geçtiği (geri dönmediği) halde, beni, (kabirden dirilip) çıkarılmamla mı tehdit ediyorsunuz?” dedi. Onlar da Allah’a sığınarak: “Yazık sana, (gel) iman et. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir.” (dediler). O ise: “Bu (dedikleriniz), evvelkilerin (uydurma) masallarından başkası değildir.” dedi.
18. İşte bunlar, kendilerinden önce cinden ve insandan gelip geçmiş ümmetlerle beraber, üzerlerine (azap) sözü hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar (aldanıp) ziyana uğrayanlardır.
19. Herkesin, yaptıklarına (iyilik ve kötülüğe) göre dereceleri vardır. (Bu da) haksızlığa uğratılmayarak, yaptıklarının karşılığının kendilerine tastamam verilmesi içindir.
20. Küfre sapanlar/inkâr edenler, ateşe sunulacakları gün (onlara): “Siz iyi ve güzel şeylerinizi dünya hayatında harcayıp tükettiniz ve bunlarla safâ sürdünüz (buraya bir şey bırakmadınız). Yeryüzünde haksızlıkla büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı artık bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız.” denilir.[6]
21. (Resûlüm!) Âd’ın kardeşi (Hûd’u) da hatırla! Hani o, Ahkâf’ta[7] kavmini uyarmıştı. Onun önünden ve ardından gelip geçen nice uyarıcı (peygamber)ler (gibi, o da demişti) ki: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü ben, üzerinize (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum.”
22. Dediler ki: “Sen bizi ilâhlarımızdan[8] vazgeçirmek için mi geldin? Madem ki doğru söylüyorsun, (o halde) bizi tehdit ettiğin şeyi getir.”
23. (Hûd) dedi ki: “(Bu azaba dair) bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Ben size kendisiyle (görevli) gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum; fakat ben sizi cahillik eden bir toplum olarak görüyorum.” dedi.
24. Nihayet (onlar) onu (o azabı, ufuktan) vadilerine doğru gelen bir bulut halinde gördüklerinde: “Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur.” dediler. (Hûd ise:) “Hayır! O acele ed(ip gel)mesini istediğiniz şeydir; içinde elem verici azap bulunan bir rüzgardır.”
25. “(O) Rabbinin emriyle her şeyi yok edecektir.” (dedi). Derken öyle savrulup parçalandılar ki kumların içinde evlerinden başkası görünmez oldu. İşte biz (inkâr eden) günahkârlar güruhunu böyle cezalandırırız.[9]
26. (Ey Mekkeli putperestler!) Andolsun ki biz, size vermediğimiz iktidarı, (kuvvet ve serveti) onlara vermiştik. Onlara kulak(lar), gözler ve gönüller de vermiştik. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri hiçbir şeyde kendilerine fayda vermedi. Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor (hiçe sayıyor)lardı. (İşte o) alay edip durdukları şey, kendilerini kuşattı (ve helak etti).
27. Andolsun ki biz, çevrenizdeki memleketleri de yok ettik ve belki (küfürden) dönerler diye âyetleri çeşitli şekillerde açıklamıştık. [bk. 30/9; 40/21]
28. (İşte o zaman, Allah’ı bırakıp da (akıllarınca Allah yanında) yakınlık sağlamak için edindikleri (uydurma) ilâhlar kendilerine yardım etselerdi ya! Tam aksine (o ilâhlar) bunlardan kaybolup gittiler. İşte bu (ilâh saydıkları) onların yalanları ve uydurdukları şeylerdir.
29. (Resûlüm!) Hani cinlerden bir topluluğu, Kur’an dinlemek üzere sana sevketmiştik. Dinlemek için (birbirlerine): “Susun, (dinleyin).” dediler. (Kur’an’ın okunması) bitince (her biri iman ederek ve) uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler. [krş. 72/1-20]
(Resûlullah (sas.) Tâif seferinden dönerken Vadi’n-Nahle’de sabah namazı kıldırıyordu. O sırada Nusaybin cinlerinden yedi veya dokuz kişiden oluşan bir grup gelip onu dinleyip kavmine döndüklerinde:)[10]
30. Dediler ki: “Ey kavmimiz! Doğrusu biz, Musa’dan sonra indirilen, kendisinden önceki (ilâhî kitap)ları(n asıllarını) tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola çağıran bir kitap dinledik.”
31. “Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. O’na inanın ki (Allah) sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın[11] ve acıklı bir azaptan korusun.”
32. (İşte Resûlüm, de ki:) Kim Allah’ın davetçisi (olan Peygamber Muhammed’in daveti)ne uymazsa, (bilsin ki) yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir. Kendisinin O’ndan başka dostları da yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.
33. Bu böyle iken o inkâra sapanlar gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri de diriltmeye kâdir olduğunu görmezler mi? Evet, O, elbette her şeye kâdirdir. [krş. 17/99; 36/81-82; 40/ 57; 50/38]
34. Kâfir olanlar/inkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (Allah onlara): “Bu (azap) gerçek değil miymiş?” (diyecek.) “Evet, Rabbimize yemin ederiz (ki gerçektir).” diyecekler. (Allah da:) “Öyleyse inkâr edegeldiğinizden dolayı, tadın azabı!” buyuracak.
35. O halde (Resûlüm! Şeriatın tesisinde, eziyetlere diğer) peygamberlerin azim (sabır) sahibi olup[12] sabrettikleri gibi sen de sabret. Onlar için (azap konusunda) acele etme! Onlar tehdit edildikleri (azapları)nı gördükleri gün, (dünyada) sanki gündüzün bir saatinden başka kalmamış gibi olurlar. Bu bir tebliğdir. Bundan sonra artık yoldan çıkan (fâsık)lar topluluğundan başkası helak edilir mi?
[2] Onların bu iddiaları, müşrik/putlu sistemin kendilerinden yana avantajlarının yok olması karşısında, içine girdikleri savunma psikolojisini yansıtmaktadır. Çünkü onların güç kaynakları, tanrılaştırılmış başka varlıklardı. [bk. 19/81]
[3] “Rab edinilenler” çoktur. Allah’ı bırakıp O’nun yerine insanın gönlünü doldurup taparcasına bağlandığı şeyler rab, ilâh olur. Kimi ilâhını, bazı insanlardan, kimi para, mevki, maddî zevk ve eğlencelerden, kimi bazı güç ve kuvvetlerden, kimi de bazı hayvanlardan seçer. Mü’minlerin Rabbi ise ancak Allah’tır. Tevhid toplumu da ancak böyle mü’minlerden oluşur. [bk. 6/102; 41/30]
[4] Gebeliğin en az müddeti altı aydır ve sütten kesilme iki yıldır (bk. 31/14). Böylece âyette geçtiği üzere hepsi 30 aydır. Eğer hamilelik dokuz ay olursa, emzirme süresi 21 ay kadardır. Anne sütü, çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlarına göre ilâhî bir mucize olarak, aylara göre, tek başına gıda, vitamin ve eczâ deposudur. Hem de helal yiyeceklerden oluşan sütler mânevî güçlülük ve güven duygusu verir. İlk süt de ilk aşı gibidir.
[5] Âyet-i kerîmede “eşüdde” (yiğitlik/erginlik çağı) ifadesinden sonra bir de 40 yaş ifadesi kullanılmakla bunların ayrı devreler olduğu iyice anlaşılmaktadır. Biz de bunları parantez içinde göstermiş olduk (bk. 28/15; Râzî, XX, 31). Hz. Ebû Bekir, Resûlullah’a peygamberlik geldiği zaman 38 yaşında idi. 40 yaşına geldiği zaman Allah’a tam teslimiyet ve ihlasla yaptığı bu duası kabul edilmiş, babası, çocukları ve torununun İslâm ile ve Hz. Peygamber’e hizmetle müşerref olmalarının sevincini yaşamıştır. Onlar İslâm’ı istediler, yüceldikçe yüceldiler. Bu âyet-i kerîme ile Hz. Ebû Bekir (ra.) mü’minlere örnek gösterilmektedir.
[6] Bunlar, Allah’ı tanımayıp bencil çıkarlarını, arzularını, ideolojilerini ve geçici “ben”lerini ilâhlaştırmışlar ve böylece kendi azaplarını hazırlamışlardır. Hz. Ömer bu âyetten çok korkar ve “Âhirette bu âyete muhatap olmayasınız.” derdi (Kâsımî, s. 71).
[7] Ahkâf, Yemen sahillerinde, “Şahr” denilen kumluk bir vadidir. Âd kavmi, Yemen’de denize nâzır kum tepelerinin arasında su ve yeşillik bulunan bir yerde yaşamışlardır. [bk. Mevdûdî, V, 336; Buhârî (Tecrîd), II, 760; ve bk. meâlin sonundaki harita]
[8] Allah’tan başka edinilen ilâhlar; putlar, putlaştırılmış ve tabulaştırılmış insanlar ve diğer varlıklar.
[9] Bu kasırga yedi gün sekiz gece devam etmiştir. [bk. 11/50-60; 41/15-16; 69/6-7]
[10] Buhârî (Tecrid), II, 756-763, hadis no: 431; Bûtî, s. 101.
[10] Buhârî (Tecrid), II, 756-763, hadis no: 431; Bûtî, s. 101.
[11] Bağışlanmayan günahlardan bir kısmı da kul hakları ile ilgili olup hak sahibini razı etmedikçe bağışlanmaz (Beyzâvî; Celâleyn).
[12] Yüce Allah’ın seçkin kulları olan peygamberler azimli, sabırlı ve metin oldukları için ben de ”minerrusülü“deki “min-i beyaniye” tercihini aldım ve tercümede, ”peygamberlerden azim sahibi olanlar” ifadesini kullanmadım. (Râzî, XX, 57)
Medine döneminde nâzil olmuştur. 38 âyettir. 13. âyet, hicret sırasında inmiştir. Adını ikinci âyetteki Muhammed isminden almıştır. Bu sûreye “Kıtâl sûresi” de denilir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Allah’ın vahdâniyet ve hâkimiyetinde ve O’nun emirlerini tanımakta nankörlüğe) küfre/inkâra sapanların ve Allah yolundan (Allah’ın emrine uygun hal ve hareketten insanları) alıkoyanların[1] (bütün iyi) amellerini (Allah) boşa çıkarmıştır. [krş. 47/8, 9, 28, 32, 35]
2. İman edip sâlih (sevaplı) işler işleyenler ve Muhammed’e Rablerinden bir gerçek olarak indirilene inananların, (Allah) günahlarını örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.
3. Bunun sebebi; küfre sapanların, (ilâhî hükümlerden yüz çevirip) batıla uymaları, iman edenlerin de, Rablerinden (gelen) hakka uymalarıdır. İşte Allah, insanlara hallerine ait misalleri böyle anlatır.
4. Kâfirlerle (savaş için) karşılaştığınız zaman, hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice vurup mağlup edince (savaşanlar kalmayınca, kalanları da) artık bağı sıkı bağlayın (kaçırmayıp esir alın). Onlar savaş ağırlıklarını (silah ve cephanelerini) bırakıncaya kadar (hüküm) böyledir. Bundan sonra (esirleri) ya bir iyilik (olarak azat edin) ya da bir fidye (bir bedel) ile bırakın.[2] Allah dileseydi (size hiç irade ve yetki vermeden) onlardan harpsiz de elbet intikam alır (helak eder)di. Fakat (size savaşı emretmesi batıla/küfre karşı mücadelede ve İslâm’ı hâkim kılma davasında) kiminizi kiminizle imtihan etmek içindir. Allah yolunda öldürülen (şehit)lerin amellerini O, asla boşa çıkarmayacaktır.
5. Onları, hidayete (ve rızasına) erdirecek, durumlarını düzeltecektir.
6. Onları, kendilerine (önceden) tanıttığı cennete koyacaktır.
7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (O’nun dininin yayılmasına ve hayata geçmesine)[3] yardım ederseniz, (O da) size yardım eder ve ayaklarınızı sabit/sağlam tutar (güç ve sebat verir).
8. Küfre sapanlara gelince; yüzüstü kapanmak (ve helak) onlaradır. (Allah) onların (bütün iyi) işlerini boşa çıkarmıştır.
9. Bunun sebebi; onların Allah’ın indirdiğini beğenmemiş olmalarıdır. (Allah da) onların amellerini boşa çıkarmıştır.[4]
10. (Onlar) yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Baksalar ya, kendilerinden önceki (inkârcıların ve Allah’tan gelenleri hiçe sayan)ların sonu nasıl olmuş? Allah onları (her şeyi ile) kökünden kazımıştır. Bütün kâfirler için de, onun benzerleri vardır.
11. Bu böyledir. Zira Allah, iman edenlerin koruyucusudur. Kâfirler(e gelince), onların hiç koruyucusu yoktur.
12. Hiç şüphesiz Allah, iman edip de sâlih (sevaplı) işler işleyenleri alt tarafından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Küfre sapanlar/inkâr edenler ise (dünyada sırf) zevklen(ip eğlen)irler ve hayvanlar gibi yer (ve içer)ler. Artık onların yeri ateştir.
13. (Resûlüm!) Seni (içlerinden) çıkaran memleket (halkı)ndan daha kuvvetli nice memleket (halkı) vardı. Biz onları yok ettik de onlara hiçbir yardım eden olmadı.
14. Artık Rabbinden apaçık bir delil (olan Kur’an’)a tâbi olan kimse, hiç kötü ameli kendisine süslü (ve güzel) gösterilmiş ve keyif ve zevklerine uymuş kimse gibi midir? [bk. 13/19; 35/8; 59/20]
15. Muttakîlere (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan ve karşı gelmekten sakınanlara) vaadedilen cennetin sıfatı (şudur): İçinde (hiç özelliği) bozulmayan sudan ırmaklar, tadı hiç değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere (her an) lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Ayrıca meyvelerin hepsi ve bir de Rablerinden mağfiret onlar içindir. Hiç bunlar, o ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça kesen kaynar sudan içirilen kimseler gibi midir?
16. O (müşrik)lerden[5] seni dinleyenler de vardır. Sonra senin yanından çıktıkları zaman, (ashaptan) kendilerine ilim verilmiş olanlara: “O demin ne söylemişti?” derler (böylece alay ederler). İşte onlar (bu yüzden) Allah’ın kalplerini (kapatıp) mühürlediği, keyif ve zevklerine uyan kimselerdir.
17. (İman etmekle) doğru yolu bulanlar(a gelince, Allah,) onların hidayetlerini artırır ve takvâlarını verir (ateşten korunmalarını ilham eder). [bk. 41/44]
18. Hâlâ o (inanmaya)nlar, o (kıyamet) saat(in)in ansızın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? İşte (geleceğinin) alametlerinden (olan son peygamber) gelmiştir. Artık o (saat) kendilerine geldiği vakit, hatırla(yıp tevbe et)meleri(nin faydası) nereden olacak? [bk. 22/47]
19. O halde (Resûlüm!) Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Hata veya kusurdan ibaret olan)[6] günahına ve mü’min erkeklerle mü’min kadınlar(ın günahların)a mağfiret dile. Allah dönüp dolaştığınız yeri de, (sonunda) duracağınız yeri de bilir. [bk. 40/55 ve dipnotu; 48/2]
20-21. İman edenler: “(Cihad hakkında) bir sûre indirilmeli d
20-21. İman edenler: “(Cihad hakkında) bir sûre indirilmeli değil miydi?” derler(di). Fakat hükmü kesin (ve açık) bir sûre indirilip de içinde savaş anılınca görürsün ki kalplerinde (şüphe ve nifaktan) bir hastalık bulunanlar, üzerine ölümden baygınlık gelmiş (kimsen)in bakışı gibi sana bakarlar (bk. 4/77). Halbuki onlara daha uygun olan,[7] itaat ve güzel sözdür. Emir (ve iş) kesinleşince (cihad isteklerinde) Allah’a karşı sâdık kalsalardı, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.
22. (Ey münâfıklar!) İdareyi ele alırsanız, yeryüzünde hemen karışıklık çıkarmanız ve (çeşitli usullerle) akrabalık bağlarını parçalamanız sizden umulan (bir şey) değil midir?
23. İşte bunlar, Allah’ın kendilerini rahmetinden kovduğu, (kulaklarını) sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.
24. Onlar Kur’an(’ın söyledikleri) üzerinde düşünmezler mi? Yoksa kalpler(inin) üzerinde kilitler mi var?
(Kur’an’sız hayat, Allah’tan uzak bir hayat demektir. Kur’an’ı okumak, yalnız yüzünden veya ses gösterisi şeklinde okumak değil; onu anlamak, üzerinde düşünmek ve yaşamak demektir. Sorumluluktan kurtaran da budur. Meyveler yalnız kabuğunu yemek için değildir. Bundan dolayı okuyup üzerinde tefekkür etmeyenleri Allahu Teâlâ kınamakta ve bu sebeple de büyük sorumluluk yüklemektedir.) [bk. 38/29]
25. Hakikaten kendilerine (Kur’an’la) doğru yol belli olduktan sonra, geri (küfür)lerine dönenleri, şeytan (buna) teşvik etmiş ve onları uzun emellere, umutlara düşürmüştür.
26. Bunun sebebi, o (münâfık ola)nların, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayan (müşrik ve yahudi)lere: “Biz size (Peygamber ve İslâm aleyhine) bazı işlerde itaat edeceğiz.” demeleridir. Halbuki Allah onların gizli konuşmalarını bilir.
27. Artık melekler, yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını aldıkları zaman, onlar(ın halleri) nice olur?[8]
28. Bu böyledir. Zira, onlar Allah’ı kızdıran şeylere uymuşlar ve O’nun rızasından (samimi iman ve emirlerine itaatten) hoşnut olmamışlardır. Bu yüzden (Allah) da onların amellerini boşa çıkardı.
29. Yoksa, kalplerinde hastalık olanlar, (Peygamber ve mü’minlere olan) kinlerini Allah’ın hiç ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?
30. Eğer dilersek, sana onları (o münâfıkları) elbette gösteririz, sen de kendilerini mutlaka simalarından tanırsın. Ayrıca, sen onları sözlerinin eğik bükük olan üslubundan da (hemen) tanırsın. Allah bütün iş (ve hareket)lerinizi bilir.
31. Andolsun ki içinizden mücahidlerle sabredenleri belirt(ip ayırt et)mek için sizi imtihan edeceğiz; haberlerinizi de açıklayacağız. [bk. 3/142]
32. Şüphesiz ki o küfre sapanlar, (halkı) Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber’e karşı gelenler (ve O’nu dışlayanlar) Allah’a asla, hiçbir şeyle zarar veremezler. O, bunların amellerini boşa çıkaracaktır.
33. Ey iman edenler! (Bütün işlerinizde) Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.
34. Şüphesiz ki o küfre/inkâra sapan ve insanları Allah yolundan (ve müslümanca yaşamaktan) meneden, sonra da bu küfür haliyle ölenler var ya, işte Allah onları asla bağışlamaz.[9]
35. Onun için (ey mü’minler! Düşmanla savaşta) gevşemeyin ve siz daha üstün iken (onları) barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir ve amellerinizi asla eksiltmez.
36. Dünya hayatı, ancak bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir. Eğer iman edip de ‘Allah’ın emirlerine uygun yaşar/karşı gelmekten sakınırsanız’ (Allah) size mükâfatınızı verir ve sizden (bütün) mallarınızı istemez (yalnız zekât ve sadaka olarak bir kısmını ister).
37. Eğer (Allah) sizden onları(n hepsini) isteyip de sizi zorlasa cimri olurdunuz. (Bu da) sizin kinlerinizi ortaya çıkarırdı.
38. İşte sizler, Allah yolunda (malının bir kısmını) harcamaya çağırılan kimselersiniz. Ama (yine de) içinizde cimrilik edenler vardır. Oysa, kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik eder. Allah zengin (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır. Siz ise fakir (O’na muhtaç)sınız. Eğer (O’ndan) yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir kavim getirir de onlar sizin gibi (hayırsız ve itaatsiz) olmazlar.
[1] Bu alıkoyma ister yasaklama, ister ikna yoluyla olsun aynıdır
Medine döneminde, Hicret’in altıncı yılında, Hz. Peygamber Hudeybiye antlaşmasından dönerken inmiştir. 29 âyettir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) Biz, sana apaçık bir fetih (ve zafer yolu) açtık.[1] [bk. 90/12]
2-3. (Bu) senin (zelle olan) günahından, geçmiş ve gelecek olanı Allah’ın bağışlaması,[2] sana nimetini tamamlaması ve seni (böylece) doğru bir yola iletmesi ve yine Allah’ın sana şanlı bir zaferle yardım etmesi içindir.
4. İmanlarına iman kat(ıp artır)sınlar diye, mü’minlerin kalbine huzur (ve sebat) indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları ancak Allah’ındır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
5. (Hem bu lütuflar,) mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî kalmak üzere, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere yerleştirmesi ve onların kötülüklerini örtmesi içindir. Bu da Allah katında büyük bir kurtuluştur.
6. (Öte yandan mü’minlere bu yardım, onların “Allah, mü’minlere yardım etmez.” diyerek) Allah’a kötü zanda bulunan münâfık erkeklerle münâfık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azap etmesi içindir. (Mü’minlerin başına gelmesini istedikleri) kötü olaylar, kendi başlarına gelsin! Allah onlara gazap etmiş, onları lanetlemiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. O ne kötü bir dönüş yeridir!
7. Göklerin ve yerin (azap ve yardım) orduları yalnız Allah’ındır. Allah, yegâne galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
8. (Resûlüm!) Şüphesiz biz seni (bütün insanlara) bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. [krş. 21/107; 22/49; 25/56; 34/28]
9. Bu ise: (Sizlerin de) Allah’a ve Resûlü’ne iman edip o (Resûlü’)ne yardım etmeniz, ona saygı göstermeniz, sabah akşam (Allah’ı) tesbih etmeniz[3] içindir.
10. (Resûlüm!) Sana (samimiyetle) biat edenler (ölünceye kadar sana bağlılığa ve İslâm uğrunda savaşmaya söz verenler)[4] ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın (kudret) eli onların ellerinin üstündedir. Artık kim (bu bağlılığı) bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a söz verdiği şeyi yerine getirirse, O da ona büyük bir mükâfat verecektir. [bk. 4/80]
11. (Hudeybiye senesinde mazeret ileri sürmelerinden dolayı) bedevîlerden geri kalanlar sana: “Mallarımız ve çoluk çocuğumuz(un durumu) bizi alıkoydu. Bizim için (Allah’tan) mağfiret dileyiver.” diyecekler. Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: “Eğer Allah, size bir zarar diler veya size bir fayda dilerse, kimin O’n(un dilemesin)e karşı koymaya, sizden bir şeyi engellemeye gücü yeter? Doğrusu Allah, yaptığınız şeylerden hakkıyla haberi olandır.”
12. Aslında siz, Peygamber’in ve mü’ minlerin (mağlup olup) ailelerine asla dönemeyeceklerini sandınız. Bu (düşünceniz), gönüllerinizde süslen(ip yerleş)ti de kötü zanda bulundunuz. (Böylece) helak (edilecek) olan bir topluluk oldunuz.
13. Kim Allah’a ve Resûlü’ne iman etmezse, (bilsin ki) biz inkâr edenlere alevi çılgın bir ateş hazırladık.
14. Göklerin ve yerin mülkü (hâkimiyeti) yalnız Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Allah, çok mağfiret edendir, çok merhamet edendir.
15. O (Hudeybiye seferinden, bahaneleri sebebiyle) geri bırakılanlar, siz (Hayber’i fethedip)[5] ganimetler almak için gittiğiniz zaman: “Bize müsaade edin de peşinizden gelelim.” diyecekler. Onlar Allah’ın (kendi aleyhlerinde olan) sözünü değiştirmek isterler. (Çünkü Allah, ganimetlerin yalnız Hudeybiye’ye katılanlara verileceğini vaadetmişti.) De ki: “Siz bizim peşimizden gelmeyeceksiniz; Allah önceden böyle buyurdu.” (Onlar:) “Hayır! Bizi kıskanıyorsunuz.” diyecekler. Doğrusu onlar, pek az anlayan (idrakleri kıt) kimselerdir.
16. O bedevîlerden (gösterdikleri bahanelere inanılıp da seferden) geri bırakılanlara de ki: “Siz yakında pek savaşçı bir kavme (karşı imtihan olarak harbe) çağrılacaksınız; onlarla (ya ölüp öldürünceye kadar) savaşacaksınız yahut (ön teklifinize göre ya savaşmadan teslim olup cizye vermeyi kabul ederler veya sayenizde) müslüman olurlar.[6] Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir; (yok) eğer önceden döndüğünüz gibi (yine) dönerseniz (Allah) sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.”
17. (Ancak, savaşa katılmamaktan dolayı) köre bir sorumluluk yoktur. Topala bir sorumluluk yoktur. Hastaya bir sorumluluk yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederse (Allah) onu alt tarafından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse, onu acıklı bir azap ile cezalandırır.
18-19. Andolsun ki (Hudeybiye’de) ağacın altında sana biat ederlerken, Allah o mü’minlerden razı olmuştu. İşte (Allah) kalplerindeki (sadakatleri)ni bildiği için onların üzerine huzur ve güven indirip hem kendilerini yakın bir zafer (olan Hayber’in fethi) ile hem de alacakları birçok ganimetlerle mükâfatlandırdı. Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
20. Allah size (bundan böyle) alacağınız daha birçok ganimet de vaadetti. Şimdilik bu (Hayber’inki)ni size peşin verdi. İnsanların (size uzanacak) ellerini sizden çekti. (Bilesiniz ki) bu, mü’minlere (Allah’ın yardım edeceğine) bir delil olması ve sizi doğru bir yola çıkarması içindir.
21. (Size Allah), henüz güç yetirip ele geçiremediğiniz, fakat Allah’ın onları kuşattığı diğer (zafer ve ganimet)leri de (vaadetti). Allah her şeye kâdirdir.
22. Eğer o kâfirler sizinle (Hudeybiye’de, sulh değil de) savaş yapsalardı mutlaka arkalarına dön(üp kaç)acaklardı. Sonra ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardı.
(Çünkü Hudeybiye’de müslümanları saran ve sonra yakalanan 80 kişiyi Resûlullah (sas.) affetmişti. Bu olay barış istemelerine de sebep oldu.)
23. Allah’ın öteden beri cârî olan (süregelen) sünneti/kanunu budur. (Peygamberini ve gerçek inananları üstün getirir.) Allah’ın sünnetinde hiçbir değişme bulamazsın.
24. (Ey mü’minler!) Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke’nin içinde (Hudeybiye’deki sulhtan dolayı) onların ellerini sizden ve sizin ellerinizi de onlardan çeken O’dur. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
25. Onlar, hem kâfir olan/inkâr eden hem de sizi Mescid-i Haram’(ı ziyaret)den ve (orada) bekletilen kurbanları (kesim) yerine ulaşmaktan alıkoyan kimselerdir. Eğer (Mekke’de) kendilerini henüz bilemediğiniz (imanını gizleyen) mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar olup da bilmeyerek onları çiğnemeniz ve bu sebeple onlardan size bir sıkıntı (ve günah/mesuliyet) isabet edecek olmasaydı (Allah, ellerinizi onlardan çekmez, Mekke’nin savaşla fethine izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine eriştirmesi için (böyle yapmış)tır. Eğer onlar (Mekkeli mü’minlerle kâfirler) seçilip ayrılsalardı, onlardan küfre sapan/inkâr edenleri (ellerinizle) elbet acıklı bir azap ile azaplandırırdık.
(Görüldüğü gibi Allah (cc.), bilmeden de olsa müslümanların birbirlerinin kanını akıtmasına izin vermedi de fetih ertelendi.)
26. O kâfir olanlar, kalplerine asabiyeti, câhiliye asabiyetini (kibir ve bağnazlığını)[7] koymuşlarken, Allah da Resûlü’nün ve mü’minlerin üzerine huzur ve güvenini indirdi (ve öfkelerini dindirdi). Onları takvâ kelimesine (tevhide yani Lâ ilâhe illallâh kelimesine ve sulh akdine vefâya)[8] bağladı. Zaten onlar da buna layık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
(Hz. Peygamber rüyasında ashâbı ile güvenli bir şekilde Mekke’ye gidip umre yaptıklarını
(Hz. Peygamber rüyasında ashâbı ile güvenli bir şekilde Mekke’ye gidip umre yaptıklarını görmüş ve bunu da anlatmıştı. Umre yapmak için yola çıkmış olan Hz. Peygamber ve sahâbîlerini müşrikler Mekke’ye sokmamışlardı. Bundan dolayı Hudeybiye’de onlarla antlaşma yaptılar. Bu antlaşma yapılırken Mekkeliler antlaşmanın başındaki besmelenin “Rahmân” ve “Rahîm” kelimesi ile “Allah’ın Resûlü” kelimesinin yazılmasına itiraz etmişlerdi. Hz. Peygamber de ilerisinin zafer olacağını bildiği için isteklerini kabul etmiş, antlaşmaya “Bismikellâhümme, Abdullah oğlu Muhammed’den” şeklinde başlanılmıştı. İşte Allah, bu duruma canları sıkılan mü’minlerin gönüllerine ferahlık için aşağıdaki âyeti indirerek rüyasının gerçekleşeceği müjdesini vermiştir.)
27. Andolsun ki Allah, Resûlü’ne o rüyayı hak ile doğru çıkardı. Allah dilerse, güven içinde (kiminiz) başlarınızı tıraş ederek ve (kiminiz) saçlarınızı kısaltarak korkusuzca mutlaka Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Fakat O, sizin bilmediklerinizi bildi de önce yakın bir fetih (olan Hayber fethini) verdi.
28. O (Allah), bütün dinlerin üzerinde olduğunu göstermek için, Resûlü’nü, hem hidayet (rehberi Kur’an) ile hem de (son) hak din (İslâm) ile göndermiştir. (Buna) şâhit olarak da Allah yeter. [krş. 9/33; 61/9]
29. Muhammed Allah’ın Resûlü’dür.[9] Onunla beraber olan (mü’min)ler, kâfirlere/İslam karşıtlığı yapanlara karşı çok şiddetli, kendi aralarında ise çok şefkatlidirler. Onların (namazda) rükû yaptıklarını (ve) secde ettiklerini görürsün. Onlar, Allah’tan (daima) lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin eserinden (meydana gelen) nişanları vardır.[10] Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları da (şöyledir: Onlar) filizini çıkaran, derken onu (filizini) kuvvetlendiren, kalınlaşan, zamanla gövdesi üzerinde doğrulup dikilen bir ekin gibidir ki ekincilerin hoşuna gider, (Allah Resûlü’nün ashâbı ile birlikte böyle gelişip kuvvetlenmesinin misalle anlatılması) kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip de sâlih amel işleyenlere, mağfiret ve büyük mükâfat vaadetmiştir.
(Hz. Muhammed ile beraber olmayı kabul eden sahâbîler ve İslâm dininde insanlık için gerekli olan bütün şartların bulunduğunu gören Türkler sekizinci asırda müslüman olup İslâm’a karşı açık veya gizli düşmanlık edenlere karşı sert ve vakarlı olmuşlar, şirk, küfür ve tâğûtla mücadele edip tevhîdi hâkim kılmayı gaye edinmişler, birbirlerine karşı da oldukça merhametli olmuşlardır. Çünkü eski Türklerde töresel üç inanç şekli vardı: 1. Eş inancı: El ve dil ile kimseye zarar verilmeyecek. 2. Ocak inancı: Aile ırz/namus noksanlığı asla olmayacak. Bu ikisi İslâm’daki “edeb” formülünün açılımıdır. 3. Bahadırlık: Kendi aralarında merhametli ve şefkatli, düşmana karşı şiddetli olunacak. Bütün kâfir grupları da böyle iman, sevgi ve birlik içinde gelişen bir İslâm toplumuna karşı burada olduğu gibi devamlı öfke ve kin içinde olmuşlardır.) [Ayrıca bk. 5/54]
[1] Buhârî’ye göre bu fetih, İslâm’ın önünü açan Hudeybiye sulh antlaşması’dır.
[2] Âyet-i kerîmedeki “zenb” kelimesi, “zelle olan günah” kasıtsız yapılan ufak tefek kusur, yanılma ve hata demektir. [bk. 40/55 ve dipnotu]
[3] Vakıf işareti olan “tı” harfine kadar zamirler, Resûl’e râci’dir. Tesbihteki zamir de Allah’a râci’dir.
[4] Bu söz vermeye “Rıdvan biatı” denilir ki Hicretin altıncı yılında, Hudeybiye’de 1400 sahabî ile yapılmıştır.
[5] Resûlullah (sas.) hicrî altıncı yılın Zilhicce ayında Hudeybiye’den dönmüş ve Muharrem’in ilk haftasında Hudeybiye ashâbı ile birlikte Hayber’i fethetmişti.
[6] Çünkü İslâm’da düşmana karşı savaş yapılır. Eğer karşı taraf önceden veya savaşta kendiliklerinden müslüman olurlarsa savaş bırakılır; zorla müslüman yapılmazlar. Âyette “ev” (yahut) kelimesi de bunu bildirmek içindir.
[7] Câhiliye asabiyeti veya taassubu, câhiliyenin kibirli ve öfkeli soy sopculuğu ile Hz. Peygamber’e ve onun şahsında İslâm’a cephe almalarıdır.
Medine döneminde nâzil olmuştur. 18 âyettir. Sûre adını dördüncü âyette geçen “odalar” anlamındaki “hucurât” kelimesinden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey iman edenler! (İşlerinizde, söz ve hükümlerinizde) Allah’ın ve Resûlü’nün önüne geçmeyin. Allah’a saygılı olun, emirlerine uygun yaşayın. Çünkü Allah, (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.
2. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstünde yükseltmeyin, konuşurken birbirinize bağırdığınız gibi (çağırmak için) ona bağırmayın; (yoksa) siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.[1] [krş. 24/63]
3. Doğrusu, Allah’ın Resûlü yanında seslerini kısanlar (edepli olup benliğini öne çıkartmayanlar) var ya! İşte onlar, Allah’ın gönüllerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
4. (Resûlüm! Sana ait) odaların ardından seni çağıranlar var ya! Onların çoğu (saygıya) akıl erdiremezler.[2]
5. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar (seni çağırmayıp) sabretselerdi, kendileri için elbet daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
6. Ey iman edenler! Şayet bir fâsık (yalancı/günahkâr) size bir haber getirirse,[3] doğruluğunu araştırın. (Yoksa) bilmeyerek bir kavme kötülük eder de, yaptığınıza kesinlikle pişman olursunuz.
7. Bilin ki Allah’ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, birçok işte size uysaydı, kesinlikle sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı (isteğinizle) sevdirdi; onu kalplerinize süs yaptı/kalpleriniz onunla süslendi. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı da (olduğu gibi) çirkin gösterdi. İşte bu (özelliklere sahip ola)nlar, doğru yolda olanların ta kendileridir.
8. (Bu haller) Allah’tan bir lütuf ve nimet olarak (verilmiş)tir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
9. Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşurlarsa, hemen aralarını düzeltin. Eğer
9. Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşurlarsa, hemen aralarını düzeltin. Eğer onlardan biri, hâlâ (Allah’ın hükmüne boyun eğmeyip) diğerine saldırırsa, Allah’ın emrine dönünceye kadar saldırana karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işinizde) âdil davranın. Çünkü Allah âdil davrananları sever.
10. Mü’minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’ın emirlerine uygun yaşayın ki rahmete nâil olasınız.
(Mü’minler birbirinin derdine ortak olarak, kötülük yapmalarına ve batıla meyletmelerine engel olarak, hayırda yardımlaşarak, selamlaşarak, ziyaretleşerek, hediyeleşerek, birbirini koruyarak, Allah yolunda yürüyerek, İslâm düşmanlarına karşı birlik olarak kardeştirler. Aralarındaki üstünlük ancak takvâ ile, Allah’ın emirlerine uygun yaşamakladır. Bunun dışında, kan bağları ve beşerî tedbir ve usullerin, hiçbiri, dinin getirdiği bu kardeşliği tesis edemez. Bundan dolayı şirkten kaçınmış olan mü’minler, İslâm’ın amelle ilgili şartlarını tam yerine getiremeseler bile Kur’an’ın ifadesi gereği iman yönünden kardeş olduklarını bilmeli ve kelime-i tevhid davasında birleşmelidirler.)
11. Ey iman edenler! Bir topluluk, bir toplulukla alay etmesin. Ola ki (alay edilen adamlar, Allah yanında) kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da kadınları alaya almasın. Ola ki onlar, kendilerinden daha hayırlıdırlar. Birbirinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İman ettikten sonra (kişinin) fâsıklık (damgası yemesi veya din ve ahlâk sınırını aşması) ne kötü isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir. [bk. 104/1]
12. Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.[4] Birbirinizin gizli kusurunu (casus gibi) araştırmayın ve biriniz, diğerini çekiştirmesin.[5] Herhangi biriniz (normal insan olarak) ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz (değil mi?) O halde ‘Allah’a saygı duyup emrine uygun yaşayın’ aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz Allah tevbeleri kabul edendir, çok merhametlidir. [bk. 17/36]
13. Ey insanlar! Şüphesiz biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık (ırkınız ve şahsınızla övünmeniz için değil; sırf iyilik uğrunda) tanışasınız (yarışıp ve yardımlaşasınız) diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Hiç şüphesiz ki sizin Allah yanında en şerefliniz, en takvâlınız (Allah’ın emirlerine en uygun yaşayanınız ve günahlardan sakınanınız)dır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) haberi olandır.
(Takvâ sahibi olmak, bütün günahlardan ve günaha giden yollardan sakınmak, nefsi terbiye
(Takvâ sahibi olmak, bütün günahlardan ve günaha giden yollardan sakınmak, nefsi terbiye ve tezkiye etmektir. Bu da nefsi her türlü kötü ve batıl duygu ve isteklerden arındırarak, Allah’ın emrine ve Resûlü’nün sünnetine uygun yaşamak; insanlara karşı dış yaşantısını Allah’a karşı da iç yaşantısını tertemiz süslemektir. Muttakîlik köşeye çekilme değil, aynı zamanda emr-i mâruf nehy-i münkeri yerine getiren aksiyoner bir hayat tarzıdır. Âyet-i kerîmeden anlaşıldığı üzere dünyada bütün insanlar arasında, insan olma yönünden hiç bir farklılık ve üstünlük yoktur. Eşitlik, karşılıklı saygı, müsamaha ve hayat hakkını tanıma (5/32) vardır. Halbuki bu hareket Batı’da ancak 15. asırdan sonra hümanizm ile gelişmiştir. Ancak Allah’a olan inanç ve kulluğun yerine getirilmesi bakımından O’nun katında dereceler ve üstünlükler vardır.)
14. Çöldeki (bedevî) Araplar (gelip): “İman ettik.” dediler. De ki: “Siz (gönülden) iman etmediniz. (Fakat:) ‘Müslüman olduk/teslim olduk’ deyin. Henüz iman kalplerinize (tam) girmedi. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne (tam) itaat ederseniz (imanınız sahih ve kâmil olur); O’da amelleriniz(in sevabın)dan hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” [krş. 8/2-4]
15. (Gerçek) mü’minler, ancak Allah’a ve Resûlü’ne inanan; sonra (bunda) şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlardır. İşte onlar (imanlarında) doğru olanların ta kendileridir. [bk. 4/76; 61/10-11]
16. De ki: “Siz din(darlığ)ınızı Allah’a mı öğretiyorsunuz? Halbuki Allah göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, her şeyi bilendir.”
17. (Onlar) İslâm’a girmelerini senin başına kakıyorlar. (Seni minnet altında bırakmak istiyorlar.) De ki: “Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Aksine, Allah sizi imana eriştirmekle, sizi minnet altında bırakır. Eğer (imanınızda) doğru kimselerseniz (Allah’a minnettar kalın).”
18. Şüphesiz ki Allah, göklerin ve yerin görünmeyenini bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
[1] Bu âyetten hareketle, Resûlü’nün yolunda olan ulemâya karşı konuşurken de aynı edep ve saygı gösterilmelidir. Mü’minler iş ve meselelerinin çözümünde Allah ve Resûlü’nün emir ve hükümlerini görmezlikten gelip hevalarına göre hareket edemezler. [bk. 4/59, 65; 33/36]
[2] Rivayete göre, Allah Resûlü (sas.) öğle sıcağında evinde istirahatta bulunduğu bir sırada, “Çık Yâ Muhammed!” diye bağıran Temîmoğulları hakkında nâzil olmuştur (Beydâvî).
[3] Basın ve yayın araçlarının veya fâsıkların verdiği haberler de doğru olmayabilir. Buradan hareketle yazılan ve söylenen haberleri ve olayları yukarıdaki âyetin ışığı altında okumak, araştırmak ve dinlemek gerekir.
[4] Günah olan zan, iyi kimseye beslenen kötü zandır (Beydâvî).
[5] Resûlullah’a, “Gıybet nedir?” diye sorulunca “Gıybet, din kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır. Eğer o şey kendisinde mevcut ise onun gıybetini yapmış olursun, değilse iftira etmiş olursun.” buyurdu (Beydâvî).
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 45 âyettir. 38. âyeti Medine döneminde inmiştir. Adını ilk âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Kâf. Çok şerefli Kur’an hakkı için.
2-3. O kâfirler; kendilerine içlerinden bir uyarıcı (peygamber) geldi diye şaştılar da: “Bu tuhaf bir şeydir! Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirilecekmişiz)? Bu, (ihtimalden bile) uzak bir dönüştür.” dediler.
4. (Kara) toprağın onlardan neleri (yiyip) eksilttiğini elbet bilmişizdir. Yanımızda (her şeyi) zapteden bir kitap vardır.
5. Buna rağmen onlar, kendilerine hak (olan Kur’an ve Peygamber) gelince yalanladılar. Şimdi onlar (fikren) sıkıntılı bir kararsızlık içindedirler.
6. Üstlerindeki göğe hiç bakmadılar mı? Biz, onu nasıl bina ettik (kurduk) ve onu nasıl süsledik; onun hiçbir çatlağı yoktur.
7. Yere de (buna rağmen bakmadılar mı?) Onu (nasıl) yayıp döşedik ve ona sabit (ulu) dağlar koyduk! Orada gönülleri açan her çeşit çift (bitkiler)den bitirdik.
8. (Bunların hepsini, Allah’a) yönelen her kulun kalp gözünü açmak ve (ona) ibret vermek/(kulluk görevini) hatırlatmak için (yaptık).
9. Gökten de bereketli bir su indirdik; onunla da bahçeler ve biçilecek tane(li ekin)ler bitirdik.
10-11. Kullara rızık olsun diye, küme küme tomurcuğu olan uzun boylu hurma ağaçları (yetiştirdik). Biz o (su) ile ölü bir memlekete can verdik. İşte (kabirden dirilerek) çıkış da böyledir.
12-13. (Resûlüm!) Onlardan önce Nuh kavmi, Res halkı[1] ve (Salih’in kavmi) Semûd, Âd,[2] Firavun (ve kavmi ile) Lût’un kardeşleri (yani kavmi) de yalanlamıştı.
14. (Şuayb’ın gönderildiği) Eyke halkı ve (Himyer meliki olan) Tübba kavmi de… Her biri peygamberleri yalanladılar da benim tehdidim hak oldu (ve onlar yok oldu).
15. Biz ilk yaratışta aciz mi kaldık (ki tekrar diriltemeyelim)? Hayır! Onlar (yine de) bu yeni yaratıştan şüphe içindedirler. [bk. 30/27]
16. Ve hiç şüphesiz, insanı (biz) yarattık ve nefsinin/duygusunun ona ne vesvese ver(ip düşündür)düğünü biliriz. (Çünkü ilmimizle) biz ona şahdamarından (kendisinden)[3] daha yakınız.
17. Unutma ki (insanın) sağında ve solunda oturan iki kaydedici (melek, onun söz ve hareketlerini) kaydedip durur.
18. (O,) bir söz söylemeye görsün, kesinlikle yanında (yazmaya) hazır bir gözcü vardır. [bk. 82/10-12]
19. (Bir gün) ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir (gerçeği de ortaya getirir): “(Ey insan!) İşte bu, senin kendisinden kaçtığın şeydir.” (denilir.)
20. Sûr’a da üfürülür; işte bu tehdit edilen (azap) günüdür.
21. (O gün, Rabbin huzuruna) herkes, beraberinde bir sevkedici (muhafız) ve bir şahit olduğu halde gelir.
22. “Kuşkusuz sen, (dünyada) bundan gaflette (habersiz) idin. İşte sen(in gözün)den perdeni kaldırıp açtık; artık bugün, gözün keskindir.” (denilir.) [bk. 19/38; 32/12]
23. Onun yoldaşı (olan melek): “İşte yanımdaki (yazılı) şey hazırdır.” der.
24-25-26. (Allah, iki meleğe:) “(Rabbini tanımayan) her inatçı nankörü, hayra (ve İslâm yoluna bütün gücüyle) engel olanı, azgını, (imanda) şüpheci olanı atın cehenneme! Allah ile beraber başka (sahte) ilâhlar edinen (Allah yerine onlara, onun emir ve ilkelerine bağlanan)ı, şiddetli azabın içine atın.” (buyurur.) [krş. 2/165-167]
27. Arkadaşı (olan şeytan): “Ey Rabbimiz! Onu (ben) azdırmadım. Fakat o kendisi, (haktan) uzak bir sapıklık içinde idi.” der.
28. (Allah) buyurur ki: “Huzurumda çekişmeyin. Ben size (azabıma dair) tehdidi önceden (peygamberlerim aracılığı ile) gönderip bildirmiştim.”
29. “Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullarıma zulmedici de değilim.”
30. O gün cehenneme: “Doldun mu?” deriz. (O’da:) “Daha var mı?” der.
31. Cennet ise muttakîlere (Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlara) uzak değildir, artık yakınlaşmıştır.
32-33-34. İşte size vaadedilen bu cennet; her (tevbe ile Allah’a) yönelen, (O’nun buyruklarını) koruyan, görmediği halde Rahmân’dan (her yerde) korkan ve O’nun itaatine yönelmiş bir kalple gelen kimse içindir. (Onlara:) “Selametle girin oraya. İşte bu ebedîlik günüdür.” (denilir).
35. Orada onlar için istedikleri şeyler vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.[4]
36. Bunlardan önce, nice (inkârcı) nesilleri helak ettik. Oysa onlar, kendilerinden kuvvetçe daha güçlü idiler. (Ölümden kurtulmak için) ülkeleri delik deşik ettiler. Ama hiç kaçacak bir yer var mı?
37. Şüphesiz ki bu (zikredilenlerin hepsi)nde kalbi olan, yahut hazır bulunup kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.
38. Andolsun ki (biz,) gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık; bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.[5] [bk. 46/33]
39. (Resûlüm!) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce ve batışından evvel(ki vakitlerde) Rabbini hamd ile tesbih et (namaz kıl).
40. Gecenin bir kısmında(ki namazlarda) ve secdelerin (namazların) arkalarında O’nu tesbih et.[6] [bk. 17/79; 30/17-18]
41. Seslenen (İsrafil’)in yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver.
42. O gün (bütün insanlar, Sûr’a ikinci üfürülüşteki) o (korkunç) çığlığı gerçek olarak işitecekler. Bu, (dirilip) çıkma günüdür.
43. Öldürecek de, diriltecek de kesinlikle biziz biz. Dönüş de ancak bizedir.
44. O gün, süratle (mahşer yerine) koşmak için yer onlar(ın üzerlerin)den yarılır. İşte bu bir haşr (toplama)dır ki (bu) bize göre çok kolaydır. [bk. 31/28; 99/2]
haşr (toplama)dır ki (bu) bize göre çok kolaydır. [bk. 31/28; 99/2]
45. Biz onların dediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Onun için benim tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver. [krş. 2/272; 13/40; 88/21-22]
[1] Konuyla ilgili açıklama 25/38’de geçti.
[2] Hz. Hûd’un kavmi.
[3] İbni Kesîr (Çetiner), XIII, 7452.
[4] Burada geçen “fazla”dan maksat, ru’yetullâhtır. Beydâvî şöyle der: “Bu ziyade, gözlerin görmediği kulakların işitmediği, hiçbir insanın hayal edemeyeceği sonsuz nimettir.” (Beydâvî). [Ayrıca bk. 10/26]
[5] Bu ve diğer âyetlerde geçtiği üzere yüce Allah’ın kendisi için “Biz” ifadesini kullanması, büyüklük ve yüceliğini vurgulamak içindir. Bu âyet, şanında yorulmak olmayan Allah’a, Tevrat’ta (Tekvin, Bab 2/1-3): “Yedinci gün (Cumartesi) de istirahata çekildi.” diyen yahudilerin kendi yazdıkları sözlerini reddeder. Bu da kitaplarının tahrif olduğunu gösterir. Bundan dolayı Tevrat ve İncil’e Allah kelamı diye itibar edilmez.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 60 âyettir. Birinci âyette geçen “zâriyât” kelimesi, sûrenin adı olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6. Savurup kaldıran (rüzgar)lar, (yağmur) yükü(nü) taşıyan (bulut)lar, kolayca akıp giden (gemi)ler (ve bütün) iş(ler)i dağıtan (melek)ler hakkı için! Şüphesiz (size) vaadedilenler elbet doğrudur. Hiç şüphesiz (hesap ve) ceza mutlaka vukû bulacaktır.
7-8-9. Muntazam dalgalı yollara (yörüngelere, galaksi ve diğerlerine) sahip gök hakkı için! Doğrusu siz (Peygamber hakkındaki, “o kâhindir, şairdir, sihirbazdır” şeklindeki sözlerinizde)[1] çeşitli çelişki(ler) içindesiniz. (Oysa imandan) döndürülen (aklı çarpık) kimseler ondan döner.
10-11. Kahrolsun o düzenbaz yalancılar! Onlar, bir cehalet (ve sapıklık) içinde (imandan) gafil (kalmış) kimselerdir.
12. Onlar (alay ederek: “O hesap ve) ceza günü ne zaman?” diye sorarlar.
13. O gün onlar, ateş üzerinde azaba uğratıl(ıp kıvran)acaklardır.
15-16. Hiç şüphesiz muttakîler (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan ve karşı gelmekten sakınanlar), Rablerinin kendilerine verdiğini al(ıp razı ol)muş olarak cennetlerde ve pınarlar(ın başların)dadırlar. Çünkü onlar, bundan önce güzel hareket ederlerdi.
17-18. (Onlar ibadet etmek için, ancak) gecenin az bir kısmında uyurlar, seherlerde (dua edip) istiğfâr ederlerdi.
19. Kendilerinin mallarında hem dilenen hem de (istemekten çekinen) yoksul için bir hak vardı (ki bunu bilip verirlerdi).
20. Kesin inananlar için yeryüzünde nice deliller vardır.
21. Kendi (yaratılışı)nızda da (ibretler vardır). Hiç görmüyor musunuz?
7. Nihayet, (inanmayanların başlarına gelecek böyle) acıklı bir azaptan korkanlar için (ibretlik olarak) orada bir işaret bıraktık.[3]
38. Musa’(nın haberin)de de (ibretler vardır). Onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.
39. O, taraftarlarıyla (imandan) yüz çevirmiş ve (Musa’ya): “Ya sihirbazdır, veya mecnundur.” demişti.
40. Biz de onu ve ordularını yakalayıp denize at(ıp boğ)duk. O, (bu sırada kendisini) ayıplayıcı durumda idi. [krş. 10/92]
41. Âd (kavmin)de de (ibretler vardır). Hani üzerlerine köklerini kazıy(ıp helak ed)en bir rüzgar göndermiştik.
42. O uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, hemen onu çürütüp kül gibi yapıyordu.
43. Semûd (kavmin)de de (ibretler vardır). Hani onlara: “Bir zamana kadar faydalan(ıp eğlen)in.” denilmişti.
44. Onlar ise Rablerinin emrinden uzaklaşıp haddi aşmışlar (keyiflerine göre yaşıyorlar)dı. Bu yüzden kendileri bakıp dururken yıldırım onları alıvermişti.
45. (O zaman) ayakta durmaya güç yetiremediler ve hiç yardım edenleri de olmadı.
46. Daha evvel Nuh kavmini de (helak ettik). Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir kavim idiler.
47. Biz göğü kudret(imiz)le bina ettik. Şüphesiz, onu genişleten de biziz.
48. Yeri de biz döşedik. (Biz) ne güzel döşeyiciyiz!
49. Her (türlü) şeyden çift çift[4] yarattık ki düşün(üp öğüt al)asınız.
50. (Resûlüm! De ki:) “O halde (Allah’a ortak koşmaktan) Allah’a kaçın (O’na sığının, O’na itaate koşun). Çünkü ben O’n(un tarafın)dan (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım.”
51. Allah’ın yanına başka bir ilâh daha katmayın.[5] Çünkü ben, O’n(un tarafın)dan (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım.
52. (Resûlüm!) Onlardan öncekilere de bir peygamber geldiğinde, mutlaka (onun için de): “Bir sihirbaz veya bir mecnundur.” dediler.
53. Bunu (nesilden nesile) birbirlerine tavsiye mi ettiler? (Hayır!) Doğrusu, (bu) onlar(ın) azgın bir topluluk (olmalarından)dır.
54. Artık onlardan yüz çevir. (Onların yola gelmemelerinden dolayı) sen kınanacak değilsin.
55. Yine de sen (Kur’an ile) öğüt ver. Çünkü öğüt, mü’minlere fayda verir.
56. Ben cinleri ve insanları ancak bana (ibadet ve itaatle) kulluk etsinler diye yarattım. [bk. 1/4; 4/36; 6/102; 29/1; 41/14; 49/14-15; 103/1-3]
57. Ben onlardan bir rızık istemiyorum ve bana yedirmelerini de istemiyorum.
58. Şüphesiz (bilsinler) ki O Allah, bizzat rızkı veren kuvvet ve kudret sahibidir.
59. Hiç kuşkusuz o zulmedenlere de, (geçmiş) arkadaşlarının (azaptaki) payı gibi bir pay vardır. Şimdi (gelmesi için) acele etmesinler. [bk. 6/6; 29/40]
60. O vaadedilen (azap) günlerinden dolayı vay o kâfir olanların haline!
[1] Semerkandî, VI, 67.
[2] Âyetteki “hel” soru edatı kesinlik ifade etmektedir. [bk. 20/9]
[3] Bu işaretler, atılan o taşlar, birbiri üstüne yığılmış kayalar ve harabelerdir (Beydâvî). [krş. 29/34-35]
[4] Erkek dişi, soğuk sıcak, artı eksi, elektron nötron, hayat ölüm, tatlı acı, karanlık aydınlık gibi. [krş. 43/12]
[5] “Allah vardır, ama bir de görebileceğimiz putumuz olsun.” diyen müşrikler ve Sâmirî gibi olmayın. Çünkü müşrikler sözle Allah’ın varlığını kabul etseler bile; yine gönülleri, sevgi ve saygıları putlarından yana idi. Çağlar geçtikçe putlar da değişti, çeşitli şekil ve isimler aldı.
Mekke döneminde inen ilk sûrelerdendir. 49 âyettir. Adını, birinci âyette geçen aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6-7-8. Andolsun ki (Musa’nın vahiy aldığı) “Tûr” (dağın)a,[1] yayılıp açılmış, (kağıt gibi) ince deri üzerine yazılmış Kitab’a, Beyt-i Ma’mûr’a[2] (Kâbe’ye), yükseltilmiş tavan (gibi göğ)e, dolu (ve coşkun) denize[3] ki Rabbinin azabı elbette vukû bulacaktır. Onu önleyecek hiçbir şey yoktur.
9-10-11-12. O gün gök çalkalandıkça çalkalanır. Dağlar (yerinden kopup) yürüdükçe yürür (toz duman olur). Artık (inanmayıp) yalanlayanların o gün vay haline! Onlar daldıkları batıl içinde oynayıp/oyalanıp duranlardır.
13-14. O gün onlar cehennemin ateşine şiddetle itileceklerdir: “İşte bu, sizin kendisini yalan saymakta olduğunuz ateştir.” denilecektir.
15. (Vahye sihirdir dediğiniz gibi, şimdi) bu (ateş) de sihir midir? Yoksa siz (yine) mi görmüyorsunuz?
16. Girin ona! İster dayanın, ister dayanmayın. Artık sizin için birdir (durum değişmez). Siz ancak yapmış olduklarınıza göre cezalandırılacaksınız.
17-18. Şüphesiz ki muttakîler (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan ve karşı gelmekten sakınanlar) ise, Rablerinin kendilerine verdiğini tada tada cennetlerde ve bol nimet içindedirler. Rableri onları o çılgın cehennemin azabından korumuştur.
19-20. “Yaptıklarınız (iyi ameller)e karşılık, sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanmış olarak âfiyetle yiyin, için.” (denilir). Ayrıca biz onlara güzel iri gözlü hûrileri eş yaptık. [bk. 37/44]
21. İman edenler (Allah’a teslimiyet gösterenler) ve nesilleri de imanla kendilerine (Allah yolunda) tâbi olanlar (var ya)! Biz onları (cennete koyarken) nesillerini de kendilerine katarız. Onların amellerinden de hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağlıdır[4] (ona göre muamele görür).
22. Biz onlara canlarının çektiği meyve ve etten bol bol verdik.
38. Yoksa onlara ait bir merdiven var da onunla (göğe çıkıp meleklerin sözlerini ve onlara vahyedileni) mi dinliyorlar? Öyleyse onları dinleyenler, açık bir delil getirsin.
39. Yoksa (hoşlanmadığınız için) kızlar O’nun da, oğullar sizin mi?
40. Yahut (sanki tebliğ için) onlardan bir ücret istiyorsun da onlar, (böyle) bir borçtan dolayı ağır yük altına mı girmişler?
41. Yoksa gayb kendilerinin yanında da onlar (istediklerini) mi yazıyorlar?
42. Yahut (sana) bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat inkâr edenler, asıl kendileri o tuzağa düşecek olanlardır.
(Müşriklerin Dârunnedve’de toplanıp da Hz. Peygamber’i bir hile ile öldürmek için aldıkları kararları boşa çıktı. Allah’ın Resûlü hicret etti. Tuzak başlarına geçti. Bedir’de kılıçtan geçirilenler kendileri oldu.) [bk. 17/76]
43. Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhları mı var (onunla teskin oluyorlar da Allah’a teslim olmaya yanaşmıyorlar)? Allah, onların (kendisinden başkasına bağlılık göstererek) ortak koştukları şeylerden uzak (ve şânı yüce)dir.
44. (Başlarına) gökten bir parçayı düşerken görseler bile, (inatlarından inanmayıp): “Üst üste gelmiş bir buluttur.” derler (“Allah’tan gelen bir felakettir.” demezler).
45. Artık, çarpılacakları (felaket) günlerine kavuşuncaya kadar, kendi hallerine bırak onları.
46. O gün ‘hile ve planları’ kendilerinden hiçbir şeyi savamaz ve onlara yardım da edilmez.
47. Hiç şüphesiz zulmedenlere, bu (dünya azabı)ndan başka bir de (âhiret) azâb(ı) vardır. Fakat onların çoğu bilmezler. [bk. 32/21]
48. Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önünde/gözetimimiz altındasın. (Her) kalktığın zaman[5] Rabbini hamd ile tesbih et.
49. Gecenin bir kısmında ve yıldızların kaybolup gitmesinden sonra (sabah vakti) O’nu tesbih et (namaz kıl, sübhâneke oku).
1] Tûr, milattan önce yedinci asırda yaşayan Nabatîler’in kullandığı Süryanice bir kelimedir. Dağ demektir. Buradaki ilâhî murad, Tûr-i Sînâ’dır.
[2] Yahut semada Kâbe’nin hizasında meleklerin tavaf ettiği bir makama (Celâleyn). Kâbe olduğu da ifade edilmektedir (Elmalılı, VII, 4551).
[3] Yahut kaynatılmış olan denize (Celâleyn).
[4] Bu âyet-i kerîme 13/23, 40/8 ve 74/38’deki benzer üç âyetten daha geniş bir müjde vermektedir.
[5] Bir topluluk içinden veya uykudan kalkınca veya namaza kıyam edince, yahut Allah için davet ve tebliğe başlandığında (Mevdûdî, V, 554). Çünkü Allah Resûlü (sas.) de bir meclisten kalkınca, “Sübhâneke Allâhümme ve bihamdik. Eşhedü enlâ ilâhe illâ ente, estağfiruke ve etûbü ileyk” derdi.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 62 âyettir. 32. âyeti Medine döneminde inmiştir. Adını ilk âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. İnen yıldıza/“peyderpey inen Kur’an’a” andolsun ki arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve (batıla inanıp) azmadı da.
3. O arzusuna göre konuşmaz. [krş. 69/43-47]
4. O(nun sözleri/hükümleri ilhamdan) vahiyle bildirilenden (ve vahye uygunluktan) başkası değildir.
(Peygamberimiz’e vahiyle bildirilenler Kur’an olup bunun dışındaki emir, nehiy, tavsiye ve ikrarları ise hadislerdir.)
5-6-7. Ona bunları müthiş kuvvetleri olan (Cebrail) öğretti. (Hem de) o güzel (bir) heybete sahiptir ki en yüksek ufukta iken kendi suretinde doğruldu (Resûl’e göründü). [bk. 81/19-21]
8. Sonra (Cebrail ona) yaklaştı, (aşağı doğru) sarktı.
9-10. Aradaki mesafe; (üst üste getirilen) iki yay[1] kadar, hatta daha yakın oldu da, o sırada (Allah’ın) vahyettiği şeyi, kuluna vahyetti.[2]
16. O (gördüğü) zaman Sidre’yi, onu bürümekte olan bürüyordu.
17. (Peygamber’in) göz(ü gördüğünden) kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden (delillerinden) bir kısmını gördü. [bk. 20/23]
19-20. Bana haber verin o Lât ve Uzzâ’yı ve diğer üçüncü (put olan) Menât’ı (onlarda güç ve ilâhlık alâmeti var, öyle mi?)
21. Demek erkek(ler) sizin de, (hoşlanmadığınız ve) dişi (zannettiğiniz melekler) O’nun, öyle mi? [krş. 16/57; 17/40; 43/15-19]
22. Bu insafsızca bir taksim![3]
23. Onlar (o putlar), sizin ve babalarınızın, kendilerine (tanrı diye) isim verdiği (boş) isimlerden başkası değildir. Allah, onlara ait hiçbir delil, yetki indirmemiştir. O (puta tapa)nlar ancak zanna, bir de canlarının istediğine uyuyorlar. Halbuki onlara, Rablerinden doğru yol rehberi (Kur’an) gelmiştir.
24. Yoksa (her) umduğu şey insanın (kendisinin) mi (olacak)tır?
25. İşte sonrası da öncesi de/âhiret de dünya da ancak Allah’ındır.
26. Göklerde nice melek vardır ki şefaatleri hiçbir fayda vermez. Ancak (şefaat) Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere izin vermesinden sonradır. [bk. 2/255; 20/109; 34/23; 78/38]
27. Doğrusu âhirete inanmayanlar, meleklere dişi adı takıyorlar.
28. Halbuki kendilerinin ona dair hiçbir bilgisi yoktur. Onlar kuruntudan başkasına uymazlar. Şüphesiz ki kuruntu gerçekten yana hiçbir şey ifade etmez (zan ile kesin bilgi elde edilmez).
29. Onun için, bizi anmaktan (ve Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimselerden yüz çevir.
(Bunlar, materyalist/maddeperest, hevâ ve hevesine göre yaşayanlardır.)
16. O (gördüğü) zaman Sidre’yi, onu bürümekte olan bürüyordu.
17. (Peygamber’in) göz(ü gördüğünden) kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden (delillerinden) bir kısmını gördü. [bk. 20/23]
19-20. Bana haber verin o Lât ve Uzzâ’yı ve diğer üçüncü (put olan) Menât’ı (onlarda güç ve ilâhlık alâmeti var, öyle mi?)
21. Demek erkek(ler) sizin de, (hoşlanmadığınız ve) dişi (zannettiğiniz melekler) O’nun, öyle mi? [krş. 16/57; 17/40; 43/15-19]
22. Bu insafsızca bir taksim![3]
23. Onlar (o putlar), sizin ve babalarınızın, kendilerine (tanrı diye) isim verdiği (boş) isimlerden başkası değildir. Allah, onlara ait hiçbir delil, yetki indirmemiştir. O (puta tapa)nlar ancak zanna, bir de canlarının istediğine uyuyorlar. Halbuki onlara, Rablerinden doğru yol rehberi (Kur’an) gelmiştir.
24. Yoksa (her) umduğu şey insanın (kendisinin) mi (olacak)tır?
25. İşte sonrası da öncesi de/âhiret de dünya da ancak Allah’ındır.
26. Göklerde nice melek vardır ki şefaatleri hiçbir fayda vermez. Ancak (şefaat) Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere izin vermesinden sonradır. [bk. 2/255; 20/109; 34/23; 78/38]
27. Doğrusu âhirete inanmayanlar, meleklere dişi adı takıyorlar.
28. Halbuki kendilerinin ona dair hiçbir bilgisi yoktur. Onlar kuruntudan başkasına uymazlar. Şüphesiz ki kuruntu gerçekten yana hiçbir şey ifade etmez (zan ile kesin bilgi elde edilmez).
29. Onun için, bizi anmaktan (ve Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimselerden yüz çevir.
(Bunlar, materyalist/maddeperest, hevâ ve hevesine göre yaşayanlardır.)
30. Onların ilimden ulaşacakları (nokta), işte bu (dünya hayatını elde etmek)tir. Şüphesiz Rabbin, yolundan sapan kimseleri de çok iyi bilendir, doğru yolu bulan kimseleri de çok iyi bilendir.
31. Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi) Allah’ındır. (Bu da) kötülük yapanları (aynen) yaptıklarıyla cezalandırması, güzel hareket edenlere de daha güzeliyle[4] karşılık vermesi içindir.
32. (Güzel davranışta bulunanlar,) küçük kusurlar hariç, günahların büyüğünden ve hayasızlık (sayılan bütün çirkin iş)lerden kaçınanlardır. Şüphesiz ki Rabbin, (şirk hariç) bağışlaması geniş olandır. O sizi, topraktan yarattığı zaman da, siz annelerinizin karınlarında cenin halinde iken de, (ne olduğunuzu) çok iyi bilendir. O halde kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın. O (Allah), takvâlı olan (emirlerine uygun yaşayan ve karşı gelmekten sakınan)ı çok iyi bilendir.[5]
33-34-35. Gördün mü (imandan) döneni, (malından) azıcık verip sonra cimri kesileni?[6] Yoksa gaybın ilmi onun yanında da, (her şeyin sırlarını) kendisi mi görüyor?
36-37. Musa’(ya gelen Tevrat’)ın sayfalarında ve ahdine çok bağlı İbrahim’in sayfalarında da olan (bilgi)ler, yoksa kendisine haber verilmedi mi?
38. Doğrusu hiçbir günahkâr, diğerinin (günahına sebep olmadığı şeyi) yüklenmez.
39. Hakikaten (Allah’ın lütfu ve yapılan bağışlar dışında) insana, kendi çalışmasından başkası yoktur.[7]
55. (Ey insan!) O halde Rabbinin hangi nimetlerinden şüphe ediyorsun?
56. İşte bu (peygamber) de, evvelki uyarıcı (resûl)ler gibi bir uyarıcıdır.
57. O yaklaşan (kıyamet) yaklaştı.[9]
58. O(nun vakti)ni Allah’tan başka açığa çıkaracak olan yoktur.
59. Şimdi siz, bu söze (bu Kur’an’a) mı şaşıyorsunuz?
60. Siz (gaflet ve çeşitli eğlenceler içinde) gülüyorsunuz da (günahkâr halinize) ağlamıyorsunuz.
61. Siz (Kur’an’dan uzak) gaflet içinde oyalanıyorsunuz.
62. Haydi şimdi Allah’a secde edin ve (O’na) ibadet edin![10]
[1] Câhiliye Arapları’nda birlikteliği temsil için iki yay birleştirilip bir ok atılırdı. Bu, maddî mânevî yakınlığın işareti idi (Elmalılı, VI, 4576-4577).
[2] Yahut, “Allah kuluna Cebrail vasıtasıyla vahyettiği şeyi vahyetti.” diye iki görüş vardır (Mevdûdî, VI, 17).
[3] Müşrikler putlarına da dişi ismi verirlerdi. Âyette putlar yerilmektedir. Bu putlar hakkındaki Garânik olayı için bk. 53/62
[4] Cennet ve bir de cemâliyle (Mukâtil, s. 28).
[5] Biliniz ki Allah muttakîlerle beraberdir (2/194), âkıbet muttakîlerindir. [bk. 20/132; 28/83; 49/13]
[6] bk. 75/31-32.
[7] İslâm çalışma, helal yollarla kazanç, mal edinme ve helal/meşru yerlere harcama esasına dayanır (Geniş bilgi için bk. 2/278 ve açıklaması). Bu çalışmaya, kendisine dua ve hayır gönderecek evlat ve dostlar kazanmak dahildir (Buhârî, “Cenaiz”, 106; “Sayd”, 217).
[8] Sodom ve çevresi
[9] Bizim bin yılımız Rabbimiz yanında bir gündür. [bk. 22/47; 32/5]
[10] Hz. Peygamber, Hz. Cebrail’den bu âyeti duyar duymaz hemen secdeye kapanmış ve müslümanlar da kapanmışlardır. Bu sûreyi dinlerken, içindeki kuvvetli sırların cazibesine kapılan müşrikler bile secdeye kapanmışlardır. Sonra Hz. Peygamber için “Putlarımızın adı geçtiği için secde etti, biz de ettik.” dediler. Halbuki Allah Resûlü, bir göz kırpması kadar bile putları tâzim edip tapmadı. Garânik olayının özü budur. Bu olay, müsteşriklerce çarpıtılmıştır. [bk. 22/52-53. Secde âyeti konusunda bk. 7/206]
Türklerin sarığı,Latinlerin külahından iyidir. yasanın söz sahibi olduğu yerde hatipler susar. Zaman geri alınmaz bir biçimde uçup gidiyor. Dünya Atasözleri.
Baba,her konuda herkesten önde gelir. Bilgi insanı kuşkudan,iyilik acı çekmekten,kararlılık korkudan kurtarır. Böyle baba, böyle oğul! Dünya Atasözleri.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 55 âyettir. Adını, aynı kelimenin geçtiği ilk âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Kıyamet) saat(i) yaklaştı ve ay yarıldı (ve birleşti).[1] [bk. 16/1; 21/1; 33/63; 81/1-2]
2. Onlar (müşrikler) bir delil (mucize) görseler de yine yüz çevirirler: “(Bu,) devam edegelen bir sihirdir.” derler.
3. (Peygamber’i) yalanladılar, hevâ ve heveslerine uydular. Halbuki her iş kararlaştırılmış (Allah’ın dilediği gibi gerçekleşecek)tir.
4-5. Andolsun ki onlara içinde (ibret alıp da kendilerini küfür ve inattan) alıkoyacak şeyler, üstün hikmet bulunan haberlerden niceleri gelmiştir. Fakat (onlara gelen) uyarılar (kendilerine) hiç fayda vermiyor. [bk. 10/101]
6. O halde (Resûlüm!) Davet edici (İsrafil’in) görülmemiş müthiş bir şeye (yeniden dirilmeye) çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir.
7. Gözleri, (korkudan yere) eğik bir halde kabirlerden çıkarlar. Onlar tıpkı (etrafa) yayılan çekirgeler gibidirler.
8. O çağırıcıya (boyunlarını uzatıp) koşarlarken kâfirler (o zaman içlerinden): “Bu çok çetin bir gündür!” derler.
9. (Resûlüm!) Bunlardan önce Nuh kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalancı saydılar ve “mecnun” dediler. O, (yapılan eziyetle davetten) alıkonulmuştu.
10. Bunun üzerine Rabbine: “(Yâ Rab!) Doğrusu ben yenildim, bana yardım et!” diye yalvardı.
11. Biz de şarıl şarıl dökülen bir su ile semanın kapılarını açtık.
12. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık. (Her iki) su, (helakleri) takdir edilmiş bir emir üzerinde birleşiverdi.
13. Onu (kulumuz Nuh’u) da tahtalar ve mıhlar(la yapılmış gemi) üzerinde taşıdık.
14. (O gemi, kendisine) nankörlük edilmiş bulunan (kulumuz)a bir mükâfat olarak, gözlerimiz önünde akıp gidiyordu.
15. Andolsun ki biz, bunu, bir işaret (ve ibret) olarak bıraktık; hani düşü-n(üp ibret al)an (yok mu)? [krş. 29/15; 36/41; 69/11-12]
16. Benim azabım ve uyarmalarım nasılmış?
17. Andolsun ki biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu)? [bk. 19/97]
18. Âd (kavmi de) yalanladı. Fakat azabım ve uyarmalarım nasılmış (anladılar).
19. Biz, onların üstüne uğursuz mu uğursuz (saydıkları) bir günde dondurucu bir fırtına gönderdik.
20. O (fırtına), insanları, sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi (yerlerinden) koparıp atıyordu.
21. İşte benim azabım ve uyarmalarım nasılmış (gördüler)!
22. Andolsun ki biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu)?
23-24-25. Semûd (kavmi) de uyarıcıları (peygamberlerini) yalanladı: “Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz, bir sapıklık ve bir delilik etmiş oluruz. Zikir (vahiy) aramızdan ona mı bırakıldı? Doğrusu o şımarık ve aşırı yalancıdır.” dediler.
26. (Salih’e dedik ki:) “Yarın onlar şımarık ve aşırı yalancı kimmiş, bilecekler.”
27. Doğrusu biz, onlara bir imtihan olmak üzere o dişi deveyi (bir mucize olarak) gönderenleriz. (Şimdi sen) onları gözetle ve (eziyetlere) sabret.
28. Hem de onlara (kuyudan içecekleri) suyun, (o dişi deve ile) aralarında (gün aşırı nöbetle) taksim edilmiş olduğunu haber ver. Su sırası gelen herkes hazır bulun(up suyunu al)sın. [bk. 26/155]
29. (Bir müddet bu nöbetleşme emrine uydular.) Nihayet (Kudar b. Sâlif adındaki) arkadaşlarını çağırdılar, o da (kılıcı) aldı ve (o deveyi ayağından biçerek) devirip öldürdü.
30. Ama benim azabım ve uyarılarım(ın sonu onlara) ne biçim oldu (düşünün!)[2]
31. Nitekim üzerlerine bir tek korkunç bir ses gönderdik (onlar) da, ağıl sahibinin (biçtiği) kuru ot gibi oluver(ip yere seril)diler. [Krş. 7/78]
32. Andolsun ki biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu)?
33. Lût kavmi de (onun) uyarılarını yalanladı.
34-35. Biz de üzerlerine çakıl taşları yağdıran (bir fırtına) gönderdik (helak ettik). Yalnız Lût’un ailesi (iki kızı) hariçtir.[3] Tarafımızdan bir nimet olarak, işte onları bir seher vakti kurtardık. (İman ve itaatle) şükredenleri böyle mükâfatlandırırız.
36. Andolsun ki (Lût) onları bizim (azapla) yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat (onlar), uyarmaları şüphe ile karşıla(yıp yalanla)dılar.
37. Andolsun ki onlar, onun (melek olarak gelen) misafirlerine sarkıntılık etmek istediler. Biz de gözlerini sil(me kör ed)iverdik: “İşte azabımı ve uyarmalarımı(n kötü âkıbetini) tadın!” (dedik.) [bk. 11/77-83; 15/61-74]
38. Andolsun ki onları bir sabah, (artık kurtulamayacakları) kararlı bir azap bastır(ıp kapla)mıştı.
39. “İşte, azabımı ve uyarılarımı(n âkıbetini) tadın!” (dedik.)
40. Andolsun ki Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu)?
41. Andolsun ki, Firavun’un kavmine (yani Kıptîlere) de uyarıcılar gelmişti.
42. Bütün âyet (ve mucize)lerimizi yalanladılar. Biz de onları güçlü ve mutlak galip (olan zâtımız)ın yakalayışıyla yakaladık. [bk. 20/56]
43. (Ey Allah’tan başkasına kulluk edenler!) Sizin kâfirleriniz, bu (isimleri geçe)nlerden daha mı hayırlı (ya da üstün)? Yoksa (ilâhî) kitaplarda sizin için bir kurtuluş belgesi mi var?
44. (Resûlüm!) Yoksa onlar: “Korunan/dayanışma içinde olan bir topluluğuz.” mu diyorlar?
45. Yakında o topluluk bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.[4]
46. Daha doğrusu onlara vaadedilen (asıl) azap vakti O (kıyamet) saat(i) dir. O saat(in azabı) daha belalı ve daha acıdır.
47. Şüphesiz günahkârlar, sapıklık ve çılgınlık içindedirler.
48. O gün (onlar), yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler (ve kendilerine): “Tadın cehennemin dokunuşunu!” (denilecektir).
49. Şüphesiz biz, her şeyi bir kader (hikmetli bir ölçü) ile yarattık. [bk. 25/2; 87/1-3]
50. (Bir şeyin olması için) bizim emrimiz, bir göz kırpması gibi, ancak bir tek (“ol” sözünü söylemek)ten ibarettir. [krş. 16/40; 31/28; 36/82]
51. Andolsun ki (inkârcılıkta/isyanda) sizin gibi (olan)ları helak ettik. Hâlâ düşünüp öğüt alan yok mu?
52. Onların yaptıkları her şey kitaplarda (kayıtlı)dır.
53. Küçük büyük hepsi defterlerde yazılmıştır. [bk. 82/10-12]
54-55. Şüphesiz takvâ sahipleri (Allah’ın emirlerini tutup günahlardan sakınanlar), cennetlerde aydınlık, bolluk ve ferahlık içinde,[5] (hem de) doğruluk meclisinde (hoşnutluk içinde) gücü sonsuz olan hükümdarın huzurundadırlar.
[1] Mekkelilerce de görülen ayın ikiye ayrılma mucizesi, Buhârî ve Müslim’de rivayet edilmektedir. İbni Kesîr, tefsirinde, olayın Peygamber (sas.) zamanında cereyan ettiğini sahih senet ve mütevâtir hadislerle nakleder. Tarihinde ise “Böyle olduğunda icmâ vâki olmuştur.” der (Havvâ, I, 349-353; Mevdûdî, VI, 45-48).
[2] Deveyi kesen kişiye engel olmadıkları için Semûd kavmine azap umûmî gelmiştir.
[3] Karısı da diğer helak olanlar içindedir. [bk. 7/83; 11/81; 29/33]
[4] Bu mucize Bedir gazvesinde gerçekleşti. [bk. 8/9-19]
Bunu cevapsız bırakmak da kendime saygısızlık olur. Ben tabi hukuk profesörü değilim ama siyaset hukukunu iyi bilirim. Siyaset hukukunda da, anlaşmaların güncellenmesi diye bir şart vardır ve bunu da biz yaparız. Yeterki ülkeler bu konuda mutabık kalsınlar, bunun dünyada çok örneği var. Sizler bu konuyu açtığını için bu konuya girdik. Açmamış olsaydınız, sayın Çipras'ın kabulünde bu konulara girerdik. Biz de çok sıkıntılar yaşadık, o yüzden sistem değişikliğine gidiyoruz. 2019'da Cumhurbaşkanlığı sistemine geçeceğiz.
20. Aralarında bir engel (ve bir perde) vardır ki birbirinin sınırını aşmıyor (birbiriyle karışmıyor)lar. [bk. 25/ 53 ve dipnotu; 35/12]
21. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
22. O ikisinden inci ve mercan çıkar.
23. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
24. Dağlar gibi yapılıp (ya da yükseltilip) denizde yüzüp giden (gemi)ler O’nundur.
25. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
26. (Yer)[7] üzerinde bulunan her canlı fânidir. [bk. 28/88]
27. (Yalnız) azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı, bâkidir.
28. Öyle iken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
29. Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi ancak) O’ndan ister. O, her gün (her an, hikmetine uygun) bir işte/bir yaratıştadır.
30. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
31. Ey (insan ve cin) toplulukları![8] (Verdiğimiz mühletten sonra) siz(in hesabınız)a yöneleceğiz.
32. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
33. Ey cin ve insan topluluğu! (Siz o hesabınızı görme ve azabımız geldiği zaman) göklerin ve yerin çevrelerinden geçip gitmeye (kurtulmaya) gücünüz yeterse haydi geçip gidin! Ama (Bizden) bir yetki/kudret olmadıkça geçemezsiniz. [krş. 6/128]
34. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
35. (İnkar ve isyanınızdan dolayı) üzerinize saf ateşten bir alev ve kıpkızıl (zehirleyici) bir duman (veya erimiş bakır) gönderilecek (ve siz) de yardımlaşıp kurtulamayacaksınız.
36. Böyle iken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
37. Sonra gök (cisimleri ile) yarılıp da (içinden kaynayıp çıkanlar) kırmızı gül halini aldığı zaman, erimiş bir yağ gibi olduğu zaman.[9] [bk. 70/8; 84/1]
38. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
39. O gün insana ve cine günahından sorulmaya (lüzum kalmaya)caktır.
40. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
41. Günahkârlar, sîmâlarından tanınır da (cehenneme atılmak için onlar) alınların(ın) perçemi ile ayaklar(ın)dan yakalanır.
42. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
43-44. İşte bu, o günahkârların yalan saydığı cehennemdir ki onlar bununla kaynar su arasında (şaşkınca) dolaşırlar.
45. Böyle (bir azap var) iken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
46. Rabbinin huzurunda (o gün günahla) durmaktan (utanıp) korkan, (bunun için de günah işlemeyi terk eden) için iki cennet vardır.
47. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
48. (Bu cennetler) çeşitli ağaçlara sahiptirler.
49. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
50. Onlarda akıp giden iki kaynak vardır.
51. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
52. (Cennetlerin) ikisinde de her meyveden çift çift (çeşit)ler vardır.
53. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
70. İçlerinde huyu güzel, kendi çok güzel kadınlar vardır.
71. Böyle iken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
72. Otağlar içine kapan(ıp çekil)miş hûriler vardır.[12]
73. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
74. Bunlara o (cennetlik ola)nlardan önce ne bir insan ne de bir cin dokunmuştur.
75. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
76. (Bu cenneti kazananlar) yeşil yastıklara ve çok güzel döşeklere yaslanırlar.
77. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
78. Azamet ve ikram sahibi Rabbinin ismi ne yücedir!
[1] Cündioğlu, Anlamın Buharlaşması ve Kur’an, s. 129.
[2] Her şeyin Allah’a secde ettiğine dair bk. 22/18.
[3] Allah, gerek insanlar gerekse eşya arasında genel bir nizam/denge ve adalet koymuştur. Bunlara genel denge kanunları anlamında bilim dilinde “pesentur” veya daha farklı bir ifadeyle “gravitation” denir. İnsanlar arasındaki sosyal dengenin sağlanması için de Kur’an gönderilmiştir.
[4] Yüce Allah son aşamaya kadar, ilk önce topraktan (22/5; 30/20; 35/11), sonra yapışkan çamurdan (37/11), sonra şekil verilmiş çamurdan (15/26, 28, 33) ve son aşamada da âyette bildirildiği şekilde yaratmıştır.
[5] Tefsiru Kebîr XXI, 87-88; Kurtubi, XVI, 554. Bununla beraber ikinci olarak asılları itibariyle “insan topraktan, cinler de ateşten yaratıldı” şeklinde ifade etmişlerdir. Bk. Elmalılı, VII, 369-372, Zuhaylî, s. 52.
[6] İki doğu ve iki batı; dünyanın yuvarlak/küre olması ve dönmesi itibariyle, güneş ve diğerlerinin, birbirine karşıt olan taraflarına göre dünyanın bir zaman dilimindeki doğusu ve batısıdır. Yani yarım küre olan bir tarafta, görünüşe göre güneş batıp gece olurken, diğer tarafta doğmaktadır. Böylece dünyada iki doğu ve iki batı olayı meydana gelmektedir (senelik doğuş ve batış yeri için bk. 37/5). Mevsimlere göre doğuş ve batış yerleri ise dünyanın güneşin yörüngesindeki dönüşündendir. Bunların hepsi Allah’ın takdiri ve kanunudur. [“Doğular ve Batılar” için bk. 37/5; 43/38 ve dipnotları]
[7] Peygamberimiz (sas.) bu âyeti okurken yeri işaret etmiştir.
[8] “Sekalân” lügatte “iki ağırlık” demek olup iki topluluk murad edilmektedir.
[9] Bu olay, gökyüzünü bürüyecek bir duman sırasında olabilir. [bk. 44/10]
[10] Ondan ayaktaki de, yatan da, oturan da kolayca alıp yiyebilir (Celâleyn). [bk. 76/14]
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 96 âyettir. 81-82. âyetleri Medine döneminde inmiştir. Adını, birinci âyette geçen aynı kelimeden alır. Bir hadiste, her gece Vâkı’a sûresini okuyanın fakirliğe düşmeyeceği ifade edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Kıyamet) olay(ı) vukû bulduğu zaman,
2. Onun oluşunu (artık) hiçbir yalanlayan yoktur.
3. O (kimini) alçaltıcı, (kimini) yükselticidir.
4. Yer (şiddetli) bir sarsıntı ile sarsılınca, [bk. 22/1; 69/14-15; 99/1-2]
5-6. Dağlar, ufalandıkça ufalanıp dağılmış bir toz haline gelince, [krş. 78/20]
7. Siz de (o gün) üç sınıf olursunuz.
8. Sağın adamları (sâlih amel işleyip amel defterleri sağından verilenler), ne mutlu/uğurlu kimselerdir.
9. Solun adamları (Allah’ın hükümlerine değer vermeyerek yaşayıp amel defterleri solundan verilenler) de ne uğursuz/bedbaht olanlardır!
10. (İman, ibadet ve hayır) yarışlarında öne geçenler(e gelince): Onlar (âhirette mükâfatta da) önde gidenlerdir. [krş. 35/32]
11. İşte onlar, (Allah katında) yakınlığa erdirilmiş olanlardır.
12. Na’îm cennetlerinde(dirler).
13. Birçoğu evvelki (ümmet)lerdendir.
14. Biraz(ı) da sonrakilerdendir.
15-16. Mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerinde karşılıklı yaslanmış olarak onların üzerinde
17-18-19-20-21. Ölümsüz gençler; (içmekle) başları ağrıtmayan, akılları gidermeyen (içeceklerin) kaynağından doldurulmuş kâseler, ibrik ve kadehlerle, hem de seçecekleri (her) bir meyve ve canlarının çektiği (her çeşit) kuş etiyle onların etrafında (hizmet için) dolanırlar.
22-23-24. (Oradaki) iri gözlü hûriler, (sedef kabuğu içindeki) saklı inci gibidirler. (Bunların hepsi mü’minlere,) yaptıklarına karşılık olarak verilir.
25-26. Orada boş ve günah bir laf işitmezler (ve konuşmazlar da); ancak (işittikleri) söz; “selam, selam”dır.
27. Sağ ehli olan (defteri sağından verilen, sevabı fazla gelen)ler var ya! Nedir o sağ ehli(nin mükâfatı)?
28-29-30-31-32-33-34. (Onlar, cennette) dikensiz Arabistan kiraz ağacı, meyveleri kat kat dizilmiş muz ağaç(lar)ı, (kesintisiz) uzayan gölgeler,[1] çağlayan su(lar), kesil(ip bit)meyen ve yasak da edilmeyen birçok meyveler arasında ve yüksek döşekler (üstün)de (hûrilerle)dirler.
35-36-37-38. Doğrusu biz, onları (hûrileri) defteri sağdan verilen (bahtiyar kimse)ler için (yep)yeni yarattık. Onları bâkireler, (kocalarına düşkün) hep aynı yaşta (kalan) sevgililer yaptık.
39-40. (Bunların da) birçoğu evvelki (ümmet)lerdendir. Bir çoğu da sonrakilerdendir.[2]
41. Defteri solundan verilenler(e gelince, onlar) ne (bedbaht) sol ehlidirler!
42-43-44. (Onlar, kavurucu) bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve faydası olmayan kapkara dumandan bir gölgededirler.[3]
45-46. Çünkü onlar, bundan önce (dünyada) zevklerine düş(üp az)mışlar ve (aldırmadan) büyük günah üzerinde ısrar edip gidiyorlardı.
47. Bunlar diyorlardı ki: “Biz hakikaten öldüğümüz, bir toprak ve bir kemik yığını olduğumuz zaman mı, diriltilecekmişiz?”
49-50. (Resûlüm! O inkârcılara) söyle: “Şüphesiz hem evvelkiler hem sonrakiler, belli bir günün muayyen bir vaktinde mutlaka toplanmış (olacak)lardır.” [bk. 11/103-105]
51. Sonra hakikaten siz, ey sapıklar (ve dirilmeyi) yalanlayanlar!
55. Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içtiği gibi içeceksiniz (içtikçe de susuzluğunuz artacak).
56. İşte ceza gününde onların ağırlanması bu (şekilde)dir.
57. Sizi, biz yarattık. O halde tasdik etmeniz gerekmez mi? [bk. 30/27; 19/67]
58. (Rahimlere) döktüğünüz meniye (onun insan olmasına) ne dersiniz?
59. Onu (bir insan olarak) siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?
60-61. Aranızda ölümü takdir (ve vaktini tayin) eden biziz. Sizi (öldürüp veya helak edip yerinize) benzerlerinizi getirmemizin ve sizi bilmediğiniz bir âlem (olan âhiret)te[4] yeniden var etmemizin kimse önüne geçemez. [krş. 6/6; 35/16; 70/41; 76/28]
62. Andolsun ki ilk yaratılışı(nızı) bildiniz. O halde (öldükten sonra da yeniden diriltileceğinizi) düşünmeniz gerekmez mi?
63-64. Söyleyin bana, ekip durduğunuz şeyi! Siz mi onu (yerden) bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
65. Dileseydik, elbette onu bir çer çöp yapardık. Siz de şaşar kalır (ve emek verdiğinize pişman olur)dunuz.
66-67. “Hakikaten biz borç altına girdik (ziyandayız), daha doğrusu (yiyecekten bile) mahrumuz.” (derdiniz).
68-69. Söyleyin bana, içmekte olduğunuz suyu, onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? [bk. 15/22; 16/10; 39/21]
70. Eğer dileseydik, onu tuzlu, acı bir su yapardık. O halde şükretmeniz gerekmez mi?
71-72-73. Söyleyin bana; (iki yeşil ağaçtan) çakmakta olduğunuz ateşi; onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu bir ibret ve (çölde) konaklayanlara da bir fayda vesilesi yaptık. [bk. 36/80]
74. O halde pek yüce Rabbinin adını tesbih et.
75-76. Yıldızların yerlerine (Kur’ an’a)[5] yemin ederim ki doğrusu bu (yemin) eğer bilirseniz büyük bir yemindir.
77-78-79. Şüphesiz o, korunmuş bir kitapta (yazılı) olan pek şerefli/değerli Kur’an’dır ki O’na temiz olanlardan başkası dokunamaz.[6]
80. (O) âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.
81. Şimdi siz, bu (ilâhî) kelâmı mı küçümsüyor/hor görüyorsunuz?
82. Siz, (o Kur’an’dan faydalanmak yerine)[7] ondan nasibinizi, yalanlamakla mı alıyorsunuz.
83. Hele (can) boğaza gelince,
84. O vakit siz, (ölenin yanında) bakıp durursunuz.
85. Biz, ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.
86-87. Eğer (kıyamette dirilip) hesaba çekilmeyeceğiniz sözünde doğru iseniz, o (çıkmakta olan can)ı geri çevirseniz ya!
88-89. Eğer (ölen kişi, Allah’a) yakınlık kazanmışlardan ise, artık (ona) rahatlık, ‘hoş kokulu güzel rızık’ ve Na’îm (bol nimet) cenneti vardır.
90-91. Eğer (ölen kişi amel defteri sağ eline verilen) bahtiyar kimselerden ise: “Ey bahtiyarlardan olan! Selam sana! (Sen selamettesin).” (denilir).
92-93-94. Fakat (o ölen kimse Kur’an’ı) yalanlayanlardan ve sapıklardan ise; onun için kaynar sudan bir ziyafet(!) ve cehenneme atılma vardır.
95. Şüphesiz bu, kesin gerçeğin ta kendisidir.
96. O halde Rabbini “Azîm” ismiyle tesbih et.[8]
[1] Cennetteki gölgeler için bk. 4/57; 77/41.
[2] Yukarıdaki âyetlerde sağ ehlinin cennetteki halleri anlatılmaktadır. Âyetlerin tefsirinde, cennet ehlinin 30-33 yaşında gençler olarak cennete girecekleri, hûrilerin de doğurma vasfı olmaksızın yaratılacağı, dünyadaki yaşlı kadınların da bâkire kızlara dönüştürülecekleri rivayetlerine yer verilir.
[3] Cehennemdeki gölge için bk. 77/29-34.
[4] Âhirette, yaratıldığınız gibi diriltilmenizden de şüpheniz olmasın. [krş. 36/51]
[5] “Nücûm” (yıldızlar), Kur’an’ın kısımları anlamına gelmektedir (Elmalılı, VI, 4722).
[6] Kur’an’a dokunma hususunda görüşler:
1. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, âyetteki “ona” zamirinin ait olduğu Kitab, Kur’an’dır. Bundan dolayı hadîs-i şerîfe de dayanılarak “Bir zaruret olmaksızın Kur’an’a abdestsiz dokunmak/ele almak caiz değildir.” denilmiştir (Kurtubî, XVII, 229; İbni Âbidîn, I, 160-161; Cezîrî, I, 47-48, 121-122; Elmalılı, VII, 412; Sâbûnî (Ahkâm), II, 508).
2. Diğer görüşe göre sebeb-i nüzûlü de esas alınarak; Âyetteki “ona” zamirinden maksat, yani o dokunulamaz olan bu Kur’an değildir. Çünkü Kur’an Mekke’de henüz bir kitap olarak meydana gelmemiş ve hitap da müşrikleredir. Aynı zamanda Sâffât sûresi 7-8 ve Abese sûresi 13-16’da olduğu gibi el-Kitâbu’l-Meknûn (Levh-i Mahfûz’)dur. “O’na da şeytanlar değil, ancak arındırılmış (tertemiz olan) melekler dokunabilir.” Sûrenin Mekke’de nâzil oluşundan dolayı bu ifade, aynı zamanda müşriklerin, “Onu şeytanlar indirdi.” sözlerine bir cevap mahiyetindedir (Cevzî, s. 203-207). “Ona zamiri de Kitab’a daha yakın olduğundan ona râci’dir.” denmiştir (İbni Cüzey, s. 87).
Dolayısıyla, bu görüşten hareketle, âcil hallerde Allah’ın mesajını anlayıp gereğince hareket etmek gayesiyle Kur’an’a yaraşan hürmet ve saygı içinde, bu görüşlerden ikincisiyle harekette beis olmadığını söylemek mümkün ise de, sevap, fazîlet ve takvâya en yakın olanı birinci görüş olan abdestli okumaktır. Kur’an abdestsiz ezbere okunur. Fakat cünüpken okunamaz. Gayrimüslimler bu konunun dışındadır.
[7] Elmalılı, VII, 412.
[8] “Sübhâne rabbiye’l-azîm” denmesi bu âyet sebebiyledir
Medine döneminde nâzil olmuştur. 29 âyettir. Hadîd, “demir” demektir. Sûre adını, demirin önemine işaret eden 25. âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerde ve yerde olan her şey, Allah’ı tesbih eder. O, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir. [krş. 17/44]
2. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı yalnız) O’nundur. Hem diriltir, hem öldürür. O, her şeye kâdirdir.
3. O (Allah); hem ilktir, hem son(suz kalacak olan)dır. Zâhir’dir (varlığının delilleri açıktır). Bâtın’dır (zâtının hakikati gizlidir). O, her şeyi hakkıyla bilendir.
4. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükümran olandır. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni hep O bilir. Nerede olsanız sizinle beraberdir. Allah (bütün) yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
5. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) ancak Allah’ındır. Bütün işler ancak O’na döndürülür.
6. Geceden (bir kısmını) gündüzün içerisine katar (böylelikle gündüzler uzar). Gündüzden de gecenin içerisine katar (böylelikle geceler uzar). O, sînelerin özünü hakkıyla bilendir.
7. Allah’a ve Resûlü’ne inanın, sizi üzerinde tasarrufuna/harcamasına vekil kıldığı (maddî) şeylerden (Allah uğrunda) harcayın. Sizden iman edip de (Allah için) harcayanlar var ya! Onlar için büyük bir mükâfat vardır.
8. Size ne oluyor da, Peygamber sizi Rabbinize inanmanız için çağırdığı halde, Allah’a inanmıyorsunuz? Halbuki (inanmanız için Allah, ezelde) sizden kesin söz almıştı. Eğer inanacaklardansanız (hemen inanın). [bk. 5/7; 7/172]
9. Sizi (her türlü) karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna açık açık âyetleri indiren O’dur. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. [krş. 2/257]
10. Size ne oluyor da Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin (bütün) mirası Allah’ındır (her şey, asıl sahibi olan Allah’a kalacaktır). İçinizden (Mekke) feth(in)den önce (Allah yolunda) harcayan ve savaşanlar, (diğerleriyle) bir olmaz. İşte onlar derece bakımından, (fetihten) sonra harcayan ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, yine de (bunların) her birine en güzel (mükâfat olan cennet)i vaadetmiştir. Allah (bütün) işlediklerinizden haberdardır. [bk. 4/95]
11. Kim ki Allah’a “karz-ı hasen”[1]le bir borç verirse Allah da ona o(nun karşılığı)nı kat kat artırır. Hem ona değerli bir mükâfat da vardır.
12. O gün mü’min erkeklerle, mü’ min kadınların (Allah’ı gerektiği şekilde tanıma ve amellerinin) nurlarının, önlerinden ve sağlarından (aydınlatıp) gitmekte olduğunu görürsün. (Onlara:) “Bugün sizin müjdeniz, içlerinde ebedî kalacağınız, alt tarafından ırmaklar akan cennetlerdir.” (denilecek). İşte bu, büyük ‘kazanç ve kurtuluşun’ ta kendisidir.
13. O gün, münâfık erkekler ve münâfık kadınlar, o iman etmişlere: “(Ne olur) bize bakın (bizi bekleyin) de nurunuzdan alalım (biraz faydalanalım).” derler. (Onlara:) “Dönün arkanıza (tekrar dünyaya) da (burası için) bir nur arayın.” denilir. Sonra aralarına kapılı bir sûr çekilir. (Öyle ki) onun iç tarafında rahmet, dış tarafında da azap vardır.
14. (Münâfıklar,) onlara seslenirler: “Biz (dünyada) sizinle değil miydik?” (Mü’minler de:) “Evet (görünüşte beraberdik). Fakat siz, fitnelik yapıp kendi (canı)nızı yaktınız. (Kur’an’ın hükümlerini hiçe saydınız hep mü’minleri dışladınız, eksik tarafları ve felaketleri için) fırsat gözlediniz. Şüphe ettiniz (tam inanmadınız). Kuruntular sizi, Allah’ın emri (ölüm) gelinceye kadar aldat(ıp oyala)dı. O çok aldatıcı (şeytan), Allah’a karşı bile (inanç ve ibadet hususunda) sizi aldattı.” [bk. 83/29-35]
15. (Ey münâfıklar!) Bugün artık ne sizden ne de (açıktan) inkâr edenlerden (kurtuluş için) bir fidye alınır, barınacağınız yer ateştir. Size layık olan yer orasıdır. O, ne kötü gidilecek bir yerdir!
16. İman edenlerin Allah’ı anma ve hak olarak inen (Kur’an’)a karşı kalplerinin ürpermesi/saygıyla yumuşaması zamanı gelmedi mi?[2] (Mü’minler,) sakın bundan önce kendilerine kitap verilip de (onunla alakayı keserek) üzerlerinden uzun zaman geçmiş, kalpleri artık katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Çünkü onlardan çoğu (Allah’ın emrinden çıkmış) fâsık (olmuş)lardır.
(Âyet-i kerîmede yüce Allah, mü’minlere, kitaplarından uzaklaşan yahudiler ve hıristiyanlar gibi olmamalarını emir buyuruyor. Çünkü mü’minlerin Kur’an’la imanlarının kuvvetlenmesi, kalplerinin sükûn, hayatlarının huzur içinde olması gerekirken (8/2; 13/28), bunun aksine Kur’an’dan, onun kültüründen, mânevî gıdasından ve hükümlerinden uzaklaşan kalp imanca zayıflar, katılaşır ve duygusuzlaşır. Böyle bir kalbe sahip olan insan Allah’a karşı sorumluluğunu unutur, maddeci ve menfaatperest olur. Menfaatini başkalarının zararlarına, hatta yok olmaları üzerine kurmakta kalbi huzursuz olmaz.)
17. Bilin ki Allah, yeri ölümünden sonra diriltir. Hiç şüphesiz biz, akıl erdiresiniz diye size âyetleri (böyle) açıklarız.[3]
18. Doğrusu sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah’a karz-ı hasende bulunanlar (gönül hoşluğuyla güzel ödünç verenler)in (karşılıkları) kendilerine kat kat verilecektir. Onlar için (ayrıca) değerli bir mükâfat vardır. [krş. 57/11 ve açıklaması]
19. Allah’a ve resûllerine inananlar hem Rableri yanında dosdoğru olanlar hem de (Allah için) şehit olanlar/şâhitlikte bulunanlardır. Onların hem mükâfatları, hem de nurları vardır. İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar(a gelince), onlar da cehennem ehlidirler. [bk. 24/35-36; 39/22]
20. Bilin ki (âhiret kazancına önem verilmeden geçirilen) dünya hayatı, ancak (geçici) bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlatta çoğalma yarışıdır. (Bu) tıpkı şuna benzer: Bir yağmurun bitirdiği (o yeşil) bitki, ekincilerin hoşuna gider, (fakat) sonra o (bitki) kurur da sen onu sararmış halde görürsün.
(bitki) kurur da sen onu sararmış halde görürsün. Sonra da çer çöp olur (işte dünyadaki her şey de böyledir). Âhirette ise (günahkârlara) şiddetli azap, (iyilere de) Allah’tan mağfiret ve hoşnutluk vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir faydalanmadan (bir rüyaya sevinmeden) başka bir şey değildir.[4] [bk. 3/14; 10/24; 18/45-46; 39/21]
21. (O halde dünyanın bu aldatıcılığına aldanmayıp tevbe ve sâlih amellerle) Rabbinizden bir mağfirete ve Allah’a ve resûllerine inananlar için hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete (girmek için) koşuşun/yarışın. Bu Allah’ın bir lütfudur ki onu dilediğine verir.[5] Allah büyük lütuf sahibidir.
22. Gerek yerde, gerek kendi canlarınızda meydana gelen (kıtlık, afet ve hastalık gibi) herhangi bir musibet, biz onu yaratmadan önce mutlaka bir Kitab’da (Levh-i Mahfûz’da) yazılmıştır. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.
23. (Her şeyin önceden yazılmış olması)[6] elinizden çıkıp gidene üzülmemeniz (Allah’ın takdiri diye boyun eğmeniz) ve O’nun size verdiğiyle de sevinip şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.
24. (İşte) onlar, cimrilik yaparlar ve insanlara da cimriliği emrederler. Kim de (Allah yolunda malını vermekten) yüz çevirirse, şüphe yok ki Allah Ganî’dir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), hamd edilmeye (en) layık olan O’dur.
25. Andolsun ki biz, resûllerimizi, açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti (vahye uygun olarak)[7] ayakta tutmaları için, onlarla beraber (hükümleri bildiren) Kitab’ı ve mîzânı (adalet ve ölçüyü de) indirdik. Bir de kendisinde çetin bir kuvvet ve insanlara birçok faydalar bulunan demiri indirdik (var edip ikram ettik)[8] ki böylece Allah’ın, kendi (dini)ne ve Resûlü’ne gıyaben/görmediği halde kimin (bundan faydalanıp) yardım edeceğini belli etsin. Şüphesiz Allah çok kuvvetlidir, daima galiptir.
(Yüce Allah burada ilâhî adaletin hayata hâkim olmasını, bunun için de demirden faydalanarak her türlü kuvveti elde etmeyi bildirmektedir.)
26. Andolsun ki biz, Nuh’u ve İbrahim’i (peygamber olarak) gönderdik. Peygamberliği ve Kitab’ı da (artık) onların nesillerine verdik. Onlardan bir kısmı doğru yolu bulmuştur. Fakat çoğu yoldan çıkmışlardır.
27. Sonra onların izleri üzerine ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryemoğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik. O’na İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet (duygusu) koyduk. Ruhbanlığa (gelince):[9] Onu kendileri icat ettiler. Biz onu üzerlerine yazmadık, ancak Allah’ın rızasını aramak için (böyle bir şey ortaya koydular). Fakat ona da hakkıyla uymadılar (teslis inancına ve riyakârlığa saptılar). Biz de onlardan (ortak koşmadan)[10] iman edenlere mükâfatlarını verdik. Onlardan birçoğu yoldan çıkmışlar (kâfir olmuşlar)dır. [bk. 5/17-72-73; 9/30]
28. Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının! O’nun (son)[11] Resûlü’ne de inanın ki,[12] rahmetinden size iki pay versin; size hem (imanınızdan dolayı) ışığı ile yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin hem de sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 7/157; 24/34-35; 39/22]
29. Böylece (son Peygamber’e inanmayıp “yahudiler yahudi hıristiyanlar da hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” diyen) Ehl-i Kitab, kesin olarak bilsin ki[13] Allah’ın lütfundan hiç bir şey (elde etmey)e asla güç yetiremezler. Muhakkak ki lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. [bk. 2/135; 7/157]
(Gerçekten bilinçli olarak Allah’a inananlar, O’nun gönderdiği peygamber ve kitaplarının hepsine inanırlar, son din İslâm’a göre de hayatlarını düzenler ve sorumluluklarını yerine getirirler.)
[1] Karz-ı hasen (güzel bir borç): Karşılığını Allah’tan bekleyerek, malın iyisinden, helalinden gönül hoşluğu ile gösterişsiz olarak Allah yolunda vermektir. Bu da Allah’a vermek gibidir (Beydâvî). Sırf Allah rızası için darda kalmış müslümana borç vermek veya tahsilinde kolaylık sağlamak da böyledir. Ebû Dahdâh (ra.), “Ey Allah’ın Resûlü! Allahu Teâlâ bizden ödünç mü istiyor?” dedi. O da, “Evet” diye cevap verdi. Bunun üzerine, “Elini bana ver.” dedi. Resûlullah (sas.) da elini ona uzattığında elini tutup dedi ki: “Ben bahçemi Rabbime ödünç verdim.” Ebû Dahdâh’ın bahçesinde 600 hurma ağacı bulunuyordu. Hanımı ve çocukları orada oturuyorlardı. Ebû Dahdâh gelip onlara, “Artık buradan çıkın, ben onu Rabbime ödünç verdim.” dedi. Kadının sözü ancak “Bu alışverişin hayırlı olsun.” demek oldu. Çocuğunu ve eşyasını taşıdı. Resûlullah (sas.), “Ebû Dahdâh’ın cennette kocaman dalları olan hurma ağaçları var.” buyurdu. (İbni Kesîr (Çetiner), XIV, 774). [bk. 2/245; 5/12; 57/18; 64/17; 73/20]
[3] Kur’an’dan ve Allah’ı anmaktan uzaklaşıp kalplerini katılaştıranlar, âyette verilen misal gibi ölümden sonra dirilip hesap vereceğini düşünmelidir.
[4] Bu âyet-i kerîmede dünya ve âhiret hayatı anlatılmaktadır. Ancak dünya hayatının aldatıcılığı, onu terk etmek için değil, ondakilere dalıp âhiret hazırlığını unutmamak, dengede tutmak içindir. Hayatını yalnız dünya hayatına bağlayan insan ise İslâmî kimlik ve kişiliğe henüz erişememiş demektir. [krş. 28/77. bk. 63/9; 64/15]
[5] Bu ifadede, Allah’ın fazl ü ihsanı olmadan kimsenin cennete giremeyeceğine işaret vardır.
[6] Beydâvî.
[7] İbni Kesîr (Sâbûnî), IV, 314.
[8] “Enzele” kelimesi, halketmek ve ihsan etmek anlamındadır. bk. Cündioğlu, Kur’an Çevirilerinin Dünyası, s. 81-82.
[9] Rahbâniyet (Ruhbanlık): Ömür boyu dünya lezzetlerinden el çekip evlenmeyip ücra yerlerde sırf ibadetle meşgul olmaktır. İslâm bunu yasaklamıştır.
[10] Taberî, XVII, 139.
[11] Taberî, XVII, 139.
[12] Çünkü peygamberlerin birine bile iman edilmezse hiç iman edilmemiş sayılır.
1. (Resûlüm!) Allah, kocası hakkında seninle tartışan (hüküm için ısrar eden) ve Allah’a şikayette bulunan (kadın)ın sözünü işitti (dileğini kabul etti). Allah zaten sizin (her) konuşmanızı işitir. Çünkü Allah hakkıyla işitendir, görendir.[1]
2. Sizden hanımlarına (“sen bana anamın sırtı gibisin” diyerek)[2] zıhar yapan (onları kendilerine haram kılan)lar (bilsinler ki) o kadınlar, onların anaları değildir. Anaları, ancak kendilerini doğuranlardır. Doğrusu onlar, çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz ki Allah (tevbe edenleri) çok affedendir, çok bağışlayandır.
3. Kadınlarına zıhar yap(arak onlardan ayrıl)anların, sonra da söylediklerinden geri dönenlerin birbirleriyle karı koca ilişkisine girmeden önce bir köle azat etmesi lazımdır. İşte size, bu (hüküm) ile öğüt veriliyor. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
4. Kim de (bu imkânı) bulamazsa, (yine onun için) birbirleriyle ilişkide bulunmadan önce iki ay peş peşe oruç tutmak (lazım)dır. Buna da güç yetiremezse, (yine önce) altmış yoksulu doyurmak (lazım)dır. Bu (kefâretteki kolaylıklar) Allah’a ve Resûlü’ne iman(da gereğini yapmaya sebat) gösterdiğiniz içindir. Bunlar Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. (Bunları kabul etmeyen) kâfirler için acıklı bir azap vardır.
5. Allah ve Resûlü’(nün emirleri)ne muhalefet eden/karşı olanlar, kendilerinden öncekilerin alçaltıldıkları gibi alçaltılacak (ve yere çarpılacak)lardır. Halbuki (bu konularda) biz apaçık âyetler de indirmişizdir. (Bunları) inkâr edenler için alçaltıcı bir azap vardır.
6. O gün Allah, onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah (onların yaptıklarını) sayıp dökmüş, onlar ise unutmuştur. Allah, her şeye şahittir.
7. Göklerde olanları ve yerde olanları Allah’ın bildiğini görmedin mi? Hangi üç (kişi) arasında bir fısıltı (ile konuşma) olmayagörsün, mutlaka O (Allah) bunların yanında dördüncüsüdür. Beş (kişi) arasında (bir fısıltı) olmayagörsün, mutlaka O, bunların (yanında) altıncısıdır. Bundan daha az (iki) ve daha çok ve nerede olsalar yine O, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra (Allah) kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir. [bk. 3/5; 9/78; 14/38; 43/80]
8. (Resûlüm!) Görmüyor musun şu (münâfık ve yahudi olan)
8. (Resûlüm!) Görmüyor musun şu (münâfık ve yahudi olan) kimseleri ki fısıltı ile konuşmaktan menedildikten sonra, yine kendilerine yasaklanan şeyi yapıyorlar; günahı, düşmanlığı ve Resûl’e isyanı fısıldaşıyorlar. Sana geldikleri zaman seni, Allah’ın selamlamadığı bir şekilde selamlıyorlar.[3] Kendi içlerinde de: “Bizim (böyle) söylememiz sebebiyle Allah bize azap etmeli değil miydi?” diyorlar. Onlara cehennem yeter; girecekler oraya. O, ne kötü bir dönüş yeridir!
9. Ey iman edenler! (Aranızda) gizli konuştuğunuz zaman, günahı, düşmanlığı ve Peygamber’e karşı gelmeyi fısıldaşmayın. İyiliği/iyi olanı, takvâyı fısıldaşın ve huzurunda toplanacağınız Allah’a saygılı olup emrine uyun.
10. O (günaha sebep olan) gizli konuşma(lar ve gizli toplantılar) ancak şeytandan(ve şeytan yanlısı olmaktan)dır. (Bu da) iman edenleri üzmek gayesiyledir. Halbuki Allah’ın izni olmadıkça o (fısıldaşmalar ve şeytan), onlara hiçbir şekilde zarar verici değildir. O halde mü’minler Allah’a güvenip dayansınlar.
11. Ey iman edenler! Toplantılarda size: “(Gelenlere) yer açın.” denildiği zaman, hemen yer açın (genişletin) ki Allah da size genişlik ver(ip darlığınızı gider)sin. “Kalkın (yer verin).” denildiğinde kalkın ki Allah sizden iman edenlerle, kendilerine ilim verilmiş olanları derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
(Bu 9, 10 ve 11. âyetler İslâmî görgü kurallarından bazılarıdır. Resûlullah (sas.) “Eddebenî Rabbî.” (Beni Rabbim edeplendirdi) buyurmuştur. İşte Resûl’ün yaşayışı Kur’an yaşayışıdır. Ne mutlu müslümanım deyip de tüm ahlâk ve görgü kurallarında Hz. Peygamber’i örnek alanlara! En büyük önder ve örnek Allah Resûlü Hz. Muhammed’dir.) [bk. 4/80; 33/21]
12. Ey iman edenler! Siz Peygamber’e fısıltı ile (özel bir şey) arz edeceğiniz zaman, bu gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temiz (bir yöntem)dir. Eğer (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, şüphe yok ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
(Allah Resûlü’nün meclisinde bazıları, özellikle zengin olan yeni müslümanlar, gerekli gereksiz onunla fısıldaşıyorlardı. Bu da onu rahatsız ediyordu. Yüce Allah, Resûlü’nü rahatlatmak için bu âyetle bir tedbir almış oldu. Fakat çok geçmeden maksat anlaşıldı ve aşağıdaki âyet indirildi:)
13. Fısıltı ile (özel) konuşmanızdan önce sadakalar vereceğinizden korktunuz (hem fısıltıyı, hem de sadakayı kestiniz değil) mi? Madem ki yapmadınız, Allah da (özrünüzü ve) tevbenizi kabul etti (ve hayrı konuşmanıza izin verdi). O halde namazı gereğince kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
14. Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu (yahudileri) dost edinen (münâfık)ları görmedin mi? Onlar sizden de değildir, onlardan da değildir. Kendileri bildikleri halde (mü’miniz diye) yalan yere yemin ederler.
15. Allah, o (münâfık ola)nlar için şiddetli bir azap hazırladı. Doğrusu onların işledikleri şeyler ne kötüdür!
16. Onlar (müslümanız diye) yeminlerini kalkan yapıp da (mü’minleri) Allah yolundan çevirdiler. İşte onlar için rezil edici bir azap vardır.
17. Onların malları ve evlatları, Allah’(ın azabın)dan hiçbir şeyi kendilerinden uzaklaştıramaz. Onlar ateş ehlidirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
18. Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size (yalan yere) yemin ettikleri gibi, O’na da (mü’miniz diye) yemin ederler ve onlar hakikaten bir şey üzerinde olduklarını (bu yeminin kendilerine bir fayda vereceğini) sanırlar. Haberiniz olsun ki onlar, yalancıların (münâfıkların) ta kendileridir. [bk. 6/22-23; 16/28]
19. Şeytan onları(n içini dışını) kaplamış da Allah’ı anmayı (O’nun hükümlerini) onlara unutturmuştur. Bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki şeytanın taraftarları hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
20. Allah’a ve Resûlü’ne (emirlerine) muhalefet/düşmanlık edenler, gerçekten, en aşağılıklar arasındadırlar. [bk. 58/5, 22]
(Bunlar, tevbe edip hallerini düzeltmedikçe, samimi mü’minler onlara rağbet edip değer vermezler.)
21. Allah (şöyle) yazmıştır: “Andolsun ki hem Ben, hem de peygamberlerim galip geleceğiz.” Şüphe yok ki Allah güçlüdür, daima üstün gelir. [bk. 40/51]
21. Allah (şöyle) yazmıştır: “Andolsun ki hem Ben, hem de peygamberlerim galip geleceğiz.” Şüphe yok ki Allah güçlüdür, daima üstün gelir. [bk. 40/51]
22. Allah’a ve âhiret gününe (gerçekten) iman eden hiçbir kavmin, Allah’a ve Resûlü’ne (emirlerine) muhalefet/düşmanlık eden kimselerle dostluk ettiklerini göremezsin (onları sevip sayamazlar). İsterse onlar; babaları, oğulları, kardeşleri veya sülaleleri olsunlar. İşte O (Allah), onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruh ile[4] desteklemiştir. Onları, içlerinde ebedî kalmak üzere alt tarafından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah taraftarıdır(lar). Haberiniz olsun ki hakikaten Allah taraftarları, kurtuluş (ve saadet)e erenlerin ta kendileridir.
(Allah taraftarları ya da Allah tarafında olanlar demek; Allah ve Resûlü’ne muhalefet edenlerin, yani şeytan, kâfir, müşrik ve tâğûtların taraftarlığını kabul etmeyen ve Allah’ın buyruklarını esas alıp ona göre yaşayışını düzenleyen demektir.) [krş. 109/1-6 ve ön bilgi]
[1] Câhiliye devrindeki Araplar arasında “zıhar yapma” âdeti vardı. Buna göre, bir adam karısına, “Sen bana anamın sırtı gibisin.” deyince, karısı ona anası gibi ebedî olarak haram olurdu. İşte ashabdan Evs b. Sâmit ufak bir şeye kızıp karısı Sâlebe bint Havle’ye önce böyle demiş, ardından pişman olmuştu. Fakat pişman olması kâfi değildi. Karısı, Resûlullah’a gitti, ağladı; kendisinin ihtiyar ve fakir olduğunu, çocuklarının da ortada perişan kaldığını anlattı. Allah’ın Resûlü ona, “Sen ona haramsın.” dedi. Fakat kadın, tekrar tekrar kocasına dönmek için bir fetva istedi. Bir fetva alamayınca nihayet elini Allah’a açtı, ıstırabını, şikayetini O’na yöneltti ve dermanı O’ndan istedi. İşte her şeyi bilip işiten Allah, bunun üzerine ilgili âyetleri indirdi.
[2] Sırtı, vücudu anlamında söylenmektedir. [bk. 33/4]
[3] “es-Selâmu aleyk” yerine, “sana ölüm olsun” anlamında “es-Sâmü aleyk” diyorlar.
[4] Kalp, nur ve hakta sebat ile, yahut bir melekle (Mukâtil, s. 63).
Medine döneminde nâzil olmuştur. 24 âyettir. Haşr, “sevkiyât için bir yere toplamak” demektir.[1] 2-17. âyetlerdeki yahudi kabilelerinden Nadroğulları’nın sürülmeleri hadisesinden hareketle, sûreye bu ad verilmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah’ı tesbih eder. O mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
2. Ehl-i Kitab’dan (ahitlerinden cayan ve Peygamber’e suikast tertipleyip) küfre sapanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar (yani Nadroğulları yahudileri) de, kalelerinin kendilerini, Allah’(ın azabın)dan koruyacağını sanmışlardı. Allah(’ın azabı), onlara hesap etmedikleri taraftan geldi ve kalplerine korku düşürdü. Öyle ki evlerini hem kendi elleriyle hem de mü’minlerin elleriyle ‘yıkıp harap’ ediyorlardı. Ey basîret sahipleri! (Gerçeği görebilenler! Bundan) ibret alın![2]
(Bir şey, insanların yalnız kendi isteğine göre olmaz; onun yanında bir de mühim olan ve unutulmaması gereken, Allah’ın planı/takdiri vardır ki işte “ibret alın” ifadesi buna işaret etmektedir.)
3. Eğer Allah onlara (bu) sürgünü yazmasaydı bile, elbette kendilerine dünyada yine (başka şekilde) azap ederdi. (Kaldı ki) âhirette de onlar için ateş azabı vardır.
4. Onların bu şekilde sürülmeleri, Allah’a ve Peygamberi’ne muhalefet etmeleri/karşı gelmeleri (ve düşmanlık etmeleri) yüzündendir. Kim de Allah’(ın buyrukların)a muhalefet eder/karşı gelirse, şüphesiz ki Allah’ın azabı çetindir.
5. (O hainlik yapan yahudilerin yurtlarında kendilerine siper edindikleri) herhangi bir hurma ağacını (ne zaman) kestiniz veya onu (kesmeyip) kökleri üzerinde (olduğu gibi) bıraktınızsa, (hep) Allah’ın izniyledir ve (bu izin) yoldan çıkanları rezil etmek içindir. (Yoksa öfke veya keyfinize göre kesemezsiniz.)
6. Allah’ın onlardan Peygamberi’ne kolayca ganimet olarak verdiği şeye gelince, siz onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz. (Akın edip harp etmediniz.)[3] Fakat Allah, Resûlü’nü dilediği kimseler üzerine ‘salarak (onların kalplerine düşen korkudan dolayı onlara) harpsiz galip kılar.’ Allah her şeye kâdirdir.
7. Allah’ın (fethedilen diğer kâfir) memleketler halkın(ın malın)dan, Resûlü’ne ganimet verdiği şeyler; Allah’a, Peygamber’e, akrabalarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara aittir. Bu da (bu malların), içinizden yalnız zenginler arasında elden ele dolaşan bir servet olmaması içindir. Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan da vazgeçin.[4] Allah’a saygılı olup emirlerine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.
8. (Bir de bu ganimetler,) hicret eden fakirlere aittir. Onlar, Allah’tan bir lütuf ve bir rıza ararlarken, hem de Allah’a ve Resûlü’ne (malları ve canlarıyla) yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. İşte bunlar, (iman ve mücadelelerinde) doğru olanların ta kendileridir.
9. Onlardan önce (Medine’yi) hem yurt hem de iman (İslâm) evi edinen kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı gönüllerinde bir ihtiyaç (bir sıkıntı) duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile, (onları) öz canlarına tercih ederler.[5] Kim (mala karşı) nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. [bk. 76/8]
(Medine’ye hicret olayının temelinde, gerçek vatanın müslümanın doğduğu fakat küfrün hâkim olduğu yerden ziyade, imanının gereği gibi rahatça yaşayacağı yer olduğu gözükmektedir.)
10. Bunlardan sonra gelen (diğer bütün mü’min)ler derler ki: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce imanla geçmiş (din) kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde, iman edenler için bir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen pek şefkatlisin, pek merhametlisin.” [bk. 9/100]
11. Görmez misin (şu) münâfıklık edenleri? (Onlar) Ehl-i Kitab’dan o küfre sapan kardeşlerine:[6] “Eğer siz, (yurdunuz Medine’den) çıkarılırsanız, elbette biz de sizinle beraber çıkarız ve sizin aleyhinize hiçbir kimseye[7] asla itaat etmeyiz. Eğer sizinle savaşılırsa, mutlaka (biz de) size yardım ederiz.”[8] derler. Halbuki Allah şahitlik eder ki onlar kesinlikle yalancıdırlar.
12. Andolsun ki eğer (o yahudi Nadroğulları kabilesi) çıkarılsalar (bile bunlar), onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlarla savaşılsa, onlara yardım etmezler. Yardım etseler bile, kesinlikle arkalar(ın)ı dön(üp kaç)arlar, sonra (Allah onları helak eder kimse tarafından) da yardım edilmezler.
13. (Ey mü’minler!) Siz, onların (münâfıkların) yüreklerine, Allah’tan daha çok korku vermektesiniz. Bu, onların (Allah’ın büyüklüğünü) anlamayan bir topluluk olmalarındandır.
14. (Münâfıklar ve yahudiler,) surla çevrilmiş kasabalarda ve duvarların (siperlerin) arkasında olmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları (çekişmeleri) şiddetlidir. Sen onları toplu (birlik olmuş) zannedersin. Halbuki onların kalpleri (birlik değil) dağınıktır. Bu ise onların aklını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır.
15. (O yahudilerin hali) kendilerinden az öncekilerin hali gibidir. Onlar (kötü) işlerinin günahını (dünyada) tattılar. Onlar için (ayrıca âhirette de) acıklı bir azap vardır.
16. (Yahudileri harbe teşvik eden münâfıkların durumu da) şeytanın hali gibidir. Çünkü o insana: “İnkâr et” der, (insan) inkâr edince de: “Hakikaten ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” der.
17. Nihayet ikisinin de sonu, ebedî olarak ateşte kalmaları oldu. Zalimlerin cezaları budur.
18. Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın ve herkes yarın için önden ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah’ın emirlerine aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
19. Allah’ı unuttuklarından dolayı, (Allah’ın da) kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan kimselerdir. [bk. 63/9]
(Yüce Allah’ı unutanlar, O’nun emir ve yasaklarını yaşantısına karıştırmayanlar, kalpleriyle akılları arasındaki bağlar kopmuş çarpık kimselerdir. Zaten Allah’a yabancılaşanlar, O’nunla irtibatını kesenler, nefislerinin ve teknolojinin esiri olup Allah’tan başka şeylere taparcasına bağlanacaklar ve onlardan zevk alıp günah deryasında devam edeceklerdir. Bunun yanında yüce Allah’ın onlara kendilerini unutturması da çok vahimdir. Çünkü kendini unutan insan ve toplum hayvânî duygulara yönelecek, böylece cehenneme götürecek şeyleri cazip görecek, öz benliğini, şahsiyetini, mânevî değerlerini unutup kendine yabancılaşacaktır. Böyle bir fert veya toplum; artık yoldan çıkmış, mânen intihar etmiş, zillet ve esarete dûçâr olmuş, rûhen köleleşmiş veya yok olmaya mahkum olmuş demektir. İşte yüce Allah bu iki tehlikeye karşı uyarmaktadır.) [bk. 7/51; 9/67; 103/1-3]
20. Ateş ehli (olan cehennemlikler) ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli (olanlar), kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. [krş. 13/19; 40/58; 45/21; 47/14]
21. Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette onu, Allah’ın korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. [bk. 33/72-73]
21. Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette onu, Allah’ın korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. [bk. 33/72-73]
(Bu misalden anlaşıldığına göre, inanan insan da Kur’an karşısında en az dağların hali gibi olmalı; boyun eğmeli, ufalıp teslim olmalıdır. Olmuyorsa, dağlardan daha sert ve katı demektir.)
22. O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Gizliyi de, âşikârı da bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.
23. O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Hükümrandır, mukaddestir, selamete erdirendir. İnanıp sığınana güven verendir, gözetip koruyandır, mutlak galiptir, cebbârdır (her dilediğini mutlaka yapan ve kullarının hal ve işlerini görüp gözeten ve düzeltendir). Büyüklük ve ululukta eşsizdir. Allah, (putperestlerin Allah’tan başkasına bağlanarak) ortak koştukları şeylerden (ve benzetmelerden) münezzehtir.
24. O, takdir edip yaratan, (bir uygunluk içinde) var eden, varlıklara sûret veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbih (ve tenzih) eder. O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Özellikle son üç âyeti dinlerken durak yapılan ara cümlelerinde ve sonlarında: “Âmennâ ve saddeknâ.” (İnandık ve tasdik ettik) diyerek karşılıkta bulunabiliriz. Peygamber Efendimiz, “Kim sabah ve akşam üç defa ‘Eûzü billâhi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm’ dedikten sonra bu üç âyeti okursa, kendisine sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar görevlendirilmiş melekler mağfiret diler…” buyurmuştur.)[9] [bk. 7/180]
[1] Kıyamet günü hesabın görülmesi için olan haşrden bir örnek olarak bu kelime kullanılmıştır.
[2] Âyette geçen son emirden hareketle, “ibret alın” ifadesinin, kıyâsın şer’î bir delil olduğu hususuna kanıt olabileceği söylenmiştir (Beydâvî).
[3] Harpsiz, kolayca alınan ganimetlere “feyy” denilir. Bunlar mücahidlere dağıtılmaz. Bu türlü savaşsız alınan ganimetler Beytülmâl’in (Devlet hazinesinin)dir. [Savaşla alınan ganimetler için bk. 8/1, 41]
[4] Allah Resûlü’nün verdiği/emrettiği ve nehyettiği ne varsa âyette geçen (“mâ” ism-i mevsûlünden dolayı) özel ve genel emrettiği ve nehyettiği her şeyi içine alır. Bundan dolayı hadisler ve sünnetler mü’minlere şer’î delildir. [krş. 7/157]
[4] Allah Resûlü’nün verdiği/emrettiği ve nehyettiği ne varsa âyette geçen (“mâ” ism-i mevsûlünden dolayı) özel ve genel emrettiği ve nehyettiği her şeyi içine alır. Bundan dolayı hadisler ve sünnetler mü’minlere şer’î delildir. [krş. 7/157]
[5] Buna “isâr” denilir ki kişinin kendisi muhtaç iken başkasının ihtiyacını daha önde görerek, onun yardımına koşmasıdır.
[6] Yahudilere/dostlarına.
[7] Muhammed’e (sas.).
[8] Münâfıklar, her fırsatta, İslâm’a ve müslümanlara düşman olanlarla dostluk ve birliktelik kurmuşlardır.
Medine döneminde, yedinci hicrî yılda nâzil olmuştur. 13 âyettir. Adını hicret amacıyla gelen kadınların imtihan edilmesini konu alan 10. âyetin muhtevasından almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey iman edenler! Benim düşmanlarımı ve sizin düşmanlarınızı dost edinmeyin. Siz onlara sevgi(niz yüzünden haber) ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar, size hak olarak gelen (Kur’an’)ı inkâr etmişler; Resûlü de, sizi de, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı (yurdunuzdan) çıkarmışlardır.[1] Eğer siz benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çık(ıp hicret et)mişseniz, (nasıl oluyor da) onlara sevgi gösterip sır veriyorsunuz? (Ey kullarım!) Oysa ben, gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yapar (onları dost tutar)sa, kesinlikle düz yoldan sapmış olur. [bk. 3/28; 4/144; 5/51-57]
(Peygamber (sas.) Mekke’nin fethi için gizlice hazırlanırken Mekke’den Sâre adlı bir kadın, yardım toplamak için Medine’ye geldi ve toplanan yardımlarla geri dönerken, Hâtıb b. Ebî Beltaa Mekke’deki yakınlarını korumak için kendisine durumu bildiren bir mektup vermişti. Hz. Peygamber de bunun üzerine ashabdan altı kişilik bir süvariyi yola çıkardı. Onun tarif ve emir buyurduğu Hah bahçesinde kadını yakalayıp mektubu aldılar. İşte bu âyette yüce Allah kendisine ve müslümanlara açık veya gizli düşmanlık edenlerle dost/sırdaş olmamamızı ve onlara sevgi göstermememizi emrediyor.)
2. Eğer onlar sizi ele geçirseler size düşman olurlar, size (her türlü) kötülükle ellerini, dillerini uzatırlar ve (sizin hep) kâfir olmanızı arzu ederler.
3. Kıyamet günü ne akrabanız ne de çocuklarınız asla size fayda vermeyecek, (Allah onlarla) aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
4. İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda sizin için hakikaten güzel bir örnek vardır. Hani onlar, kavimlerine: “Şüphesiz biz, sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz ve siz bir tek Allah’a (şirksiz) inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebedî olarak düşmanlık ve kin belirmiştir.” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in (henüz menedilmemişken) babasına: “Senin için mutlaka mağfiret dileyeceğim. (Fakat) Allah’tan (gelecek) hiçbir şeye gücüm yetmez.” demesi hariçtir. (Size örnek değildir. Yine onlar:) “Ey Rabbimiz! Yalnız sana güvenip dayandık, yalnız sana yöneldik, dönüş de ancak sanadır.” demişlerdi.[2] [bk. 19/47; 26/86]
5. “Ey Rabbimiz! Bizi, o inkâr edenler için fitne (konusu) yap(ıp ezdir)me! Bizi bağışla Rabbimiz. Çünkü sen mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibisin.” (demişlerdi.)
6. Andolsun ki onlarda, sizin için, Allah’ın rızasını ve âhiret günü(nün saadeti)ni ümit etmekte olanlar için güzel bir örnek vardır. Kim de yüz çevirirse (aleyhinedir). Şüphesiz Allah Ganî’dir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), hamde layık olan da yalnız O’dur.
7. Umulur ki Allah sizinle onlardan düşmanlık ettiğiniz kimseler arasına bir sevgi koyar. Allah (buna) kâdirdir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 3/103; 8/63]
8. Allah, sizinle dininizden ötürü savaşmayanlara, (dininizi yaşadığınız için sizlere saygı gösterenlere) sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, âdil olanları sever.
9. Allah, ancak din(iniz) hakkında sizinle savaşanlarla, sizi (dininize göre yaşadığınızdan dolayı hor görüp) yurdunuzdan (veya bulunduğunuz yerden) çıkaranlarla ve sizin çıkarılmanıza arka çıkanlarla dostluk kurmanızdan sizi meneder. Her kim de onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
10. Ey iman edenler! Mü’min kadınlar göç ederek (mü’miniz diye) size geldikleri vakit onları imtihan edin. Allah onların imanını (sizden) daha iyi bilir ya! Eğer siz de o kadınların mü’min olduklarını bilirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar, onlara helal olmazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kâfir kocalarının kendilerine) sarf ettikleri (mehirleri)ni onlara geri verin. (Siz de) mehirlerini verdiğiniz zaman, onları nikâhlamanızda üzerinize bir günah yoktur. Kâfir (müşrik kalan veya kâfirlere kaçıp giden) kadınların ismetlerini (nikâh bağlarını elinizde) tutmayın. Onlara sarf ettiğiniz (mehr)i (gittikleri kâfir kocalarından) isteyin. Onlar da (size hicret eden mü’min kadınlara) harcadıklarını istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. Aranızda (her şeye) O hüküm verir. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [bk. 2/229]
11. Eğer (inkâr edip kaçan) eşleriniz(e sarf ettiğiniz mehir)den bir şey, sizden kâfirlere geçer (alınmaz)sa, siz (onlarla) savaşıp ganimet alırsanız,[3] (ondan), eşleri giden (mü’min)lere, sarf ettikleri (mehir) kadarını verin ve kendisine iman ettiğiniz Allah’ın emrine uygun hareket edin.
12. Ey Peygamber! Mü’min kadınlar, Allah’a hiçbir surette ortak tanımamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, (kız) çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasından bir iftira uydurup getirmemek (yani başkasından edindiği bir çocuğu, kocasına isnad etmemek)[4] iyiyi emir (ve kötü olanı yasaklaman) da sana karşı gelmemek şartıyla sana biat etmeye (sana bağlı kalacaklarına dair söz vermeye) geldikleri vakit, onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
13. Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir güruhu dost edinmeyin. (Çünkü) inkârcıların kabir ehlin(in dirilmesin)den ümitlerini kestikleri gibi, onlar da âhiretten (öyle) ümit kesmişlerdir.[5]
[1] Allah’a düşmanlık edip O’nu tanımayanlar, emirlerine muhalefet edenler (Beydâvî; Nesefî (Medârik), IV, 255-256). [bk. 58/22]
[2] Hz. İbrahim’in babası için. [bk. 6/74; 9/113-114]
[3] Yahut: (Onlardan da size geçen kadınlar için mehir ödemede) sıra size gelince.
[4] Hz. Peygamber’e kadınların biat şeklini anlatan bu âyet-i kerîme, Mekke’nin fethi günü nâzil olmuştur. Âyet-i kerîmede geçen “başkasından çocuk edinmek” iki şekilde olur: Ya gayr-i meşrû yolla ya da çocuğu olmadığı için başkasının çocuğunu alıp onun kocasından olduğunu söylemekle olur ki her iki hal de iftira yoluyla çocuk edinmiş olmaktır. Âyette geçen “zina etmeyecekleri” sözü ile zinadan doğan çocuğun kocasına ait olduğunu söyleme ayrı ayrı suçlardır. Çünkü kadın bu biattan önce veya sonra da zinadan olan hamileliğinin kocasından olduğunu söyleyebilir.
[5] Yahut, “min” beyaniye olarak alınırsa, mâna şöyle olur: “Kabir ehlinden olan kâfirlerin (artık her türlü yardımdan) ümitlerini kestiği gibi, onlar da âhiretten öyle ümit kesmişlerdir.”
Medine döneminde nâzil olmuştur. 14 âyettir. Adını sûrenin dördüncü âyetinde geçen ve “hakikat karşısında dizilmek” anlamındaki “saff” kelimesinden almıştır. Sûre iman edip bu uğurda mücadele vermeyi konu edinir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerdekiler de, yerdekiler de Allah’ı tesbih (ve tenzih) eder. O mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.
2. Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?
3. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında ne kadar çirkindir![1]
4. Allah, kendi yolunda (birbirine) kurşunla kenetlenip kaynaşmış bir yapı gibi saf halinde (kendi yolunda) savaşanları sever.[2]
5. Vaktiyle Musa kavmine: “Ey kavmim! Benim sizin için (gönderilen) Allah’ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. İşte onlar (haktan batıla) sapınca, Allah da onların kalplerini (hidayetten) saptırdı. Allah, yoldan çıkan bir topluluğu doğru yola eriştirmez.
6. Hani Meryemoğlu İsa da: “Ey İsrâiloğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size gönderdiği peygamberiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik edici[3] ve benden sonra gelecek, adı Ahmed[4] olan bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim” demişti.[5] Fakat o (müjdelenen peygamber) apaçık delillerle kendilerine gelince: “Bu açık bir sihirdir.” dediler. [bk. 2/146; 6/20]
7. Kendisi İslâm’a davet edilirken (ona geleceği yerde,) Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola (ve başarıya) erdirmez.
8. (Onlar) Allah’ın nurunu (güya) ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki Allah, kâfirler hoşlanmasa da nurunu (İslâm dinini) tamamlayacak (gayesine ulaştıracak)tır.
9. O (Allah’tır) ki müşrikler hoşlanmasa da, (her yönüyle tamamlanmış son dininin) bütün dinlerin üzerinde olduğunu göstermek için; Resûlü’nü, hidayet (vesilesi ve rehberi Kur’an) ve hak din (İslâm) ile göndermiştir. [krş. 9/32-33; 48/28. bk. 3/19, 85]
10. Ey iman edenler! Sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret (şeklini) size göstereyim mi?
11. Allah’a ve Resûlü’ne iman edersiniz, Allah yolunda (kula kulluktan kurtulup hayata İslâm’ın hâkim olması için) mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. [bk. 4/76; 49/15]
12. (Böyle yaparsanız, Allah) sizin günahlarınızı bağışlar, sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere (köşklere) koyar. İşte bu, en büyük kurtuluş ve saadettir.
13. Hoşunuza gidecek bir diğer husus da Allah’tan bir yardım ve yakın bir zaferdir. (Resûlüm! Bunları) mü’ minlere müjdele!
14. Ey iman edenler! Allah’ın (dininin/Kur’an’ın hayata hâkim olmasının) yardımcıları olun. Meryemoğlu İsa’nın havârilere:[6] “Allah (dâvâsın)da benim yardımcılarım kim (olacak)?” deyip de havârilerin de: “Allah (dâvâsın)ın yardımcıları biziz.” dedikleri gibi (ey mü’ minler! Siz de öyle deyin). Sonuçta İsrâiloğulları’ndan bir zümre (böyle) iman etti, bir zümre de inkâr etti. Biz de iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik de galip geldiler.
[1] “Kebura” fiili bu gibi yerlerde “zemm” veya “taaccüb” ifade eder. [bk. 18/5]
[2] Rivayete göre mü’minler, “Amellerin Allah’a en sevimli geleninin hangisi olduğunu bilseydik, o uğurda mallarımızı ve canlarımızı feda ederdik.” demişlerdi. Bunun üzerine Allahu Teâlâ’nın, “Şüphesiz ki Allah kendi uğrunda çarpışanları sever.” âyeti nâzil oldu. (Beydâvî, Celâleyn)
[3] krş. 3/81; 7/157.
[4] Hz. İsa kendisinin Allah’ın oğlu değil kulu/peygamberi olduğunu ifade etmiştir. Ahmed, Peygamberimiz’in adlarından birisidir. Yuhanna İncil’inde (16/7) “Faraklit” olarak geçen bu kelime, Türkçe’ye “Tesellici” olarak tercüme edilmiştir ve şöyle denilmektedir: “… Size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem tesellici (müjdeleyici ve uyarıcı) gelmez… Ve o gelince günah(tan sakındırma)da, salah (iyilik)de ve hükümde tüm dünyayı ilzam edecek (galibiyetle tesiri altında bırakacak)tır.” Burada da son dinin kitabı Kur’an ve onun peygamberine ait delil açıkça görülmektedir.
[6] Havâriler, Hz. İsa’nın arkadaşları idi. Havâri, halis beyaz anlamına gelir, muhabbet ve ihlaslı oldukları için kendilerine bu ad verilmiştir (Beydâvî; Celâleyn).
Medine döneminde nâzil olmuştur. 11 âyettir. Adını erkeklere Cuma namazını farz kılan dokuzuncu âyetten almıştır. Ebedî risaletin insanları arındırması ve Yahudiliğin millî din anlayışının yanlışlığı konu edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi), eşsiz hükümran, mukaddes, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah’ı tesbih (ve tenzih) eder.
2. Ümmîlere[1] içlerinden, kendilerine (Allah’ın) âyetlerini okuyan, onları (şirkten, kötü hareketlerden) temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber[2] gönderen O’dur. Halbuki onlar, bundan önce de cidden apaçık bir sapıklık içinde idiler.
3. (Bu son peygamberi) onlardan başkalarına (yani) henüz kendilerine katılamamış (bütün insan)lara da (gönderen O’dur). O, güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
4. Bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
5. Kendilerine Tevrat’(ın emirlerini yerine getirme görevi) yüklenip de sonra taşımayan (onunla amel etmeyen)lerin durumu, tıpkı (bilinçsizce) ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan (ve Kitab’ın emirlerini hiçe sayan)ların durumu ne kötüdür. Allah zalimler güruhunu doğru yola (hidayete) erdirmez.
(Allah’ın kitabını (Kur’an’ı) bilinçli yani mânasını anlama, düşünme ve hükmünü yerine getirme yönüyle okumayanlar da bu âyetin muhatabı durumundadır.) [krş. 5/44-45, 47]
6. De ki: “Ey yahudiler! (Bütün) insanlar arasında, Allah’ın dostlarının sadece kendiniz olduğunuzu sanıyorsanız ve (bu iddianızda) doğru iseniz, hemen ölümü temenni edin. (Ölüp Allah’ın dostlarına hazırladığı saadete bir an önce kavuşun.)” [krş. 2/94-96]
7. Onlar kendi işledikleri (günahlar) yüzünden onu (yani ölümü) asla temenni etmezler. Allah zalimleri çok iyi bilendir.
8. De ki: “Sizin hakikaten kendisinden kaçtığınız(ı zannettiğiniz) ölüm var ya! Kesinlikle o, sizi gelip bulacak, sonra (hepiniz) gizliyi de, âşikârı da bilen (Allah’)a döndürüleceksiniz. O, yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecektir.” [krş. 4/78; 33/16]
9. Ey iman edenler! Cuma günü (ezanla) namaz için çağrıldığınız zaman, derhal Allah’ın zikrine gidin. Alışverişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Elbette bunun aksi hayırlı değildir.)[3]
10. O namaz kılınınca da yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok zikredin ki (dünya ve âhirette) umduğunuza kavuşasınız (kurtuluşa eresiniz).
11. (Böyle iken) onlar, bir ticaret yahut bir eğlence gördükleri zaman, ona (doğru) dağılıp gittiler, seni de (hutbede) ayakta bıraktılar. De ki: “Allah katında olanlar, eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
(Şiddetli bir kıtlık sırasında Hz. Peygamber, farzdan sonra hutbede iken yiyecek yüklü bir ticaret kervanı gelmiş ve âdet gereğince def veya davul ile karşılanmıştı ki mescidde bunu duyanlar ona doğru akın etmiş, yalnız 12 kişi kalmıştı. İşte bu âyet bir ihtar olarak bunun üzerine nâzil olmuştur. Bundan böyle hutbeler farzdan önce okunmuştur.)[4]
[1] Ümmî; okuma yazma bilmeyen demek olduğu gibi, kendilerine kitap verilmeyenler anlamına da gelmektedir.
[2] Hz. Muhammed (sas.), bütün cihana gönderilmiş olmakla beraber (34/28), tabi ki kendi toplumu önceliklidir.
[3] Dinin belirttiği mazeret halleri dışında Cuma namazına engel olan her türlü iş, alışveriş ve o saatteki kazanç yasak olduğundan derhal bırakılıp Allah’ın emri yerine getirilir. Cuma namazının farziyetine değer vermeyen/önemsiz görenler veya bu zihniyetinden dolayı başkalarının kılmalarını engelleyenler kâfir olmuş olurlar. (bk. İbn Mâce, III, hadis no: 1081) Özürsüz Cuma namazı kılmamak, fertleri/nesli hem münâfıklar defterine yazdırır hem de din dışı köprüsüne götürür. Müslüman nesle Cuma namazını ve önemini unutturmaya çalışmak da onları dinlerinden koparmaya ve dinsizliğe yönlendirmektir. Yahudilerin bir kısmının başlarına gelen musibet, onların Cumartesi ibadet günü yasağını dinlememeleri sebebiyle olmuştu (2/65; 4/47; 7/163; 16/124). Cuma namazı ve o
9. Ey iman edenler! Cuma günü (ezanla) namaz için çağrıldığınız zaman, derhal Allah’ın zikrine gidin. Alışverişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Elbette bunun aksi hayırlı değildir.)[3]
10. O namaz kılınınca da yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok zikredin ki (dünya ve âhirette) umduğunuza kavuşasınız (kurtuluşa eresiniz).
11. (Böyle iken) onlar, bir ticaret yahut bir eğlence gördükleri zaman, ona (doğru) dağılıp gittiler, seni de (hutbede) ayakta bıraktılar. De ki: “Allah katında olanlar, eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
(Şiddetli bir kıtlık sırasında Hz. Peygamber, farzdan sonra hutbede iken yiyecek yüklü bir ticaret kervanı gelmiş ve âdet gereğince def veya davul ile karşılanmıştı ki mescidde bunu duyanlar ona doğru akın etmiş, yalnız 12 kişi kalmıştı. İşte bu âyet bir ihtar olarak bunun üzerine nâzil olmuştur. Bundan böyle hutbeler farzdan önce okunmuştur.)[4]
[1] Ümmî; okuma yazma bilmeyen demek olduğu gibi, kendilerine kitap verilmeyenler anlamına da gelmektedir.
[2] Hz. Muhammed (sas.), bütün cihana gönderilmiş olmakla beraber (34/28), tabi ki kendi toplumu önceliklidir.
[3] Dinin belirttiği mazeret halleri dışında Cuma namazına engel olan her türlü iş, alışveriş ve o saatteki kazanç yasak olduğundan derhal bırakılıp Allah’ın emri yerine getirilir. Cuma namazının farziyetine değer vermeyen/önemsiz görenler veya bu zihniyetinden dolayı başkalarının kılmalarını engelleyenler kâfir olmuş olurlar. (bk. İbn Mâce, III, hadis no: 1081) Özürsüz Cuma namazı kılmamak, fertleri/nesli hem münâfıklar defterine yazdırır hem de din dışı köprüsüne götürür. Müslüman nesle Cuma namazını ve önemini unutturmaya çalışmak da onları dinlerinden koparmaya ve dinsizliğe yönlendirmektir. Yahudilerin bir kısmının başlarına gelen musibet, onların Cumartesi ibadet günü yasağını dinlememeleri sebebiyle olmuştu (2/65; 4/47; 7/163; 16/124). Cuma namazı ve o
sebebiyle olmuştu (2/65; 4/47; 7/163; 16/124). Cuma namazı ve o saatte meşguliyeti bırakmak mükellef bütün mü’minlere farzdır. Ancak, Peygamberimiz (sas.), “Kadınlar, hastalar, misafirler, köleler/esirler hariçtir/muaftır.” buyurmuştur. Uygun şartlar dahilinde kadınların cuma, bayram ve cenazelerde diğer namazlar gibi mahzur yoktur.
Medine döneminde nâzil olmuştur. 11 âyettir. Sûre adını münâfıklardan bahseden konusundan ve ilk âyetinde geçen aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) Münâfıklar (imanlarında samimi olmayan, içlerinden sana ve İslâm’a düşman olanlar) sana geldiği zaman: “Şehadet ederiz ki sen elbette Allah’ın Resûlü’sün.” derler. Allah da biliyor ki kesinlikle sen, elbette kendisinin Resûlü’sün. (Bununla beraber) Allah (yine) şehadet eder ki o münâfıklar hiç şüphesiz yalancıdırlar.
2. Onlar yeminlerini (ve sözde imanlarını, canlarına ve mallarına) bir kalkan edinip (insanları) Allah’ın yolundan (çeşitli planlarla) alıkoyarlar.[1] Doğrusu yapmakta oldukları (ikiyüzlüce) şeyler ne kötüdür!
3. Bu, onların (dilleriyle) iman edip sonra (kalpleriyle) inkâr etmelerindendir. Bu yüzden kalplerinin üzerine mühür vuruldu. Artık onlar (gerçeği) anlamazlar.
4. Onları gördüğün zaman, cisimleri (kalıp ve kıyafetleri) hoşuna gider. Eğer (dünyalık söz) söylerlerse, sözlerini dinler (yaldızlı vaadlere kanar)sın. (Ama) sanki onlar (elbise giydirilip) yaslanan keresteler gibidir. Her (İslâm’a ait bir toplantı ve) seslenişi, (korkularından) kendi aleyhlerinde sanırlar, (İslâm’a ve müslümanlara) asıl düşman onlardır. Onlardan sakın(ın). Allah kahretsin onları! Nasıl da (hakikatten aldatılıp) döndürülüyorlar. [bk. 2/204-205; 33/19]
5. Onlara: “Gelin, Allah’ın Resûlü(’nden özür dileyin ki o da) sizin için mağfiret dilesin.” denildiği zaman, başlarını döndürdüklerini ve (özür dilemeyi) kibirlerine yediremedikleri için yüz çevirdiklerini görürsün.
6. Onlar için mağfiret dilesen de mağfiret dilemesen de durum değişmez. Allah onları asla bağışlamaz. Şüphesiz ki Allah fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez. [krş. 9/80]
7. Onlar öyle kimselerdir ki: “Allah’ın Resûlü’nün yanındaki (fakir muhacir)lere nafaka vermeyin ki dağılıp gitsinler.” derler. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münâfıklar anlamazlar.
(Peygamber, Benî Mustalik gazvesinde iken, Müreysî suyunun başındaki su sırası yüzünden muhacirlere edepsizce dil uzatan münâfıklar: [bk. 24/37][2])
8. “Eğer Medine’ye bir dönersek, andolsun ki üstün olan(ımız), zayıf ve düşük olan (sizler)i oradan çıkaracaktır.” diyorlar. Halbuki (asıl) şeref ve üstünlük, ancak Allah’a, Resûlü’ne ve mü’minlere mahsustur. Fakat münâfıklar bilmezler. (Çünkü onlar, imanlarında samimi değillerdir.)
(Mekke’de müşrikler, Medine’de münâfıklar, görünürdeki veya içlerindeki putları terk ederek gereği gibi Allah’a inanıp Hz. Muhammed’i ve onun Allah’tan getirdiği İslâm’ı içlerine sindiremediklerinden, önceki sûrelerde (8/30; 17/76) geçtiği üzere Hz. Peygamber’i ve mü’minleri daima küçük, potansiyel suçlu ve ülkenin sosyalitesini bozanlar olarak gördükleri için çeşitli baskı ve eziyetlere başvurmuşlar ve yurtlarından çıkartmak istemişlerdir. Ama Allah’ın da bir planı, programı olduğunu düşünememişlerdir.)
9. Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden (ibadet ve itaatinden) oyalayıp alıkoymasın. Kim bunu yaparsa (onlar yüzünden Allah’ın zikrinden/kulluk görevlerinden gaflet ederse) işte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
10. Birinize ölüm (belirtileri) gelip de: “Ey Rabbim! (Ne olur) beni yakın bir vakte kadar (öldürmeyip) ertelesen de sadaka versem ve iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcayın. [bk. 6/27; 7/53; 14/44; 23/99-100; 32/12; 42/44]
11. (Bilin ki) Allah, hiçbir canı, eceli geldiği zaman, asla geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.
[1] Beydâvî.
[2] Benî Müstalik (Müreysî) gazvesi, hicretin altıncı yılında olmuştur. [bk. 24/11]
Medine döneminde nâzil olmuştur. 18 âyettir. Adını, dokuzuncu âyette geçen “Yevmu’t-Teğâbün” (Teğâbün günü) kelimesinden almıştır. Teğâbün günü, kusur işleyen insanın âhirette günahlarını görüp dünyada iken aldandığını kabul ettiği gündür.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi) Allah’ı tesbih eder (yüceliğini anarlar). Hükümranlık ancak O’nundur, hamd ancak O’nadır. O, her şeye kâdirdir.
2. Sizi yaratan O’dur. Öyle iken, kiminiz kâfir (oluyor), kiminiz de mü’min. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.[1]
3. Gökleri ve yeri hak (ve üstün bir hikmet) ile O yarattı. Size (ayrı ayrı) şekil verdi; hem de şekillerinizi güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır. [krş. 40/ 64; 82/6-8]
4. Göklerde ve yerde olanları (O) bilir. (O,) gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah gönüllerde olanı hakkıyla bilendir.
5. Bundan önce(ki devirlerde) inkâr etmiş olanların haberi size gelmedi mi? Onlar (küfür) işlerinin vebalini (cezasını, dünyada) tattılar ve (ayrıca) onlar için (âhirette) de acıklı bir azap vardır.
6. Bunun sebebi şudur: Peygamberleri onlara apaçık deliller (ve mucizeler) getiriyorlardı. Onlar da: “Bir insan mı bizi doğru yola iletecek?” demişlerdi. (Böylece) de kâfir olup (imandan) yüz çevirmişlerdi. Allah ise (onlara, hiçbir şeye) muhtaç olmadığını gösterdi. (Zaten) Allah zengindir (hiçbir şeyinde noksanlık olmaz), hamde layık olandır.
7. O inkâr edenler, tekrar hiç diriltilmeyeceklerini sandılar. (Resûlüm!) De ki: “Hayır! (Öyle değil!) Rabbime andolsun ki siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptığınız şeylerden mutlaka haberdar edileceksiniz. Bu Allah’a göre çok kolaydır.” [krş. 6/29-30; 10/7-8; 23/37-42; 45/24]
8. O halde Allah’a, Resûlü’ne ve indirdiğimiz o nura (Kur’an’a) iman edin.[2] Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.
9. (Allah) o gün, o toplanma (kıyamet) günü için, sizi bir araya getirecektir. İşte o gün, (dünyada iken) aldanma(nın ortaya çıkış) günüdür. Kim de Allah’a inanır, sâlih amel işlerse, (Allah) onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedî kalmak üzere, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar. İşte büyük kurtuluş ve saadet budur.
10. (Allah ve dirilme hakkında) küfre sapıp âyetlerimizi (ve Peygamberimizi) yalanlayanlara gelince, işte onlar, cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır. O gidilecek ne kötü bir yerdir!
11. Allah’ın izni olmadıkça hiçbir musibet (hastalık ve üzüntü) gelip çatmaz. Kim de Allah’a inanırsa, (Allah) onun kalbini doğruya yöneltir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. [bk. 57/22]
12. Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, (bilin ki) Resûlümüz’ün üzerine düşen ancak apaçık bir tebliğdir (artık sorumluluk size aittir.)
13. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Mü’minler ancak Allah’a güvenip dayansınlar.
14. Ey iman edenler! Şüphesiz eşlerinizden ve evlatlarınızdan (sizi Allah yolundan alıkoymakla) size düşman(lık etmiş olanlar) da vardır. Onlardan sakının (kendinizi tamamen kaptırmayın sâlih amelinize devam edin). Eğer (onları) affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
15-16. Doğrusu mallarınız ve evlatlarınız (sizin için) bir fitne (bir imtihan konusu)dur.[3] Allah’ın katında ise büyük mükâfat vardır. O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkup emirlerine uygun yaşayın (emir ve yasaklarını) dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğinize olarak (Allah yolunda mallarınızı) harcayın. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. [bk. 3/14, 102; 8/28; 18/46; 63/9]
17. Eğer Allah’a güzel (gönül hoşluğu ile) bir borç verir (mallarınızı
18. Gizliyi de, âşikârı da bilendir. (O) mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
[1] Allahu Teâlâ insanı yaratmış ve ona peygamber ve kitap göndermiş, iman ve küfrü seçmede serbest bırakmıştır. Fakat kâfirliğe rızası olmadığını da ayrıca bildirmiştir. [bk. 31/7; 76/3]
[2] Gerçek/samimi iman ise, sahibini Allah’ın emirlerine (İslâm’a) uygun yaşatır. [krş. 5/16]
[3] Malları kazanma ve harcamanın meşru şekilde olup olmadığı, aile fertlerine karşı görevlerimizin iyi yapılıp yapılmadığı, bunlardan dolayı Allah’a karşı da görevlerimizin yerine getirilip getirilmediği imtihan konusudur.
17. Eğer Allah’a güzel (gönül hoşluğu ile) bir borç verir (mallarınızı emrettiği yere harcar)sanız, (Allah) onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah az (hayr)a çok karşılık verendir, Halîm’dir (cezada acele etmeyendir.) [bk. 57/11]
18. Gizliyi de, âşikârı da bilendir. (O) mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
[1] Allahu Teâlâ insanı yaratmış ve ona peygamber ve kitap göndermiş, iman ve küfrü seçmede serbest bırakmıştır. Fakat kâfirliğe rızası olmadığını da ayrıca bildirmiştir. [bk. 31/7; 76/3]
[2] Gerçek/samimi iman ise, sahibini Allah’ın emirlerine (İslâm’a) uygun yaşatır. [krş. 5/16]
[3] Malları kazanma ve harcamanın meşru şekilde olup olmadığı, aile fertlerine karşı görevlerimizin iyi yapılıp yapılmadığı, bunlardan dolayı Allah’a karşı da görevlerimizin yerine getirilip getirilmediği imtihan konusudur.
Medine döneminde nâzil olmuştur. 12 âyettir. Adını ilk bölümde ele alınan “talâk” (boşanma ve boşama) hükmünden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey Peygamber! (Son çare olarak) kadınları boşayacağınız vakit, iddetleri içinde (âdet halinden temizlendikten sonra ve kendilerine yaklaşmadan) boşayın ve iddeti sayın (üç defa âdet görme veya temizlenmelerine kadar bekleyin). Rabbiniz Allah’a saygılı olup emrine uygun hareket edin. (Bu bekleme müddeti içinde, kadınlar evlenemezler. Siz de) evlerinden onları hemen çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Ancak apaçık bir hayasızlık (zina) ya da aşırı edepsizlik yapmaları hariçtir.[1] Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim de Allah’ın sınırlarını (çiğneyip) aşarsa, hakikaten kendine yazık etmiş olur. Nereden bileceksin! Bakarsın ki Allah, bu (bir veya iki defa boşama)dan sonra (bekleme müddetleri bitmeden aranızda) yeni bir iş (bir sevgi) meydana getirir (tekrar anlaşıp birleşme hâsıl olur). [bk. 4/19]
2. Sonra (onlar, iddetleri için evde en fazla üç ay bekleme) müddetlerinin sonuna doğru vardıkları zaman, ya (dönerek) onları (nikâhınız altında)[2] güzelce tutun, yahut güzellikle (haklarını vererek) onlardan ayrılın. (Eşinize tekrar dönerken veya son kez boşarken de) içinizden adalet sahibi iki şahit tutun. (Ey şahitler!) Siz de şahitliği Allah için yerine getirin. İşte Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseye bununla öğüt verilir. Kim de Allah’a saygı duyup emirlerine uyarsa, (Allah) ona (selamete) çıkacak bir imkân sağlar.
3. Ona, tahmin etmediği yerden rızık verir. Kim de Allah’a güvenip dayanırsa, O, ona yeter. Şüphesiz ki Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şey için bir ölçü (bir sınır) koymuştur.
4. Âdet görmekten ümidini kesen (yaşlı) kadınlarınızın iddet (bekleme süre)lerinde eğer şüphe ederseniz, (bilin ki) onların da iddeti üç aydır.[3] Henüz âdet görmeyenler de öyledir. Hamilelerin de iddet müddetleri (doğurup) yüklerini bırakmalarına kadardır. Kim Allah’ın emirlerini yerine getirirse, (Allah) ona işinde bir kolaylık verir.
5. İşte bu (hükümler), Allah’ın emridir ki onu size indirmiştir. Kim de Allah’ın emirlerine uygun yaşar/aykırı davranmaktan sakınırsa, (O da) onun kabahatlerini örter ve onun mükâfatını büyültür/artırır.
6. O (boşadığınız kadı)nları (iddetleri bitinceye kadar) gücünüzün yettiği ölçüde, oturduğunuz yerin bir kısmında oturtun. (Çıkıp gitmeleri için) üzerlerine baskı yaparak, onlara zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler (doğurup) yüklerini bırakıncaya kadar
6. O (boşadığınız kadı)nları (iddetleri bitinceye kadar) gücünüzün yettiği ölçüde, oturduğunuz yerin bir kısmında oturtun. (Çıkıp gitmeleri için) üzerlerine baskı yaparak, onlara zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler (doğurup) yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. Sonra eğer çocuklarınızı sizin hesabınıza emzirirlerse, onlara (emzirme) ücretlerini verin ve (bu hususta çocuğun yararı için) aranızda güzelce danışıp konuşun. Eğer (anlaşmakta) güçlük çekerseniz, (o zaman çocuğu, babanın) kendi (hesabı) için bir başkası emzirecektir.
7. Eli geniş olan, genişliğine göre nafaka versin. Rızkı (geçimi) dar olan da Allah’ın kendisine verdiği (kadarı)ndan versin. Allah, hiç kimseyi, (ona) verdiğinden başkasıyla yükümlü tutmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık verecektir.[4] [bk. 2/233]
8. Nice memleket (halkı) var ki Rablerinin ve peygamberlerinin emrinden çıkıp azdı da, biz onları şiddetli bir şekilde hesaba çektik ve hiç görülmedik (dehşetli) bir azapla kendilerini cezalandırdık. [bk. 11/100-101; 17/58]
9. Böylece (inkâr ve isyan) işlerinin vebalini tattılar. İşlerinin sonu da (dünya ve âhirette) hüsran oldu.
10. Allah onlara (emirlerine muhalefet edenlere) pek çetin bir azap hazırladı. O halde ey iman eden akl-ı selîm sahipleri! Allah’ın emirlerine uygun hareket edin. Çünkü Allah size cidden bir zikir (hayat rehberi Kur’an) indirdi.
11. Allah’ın açık âyetlerini okuyan bir (de) peygamber (gönderdi ki) iman edip sâlih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarsın. Kim de Allah’a iman edip sâlih (sevaplı) amel işlerse, (Allah) onu, içinde ebedî kalmak üzere, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar. Allah ona cidden ne güzel bir rızık vermiştir! [krş. 2/257; 14/1; 42/52]
12. Allah, yedi göğü ve yerden de onlar kadarını (ayrı ayrı) yaratandır. Emr(i ve hükmü) bunlar arasında inip durur. (Bütün bunlar) Allah’ın hakikaten her şeye kâdir olduğunu ve Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz içindir. [bk. 2/29; 17/44; 23/ 17; 71/15]
[1] Bu durumda, barındırma ve nafaka hakkı sizden düşer (Elmalılı, VI, 5056).
[2] Eğer bir veya iki kere boşamada pişmanlıkla kadına dönülmez de üçüncü temizlenme biterse, bu boşanma artık “ba’în”e dönüşür; kesinleşir. Artık eşler tekrar nikâhsız birbirine haramdır. Boşamadaki bu üç aşama, eşlerin uzlaşabilmeleri için tanınmış bir fırsattır. Kadını boşamak zorunlu hale gelmişse, hem temiz hallerini gözetme hem de önce bir veya iki kere boşayıp evde tutmak ve bu “ric’i” talakla boşarken de şâhitler bulundurmak sünnete uygun olandır. Devlet hüküm koymuşsa şâhit bulunması vâciptir/gereklidir (bk. 2/228, 232). Hanımıyla geçinmek niyeti olmadığı halde sırf iddetlerini uzatmak, zaman kazanmak ve başkalarıyla evlenmesini önlemek için müracaat edip birleşmek, sonra yine boşamak gibi zarar verici hilelere sapılmaz.
[3] Kocaları ölenlerin iddeti dört ay on gündür. [bk. 2/234]
[4] Hukûken haklı bir sebep olmadan boşanmış kadınlara iâşe, giyim ve mesken gideri verilir. Evlenme engeli olanlara, bu iddet müddetince, kocası tarafından nafaka olarak bunlar karşılanır. Kocası ölmüşse İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre verilmez. Çünkü artık mirasçıdır.
Medine döneminde nâzil olmuştur. 12 âyettir. Tahrîm, “haram kılmak” demektir. Adını sûrenin başındaki konudan almıştır.[1]
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey Peygamber! Kadınlarının hoşnutluğunu arayarak, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin (kendine) yasaklıyorsun? Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.[2]
2. Allah size yeminlerinizi (kefâretle) çözmenizi meşru kılmıştır. Allah sizin sahibinizdir. O hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
3. O zaman Peygamber, hanımlarından birine gizli bir söz söylemişti.[3] Fakat o (hanımı), bunu (diğerine) haber verdi. Allah bu (yaptığı)nı Râsûlü’ne açıklayınca, (Peygamber de hanımı Hafsa’ya) bu (söyledikleri)nin bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da (fazla mahcup olmaması için) vazgeçmişti. İşte bunu kendisine haber verince (hanımı): “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Resûl(ullah) da: “(Her şeyi) bilen, hakkıyla haberi olan (Allah) bana haber verdi.” buyurdu.
4. Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz (ne güzel). Çünkü kalpleriniz (tevbeyi gerektiren bir kusura) meyletmişti. Eğer o (Peygamber’)in aleyhine birbirinize arka olursanız, şüphesiz Allah, bizzat onun dostu ve yardımcısıdır. Cibrîl de, mü’minlerin iyileri de (onun yardımcısıdır). Ayrıca melekler de ona arkadır (yardımcıdır).
5. (Ey Peygamber eşleri!) Eğer o sizi boşarsa, olur ki Rabbi ona (sizin yerinize), sizden daha hayırlı, ‘Allah’a itaatle teslim olan’, (tam) iman eden, gönülden itaat eden, tevbekâr olan, ibadet eden, oruç tutan dullar ve bâkireler verir.
6. Ey iman edenler! (Ailede beraberce İslâm’a uygun yaşayın da böylece) kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve (yanıcı) taşlar olan ateşten koruyun. Onun üzerinde (görevli) iri yapılı, haşin tabiatlı, Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere baş kaldırmayan ve emredildikleri şeyleri yapan (on dokuz zebânî) melekler vardır. [bk. 74/30-31]
7. (O ateşi hak etmiş olanlara:) “Ey küfre sapanlar/inkâr edenler! Bugün (boşuna) özür dilemeyin. Siz, ancak yapmakta olduklarınızla cezalandırılacaksınız.” (denilir.)
8. Ey iman edenler! Tam ve kesin (örnek olacak) bir tevbe ile Allah’a yönelin.[4] (Böyle yaparsanız) umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah, Peygamberi(’ni) ve onunla beraber olan mü’minleri utandırmayacaktır. Onların nuru (o gün Sırât’ta) önlerinde ve sağlarında koşacak (aydınlatacak)tır. (Mü’minlerin nurları birbirlerinden farklı olduklarından) diyecekler ki: “Ey Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla (cennete kadar devam ettir, söndürme) ve bizi bağışla, doğrusu sen her şeye kâdirsin.”[5] [krş. 57/12]
9. Ey Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı (gereğince) cihadda bulun ve onlara sert davran. Onların barınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir gidilecek yerdir! [bk. 9/73, 123; 48/29]
10. Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bunlar, kullarımızdan iki sâlih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara (dinde) hıyanet ettiler. (O iki peygamber) Allah’(ın azabın)dan onları, hiçbir şekilde kurtaramadılar. (O iki kadına:) “Girin ateşe (diğer) girenlerle beraber.” denildi.
11. Allah, iman edenlere de Firavun’un karısını misal gösterdi. (O Firavun’un işkencesi sırasında:) “Ey Rabbim! Bana katında, cennetin içinde bir ev yap ve beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden kurtar. Hem de beni o zalimler topluluğundan selamete çıkar.” demişti.[6]
12. (Yine inananlara) İmran’ın kızı Meryem’i de (misal verdi). O ki namusunu sağlamca korudu. Biz de ona ruhumuzdan üfledik. Hem o, Rabbinin (bütün) kelimelerini ve kitaplarını tasdik eden ve (Rabbine) gönülden itaat edenlerdendi. [bk. 4/156; 21/91]
[1] Hz. Peygamber, hanımlarından Hz. Zeyneb’in evinde iken, o, kendisine bal şerbeti vermiş ve bu yüzden onun evinde kalması, diğerlerindekinden fazla zaman almıştı. Bunu kıskanan Hz. Âişe, Hz. Hafsa ile ona söyleyecekleri bir sözde anlaşmışlardı ki Hz. Peygamber önce Hafsa’nın yanına vardığında, “Sende meğâfir kokusu duyuyorum, meğâfir mi yedin?” dedi. Meğâfir, urfut denilen ağacın tatlı, fakat fena kokulu reçinesi idi. Hz. Peygamber de onu hiç sevmezdi. “Hayır! Bal şerbeti içtim.” buyurdu. “Öyleyse arı, balı meğâfir özünden yapmış.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber de bir daha bal şerbeti içmemeye and içti ve bunun gizli kalmasını istedi (Zebîdî, XI, 209; Elmalılı, VII, 5084 vd.). Bu sûrenin nüzûl sebebinin bu olduğu rivayet edilir.
[2] Şu halde, helal ve meşru şeyleri, birinin hoşuna gitmiyor diye terk etmek gerekmez.
[3] Burada, “Bir daha bal şerbeti içmeyeceğim.” şeklindeki yeminine işaret edilmektedir.
[3] Burada, “Bir daha bal şerbeti içmeyeceğim.” şeklindeki yeminine işaret edilmektedir.
[4] Bu tevbeye, “nasûh tevbesi” denilir ki bir daha asla günaha dönmemek ve bunu asla arzu etmemek üzere yapılan tevbedir. Hasan-ı Basrî şöyle der: “Tevbe, günaha kin tutmak ve her hatırına geldikçe istiğfâr etmektir.”
[5] Tevbenin altı şartı olduğu açıklanmıştır: 1. Geçmiş günahlardan pişmanlık. 2. Terkedilen farzları yapmak. 3. Kul haklarını yerine getirmek. 4. Hasımlarla helalleşmek. 5. Bir daha günaha dönmemek. 6. Nefsini mâsiyet içinde terbiye ettiği gibi, Allah’a itaatle de eğitmek (Beydâvî).
[6] Bu niyazı üzere Allahu Teâlâ onun ruhunu almıştır (Celâleyn).
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 30 âyettir.[1] Adını, baş kısmında geçen ve Allah’ın kâinatı yaratıp, yönetmesinden ortaya çıkan mülk ve hâkimiyetten söz etmesinden alır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Mülk (hükümranlık) elinde olan (Allah) yücedir ve O, her şeye kâdirdir.
2. O, ölümü ve hayatı, amel/davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan etmek için yarattı. O mutlak galip, çok bağışlayandır. [bk. 18/7; 21/35]
(Dünyaya imtihan için geldiğini bilen müslüman, daima hesap gününden korkar. Bülûğ çağı ile ölüm arası iğneden ipliğe her şeyin hesabını vereceğini bilir. Böylece günlük hayatını, kendi arzu ve heveslerine göre değil, Resûlullah’ın önderliğinde, Allah’ın emir ve yasaklarına göre düzenler, amellerin en güzelini yapmaya çalışır.)
3. Yedi göğü birbiriyle uyum (ve uygunluk) içinde yaratan O’dur. Rahmân’ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk ve düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir de bak! (Orada) hiçbir çatlak ve kusur görebilir misin?
4. Sonra gözü(nü), tekrar tekrar çevir. O göz (aradığı kusuru bulamayıp) yorgun ve eli boş olarak sana döner; artık aciz kalmıştır.
5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın göğü kandillerle donattık. Hem de onları, şeytan (ve benzer)lerine (göktaşı şeklinde)[2] atılacak şeyler yaptık ve onlara çılgın alevli ateş azabını hazırladık. [bk. 15/16-18; 37/6-10]
6. Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O ne kötü bir gidilecek yerdir!
7. (Onlar) oraya atıldıkları sırada, onun kaynarkenki gürlemesini işitirler.
8. (O cehennem, kâfirlere) öfkesinden neredeyse parçalanacak. (İnkârcılardan) her bir topluluk içine atıldıkça, onun bekçileri, onlara sorarlar: “Size (bunu haber veren) hiç uyarıcı (peygamber) gelmedi mi?”
9. (Onlar): “Evet” derler, doğrusu bize (bu azabı haber veren) bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: “Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir şaşkınlık (ve sapıklık) içindesiniz.” dedik. [bk. 17/15; 40/49-50]
22. Yüzüstü kapanarak giden (kâfirler) mi daha doğru, yoksa doğru yolda dümdüz/dimdik yürüyen mi?
23. (Resûlüm!) De ki: “Sizi yaratan, size kulak(lar),[5] gözler ve gönüller veren ancak O’dur. (Böyle iken) ne az şükrediyorsunuz!”
24. De ki: “Sizi yeryüzünde yaratıp yayan ancak O’dur ve yalnız O’na toplanıp götürüleceksiniz.”
25. (İnkârcılar:) “Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu tehdit (ettiğiniz kıyamet ve azap) ne zaman?” derler.
26. De ki: “O(nun zamanına ait) bilgi ancak Allah’ın yanındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
27. Artık onu yakın bir halde görünce, inkâr edenlerin yüzleri (kararıp) kötüleşir ve (onlara): “Kendisini davet ettiğiniz (azap) işte budur.” denilir.
28. De ki: “Söyleyin bana! Allah, beni ve beraberimdeki (mü’min)leri (arzunuza göre) helak etse (gideceğimiz yer cennettir) veya bize merhamet edip esirgerse (size galip oluruz) bu durumda kâfirleri, acıklı bir azaptan kim kurtarabilir?”
29. De ki: “O (Allah) Rahmân’dır. (Dünyada bütün yarattıklarına merhamet edip nimet verendir.) İşte biz O’na inandık ve ancak O’na güvenip dayandık. Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu ileride bileceksiniz.”
30. De ki: “Söyleyin, eğer suyunuz yere çekilip gitse, kim size akar su (icat edip) getirir? (Elbette, ancak Allah getirir.)”
[1] Hz. Peygamber, Mülk sûresinin kabir azabından koruyan bir kurtarıcı olduğunu söylemiştir (Elmalılı, VII, 5084, 5149).
[2] Elmalılı, VII, 5182.
[3] Bu âyette, insanları ibret almak gayesiyle gezip dolaşmaya, Allah’ın nimetlerini aramaya ve çalışmaya teşvik vardır (Beydâvî).
[4] Uçmak için atmosferde havanın bulunması lazımdır. İşte bunları düzenleyen ancak Allah’tır.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 52 âyettir. Adını ilk âyette geçen “kalem” kelimesinden almıştır. 17, 33 ve 48-50. âyetleri Medine’de inmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Nûn. Kaleme ve (onunla) yazılanlara andolsun.
2. (Resûlüm!) Sen Rabbinin nimeti sayesinde bir mecnun değilsin.
3. Doğrusu senin için elbet kesintisiz (ve minnetsiz) bir mükâfat vardır.
4. Ve şüphesiz sen, pek evrensel/genel geçerli mükemmel bir ahlâk üzerindesin.[1]
5-6. Fitneye (deliliğe) tutulanın hanginiz olduğunu, yakında göreceksin, onlar da görecekler.
7. Şüphesiz Rabbin, O, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. O, doğru yolu bulanları da en iyi bilendir.
8. Artık (seni ve Kur’an’ı) yalanlayan (ve bu tavırda olan)lara itaat etme!
9. (Çünkü) Onlar arzu ettiler ki sen yumuşak davranasın da, (taviz veresin, şirk düzenlerine çatmayasın, uzlaşasın ve hoşlarına gidecek işler yapasın da böylece) kendileri de (sana) yumuşak davransınlar. [krş. 109/1-6]
10. Şunların hiçbirine boyun eğ(ip yakınlık göster)me: (Doğruya eğriye) alabildiğine yemin eden aşağılığa,
11. Daima (onu bunu) ayıplayana, hep koğuculuk için gezene,
12. Din adına yapılan hayrı/iyi olanı yapmaya daima engel olana, saldırgana, günaha dadanmışa, [krş. 18/ 28; 76/24]
13. Sert, kaba olana. Bundan başka (da) kötülükle (dine aykırı olanı yapmada) damgalı (ve soysuz kimse)ye,[2]
14. Malı ve oğulları vardır, (çevresi geniştir, güçlüdür) diye (boyun eğip yakınlık gösterme, izzeti ve ikbâli Allah katında ara). [bk. 35/10]
15. Çünkü ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “(Bu) evvelkilerin masallarıdır.” der (burun kıvırır).
16. Biz onun, yakında hortumu (olan burnu)nun üzerini damgalayacağız. (Rezillik nişanı ile, kibrini kıracağız).
17. (Resûlüm!) Doğrusu biz o bahçe sahiplerini belaya uğrattığımız gibi, bunları da belaya uğratırız. Hani onlar, sabah olunca (fakirler görmeden) onu mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.
18. (Allah izin verirse diye) istisna da yapmıyorlardı. (Kendi kendilerini yeterli görüyorlardı.) [bk. 18/34-43]
19-20. Fakat onlar uyurlarken, hemen Rabbin tarafından dolaşan bir afet onu sardı da, (o bahçe kökünden) simsiyah kesiliverdi.
21-22. İşte sabaha karşı: “(Haydi!) Devşirecekseniz mahsulünüzün başına erkenden çıkın.” diye, birbirlerine seslendiler.
23-24. Onlar: “Aman ha, bugün hiçbir yoksul, karşınıza (çıkıp) oraya girmesin!” diye fısıldaşarak gittiler.
25. (Fakirleri) menetmeye güçleri yetecek edasıyla erkenden gittiler.
26. (Fakat) birdenbire onu (harap olmuş, kapkara) görünce: “Herhalde (yolu) şaşırdık, (yanlış geldik)!” dediler.
27. (Bahçeleri olduğunu anladıklarında ise:) “Hayır! Asıl mahrum kalmış olanlar biziz.” (dediler).
28. Onların en insaflısı: “(Ben) size demedim mi (Allah’a sığınıp, O’nu) tesbih etmeli değil miydiniz?” dedi.
29. (Onlar:) “Rabbimizi (zulümden) tenzih ederiz. Hakikaten biz zalimlermişiz.” dediler.
31. Dediler ki: “Yazıklar olsun bize! Doğrusu biz azgınlarmışız.”
32. “Umulur ki Rabbimiz bize bunun yerine ondan daha hayırlısını verir. Hakikaten biz (bütün isteklerimiz için) Rabbimize yönelenleriz.”
33. İşte azap böyledir. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Keşke (onlar bunu) bilselerdi.
34. Şüphesiz, muttakîler için, Rableri katında nimetleri tükenmez cennetler vardır.
35. Biz müslümanları hiç suçlu (kâfir)ler gibi yapar mıyız?
36. Size ne oluyor? (Bilginiz olmayan şeyler ve âhiret hakkında) nasıl hüküm ver(ebil)iyorsunuz?
37-38. Yoksa içinde, beğendiğiniz şeyler sizindir (diye yazan), size mahsus bir kitap var da ondan mı okuyorsunuz?
39. Yahut hükmettiğiniz şeyler sizindir diye üzerimizde sizin için (lehinize verilmiş) kıyamete kadar sürecek yeminler mi var?
40. (Resûlüm!) Sor kendilerine: Onlardan hangisi bunun savunucusu (olacak)tır?
41. Yoksa onların (bu sözlerini savunacak) ortakları mı var? Eğer (sözlerinde) doğru iseler (önlerinde sevinç gösterisinde, dilek ve şikâyetlerde bulunup putlaştırdıkları) ortaklarını da getirsinler.
42. O gün keşf-i sâk olacak (hakikat perdesi açılıp etekler tutuşacak) ve secdeye davet edilecekler. Fakat (namazı kılmayanlar, münâfıklar ve riyâkârlar buna)[3] güç yetiremeyecekler.
43. (Çünkü) artık gözleri (dehşetten) öne eğik bir halde, kendilerini (kımıldayamayacak) bir horluk ve aşağılık kaplar. Onlar (dünyada) sağ salim iken (ezanlarla Allah’a) secdeye çağrılırlar (fakat büyüklenerek yan çizerler)di.
44. O halde (Resûlüm!) Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayan kimseleri bana bırak; biz (kendilerine nimet versek bile) onları bilmeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.
45. Onlara mühlet veriyorum. (Onlar ise bunu düşünmeyip âsîliğe devam ediyorlar.) Doğrusu benim tuzağım çok sağlamdır (kurtulamazlar). [bk. 3/196-197; 6/44; 23/54-56]
46. Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
47. Yahut gayb(a ait bilgi) onların yanında da artık (mukadderatı) onlar mı yazıyorlar?
48. (Resûlüm!) O halde sen, Rabbinin hükmüne sabret. O balık sahibi (Yunus) gibi olma! Hani o, (kavmine karşı öfke ve) kederle dolu olarak (Allah’a) seslenmişti. [bk. 21/87-88; 37/ 143-144]
49. Şâyet Rabbinden bir nimet ona yetişmeseydi, (sabırsızlığından) mutlaka yerilmiş/kötü bir halde, çıplak (ve ıssız) bir alana atılacaktı.
50. Fakat Rabbi (duasını kabul edip tekrar) onu seçti de (yeniden vahyine devam edip) onu iyilerden yaptı. [krş. 37/139-148]
51. Doğrusu o küfre sapanlar, (Kur’ an’ı) işittikleri zaman, az kalsın seni, gözleri(nin çarpıcı bakışları) ile yıkacaklardı. Ayrıca (hasetlerinden): “O delinin biridir!” diyorlardı.
52. Oysa o (Kur’an) âlemler için ancak bir öğüt ve hatırlatmadır, başkası değildir.
(Rableri ile alâkası olanlar Kur’an’ın öğütlerini hayatları için esas kabul ederler.)
[1] Bütün asil nitelikler emsalsiz olarak O’nun karakterinde simgeleşmiştir. Mükemmel bir örnektir. [bk. 33/21]
[2] Resûlullah (sas.), “Zayıf olan ve halk tarafından zayıf görülen (mütevâzi) her mü’min cennetlik; katı yürekli, kibirli, hilekâr ve ululuk taslayanlar da cehennemliktir.” buyurmuştur (Zebîdî, XI, hadis no: 1752).
[3] Buhârî (Sofuoğlu), XI, 1753. Dünyada, şeytanın ve nefsinin aldattığı kimseler rükû ve secdeye gidemezler. Bunlar âhirette de aynı şekilde secdeye gidemeyip dikilip kalırlar.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 52 âyettir. Adını, “vukuu kesin olan kıyamet” anlamındaki ilk âyetinden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Gerçekleşecek olan.
2. (Evet,) nedir o muhakkak gerçekleşecek olan?
3. Elbette o gerçekleşecek olan (kıyamettir ki on)un ne olduğunu sen nereden bileceksin?
4. Semûd ve Âd (kavimleri) o dehşetle başa gelecek olan (kıyamet)i yalanladılar.
5. Semûd’a gelince, onlar, korkunç bir ses (ve sarsıntı) ile helak edildiler.
6. Âd (kavmin)e gelince, onlar da azgın bir fırtına ile helak edildiler.
7. (Allah) onu, yedi gece ve sekiz gündüz, (köklerini kesmek için) ardı ardına onların üzerine musallat etti. (O zaman orada olsaydın) o kavmin, içi boş hurma kütükleri gibi ölüp yıkılmış olduğunu görürdün. [krş. 11/50-60; 41/15-16; 46/25]
8. Şimdi, onlardan geride kalan bir şey görüyor musun?
9. Firavun da, ondan öncekiler de ve alt üst olan yerler(in halkı) da (Lût kavmi de, hep) o günahı işleyegeldiler.
10. Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler (ve onların getirdiklerini kabul etmediler). O da onları, şiddeti (gittikçe) artan bir yakalayışla yakalayıverdi.
11. (Bilesiniz ki) sular (tûfanla yükselip) taştığı zaman, (onların nesilleri olan) sizi akıp giden (gemi)de biz taşıdık.
12. Onu size bir öğüt (ve ibret) yapalım, işitip belleyen kulak(lar) da onu bellesin diye. [krş. 29/15; 36/41; 43/13-14; 54/15]
13. Artık Sûr’a bir tek üfürüşle üfürüldüğü zaman,
14. Yer ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılıp ufalandığı (zaman),
15. İşte o gün, o (en büyük) hadise olmuş (kıyamet kopmuş)tur. [bk. 56/ 4-5; 99/1-2]
16. Gök yarılmış, o gün, artık (her şey) yıkılıp yok olmaya yüz tutmuştur.
17. Melek(ler) onun kenarlarında (başka göreve çekilmiş durumda)dır. O gün Rabbinin arşını, bunların üst (kısm)ında bulunan sekiz (melek) taşır.[1] [krş. 11/17]
18. O gün, (Allah’ın huzuruna,) size ait hiçbir sır gizli kalmamak şartıyla, arz olunursunuz.
19-20. Artık (o gün) kitabı sağ elinden verilen der ki: “Alın, kitabımı okuyun. Doğrusu ben, zaten hesabıma kavuşacağımı kesin biliyordum.” [bk. 84/9]
21. Artık o, hoşnut kalacağı bir hayat içindedir.
22-23. Toplanacak (meyve)leri sarkmış yüksek bir bahçededir.
35. Bugün artık o (küfre sapan/inkâr ede)ne burada, hiçbir yakın (akraba ve dost) yoktur.
36. İrinden başka yiyecek (ve içecek) yoktur.
37. Onu, (bilinçli) günah işleyenlerden başkası yemez.
38-39. Artık gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim ki;
40. Şüphesiz o (Kur’an) hakikaten çok şerefli bir elçinin (Allah’tan getirdiği) sözüdür.
41. O bir şair sözü değildir. Siz, (hâlâ) ne de az inanıyorsunuz!
42. O bir kâhin sözü de değildir. Siz, pek az düşünüyorsunuz!
43. (O) âlemlerin Rabbinden indirilmedir.
44-45-46-47. Eğer (Peygamber) sözlerin bir kısmını (kendiliğinden) bizim adımıza uydursaydı, onu kuvvetle yakalar/onun ‘güç ve kuvvetini’ alır,[4] sonra da onun can damarını keserdik. Sizden hiçbiriniz de buna engel olamazdı. [krş. 42/24; 46/8; 53/4; 72/22-23]
(Bu âyetlere rağmen, müşrik ve Batıcılar’ın söylediği gibi Kur’an, ne Hz. Muhammed’in (sas.) kitabıdır ne de sözleri onun tarafından söylenmiştir; lafzı da aynen vahiyle bildirilmiştir.)[bk. 10/37-38; 32/2-3; 72/23; 53/5-10]
48. Gerçekten o (Kur’an, günahlardan) korunanlar için bir öğüt (ve hatırlatma)dır. [bk. 2/2; 41/44]
49. (Fakat) biz kesinlikle biliyoruz ki içinizde (bunu) yalanlayanlar vardır.
50. Muhakkak ki o (Kur’an) inkârcılara elbet bir hasret/bir iç yarası (doğuracak)tır.
51. Şüphesiz o, kesin gerçektir.
52. O halde O büyük Rabbinin adını tesbih (ve tenzih) et.
[1] Allah zaman ve mekândan münezzeh olduğu için Arşı’nın taşınma olayı, sembolik olarak hesap gününün artık kesinliğinin işareti olarak yorumlanmıştır.
[2] Arşın, bir ölçü birimi olup ortalama 68 cm. olduğu kabul edilmiştir.
[3] Yoksulu doyurmak müslümanca, ilgilenmek de insanca bir tavrı gösterir. İslâm inancına sahip kimse; 1. Allah’ın emirlerini her şeyden üstün tutar. 2. Allah’ın yarattıklarına şefkat gösterir. Bu ikincisi gelişmiş insanlarda oluşan müşterek bir özelliktir.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 44 âyettir. Adını üçüncü âyette geçen “me’âric” kelimesinden almıştır. Me’âric, “ma’rec”’in çoğulu olup “yükselme dereceleri” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Bir kişi, (başlarına) inecek azabı sordu. [bk. 22/47; 38/16]
2. (O) kâfirlere mahsustur ki onu (onlardan) hiçbir savacak yoktur.
3. (O azap, bütün) derecelerin sahibi Allah tarafındandır.
4. Melekler ve Rûh (Cebrail), miktarı (sizce) elli bin yıl olan bir gün içinde O’na ulaşır. [bk. 22/47; 32/5]
5. (Resûlüm!) O halde sen güzel bir sabırla katlan.
6. Doğrusu onlar, onu uzak görürler.
7. Biz ise, onu yakın görüyoruz.
8. O gün gök, (cisimleri ile) erimiş maden gibi olacak. [bk. 55/37; 84/1]
9. Dağlar da (atılmış) rengârenk yün gibi olacak. [krş. 101/5]
10. Hiçbir yakın[1] (akraba ve dost), bir yakınını (birbirinin halini) sormayacak.
11-12-13-14. (Onlar sadece) birbirlerine gösterilecekler. (Fakat birbirleriyle meşgul olamayacaklar.) Suçlu, o günün azabından (kurtulmak için) ister ki oğullarını, karısını ve kardeşini, kendisini barındıran sülalesini ve yeryüzünde bulunan her şeyi fidye versin de nihayet kendisini (azaptan) kurtarsın. [bk. 23/101; 31/33; 34/54; 80/34-37]
15. Hayır! (Kurtaramazlar.) Çünkü o alevli bir ateştir.
16. Başın (ve diğer uzuvların) derisini kavurup soyandır.
17-18. O ateş, (iman ve itaate) arka dönüp de yüz çevireni, (malı ve parayı kasada) toplayıp da (Allah için zekât vermeyip) saklayanı (kendisine) çağırır.
da (Allah için zekât vermeyip) saklayanı (kendisine) çağırır.
19. Hakikaten insan(lardan bir kısmı), gayet hırslı ve sabırsız olarak yaratılmış (tatminsiz bir hayata sahip)tir. [krş. 17/11]
20. Kendisine şer dokunduğu zaman, sızlanıp feryat eder.
21. Ona hayır dokununca da çok cimri kesilir.
22-23. Ancak, namaz kılanlar öyle değildir. Onlar (güzel huy sahibi olarak) namaza devamlıdırlar. (Hiçbir meşguliyet kendilerini namazdan alıkoyamaz.)
24-25. Onlar (bilirler) ki gerek dilenen, gerekse (utancından istemeyip) mahrum kalan (fakire vermek) için, mallarında belli bir hak vardır. [krş. 16/71]
26. Onlar (o namaz kılanlar), hesap gününü tasdik ederler.
27. Onlar, Rablerinin azabından korkarlar.
28. Çünkü Rablerinin azabına (karşı) güven içinde olmuş değillerdir.
29-30. Onlar edep yerlerini, eşleri ve ellerinin (altında) mâlik oldukları (cariyeleri) dışında herkesten koruyanlardır. Şüphesiz ki onlar (bundan dolayı) kınanmazlar.
31. Ama bundan ötesini arayanlar ise, işte onlar haddi aşanların ta kendileridir.
32. Onlar, emanetlerini ve ahitlerini gözetenlerdir.
33. Onlar, şâhitliklerini dosdoğru yapanlardır.
34. Onlar namazlarını (şartlarına ve gayesine uymakla) muhafaza edenlerdir.
35. İşte bunlar cennetlerde ikram olunurlar. [Son yedi âyet için bk. 23/1-11]
36-37. İnkâr edenlere ne oluyor ki sağdan soldan, ayrı ayrı gruplar halinde, sana doğru boyunlarını uzatıp koşmaktadırlar?
38. Onlardan her biri, (nimetleri bol) Na’îm cennetine sokulacağını mı umuyor?
38. Onlardan her biri, (nimetleri bol) Na’îm cennetine sokulacağını mı umuyor?
39. Hayır! (Öyle şey yok.) Biz onları bildikleri (atılan meni)den yarattık.
(Buna rağmen insanlar, ancak imanları ve Allah’a yakınlıkları sayesinde değer kazanacaklarını düşünmediler.) [bk. 77/20]
40-41. Yine hayır! (Durum, onların zannettikleri gibi değildir.) Doğuların ve batıların Rabbi (olan Ben) yemin ederim ki[2] şüphesiz o (inkâr ede)nleri, kendilerinden daha hayırlısıyla değiştirmeye elbette kâdiriz. Biz önüne geçile(bile)ceklerden de değiliz.
42. O halde onları, (şimdilik kendi hallerine) bırak. Tehdit edildikleri (azap) günlerine kavuşuncaya kadar (batıl yaşayışları içine) dalsınlar, oynayadursunlar.
43. O gün onlar, sanki dikilen (put)lara koştukları gibi kabirlerden süratle çıkacaklar.
44. Gözleri (dehşetten) öne eğik, kendilerini bir horluk ve aşağılık kaplamış olarak (koşarlar). İşte bu, onların tehdit edildikleri gündür.
[1] el-Endelûsî, s. 81; Muhammed Fuad (Mu’cem), s. 41. [krş. 41/34]
[2] Yeminin başındaki “lâ” ifadesi te’kid için gelmiştir.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Adını, konusu olan Hz. Nuh ve tebliğinden almıştır. 28 âyettir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Doğrusu biz, Nuh’u; “Kendilerine acıklı bir azap gelmeden önce kavmini uyar.” diye kavmine gönderdik.
2. Dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin için (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcı (peygamber)im.”
3-4. “Allah’a kulluk edin, O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki (Allah da) sizin günahlarınızı bağışlasın ve (azap etmeksizin) sizi belli bir vakte kadar geciktirsin. Çünkü Allah’ın (takdir ettiği) vakti geldiği zaman artık geri bırakılmaz. Keşke bilseydiniz (iman ederdiniz)!”
5-6. (Nuh tekrar) dedi ki: “Ey Rabbim! Hakikaten ben, kavmimi gece ve gündüz (imana) davet ettim. Fakat benim davetim, ancak onların (imandan) kaçışını artırdı.”
7. “Doğrusu ben, kendilerini bağışlaman için (imana gelsinler diye) ne zaman davet etsem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, (şirke ve küfre sapmada) ısrar ettiler ve büyüklendikçe büyüklendiler.”[1]
8. “Sonra hakikaten ben onları, yüksek sesle davet ettim.”
9. “Daha sonra ben, onlara hem açıktan açığa tebliğ ettim, hem de gizliden gizliye onlarla konuştum.”
10. Dedim ki: “Artık Rabbinizden mağfiret dileyin (istiğfâr edin ve yağmur için dua edin). Çünkü O çok bağışlayıcıdır.
11. “(İstiğfârınız ve duanız sebebiyle Allah) gökten üstünüze bol yağmur göndersin.[2]
12. “Sizi mallar ve oğullarla desteklesin, size bahçeler meydana getirsin ve size ırmaklar akıtsın.”
13. “Size ne oluyor da, Allah’ın büyüklüğünü takdir edip inanmıyorsunuz?”[3]
14. “Halbuki O, sizi türlü türlü hallere koyarak yarattı.” [bk. 39/6]
15. “Allah’ın yedi göğü(n katlarını/katmanlarını) birbiriyle ahenkli olarak nasıl yarattığını görmediniz mi?” [bk. 2/29; 17/44; 23/17; 65/12]
16. “Bunların içinde aya aydınlık verip güneşi de (ışık kaynağı) bir kandil yapmıştır.”
17. “Allah, bitkilerde olduğu gibi, sizi de yerden yetiştirdi.”[4]
18. “Sonra sizi yine oraya döndürecek ve (mahşerde kabirlerden)[5] diriltip çıkaracaktır.
19-20. “Allah, onda geniş geniş yollar (açıp) gidesiniz diye yeri sizin için bir yaygı yapmıştır.”
21. (Bundan sonra) Nuh dedi ki: “Ey Rabbim! (Bu öğütlere rağmen) doğrusu onlar bana karşı geldiler. Malı ve çocuğu kendisine ziyandan başkasını artırmayan (şımarık zengin) kimselerin peşinden gittiler.
22. “Büyük büyük hile (ve tuzak)lar kurdular.”
23. Dediler ki: “İlâhlarınızı sakın terk etmeyin. (Putların en büyükleri olan) Vedd’i, Suva’ı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i asla bırakmayın.”
(Rivayete göre bu putlar Hz. Âdem’in beş oğlunun ismi olup iyi ve kahraman kişilerdi. Bunlar öldükten sonra onları çok seven halk, şeytanın kendilerini aldatmasıyla, onları unutmamak, bakıp hatırlamak için önce resimlerini çizip evlerine astılar. İşin aslı unutulunca sonraki nesiller onların meydanlarda heykellerini dikip tapınmaya başladılar. Bu tür olaylar her devirde böyle başlayıp geliştiğinden Hz. Peygamber put ve putçularla mücadele etmiş, insan tasvirlerini, gittikçe putlaştırılır diye yasaklamıştır.) [bk. 7/138; 29/ 25]
24. “Hakikaten onlar bir çoğunu saptırdılar. (Rabbim!) Sen de zalimlere şaşkınlıktan başka (bir şey) artırma!”
25. (İşte sırf bu) günahlarından dolayı (Tûfan ile) suda boğuldular, (ardından) da ateşe sokuldular. Kendilerine Allah’tan başka yardımcılar da bulamadılar.
28. “Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı, iman etmiş olarak evime (mescide veya gemime) gireni (kıyamete kadar gelecek) mü’min erkekleri ve mü’min kadınları sen bağışla. Zalimlere de helakten başka (bir şey) artırma!” [bk. 11/36-37; 21/76; 54/9-10]
[1] İnkârcılar ve münâfıklar her devirde, tâğûtlara ve hevâlarına bağlanıp ilâhî vahye kulak tıkamışlardır. Aynı zamanda yayılmasını ve insanların ona meylini ve ona gidişini önlemeye çalışmışlardır.
[2] Her fırsatta Allah’a istiğfâr etmeli, onu her derdin ilacı olarak görmeliyiz. Bilinçli olarak çok istiğfâr edenin günahı da az olur. Yağmur duasında istiğfâr etmek bu âyetten hareketle meşru olmuştur.
[3] “Recâ” fiili menfî olarak kullanılınca “korkmak, inanmak” mânalarına gelir.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 28 âyettir. Cinler rûhânî, latîf varlıklardır. Zâriyât sûresinin 56. âyetine göre bunlar da insanlar gibi sorumludur. Müslüman ve kâfirleri vardır. Kâfirleri şerlidir. Şeytan da kâfirler grubundandır. Bu sûrede, cinlerden bir grubun gelip Hz. Peygamber’den Kur’an dinledikleri ve iman ettikleri anlatılmaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. (Resûlüm!) De ki: “Cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinledikleri ve şöyle söyledikleri bana vahyolundu: ‘Doğrusu biz, doğru yola çağıran, hayranlık veren bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik. Artık Rabbimize hiçbir (şey)i asla ortak koşmayacağız.’”[1]
3. “‘Doğrusu Rabbimizin şânı pek yücedir. O, ne bir zevce ne de bir çocuk edinmiştir.’”
4. “‘Hakikaten bizim beyinsizimiz (İblis ve tâifesi) Allah hakkında gerçek dışı/yalan yanlış şeyler söylüyormuş.’”
5. “‘Doğrusu biz de insanların ve cinlerin, Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceğini sanmıştık.’”
6. “‘Şu da bir gerçektir ki insanlardan birtakım erkekler (korkulu durum ve yerlerde) birtakım erkek cinlere sığınırlardı da onların azgınlık ve şımarıklıklarını artırırlardı.’”
7. “‘Hakikaten onlar (insanlar) da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın hiç kimseyi asla diriltemeyeceğini sanmışlardı.’”
8. “‘Doğrusu biz (melekleri dinlemek için) göğü yokladık. Fakat onu sert bekçilerle ve akıp yakan alevlerle dolu bulduk.’”
9. “‘Ve biz (önceden meleklerden haber) dinlemek için onların otur(ul)acak yerine otururduk. Artık kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev buluyor.’”
10. “‘Yeryüzündekilere, bir fenalık mı istendi, yoksa Rableri onlar için bir hayır mı diledi, doğrusu biz, bilmeyiz.’”
11. “‘Hakikaten biz (cinler)den (iman etmiş) iyi kimseler olduğu gibi, bunun dışında olan (kötüler) de var; biz çeşit çeşit yollar tutmuşuzdur.’”
(kötüler) de var; biz çeşit çeşit yollar tutmuşuzdur.’”
12. “‘Hakikaten biz (Kur’an’ı dinleyince) anladık ki yeryüzünde (kalsak) da Allah’ı asla aciz bırakamayız, (göğe) kaçmakla da O’nu asla aciz bırakamayız (elinden kurtulamayız).’”
13. “‘Hiç şüphesiz biz, hidayet rehberini (Kur’an’ı) dinleyince, ona iman ettik. Kim de Rabbine iman ederse, ne (hakkının) eksik verilmesinden ne de zulme ve zillete uğramaktan endişe eder.’”
14. “‘Doğrusu biz (cinler)den, müslüman olanlar da var, hak yoldan sapan (zalim)ler de vardır. Müslüman olanlar ise, işte onlar, doğru yolu araştır(ıp bul)anlardır.’”
15. “‘Hak yoldan sapanlar ise, artık cehenneme odun olmuşlardır.’”
16-17. (Cinlerin bu sözlerinden sonra Allah buyurur ki:) Eğer onlar (insanlar ve cinler) hak yol (İslâm’)da dosdoğru gitselerdi, bu hususta kendilerini imtihan edelim (imanda sebat eden ve şükredenleri görelim) diye elbette onlara bol bir su (bereket ve rızık) verirdik. Kim de Rabbinin zikrinden (ibadet ve itaatinden) yüz çevirirse, (Rabbi) onu (şiddeti) gittikçe artan çetin bir azaba sokar. [bk. 5/66; 7/69]
18. Şüphesiz ki (bütün) secde edilen yerler/mescidler Allah(’a yaklaşmak ve O’na teslimiyeti göstermek) içindir. O halde Allah ile beraber (başka) birine (sığınıp) yalvarmayın.
(Dua ile isteklerimiz yalnız Allah’tan olmalıdır; başkasına dua edip bir şey istemek şirk/ortak koşma olur. Secde edilen yer ve mekânlarda, hıristiyan ve diğerlerinde olduğu gibi ibadetin ruhunu bozucu şekil ve cisimler bulunmamalıdır.)
19. Doğrusu, Allah’ın kulu (Muhammed) kalkıp O’na dua (ve ibadet) ederken, (cinler hayretten, ya da müşrikler kötülük yapmak için)[2] neredeyse etrafında keçeler gibi (sımsıkı birbirlerine yapışık) oluyorlardı.
20. (Resûlüm!) De ki: “Ben sadece Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O’na ortak koşmam.”
21. De ki: “Doğrusu, size ne bir zarar ne de bir fayda vermeye kâdir bulunuyorum.”
22. De ki: “Doğrusu ben (saparsam) beni de Allah’(ın azabın)dan hiç kimse koruyamaz ve O’ndan başka, bir sığınılacak da asla bulamam.”
23. (Benim elimden gelen) ancak,[3] Allah’tan geleni ve (onunla) peygamberlik (görev)[4]lerini tebliğdir. Kim de Allah’a ve Resûlü’ne isyan eder (emirlerini dinlemez ve kabullenmez)se muhakkak ona (ve benzerlerine) içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır. [bk. 5/67]
24. Nihayet onlar, tehdit edildikleri (azabı) gördükleri zaman, kimin yardımcılarının daha zayıf ve sayısının daha az olduğunu bilecekler.
25. (Resûlüm!) De ki: “Tehdit edildiğiniz (azap) yakın mı, yoksa Rabbim ona uzun bir müddet mi belirler, kesin bilmiyorum.”
26-27-28. Bütün görülmeyeni bilen O’dur. O, gizli olanı, seçtiği peygamber dışında kimseye açıklamaz. Ancak onların da ardından gözetleyiciler koyar ki, Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin(ler). Çünkü O, onları(n hepsini ilmiyle) kuşatmış ve her şeyi sayısıyla (bir bir) saymıştır.
[1] Konuyla ilgili olarak bk. 46/29 ve açıklaması.
[2] Beydâvî.
[3] Bir önceki âyette geçen “lâ emliku…” lafzından istisnâ edilmiştir (Celâleyn; Kuteybe, s. 492).
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 20 âyettir. 11 ve 20. âyetleri Medine’de inmiştir. İlk âyetindeki kelime, sûrenin adı olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4. Ey örtünüp bürünen![1] (Resûlüm!) Gece (ya) biraz (uyumanın) dışında kalk (ibadet et);[2] (ya da) yarısında (kalk), ister o (yarısı)ndan biraz eksilt, ister onu (biraz) artır. Kur’an’ı da tertîl[3] ile oku.
5. Doğrusu biz senin üzerine (sorumluluğu) ağır bir söz (olan Kur’an’ı) vahyedip bırakacağız.
6. Gerçekten gece (ibadete) kalkış, (kendini vermen için) daha uygun ve okuyuş bakımından da daha etkilidir.
7. Çünkü gündüzde, senin uzun meşguliyetin vardır.
8. (Gece gündüz) Rabbinin ismini an ve (ibadet için) her şeyden (mâsivâdan/dünya sevgisinden) kesilerek O’na dön.
9. (O,) doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O’nu vekil tut (O’na bağlan ve yalnız O’na kulluk et).
10. O (puta tapa)nların söylediklerine karşı dayan (metânetli ol). Onlardan güzel bir ayrılışla ayrıl.
11. Varlık sahibi olup da (seni) yalan sayanları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
12-13. Çünkü bizim yanımızda (boğazlarına takılacak) bukağılar, şiddetli bir ateş, bir de boğazdan geçmeyen bir yiyecek ve acıklı bir azap vardır.
14. O gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar dağılıp çökmüş bir kum yığını olur.
15. (Ey insanlar!) Size (emirleri tebliğ eden ve kıyamet günü de) üzerinize şahit olan bir peygamber gönderdik; nitekim Firavun’a da bir peygamber göndermiştik.
16. Firavun ise o Resûl’e karşı geldi (Allah yerine, kendi emirlerini geçerli kıldı). Biz de onu en ‘ağır bir ceza’ ile yakalayıp alıverdik.
17. Eğer inkâr ederseniz, (şiddetinden) çocukları bile ak saçlı bir ihtiyar yapıverecek o gün(ün şiddetin)den nasıl korunacaksınız?
18. Gök o (günün dehşeti)nden dolayı yarılmış, O’nun vaadi mutlaka yerine gelmiştir.
19. Şüphesiz ki bu (âyetler) bir ‘öğüt ve uyarı’dır. Artık kim dilerse Rabbine giden bir yol seçer.
20. (Resûlüm!) Şüphesiz Rabbin biliyor ki sen, gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini ayakta dur(up ibadetle geçir)iyorsun[4] ve seninle beraber olanlardan bir topluluk da (böyle yapıyor). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder (ölçer). (Allah) sizin onu (o gece ayakta durma miktarını) böyle say(ıp tam başar)amayacağınızı bildi de sizi affetti (farz kılmayıp onu kolaylaştırdı).[5] Artık (namazda) Kur’an’dan kolay gelen (miktar)ı okuyun.[6] O içinizden bir kısmının hasta (durumda), diğer kısmının Allah’ın lütfundan (nasip) arayarak yeryüzünde yol katedecek ve bir diğerinin de Allah yolunda savaşacak olduğunu bilmektedir. O halde ondan kolay gelen (miktar)ı okuyun, (farz) namazı da hakkıyla kılın.[7] Zekâtı verin ve Allah’a güzel (gönül hoşluğu ile) bir borç verin. (Karşılığını Allah’tan almak üzere iyilik yapın.) Kendiniz için önden (dünyada iken) ne gönderirseniz, Allah katında onu, daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 57/11 ve dipnotu]
[1] “Ey üzerine örtüyü çekerek uyuyan!” demektir.
[2] Müddessir sûresinin ilk âyetlerinden sonra, bu âyette teheccüd namazı, Resûlullah’a (sas.) farz olmuştu. Bir yıl devam etti, sonra yüce Allah aynı sûredeki 20. âyeti indirdi. [Gece ibadeti için ayrıca bk. 32/16; 76/26]
[3] Kur’an’ı tertil ile okumak harflerin hakkını ve müstahakkını vererek, lahn (celî-hafî), tegannî ve sanat gösterisinden uzak olarak (ağır ağır, düzgün) okumaktır. Bunlar bilinip gözetilmeden okumak, keyfine göre okumak olup haramla neticelenebilir. [bk. 25/32]
[4] Bu ibadet bir rivayete göre bir yıl devam etmiştir (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 564). On yıl sürdüğünü söyleyenler de vardır (Taberî, XII, cüz 30/79-80).
[7] Beş vakit namaz farz kılınınca (17/78-79) teheccüd namazı ümmet için nâfile, Peygamberimiz için farz olarak kaldı (Beydâvî). Buhârî ve Müslim’de bildirildiğine göre, Resûlullah (sas.), namaz hakkında soran birine gece ve gündüz namazın beş vakit ve bundan başkasının ise nâfile olduğunu söylemiştir (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 566).
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 56 âyettir. Adını ilk âyette geçen ve “örtüsüne bürünen” anlamındaki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey (örtüsüne) bürünen! (Resûl)![1]
2. Kalk, (insanları) uyar.
3. Rabbini tekbir et (büyükle).
4. Elbiseni (kendini, kişiliğini ve seni çevreleyeni her türlü kirden)[2] arındır.
5. Azaba götürecek şeyleri terk(e devam) et.
6. İyiliği, (karşılığında) daha çoğunu umarak yapma!
7. Rabbin için (her şeye) katlan.
8. O Sûr’a üfürüldüğü zaman,
9. İşte o gün zor bir gündür.
10. Kâfirlere kolay değildir.
11-12-13-14. Tek başına (hiçbir şeysiz, çıplak) yarattığım adamı da bana bırak! Ona hem bolca mal verdim, hem de (yanında) hazır bulunan oğullar (verdim)! Kendisine (bu nimetleri) döşedikçe döşedim.
15. Sonra yine de hırsla artırmamı ister.
16. Hayır! (Artırmayacağım.) Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı oldukça inatçı idi.
17. Ona zor bir meşakkat yükleyeceğim (Onu sarpa sardıracağım.)
18. Çünkü o,[3] (Kur’an hakkında uzun uzun) düşündü, ölçtü biçti.
21-22-23-24-25. Sonra baktı (baktı) da, (söyleyecek söz bulamayıp) surat astı ve kaşlarını çattı. Sonra arka döndü ve büyüklük tasladı da: “Bu (öğretilip) rivayet edilen bir sihirden başka bir şey değildir, bu sadece insan sözüdür.” (dedi).
26. Onu (o güç yetiremeyeceği) Sekar’a (cehenneme) atacağım.
27. Sen biliyor musun Sekar nedir?
28. O, ne geri(de bir şey) bırakır ne de (tekrar tekrar yakmaktan) vazgeçer.
29-30. O (durmadan yenilenen) derileri yakıp (simsiyah) kavurandır. Onun üzerinde on dokuz (muhafız melek)[4] vardır.
31. Biz o ateşin zebânîlerini, sadece meleklerden kıldık. Onların sayısını da o inkâr edenler için ancak bir imtihan yaptık. (Böylece) kendilerine kitap verilenler de (Kur’an’ın hak olduğuna) iyice inansınlar,[5] inananların da imanı artsın (kuvvetlensin) diye. Artık hem kendilerine kitap verilenler hem de mü’minler şüpheye düşmesinler. (Bu,) kalplerinde bir hastalık bulunanlarla, kâfirler: “Allah, bu misal ile ne demek istemiş olabilir?” desin(ler diyedir). İşte böylece Allah dilediğini (niyet ve amellerinin gereği olarak) sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez. Bu (cehennem, yahut zebânîlerin sayısı), insanlara (ibret için) bir hatırlatmadan başka bir şey değildir. [bk. 9/124]
32. Hayır! (Onlar öğüt almazlar). Ay hakkı için…
33. Dönüp geldiği zaman, gece hakkı için…
34. Ağardığı sırada sabah hakkı için…
35. Muhakkak o (cehennem), büyük (bela)lardan biridir.
36-37. Hem sizden (ibadet ve hayırda) ileri geçmek veya geri kalmak isteyenleri korkutmak için insanları uyarıcıdır.
39. Ancak bahtiyar olan (defteri sağından verilen)ler böyle değildir. (İman edip iyi amelleriyle kurtulmuşlardır.)
40-41-42. (Onlar) cennetlerdedirler. Onlar suçlulara: “Sizi kavurucu ateşe sokan nedir?” (diye uzaktan sorarlar.)
43-44-45. (Günahkârlar) derler ki: “Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula yedirmezdik. (Kur’an’ın buyruklarını bırakıp, batıl şeylere) dalanlarla beraber biz de dalardık.”
46-47. “Ceza gününü yalan sayardık. Nihayet (bu halde iken) bize (gelmesi) kesin olan (ölüm) gelip çattı.”
48. Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez.
49-50-51. Böyle iken onlara ne oluyor da, sanki aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi (hâlâ Kur’an’daki) öğütten yüz çeviriyorlar?
52. Fakat onlardan herkes, kendisine (Allah tarafından) dağıtılmış sahifeler (verilmesini) istiyor. [bk. 6/124]
53. Hayır! (Bu olacak şey değildir!) Doğrusu onlar (bu alaycı sözleriyle) âhiretten korkmuyorlar.
54. Bilakis, (korkmaları gerekir.) Şüphesiz o (Kur’an) da (hayatta esas alınacak) bir öğüttür.
55. Artık kim dilerse onu düşünüp öğüt alsın.
56. (Ne var ki) Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Saygıyla emirlerine itaat edilmeye lâyık olan ancak O’dur, mağfiret sahibi de O’dur.
(Allah’ın dilemesi için de dua ve ibadetle istemek lazımdır.) [krş. 76/ 30; 81/29]
[1] İlk vahiyden sonra üç yıl veya altı ay fetret (vahyin kesilme) devri yaşandı. Buna üç sene diyenler vardır. Fakat tercih edilen görüş altı aydır. Bundan sonra Resûlullah (sas.), yine Hira’dan dönüşte gökten bir ses işiterek Hz. Cebrail’i görmüş, korku ve titreme içinde eve dönüp “Beni örtün, beni örtün!” deyip yatmıştı. Bunun üzerine ilgili âyetler indi (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 567).
[2] Elbise, kendisi mânasında olmakla beraber bu parantez içindeki ifadelerden de kinâyedir (Mahlûf, s. 574).
[5] 30. âyetteki “19”un ayrıca bu âyette de iman hususunda imtihana sebep bir sayı olduğu belirtilmektedir. Böylece bu sayının ihtiva ettiği incelik ve hikmet hakkında insanlar uyarılmaktadır. [Zebânîler için bk. 40/49; 43/77]
[6] Yahut”Her nefis kazandığı (günahlar) yüzünden bir rehine/tutsaktır.”
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 40 âyettir. Adını ilk âyetinde zikredilen ve bütün sûrenin konusunu teşkil eden kıyâmetten almıştır. Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla 1. Yemin ederim[1] o kıyâmet gününe! 2. Yemin ederim (gafletten uyanıp günahına karşı) kendini çokça ayıplayan o nefse. (Bu âyet, günahlarından dolayı pişman olup kendisini ayıplayan böylece kötülüğü ve günahları kendisine hoş gösteren ve onları yapmayı emreden (emmâre) nefsinin (12/53) hayvansal yön ve dürtüsünden kurtulmuş ve Allah (c.c.) katında bir derece değer kazanmış insanı tanıtmaktadır.) [krş. 3/135; 8/3]
3. İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? 4. Evet, onun parmak uçlarını bile (en ince çizgisine kadar yeniden) düzenlemeye kâdiriz. [krş. 17/49-51; 36/78-79; 79/10-11] 5. Fakat insan, önündeki (kıyâmet günü)nü yalan saymak ister.[2] 6. “Kıyâmet günü ne zaman?” diye sorar. 7-8-9. Ama, göz (dehşetten) kamaştığı, ay tutul(up artık karar)dığı, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, 10. (İşte) o gün insan: “Kaçacak yer neresi?” der. 11. Hayır! Hiçbir sığınacak yer yoktur. 12. O gün (varıp) durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur. 13. O gün insana (yapıp) önden yolladığı ve (yapmayıp) geri bıraktığı (amelleri) haber verilir. 14-15. Doğrusu insan, kendi nefsine (yaptıklarına) karşı şâhit olacaktır, her ne kadar mazeretlerini ortaya atsa da. 16. (Resûlüm! Vahiy geldiği zaman) onu alelacele almak için (bitmeden) dilini hareket ettirme! 17. Şüphesiz ki onu (kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize aittir. 18. Onu (Cebrail vasıtasıyla sana) okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy. [bk. 20/114] 19. Sonra şüphesiz onu açıklamak da bize aittir. 20-21. Hayır! Hayır! (Ey insanlar!) Siz (çoğunuz) çabuk geçen (şu dünyay)ı seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz. 22-23. Birtakım yüzler, o gün Rabbin(in cemâlin)e bakıp parlayacak.[3] [bk. 80/37-42; 83/15; 88/2-10] 24-25. Bir takım yüzler de o gün asık olacak. (Çünkü) onlar, bel kemiklerini kıran bir felâkete uğratılacaklarını iyice anlarlar. [bk. 3/106-107] 26. Dikkat edin (can) köprücük kemiklerine dayandığı zaman, 27. “Kim çare bul(up şifa ver)ecek?” denilir. 28. Artık (can çekişen), hakikaten bir ayrılış olduğunu anlayacak, 29. (Can havliyle) bacak bacağa dolaşacak. 30. (İşte) o gün sevk(iyat) ancak Rabbinedir. 31-32-33. İşte o, ne samimi inanıp tasdik etti, ne de namaz kıldı. Aksine (peygamberleri, Kur’an’ı) yalanladı ve yüz çevirdi. Sonra çalım satarak yürüyüp ailesine gitti. 34. (Hem dünyada) lâyıktır sana (bela), daha da lâyık. 35. (Hem de âhirette) lâyıktır sana (azap), daha da lâyık. 36. İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor? [krş. 23/115]
36. İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor? [krş. 23/115] 37. (O insan) akıtılan meni(nin için)den bir nutfe (sperma) değil midir? 38. Sonra bir alaka oldu da (Allah onu) yaratıp (âzâlarını) düzenledi. [bk. 22/5 ve dipnotu] 39. İşte ondan (o spermadan) erkek ve dişi olarak, iki sınıf var etti. 40. Şimdi (bütün) bu(nları yapan Allah), ölüleri diriltmeye kâdir değil mi? (Elbette kâdirdir.) DİPNOTLAR:
[1] Baştaki “lâ” harfleri yemini kuvvetlendirmek için gelmiştir.
[2] Yahut “… insan önündeki (ömrü)nü günahla geçirmek ister.”
[3] Ehl-i Sünnet’e göre âhirette böylece Allah’ı görmek aklen mümkündür. Mü’minler âhirette onu görecek, kâfirler göremeyeceklerdir (Beydâvî).
Medine döneminde nâzil olmuştur. Mekke’de indiği de söylenir. 31 âyettir. 24. âyet Mekke döneminde inmiştir. Dehr sûresi de denilir. İlk âyetinde geçen “insan” kelimesinden dolayı bu adla anılmıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Hakikaten[1] insan(ı yaratmamızdan önce) üzerine öyle uzun bir zaman gelip geçti ki, henüz (o vakitlerde insan daha yaratılmadığından),[2] anılan bir şey değildi. [krş.19/67]
2. Doğrusu biz, insanı (kudretimizi gösterelim ve teklifimizle) imtihan edelim diye (erkekteki çeşitli unsur ve salgılar içindeki genetik kısmın, yumurtadaki genetik kısımla)[3] karışmış bir nutfe (zigot)tan yarattık da onu (insanı) işiten ve gören bir varlık yaptık. [bk. 18/7; 67/2]
3. Şüphesiz biz ona, doğru yolu gösterdik. İster şükredici olur (kulluğunun gereğini yapar), isterse nankör.
4. Hiç şüphesiz biz, kâfirler için zincirler, bukağılar (kelepçeler) ve alevli bir ateş hazırladık.
5. Doğrusu iyiler, (cennette) karışımı kâfûr[4] olan (dolu) bir kadehten içerler.
6. (O kâfûr) bir pınardır ki Allah’ın (iyi) kulları ondan içer(ler) ve istedikleri yere akıttıkça akıtırlar.
7. (Onlar, dünyada) adaklarını (ve ahitlerini) yerine getirirler ve fenâlığı (her tarafa) yaygın olan bir günden korkarlar(dı).
8-9-10. Yoksula, yetime ve esire, kendilerinin ‘arzu ve ihtiyaçları’ varken/‘seve seve’ yemek yedirirler: “Doğrusu biz sizi, sadece Allah’ın rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür de istemiyoruz. Çünkü biz ‘yüzleri ekşiten ve asık suratlı yapan’ (dehşetli ve kara) bir günde Rabbimizden korkarız.” (derlerdi). [bk. 59/9]
11-12. Allah da, o günün şerrinden onları korur ve (yüzlerini) bir parlaklık ve sevince kavuşturur. (Nefislerinin arzularına ve eziyetlere) dayandıklarından dolayı onları cennet ve ipekle mükâfatlandırır.
13-14. Orada (onlar) koltuklara dayanmış olarak; ne bir güneş (sıcağı) ne de şiddetli bir soğuk görürler; (ağaçların) gölgeleri yakından üzerlerine düşer, meyveleri de (koparmaları için) aşağı sarkıtıldıkça sarkıtılır.
15. Onlara (sunulmak üzere) gümüş kaplar ve billur kupalar dolaştırılır.
16. O gümüş (beyazlığında) billur (kupa)lar ki onları(n içindeki şarabı, içecekleri) bir miktarda ölçer(ek sunar)lar.
17. Orada karışımında zencefil olan (dolu) kadehlerde (cennet şarabı) içirilir.
18. (O zencefil) orada bir pınardır ki ona “Selsebîl” adı verilir.
19. (Cennet ehline hizmet için) çevrelerinde (hep aynı yaşta kalacak) ölümsüz gençler dolaşır ki onları görünce, saçılmış birer inci sanırsın.
20. (Orada) nereye baksan, (târife sığmaz) bir nimet, büyük bir mülk (ve saltanat) görürsün.
21. Üstlerinde, yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır; gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri de onlara gayet temiz bir (âhiret) şarabı içirir.
22. “Bu (nimetler), şüphesiz sizin için bir mükâfattır, çalışmanız da karşılığını bulmuştur.” (denilir).
23. Bu Kur’an’ı (gerektiği zamanlarda) peyderpey indiren biziz.
24. O halde Rabbinin hükmüne bağlanıp sabret ve (dinin emirlerini yerine getirmede) onlardan hiçbir günahkâr veya nanköre/kâfire boyun eğ(ip itaat et)me![5] [krş. 58/22; 68/8-14]
25. Ve sabah akşam Rabbinin ismini an.[6]
26. Gecenin bir kısmında O’na secde et (akşam ve yatsı namazlarını kıl)[7] ve geceleyin uzun uzadıya O’nu tesbih et (teheccüd namazı kıl). [bk. 73/20 ve dipnotu]
27. Doğrusu onlar, acele geçen (dünyay)ı severler de önlerindeki ağır günü bırakırlar.
28. Onları biz yarattık ve eklemlerini (ve bütün vücut kısımlarını) sıkıca bağladık (sağlamlaştırdık). Biz dilediğimiz zaman, onları (helak eder) benzerleriyle değiştiriveririz (yerlerine başka insanları getiririz).
29. Şüphesiz ki bu (sûre) bir öğüttür/hatırlatmadır. Artık kim dilerse, Rabbine (varan) bir yol edinir.
30. Bununla birlikte Allah dilemedikçe siz (bir şey) dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Bu âyet-i kerîmede şuna işaret edilmektedir: Yüce Allah’ın bizim lehimize olan şeyleri ve hidayetimizi dilemesi için O’na yalvarmalıyız. O’na ibadet ve taatle yakınlık sağlamamız ve dilemesini dua edip istememiz gerekmektedir. Çünkü insan kendi iradesine/istek ve arzusuna bırakılırsa, aleyhine çıkacak en kötü şeyleri bile iyi diye isteyebilir. Böylece sapıklığa düşer.) [bk. 4/88]
31. (O,) dilediğini rahmetine eriştirir. Zalimlere gelince, onlar için acıklı bir azap hazırlamıştır.[8]
[1] Baştaki “hel” soru edatı kesinlik ifade etmek içindir. [bk. 20/9]
[2] Müslim (Davudoğlu), hadis no: 2789.
[3] Çocuğun anne ve babasından birine benzemesi onlardan birinin genetik özelliklerinin baskın çıkmasıyla ilgilidir. Bütün bunların hepsi Allah’ın takdiri iledir. Kaynaklar: Bucaille, s. 521-522; Ahmet Zeki Şengil, Moleküler Genetik, s. 20-40; Muhammed Abdulaziz, İ‘câzü’l-Kur’ân fî havâssi’l-insân, s. 24
[4] Kalbi kuvvetlendiren ve her türlü kirlerden arıtan, kokusu ve tadı olan bir içecek, su veya bir pınar (Elmalılı, VIII, 5502-5503).
[5] Resûlullah da, “Yaradan’a isyanda yaratılana itaat yoktur.” buyurmuştur. Böylece mü’minlerin Yaradan’ın emrine aykırı hususlarda hiç kimseye itaat etmeyeceği açıkça ortaya çıkmıştır (Müslim (Davudoğlu), “İmâret “, 59).
[6] Sabah, öğle ve ikindi namazlarını kıl (Beydâvî).
[7] (Beydâvî).
[8] Hem tevhidden sapan hem de insanlara din ve dünyasında zulmedenler.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 50 âyettir. 48. âyeti Medine döneminde inmiştir. Sûre, adını birinci âyetteki “mürselât” kelimesinden almıştır ve “gönderilenler” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6-7. Andolsun (emrimizle meleklerden) birbiri ardınca gönderilenlere, (görevlerine) sert ‘rüzgarlar gibi koştukça koşanlara’, yaydıkça yayanlara, (hak ile bâtılı, emre göre) ayırdıkça ayıranlara, (kötülüklerden) özür dilemek veya (cezaya karşı) uyarmak için öğüt (vahiy) bırakanlara; ki vaad (ve tehdit) edildiğiniz şeyler mutlaka olacaktır.
8-9-10-11. Yıldızlar(ın ışığı) giderildiğinde, gök yarıldığı, dağlar (yerinden) sökülüp savrulduğunda, peygamberlere (ümmetlerine şahitlik için) belli bir vakit verildiğinde, (artık kıyamet kopmuştur.)
12. (Bunları duyanlar: “Bu hesap) hangi güne ertelenmiş?” derler.
13. (Bil ki, her şey) ayırıp hüküm verme gününe (ertelenmiştir.)
14. O ayırıp hüküm verme gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
15. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
16. Biz öncekileri (bu yüzden) helak etmedik mi?
17. Sonra gerideki (inkârcı)ları da onların peşine takarız.
18. Biz günahkârlara böyle yaparız.
19. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
20. Biz sizi hakîr bir sudan yaratmadık mı?
21-22. Hem onu, (doğum için) belli bir vakte kadar sağlam bir yer (olan rahm)e koyduk. [krş. 23/13]
23. İşte (bunu), biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir edeniz!
30-31. “Haydi gidin, üç çatallı (dumandan) bir gölgeye (ki o) ne gölgelendirir ne de ateşten korur!”
32. Çünkü o, saray gibi (büyük) bir kıvılcım saçar.
33. Sanki o, sarı sarı erkek develer gibi (heybetli)dir.
34. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
35. Bu, (imana ve Kur’an’a burun bükenlerin) konuşamayacakları bir gündür.
36. Onlara izin de verilmez ki özür dilesinler. [krş. 40/52]
37. (Bunları) yalan sayanların o gün vay haline!
38. Bu ayırt edip hüküm verme günüdür ki sizi de, evvelki (ümmet)leri de bir araya toplarız.
39. Eğer sizin (kurtulmak) için bir hileniz varsa, hemen bana hile yapın (da beni atlatın).
40. (Öldükten sonra dirilmeyi) yalan sayanların o gün vay haline!
41-42. Doğrusu takvâ sahipleri (Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlar) gölgelerde, pınar (baş)larında, hem de canlarının istediği meyveler içindedirler.
43. (Onlara:) “İşledikleriniz (iyi ameller)e karşılık olarak âfiyetle yiyin, için.” (denilir).
44. Şüphe yok ki biz güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.
45. (Bu hakikatleri) yalan sayanların o gün vay haline!
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 40 âyettir. Nebe, “haber” demektir. Kıyamet gününün haberi ile başladığından bu adı almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Müşrikler) birbirine neyi sorup duruyorlar?
2-3. (İnanıp inanmamak için) hakkında ayrılığa düştükleri o büyük (güne ait) haberi (mi)?
4. Hayır! (Ayrılığa düşmeye lüzum yok, gerçeği) ileride bilip anlayacaklar.
5. Yine hayır! Onlar ilerde elbette bilecekler.
6-7. Biz yeri bir beşik, dağları da (yeri dengede tutan) birer kazık yapmadık mı?
8. Hem sizi de çift çift yarattık.
9. Uykunuzu bir dinlenme yaptık.[1]
10. Geceyi (sükunet için) bir örtü kıldık.
11. Gündüzü de geçim(inizi kazanma) vakti yaptık.
12. Üstünüze yedi sağlam (gök) bina ettik.
13. (Ona) parıl parıl parlayan bir kandil (güneş) astık.
14-15-16. Tane(leri), bitki(leri) ve (ağaçları) sarmaş dolaş olmuş bahçeleri çıkaralım (yetiştirelim) diye sıkışan (yoğunlaşan bulut)lardan şarıl şarıl su indirdik.
17. Muhakkak (iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın) ayrılma (haklarında hüküm verilme) günü, belirlenmiş bir vakittir.
18. O gün Sûr’a üflenir de (hepiniz) bölük bölük gelirsiniz.
19-20. Artık (o gün) gök, kapı kapı açılmış, dağlar yürütülüp (dağılmış) bir serap (gibi) olmuştur. [krş. 18/47; 20/105-107; 27/88; 56/5-6; 101/5]
21-22. Şüphesiz cehennem hem (her an günahkârların düşmesi beklenen) bir gözetleme yeri hem de azgınların dönüp varacağı bir yerdir.
23. (Azgınlar,) devirler boyunca orada kalacaklardır.[2]
24-25-26. Orada ne bir serinlik ne de içilecek (iyi) bir şey tadarlar. Yalnız (yaptıklarına) tam uygun bir ceza olarak bir kaynar su, bir de irin (içerler).
27. Çünkü onlar, bir hesap (görüleceğini) ummuyorlardı.
28. Âyetlerimizi de alabildiğine yalanlamış (ve değersiz saymış, kendi bildiklerini yaşamış)lardı.
29. Biz de (yaptıkları) her şeyi, bir kitaba/deftere birer birer kaydetmişizdir. [krş. 17/13-14]
30. “Şimdi tadın (cezanızı)! Artık size azaptan başkasını artırmayacağız.” (denilecek).
31-32-33-34. Şüphesiz takvâ sahipleri için de (her korku ve kaygıdan) kurtuluş (ve cennette) bahçeler, bağlar, göğüsleri tomurcuklanmış aynı yaşta dilberler ve dolu dolu kadeh(ler vardır). [bk. 38/52; 56/37]
35. Orada boş bir söz ve bir yalan işitmezler.
36. (Bunlar) Rablerinden bir mükâfat, yeterli bir bağış olarak (verilir).
37. (Evet, bu,) göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahmân (olan Allah) tarafından(dır ki) O’na (o gün) kimse hitap etmeye kalkışamaz.
38. O gün Rûh (Cebrail) ve melekler, saf halinde ayakta duracaktır. Rahmân’ın kendisine izin verdiğinden başkaları konuşamazlar; (onlar da ancak) doğruyu söyler(ler). [bk. 2/255; 20/108-109; 53/26]
39. İşte bu (kıyamet), ‘kesin gerçek’ olan gündür. O halde dileyen Rabbine (iman ve itaatle) bir dönüş yolu edinsin.
40. Çünkü biz, sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi, ellerinin önden gönderdiği şeylere bakacak ve kâfir de: “Keşke ben (bu azabı görmeyip) toprak olsaydım!” diyecektir. [bk. 18/49]
[1] Belirli bir ölçüde uyumakla beden dinlenir ve yorgunluklar giderilir. Bilim adamları, günde altı saatin yeterli olacağını söylemişlerdir.
[2] Sonsuza dek kalmak inkârcılar içindir (Beydâvî; Celâleyn).
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 46 âyettir. Adını ilk âyette geçen “nâzi’ât” (söküp çıkaran) kelimesinden alır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5. Andolsun, (kâfir gruplarının ruhlarını) gayet şiddetli olarak söküp çıkaran (melek)lere! (Allah’a teslimiyet içinde olan mü’minlerin ruhlarını) yavaşçacık alanlara! (Gökte) yüzüp yüzüp giden (melek)lere! İşlerinde yarışıp geçenlere, bir de (emrimizle kullara ait) işi yöneten (melek)lere (ki elbet kıyamet kopacak).[1]
6-7-8-9. O gün yeri şiddetli bir sarsıntı sarsacak, ardından gelen (başka bir sarsıntı) onu takip edecek. O gün kalpler (korkudan) titreyecek, insanların (utançtan) gözleri yere dikilecek.
10-11. (Onlar dünyada iken): “Biz mi sahiden (dirilip) evvelki hâle döndürüleceğiz? Çürüyüp ufalanmış kemikler olduğumuz zaman mı?” derler. (Onlara: “Evet, Allah her şeye kâdirdir.” denilince:) [bk. 17/49-51; 36/77-82; 75/3]
12. “Öyleyse bu (dönüş) ziyanlı bir dönüştür!” dediler.
13. (İyi bilin ki o, zor değildir.) Ancak o (Sûr’a son üfürülüş, yine) bir tek çığlıktır.
14. Bir de (bakarsın ki) onlar, hemen uyan(ıp toplan)ırlar. [bk. 17/52; 34/ 51-53]
15. (Resûlüm!) Musa’nın haberi sana geldi (değil) mi?
16. Hani Rabbi ona mukaddes vadi “Tuvâ”’da (şöyle) seslenmişti: [bk. 20/12]
17. “Firavun’a git, çünkü o azdı.”[2]
18. De ki: “(Küfürden) arınmaya meylin var mı?”
19. “Seni Rabbinin yoluna ileteyim de artık (O’ndan) korkasın.”
20-21. Derken (Musa gidip) ona büyük mucizeyi gösterdi. Fakat o yalanladı ve karşı geldi.
46. Sanki onlar, o (kıyamet günü)nü gördükleri gün, (dünyada) bir akşam veya bir kuşluk vaktinden başka kalmamış gibi olurlar. [bk. 20/103; 23/113; 30/55]
[1] Bu cümle yeminin cevabıdır (Nesefî (Medârik), IV, 32).
[2] Otorite ve gücüne güvenip Rabbini tanımadı. Gücünü ve sistemini rableştirdi.
[3] “Dehâ” kelimesi, devekuşu yumurtası şekline getirdi mânasına geldiğinden “elips şeklinde” diye tercüme ettik. “Dehâ” kelimesinin “yapıp döşeme” anlamı da vardır.
24-25-26-27-28-29-30-31-32. Bir de insan, yediğine (ibretle) baksın: Şüphesiz ki biz, suyu (yağmuru dilediğimiz kadar) döktükçe döktük. Sonra yeri (bitkileri çıkartmak için) göz göz yardık. Orada tane(ler) bitirdik, üzüm ve yonca(lar), zeytin ve hurma(lar), iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyve(ler), çayır(lar, bitkiler ve sebze)ler yetiştirdik. (Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın faydalanması içindir.
33. Kulakları sağır eden o ses geldiği (kıyamet koptuğu) zaman.
34-35-36. (İşte) o gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacak. [krş. 23/101; 31/33; 34/ 54; 70/11-14]
37. O gün, onlardan herkesin kendisine yetecek bir işi (derdi) vardır. [krş. 16/111]
38-39. Birtakım yüzler, o gün parıl parıl parlayacak, gülecek (ve) sevinecektir.
40-41. Birtakım yüzlerin de o gün üzeri tozludur. Üstelik onları (toz, topraktan) bir karanlık bürüyecek. [krş. 3/106-107; 80/38-41]
42. İşte bunlar, inkârcıların, Hak’tan/ hakikatten sapan (günaha dadanan ve haddi aşan)ların ta kendileridir.
[1] Hz. Peygamber bir gün Kureyş’in ileri gelenlerinden birkaç kişiyi İslâm’a davet ile meşgul olurken, âmâ bir müslüman olan Abdullah b. Ümmü Mektûm (ra.) da yanına gelip bunlardan habersiz olarak, “Yâ Resûlallah! Allah’ın sana öğrettiklerini bana da öğret.” diye birkaç defa tekrar etmişti. Resûlullah Efendimiz de ona karşı iltifat etmeyip hafifçe yüzünü ekşitmişti ki bu sûre onun üzerine indi (Celâleyn). Bu aynı zamanda bütün mü’minlere bir ikaz niteliğindedir.
[2] Müslümanlar için zenginliğinden dolayı hiç kimseye iltifat etmeme uyarısı vardır.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 36 âyettir. Mutaffifîn, “mutaffif” kelimesinin çoğulu olup “ölçü ve tartıda hile yapanlar” demektir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan ölçüp aldıkları zaman, tastamam alırlar. Onlara (bir şey verirken) ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar. [krş. 11/85-88]
4-5-6. Sahiden bunlar, (öldükten sonra hesap için) büyük bir günde diriltileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar, âlemlerin Rabbi(nin hükmü) için (kabirlerinden) kalkacaklardır!
7. Sakının (hileye sapmaktan ve hesaba inanmamaktan)! Çünkü fâcirlerin (Allah’ın emrinden çıkanların) kitabı muhakkak ki Siccîn’dedir.
8. Siccîn’in ne olduğunu sen nereden bileceksin? (Bilemezsin.)
9. (O) yazıl(ıp mühürlen)miş bir kitaptır (ki o, kötü amellerin kütüğüdür).[1]
10. (Bunu) yalan sayanların o gün vay haline!
11. Onlar ki ceza (ve hesap) gününü yalan sayarlar.
12. Onu da her haddi aşan, günaha düşkün olandan başkası yalanlamaz.
18. Dikkat edin, iyilerin (amel) kitabı Illiyyîn’dedir.
19. Illiyyîn’in ne olduğunu sen nereden bileceksin? (Bilemezsin.)
20. (O) yazıl(ıp mühürlen)miş bir kitaptır (ki yücelerde, iyi amellerin kütüğüdür).
21. (Allah’a) yaklaştırılmış (melek)ler ona şahit olurlar.
22. Şüphesiz ki iyiler, bol nimet (cenneti) içindedirler.
23. Tahtlar üzerinde (etrafı) seyrederler.
24. Yüzlerinde o nimetin neşe ve parıltısını tanırsın.
25-26. Onlara (ağızları) mühürlü, (lezzet ve neşesi olan, sarhoşluğu olmayan) halis şaraptan içirilir. Onun içiminin sonu misktir (çok güzeldir). O halde rağbet edip yarışanlar bunun için yarışsın(lar).
27-28. Onun karışımı, Tesnîm’dendir. (O kıymetli) bir kaynaktır ki ondan (Allah’a) yakın olanlar içerler.
29. Hakikaten o suç işleyen (günahkâr)lar (dünyada) iman edenlere gülerlerdi.
30. (Onlar) yanlarından geçtikleri zaman (alay için) birbirlerine kaş göz işareti yaparlardı.
31. Ailelerine döndükleri vakit de (bu yaptıklarından) zevk alarak (gülüşe gülüşe) dönerlerdi.
32. O (iman ede)nleri gördükleri zaman: “Hakikaten bunlar, cidden sapıkmışlar (beyinleri yıkanmış gerici takımı)” gibi şeyler derlerdi.
33. Halbuki (inkârcılar, münâfık ve fâsıklar) onlar üzerine gözcüler olarak gönderilmemişlerdi.
34-35-36. İşte o gün iman eden (Allah’ın emirlerine teslimiyet gösteren)ler de (açık ve gizli) kâfirler(in perişan hallerin)e, tahtlar üzerinde (onlara) bakarak: “O kâfirler, yapmakta olduklarının karşılığını (cezasını nasıl) buldular değil mi?” (diye) gülecekler. [krş. 57/12-15]
3-4-5. Yer de Rabbini(n emrini) görevi olarak dinleyip itaat ederek dümdüz yapıldığı, içindekileri (dışarı) atıp boşaldığı zaman (herkes yaptığının karşılığını görecektir).
6. Ey insan! Gerçekten sen, Rabbine (varıncaya) kadar (bu yolda) didindikçe didinirsin. Nihayet O’na kavuşacaksın.
7-8-9. Fakat (o zaman) kime kitabı sağından verilirse, hesabı kolay bir şekilde görülecek ve sevinçli olarak (cennete girmişlerden olan) ailesine dönecektir.
10-11-12-13. Kitabı arkasından verilene de gelince: (“Ey ölüm! Neredesin!” diye) hemen ölümü çağıracak ve alevli ateşe girecek. Çünkü o (dünyada inanmayıp) ailesi (ve kavmi) içinde keyifli (mal ve mülkü sebebiyle şımarık) idi. [krş. 69/25-33]
14. Doğrusu o, (hesap için diriltilip Rabbine) asla dönmeyeceğini sanmıştı.
15. Hayır! Öyle değil! (O Rabbine dönecektir, yaratılması boşuna değildir.) Elbette Rabbi onu çok iyi görendir.
16-17-18-19. Yemin ederim, akşamın alacakaranlığına, o geceye ve (içinde) derleyip topladığı şeylere, (ışığı) tamamlandığında (dolun)aya ki![1] (Ey insanlar!) Mutlaka siz, halden hâle geçecek (Rabbinize kavuşacak)sınız. [bk. 6/73; 21/38; 44/38]
20. Öyleyse onlar için ne (engel) var ki inanmıyorlar?
21. Onlara Kur’an okunduğu zaman secde ed(ip Allah’a teslimiyet göster)miyorlar.[2]
22. Aksine o inkâr edenler (Kur’an’ı ve âhireti) yalanlıyorlar.
23. Halbuki Allah, (onların) içlerindeki (küfür ve düşmanlıkları)nı pek iyi bilendir.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 22 âyettir. Bürûc, ilk âyette geçtiği üzere “burçlar” demektir. Adını bu âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Burçlar sahibi göğe, o vaad olunan güne, şahitlik edene ve şahitlik edilene (görenlere ve görülenlere) andolsun ki; [bk. 25/61]
4-5. (İnananları dinlerinden vazgeçirmek üzere hazırladıkları hendeklerin) içini tutuşturulmuş ateşle dolduran hendek sahipleri, kahrolmuş (ve lanetlenmiş)tir.
6-7. O vakit onlar, (o ateşin) karşısında oturmuşlardı, (ateşe attıkları) mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
8-9. Onlardan öç almalarının sebebi, sırf (mü’minlerin) O tek galip, her övgüye lâyık Allah’a inandıklarından (ve imanlarının gereğini yapmak isteyip onlar gibi olmadıklarından)dı.[1] Oysa ki göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Allah, her şeye şahittir. [krş. 5/59; 7/126; 9/74]
10. Şüphesiz mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara (dinlerinden soğutmak/çevirmek için) işkencede bulunanlar, sonra (yaptıklarına) tevbe etmeyenler var ya! İşte onlar için cehennem azabı vardır, yakıcı azap da onlaradır.
11. Doğrusu iman edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, alt tarafından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Büyük kurtuluş ve saadet budur.
12. Şüphesiz Rabbinin (zalimleri) yakalayışı pek şiddetlidir.
13. Doğrusu ilk defa var eden, hem de (öldükten sonra diriltip kendisine) döndürecek olan yalnız O’dur.
14-15-16. O, (tevbe ve itaat edenleri) çok bağışlayan, çok sevendir. Arşın yüce sahibidir, dilediğini derhal yapandır.
17-18. (Resûlüm!) Sana geldi mi o Firavun ve Semûd ordularının (helak) haberi?
19. Doğrusu inkâr edenler, (gerçekleri) bir yalanlama içindedirler.
19. Doğrusu inkâr edenler, (gerçekleri) bir yalanlama içindedirler.
20. Halbuki Allah (onları) arkalarından kuşatmıştır.
21-22. (Bunlar inkâr ededursunlar) doğrusu o (Kitap) çok şerefli bir Kur’an’dır ki (onun aslı) Levh-i Mahfûz’dadır. (Koruma altındaki levhadadır.)
[1] Uhdûd halkı içindeki mü’minlere yapılan baskı, sindirme ve işkenceler, muhtelif zamanlarda ve yerlerde, İslâm’a göre yaşamak isteyen mü’minlere karşı; putçu, inkârcı ve tâğûtî güçler tarafından çeşitli şekil ve adlar altında o yapılanlar aynen devam etmektedir. Bu böyle olurken inananlardan duyarsız ve seyirci olanlar da kendilerini vebalden kurtaramazlar. [bk. 7/126 ve açıklaması]
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 17 âyettir. Geceleyin ortaya çıkan her şeye “târık” denilir. Ünlü kişiye de mecâzî olarak bu ifade kullanılır. Karanlık câhiliye dönemini aydınlatan, sabahı müjdeleyen kişi olarak Peygamber Efendimiz de buna benzetilmiştir. Yıldızlar da geceleyin doğduklarından bu ismi almıştır. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Andolsun, göğe ve Târık’a. Târık’ın ne olduğunu nereden bileceksin? (Bilemezsin. O, parlak ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.
4. Hiçbir nefis yoktur ki üzerinde (kendisini görüp gözeten) bir muhafız olmasın. [bk. 13/11]
5-6. Artık insan, neden yaratıldığına (ibretle) bir baksın! O, fışkırıp dökülen (menî denen) sudan yaratıldı.
7. O su, sulb (omurga) ile terâtib (eğe kemiği) arasın(da oluşup gelişen sonra torbaya inen testisler)den çıkar.[1]
8. Şüphesiz ki O (Allah), onu (öldürdükten sonra dünyadaki hali gibi diriltip) döndürmeye kâdirdir.
9. O gün (bütün) sırlar açığa çıkarılacaktır.
10. Artık o (yüzü kara çıkan kimse)nin ne bir kuvveti ne de bir yardımcısı vardır.
11-12-13-14-15. O (denizden aldığı buharın, yağmur, kar haline) dönüşüm yeri olan göğe, (bitkilerin ve kaynakların çıkması için) yarılmaya elverişli yere andolsun ki hakikaten o (Kur’ an), elbette (hak ile bâtılı) ayıran kesin bir sözdür; o bir şaka değildir. Hakikaten onlar (müşrikler, Kur’an’ın nurunu söndürmek, yürürlükten kaldırmak için) hep bir hile düzenlerler.
16. Ben de (onlara, felaketleri için) bir tuzak hazırlarım.
17. Onun için (Resûlüm!) Sen kâfirlere mühlet ver. (Hemen helaklerini isteme.) Şimdilik onları biraz kendi hallerine bırak. (Onlar ihmal edilmeyeceklerdir.) [bk. 3/178; 19/84; 31/24; 35/43-45]
[1] Erkek çocuğun testisleri (er bezleri) ve kızın yumurtalığı henüz cenin halinde iken, onun sulb’u (omurgası/belkemiği) ile terâtib’i (eğe kemikleri) arasıdaki yerde gelişir. 6-7 ay sonra erkeğin testisi yavaş yavaş torbaya iner. Kızınki ise legen boşluğunda kalır. Ama her ikisinde de bunlara ait damar ve sinirler, esas geliştiği yerleri olan sulb ve terâib arasında yer almıştır. Menî ise, testis ve diğer üreme organlarından oluşur. Yumurtayı aşılayan, menîdeki spermaların güçlülüğüdür. (Bkz. el-Bâr, Kur’an ve Tıbba Göre İnsanın Yaratılışı, s. 41, 43.) Allah’ın bildirdiği bu bilgi, Teknoloji Gazetesi’nin 2002 Eylül sayısında yeni bir keşif olarak bildirilmektedir.
A’lâ, “en yüce” demek olup sûre Mekke döneminde nâzil olmuştur. 19 âyettir. Adını ilk âyetindeki aynı ifadeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5. Rabbinin yüce adını tesbih et (“Sübhâne Rabbiye’l A’lâ” de). O (her şeyi) yaratıp düzenine koyan (her şeyi) takdir ed(ip yarat)an ve ona göre de uygun yolu (ilham edip) gösteren,[1] (yemyeşil) otlağı çıkaran, sonra da onu, kararmış/siyahımsı çer çöp haline çevirendir.[2]
6-7. (Resûlüm!) Sana (Kur’an’ı) okutacağız; artık sen asla unutmayacaksın. Yalnız Allah’ın (nesh etmek için) dilediği başka. Çünkü O, açığı da bilir, gizliyi de.
8. Seni en kolay olana muvaffak kılacağız.
9. O halde sen öğüt (ve hatırlatmak)ya fayda verirse, diye öğüt verme (ve hatırlatma işi)ne devam et.
10. (Allah’a) saygısı olan, öğüt alacak (emrine uygun yaşayacak)tır.
11-12-13. Âsî/kötü olan kimse de ondan kaçınacak ama o en büyük ateşe girecektir. Sonra orada o, ne ölecek ne de yaşayacaktır. [krş. 4/56; 20/74; 25/14]
14-15. Doğrusu, hem (günahlardan) temizlenen hem de Rabbinin adını (tesbih, tehlil ve tekbirle) anıp namaz kılan mutluluğa/kurtuluşa ermiştir.
(Bu iki âyette sırasıyla amellerin üç derecesi ve böylece mutluluk formülü verilmektedir.)
16-17. Fakat! (Ey gafiller!) Siz, (geçici) dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. Âhiret ise, hem daha hayırlı hem de devamlı (ve sonsuz)dur.
18-19. Muhakkak ki bu (öğütler)[3] evvelki sahîfelerde, İbrahim ve Musa’nın sahîfelerinde de vardır. [krş. 53/36-37]
[1] Her şeyin bir kaderi olduğuna dair bk. 25/2; 54/49.
[2] Âyetteki “ğusâ” kelimesi, sel köpüğü anlamına da gelmektedir. O zaman tercüme şöyle olur: “Sonra da onu (otlağı) siyahımsı bir sel köpüğü haline çevirendir.” Belki uzun zaman sonra bunlar yer altında petrol ve kömür haline gelmiş olabilir.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Ğâşiye “kaplayıp örten” demektir. 26 âyettir. Adını ilk âyetindeki aynı ifadeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Dehşetiyle her şeyi) sarıp kaplayan (o kıyamet)in haberi artık sana geldi. [bk. 20/9]
2. Birtakım yüzler o gün öne eğiktir.
3. (Onlar dünyada boşuna) çalışmış, yorulmuştur. (bk. 18/103-104; 24/39)
4-5. Kızgın bir ateşe girerler, kaynar bir kaynaktan (su) içirilirler.
6-7. Onlar için kuru, acı bir dikenden başka yiyecek yoktur. O ne besler ne de açlığı giderir.
8-9-10-11. Birtakım yüzler de o gün güzel (ve mutlu)dur. (Dünyada Allah’ın rızasına uygun) çalışmış olmasından dolayı hoşnuttur. Yüksek bir cennettedir. (Bu kimseler) orada boş söz işitmezler. [krş. 19/62; 56/25-26]
12-13-14-15-16. Orada akan nice kaynak(lar), orada yüksek tahtlar, hem de (önlerine) konmuş kadehler, (sıra ile) dizilmiş yastıklar, serilmiş nefis halılar vardır.
17-18-19-20. (İnsanlar) o devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayılıp döşendiğine (ibretle) bakmazlar mı?
21. (Resûlüm! Onlara) öğüt ver (ve uyar). Sen ancak bir öğüt verici (ve uyarıcı)sın.
22. Sen, o (inanmaya)nların üzerinde zorlayıcı/baskıcı değilsin.[1]
23-24. Ancak, kim (imandan) yüz çevirir ve küfre saparsa, Allah da onu en büyük azap ile azaplandırır.
25. Şüphesiz onların dönüşleri ancak bizedir.
26. Sonra, onların hesabı(nı görmek) de yalnız bize aittir.
24. (O zaman:) “Ah keşke ben, (bu) hayatım için (dünyada iken sâlih ameller yapıp) önceden gönderseydim.” diyecek.
25-26. Artık o gün, O’nun azabı gibi, hiç kimse azap edemez ve hiç kimse, O’nun (âsîlere vurduğu) bağ gibi bağ vuramaz.
27-28. Ey (Allah’ın rızasıyla) huzura eren nefis! (Rabbini) hoşnut etmiş ve (sen de Rabbin tarafından) hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. [krş. 98/8]
29-30. Haydi (iyi) kullarımın içine katıl ve cennetime gir! (denilir.)
(Bu duruma erişmek için çalışmak, insanın en büyük gayesi olmalıdır. Bu aşamaya gelmesi için insanın, nefsiyle mücadelesinde nefsinin hayvanî yönüyle, Emmâre olan kötülüğe, günaha teşvik eden yönü ve Levvâme yani günahlarından pişmanlık duyup kendini kınayan fakat tam vazgeçemeyen yönleriyle mücadele edip onlardan kurtulması lazımdır.)
[1] Bu on gece hakkında çoğunlukla “Zilhicce’nin ilk on günüdür.” denmiştir. Fakat Ramazan-ı şerîfin son on günü olduğuna dair de rivayet vardır. [bk. Elmalılı, IX, 184-185]
[2] Ordusunun çokluğu dolayısıyla; konakladığı yerlerde fazlaca çadır ve kazık kullandığı için âyette “kazıklar sahibi Firavun’a” diye geçmektedir (Beydâvî).
8-9-10. Biz (hikmetimiz üzere) ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? Ona iki yol (iki hedef olan hayır ve şerri) göstermedik mi? [krş. 76/2-3]
11-12-13-14-15-16. Fakat o, (âhiret mutluluğunu engelleyen) sarp yokuş(u aşmay)a girişmedi.[4] O sarp yokuşun ne olduğunu sana ne bildirdi? (O ilk adım olarak) bir köle (ve esir) azat etmektir. Yahut (salgın) bir açlık gününde, akraba olan yetimi, yahut yere serilmiş (aç) bir yoksulu doyurmaktır.
17. Sonra (bu sarp yokuşu aşmak) iman edip de, birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.
18. İşte bunlar, bahtiyar olan (amel defteri sağından verilen) kimselerdir
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 15 âyettir. Şems, “güneş” demektir. Adını ilk âyetteki ilgili kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6-7-8. Güneşe ve onun ışığına, (ışık bakımından) onu takip ettiğinde aya,[1] (güneş) açıp parlattığında gündüze, onu(n ışığını) örttüğü zaman geceye, göğe ve onu bina edene, yere ve onu (hayata elverişli olarak) ‘yayıp döşeyene’, her bir nefse ve onu (insan şeklinde) düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü, hem de ondan sakınmayı/ korunmayı ilham eden (onlara bilme kabiliyeti veren)e andolsun ki!
9-10. O (nefsi)ni (günahlardan)[2] tertemiz yapan, muhakkak kurtulup umduğuna ermiştir. Onu (günahlarla) örtüp gömen de elbette ziyana uğramıştır. [krş. 92/12-18]
11. Semûd (kavmi) azgınlığı yüzünden (peygamberleri Salih’i) yalanladı.
12. Hani onların en bedbaht olanı (mucize olarak verilen deveyi öldürmek için) ayaklanmıştı.
13. Allah’ın peygamberi (Salih) onlara: “Allah’ın dişi devesine ve onun su içmesi (nöbeti)ne dokunmayın.” demişti. [bk. 7/73; 26/155; 54/28]
14. Fakat onu yalanladılar, onu (deveyi) de (ayaklarından biçerek) devirip kestiler. Rableri de onları, günahları yüzünden, (gazabıyla) kırıp geçirdi, orayı dümdüz etti.[3]
15. Bunun sonucundan (yere batırmasından) da, O korkacak değildir.
[1] Ay, hareket bakımından dünyaya, ışık bakımından güneşe bağlıdır. Ayın güneşe uyması ve ona benzemesi de 14-15’inde dolunay günlerinde olur ki doğuşu, güneşin batışını takip eder.
[2] Şirkten, ibadetsizlikten, kötü duygu ve fiillerden.
[3] İnsanlar başıboş yaratılmamıştır. Yaptığı günah işler kimsenin yanına kâr kalacak değildir. İyiliği emir ve kötülükten menetmenin yapılmadığı ve günahkârlığa devam edilen yerlerde, ferdin veya bir grubun âsîliğine karşı, ceza umûmî gelir. [bk. 8/25]
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 21 âyettir. Leyl, “gece” demektir. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. (Karanlığıyla) bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp parladığı zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki!
4. Doğrusu sizin çalışmanız, çeşit çeşit (gayelerle)dir.
5-6-7. Artık kim (Allah için) verir ve (günahlardan) sakınırsa ve en güzeli (Kelime-i tevhîdi) de tasdik ederse,[1] biz de onu en kolay olana hazırlarız.
8-9-10. Kim de cimrilik eder, kendisini (yeterli görüp Allah’a) muhtaç görmez ve o en güzeli (Kelime-i tevhîdi) yalanlarsa, biz de onu, en güç olana hazırlar sevkederiz.[2]
11. O aşağıya (cehenneme) düştüğü zaman, malı ona hiç fayda vermeyecek.
12. Şüphesiz doğru yolu göstermek bize aittir.
13. Şüphesiz âhiret de, önünde olan (dünya) da bizimdir.
14. İşte (ben) sizi alevler saçan bir ateşle uyardım.
15-16. Ateşe âsî/kötü olandan başkası girmez. O (da, peygamberi) yalanlayan ve (imandan ve Allah’ın emirlerinden) yüz çevirendir.
17-18. Arınmak için, malını (sırf Allah rızası için) veren en takvâlı (Allah’ın emirlerine en uygun yaşayan) kimse ise, o (ateşin azabı)ndan uzaklaştırılacaktır.[3]
19-20. O, yanındaki verilecek nimeti, bir kimseden şükran beklemek için değil, ancak yüce Rabbinin rızasını kazanmak için verir.
21. Elbette o da (Allah’ın kendisine vereceği nimetle) hoşnut olacaktır.
[1] İslâm, önce Lâ ilâhe illallâh ile başlar. Bu, İslâm inkılâbının anahtarı olmuştur. Bir kimse “Lâ ilâhe” ile Allah’ın önüne geçecek bütün tabuları, put ilâhları ve nefsindeki putları ortadan kaldırır. “İllallâh” ifadesi ile de tevhidi tasdik eder, yalnız Allah’a ve O’ndan gelenlere teslim olur ve işte o zaman gerçek/samimi müslüman olur. Müslüman olunca da gereğini yerine getirir. Çünkü İslâm Kelime-i Tevhîdin gerçekleştiği yerdedir. [bk. 2/256]
[2] Allah’a karşı kendini yeterli gören ve Kelime-i Tevhîde ve gereğine değer vermeyenleri Allah zor, şer ve kötü işlere hazırlar. Onun da bu işleri kolayına gelir. Böylece cehenneme gitmek ona kolaylaştırılmış olur.
[3] İslâm’a uygun yaşayanlar; Hz. Ebû Bekir (r.a) ve benzerleri
[1] Kur’an okurken, bu sûreden itibaren sûrelerin bitiminde “Allâhu Ekber” demek Ehl-i Mekke’nin sünnetidir. Peygamberimiz de bu sûrenin nüzûlü dolayısıyla sevincinden tekbir getirmiştir.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Sûre, adını Allah Resûlü’nün kalbinin ferahlatılması hadisesine işaret edilen birinci âyetteki olaydan almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) Senin (Kalbine dayanıklılık ve ferahlık vermek ve hikmetle doldurmak için) göğsünü açıp genişletmedik mi? [bk. 6/125; 20/25; 39/22]
2-3. Sırtına ağır gelmiş (belini bükmüş) olan yükünü senden indir(ip hafiflet)medik mi?
4. Senin namını da (dünya ve âhirette) yükseltmedik mi?
5. Muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten (yine) o (geçen) güçlükle beraber bir kolaylık (daha) vardır.[1]
7. O halde (bir iş ve ibadeti bitirip) boş kaldığın zaman, hemen (başka bir işe/ibadete) koyul.
8. Ve (her işinde) ancak Rabbine rağbet et (O’na sarıl ve O’ndan iste).
[1] Güçlükler, mârife kelime olduğundan, iki güçlük bir güçlük durumunda olup kolaylıklar da nekre olduğundan ayrı ayrı kolaylığı ifade eder. Böylece bir güçlüğe iki kolaylık var demektir. Zorluğun arkasından kolaylığın pek çabuk geleceğini belirtmek için de “ma’a” kelimesi kullanılmıştır. [bk. 92/5-7]
Mekke devrinde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Tîn, lügatte “incir”, mecâzen onun yetiştiği yer anlamındadır. Tîn’e yeminle başladığından sûre bu adı almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4. Tîn’e ve zeytûne,[1] Sînâ dağına ve şu güven veren şehre (Mekke’ye) andolsun ki biz insanı hakikaten en güzel biçimde yarattık.
5. Sonra onu (isyanı, vahiy yolundan sapması, hep kötü şeyleri düşünüp yapması yüzünden) aşağıların aşağısına çevir(ip indir)dik.
(Allah, insana muhakeme ve irade gücü ve yeteneği vermiştir. Kulağını, gözünü, gönlünü, aklını vahiyden koparıp hevâ ve hevesine bağlayan insan, Allah’a olan nankörlüğü, O’nu inkârı, ilâhî hükümleri tanımaması ve hareketlerindeki isyanı sebebiyle Allah katında hayvanlardan da aşağı olmayı ve cehennemin en alt tabakasına gitmeyi hak etmiştir.) [bk. 7/179]
6. Yalnız iman edip de sâlih (sevaplı) amel (ve hareket)lerde bulunanlar hariçtir. Çünkü onlar için ardı arkası kesilmez bir mükâfat vardır.
7. O halde (ey insan! Bunca delillerden) sonra dîni (hesap gününü) hangi şey sana yalan saydırabilir?
8. Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni (ve hükmü en iyi olan) değil midir?[2]
[1] Bunlar bir görüşe göre incir ve zeytin olarak meyve ismidir. Allah’ın yemini bunların faydasından dolayıdır. Diğer görüşlere göre bunların eski zamanlardan beri bolca yetiştiği yer olan, Filistin’e/Beytü’l-Makdis’e işaret vardır ki bu, bundan sonraki iki âyete daha uygundur. Çünkü buralarda Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Muhammed’in (aleyhimüsselâm) peygamberlik görevleri vardır.
[2] “Belâ ve ene alâ zâlike mine’ş-şâhidîn” (Evet, hâkimler hâkimidir, ben de buna şahitlik edenlerdenim) demek Peygamber Efendimiz’in tavsiyesidir (Celâleyn).
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 19 âyettir. İnsanın alak’tan yaratıldığını ifade etmekte ve aynı kelimeyle adlandırılmaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. Yaratan Rabbinin adıyla (Rabbin adına sana okunan şekliyle) oku (ve bildir insanlara).[1] O insanı bir alak’tan (rahim duvarına asılmış zigottan/aşılanmış yumurtadan) yarattı. [bk. 22/5; 23/13-14]
3-4-5. Oku, insana bilmediğini öğreten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.
6-7. Ama doğrusu insan, kendisini müstağnî (Allah’a karşı ihtiyaçsız) görmesiyle azar (tâğûtlaşır, rablaşır/kendini tanrılaştırır).
8. Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir.
9-10. Gördün mü, namaz kılarken bir kulu men edeni(n hali nice oldu)?
(Kureyş kabilesi içinde önemli bir mevkiye sahip olan ve kendisini yeterli görüp Allah’a ihtiyaç duymayan Ebû Cehil, Hz. Peygamber namaz kılarken boynuna basıp ona engel olmak istemişti. Fakat daha yanına varınca gözüne ateş hendeği ve bazı kanatlılar gözükünce titreyerek geri dönüp kaçtı.)
11. Söyle bana! Ya o (namaz kılan kul) doğru yol üzerinde ise!
12. Yahut takvâyı (Allah’ı tanıyıp O’nu emirlerine uygun yaşamayı) emrediyorsa!
13. Söyle bana! Ya o (biri de hakkı) yalan sayıyor ve (imandan) yüz çeviriyorsa (hali nice olur)?
15-16. Sakınsın o. Yok eğer (inkârından ve bu tutumundan) vazgeçmezse, andolsun ki (onu) perçem(in)den, o yalancı, günahkâr perçem(in)den yakalayıp (cehenneme) sürükleriz.
17-18. Artık o (kendisine yardım ede cek) grubunu çağırsın. (Biz de) zebânîleri çağıracağız.
19. Sakın, (seni ibadet ve taatten menedene korkup) boyun eğme; (Allah’a) secde et ve (böylece başkalarına kulluktan kurtulup O’na) yaklaş. [2]
[1] Hz. Peygamber okuma yazma bilmemekle beraber, Arap müşriklerinde okuma yazma vardı. Hatta şiirlerindeki edebî sanat üst seviyede idi. Fakat öğrenimlerinin temelinde “Bismi’l-Lât ve’l-Uzzâ” gibi putlarını anma, onları yüceltme ve onlar adıyla okuma vardı. Bu âyet-i kerîme ile artık putlar ve onları yüceltme adına değil, Allah’ın yüceliğini hâkim kılma ve O’nun adıyla okuma inkılâbı yapılmış oldu. Burada mef’ûl (nesne/okunacak şey) kaldırılmış olduğundan rızasına uygun bütün okumaları da içine almaktadır. İnsanın aklını, düşüncesini aydınlatan fen bilimleridir. Gönlünü, duygularını aydınlatan ise din ilimleridir. Sadece fen bilimleri ile beslenen insan genelde hile, şüphe ve çıkarcılığa yönelir. Ancak din bilimleriyle birlikte insan yücelir, mutluluğa erer.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Medenî diyenler de vardır. Beş âyettir. İlk âyette geçen kadir, “şeref ve azamet” demektir. Bu kelime sûreye ad olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Doğrusu biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. [krş. 2/185; 44/3]
2. Kadir gecesini(n fazîletini) sen nereden bileceksin?
3. (O) Kadir gecesi, (içinde Kadir gecesi olmayan) bin aydan daha hayırlıdır.[1]
4. Melekler ve Rûh,[2] onda Rablerinin izniyle (gelecek yıla kadar olacak hikmetli) her iş için iner de iner. [bk. 44/4]
5. O (gece), tanyeri ağarıncaya kadar, (ibadet ehline) bir selam (rahmet ve esenlik)tir.
[1] Kadir gecesinin Ramazan ayının son on gününde ve onların da tek gecelerinden birinde olduğu hakkında hadisler mevcuttur. Buna dayanarak ekseriyetin görüşü, 27. gecesi olduğudur.
[2] Müfessirlerin çoğuna göre “Rûh” Hz. Cebrail’dir (Celâleyn). Yahut bu, “Rûh” isimli bir melektir ki melekler onu ancak bu gecede görürler (Nesefî (Medârik), IV, 398).
Medine döneminde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Mekke döneminde indiği de söylenir. Beyyine, “açık delil” demektir. Birinci âyette geçen bu kelime sûreye ad olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ehl-i Kitab olan kâfirler ile müşrikler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar (kendi küfürlerinden) ayrılacak değillerdi. [bk. 5/17, 72; 9/30; 13/36]
2-3. (İşte bekledikleri apaçık delil:) Allah tarafından gönderilen, içinde payidar kalacak (doğru) yazılar (hüküm ve bilgiler) bulunduran, (batıldan) arınmış sayfaları okuyan (son) bir Resûldür (ki o da gelmiştir). [bk. 3/105]
4. (Böyle iken) Kitab verilenler ancak kendilerine apaçık delil (Kur’an ve Peygamber) geldikten sonra ayrılığa düştüler.
5. Halbuki onlar, ‘Allah’ı birleyerek’ (O’na) kulluk etmek, bu dini yalnız Allah’a has kılmak,[1] namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başka bir şey ile emredilmediler. İşte bu da en doğru/sağlam dindir.
6. Şüphesiz ki gerek Ehl-i Kitab’dan, gerek (Allah’tan başkalarına bağlanıp onları tabulaştırarak/ilâhlaştırarak) müşriklerden olsun (böylece) küfre sapanlar/kâfirlikte kalanlar, içinde devamlı kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte halkın en kötüsü/en şerlisi, onlardır. [krş. 2/165]
7. Doğrusu iman edip de sâlih amel işleyenler, işte yaratılanların en iyisi onlardır.
8. Rableri katında onların mükâfatları, içinde devamlı kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Bu (mükâfat), Rabbine (itaatle) içi ürpererek saygı gösteren kimselere mahsustur. [krş. 89/27-30]
[1] Dini Allah’a has kılmak/dinde ihlaslı olmak; dini, kendine veya başkalarına göre değil, Allah’ın emrine uygun yaşamak, O’nun emrine aykırı olan emirleri ondan üstün tutmamaktır. Aynı zamanda akla ve nefse uygun gelen şekli ile algılanan ve yaşanan İslâm da, Ehl-i Kitab’ınki gibi, Allah’ın dini olmaktan çıkar. [bk. 1/4; 39/2-3]
Medine döneminde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Zilzâl, “zelzele” (yer sarsıntısı) demektir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır. Kıyametten hemen önce meydana gelecek olan şiddetli depremden ve daha sonra bütün ölülerin kabirlerinden çıkıp hesap vereceklerinden bahseder.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Yer o dehşetli sarsıntısıyla sarsıldığı,
2. Yer (içindeki her türlü) ağırlıklarını çıkar(ıp fırla)ttığı,
3. Ve (dehşet içinde) insan: “Buna ne oluyor?” dediği (zaman)!
4-5. O gün (yer) senin Rabbinin kendisine bildirdiği haberleri anlatacak.
6. O gün (kıyamette) insanlar, amelleri(nin karşılığı)nı görmeleri (ve iyi kötü sonuçlarını tatmaları) için (hesap yerinden) bölük bölük dönecekler.
7. İşte kim zerre ağırlığınca (iman ve ihlâsla) bir hayır işlerse, onu(n karşılığını) görecek.
(Mü’minler ihlâsla yaptıkları iyiliklerinin karşılığını her iki dünyada, kâfirler ise ancak bu dünyada görebilirler.)
8. Kim de zerre ağırlığınca bir şer işlerse onu görecektir. [bk. 18/49]
(Ancak mü’minlerin amel defterlerinde gördükleri günahlar, Allah’ın lütfu ile bağışlanabilir. Kâfirler ise, affa uğramayarak karşılığını göreceklerdir.)
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 11 âyettir. Âdiyât kelimesiyle başladığı için adını bu kelimeden almıştır. Âdiyât, “nefes nefese koşarken tırnaklarıyla kıvılcım saçan atlar” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Andolsun (cihadda) o harıl harıl koşan (at)lara!
4. Yine sakının ki siz, (âhirette de bunun kötülüğünü) bileceksiniz.
5. Eğer siz kesin bilgi ile (hakikati) bilseydiniz (böyle yapmaz, dünyalıklarla övünmezdiniz).
6. Andolsun ki, siz (bu kötü amellerinizin karşılığında) o alevli ateşi göreceksiniz.
7. Yine andolsun ki siz onu yakîn gözüyle (kendi gözlerinizle) göreceksiniz.
8. Sonra andolsun ki o gün (siz, verilen) nimetlerden sorulacaksınız.
(Allah’ın huzurunda bu sorguya kesin inanan insanın yaşantısı, İslâm’a uygun olur ve şükrün gereğini yerine getirir. Helâl kazanır, helâle harcar. Lüksten, israftan kaçınır ve infak etmesini bilir.) [bk. 17/26-27; 25/67]
[1] Araplar câhiliye devrinde gerek mal, gerek kabile ve gerekse aşîretlerinin çokluğuyla övünürler, hatta bazen gider ölülerini de sayarlardı. Gruplar mezarlıkta birbirlerine: “Falanca gibisi var mı?” diyerek, büyüttükleri kimselerin başında onlarla övünerek yaldızlı nutuklar çekerler, onlara tâzimde bulunurlar, hatta secde bile yaparlardı. İşte Peygamberimiz bundan dolayı ilk zamanlar, kabir ziyaretini yasaklamıştı. Fakat sonra, tevhid gönüllere yerleşip câhiliyeye ait (İslâm dışı) hareketler terkedilince bu yasağı kaldırdı. Bir müslüman, müslüman birinin kabrini ziyarete gitmiş ise, ona dua ve istiğfârda bulunmayı onun rûhuna Fâtiha okumayı; insana ölümü hatırlatması için de kabirleri ziyareti tavsiye etmiştir (Zebîdî, IV, 473-474).
[2] Mezardakileri de saymaya varıncaya kadar yahut ölüp mezara gidinceye kadar bu hâle devam ettiniz (Beydâvî, Celâleyn , Medârik). Diğer bir anlam ise mal ve servetle böbürlenip oyalanmanın mezara kadar devam etmesidir ki; bu türlü yaşantının âkibeti devamındaki âyetlerde belirtilmektedir.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Üç âyettir. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. Asra[1] yemin olsun ki muhakkak insan kesin bir ziyan içindedir.
3. Ancak iman edip de sâlih (sevaplı) amel (ve hareket)lerde bulunanlar, hem de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariçtir (onlar ziyandan kurtulmuşlardır).
(Ashâb-ı kirâm bu sûreyi okumadan birbirlerinden ayrılmazlardı. Hakkı tavsiyede iyiyi, doğruyu ve tevhidi; sabrı tavsiyede ise ibadetlere devamı, nefse uymamayı ve ilâhî imtihanlara katlanmayı tavsiye vardır. İmam Şâfiî şöyle der: “Kur’an’da başka hiçbir sûre nâzil olmasaydı, şu kısacık sûre bile insanların dünya ve âhiret saadetini temine yeterdi.”)
[1] Yüksek fazîletleri dolayısıyla ikindi namazına, yahut Peygamberimiz’in asrı olan saadet çağına veyahut da dehre (sürekli zaman) (Beydâvî; Celâleyn).
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Dokuz âyettir. Hümeze, “birini arkasından durmadan çekiştirip inciten kimse” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. (İnsanları) arkadan çekiştir(ip küçük düşür)en, (el, kaş ve göz işaretleriyle) alaycı davranışta bulunan her kişinin vay haline! O ki malı toplayıp durmadan sayar. [krş. 49/11-12]
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Beş âyettir. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Görmedin mi nasıl yaptı Rabbin, (Kâbe’yi yıkmaya gelen) fil sahiplerini (Ebrehe ve ordusunu)?
2. Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
3. Onların üzerine sürüler halinde kuşlar gönderdi.
4. (Bunlar) onlara pişkin sert çamurdan (dolu gibi) taşlar atıyor(lar)dı.
5. Derken (Allah) onları (Ebrehe ve ordusunu), yenmiş (delik deşik olmuş) ekin yaprağı gibi yapıverdi.
(Bu sûre, insanları orada toplamak için San’a (Yemen)’de bir kilise yaptıran ve gururlu zorba bir tavırla ve siyâsî üstünlüğüne güvenerek İslâm’ın kutsal bir sembolü olan Kâbe’yi yıkmaya niyetlenen Habeşistan vâlisi Ebrehe ve ordusunun hâlini konu edinmiştir. Hem de bütün zamanlarda geçerli, aynı mevki ve konumdaki kutsal düşmanlarına bir uyarı niteliği taşımaktadır. Burada, Ebrehe benzeri kimselerin otorite güç ve servetine güvenerek, İslâm’ın kutsal değerlerine saldırma veya onlarla mücadele etme planları hazırlamalarına karşı, bütün zamanlara yönelik, mühim bir uyarı vardır.)
İlk üç âyeti Mekke döneminde, diğerleri Medine’de inmiştir. Yedi âyettir. Adını “yardımlaşma” anlamına gelen ve son âyette geçen “mâ’ûn” kelimesinden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Dini (o hesap gününü) yalanlayanı gördün mü?
2. İşte, yetimi itip kakan,
3. Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmeyen/yoksula yedirmeyi teşvik etmeyen de odur.
4-5-6. Vay haline! (Şöyle) namaz kılanların ki onlar, namazlarından (onun öneminden, gayesinden ve vaktinin geçtiğinden) gafildirler. Hem de onlar, gösterişçidirler.
(İyi tanınmak veya çıkar sağlamak için namaz kılarlar.)
7. (Onlar, zekâtı veya yardım ve yardımlaşma için) en basit şeyleri bile esirgerler/engel olurlar. [bk. 2/264; 4/38, 142]
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Üç âyettir. Kevser, aynı zamanda cennette bir havuzdur. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) Şüphesiz ki biz, sana Kevser’i verdik.[1]
2. O halde Rabbin için namaz kıl, hem de nahret (boğazla/kurban kes).[2]
3. Şüphesiz sana kin tutan var ya (bütün hayırdan ve hayırlı nesilden) nesli kesik olan asıl odur.
(Hz. Peygamber’in oğlu Kâsım vefat edince, müşriklerden Âs b. Vâil, ona “ebter” (nesli kesilmiş) demişti. Halbuki onun nesli ve şânının yüceliği devam etmiştir. Asıl, adı sanı unutulan ve aşağılananlar onlar olmuştur. Çok uzak bile olsa kendisini Resûlullah’a nisbet eden çoktur, ama müşrik birinin torunu olmakla övünen yoktur.)
[1] Yahut da “bol hayrı ve nimeti.” Resûlullah (sas.), bir de cennette verilecek Kevser ırmağının, Mirâç’ta kendisine gösterildiğini söylemiştir (Zebîdî, XI, hadis no: 1761-1762).
[2] Resûlullah (sas.) Kevser’le ve müşriklere verilen cevap ile taltif edildiğinde, müşriklerin kendi putlarına kurban kesmelerine karşılık, şükür ve ibadetin Allah’a tahsis edilmesi gerektiğini göstermek için (6/162-163) bu âyeti kendisine farz kabul ederek, kuşluk vakti namazı kılmış ve kurban kesmiştir. Bazı dil bilginleri, “nahr” kelimesine, kökü yönünden farklı anlam vermişlerse de uygulama ve hadîs-i şerîflere dayanarak sahabe ve mezhep imamları “venhar” lafzı için “kurban kes” mânasında görüş birliğinde olmuşlardır. Mü’minlere kurban kesme ve bayram namazı Medine’de meşru kılınmıştır. Bu da gece namazı gibi özellikle Hz. Peygamber’e farz kılınmıştır. Hanefîler’e göre vitir, bayram namazı ve kurban kesmek vaciptir. (Râzî, XXIII, 478’de 10 mesele; İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 684; Elmalılı, IX, 526-535; Derveze, I, 184; Kenûn, s. 415).
(İslâm’ın tebliğine/insana ulaşmasına, onun hayata geçirilmesine engel olunmadıkça ve saldırılmadıkça prensip böyledir. Yoksa dinlerini onaylamak için değildir.)
[1] Ebû Cehil ile bazı Kureyş müşrikleri, Resûlullah’a amcası aracılığıyla cazip teklifler yapmışlar, “İsterse kendisine başkanlık verelim. Yeter ki putlarımıza söz söylemesin. Bir yıl o bizim putlarımıza tapsın/saygılı olsun; bir yıl da biz onun Allah’ına ibadet edelim.” demişlerdi. İşte inen bu sûre ile Allah Resûlü onlara Allah’ın red cevabını bildirdi. Putlara saygı ve tapınma ile beraber uzlaşmacı ve tavizci beraberliğe girmedi. O’na, şirke girmemek için Allah’ın hâkimiyetine, Rabliğine/tevhide aykırı bulunan şeylerde hiçbir taviz ve uzlaşma ruhsatı verilmemiştir. Resûlullah’ın tatbikatı da bu olmuştur. Fakat bundan sonra müşrikler daha sertleşmeye başladılar. Zaten bütün peygamberlerin mücadelesi, dinsizlerden ziyade, Allah’ın varlığını kabul ettikleri halde tâğûtlara kulluk eden, fikrî veya şeklî putları yücelten, onları öne geçiren şirk dini mensuplarıyla olmuştur.
Medine döneminde, Mekke fethedildikten sonra nâzil olmuştur. Üç âyettir. İlk âyette geçen ve sûreye ad olan “nasr” kelimesi “yardım” demektir. Allah’ın yardımını anlattığından bu adı almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Allah’ın (vaadettiği) yardımı ve fetih (zafer) gelince,
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Beş âyettir. Tebbet, “kurusun” mânasına bedduadır. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır. Leheb ve Mesed sûresi de denilir. Ebû Leheb ve karısı, Allah Resûlü’ne eziyet için gece geçeceği yollara çalı, diken atarlardı. Sûre, İslâm’a karşı tavır alan ve engel koyan Ebû Leheb, karısı ve benzerlerine yönelik nâzil olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ebû Leheb’in elleri kurusun (o kahrolsun), hem kahrolacak da![1]
2. Malı ve kazandığı (şeyler) ona fayda vermedi.
3. (O) alevli bir ateşe girecektir.
4-5. Odun hamalı (gibi İslâm’a ve müslümanlara karşı kin ve fesat yükü taşıyan) karısı da, boynunda (hamallık simgesi) bükülüp örülmüş bir ip olduğu halde (ateşe girecektir).
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Dört âyettir. Kur’an’ın ve İslâm’ın özü olan sûredir. Bu sebeple bu adla anılmıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. De ki: “O Allah, birdir.”
2. Allah Samed’dir (her varlık O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir, başvurulup yardım istenilecek tek varlık O’dur).
3. (O) baba olmadı ve doğmadı da.[1]
4. Hiçbir şey O’na denk (ve benzer) değildir.
(Allah, zât-ı ulûhiyetinde, mülkünde, kudretinde, hükmünde, hâkimiyetinde ve bütün sıfatlarında birdir. Eşi, dengi ve benzeri yoktur.
Bu sûrenin bir adı da Tevhid sûresidir. Bundan dolayı hadîs-i şerîfte, İhlâs sûresinin, Kur’an’ın üçte birine denk olduğu bildirilmiştir.)
[1] İncillere hıristiyanlarca yazılan: “Allah babadır, oğul Allah da İsa’dır.” şeklindeki küfür ve şirk inancı bu âyetle reddedilmiştir. Allah ezelî ve ebedîdir. O, ne doğmuş çocuk olarak aciz bir varlık ne de çocuğa muhtaç bir varlıktır. O, Samed’dir.
Bu ve sonraki sûre Medine’de nâzil olmuştur.[1] Beş âyettir. Adını içerisinde geçen “felak” kelimesinden almıştır. Bu ve bundan sonraki sûreye, birlikte “el-Muavvizeteyn” denilir. Allah’a sığınmayı ifade eder.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5. (Resûlüm!) De ki: “Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlık çöktüğü zaman gecenin (içinde işlenenlerin) şerrinden, düğümlere üfleyen (büyücü)lerin şerrinden ve hased et(meye başla)dığı zaman hasetçinin şerrinden, tanyerini ağartan Rabbe sığınırım.”
(Haset, insanı huzursuz eder ve ahlâkı bozar. Resûlullah (sas.): “Haset etmekten (çekememezlikten) sakının. Çünkü ateşin odunu/otu yediği gibi haset de iyi amelleri yer bitirir.” buyurmuştur.)
[1] Bu sûrelerin Mekkî olduğu da söylenmiştir. İbni Abbas ve Katâde’den gelen rivayete göre Medine’de nâzil olmuştur. Bu her iki sûre varlıkların kötülüklerinden, büyücülerin ve çekemeyenlerin şerrinden korunmak için de okunur ve onlar okunarak Allah’a sığınılıp güvenilir.
Medine’de nâzil olmuştur. Altı âyettir. Adını içerisinde geçen “nâs” kelimesinden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6. (Resûlüm!) De ki: “İnsanların gönüllerine vesvese veren (günaha teşvik eden, ibadetlerden alıkoyan, Allah’a sığındıkça geri çekilen) o sinsi vesvese verici insan ve cin (şeytanlar)ın şerrinden insanların Rabbine, insanların melikine (hükümdarlar hükümdarına ve sahibine), insanların (Allah’ı olan) İlâh’ına sığınırım.”
(Sûrede görüldüğü gibi Allah: Rab’tır, Melik (hükümran)’dır ve İlâh’tır. Ancak böyle inanmakla Allah’a inanılmış olunur.)
6.150 yorum:
«En Eski ‹Eski 4201 – 4400 / 6150 Yeni› En yeni»21. Yoksa, kötülükleri işleyen (Allah’ın emirlerini çiğneyip putlaşan arzularına göre yaşayan) kimseler, kendilerini hayatlarında ve ölümlerinde, iman edip de sâlih amel işleyenlerle eşit yapacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar! [bk. 38/28; 59/20]
22. Allah, gökleri ve yeri hak (ve hikmet gayesi) ile yarattı. Öyleyse herkes (dünyada) kazandığının karşılığını görecek ve kimseye haksızlık edilmeyecektir.
23. Arzu ve heveslerini ilâh edinmiş, bilgisine rağmen (Allah’ı bırakıp da o hevâsına kul olmasından dolayı)[3] Allah’ın da kendisini sapıklıkta bıraktığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne de bir perde çekmiş olduğu kimseyi gördün mü? Şimdi (bana söyle) artık Allah’tan başka, onu doğru yola kim getirebilir? Hâlâ düşünmeyecek misiniz? [krş. 25/43; 28/50]
24. Dediler ki: “(Hayat) dünya hayatından başkası değildir. Ölürüz de, yaşarız da. Bizi zamandan başkası helak etmiyor.” Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece (böyle) zannediyorlar.
(“Bizi ancak zaman öldürür.” sözü, İslâm öncesinde, Allah’ı tanımayanların câhiliye mantığıyla söylenmiş sözdür. Çeşitli zamanlarda duyulan ve tekrar edilen bu söz, yine Dehriyye görüşüne sahip, yani maddeci ateist kafaların bir ürünüdür. Gayeleri Allah’ı tanımayıp sorumsuz ve başıboş yaşamaktır. Böylece arzularını ilâhlaştırmaları, onları bir fikir boşluğuna ve Allah’a karşı küstahça bir ifadeye itmiştir.) [bk. 6/29-30 ve dipnotu; 10/7-8; 23/37-42; 36/12; 52/ 35-36; 67/2]
25. Onlar(ın, kendilerin)e açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (ölmüş) atalarımızı getirin.” demelerinden başka delilleri yoktur.
26. De ki: “Size Allah hayat veriyor, sonra sizi O öldürecek. Nihayet sizi, hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet günü O bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” [bk. 2/28; 22/66; 30/27; 40/11]
27. Göklerin ve yerin mülkü (hâkimiyet ve idaresi) Allah’ındır. Kıyamet kopacağı gün, (işte) o gün, o batıla sapanlar hüsrana uğrayacaktır.
28. (Resûlüm!) Sen her ümmeti, diz çökmüş (veya toplanmış) olarak görürsün. Her ümmet Kitab’ına (amel defterini almaya) çağrılır: “Bugün (dünyada) yapmış olduklarınızın karşılığı verilecektir.” (denilir).
29. “Bu, size gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü (her) ne yapıyor idiyseniz biz (meleklere) yazdırıyorduk.” [bk. 17/14; 18/49; 75/13-15]
30. İman edip de iyi amel (ve hareket)lerde bulunanlara gelince, Rableri onları rahmetine erdirir. Bu da apaçık kurtuluş (ve saadet)in ta kendisidir.
31. Küfre sapanlara gelince: “Âyetlerim size okunmuş fakat siz büyüklük taslamış, (yüz çevirip) günahkâr bir toplum olmuştunuz, değil mi?” (denilecek.)
32. (Size:) “Allah’ın vaadi gerçektir. (Kıyamet) saat(in)de asla şüphe yoktur.” denildiği zaman: “O saatin ne olduğunu bilmiyoruz. Biz, ancak (onun) bir tahmin/bir kuruntu olduğunu sanıyoruz, kesin bilgi elde etmiş değiliz.” demiştiniz.
33. (O gün) yaptıkları kötülükler, açığa çıkıp gözükecek ve alaya aldıkları şey(in azabı) kendilerini kuşat(ıp mahved)ecektir.
34. (Onlara) denilir ki: “Nasıl siz bu gününüze kavuşmayı unuttuysanız, bugün de biz sizi unutup bırakacağız; artık yeriniz ateştir, size yardımcı olanlar da yoktur.”
35. “Bunun sebebi, Allah’ın âyetlerini eğlence edinmeniz ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır.” denilir. Artık bugün, onlar oradan çıkarılmayacak, kendilerinden (tevbe ve itaatle Allah’tan) hoşnutluk dilemeleri istenilmeyecek/kabul edilmeyecektir.
36. O halde (bütün) hamd, ancak göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve bütün âlemlerin Rabbi Allah içindir.
bütün âlemlerin Rabbi Allah içindir.
37. Göklerde ve yerde büyüklük/ululuk ancak O’na mahsustur.[4] O, mutlak galiptir, tek hüküm ve hikmet sahibidir.
[1] Celâleyn.
[2] Beydâvî; Celâleyn.
[3] Allah’a kul olma özelliğini kaybedip, nefsine tapan insanlar bütün iş ve hareketlerinin doğruluk ve meşruluk onayını Allah’ın buyruklarından değil, nefislerinden, ona hoş gelip gelmemesinden almaktadır. Böylece onlar, nefsini, hatta nefsânî aklını ilâhlaştırmıştır. Mehmed Âkif bunu şöyle ifade ediyor: “Beşerin taptığı kendisinin heykelidir / Dinlemem, etse de Allah’ı bütün gün takdîs / Ben bu mel’ûn putun uğrunda geberdim / Hâlâ kabaran kokmuş içimden: Yaşasın nefs-i nefîs!” Nefsin/hevâ ve hevesin hâkim olduğu yerde dalâlet (sapıklık) vardır. İnsan ondan kendisine pay ayırdığı ölçüde sapıklık içindedir.
[4] Siz de O’na tekbir getirin.
46. Ahkâf Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 35 âyettir. 10, 15 ve 35. âyetleri Medine döneminde inmiştir. 21. âyette geçen Ahkâf kelimesi, “rüzgarların yaptığı kum tepeleri” anlamına gelmektedir. Sûre adını buradan almıştır. Burası, Yemen’de Âd kavminin yaşadığı bölgedir.[1]
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Hâ, Mîm.
2. (Bu) Kitab’ın indirilmesi mutlak galip, tek hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.
3. Biz gökleri, yeri ve bunların arasındaki şeyleri ancak, hak (ve hikmet gayesi) ile ve belli bir vakit için yarattık. İnkâr edenler ise, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.
4. (Resûlüm!) De ki: “Allah’ı bırakıp taptıklarınıza/yalvardıklarınıza hiç dikkatle baktınız mı? Yeryüzünde ne yarattıklarını bana gösterin. Yoksa onların gökler(in yaratılışın)da bir ortaklığı mı var? Doğru söyleyenlerseniz, haydi bana (varsa) bundan evvel indirilmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin!”
5. Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendilerine cevap veremeyecek olan(lar)a tapınan (ondan güç alıp ona sığınan) kimseden daha sapık kim olabilir? Halbuki onlar, bunların tapmalarından (bile) habersizdirler.
(Mekkeli müşriklerden her kabile kendi heykel putlarında birliktelik ve dayanışma sağlıyorlardı. Buna karşılık Kur’an’da bildirildi ki bütün izzet, şeref ve güç Allah’a imanda buluşmada ve tevhidde birleşmededir.) [bk. 3/64; 35/10]
6. Ve insanlar (mahşerde Allah’ın emriyle) toplanınca (putları veya Allah’a karşılık yüceltip bağlandıkları varlıklar) kendilerine düşman olacaklar ve onların kendilerine taptıklarını da inkâr edeceklerdir. [bk. 2/166167; 18/52; 25/17-19; 29/25]
7. O (inkâr ede)nlere açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman, kendilerine gelen hak (Kur’an) için: “Bu apaçık bir sihirdir.” dediler.
8. Yoksa: “Onu kendisi uydurdu.” mu diyorlar? (Resûlüm!) De ki: “Eğer onu ben uydurduysam, siz beni Allah’tan (gelecek azaptan kurtaracak) bir şeye sahip olamazsınız. (Kaldı ki) O, sizin kendi (kitabı) hakkında yaptığınız taşkınlıkları çok iyi bilir. Benimle sizin aranızda şâhit olarak O kâfîdir. O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” [bk. 42/24; 69/44-47; 72/22-23]
9. (Resûlüm!) De ki: “Ben Peygamberlerden türedi (ortaya ilk çıkan) biri değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben, bana vahyedilen (Kur’an’)dan başkasına da uymuyorum. Ve ben (Allah için) apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim.”
10. De ki: “Bana haber verin, eğer bu (Kur’an) Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr ederseniz, İsrâiloğulları’ndan bir şahit de, onun benzeri olan (Tevrat’)a göre (Kur’an’a) şehadet edip inandığı halde, siz büyüklük taslarsanız (artık zalimler olmuş olmaz mısınız?) Şüphesiz Allah zalim bir topluluğu doğru yola iletmez.”
11. Küfre sapanlar, inananlar için: “Eğer o, (Muhammed’in getirdiği) iyi bir şey olsaydı, onlar buna inanmada bizi geçemezlerdi.” dedi(ler). Fakat onlar, bu (Kur’an) ile doğru yola girmedikleri için: “Bu eski bir yalandır.” diyecekler.[2]
12. Ondan önce de bir rehber ve rahmet olarak Musa’nın Kitab’ı vardır. (Bu Kur’an) da zalimleri korkutmak ve iyi hareket eden (mü’min)lere müjde vermek için Arapça bir dille (gönderilen ve öncekilerin de aslını) tasdik eden bir Kitab’dır.
13. “Rabbimiz Allah’tır.”[3] deyip de sonra (kulluk görevlerinde ve işlerinde) dosdoğru olanlara, hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
14. İşte onlar cennet ehlidirler. Yapmış olduklarına karşılık orada ebedî kalacaklardır.
15. Biz insana, anne ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu (karnında) zahmetle taşıdı ve onu zahmetle doğurdu. Onun (ana karnında) taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır.[4] Nihayet o (bedenî) yiğitlik yaşına gelip (bir) de (aklî ve rûhî kemal çağı olan) kırk yaşına eriştiği zaman: “Yâ Rabbi! Gerek bana, gerek anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi, razı olacağın iyi işler yapmamı bana ilham et (ve beni muvaffak kıl). Neslimi de benim için ıslah et (onları iyi insanlar yap). Şüphesiz ben, tevbe edip sana yöneldim ve hakikat ben, (sana) teslim olanlardanım.” der.[5] [krş. 17/23; 31/14]
16. İşte bunlar, yaptıkları (hayırlı amellerin hepsi)ni en güzeline göre kendilerinden kabul edeceğiz. (Bu sayede) kötülüklerinden geçeceğimiz kimselerdir ki (onlar) cennet ehli içindedirler. (Bu da) onlara vaadedilen dosdoğru sözden dolayıdır. [krş. 4/40; 9/21; 16/96; 28/24; 29/7; 39/35]
17. Fakat bir kimse ki (kendisini imana davet eden) anne ve babasına: “Öf be size (bıktım sizden)! Benden önce nice nesiller gelip geçtiği (geri dönmediği) halde, beni, (kabirden dirilip) çıkarılmamla mı tehdit ediyorsunuz?” dedi. Onlar da Allah’a sığınarak: “Yazık sana, (gel) iman et. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir.” (dediler). O ise: “Bu (dedikleriniz), evvelkilerin (uydurma) masallarından başkası değildir.” dedi.
18. İşte bunlar, kendilerinden önce cinden ve insandan gelip geçmiş ümmetlerle beraber, üzerlerine (azap) sözü hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar (aldanıp) ziyana uğrayanlardır.
19. Herkesin, yaptıklarına (iyilik ve kötülüğe) göre dereceleri vardır. (Bu da) haksızlığa uğratılmayarak, yaptıklarının karşılığının kendilerine tastamam verilmesi içindir.
20. Küfre sapanlar/inkâr edenler, ateşe sunulacakları gün (onlara): “Siz iyi ve güzel şeylerinizi dünya hayatında harcayıp tükettiniz ve bunlarla safâ sürdünüz (buraya bir şey bırakmadınız). Yeryüzünde haksızlıkla büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı artık bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız.” denilir.[6]
21. (Resûlüm!) Âd’ın kardeşi (Hûd’u) da hatırla! Hani o, Ahkâf’ta[7] kavmini uyarmıştı. Onun önünden ve ardından gelip geçen nice uyarıcı (peygamber)ler (gibi, o da demişti) ki: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü ben, üzerinize (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum.”
22. Dediler ki: “Sen bizi ilâhlarımızdan[8] vazgeçirmek için mi geldin? Madem ki doğru söylüyorsun, (o halde) bizi tehdit ettiğin şeyi getir.”
23. (Hûd) dedi ki: “(Bu azaba dair) bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Ben size kendisiyle (görevli) gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum; fakat ben sizi cahillik eden bir toplum olarak görüyorum.” dedi.
24. Nihayet (onlar) onu (o azabı, ufuktan) vadilerine doğru gelen bir bulut halinde gördüklerinde: “Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur.” dediler. (Hûd ise:) “Hayır! O acele ed(ip gel)mesini istediğiniz şeydir; içinde elem verici azap bulunan bir rüzgardır.”
25. “(O) Rabbinin emriyle her şeyi yok edecektir.” (dedi). Derken öyle savrulup parçalandılar ki kumların içinde evlerinden başkası görünmez oldu. İşte biz (inkâr eden) günahkârlar güruhunu böyle cezalandırırız.[9]
26. (Ey Mekkeli putperestler!) Andolsun ki biz, size vermediğimiz iktidarı, (kuvvet ve serveti) onlara vermiştik. Onlara kulak(lar), gözler ve gönüller de vermiştik. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri hiçbir şeyde kendilerine fayda vermedi. Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor (hiçe sayıyor)lardı. (İşte o) alay edip durdukları şey, kendilerini kuşattı (ve helak etti).
27. Andolsun ki biz, çevrenizdeki memleketleri de yok ettik ve belki (küfürden) dönerler diye âyetleri çeşitli şekillerde açıklamıştık. [bk. 30/9; 40/21]
28. (İşte o zaman, Allah’ı bırakıp da (akıllarınca Allah yanında) yakınlık sağlamak için edindikleri (uydurma) ilâhlar kendilerine yardım etselerdi ya! Tam aksine (o ilâhlar) bunlardan kaybolup gittiler. İşte bu (ilâh saydıkları) onların yalanları ve uydurdukları şeylerdir.
29. (Resûlüm!) Hani cinlerden bir topluluğu, Kur’an dinlemek üzere sana sevketmiştik. Dinlemek için (birbirlerine): “Susun, (dinleyin).” dediler. (Kur’an’ın okunması) bitince (her biri iman ederek ve) uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler. [krş. 72/1-20]
(Resûlullah (sas.) Tâif seferinden dönerken Vadi’n-Nahle’de sabah namazı kıldırıyordu. O sırada Nusaybin cinlerinden yedi veya dokuz kişiden oluşan bir grup gelip onu dinleyip kavmine döndüklerinde:)[10]
30. Dediler ki: “Ey kavmimiz! Doğrusu biz, Musa’dan sonra indirilen, kendisinden önceki (ilâhî kitap)ları(n asıllarını) tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola çağıran bir kitap dinledik.”
31. “Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. O’na inanın ki (Allah) sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın[11] ve acıklı bir azaptan korusun.”
32. (İşte Resûlüm, de ki:) Kim Allah’ın davetçisi (olan Peygamber Muhammed’in daveti)ne uymazsa, (bilsin ki) yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir. Kendisinin O’ndan başka dostları da yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.
33. Bu böyle iken o inkâra sapanlar gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri de diriltmeye kâdir olduğunu görmezler mi? Evet, O, elbette her şeye kâdirdir. [krş. 17/99; 36/81-82; 40/ 57; 50/38]
34. Kâfir olanlar/inkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (Allah onlara): “Bu (azap) gerçek değil miymiş?” (diyecek.) “Evet, Rabbimize yemin ederiz (ki gerçektir).” diyecekler. (Allah da:) “Öyleyse inkâr edegeldiğinizden dolayı, tadın azabı!” buyuracak.
35. O halde (Resûlüm! Şeriatın tesisinde, eziyetlere diğer) peygamberlerin azim (sabır) sahibi olup[12] sabrettikleri gibi sen de sabret. Onlar için (azap konusunda) acele etme! Onlar tehdit edildikleri (azapları)nı gördükleri gün, (dünyada) sanki gündüzün bir saatinden başka kalmamış gibi olurlar. Bu bir tebliğdir. Bundan sonra artık yoldan çıkan (fâsık)lar topluluğundan başkası helak edilir mi?
[1] [bk. Harita]
[2] Onların bu iddiaları, müşrik/putlu sistemin kendilerinden yana avantajlarının yok olması karşısında, içine girdikleri savunma psikolojisini yansıtmaktadır. Çünkü onların güç kaynakları, tanrılaştırılmış başka varlıklardı. [bk. 19/81]
[3] “Rab edinilenler” çoktur. Allah’ı bırakıp O’nun yerine insanın gönlünü doldurup taparcasına bağlandığı şeyler rab, ilâh olur. Kimi ilâhını, bazı insanlardan, kimi para, mevki, maddî zevk ve eğlencelerden, kimi bazı güç ve kuvvetlerden, kimi de bazı hayvanlardan seçer. Mü’minlerin Rabbi ise ancak Allah’tır. Tevhid toplumu da ancak böyle mü’minlerden oluşur. [bk. 6/102; 41/30]
[4] Gebeliğin en az müddeti altı aydır ve sütten kesilme iki yıldır (bk. 31/14). Böylece âyette geçtiği üzere hepsi 30 aydır. Eğer hamilelik dokuz ay olursa, emzirme süresi 21 ay kadardır. Anne sütü, çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlarına göre ilâhî bir mucize olarak, aylara göre, tek başına gıda, vitamin ve eczâ deposudur. Hem de helal yiyeceklerden oluşan sütler mânevî güçlülük ve güven duygusu verir. İlk süt de ilk aşı gibidir.
[5] Âyet-i kerîmede “eşüdde” (yiğitlik/erginlik çağı) ifadesinden sonra bir de 40 yaş ifadesi kullanılmakla bunların ayrı devreler olduğu iyice anlaşılmaktadır. Biz de bunları parantez içinde göstermiş olduk (bk. 28/15; Râzî, XX, 31). Hz. Ebû Bekir, Resûlullah’a peygamberlik geldiği zaman 38 yaşında idi. 40 yaşına geldiği zaman Allah’a tam teslimiyet ve ihlasla yaptığı bu duası kabul edilmiş, babası, çocukları ve torununun İslâm ile ve Hz. Peygamber’e hizmetle müşerref olmalarının sevincini yaşamıştır. Onlar İslâm’ı istediler, yüceldikçe yüceldiler. Bu âyet-i kerîme ile Hz. Ebû Bekir (ra.) mü’minlere örnek gösterilmektedir.
[6] Bunlar, Allah’ı tanımayıp bencil çıkarlarını, arzularını, ideolojilerini ve geçici “ben”lerini ilâhlaştırmışlar ve böylece kendi azaplarını hazırlamışlardır. Hz. Ömer bu âyetten çok korkar ve “Âhirette bu âyete muhatap olmayasınız.” derdi (Kâsımî, s. 71).
[7] Ahkâf, Yemen sahillerinde, “Şahr” denilen kumluk bir vadidir. Âd kavmi, Yemen’de denize nâzır kum tepelerinin arasında su ve yeşillik bulunan bir yerde yaşamışlardır. [bk. Mevdûdî, V, 336; Buhârî (Tecrîd), II, 760; ve bk. meâlin sonundaki harita]
[8] Allah’tan başka edinilen ilâhlar; putlar, putlaştırılmış ve tabulaştırılmış insanlar ve diğer varlıklar.
[9] Bu kasırga yedi gün sekiz gece devam etmiştir. [bk. 11/50-60; 41/15-16; 69/6-7]
[10] Buhârî (Tecrid), II, 756-763, hadis no: 431; Bûtî, s. 101.
[10] Buhârî (Tecrid), II, 756-763, hadis no: 431; Bûtî, s. 101.
[11] Bağışlanmayan günahlardan bir kısmı da kul hakları ile ilgili olup hak sahibini razı etmedikçe bağışlanmaz (Beyzâvî; Celâleyn).
[12] Yüce Allah’ın seçkin kulları olan peygamberler azimli, sabırlı ve metin oldukları için ben de ”minerrusülü“deki “min-i beyaniye” tercihini aldım ve tercümede, ”peygamberlerden azim sahibi olanlar” ifadesini kullanmadım. (Râzî, XX, 57)
47. Muhammed Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 38 âyettir. 13. âyet, hicret sırasında inmiştir. Adını ikinci âyetteki Muhammed isminden almıştır. Bu sûreye “Kıtâl sûresi” de denilir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Allah’ın vahdâniyet ve hâkimiyetinde ve O’nun emirlerini tanımakta nankörlüğe) küfre/inkâra sapanların ve Allah yolundan (Allah’ın emrine uygun hal ve hareketten insanları) alıkoyanların[1] (bütün iyi) amellerini (Allah) boşa çıkarmıştır. [krş. 47/8, 9, 28, 32, 35]
2. İman edip sâlih (sevaplı) işler işleyenler ve Muhammed’e Rablerinden bir gerçek olarak indirilene inananların, (Allah) günahlarını örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.
3. Bunun sebebi; küfre sapanların, (ilâhî hükümlerden yüz çevirip) batıla uymaları, iman edenlerin de, Rablerinden (gelen) hakka uymalarıdır. İşte Allah, insanlara hallerine ait misalleri böyle anlatır.
4. Kâfirlerle (savaş için) karşılaştığınız zaman, hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice vurup mağlup edince (savaşanlar kalmayınca, kalanları da) artık bağı sıkı bağlayın (kaçırmayıp esir alın). Onlar savaş ağırlıklarını (silah ve cephanelerini) bırakıncaya kadar (hüküm) böyledir. Bundan sonra (esirleri) ya bir iyilik (olarak azat edin) ya da bir fidye (bir bedel) ile bırakın.[2] Allah dileseydi (size hiç irade ve yetki vermeden) onlardan harpsiz de elbet intikam alır (helak eder)di. Fakat (size savaşı emretmesi batıla/küfre karşı mücadelede ve İslâm’ı hâkim kılma davasında) kiminizi kiminizle imtihan etmek içindir. Allah yolunda öldürülen (şehit)lerin amellerini O, asla boşa çıkarmayacaktır.
5. Onları, hidayete (ve rızasına) erdirecek, durumlarını düzeltecektir.
6. Onları, kendilerine (önceden) tanıttığı cennete koyacaktır.
7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (O’nun dininin yayılmasına ve hayata geçmesine)[3] yardım ederseniz, (O da) size yardım eder ve ayaklarınızı sabit/sağlam tutar (güç ve sebat verir).
8. Küfre sapanlara gelince; yüzüstü kapanmak (ve helak) onlaradır. (Allah) onların (bütün iyi) işlerini boşa çıkarmıştır.
9. Bunun sebebi; onların Allah’ın indirdiğini beğenmemiş olmalarıdır. (Allah da) onların amellerini boşa çıkarmıştır.[4]
10. (Onlar) yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Baksalar ya, kendilerinden önceki (inkârcıların ve Allah’tan gelenleri hiçe sayan)ların sonu nasıl olmuş? Allah onları (her şeyi ile) kökünden kazımıştır. Bütün kâfirler için de, onun benzerleri vardır.
11. Bu böyledir. Zira Allah, iman edenlerin koruyucusudur. Kâfirler(e gelince), onların hiç koruyucusu yoktur.
12. Hiç şüphesiz Allah, iman edip de sâlih (sevaplı) işler işleyenleri alt tarafından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Küfre sapanlar/inkâr edenler ise (dünyada sırf) zevklen(ip eğlen)irler ve hayvanlar gibi yer (ve içer)ler. Artık onların yeri ateştir.
13. (Resûlüm!) Seni (içlerinden) çıkaran memleket (halkı)ndan daha kuvvetli nice memleket (halkı) vardı. Biz onları yok ettik de onlara hiçbir yardım eden olmadı.
14. Artık Rabbinden apaçık bir delil (olan Kur’an’)a tâbi olan kimse, hiç kötü ameli kendisine süslü (ve güzel) gösterilmiş ve keyif ve zevklerine uymuş kimse gibi midir? [bk. 13/19; 35/8; 59/20]
15. Muttakîlere (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan ve karşı gelmekten sakınanlara) vaadedilen cennetin sıfatı (şudur): İçinde (hiç özelliği) bozulmayan sudan ırmaklar, tadı hiç değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere (her an) lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Ayrıca meyvelerin hepsi ve bir de Rablerinden mağfiret onlar içindir. Hiç bunlar, o ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça kesen kaynar sudan içirilen kimseler gibi midir?
16. O (müşrik)lerden[5] seni dinleyenler de vardır. Sonra senin yanından çıktıkları zaman, (ashaptan) kendilerine ilim verilmiş olanlara: “O demin ne söylemişti?” derler (böylece alay ederler). İşte onlar (bu yüzden) Allah’ın kalplerini (kapatıp) mühürlediği, keyif ve zevklerine uyan kimselerdir.
17. (İman etmekle) doğru yolu bulanlar(a gelince, Allah,) onların hidayetlerini artırır ve takvâlarını verir (ateşten korunmalarını ilham eder). [bk. 41/44]
18. Hâlâ o (inanmaya)nlar, o (kıyamet) saat(in)in ansızın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? İşte (geleceğinin) alametlerinden (olan son peygamber) gelmiştir. Artık o (saat) kendilerine geldiği vakit, hatırla(yıp tevbe et)meleri(nin faydası) nereden olacak? [bk. 22/47]
19. O halde (Resûlüm!) Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Hata veya kusurdan ibaret olan)[6] günahına ve mü’min erkeklerle mü’min kadınlar(ın günahların)a mağfiret dile. Allah dönüp dolaştığınız yeri de, (sonunda) duracağınız yeri de bilir. [bk. 40/55 ve dipnotu; 48/2]
20-21. İman edenler: “(Cihad hakkında) bir sûre indirilmeli d
20-21. İman edenler: “(Cihad hakkında) bir sûre indirilmeli değil miydi?” derler(di). Fakat hükmü kesin (ve açık) bir sûre indirilip de içinde savaş anılınca görürsün ki kalplerinde (şüphe ve nifaktan) bir hastalık bulunanlar, üzerine ölümden baygınlık gelmiş (kimsen)in bakışı gibi sana bakarlar (bk. 4/77). Halbuki onlara daha uygun olan,[7] itaat ve güzel sözdür. Emir (ve iş) kesinleşince (cihad isteklerinde) Allah’a karşı sâdık kalsalardı, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.
22. (Ey münâfıklar!) İdareyi ele alırsanız, yeryüzünde hemen karışıklık çıkarmanız ve (çeşitli usullerle) akrabalık bağlarını parçalamanız sizden umulan (bir şey) değil midir?
23. İşte bunlar, Allah’ın kendilerini rahmetinden kovduğu, (kulaklarını) sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.
24. Onlar Kur’an(’ın söyledikleri) üzerinde düşünmezler mi? Yoksa kalpler(inin) üzerinde kilitler mi var?
(Kur’an’sız hayat, Allah’tan uzak bir hayat demektir. Kur’an’ı okumak, yalnız yüzünden veya ses gösterisi şeklinde okumak değil; onu anlamak, üzerinde düşünmek ve yaşamak demektir. Sorumluluktan kurtaran da budur. Meyveler yalnız kabuğunu yemek için değildir. Bundan dolayı okuyup üzerinde tefekkür etmeyenleri Allahu Teâlâ kınamakta ve bu sebeple de büyük sorumluluk yüklemektedir.) [bk. 38/29]
25. Hakikaten kendilerine (Kur’an’la) doğru yol belli olduktan sonra, geri (küfür)lerine dönenleri, şeytan (buna) teşvik etmiş ve onları uzun emellere, umutlara düşürmüştür.
26. Bunun sebebi, o (münâfık ola)nların, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayan (müşrik ve yahudi)lere: “Biz size (Peygamber ve İslâm aleyhine) bazı işlerde itaat edeceğiz.” demeleridir. Halbuki Allah onların gizli konuşmalarını bilir.
27. Artık melekler, yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını aldıkları zaman, onlar(ın halleri) nice olur?[8]
28. Bu böyledir. Zira, onlar Allah’ı kızdıran şeylere uymuşlar ve O’nun rızasından (samimi iman ve emirlerine itaatten) hoşnut olmamışlardır. Bu yüzden (Allah) da onların amellerini boşa çıkardı.
29. Yoksa, kalplerinde hastalık olanlar, (Peygamber ve mü’minlere olan) kinlerini Allah’ın hiç ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?
30. Eğer dilersek, sana onları (o münâfıkları) elbette gösteririz, sen de kendilerini mutlaka simalarından tanırsın. Ayrıca, sen onları sözlerinin eğik bükük olan üslubundan da (hemen) tanırsın. Allah bütün iş (ve hareket)lerinizi bilir.
31. Andolsun ki içinizden mücahidlerle sabredenleri belirt(ip ayırt et)mek için sizi imtihan edeceğiz; haberlerinizi de açıklayacağız. [bk. 3/142]
32. Şüphesiz ki o küfre sapanlar, (halkı) Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber’e karşı gelenler (ve O’nu dışlayanlar) Allah’a asla, hiçbir şeyle zarar veremezler. O, bunların amellerini boşa çıkaracaktır.
33. Ey iman edenler! (Bütün işlerinizde) Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.
34. Şüphesiz ki o küfre/inkâra sapan ve insanları Allah yolundan (ve müslümanca yaşamaktan) meneden, sonra da bu küfür haliyle ölenler var ya, işte Allah onları asla bağışlamaz.[9]
35. Onun için (ey mü’minler! Düşmanla savaşta) gevşemeyin ve siz daha üstün iken (onları) barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir ve amellerinizi asla eksiltmez.
36. Dünya hayatı, ancak bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir. Eğer iman edip de ‘Allah’ın emirlerine uygun yaşar/karşı gelmekten sakınırsanız’ (Allah) size mükâfatınızı verir ve sizden (bütün) mallarınızı istemez (yalnız zekât ve sadaka olarak bir kısmını ister).
37. Eğer (Allah) sizden onları(n hepsini) isteyip de sizi zorlasa cimri olurdunuz. (Bu da) sizin kinlerinizi ortaya çıkarırdı.
38. İşte sizler, Allah yolunda (malının bir kısmını) harcamaya çağırılan kimselersiniz. Ama (yine de) içinizde cimrilik edenler vardır. Oysa, kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik eder. Allah zengin (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır. Siz ise fakir (O’na muhtaç)sınız. Eğer (O’ndan) yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir kavim getirir de onlar sizin gibi (hayırsız ve itaatsiz) olmazlar.
[1] Bu alıkoyma ister yasaklama, ister ikna yoluyla olsun aynıdır
48. Fetih Sûresi
Medine döneminde, Hicret’in altıncı yılında, Hz. Peygamber Hudeybiye antlaşmasından dönerken inmiştir. 29 âyettir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) Biz, sana apaçık bir fetih (ve zafer yolu) açtık.[1] [bk. 90/12]
2-3. (Bu) senin (zelle olan) günahından, geçmiş ve gelecek olanı Allah’ın bağışlaması,[2] sana nimetini tamamlaması ve seni (böylece) doğru bir yola iletmesi ve yine Allah’ın sana şanlı bir zaferle yardım etmesi içindir.
4. İmanlarına iman kat(ıp artır)sınlar diye, mü’minlerin kalbine huzur (ve sebat) indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları ancak Allah’ındır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
5. (Hem bu lütuflar,) mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî kalmak üzere, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere yerleştirmesi ve onların kötülüklerini örtmesi içindir. Bu da Allah katında büyük bir kurtuluştur.
6. (Öte yandan mü’minlere bu yardım, onların “Allah, mü’minlere yardım etmez.” diyerek) Allah’a kötü zanda bulunan münâfık erkeklerle münâfık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azap etmesi içindir. (Mü’minlerin başına gelmesini istedikleri) kötü olaylar, kendi başlarına gelsin! Allah onlara gazap etmiş, onları lanetlemiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. O ne kötü bir dönüş yeridir!
7. Göklerin ve yerin (azap ve yardım) orduları yalnız Allah’ındır. Allah, yegâne galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
8. (Resûlüm!) Şüphesiz biz seni (bütün insanlara) bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. [krş. 21/107; 22/49; 25/56; 34/28]
9. Bu ise: (Sizlerin de) Allah’a ve Resûlü’ne iman edip o (Resûlü’)ne yardım etmeniz, ona saygı göstermeniz, sabah akşam (Allah’ı) tesbih etmeniz[3] içindir.
10. (Resûlüm!) Sana (samimiyetle) biat edenler (ölünceye kadar sana bağlılığa ve İslâm uğrunda savaşmaya söz verenler)[4] ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın (kudret) eli onların ellerinin üstündedir. Artık kim (bu bağlılığı) bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a söz verdiği şeyi yerine getirirse, O da ona büyük bir mükâfat verecektir. [bk. 4/80]
11. (Hudeybiye senesinde mazeret ileri sürmelerinden dolayı) bedevîlerden geri kalanlar sana: “Mallarımız ve çoluk çocuğumuz(un durumu) bizi alıkoydu. Bizim için (Allah’tan) mağfiret dileyiver.” diyecekler. Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: “Eğer Allah, size bir zarar diler veya size bir fayda dilerse, kimin O’n(un dilemesin)e karşı koymaya, sizden bir şeyi engellemeye gücü yeter? Doğrusu Allah, yaptığınız şeylerden hakkıyla haberi olandır.”
12. Aslında siz, Peygamber’in ve mü’ minlerin (mağlup olup) ailelerine asla dönemeyeceklerini sandınız. Bu (düşünceniz), gönüllerinizde süslen(ip yerleş)ti de kötü zanda bulundunuz. (Böylece) helak (edilecek) olan bir topluluk oldunuz.
13. Kim Allah’a ve Resûlü’ne iman etmezse, (bilsin ki) biz inkâr edenlere alevi çılgın bir ateş hazırladık.
14. Göklerin ve yerin mülkü (hâkimiyeti) yalnız Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Allah, çok mağfiret edendir, çok merhamet edendir.
15. O (Hudeybiye seferinden, bahaneleri sebebiyle) geri bırakılanlar, siz (Hayber’i fethedip)[5] ganimetler almak için gittiğiniz zaman: “Bize müsaade edin de peşinizden gelelim.” diyecekler. Onlar Allah’ın (kendi aleyhlerinde olan) sözünü değiştirmek isterler. (Çünkü Allah, ganimetlerin yalnız Hudeybiye’ye katılanlara verileceğini vaadetmişti.) De ki: “Siz bizim peşimizden gelmeyeceksiniz; Allah önceden böyle buyurdu.” (Onlar:) “Hayır! Bizi kıskanıyorsunuz.” diyecekler. Doğrusu onlar, pek az anlayan (idrakleri kıt) kimselerdir.
16. O bedevîlerden (gösterdikleri bahanelere inanılıp da seferden) geri bırakılanlara de ki: “Siz yakında pek savaşçı bir kavme (karşı imtihan olarak harbe) çağrılacaksınız; onlarla (ya ölüp öldürünceye kadar) savaşacaksınız yahut (ön teklifinize göre ya savaşmadan teslim olup cizye vermeyi kabul ederler veya sayenizde) müslüman olurlar.[6] Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir; (yok) eğer önceden döndüğünüz gibi (yine) dönerseniz (Allah) sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.”
17. (Ancak, savaşa katılmamaktan dolayı) köre bir sorumluluk yoktur. Topala bir sorumluluk yoktur. Hastaya bir sorumluluk yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederse (Allah) onu alt tarafından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse, onu acıklı bir azap ile cezalandırır.
18-19. Andolsun ki (Hudeybiye’de) ağacın altında sana biat ederlerken, Allah o mü’minlerden razı olmuştu. İşte (Allah) kalplerindeki (sadakatleri)ni bildiği için onların üzerine huzur ve güven indirip hem kendilerini yakın bir zafer (olan Hayber’in fethi) ile hem de alacakları birçok ganimetlerle mükâfatlandırdı. Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
20. Allah size (bundan böyle) alacağınız daha birçok ganimet de vaadetti. Şimdilik bu (Hayber’inki)ni size peşin verdi. İnsanların (size uzanacak) ellerini sizden çekti. (Bilesiniz ki) bu, mü’minlere (Allah’ın yardım edeceğine) bir delil olması ve sizi doğru bir yola çıkarması içindir.
21. (Size Allah), henüz güç yetirip ele geçiremediğiniz, fakat Allah’ın onları kuşattığı diğer (zafer ve ganimet)leri de (vaadetti). Allah her şeye kâdirdir.
22. Eğer o kâfirler sizinle (Hudeybiye’de, sulh değil de) savaş yapsalardı mutlaka arkalarına dön(üp kaç)acaklardı. Sonra ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardı.
(Çünkü Hudeybiye’de müslümanları saran ve sonra yakalanan 80 kişiyi Resûlullah (sas.) affetmişti. Bu olay barış istemelerine de sebep oldu.)
23. Allah’ın öteden beri cârî olan (süregelen) sünneti/kanunu budur. (Peygamberini ve gerçek inananları üstün getirir.) Allah’ın sünnetinde hiçbir değişme bulamazsın.
24. (Ey mü’minler!) Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke’nin içinde (Hudeybiye’deki sulhtan dolayı) onların ellerini sizden ve sizin ellerinizi de onlardan çeken O’dur. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
25. Onlar, hem kâfir olan/inkâr eden hem de sizi Mescid-i Haram’(ı ziyaret)den ve (orada) bekletilen kurbanları (kesim) yerine ulaşmaktan alıkoyan kimselerdir. Eğer (Mekke’de) kendilerini henüz bilemediğiniz (imanını gizleyen) mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar olup da bilmeyerek onları çiğnemeniz ve bu sebeple onlardan size bir sıkıntı (ve günah/mesuliyet) isabet edecek olmasaydı (Allah, ellerinizi onlardan çekmez, Mekke’nin savaşla fethine izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine eriştirmesi için (böyle yapmış)tır. Eğer onlar (Mekkeli mü’minlerle kâfirler) seçilip ayrılsalardı, onlardan küfre sapan/inkâr edenleri (ellerinizle) elbet acıklı bir azap ile azaplandırırdık.
(Görüldüğü gibi Allah (cc.), bilmeden de olsa müslümanların birbirlerinin kanını akıtmasına izin vermedi de fetih ertelendi.)
26. O kâfir olanlar, kalplerine asabiyeti, câhiliye asabiyetini (kibir ve bağnazlığını)[7] koymuşlarken, Allah da Resûlü’nün ve mü’minlerin üzerine huzur ve güvenini indirdi (ve öfkelerini dindirdi). Onları takvâ kelimesine (tevhide yani Lâ ilâhe illallâh kelimesine ve sulh akdine vefâya)[8] bağladı. Zaten onlar da buna layık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
(Hz. Peygamber rüyasında ashâbı ile güvenli bir şekilde Mekke’ye gidip umre yaptıklarını
(Hz. Peygamber rüyasında ashâbı ile güvenli bir şekilde Mekke’ye gidip umre yaptıklarını görmüş ve bunu da anlatmıştı. Umre yapmak için yola çıkmış olan Hz. Peygamber ve sahâbîlerini müşrikler Mekke’ye sokmamışlardı. Bundan dolayı Hudeybiye’de onlarla antlaşma yaptılar. Bu antlaşma yapılırken Mekkeliler antlaşmanın başındaki besmelenin “Rahmân” ve “Rahîm” kelimesi ile “Allah’ın Resûlü” kelimesinin yazılmasına itiraz etmişlerdi. Hz. Peygamber de ilerisinin zafer olacağını bildiği için isteklerini kabul etmiş, antlaşmaya “Bismikellâhümme, Abdullah oğlu Muhammed’den” şeklinde başlanılmıştı. İşte Allah, bu duruma canları sıkılan mü’minlerin gönüllerine ferahlık için aşağıdaki âyeti indirerek rüyasının gerçekleşeceği müjdesini vermiştir.)
27. Andolsun ki Allah, Resûlü’ne o rüyayı hak ile doğru çıkardı. Allah dilerse, güven içinde (kiminiz) başlarınızı tıraş ederek ve (kiminiz) saçlarınızı kısaltarak korkusuzca mutlaka Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Fakat O, sizin bilmediklerinizi bildi de önce yakın bir fetih (olan Hayber fethini) verdi.
28. O (Allah), bütün dinlerin üzerinde olduğunu göstermek için, Resûlü’nü, hem hidayet (rehberi Kur’an) ile hem de (son) hak din (İslâm) ile göndermiştir. (Buna) şâhit olarak da Allah yeter. [krş. 9/33; 61/9]
29. Muhammed Allah’ın Resûlü’dür.[9] Onunla beraber olan (mü’min)ler, kâfirlere/İslam karşıtlığı yapanlara karşı çok şiddetli, kendi aralarında ise çok şefkatlidirler. Onların (namazda) rükû yaptıklarını (ve) secde ettiklerini görürsün. Onlar, Allah’tan (daima) lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin eserinden (meydana gelen) nişanları vardır.[10] Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları da (şöyledir: Onlar) filizini çıkaran, derken onu (filizini) kuvvetlendiren, kalınlaşan, zamanla gövdesi üzerinde doğrulup dikilen bir ekin gibidir ki ekincilerin hoşuna gider, (Allah Resûlü’nün ashâbı ile birlikte böyle gelişip kuvvetlenmesinin misalle anlatılması) kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip de sâlih amel işleyenlere, mağfiret ve büyük mükâfat vaadetmiştir.
(Hz. Muhammed ile beraber olmayı kabul eden sahâbîler ve İslâm dininde insanlık için gerekli olan bütün şartların bulunduğunu gören Türkler sekizinci asırda müslüman olup İslâm’a karşı açık veya gizli düşmanlık edenlere karşı sert ve vakarlı olmuşlar, şirk, küfür ve tâğûtla mücadele edip tevhîdi hâkim kılmayı gaye edinmişler, birbirlerine karşı da oldukça merhametli olmuşlardır. Çünkü eski Türklerde töresel üç inanç şekli vardı: 1. Eş inancı: El ve dil ile kimseye zarar verilmeyecek. 2. Ocak inancı: Aile ırz/namus noksanlığı asla olmayacak. Bu ikisi İslâm’daki “edeb” formülünün açılımıdır. 3. Bahadırlık: Kendi aralarında merhametli ve şefkatli, düşmana karşı şiddetli olunacak. Bütün kâfir grupları da böyle iman, sevgi ve birlik içinde gelişen bir İslâm toplumuna karşı burada olduğu gibi devamlı öfke ve kin içinde olmuşlardır.) [Ayrıca bk. 5/54]
[1] Buhârî’ye göre bu fetih, İslâm’ın önünü açan Hudeybiye sulh antlaşması’dır.
[2] Âyet-i kerîmedeki “zenb” kelimesi, “zelle olan günah” kasıtsız yapılan ufak tefek kusur, yanılma ve hata demektir. [bk. 40/55 ve dipnotu]
[3] Vakıf işareti olan “tı” harfine kadar zamirler, Resûl’e râci’dir. Tesbihteki zamir de Allah’a râci’dir.
[4] Bu söz vermeye “Rıdvan biatı” denilir ki Hicretin altıncı yılında, Hudeybiye’de 1400 sahabî ile yapılmıştır.
[5] Resûlullah (sas.) hicrî altıncı yılın Zilhicce ayında Hudeybiye’den dönmüş ve Muharrem’in ilk haftasında Hudeybiye ashâbı ile birlikte Hayber’i fethetmişti.
[6] Çünkü İslâm’da düşmana karşı savaş yapılır. Eğer karşı taraf önceden veya savaşta kendiliklerinden müslüman olurlarsa savaş bırakılır; zorla müslüman yapılmazlar. Âyette “ev” (yahut) kelimesi de bunu bildirmek içindir.
[7] Câhiliye asabiyeti veya taassubu, câhiliyenin kibirli ve öfkeli soy sopculuğu ile Hz. Peygamber’e ve onun şahsında İslâm’a cephe almalarıdır.
[7] Câhiliye asabiyeti veya taassubu, câhiliyenin kibirli ve öfkeli soy sopculuğu ile Hz. Peygamber’e ve onun şahsında İslâm’a cephe almalarıdır.
[8] İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 418; Elmalılı, VI, 4434-4435.
[9] Bu âyet-i kerîme ile de Allahu Teâlâ, Hz. Muhammed’in kendisinin resûlü olduğunu tasdik etmektedir.
[10] Bu mânevî bir nişandır.
49. Hucurât Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 18 âyettir. Sûre adını dördüncü âyette geçen “odalar” anlamındaki “hucurât” kelimesinden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey iman edenler! (İşlerinizde, söz ve hükümlerinizde) Allah’ın ve Resûlü’nün önüne geçmeyin. Allah’a saygılı olun, emirlerine uygun yaşayın. Çünkü Allah, (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.
2. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstünde yükseltmeyin, konuşurken birbirinize bağırdığınız gibi (çağırmak için) ona bağırmayın; (yoksa) siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.[1] [krş. 24/63]
3. Doğrusu, Allah’ın Resûlü yanında seslerini kısanlar (edepli olup benliğini öne çıkartmayanlar) var ya! İşte onlar, Allah’ın gönüllerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
4. (Resûlüm! Sana ait) odaların ardından seni çağıranlar var ya! Onların çoğu (saygıya) akıl erdiremezler.[2]
5. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar (seni çağırmayıp) sabretselerdi, kendileri için elbet daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
6. Ey iman edenler! Şayet bir fâsık (yalancı/günahkâr) size bir haber getirirse,[3] doğruluğunu araştırın. (Yoksa) bilmeyerek bir kavme kötülük eder de, yaptığınıza kesinlikle pişman olursunuz.
7. Bilin ki Allah’ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, birçok işte size uysaydı, kesinlikle sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı (isteğinizle) sevdirdi; onu kalplerinize süs yaptı/kalpleriniz onunla süslendi. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı da (olduğu gibi) çirkin gösterdi. İşte bu (özelliklere sahip ola)nlar, doğru yolda olanların ta kendileridir.
8. (Bu haller) Allah’tan bir lütuf ve nimet olarak (verilmiş)tir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
9. Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşurlarsa, hemen aralarını düzeltin. Eğer
hikmet sahibidir.
9. Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşurlarsa, hemen aralarını düzeltin. Eğer onlardan biri, hâlâ (Allah’ın hükmüne boyun eğmeyip) diğerine saldırırsa, Allah’ın emrine dönünceye kadar saldırana karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işinizde) âdil davranın. Çünkü Allah âdil davrananları sever.
10. Mü’minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’ın emirlerine uygun yaşayın ki rahmete nâil olasınız.
(Mü’minler birbirinin derdine ortak olarak, kötülük yapmalarına ve batıla meyletmelerine engel olarak, hayırda yardımlaşarak, selamlaşarak, ziyaretleşerek, hediyeleşerek, birbirini koruyarak, Allah yolunda yürüyerek, İslâm düşmanlarına karşı birlik olarak kardeştirler. Aralarındaki üstünlük ancak takvâ ile, Allah’ın emirlerine uygun yaşamakladır. Bunun dışında, kan bağları ve beşerî tedbir ve usullerin, hiçbiri, dinin getirdiği bu kardeşliği tesis edemez. Bundan dolayı şirkten kaçınmış olan mü’minler, İslâm’ın amelle ilgili şartlarını tam yerine getiremeseler bile Kur’an’ın ifadesi gereği iman yönünden kardeş olduklarını bilmeli ve kelime-i tevhid davasında birleşmelidirler.)
11. Ey iman edenler! Bir topluluk, bir toplulukla alay etmesin. Ola ki (alay edilen adamlar, Allah yanında) kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da kadınları alaya almasın. Ola ki onlar, kendilerinden daha hayırlıdırlar. Birbirinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İman ettikten sonra (kişinin) fâsıklık (damgası yemesi veya din ve ahlâk sınırını aşması) ne kötü isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir. [bk. 104/1]
12. Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.[4] Birbirinizin gizli kusurunu (casus gibi) araştırmayın ve biriniz, diğerini çekiştirmesin.[5] Herhangi biriniz (normal insan olarak) ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz (değil mi?) O halde ‘Allah’a saygı duyup emrine uygun yaşayın’ aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz Allah tevbeleri kabul edendir, çok merhametlidir. [bk. 17/36]
13. Ey insanlar! Şüphesiz biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık (ırkınız ve şahsınızla övünmeniz için değil; sırf iyilik uğrunda) tanışasınız (yarışıp ve yardımlaşasınız) diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Hiç şüphesiz ki sizin Allah yanında en şerefliniz, en takvâlınız (Allah’ın emirlerine en uygun yaşayanınız ve günahlardan sakınanınız)dır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) haberi olandır.
(Takvâ sahibi olmak, bütün günahlardan ve günaha giden yollardan sakınmak, nefsi terbiye
(Takvâ sahibi olmak, bütün günahlardan ve günaha giden yollardan sakınmak, nefsi terbiye ve tezkiye etmektir. Bu da nefsi her türlü kötü ve batıl duygu ve isteklerden arındırarak, Allah’ın emrine ve Resûlü’nün sünnetine uygun yaşamak; insanlara karşı dış yaşantısını Allah’a karşı da iç yaşantısını tertemiz süslemektir. Muttakîlik köşeye çekilme değil, aynı zamanda emr-i mâruf nehy-i münkeri yerine getiren aksiyoner bir hayat tarzıdır. Âyet-i kerîmeden anlaşıldığı üzere dünyada bütün insanlar arasında, insan olma yönünden hiç bir farklılık ve üstünlük yoktur. Eşitlik, karşılıklı saygı, müsamaha ve hayat hakkını tanıma (5/32) vardır. Halbuki bu hareket Batı’da ancak 15. asırdan sonra hümanizm ile gelişmiştir. Ancak Allah’a olan inanç ve kulluğun yerine getirilmesi bakımından O’nun katında dereceler ve üstünlükler vardır.)
14. Çöldeki (bedevî) Araplar (gelip): “İman ettik.” dediler. De ki: “Siz (gönülden) iman etmediniz. (Fakat:) ‘Müslüman olduk/teslim olduk’ deyin. Henüz iman kalplerinize (tam) girmedi. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne (tam) itaat ederseniz (imanınız sahih ve kâmil olur); O’da amelleriniz(in sevabın)dan hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” [krş. 8/2-4]
15. (Gerçek) mü’minler, ancak Allah’a ve Resûlü’ne inanan; sonra (bunda) şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlardır. İşte onlar (imanlarında) doğru olanların ta kendileridir. [bk. 4/76; 61/10-11]
16. De ki: “Siz din(darlığ)ınızı Allah’a mı öğretiyorsunuz? Halbuki Allah göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, her şeyi bilendir.”
17. (Onlar) İslâm’a girmelerini senin başına kakıyorlar. (Seni minnet altında bırakmak istiyorlar.) De ki: “Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Aksine, Allah sizi imana eriştirmekle, sizi minnet altında bırakır. Eğer (imanınızda) doğru kimselerseniz (Allah’a minnettar kalın).”
18. Şüphesiz ki Allah, göklerin ve yerin görünmeyenini bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
[1] Bu âyetten hareketle, Resûlü’nün yolunda olan ulemâya karşı konuşurken de aynı edep ve saygı gösterilmelidir. Mü’minler iş ve meselelerinin çözümünde Allah ve Resûlü’nün emir ve hükümlerini görmezlikten gelip hevalarına göre hareket edemezler. [bk. 4/59, 65; 33/36]
[2] Rivayete göre, Allah Resûlü (sas.) öğle sıcağında evinde istirahatta bulunduğu bir sırada, “Çık Yâ Muhammed!” diye bağıran Temîmoğulları hakkında nâzil olmuştur (Beydâvî).
[3] Basın ve yayın araçlarının veya fâsıkların verdiği haberler de doğru olmayabilir. Buradan hareketle yazılan ve söylenen haberleri ve olayları yukarıdaki âyetin ışığı altında okumak, araştırmak ve dinlemek gerekir.
[4] Günah olan zan, iyi kimseye beslenen kötü zandır (Beydâvî).
[5] Resûlullah’a, “Gıybet nedir?” diye sorulunca “Gıybet, din kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır. Eğer o şey kendisinde mevcut ise onun gıybetini yapmış olursun, değilse iftira etmiş olursun.” buyurdu (Beydâvî).
50. Kaf Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 45 âyettir. 38. âyeti Medine döneminde inmiştir. Adını ilk âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Kâf. Çok şerefli Kur’an hakkı için.
2-3. O kâfirler; kendilerine içlerinden bir uyarıcı (peygamber) geldi diye şaştılar da: “Bu tuhaf bir şeydir! Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirilecekmişiz)? Bu, (ihtimalden bile) uzak bir dönüştür.” dediler.
4. (Kara) toprağın onlardan neleri (yiyip) eksilttiğini elbet bilmişizdir. Yanımızda (her şeyi) zapteden bir kitap vardır.
5. Buna rağmen onlar, kendilerine hak (olan Kur’an ve Peygamber) gelince yalanladılar. Şimdi onlar (fikren) sıkıntılı bir kararsızlık içindedirler.
6. Üstlerindeki göğe hiç bakmadılar mı? Biz, onu nasıl bina ettik (kurduk) ve onu nasıl süsledik; onun hiçbir çatlağı yoktur.
7. Yere de (buna rağmen bakmadılar mı?) Onu (nasıl) yayıp döşedik ve ona sabit (ulu) dağlar koyduk! Orada gönülleri açan her çeşit çift (bitkiler)den bitirdik.
8. (Bunların hepsini, Allah’a) yönelen her kulun kalp gözünü açmak ve (ona) ibret vermek/(kulluk görevini) hatırlatmak için (yaptık).
9. Gökten de bereketli bir su indirdik; onunla da bahçeler ve biçilecek tane(li ekin)ler bitirdik.
10-11. Kullara rızık olsun diye, küme küme tomurcuğu olan uzun boylu hurma ağaçları (yetiştirdik). Biz o (su) ile ölü bir memlekete can verdik. İşte (kabirden dirilerek) çıkış da böyledir.
12-13. (Resûlüm!) Onlardan önce Nuh kavmi, Res halkı[1] ve (Salih’in kavmi) Semûd, Âd,[2] Firavun (ve kavmi ile) Lût’un kardeşleri (yani kavmi) de yalanlamıştı.
14. (Şuayb’ın gönderildiği) Eyke halkı ve (Himyer meliki olan) Tübba kavmi de… Her biri peygamberleri yalanladılar da benim tehdidim hak oldu (ve onlar yok oldu).
15. Biz ilk yaratışta aciz mi kaldık (ki tekrar diriltemeyelim)? Hayır! Onlar (yine de) bu yeni yaratıştan şüphe içindedirler. [bk. 30/27]
16. Ve hiç şüphesiz, insanı (biz) yarattık ve nefsinin/duygusunun ona ne vesvese ver(ip düşündür)düğünü biliriz. (Çünkü ilmimizle) biz ona şahdamarından (kendisinden)[3] daha yakınız.
17. Unutma ki (insanın) sağında ve solunda oturan iki kaydedici (melek, onun söz ve hareketlerini) kaydedip durur.
18. (O,) bir söz söylemeye görsün, kesinlikle yanında (yazmaya) hazır bir gözcü vardır. [bk. 82/10-12]
19. (Bir gün) ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir (gerçeği de ortaya getirir): “(Ey insan!) İşte bu, senin kendisinden kaçtığın şeydir.” (denilir.)
20. Sûr’a da üfürülür; işte bu tehdit edilen (azap) günüdür.
21. (O gün, Rabbin huzuruna) herkes, beraberinde bir sevkedici (muhafız) ve bir şahit olduğu halde gelir.
22. “Kuşkusuz sen, (dünyada) bundan gaflette (habersiz) idin. İşte sen(in gözün)den perdeni kaldırıp açtık; artık bugün, gözün keskindir.” (denilir.) [bk. 19/38; 32/12]
23. Onun yoldaşı (olan melek): “İşte yanımdaki (yazılı) şey hazırdır.” der.
24-25-26. (Allah, iki meleğe:) “(Rabbini tanımayan) her inatçı nankörü, hayra (ve İslâm yoluna bütün gücüyle) engel olanı, azgını, (imanda) şüpheci olanı atın cehenneme! Allah ile beraber başka (sahte) ilâhlar edinen (Allah yerine onlara, onun emir ve ilkelerine bağlanan)ı, şiddetli azabın içine atın.” (buyurur.) [krş. 2/165-167]
27. Arkadaşı (olan şeytan): “Ey Rabbimiz! Onu (ben) azdırmadım. Fakat o kendisi, (haktan) uzak bir sapıklık içinde idi.” der.
28. (Allah) buyurur ki: “Huzurumda çekişmeyin. Ben size (azabıma dair) tehdidi önceden (peygamberlerim aracılığı ile) gönderip bildirmiştim.”
29. “Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullarıma zulmedici de değilim.”
30. O gün cehenneme: “Doldun mu?” deriz. (O’da:) “Daha var mı?” der.
31. Cennet ise muttakîlere (Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlara) uzak değildir, artık yakınlaşmıştır.
32-33-34. İşte size vaadedilen bu cennet; her (tevbe ile Allah’a) yönelen, (O’nun buyruklarını) koruyan, görmediği halde Rahmân’dan (her yerde) korkan ve O’nun itaatine yönelmiş bir kalple gelen kimse içindir. (Onlara:) “Selametle girin oraya. İşte bu ebedîlik günüdür.” (denilir).
35. Orada onlar için istedikleri şeyler vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.[4]
36. Bunlardan önce, nice (inkârcı) nesilleri helak ettik. Oysa onlar, kendilerinden kuvvetçe daha güçlü idiler. (Ölümden kurtulmak için) ülkeleri delik deşik ettiler. Ama hiç kaçacak bir yer var mı?
37. Şüphesiz ki bu (zikredilenlerin hepsi)nde kalbi olan, yahut hazır bulunup kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.
38. Andolsun ki (biz,) gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık; bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.[5] [bk. 46/33]
39. (Resûlüm!) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce ve batışından evvel(ki vakitlerde) Rabbini hamd ile tesbih et (namaz kıl).
40. Gecenin bir kısmında(ki namazlarda) ve secdelerin (namazların) arkalarında O’nu tesbih et.[6] [bk. 17/79; 30/17-18]
41. Seslenen (İsrafil’)in yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver.
42. O gün (bütün insanlar, Sûr’a ikinci üfürülüşteki) o (korkunç) çığlığı gerçek olarak işitecekler. Bu, (dirilip) çıkma günüdür.
43. Öldürecek de, diriltecek de kesinlikle biziz biz. Dönüş de ancak bizedir.
44. O gün, süratle (mahşer yerine) koşmak için yer onlar(ın üzerlerin)den yarılır. İşte bu bir haşr (toplama)dır ki (bu) bize göre çok kolaydır. [bk. 31/28; 99/2]
haşr (toplama)dır ki (bu) bize göre çok kolaydır. [bk. 31/28; 99/2]
45. Biz onların dediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Onun için benim tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver. [krş. 2/272; 13/40; 88/21-22]
[1] Konuyla ilgili açıklama 25/38’de geçti.
[2] Hz. Hûd’un kavmi.
[3] İbni Kesîr (Çetiner), XIII, 7452.
[4] Burada geçen “fazla”dan maksat, ru’yetullâhtır. Beydâvî şöyle der: “Bu ziyade, gözlerin görmediği kulakların işitmediği, hiçbir insanın hayal edemeyeceği sonsuz nimettir.” (Beydâvî). [Ayrıca bk. 10/26]
[5] Bu ve diğer âyetlerde geçtiği üzere yüce Allah’ın kendisi için “Biz” ifadesini kullanması, büyüklük ve yüceliğini vurgulamak içindir. Bu âyet, şanında yorulmak olmayan Allah’a, Tevrat’ta (Tekvin, Bab 2/1-3): “Yedinci gün (Cumartesi) de istirahata çekildi.” diyen yahudilerin kendi yazdıkları sözlerini reddeder. Bu da kitaplarının tahrif olduğunu gösterir. Bundan dolayı Tevrat ve İncil’e Allah kelamı diye itibar edilmez.
[6] Namazın arkasından tesbih: Sübhânallâh, Elhamdülillâh, Allâhu Ekber’dir.
51. Zâriyât Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 60 âyettir. Birinci âyette geçen “zâriyât” kelimesi, sûrenin adı olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6. Savurup kaldıran (rüzgar)lar, (yağmur) yükü(nü) taşıyan (bulut)lar, kolayca akıp giden (gemi)ler (ve bütün) iş(ler)i dağıtan (melek)ler hakkı için! Şüphesiz (size) vaadedilenler elbet doğrudur. Hiç şüphesiz (hesap ve) ceza mutlaka vukû bulacaktır.
7-8-9. Muntazam dalgalı yollara (yörüngelere, galaksi ve diğerlerine) sahip gök hakkı için! Doğrusu siz (Peygamber hakkındaki, “o kâhindir, şairdir, sihirbazdır” şeklindeki sözlerinizde)[1] çeşitli çelişki(ler) içindesiniz. (Oysa imandan) döndürülen (aklı çarpık) kimseler ondan döner.
10-11. Kahrolsun o düzenbaz yalancılar! Onlar, bir cehalet (ve sapıklık) içinde (imandan) gafil (kalmış) kimselerdir.
12. Onlar (alay ederek: “O hesap ve) ceza günü ne zaman?” diye sorarlar.
13. O gün onlar, ateş üzerinde azaba uğratıl(ıp kıvran)acaklardır.
14. (Onlara:) “Azabınızı tadın! Bu, (dünyada) acele gelmesini istediğiniz (azap)tır.” (denilir).
15-16. Hiç şüphesiz muttakîler (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan ve karşı gelmekten sakınanlar), Rablerinin kendilerine verdiğini al(ıp razı ol)muş olarak cennetlerde ve pınarlar(ın başların)dadırlar. Çünkü onlar, bundan önce güzel hareket ederlerdi.
17-18. (Onlar ibadet etmek için, ancak) gecenin az bir kısmında uyurlar, seherlerde (dua edip) istiğfâr ederlerdi.
19. Kendilerinin mallarında hem dilenen hem de (istemekten çekinen) yoksul için bir hak vardı (ki bunu bilip verirlerdi).
20. Kesin inananlar için yeryüzünde nice deliller vardır.
21. Kendi (yaratılışı)nızda da (ibretler vardır). Hiç görmüyor musunuz?
22. Gökte, hem rızkınız(ın sebepleri) hem de (size) vaadedilen şeyler vardır.
23. İşte, göğün ve yerin Rabbine andolsun, ki o (vaadedilenler), sizin konuştuklarınız (ses) gibi apaçık gerçektir.
24. (Resûlüm!) İbrahim’in ağırlanan (o şerefli) misafirlerinin haberi artık sana geldi mi?[2]
25. Hani vaktiyle (bunlar) onun yanına girmişlerdi de: “Selâm” demişlerdi. (İbrahim de) selam(ı alıp: “Bunlar) tanınmamış bir topluluk.” demişti.
26. Hemen (bir bahane ile) ailesi(nin yanı)na gitti ve (kızartılmış) semiz bir dana getirdi. [bk. 11/69-70; 15/52-62]
27. Bunu onlara sundu: “(Buyurun) yemez misiniz?” dedi.
28. (Yemediklerini görünce) onlardan içinde bir ürperti belirdi. “Korkma!” dediler ve onu bilgin bir oğul (İshak’)la müjdelediler. [bk. 11/77]
29. Karısı (Sâre) de, (hayretinden) feryat ile yönelip (ellerini) yüzüne vurdu ve: (“Nasıl çocuğum olur,) ben kısır bir kocakarı(yım)?” dedi.
30. (Onlar:) “Rabbin böyle buyurdu. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.” dediler.
31. (İbrahim, onların melek olduklarını bildi ve:) “Ey gönderilmiş (elçi)ler! Asıl işiniz nedir?” dedi.
32-33. Onlar: “Biz günahkâr bir kavme (Lût kavmine) üzerlerine çamurdan (pişirilmiş) taş(ları) yağdırmak için gönderildik.” dediler.
34. “(O taşlar) haddi aşanlar için Rabbinin katında işaretlenmiş(tir).”
35. Orada (Sodom’da, Lût’a) inananlardan kim varsa çıkardık.
36. Orada müslüman olan bir ev (halkın)dan (Lût ve iki kızından) başkasını bulmadık.
7. Nihayet, (inanmayanların başlarına gelecek böyle) acıklı bir azaptan korkanlar için (ibretlik olarak) orada bir işaret bıraktık.[3]
38. Musa’(nın haberin)de de (ibretler vardır). Onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.
39. O, taraftarlarıyla (imandan) yüz çevirmiş ve (Musa’ya): “Ya sihirbazdır, veya mecnundur.” demişti.
40. Biz de onu ve ordularını yakalayıp denize at(ıp boğ)duk. O, (bu sırada kendisini) ayıplayıcı durumda idi. [krş. 10/92]
41. Âd (kavmin)de de (ibretler vardır). Hani üzerlerine köklerini kazıy(ıp helak ed)en bir rüzgar göndermiştik.
42. O uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, hemen onu çürütüp kül gibi yapıyordu.
43. Semûd (kavmin)de de (ibretler vardır). Hani onlara: “Bir zamana kadar faydalan(ıp eğlen)in.” denilmişti.
44. Onlar ise Rablerinin emrinden uzaklaşıp haddi aşmışlar (keyiflerine göre yaşıyorlar)dı. Bu yüzden kendileri bakıp dururken yıldırım onları alıvermişti.
45. (O zaman) ayakta durmaya güç yetiremediler ve hiç yardım edenleri de olmadı.
46. Daha evvel Nuh kavmini de (helak ettik). Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir kavim idiler.
47. Biz göğü kudret(imiz)le bina ettik. Şüphesiz, onu genişleten de biziz.
48. Yeri de biz döşedik. (Biz) ne güzel döşeyiciyiz!
49. Her (türlü) şeyden çift çift[4] yarattık ki düşün(üp öğüt al)asınız.
50. (Resûlüm! De ki:) “O halde (Allah’a ortak koşmaktan) Allah’a kaçın (O’na sığının, O’na itaate koşun). Çünkü ben O’n(un tarafın)dan (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım.”
51. Allah’ın yanına başka bir ilâh daha katmayın.[5] Çünkü ben, O’n(un tarafın)dan (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım.
52. (Resûlüm!) Onlardan öncekilere de bir peygamber geldiğinde, mutlaka (onun için de): “Bir sihirbaz veya bir mecnundur.” dediler.
53. Bunu (nesilden nesile) birbirlerine tavsiye mi ettiler? (Hayır!) Doğrusu, (bu) onlar(ın) azgın bir topluluk (olmalarından)dır.
54. Artık onlardan yüz çevir. (Onların yola gelmemelerinden dolayı) sen kınanacak değilsin.
55. Yine de sen (Kur’an ile) öğüt ver. Çünkü öğüt, mü’minlere fayda verir.
56. Ben cinleri ve insanları ancak bana (ibadet ve itaatle) kulluk etsinler diye yarattım. [bk. 1/4; 4/36; 6/102; 29/1; 41/14; 49/14-15; 103/1-3]
57. Ben onlardan bir rızık istemiyorum ve bana yedirmelerini de istemiyorum.
58. Şüphesiz (bilsinler) ki O Allah, bizzat rızkı veren kuvvet ve kudret sahibidir.
59. Hiç kuşkusuz o zulmedenlere de, (geçmiş) arkadaşlarının (azaptaki) payı gibi bir pay vardır. Şimdi (gelmesi için) acele etmesinler. [bk. 6/6; 29/40]
60. O vaadedilen (azap) günlerinden dolayı vay o kâfir olanların haline!
[1] Semerkandî, VI, 67.
[2] Âyetteki “hel” soru edatı kesinlik ifade etmektedir. [bk. 20/9]
[3] Bu işaretler, atılan o taşlar, birbiri üstüne yığılmış kayalar ve harabelerdir (Beydâvî). [krş. 29/34-35]
[4] Erkek dişi, soğuk sıcak, artı eksi, elektron nötron, hayat ölüm, tatlı acı, karanlık aydınlık gibi. [krş. 43/12]
[5] “Allah vardır, ama bir de görebileceğimiz putumuz olsun.” diyen müşrikler ve Sâmirî gibi olmayın. Çünkü müşrikler sözle Allah’ın varlığını kabul etseler bile; yine gönülleri, sevgi ve saygıları putlarından yana idi. Çağlar geçtikçe putlar da değişti, çeşitli şekil ve isimler aldı.
Yalancının sözü,kum üstüne yazılıdır.
Dünya Atasözleri.
Mezarlığa götürülen,geri getirilmez.
Yoldsşın korkaksa ayı ile boğuşma.
Doğruysan güçlüsündür.
Dünya Atasözleri.
Vicdan aklın nabzıdır.
Varlık yüreği karartır.
Varlık evi,erdem insanı süsler.
Dünya Atasözleri.
Üç ayak kalınlığındaki buz,bir günde donmaz.
yalnız yanlış yol vardır,içinden çıkılmaz durum yoktur.
Yrğnil basan ,çok yol alır.
Dünya Atasözleri.
52. Tûr Sûresi
Mekke döneminde inen ilk sûrelerdendir. 49 âyettir. Adını, birinci âyette geçen aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6-7-8. Andolsun ki (Musa’nın vahiy aldığı) “Tûr” (dağın)a,[1] yayılıp açılmış, (kağıt gibi) ince deri üzerine yazılmış Kitab’a, Beyt-i Ma’mûr’a[2] (Kâbe’ye), yükseltilmiş tavan (gibi göğ)e, dolu (ve coşkun) denize[3] ki Rabbinin azabı elbette vukû bulacaktır. Onu önleyecek hiçbir şey yoktur.
9-10-11-12. O gün gök çalkalandıkça çalkalanır. Dağlar (yerinden kopup) yürüdükçe yürür (toz duman olur). Artık (inanmayıp) yalanlayanların o gün vay haline! Onlar daldıkları batıl içinde oynayıp/oyalanıp duranlardır.
13-14. O gün onlar cehennemin ateşine şiddetle itileceklerdir: “İşte bu, sizin kendisini yalan saymakta olduğunuz ateştir.” denilecektir.
15. (Vahye sihirdir dediğiniz gibi, şimdi) bu (ateş) de sihir midir? Yoksa siz (yine) mi görmüyorsunuz?
16. Girin ona! İster dayanın, ister dayanmayın. Artık sizin için birdir (durum değişmez). Siz ancak yapmış olduklarınıza göre cezalandırılacaksınız.
17-18. Şüphesiz ki muttakîler (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan ve karşı gelmekten sakınanlar) ise, Rablerinin kendilerine verdiğini tada tada cennetlerde ve bol nimet içindedirler. Rableri onları o çılgın cehennemin azabından korumuştur.
19-20. “Yaptıklarınız (iyi ameller)e karşılık, sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanmış olarak âfiyetle yiyin, için.” (denilir). Ayrıca biz onlara güzel iri gözlü hûrileri eş yaptık. [bk. 37/44]
21. İman edenler (Allah’a teslimiyet gösterenler) ve nesilleri de imanla kendilerine (Allah yolunda) tâbi olanlar (var ya)! Biz onları (cennete koyarken) nesillerini de kendilerine katarız. Onların amellerinden de hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağlıdır[4] (ona göre muamele görür).
22. Biz onlara canlarının çektiği meyve ve etten bol bol verdik.
3. Onlar orada (neşe içinde) birbirleriyle kadeh tokuştururlar. On(un içimin)de ne bir saçmalama ne de bir günaha girme vardır.
24. Sanki sedefte gizlenmiş inci gibi, civanlar (hizmet için) çevrelerinde dolaşırlar.
25. (O cennettekiler) birbirlerine yönelip (hal, hatır) sorarlar.
26. (Şöyle) derler: “Hakikaten biz, bundan önce (dünyada), ailemizde (ve çevremizde bir günaha düşmekten ve sonumuzdan) korkan (kimse)lerdik.
27. “Allah da bize (bu sebeple rahmetiyle) lütfetti ve bizi (cehennemin) sam yeli (gibi kavurucu) azabından korudu.
28. “Doğrusu biz, bundan önce (ancak) O’na yalvarır (ibadet eder)dik. Çünkü O iyiliği ve merhameti bol olandır.”
29. (Resûlüm! Sen) öğüt ver (ve hatırlat). Sen Rabbinin nimeti sayesinde, kâhin de değilsin, mecnun da değilsin.
30. Yoksa (senin için): “(O) bir şairdir, ona (çarpacak olan) zamanın felaketini gözetliyoruz.” mu diyorlar?
31. De ki: “Bekleyin, çünkü ben de sizinle beraber felaketi/azabı bekleyenlerdenim.”
32. Yahut bunu, kendilerine (kısa) hayalci akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudurlar?
33. Yoksa: “Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır! Onlar (bu tavırlarıyla) iman etmezler.
34. Eğer (onlar) doğru söyleyenler iseler onun gibi bir söz getirsinler!
35. Yoksa onlar, hiç bir şey (hiçbir yaratıcı) olmadan mı yaratıldılar? Yahut kendilerini yaratan (yine) kendileri mi?
36. Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar kesinkes inanma(k isteme)zler.
37. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut üstün ve hâkim olan (her şeyi idare eden) kendileri midir?
3. Onlar orada (neşe içinde) birbirleriyle kadeh tokuştururlar. On(un içimin)de ne bir saçmalama ne de bir günaha girme vardır.
24. Sanki sedefte gizlenmiş inci gibi, civanlar (hizmet için) çevrelerinde dolaşırlar.
25. (O cennettekiler) birbirlerine yönelip (hal, hatır) sorarlar.
26. (Şöyle) derler: “Hakikaten biz, bundan önce (dünyada), ailemizde (ve çevremizde bir günaha düşmekten ve sonumuzdan) korkan (kimse)lerdik.
27. “Allah da bize (bu sebeple rahmetiyle) lütfetti ve bizi (cehennemin) sam yeli (gibi kavurucu) azabından korudu.
28. “Doğrusu biz, bundan önce (ancak) O’na yalvarır (ibadet eder)dik. Çünkü O iyiliği ve merhameti bol olandır.”
29. (Resûlüm! Sen) öğüt ver (ve hatırlat). Sen Rabbinin nimeti sayesinde, kâhin de değilsin, mecnun da değilsin.
30. Yoksa (senin için): “(O) bir şairdir, ona (çarpacak olan) zamanın felaketini gözetliyoruz.” mu diyorlar?
31. De ki: “Bekleyin, çünkü ben de sizinle beraber felaketi/azabı bekleyenlerdenim.”
32. Yahut bunu, kendilerine (kısa) hayalci akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudurlar?
33. Yoksa: “Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır! Onlar (bu tavırlarıyla) iman etmezler.
34. Eğer (onlar) doğru söyleyenler iseler onun gibi bir söz getirsinler!
35. Yoksa onlar, hiç bir şey (hiçbir yaratıcı) olmadan mı yaratıldılar? Yahut kendilerini yaratan (yine) kendileri mi?
36. Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar kesinkes inanma(k isteme)zler.
37. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut üstün ve hâkim olan (her şeyi idare eden) kendileri midir?
38. Yoksa onlara ait bir merdiven var da onunla (göğe çıkıp meleklerin sözlerini ve onlara vahyedileni) mi dinliyorlar? Öyleyse onları dinleyenler, açık bir delil getirsin.
39. Yoksa (hoşlanmadığınız için) kızlar O’nun da, oğullar sizin mi?
40. Yahut (sanki tebliğ için) onlardan bir ücret istiyorsun da onlar, (böyle) bir borçtan dolayı ağır yük altına mı girmişler?
41. Yoksa gayb kendilerinin yanında da onlar (istediklerini) mi yazıyorlar?
42. Yahut (sana) bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat inkâr edenler, asıl kendileri o tuzağa düşecek olanlardır.
(Müşriklerin Dârunnedve’de toplanıp da Hz. Peygamber’i bir hile ile öldürmek için aldıkları kararları boşa çıktı. Allah’ın Resûlü hicret etti. Tuzak başlarına geçti. Bedir’de kılıçtan geçirilenler kendileri oldu.) [bk. 17/76]
43. Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhları mı var (onunla teskin oluyorlar da Allah’a teslim olmaya yanaşmıyorlar)? Allah, onların (kendisinden başkasına bağlılık göstererek) ortak koştukları şeylerden uzak (ve şânı yüce)dir.
44. (Başlarına) gökten bir parçayı düşerken görseler bile, (inatlarından inanmayıp): “Üst üste gelmiş bir buluttur.” derler (“Allah’tan gelen bir felakettir.” demezler).
45. Artık, çarpılacakları (felaket) günlerine kavuşuncaya kadar, kendi hallerine bırak onları.
46. O gün ‘hile ve planları’ kendilerinden hiçbir şeyi savamaz ve onlara yardım da edilmez.
47. Hiç şüphesiz zulmedenlere, bu (dünya azabı)ndan başka bir de (âhiret) azâb(ı) vardır. Fakat onların çoğu bilmezler. [bk. 32/21]
48. Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önünde/gözetimimiz altındasın. (Her) kalktığın zaman[5] Rabbini hamd ile tesbih et.
49. Gecenin bir kısmında ve yıldızların kaybolup gitmesinden sonra (sabah vakti) O’nu tesbih et (namaz kıl, sübhâneke oku).
1] Tûr, milattan önce yedinci asırda yaşayan Nabatîler’in kullandığı Süryanice bir kelimedir. Dağ demektir. Buradaki ilâhî murad, Tûr-i Sînâ’dır.
[2] Yahut semada Kâbe’nin hizasında meleklerin tavaf ettiği bir makama (Celâleyn). Kâbe olduğu da ifade edilmektedir (Elmalılı, VII, 4551).
[3] Yahut kaynatılmış olan denize (Celâleyn).
[4] Bu âyet-i kerîme 13/23, 40/8 ve 74/38’deki benzer üç âyetten daha geniş bir müjde vermektedir.
[5] Bir topluluk içinden veya uykudan kalkınca veya namaza kıyam edince, yahut Allah için davet ve tebliğe başlandığında (Mevdûdî, V, 554). Çünkü Allah Resûlü (sas.) de bir meclisten kalkınca, “Sübhâneke Allâhümme ve bihamdik. Eşhedü enlâ ilâhe illâ ente, estağfiruke ve etûbü ileyk” derdi.
53. Necm Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 62 âyettir. 32. âyeti Medine döneminde inmiştir. Adını ilk âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. İnen yıldıza/“peyderpey inen Kur’an’a” andolsun ki arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve (batıla inanıp) azmadı da.
3. O arzusuna göre konuşmaz. [krş. 69/43-47]
4. O(nun sözleri/hükümleri ilhamdan) vahiyle bildirilenden (ve vahye uygunluktan) başkası değildir.
(Peygamberimiz’e vahiyle bildirilenler Kur’an olup bunun dışındaki emir, nehiy, tavsiye ve ikrarları ise hadislerdir.)
5-6-7. Ona bunları müthiş kuvvetleri olan (Cebrail) öğretti. (Hem de) o güzel (bir) heybete sahiptir ki en yüksek ufukta iken kendi suretinde doğruldu (Resûl’e göründü). [bk. 81/19-21]
8. Sonra (Cebrail ona) yaklaştı, (aşağı doğru) sarktı.
9-10. Aradaki mesafe; (üst üste getirilen) iki yay[1] kadar, hatta daha yakın oldu da, o sırada (Allah’ın) vahyettiği şeyi, kuluna vahyetti.[2]
11. (Peygamber’in gözünün) gördüğünü kalb(i) yalanlamadı.
12. Onun gördükleri hakkında tartışıyor musunuz?
13-14. Andolsun ki onu (Cebrail’i), diğer bir kere (Mi’râç’tan dönüşte) Sidre-i Müntehâ’nın (yedinci semanın) yanında gördü.
15. O Cennetü’l-Me’vâ (takvâ sahiplerinin ve şehitlerin ruhlarının barındığı cennet) de onun yanındadır.
(Adı geçen Sidre-i Müntehâ, son ağaç demek olup madde âleminin ve onlara ait ilmin son bulduğu noktadır. Bundan sonrası Allah’ın gayb âlemidir.)
16. O (gördüğü) zaman Sidre’yi, onu bürümekte olan bürüyordu.
17. (Peygamber’in) göz(ü gördüğünden) kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden (delillerinden) bir kısmını gördü. [bk. 20/23]
19-20. Bana haber verin o Lât ve Uzzâ’yı ve diğer üçüncü (put olan) Menât’ı (onlarda güç ve ilâhlık alâmeti var, öyle mi?)
21. Demek erkek(ler) sizin de, (hoşlanmadığınız ve) dişi (zannettiğiniz melekler) O’nun, öyle mi? [krş. 16/57; 17/40; 43/15-19]
22. Bu insafsızca bir taksim![3]
23. Onlar (o putlar), sizin ve babalarınızın, kendilerine (tanrı diye) isim verdiği (boş) isimlerden başkası değildir. Allah, onlara ait hiçbir delil, yetki indirmemiştir. O (puta tapa)nlar ancak zanna, bir de canlarının istediğine uyuyorlar. Halbuki onlara, Rablerinden doğru yol rehberi (Kur’an) gelmiştir.
24. Yoksa (her) umduğu şey insanın (kendisinin) mi (olacak)tır?
25. İşte sonrası da öncesi de/âhiret de dünya da ancak Allah’ındır.
26. Göklerde nice melek vardır ki şefaatleri hiçbir fayda vermez. Ancak (şefaat) Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere izin vermesinden sonradır. [bk. 2/255; 20/109; 34/23; 78/38]
27. Doğrusu âhirete inanmayanlar, meleklere dişi adı takıyorlar.
28. Halbuki kendilerinin ona dair hiçbir bilgisi yoktur. Onlar kuruntudan başkasına uymazlar. Şüphesiz ki kuruntu gerçekten yana hiçbir şey ifade etmez (zan ile kesin bilgi elde edilmez).
29. Onun için, bizi anmaktan (ve Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimselerden yüz çevir.
(Bunlar, materyalist/maddeperest, hevâ ve hevesine göre yaşayanlardır.)
16. O (gördüğü) zaman Sidre’yi, onu bürümekte olan bürüyordu.
17. (Peygamber’in) göz(ü gördüğünden) kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden (delillerinden) bir kısmını gördü. [bk. 20/23]
19-20. Bana haber verin o Lât ve Uzzâ’yı ve diğer üçüncü (put olan) Menât’ı (onlarda güç ve ilâhlık alâmeti var, öyle mi?)
21. Demek erkek(ler) sizin de, (hoşlanmadığınız ve) dişi (zannettiğiniz melekler) O’nun, öyle mi? [krş. 16/57; 17/40; 43/15-19]
22. Bu insafsızca bir taksim![3]
23. Onlar (o putlar), sizin ve babalarınızın, kendilerine (tanrı diye) isim verdiği (boş) isimlerden başkası değildir. Allah, onlara ait hiçbir delil, yetki indirmemiştir. O (puta tapa)nlar ancak zanna, bir de canlarının istediğine uyuyorlar. Halbuki onlara, Rablerinden doğru yol rehberi (Kur’an) gelmiştir.
24. Yoksa (her) umduğu şey insanın (kendisinin) mi (olacak)tır?
25. İşte sonrası da öncesi de/âhiret de dünya da ancak Allah’ındır.
26. Göklerde nice melek vardır ki şefaatleri hiçbir fayda vermez. Ancak (şefaat) Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere izin vermesinden sonradır. [bk. 2/255; 20/109; 34/23; 78/38]
27. Doğrusu âhirete inanmayanlar, meleklere dişi adı takıyorlar.
28. Halbuki kendilerinin ona dair hiçbir bilgisi yoktur. Onlar kuruntudan başkasına uymazlar. Şüphesiz ki kuruntu gerçekten yana hiçbir şey ifade etmez (zan ile kesin bilgi elde edilmez).
29. Onun için, bizi anmaktan (ve Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimselerden yüz çevir.
(Bunlar, materyalist/maddeperest, hevâ ve hevesine göre yaşayanlardır.)
30. Onların ilimden ulaşacakları (nokta), işte bu (dünya hayatını elde etmek)tir. Şüphesiz Rabbin, yolundan sapan kimseleri de çok iyi bilendir, doğru yolu bulan kimseleri de çok iyi bilendir.
31. Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi) Allah’ındır. (Bu da) kötülük yapanları (aynen) yaptıklarıyla cezalandırması, güzel hareket edenlere de daha güzeliyle[4] karşılık vermesi içindir.
32. (Güzel davranışta bulunanlar,) küçük kusurlar hariç, günahların büyüğünden ve hayasızlık (sayılan bütün çirkin iş)lerden kaçınanlardır. Şüphesiz ki Rabbin, (şirk hariç) bağışlaması geniş olandır. O sizi, topraktan yarattığı zaman da, siz annelerinizin karınlarında cenin halinde iken de, (ne olduğunuzu) çok iyi bilendir. O halde kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın. O (Allah), takvâlı olan (emirlerine uygun yaşayan ve karşı gelmekten sakınan)ı çok iyi bilendir.[5]
33-34-35. Gördün mü (imandan) döneni, (malından) azıcık verip sonra cimri kesileni?[6] Yoksa gaybın ilmi onun yanında da, (her şeyin sırlarını) kendisi mi görüyor?
36-37. Musa’(ya gelen Tevrat’)ın sayfalarında ve ahdine çok bağlı İbrahim’in sayfalarında da olan (bilgi)ler, yoksa kendisine haber verilmedi mi?
38. Doğrusu hiçbir günahkâr, diğerinin (günahına sebep olmadığı şeyi) yüklenmez.
39. Hakikaten (Allah’ın lütfu ve yapılan bağışlar dışında) insana, kendi çalışmasından başkası yoktur.[7]
40. Hakikaten çalıştığı(nın karşılığı) görülecektir.
41. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.
42. Şüphesiz ki en son varış, ancak Rabbinedir.
43. Şüphesiz güldüren de O’dur, ağlatan da.
44. Şüphesiz (yaşatıp) öldüren de O’dur, sonra dirilten de.
45-46. Hiç şüphesiz ki atılan bir meniden, erkek ve dişiden ibaret çifti O yarattı.
47. Şüphesiz (öldükten sonra) tekrar diriltmek de O’na aittir.
48. Şüphesiz zengin eden ve sermaye verip memnun eden O’dur.
49. Şüphesiz (câhiliyede tapınılan) Şi’râ (yıldızı)nın Rabbi de O’dur.
50-51. Şüphesiz, Âd (kavmin)i de O helak etti. Semûd’u da. Hiçbirini bırakmadı.
52. Daha evvelden Nuh kavmini (helak etmişti). Çünkü onlar, daha zalim ve daha azgın (Allah tanımaz insan)ların ta kendileri idiler.
53. (Lût kavminin) alt üst olan (kasabaların)ı[8] da kaldırıp, yere çarpan (batıran) O’dur.
54. Oraları (yağan taşlarla azap) kapladıkça kapladı.
55. (Ey insan!) O halde Rabbinin hangi nimetlerinden şüphe ediyorsun?
56. İşte bu (peygamber) de, evvelki uyarıcı (resûl)ler gibi bir uyarıcıdır.
57. O yaklaşan (kıyamet) yaklaştı.[9]
58. O(nun vakti)ni Allah’tan başka açığa çıkaracak olan yoktur.
59. Şimdi siz, bu söze (bu Kur’an’a) mı şaşıyorsunuz?
60. Siz (gaflet ve çeşitli eğlenceler içinde) gülüyorsunuz da (günahkâr halinize) ağlamıyorsunuz.
61. Siz (Kur’an’dan uzak) gaflet içinde oyalanıyorsunuz.
62. Haydi şimdi Allah’a secde edin ve (O’na) ibadet edin![10]
[1] Câhiliye Arapları’nda birlikteliği temsil için iki yay birleştirilip bir ok atılırdı. Bu, maddî mânevî yakınlığın işareti idi (Elmalılı, VI, 4576-4577).
[2] Yahut, “Allah kuluna Cebrail vasıtasıyla vahyettiği şeyi vahyetti.” diye iki görüş vardır (Mevdûdî, VI, 17).
[3] Müşrikler putlarına da dişi ismi verirlerdi. Âyette putlar yerilmektedir. Bu putlar hakkındaki Garânik olayı için bk. 53/62
[4] Cennet ve bir de cemâliyle (Mukâtil, s. 28).
[5] Biliniz ki Allah muttakîlerle beraberdir (2/194), âkıbet muttakîlerindir. [bk. 20/132; 28/83; 49/13]
[6] bk. 75/31-32.
[7] İslâm çalışma, helal yollarla kazanç, mal edinme ve helal/meşru yerlere harcama esasına dayanır (Geniş bilgi için bk. 2/278 ve açıklaması). Bu çalışmaya, kendisine dua ve hayır gönderecek evlat ve dostlar kazanmak dahildir (Buhârî, “Cenaiz”, 106; “Sayd”, 217).
[8] Sodom ve çevresi
[9] Bizim bin yılımız Rabbimiz yanında bir gündür. [bk. 22/47; 32/5]
[10] Hz. Peygamber, Hz. Cebrail’den bu âyeti duyar duymaz hemen secdeye kapanmış ve müslümanlar da kapanmışlardır. Bu sûreyi dinlerken, içindeki kuvvetli sırların cazibesine kapılan müşrikler bile secdeye kapanmışlardır. Sonra Hz. Peygamber için “Putlarımızın adı geçtiği için secde etti, biz de ettik.” dediler. Halbuki Allah Resûlü, bir göz kırpması kadar bile putları tâzim edip tapmadı. Garânik olayının özü budur. Bu olay, müsteşriklerce çarpıtılmıştır. [bk. 22/52-53. Secde âyeti konusunda bk. 7/206]
Dikenli çelenk...taç...
düşünüyorum o halde varım
Gerçek vizesiz dolaşır.
Dünya Atasözleri.
Gerçekler inatçıdır.
Gül altında ...gizli kalmalı...
Het şey,akıp gidiyor.
Dünya Atasözleri
İnanç dağları devirir.
Kitaplarında kendi yazgıları vardır.
okuma,eniyi öğrenimdir.
Dünya Atasözleri.
Öfke geçici bir çılgınlıktır.
Son gülen iyi güler.
Söz uçup gider,yazı kalır.
Dünya atasözleri.
Türklerin sarığı,Latinlerin külahından iyidir.
yasanın söz sahibi olduğu yerde hatipler susar.
Zaman geri alınmaz bir biçimde uçup gidiyor.
Dünya Atasözleri.
Baba,her konuda herkesten önde gelir.
Bilgi insanı kuşkudan,iyilik acı çekmekten,kararlılık korkudan kurtarır.
Böyle baba, böyle oğul!
Dünya Atasözleri.
Aç gözlü,kavga çıkarır.
Akıl kazanmak,halis altından daha iyidir.
gözler asla doymaz.
Dünya Atasözleri.
Amacın varsa yolunu bulursun.
Seni bir kez aldatandan,enaz bin kez sakın.
konuşmak iyidir,konuşmamak daha iyi.
Dünya Atasözleri.
54. Kamer Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 55 âyettir. Adını, aynı kelimenin geçtiği ilk âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Kıyamet) saat(i) yaklaştı ve ay yarıldı (ve birleşti).[1] [bk. 16/1; 21/1; 33/63; 81/1-2]
2. Onlar (müşrikler) bir delil (mucize) görseler de yine yüz çevirirler: “(Bu,) devam edegelen bir sihirdir.” derler.
3. (Peygamber’i) yalanladılar, hevâ ve heveslerine uydular. Halbuki her iş kararlaştırılmış (Allah’ın dilediği gibi gerçekleşecek)tir.
4-5. Andolsun ki onlara içinde (ibret alıp da kendilerini küfür ve inattan) alıkoyacak şeyler, üstün hikmet bulunan haberlerden niceleri gelmiştir. Fakat (onlara gelen) uyarılar (kendilerine) hiç fayda vermiyor. [bk. 10/101]
6. O halde (Resûlüm!) Davet edici (İsrafil’in) görülmemiş müthiş bir şeye (yeniden dirilmeye) çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir.
7. Gözleri, (korkudan yere) eğik bir halde kabirlerden çıkarlar. Onlar tıpkı (etrafa) yayılan çekirgeler gibidirler.
8. O çağırıcıya (boyunlarını uzatıp) koşarlarken kâfirler (o zaman içlerinden): “Bu çok çetin bir gündür!” derler.
9. (Resûlüm!) Bunlardan önce Nuh kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalancı saydılar ve “mecnun” dediler. O, (yapılan eziyetle davetten) alıkonulmuştu.
10. Bunun üzerine Rabbine: “(Yâ Rab!) Doğrusu ben yenildim, bana yardım et!” diye yalvardı.
11. Biz de şarıl şarıl dökülen bir su ile semanın kapılarını açtık.
12. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık. (Her iki) su, (helakleri) takdir edilmiş bir emir üzerinde birleşiverdi.
13. Onu (kulumuz Nuh’u) da tahtalar ve mıhlar(la yapılmış gemi) üzerinde taşıdık.
14. (O gemi, kendisine) nankörlük edilmiş bulunan (kulumuz)a bir mükâfat olarak, gözlerimiz önünde akıp gidiyordu.
15. Andolsun ki biz, bunu, bir işaret (ve ibret) olarak bıraktık; hani düşü-n(üp ibret al)an (yok mu)? [krş. 29/15; 36/41; 69/11-12]
16. Benim azabım ve uyarmalarım nasılmış?
17. Andolsun ki biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu)? [bk. 19/97]
18. Âd (kavmi de) yalanladı. Fakat azabım ve uyarmalarım nasılmış (anladılar).
19. Biz, onların üstüne uğursuz mu uğursuz (saydıkları) bir günde dondurucu bir fırtına gönderdik.
20. O (fırtına), insanları, sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi (yerlerinden) koparıp atıyordu.
21. İşte benim azabım ve uyarmalarım nasılmış (gördüler)!
22. Andolsun ki biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu)?
23-24-25. Semûd (kavmi) de uyarıcıları (peygamberlerini) yalanladı: “Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz, bir sapıklık ve bir delilik etmiş oluruz. Zikir (vahiy) aramızdan ona mı bırakıldı? Doğrusu o şımarık ve aşırı yalancıdır.” dediler.
26. (Salih’e dedik ki:) “Yarın onlar şımarık ve aşırı yalancı kimmiş, bilecekler.”
27. Doğrusu biz, onlara bir imtihan olmak üzere o dişi deveyi (bir mucize olarak) gönderenleriz. (Şimdi sen) onları gözetle ve (eziyetlere) sabret.
28. Hem de onlara (kuyudan içecekleri) suyun, (o dişi deve ile) aralarında (gün aşırı nöbetle) taksim edilmiş olduğunu haber ver. Su sırası gelen herkes hazır bulun(up suyunu al)sın. [bk. 26/155]
29. (Bir müddet bu nöbetleşme emrine uydular.) Nihayet (Kudar b. Sâlif adındaki) arkadaşlarını çağırdılar, o da (kılıcı) aldı ve (o deveyi ayağından biçerek) devirip öldürdü.
30. Ama benim azabım ve uyarılarım(ın sonu onlara) ne biçim oldu (düşünün!)[2]
31. Nitekim üzerlerine bir tek korkunç bir ses gönderdik (onlar) da, ağıl sahibinin (biçtiği) kuru ot gibi oluver(ip yere seril)diler. [Krş. 7/78]
32. Andolsun ki biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu)?
33. Lût kavmi de (onun) uyarılarını yalanladı.
34-35. Biz de üzerlerine çakıl taşları yağdıran (bir fırtına) gönderdik (helak ettik). Yalnız Lût’un ailesi (iki kızı) hariçtir.[3] Tarafımızdan bir nimet olarak, işte onları bir seher vakti kurtardık. (İman ve itaatle) şükredenleri böyle mükâfatlandırırız.
36. Andolsun ki (Lût) onları bizim (azapla) yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat (onlar), uyarmaları şüphe ile karşıla(yıp yalanla)dılar.
37. Andolsun ki onlar, onun (melek olarak gelen) misafirlerine sarkıntılık etmek istediler. Biz de gözlerini sil(me kör ed)iverdik: “İşte azabımı ve uyarmalarımı(n kötü âkıbetini) tadın!” (dedik.) [bk. 11/77-83; 15/61-74]
38. Andolsun ki onları bir sabah, (artık kurtulamayacakları) kararlı bir azap bastır(ıp kapla)mıştı.
39. “İşte, azabımı ve uyarılarımı(n âkıbetini) tadın!” (dedik.)
40. Andolsun ki Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu)?
41. Andolsun ki, Firavun’un kavmine (yani Kıptîlere) de uyarıcılar gelmişti.
42. Bütün âyet (ve mucize)lerimizi yalanladılar. Biz de onları güçlü ve mutlak galip (olan zâtımız)ın yakalayışıyla yakaladık. [bk. 20/56]
43. (Ey Allah’tan başkasına kulluk edenler!) Sizin kâfirleriniz, bu (isimleri geçe)nlerden daha mı hayırlı (ya da üstün)? Yoksa (ilâhî) kitaplarda sizin için bir kurtuluş belgesi mi var?
44. (Resûlüm!) Yoksa onlar: “Korunan/dayanışma içinde olan bir topluluğuz.” mu diyorlar?
45. Yakında o topluluk bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.[4]
46. Daha doğrusu onlara vaadedilen (asıl) azap vakti O (kıyamet) saat(i) dir. O saat(in azabı) daha belalı ve daha acıdır.
47. Şüphesiz günahkârlar, sapıklık ve çılgınlık içindedirler.
48. O gün (onlar), yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler (ve kendilerine): “Tadın cehennemin dokunuşunu!” (denilecektir).
49. Şüphesiz biz, her şeyi bir kader (hikmetli bir ölçü) ile yarattık. [bk. 25/2; 87/1-3]
50. (Bir şeyin olması için) bizim emrimiz, bir göz kırpması gibi, ancak bir tek (“ol” sözünü söylemek)ten ibarettir. [krş. 16/40; 31/28; 36/82]
51. Andolsun ki (inkârcılıkta/isyanda) sizin gibi (olan)ları helak ettik. Hâlâ düşünüp öğüt alan yok mu?
52. Onların yaptıkları her şey kitaplarda (kayıtlı)dır.
53. Küçük büyük hepsi defterlerde yazılmıştır. [bk. 82/10-12]
54-55. Şüphesiz takvâ sahipleri (Allah’ın emirlerini tutup günahlardan sakınanlar), cennetlerde aydınlık, bolluk ve ferahlık içinde,[5] (hem de) doğruluk meclisinde (hoşnutluk içinde) gücü sonsuz olan hükümdarın huzurundadırlar.
[1] Mekkelilerce de görülen ayın ikiye ayrılma mucizesi, Buhârî ve Müslim’de rivayet edilmektedir. İbni Kesîr, tefsirinde, olayın Peygamber (sas.) zamanında cereyan ettiğini sahih senet ve mütevâtir hadislerle nakleder. Tarihinde ise “Böyle olduğunda icmâ vâki olmuştur.” der (Havvâ, I, 349-353; Mevdûdî, VI, 45-48).
[2] Deveyi kesen kişiye engel olmadıkları için Semûd kavmine azap umûmî gelmiştir.
[3] Karısı da diğer helak olanlar içindedir. [bk. 7/83; 11/81; 29/33]
[4] Bu mucize Bedir gazvesinde gerçekleşti. [bk. 8/9-19]
[5] Âyetteki “… ferahlık içinde” ifadesine “nehir kıyılarında” diye mâna verenler de vardır.
Erdoğan.Lozan da anlaşilmayan ince yanlari var.
Pavlopulos'un sözlerine Erdoğan'ın cevabı:
Bunu cevapsız bırakmak da kendime saygısızlık olur. Ben tabi hukuk profesörü değilim ama siyaset hukukunu iyi bilirim. Siyaset hukukunda da, anlaşmaların güncellenmesi diye bir şart vardır ve bunu da biz yaparız. Yeterki ülkeler bu konuda mutabık kalsınlar, bunun dünyada çok örneği var. Sizler bu konuyu açtığını için bu konuya girdik. Açmamış olsaydınız, sayın Çipras'ın kabulünde bu konulara girerdik. Biz de çok sıkıntılar yaşadık, o yüzden sistem değişikliğine gidiyoruz. 2019'da Cumhurbaşkanlığı sistemine geçeceğiz.
Problemin tanımlanması,çoğu kez çözüimesinden daha önemlidir.
Bilimsel araştırma yöntemleri.sy.36.
55. Rahmân Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 78 âyettir. Adını birinci âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4. O çok merhametli (Allah), (Resûlü’ne) Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğret(mekle anlama, düşünme ve ifade yetisi ver)di.[1]
5. Güneş de ay da hesap ile (cereyan etmekte)dir.
6. Bitkiler de, ağaçlar da (Allah’a) secde ederler.[2]
7. (Bak gör) semayı; onu, O yükseltti ve (her şeyde)[3] ölçü (ve denge)yi koydu.
8. (Hak ve adalete ait) ölçüde taşkınlık (haksızlık) etmeyin. [krş. 42/17; 57/25]
9. Ölçüyü adaletle ve tam yapın, tartıları da eksik yapmayın.
10. (Allah) yeryüzünü canlılar için yayıp döşedi.
11-12. Orada meyve(ler) ve salkımlarla dolu hurma ağaçları, yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.
13. O halde (Ey insanlar ve cinler!) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
14. O, (ilk) insanı (son aşamasında) ateşte pişirilmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı.[4] [bk. 6/2; 15/26]
15. Cânnı (cinlerin babası İblis’i)[5] ise halis ateşten yarattı.
16. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
17. (O) iki doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir.[6]
18. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
19. (Suları acı ve tatlı olan) iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.
20. Aralarında bir engel (ve bir perde) vardır ki birbirinin sınırını aşmıyor (birbiriyle karışmıyor)lar. [bk. 25/ 53 ve dipnotu; 35/12]
21. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
22. O ikisinden inci ve mercan çıkar.
23. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
24. Dağlar gibi yapılıp (ya da yükseltilip) denizde yüzüp giden (gemi)ler O’nundur.
25. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
26. (Yer)[7] üzerinde bulunan her canlı fânidir. [bk. 28/88]
27. (Yalnız) azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı, bâkidir.
28. Öyle iken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
29. Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi ancak) O’ndan ister. O, her gün (her an, hikmetine uygun) bir işte/bir yaratıştadır.
30. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
31. Ey (insan ve cin) toplulukları![8] (Verdiğimiz mühletten sonra) siz(in hesabınız)a yöneleceğiz.
32. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
33. Ey cin ve insan topluluğu! (Siz o hesabınızı görme ve azabımız geldiği zaman) göklerin ve yerin çevrelerinden geçip gitmeye (kurtulmaya) gücünüz yeterse haydi geçip gidin! Ama (Bizden) bir yetki/kudret olmadıkça geçemezsiniz. [krş. 6/128]
34. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
35. (İnkar ve isyanınızdan dolayı) üzerinize saf ateşten bir alev ve kıpkızıl (zehirleyici) bir duman (veya erimiş bakır) gönderilecek (ve siz) de yardımlaşıp kurtulamayacaksınız.
36. Böyle iken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
37. Sonra gök (cisimleri ile) yarılıp da (içinden kaynayıp çıkanlar) kırmızı gül halini aldığı zaman, erimiş bir yağ gibi olduğu zaman.[9] [bk. 70/8; 84/1]
38. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
39. O gün insana ve cine günahından sorulmaya (lüzum kalmaya)caktır.
40. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
41. Günahkârlar, sîmâlarından tanınır da (cehenneme atılmak için onlar) alınların(ın) perçemi ile ayaklar(ın)dan yakalanır.
42. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
43-44. İşte bu, o günahkârların yalan saydığı cehennemdir ki onlar bununla kaynar su arasında (şaşkınca) dolaşırlar.
45. Böyle (bir azap var) iken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
46. Rabbinin huzurunda (o gün günahla) durmaktan (utanıp) korkan, (bunun için de günah işlemeyi terk eden) için iki cennet vardır.
47. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
48. (Bu cennetler) çeşitli ağaçlara sahiptirler.
49. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
50. Onlarda akıp giden iki kaynak vardır.
51. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
52. (Cennetlerin) ikisinde de her meyveden çift çift (çeşit)ler vardır.
53. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
54. (Hepsi de) yüz bezleri parlak kalın atlastan döşemelere yaslanarak iki cennetin meyvelerini yakından (zahmetsizce) toplarlar.[10]
55. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
56. Oralarda bakışını (yalnız eşlerine) çeviren (öyle dilber hûri)ler vardır ki bunlardan önce henüz kendisine ne bir insan ne de bir cin dokunmuştur.
57. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
58. Onlar yâkut ve mercan gibidirler.[11]
59. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
60. İyiliğin karşılığı, iyilikten başka mıdır?
61. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
62. (Onlar için o) iki (cennet)ten başka iki cennet daha vardır.
63. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
64. (Bu iki cennet de) yemyeşildirler.
65. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
66. İçlerinde, durmayıp fışkıran iki pınar vardır.
67. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
68. (Bu iki cennetin) içlerinde (görülmedik) meyve, hurma ve nar vardır.
69. Böyle iken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
70. İçlerinde huyu güzel, kendi çok güzel kadınlar vardır.
71. Böyle iken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
72. Otağlar içine kapan(ıp çekil)miş hûriler vardır.[12]
73. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
74. Bunlara o (cennetlik ola)nlardan önce ne bir insan ne de bir cin dokunmuştur.
75. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
76. (Bu cenneti kazananlar) yeşil yastıklara ve çok güzel döşeklere yaslanırlar.
77. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
78. Azamet ve ikram sahibi Rabbinin ismi ne yücedir!
[1] Cündioğlu, Anlamın Buharlaşması ve Kur’an, s. 129.
[2] Her şeyin Allah’a secde ettiğine dair bk. 22/18.
[3] Allah, gerek insanlar gerekse eşya arasında genel bir nizam/denge ve adalet koymuştur. Bunlara genel denge kanunları anlamında bilim dilinde “pesentur” veya daha farklı bir ifadeyle “gravitation” denir. İnsanlar arasındaki sosyal dengenin sağlanması için de Kur’an gönderilmiştir.
[4] Yüce Allah son aşamaya kadar, ilk önce topraktan (22/5; 30/20; 35/11), sonra yapışkan çamurdan (37/11), sonra şekil verilmiş çamurdan (15/26, 28, 33) ve son aşamada da âyette bildirildiği şekilde yaratmıştır.
[5] Tefsiru Kebîr XXI, 87-88; Kurtubi, XVI, 554. Bununla beraber ikinci olarak asılları itibariyle “insan topraktan, cinler de ateşten yaratıldı” şeklinde ifade etmişlerdir. Bk. Elmalılı, VII, 369-372, Zuhaylî, s. 52.
[6] İki doğu ve iki batı; dünyanın yuvarlak/küre olması ve dönmesi itibariyle, güneş ve diğerlerinin, birbirine karşıt olan taraflarına göre dünyanın bir zaman dilimindeki doğusu ve batısıdır. Yani yarım küre olan bir tarafta, görünüşe göre güneş batıp gece olurken, diğer tarafta doğmaktadır. Böylece dünyada iki doğu ve iki batı olayı meydana gelmektedir (senelik doğuş ve batış yeri için bk. 37/5). Mevsimlere göre doğuş ve batış yerleri ise dünyanın güneşin yörüngesindeki dönüşündendir. Bunların hepsi Allah’ın takdiri ve kanunudur. [“Doğular ve Batılar” için bk. 37/5; 43/38 ve dipnotları]
[7] Peygamberimiz (sas.) bu âyeti okurken yeri işaret etmiştir.
[8] “Sekalân” lügatte “iki ağırlık” demek olup iki topluluk murad edilmektedir.
[9] Bu olay, gökyüzünü bürüyecek bir duman sırasında olabilir. [bk. 44/10]
[10] Ondan ayaktaki de, yatan da, oturan da kolayca alıp yiyebilir (Celâleyn). [bk. 76/14]
[11] Yüzleri pembe pembe, ciltleri beyazdır (Beydâvî).
[12] Hûri, gözünün beyazı çok beyaz, karası da çok kara olan “âhû gözlü”ye denilir.
56. Vâkı'a Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 96 âyettir. 81-82. âyetleri Medine döneminde inmiştir. Adını, birinci âyette geçen aynı kelimeden alır. Bir hadiste, her gece Vâkı’a sûresini okuyanın fakirliğe düşmeyeceği ifade edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Kıyamet) olay(ı) vukû bulduğu zaman,
2. Onun oluşunu (artık) hiçbir yalanlayan yoktur.
3. O (kimini) alçaltıcı, (kimini) yükselticidir.
4. Yer (şiddetli) bir sarsıntı ile sarsılınca, [bk. 22/1; 69/14-15; 99/1-2]
5-6. Dağlar, ufalandıkça ufalanıp dağılmış bir toz haline gelince, [krş. 78/20]
7. Siz de (o gün) üç sınıf olursunuz.
8. Sağın adamları (sâlih amel işleyip amel defterleri sağından verilenler), ne mutlu/uğurlu kimselerdir.
9. Solun adamları (Allah’ın hükümlerine değer vermeyerek yaşayıp amel defterleri solundan verilenler) de ne uğursuz/bedbaht olanlardır!
10. (İman, ibadet ve hayır) yarışlarında öne geçenler(e gelince): Onlar (âhirette mükâfatta da) önde gidenlerdir. [krş. 35/32]
11. İşte onlar, (Allah katında) yakınlığa erdirilmiş olanlardır.
12. Na’îm cennetlerinde(dirler).
13. Birçoğu evvelki (ümmet)lerdendir.
14. Biraz(ı) da sonrakilerdendir.
15-16. Mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerinde karşılıklı yaslanmış olarak onların üzerinde
oturur)lar.
17-18-19-20-21. Ölümsüz gençler; (içmekle) başları ağrıtmayan, akılları gidermeyen (içeceklerin) kaynağından doldurulmuş kâseler, ibrik ve kadehlerle, hem de seçecekleri (her) bir meyve ve canlarının çektiği (her çeşit) kuş etiyle onların etrafında (hizmet için) dolanırlar.
22-23-24. (Oradaki) iri gözlü hûriler, (sedef kabuğu içindeki) saklı inci gibidirler. (Bunların hepsi mü’minlere,) yaptıklarına karşılık olarak verilir.
25-26. Orada boş ve günah bir laf işitmezler (ve konuşmazlar da); ancak (işittikleri) söz; “selam, selam”dır.
27. Sağ ehli olan (defteri sağından verilen, sevabı fazla gelen)ler var ya! Nedir o sağ ehli(nin mükâfatı)?
28-29-30-31-32-33-34. (Onlar, cennette) dikensiz Arabistan kiraz ağacı, meyveleri kat kat dizilmiş muz ağaç(lar)ı, (kesintisiz) uzayan gölgeler,[1] çağlayan su(lar), kesil(ip bit)meyen ve yasak da edilmeyen birçok meyveler arasında ve yüksek döşekler (üstün)de (hûrilerle)dirler.
35-36-37-38. Doğrusu biz, onları (hûrileri) defteri sağdan verilen (bahtiyar kimse)ler için (yep)yeni yarattık. Onları bâkireler, (kocalarına düşkün) hep aynı yaşta (kalan) sevgililer yaptık.
39-40. (Bunların da) birçoğu evvelki (ümmet)lerdendir. Bir çoğu da sonrakilerdendir.[2]
41. Defteri solundan verilenler(e gelince, onlar) ne (bedbaht) sol ehlidirler!
42-43-44. (Onlar, kavurucu) bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve faydası olmayan kapkara dumandan bir gölgededirler.[3]
45-46. Çünkü onlar, bundan önce (dünyada) zevklerine düş(üp az)mışlar ve (aldırmadan) büyük günah üzerinde ısrar edip gidiyorlardı.
47. Bunlar diyorlardı ki: “Biz hakikaten öldüğümüz, bir toprak ve bir kemik yığını olduğumuz zaman mı, diriltilecekmişiz?”
48. “Evvelki atalarımız da mı?”
49-50. (Resûlüm! O inkârcılara) söyle: “Şüphesiz hem evvelkiler hem sonrakiler, belli bir günün muayyen bir vaktinde mutlaka toplanmış (olacak)lardır.” [bk. 11/103-105]
51. Sonra hakikaten siz, ey sapıklar (ve dirilmeyi) yalanlayanlar!
52. Elbette (cehennemin) zakkum ağacından yiyeceksiniz. [bk. 17/60; 37/62-64]
53. Karınları(nızı) hep onunla dolduracaksınız.
54. Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.
55. Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içtiği gibi içeceksiniz (içtikçe de susuzluğunuz artacak).
56. İşte ceza gününde onların ağırlanması bu (şekilde)dir.
57. Sizi, biz yarattık. O halde tasdik etmeniz gerekmez mi? [bk. 30/27; 19/67]
58. (Rahimlere) döktüğünüz meniye (onun insan olmasına) ne dersiniz?
59. Onu (bir insan olarak) siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?
60-61. Aranızda ölümü takdir (ve vaktini tayin) eden biziz. Sizi (öldürüp veya helak edip yerinize) benzerlerinizi getirmemizin ve sizi bilmediğiniz bir âlem (olan âhiret)te[4] yeniden var etmemizin kimse önüne geçemez. [krş. 6/6; 35/16; 70/41; 76/28]
62. Andolsun ki ilk yaratılışı(nızı) bildiniz. O halde (öldükten sonra da yeniden diriltileceğinizi) düşünmeniz gerekmez mi?
63-64. Söyleyin bana, ekip durduğunuz şeyi! Siz mi onu (yerden) bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
65. Dileseydik, elbette onu bir çer çöp yapardık. Siz de şaşar kalır (ve emek verdiğinize pişman olur)dunuz.
66-67. “Hakikaten biz borç altına girdik (ziyandayız), daha doğrusu (yiyecekten bile) mahrumuz.” (derdiniz).
68-69. Söyleyin bana, içmekte olduğunuz suyu, onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? [bk. 15/22; 16/10; 39/21]
70. Eğer dileseydik, onu tuzlu, acı bir su yapardık. O halde şükretmeniz gerekmez mi?
71-72-73. Söyleyin bana; (iki yeşil ağaçtan) çakmakta olduğunuz ateşi; onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu bir ibret ve (çölde) konaklayanlara da bir fayda vesilesi yaptık. [bk. 36/80]
74. O halde pek yüce Rabbinin adını tesbih et.
75-76. Yıldızların yerlerine (Kur’ an’a)[5] yemin ederim ki doğrusu bu (yemin) eğer bilirseniz büyük bir yemindir.
77-78-79. Şüphesiz o, korunmuş bir kitapta (yazılı) olan pek şerefli/değerli Kur’an’dır ki O’na temiz olanlardan başkası dokunamaz.[6]
80. (O) âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.
81. Şimdi siz, bu (ilâhî) kelâmı mı küçümsüyor/hor görüyorsunuz?
82. Siz, (o Kur’an’dan faydalanmak yerine)[7] ondan nasibinizi, yalanlamakla mı alıyorsunuz.
83. Hele (can) boğaza gelince,
84. O vakit siz, (ölenin yanında) bakıp durursunuz.
85. Biz, ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.
86-87. Eğer (kıyamette dirilip) hesaba çekilmeyeceğiniz sözünde doğru iseniz, o (çıkmakta olan can)ı geri çevirseniz ya!
88-89. Eğer (ölen kişi, Allah’a) yakınlık kazanmışlardan ise, artık (ona) rahatlık, ‘hoş kokulu güzel rızık’ ve Na’îm (bol nimet) cenneti vardır.
90-91. Eğer (ölen kişi amel defteri sağ eline verilen) bahtiyar kimselerden ise: “Ey bahtiyarlardan olan! Selam sana! (Sen selamettesin).” (denilir).
92-93-94. Fakat (o ölen kimse Kur’an’ı) yalanlayanlardan ve sapıklardan ise; onun için kaynar sudan bir ziyafet(!) ve cehenneme atılma vardır.
95. Şüphesiz bu, kesin gerçeğin ta kendisidir.
96. O halde Rabbini “Azîm” ismiyle tesbih et.[8]
[1] Cennetteki gölgeler için bk. 4/57; 77/41.
[2] Yukarıdaki âyetlerde sağ ehlinin cennetteki halleri anlatılmaktadır. Âyetlerin tefsirinde, cennet ehlinin 30-33 yaşında gençler olarak cennete girecekleri, hûrilerin de doğurma vasfı olmaksızın yaratılacağı, dünyadaki yaşlı kadınların da bâkire kızlara dönüştürülecekleri rivayetlerine yer verilir.
[3] Cehennemdeki gölge için bk. 77/29-34.
[4] Âhirette, yaratıldığınız gibi diriltilmenizden de şüpheniz olmasın. [krş. 36/51]
[5] “Nücûm” (yıldızlar), Kur’an’ın kısımları anlamına gelmektedir (Elmalılı, VI, 4722).
[6] Kur’an’a dokunma hususunda görüşler:
1. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, âyetteki “ona” zamirinin ait olduğu Kitab, Kur’an’dır. Bundan dolayı hadîs-i şerîfe de dayanılarak “Bir zaruret olmaksızın Kur’an’a abdestsiz dokunmak/ele almak caiz değildir.” denilmiştir (Kurtubî, XVII, 229; İbni Âbidîn, I, 160-161; Cezîrî, I, 47-48, 121-122; Elmalılı, VII, 412; Sâbûnî (Ahkâm), II, 508).
2. Diğer görüşe göre sebeb-i nüzûlü de esas alınarak; Âyetteki “ona” zamirinden maksat, yani o dokunulamaz olan bu Kur’an değildir. Çünkü Kur’an Mekke’de henüz bir kitap olarak meydana gelmemiş ve hitap da müşrikleredir. Aynı zamanda Sâffât sûresi 7-8 ve Abese sûresi 13-16’da olduğu gibi el-Kitâbu’l-Meknûn (Levh-i Mahfûz’)dur. “O’na da şeytanlar değil, ancak arındırılmış (tertemiz olan) melekler dokunabilir.” Sûrenin Mekke’de nâzil oluşundan dolayı bu ifade, aynı zamanda müşriklerin, “Onu şeytanlar indirdi.” sözlerine bir cevap mahiyetindedir (Cevzî, s. 203-207). “Ona zamiri de Kitab’a daha yakın olduğundan ona râci’dir.” denmiştir (İbni Cüzey, s. 87).
Dolayısıyla, bu görüşten hareketle, âcil hallerde Allah’ın mesajını anlayıp gereğince hareket etmek gayesiyle Kur’an’a yaraşan hürmet ve saygı içinde, bu görüşlerden ikincisiyle harekette beis olmadığını söylemek mümkün ise de, sevap, fazîlet ve takvâya en yakın olanı birinci görüş olan abdestli okumaktır. Kur’an abdestsiz ezbere okunur. Fakat cünüpken okunamaz. Gayrimüslimler bu konunun dışındadır.
[7] Elmalılı, VII, 412.
[8] “Sübhâne rabbiye’l-azîm” denmesi bu âyet sebebiyledir
57. Hadîd Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 29 âyettir. Hadîd, “demir” demektir. Sûre adını, demirin önemine işaret eden 25. âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerde ve yerde olan her şey, Allah’ı tesbih eder. O, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir. [krş. 17/44]
2. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı yalnız) O’nundur. Hem diriltir, hem öldürür. O, her şeye kâdirdir.
3. O (Allah); hem ilktir, hem son(suz kalacak olan)dır. Zâhir’dir (varlığının delilleri açıktır). Bâtın’dır (zâtının hakikati gizlidir). O, her şeyi hakkıyla bilendir.
4. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükümran olandır. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni hep O bilir. Nerede olsanız sizinle beraberdir. Allah (bütün) yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
5. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) ancak Allah’ındır. Bütün işler ancak O’na döndürülür.
6. Geceden (bir kısmını) gündüzün içerisine katar (böylelikle gündüzler uzar). Gündüzden de gecenin içerisine katar (böylelikle geceler uzar). O, sînelerin özünü hakkıyla bilendir.
7. Allah’a ve Resûlü’ne inanın, sizi üzerinde tasarrufuna/harcamasına vekil kıldığı (maddî) şeylerden (Allah uğrunda) harcayın. Sizden iman edip de (Allah için) harcayanlar var ya! Onlar için büyük bir mükâfat vardır.
8. Size ne oluyor da, Peygamber sizi Rabbinize inanmanız için çağırdığı halde, Allah’a inanmıyorsunuz? Halbuki (inanmanız için Allah, ezelde) sizden kesin söz almıştı. Eğer inanacaklardansanız (hemen inanın). [bk. 5/7; 7/172]
9. Sizi (her türlü) karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna açık açık âyetleri indiren O’dur. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. [krş. 2/257]
10. Size ne oluyor da Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin (bütün) mirası Allah’ındır (her şey, asıl sahibi olan Allah’a kalacaktır). İçinizden (Mekke) feth(in)den önce (Allah yolunda) harcayan ve savaşanlar, (diğerleriyle) bir olmaz. İşte onlar derece bakımından, (fetihten) sonra harcayan ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, yine de (bunların) her birine en güzel (mükâfat olan cennet)i vaadetmiştir. Allah (bütün) işlediklerinizden haberdardır. [bk. 4/95]
11. Kim ki Allah’a “karz-ı hasen”[1]le bir borç verirse Allah da ona o(nun karşılığı)nı kat kat artırır. Hem ona değerli bir mükâfat da vardır.
12. O gün mü’min erkeklerle, mü’ min kadınların (Allah’ı gerektiği şekilde tanıma ve amellerinin) nurlarının, önlerinden ve sağlarından (aydınlatıp) gitmekte olduğunu görürsün. (Onlara:) “Bugün sizin müjdeniz, içlerinde ebedî kalacağınız, alt tarafından ırmaklar akan cennetlerdir.” (denilecek). İşte bu, büyük ‘kazanç ve kurtuluşun’ ta kendisidir.
13. O gün, münâfık erkekler ve münâfık kadınlar, o iman etmişlere: “(Ne olur) bize bakın (bizi bekleyin) de nurunuzdan alalım (biraz faydalanalım).” derler. (Onlara:) “Dönün arkanıza (tekrar dünyaya) da (burası için) bir nur arayın.” denilir. Sonra aralarına kapılı bir sûr çekilir. (Öyle ki) onun iç tarafında rahmet, dış tarafında da azap vardır.
14. (Münâfıklar,) onlara seslenirler: “Biz (dünyada) sizinle değil miydik?” (Mü’minler de:) “Evet (görünüşte beraberdik). Fakat siz, fitnelik yapıp kendi (canı)nızı yaktınız. (Kur’an’ın hükümlerini hiçe saydınız hep mü’minleri dışladınız, eksik tarafları ve felaketleri için) fırsat gözlediniz. Şüphe ettiniz (tam inanmadınız). Kuruntular sizi, Allah’ın emri (ölüm) gelinceye kadar aldat(ıp oyala)dı. O çok aldatıcı (şeytan), Allah’a karşı bile (inanç ve ibadet hususunda) sizi aldattı.” [bk. 83/29-35]
15. (Ey münâfıklar!) Bugün artık ne sizden ne de (açıktan) inkâr edenlerden (kurtuluş için) bir fidye alınır, barınacağınız yer ateştir. Size layık olan yer orasıdır. O, ne kötü gidilecek bir yerdir!
16. İman edenlerin Allah’ı anma ve hak olarak inen (Kur’an’)a karşı kalplerinin ürpermesi/saygıyla yumuşaması zamanı gelmedi mi?[2] (Mü’minler,) sakın bundan önce kendilerine kitap verilip de (onunla alakayı keserek) üzerlerinden uzun zaman geçmiş, kalpleri artık katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Çünkü onlardan çoğu (Allah’ın emrinden çıkmış) fâsık (olmuş)lardır.
(Âyet-i kerîmede yüce Allah, mü’minlere, kitaplarından uzaklaşan yahudiler ve hıristiyanlar gibi olmamalarını emir buyuruyor. Çünkü mü’minlerin Kur’an’la imanlarının kuvvetlenmesi, kalplerinin sükûn, hayatlarının huzur içinde olması gerekirken (8/2; 13/28), bunun aksine Kur’an’dan, onun kültüründen, mânevî gıdasından ve hükümlerinden uzaklaşan kalp imanca zayıflar, katılaşır ve duygusuzlaşır. Böyle bir kalbe sahip olan insan Allah’a karşı sorumluluğunu unutur, maddeci ve menfaatperest olur. Menfaatini başkalarının zararlarına, hatta yok olmaları üzerine kurmakta kalbi huzursuz olmaz.)
17. Bilin ki Allah, yeri ölümünden sonra diriltir. Hiç şüphesiz biz, akıl erdiresiniz diye size âyetleri (böyle) açıklarız.[3]
18. Doğrusu sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah’a karz-ı hasende bulunanlar (gönül hoşluğuyla güzel ödünç verenler)in (karşılıkları) kendilerine kat kat verilecektir. Onlar için (ayrıca) değerli bir mükâfat vardır. [krş. 57/11 ve açıklaması]
19. Allah’a ve resûllerine inananlar hem Rableri yanında dosdoğru olanlar hem de (Allah için) şehit olanlar/şâhitlikte bulunanlardır. Onların hem mükâfatları, hem de nurları vardır. İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar(a gelince), onlar da cehennem ehlidirler. [bk. 24/35-36; 39/22]
20. Bilin ki (âhiret kazancına önem verilmeden geçirilen) dünya hayatı, ancak (geçici) bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlatta çoğalma yarışıdır. (Bu) tıpkı şuna benzer: Bir yağmurun bitirdiği (o yeşil) bitki, ekincilerin hoşuna gider, (fakat) sonra o (bitki) kurur da sen onu sararmış halde görürsün.
(bitki) kurur da sen onu sararmış halde görürsün. Sonra da çer çöp olur (işte dünyadaki her şey de böyledir). Âhirette ise (günahkârlara) şiddetli azap, (iyilere de) Allah’tan mağfiret ve hoşnutluk vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir faydalanmadan (bir rüyaya sevinmeden) başka bir şey değildir.[4] [bk. 3/14; 10/24; 18/45-46; 39/21]
21. (O halde dünyanın bu aldatıcılığına aldanmayıp tevbe ve sâlih amellerle) Rabbinizden bir mağfirete ve Allah’a ve resûllerine inananlar için hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete (girmek için) koşuşun/yarışın. Bu Allah’ın bir lütfudur ki onu dilediğine verir.[5] Allah büyük lütuf sahibidir.
22. Gerek yerde, gerek kendi canlarınızda meydana gelen (kıtlık, afet ve hastalık gibi) herhangi bir musibet, biz onu yaratmadan önce mutlaka bir Kitab’da (Levh-i Mahfûz’da) yazılmıştır. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.
23. (Her şeyin önceden yazılmış olması)[6] elinizden çıkıp gidene üzülmemeniz (Allah’ın takdiri diye boyun eğmeniz) ve O’nun size verdiğiyle de sevinip şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.
24. (İşte) onlar, cimrilik yaparlar ve insanlara da cimriliği emrederler. Kim de (Allah yolunda malını vermekten) yüz çevirirse, şüphe yok ki Allah Ganî’dir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), hamd edilmeye (en) layık olan O’dur.
25. Andolsun ki biz, resûllerimizi, açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti (vahye uygun olarak)[7] ayakta tutmaları için, onlarla beraber (hükümleri bildiren) Kitab’ı ve mîzânı (adalet ve ölçüyü de) indirdik. Bir de kendisinde çetin bir kuvvet ve insanlara birçok faydalar bulunan demiri indirdik (var edip ikram ettik)[8] ki böylece Allah’ın, kendi (dini)ne ve Resûlü’ne gıyaben/görmediği halde kimin (bundan faydalanıp) yardım edeceğini belli etsin. Şüphesiz Allah çok kuvvetlidir, daima galiptir.
(Yüce Allah burada ilâhî adaletin hayata hâkim olmasını, bunun için de demirden faydalanarak her türlü kuvveti elde etmeyi bildirmektedir.)
26. Andolsun ki biz, Nuh’u ve İbrahim’i (peygamber olarak) gönderdik. Peygamberliği ve Kitab’ı da (artık) onların nesillerine verdik. Onlardan bir kısmı doğru yolu bulmuştur. Fakat çoğu yoldan çıkmışlardır.
27. Sonra onların izleri üzerine ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryemoğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik. O’na İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet (duygusu) koyduk. Ruhbanlığa (gelince):[9] Onu kendileri icat ettiler. Biz onu üzerlerine yazmadık, ancak Allah’ın rızasını aramak için (böyle bir şey ortaya koydular). Fakat ona da hakkıyla uymadılar (teslis inancına ve riyakârlığa saptılar). Biz de onlardan (ortak koşmadan)[10] iman edenlere mükâfatlarını verdik. Onlardan birçoğu yoldan çıkmışlar (kâfir olmuşlar)dır. [bk. 5/17-72-73; 9/30]
28. Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının! O’nun (son)[11] Resûlü’ne de inanın ki,[12] rahmetinden size iki pay versin; size hem (imanınızdan dolayı) ışığı ile yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin hem de sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 7/157; 24/34-35; 39/22]
29. Böylece (son Peygamber’e inanmayıp “yahudiler yahudi hıristiyanlar da hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” diyen) Ehl-i Kitab, kesin olarak bilsin ki[13] Allah’ın lütfundan hiç bir şey (elde etmey)e asla güç yetiremezler. Muhakkak ki lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. [bk. 2/135; 7/157]
(Gerçekten bilinçli olarak Allah’a inananlar, O’nun gönderdiği peygamber ve kitaplarının hepsine inanırlar, son din İslâm’a göre de hayatlarını düzenler ve sorumluluklarını yerine getirirler.)
[1] Karz-ı hasen (güzel bir borç): Karşılığını Allah’tan bekleyerek, malın iyisinden, helalinden gönül hoşluğu ile gösterişsiz olarak Allah yolunda vermektir. Bu da Allah’a vermek gibidir (Beydâvî). Sırf Allah rızası için darda kalmış müslümana borç vermek veya tahsilinde kolaylık sağlamak da böyledir. Ebû Dahdâh (ra.), “Ey Allah’ın Resûlü! Allahu Teâlâ bizden ödünç mü istiyor?” dedi. O da, “Evet” diye cevap verdi. Bunun üzerine, “Elini bana ver.” dedi. Resûlullah (sas.) da elini ona uzattığında elini tutup dedi ki: “Ben bahçemi Rabbime ödünç verdim.” Ebû Dahdâh’ın bahçesinde 600 hurma ağacı bulunuyordu. Hanımı ve çocukları orada oturuyorlardı. Ebû Dahdâh gelip onlara, “Artık buradan çıkın, ben onu Rabbime ödünç verdim.” dedi. Kadının sözü ancak “Bu alışverişin hayırlı olsun.” demek oldu. Çocuğunu ve eşyasını taşıdı. Resûlullah (sas.), “Ebû Dahdâh’ın cennette kocaman dalları olan hurma ağaçları var.” buyurdu. (İbni Kesîr (Çetiner), XIV, 774). [bk. 2/245; 5/12; 57/18; 64/17; 73/20]
[2] Bu âyette mü’minlere büyük bir uyarı vardır.
[2] Bu âyette mü’minlere büyük bir uyarı vardır.
[3] Kur’an’dan ve Allah’ı anmaktan uzaklaşıp kalplerini katılaştıranlar, âyette verilen misal gibi ölümden sonra dirilip hesap vereceğini düşünmelidir.
[4] Bu âyet-i kerîmede dünya ve âhiret hayatı anlatılmaktadır. Ancak dünya hayatının aldatıcılığı, onu terk etmek için değil, ondakilere dalıp âhiret hazırlığını unutmamak, dengede tutmak içindir. Hayatını yalnız dünya hayatına bağlayan insan ise İslâmî kimlik ve kişiliğe henüz erişememiş demektir. [krş. 28/77. bk. 63/9; 64/15]
[5] Bu ifadede, Allah’ın fazl ü ihsanı olmadan kimsenin cennete giremeyeceğine işaret vardır.
[6] Beydâvî.
[7] İbni Kesîr (Sâbûnî), IV, 314.
[8] “Enzele” kelimesi, halketmek ve ihsan etmek anlamındadır. bk. Cündioğlu, Kur’an Çevirilerinin Dünyası, s. 81-82.
[9] Rahbâniyet (Ruhbanlık): Ömür boyu dünya lezzetlerinden el çekip evlenmeyip ücra yerlerde sırf ibadetle meşgul olmaktır. İslâm bunu yasaklamıştır.
[10] Taberî, XVII, 139.
[11] Taberî, XVII, 139.
[12] Çünkü peygamberlerin birine bile iman edilmezse hiç iman edilmemiş sayılır.
[13] “Liellâ”daki “lâ” tekid içindir.
58. Mücâdele Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 22 âyettir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) Allah, kocası hakkında seninle tartışan (hüküm için ısrar eden) ve Allah’a şikayette bulunan (kadın)ın sözünü işitti (dileğini kabul etti). Allah zaten sizin (her) konuşmanızı işitir. Çünkü Allah hakkıyla işitendir, görendir.[1]
2. Sizden hanımlarına (“sen bana anamın sırtı gibisin” diyerek)[2] zıhar yapan (onları kendilerine haram kılan)lar (bilsinler ki) o kadınlar, onların anaları değildir. Anaları, ancak kendilerini doğuranlardır. Doğrusu onlar, çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz ki Allah (tevbe edenleri) çok affedendir, çok bağışlayandır.
3. Kadınlarına zıhar yap(arak onlardan ayrıl)anların, sonra da söylediklerinden geri dönenlerin birbirleriyle karı koca ilişkisine girmeden önce bir köle azat etmesi lazımdır. İşte size, bu (hüküm) ile öğüt veriliyor. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
4. Kim de (bu imkânı) bulamazsa, (yine onun için) birbirleriyle ilişkide bulunmadan önce iki ay peş peşe oruç tutmak (lazım)dır. Buna da güç yetiremezse, (yine önce) altmış yoksulu doyurmak (lazım)dır. Bu (kefâretteki kolaylıklar) Allah’a ve Resûlü’ne iman(da gereğini yapmaya sebat) gösterdiğiniz içindir. Bunlar Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. (Bunları kabul etmeyen) kâfirler için acıklı bir azap vardır.
5. Allah ve Resûlü’(nün emirleri)ne muhalefet eden/karşı olanlar, kendilerinden öncekilerin alçaltıldıkları gibi alçaltılacak (ve yere çarpılacak)lardır. Halbuki (bu konularda) biz apaçık âyetler de indirmişizdir. (Bunları) inkâr edenler için alçaltıcı bir azap vardır.
6. O gün Allah, onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah (onların yaptıklarını) sayıp dökmüş, onlar ise unutmuştur. Allah, her şeye şahittir.
7. Göklerde olanları ve yerde olanları Allah’ın bildiğini görmedin mi? Hangi üç (kişi) arasında bir fısıltı (ile konuşma) olmayagörsün, mutlaka O (Allah) bunların yanında dördüncüsüdür. Beş (kişi) arasında (bir fısıltı) olmayagörsün, mutlaka O, bunların (yanında) altıncısıdır. Bundan daha az (iki) ve daha çok ve nerede olsalar yine O, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra (Allah) kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir. [bk. 3/5; 9/78; 14/38; 43/80]
8. (Resûlüm!) Görmüyor musun şu (münâfık ve yahudi olan)
8. (Resûlüm!) Görmüyor musun şu (münâfık ve yahudi olan) kimseleri ki fısıltı ile konuşmaktan menedildikten sonra, yine kendilerine yasaklanan şeyi yapıyorlar; günahı, düşmanlığı ve Resûl’e isyanı fısıldaşıyorlar. Sana geldikleri zaman seni, Allah’ın selamlamadığı bir şekilde selamlıyorlar.[3] Kendi içlerinde de: “Bizim (böyle) söylememiz sebebiyle Allah bize azap etmeli değil miydi?” diyorlar. Onlara cehennem yeter; girecekler oraya. O, ne kötü bir dönüş yeridir!
9. Ey iman edenler! (Aranızda) gizli konuştuğunuz zaman, günahı, düşmanlığı ve Peygamber’e karşı gelmeyi fısıldaşmayın. İyiliği/iyi olanı, takvâyı fısıldaşın ve huzurunda toplanacağınız Allah’a saygılı olup emrine uyun.
10. O (günaha sebep olan) gizli konuşma(lar ve gizli toplantılar) ancak şeytandan(ve şeytan yanlısı olmaktan)dır. (Bu da) iman edenleri üzmek gayesiyledir. Halbuki Allah’ın izni olmadıkça o (fısıldaşmalar ve şeytan), onlara hiçbir şekilde zarar verici değildir. O halde mü’minler Allah’a güvenip dayansınlar.
11. Ey iman edenler! Toplantılarda size: “(Gelenlere) yer açın.” denildiği zaman, hemen yer açın (genişletin) ki Allah da size genişlik ver(ip darlığınızı gider)sin. “Kalkın (yer verin).” denildiğinde kalkın ki Allah sizden iman edenlerle, kendilerine ilim verilmiş olanları derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
(Bu 9, 10 ve 11. âyetler İslâmî görgü kurallarından bazılarıdır. Resûlullah (sas.) “Eddebenî Rabbî.” (Beni Rabbim edeplendirdi) buyurmuştur. İşte Resûl’ün yaşayışı Kur’an yaşayışıdır. Ne mutlu müslümanım deyip de tüm ahlâk ve görgü kurallarında Hz. Peygamber’i örnek alanlara! En büyük önder ve örnek Allah Resûlü Hz. Muhammed’dir.) [bk. 4/80; 33/21]
12. Ey iman edenler! Siz Peygamber’e fısıltı ile (özel bir şey) arz edeceğiniz zaman, bu gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temiz (bir yöntem)dir. Eğer (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, şüphe yok ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
(Allah Resûlü’nün meclisinde bazıları, özellikle zengin olan yeni müslümanlar, gerekli gereksiz onunla fısıldaşıyorlardı. Bu da onu rahatsız ediyordu. Yüce Allah, Resûlü’nü rahatlatmak için bu âyetle bir tedbir almış oldu. Fakat çok geçmeden maksat anlaşıldı ve aşağıdaki âyet indirildi:)
13. Fısıltı ile (özel) konuşmanızdan önce sadakalar vereceğinizden korktunuz (hem fısıltıyı, hem de sadakayı kestiniz değil) mi? Madem ki yapmadınız, Allah da (özrünüzü ve) tevbenizi kabul etti (ve hayrı konuşmanıza izin verdi). O halde namazı gereğince kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
14. Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu (yahudileri) dost edinen (münâfık)ları görmedin mi? Onlar sizden de değildir, onlardan da değildir. Kendileri bildikleri halde (mü’miniz diye) yalan yere yemin ederler.
15. Allah, o (münâfık ola)nlar için şiddetli bir azap hazırladı. Doğrusu onların işledikleri şeyler ne kötüdür!
16. Onlar (müslümanız diye) yeminlerini kalkan yapıp da (mü’minleri) Allah yolundan çevirdiler. İşte onlar için rezil edici bir azap vardır.
17. Onların malları ve evlatları, Allah’(ın azabın)dan hiçbir şeyi kendilerinden uzaklaştıramaz. Onlar ateş ehlidirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
18. Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size (yalan yere) yemin ettikleri gibi, O’na da (mü’miniz diye) yemin ederler ve onlar hakikaten bir şey üzerinde olduklarını (bu yeminin kendilerine bir fayda vereceğini) sanırlar. Haberiniz olsun ki onlar, yalancıların (münâfıkların) ta kendileridir. [bk. 6/22-23; 16/28]
19. Şeytan onları(n içini dışını) kaplamış da Allah’ı anmayı (O’nun hükümlerini) onlara unutturmuştur. Bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki şeytanın taraftarları hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
20. Allah’a ve Resûlü’ne (emirlerine) muhalefet/düşmanlık edenler, gerçekten, en aşağılıklar arasındadırlar. [bk. 58/5, 22]
(Bunlar, tevbe edip hallerini düzeltmedikçe, samimi mü’minler onlara rağbet edip değer vermezler.)
21. Allah (şöyle) yazmıştır: “Andolsun ki hem Ben, hem de peygamberlerim galip geleceğiz.” Şüphe yok ki Allah güçlüdür, daima üstün gelir. [bk. 40/51]
21. Allah (şöyle) yazmıştır: “Andolsun ki hem Ben, hem de peygamberlerim galip geleceğiz.” Şüphe yok ki Allah güçlüdür, daima üstün gelir. [bk. 40/51]
22. Allah’a ve âhiret gününe (gerçekten) iman eden hiçbir kavmin, Allah’a ve Resûlü’ne (emirlerine) muhalefet/düşmanlık eden kimselerle dostluk ettiklerini göremezsin (onları sevip sayamazlar). İsterse onlar; babaları, oğulları, kardeşleri veya sülaleleri olsunlar. İşte O (Allah), onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruh ile[4] desteklemiştir. Onları, içlerinde ebedî kalmak üzere alt tarafından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah taraftarıdır(lar). Haberiniz olsun ki hakikaten Allah taraftarları, kurtuluş (ve saadet)e erenlerin ta kendileridir.
(Allah taraftarları ya da Allah tarafında olanlar demek; Allah ve Resûlü’ne muhalefet edenlerin, yani şeytan, kâfir, müşrik ve tâğûtların taraftarlığını kabul etmeyen ve Allah’ın buyruklarını esas alıp ona göre yaşayışını düzenleyen demektir.) [krş. 109/1-6 ve ön bilgi]
[1] Câhiliye devrindeki Araplar arasında “zıhar yapma” âdeti vardı. Buna göre, bir adam karısına, “Sen bana anamın sırtı gibisin.” deyince, karısı ona anası gibi ebedî olarak haram olurdu. İşte ashabdan Evs b. Sâmit ufak bir şeye kızıp karısı Sâlebe bint Havle’ye önce böyle demiş, ardından pişman olmuştu. Fakat pişman olması kâfi değildi. Karısı, Resûlullah’a gitti, ağladı; kendisinin ihtiyar ve fakir olduğunu, çocuklarının da ortada perişan kaldığını anlattı. Allah’ın Resûlü ona, “Sen ona haramsın.” dedi. Fakat kadın, tekrar tekrar kocasına dönmek için bir fetva istedi. Bir fetva alamayınca nihayet elini Allah’a açtı, ıstırabını, şikayetini O’na yöneltti ve dermanı O’ndan istedi. İşte her şeyi bilip işiten Allah, bunun üzerine ilgili âyetleri indirdi.
[2] Sırtı, vücudu anlamında söylenmektedir. [bk. 33/4]
[3] “es-Selâmu aleyk” yerine, “sana ölüm olsun” anlamında “es-Sâmü aleyk” diyorlar.
[4] Kalp, nur ve hakta sebat ile, yahut bir melekle (Mukâtil, s. 63).
59. Haşr Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 24 âyettir. Haşr, “sevkiyât için bir yere toplamak” demektir.[1] 2-17. âyetlerdeki yahudi kabilelerinden Nadroğulları’nın sürülmeleri hadisesinden hareketle, sûreye bu ad verilmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah’ı tesbih eder. O mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
2. Ehl-i Kitab’dan (ahitlerinden cayan ve Peygamber’e suikast tertipleyip) küfre sapanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar (yani Nadroğulları yahudileri) de, kalelerinin kendilerini, Allah’(ın azabın)dan koruyacağını sanmışlardı. Allah(’ın azabı), onlara hesap etmedikleri taraftan geldi ve kalplerine korku düşürdü. Öyle ki evlerini hem kendi elleriyle hem de mü’minlerin elleriyle ‘yıkıp harap’ ediyorlardı. Ey basîret sahipleri! (Gerçeği görebilenler! Bundan) ibret alın![2]
(Bir şey, insanların yalnız kendi isteğine göre olmaz; onun yanında bir de mühim olan ve unutulmaması gereken, Allah’ın planı/takdiri vardır ki işte “ibret alın” ifadesi buna işaret etmektedir.)
3. Eğer Allah onlara (bu) sürgünü yazmasaydı bile, elbette kendilerine dünyada yine (başka şekilde) azap ederdi. (Kaldı ki) âhirette de onlar için ateş azabı vardır.
4. Onların bu şekilde sürülmeleri, Allah’a ve Peygamberi’ne muhalefet etmeleri/karşı gelmeleri (ve düşmanlık etmeleri) yüzündendir. Kim de Allah’(ın buyrukların)a muhalefet eder/karşı gelirse, şüphesiz ki Allah’ın azabı çetindir.
5. (O hainlik yapan yahudilerin yurtlarında kendilerine siper edindikleri) herhangi bir hurma ağacını (ne zaman) kestiniz veya onu (kesmeyip) kökleri üzerinde (olduğu gibi) bıraktınızsa, (hep) Allah’ın izniyledir ve (bu izin) yoldan çıkanları rezil etmek içindir. (Yoksa öfke veya keyfinize göre kesemezsiniz.)
6. Allah’ın onlardan Peygamberi’ne kolayca ganimet olarak verdiği şeye gelince, siz onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz. (Akın edip harp etmediniz.)[3] Fakat Allah, Resûlü’nü dilediği kimseler üzerine ‘salarak (onların kalplerine düşen korkudan dolayı onlara) harpsiz galip kılar.’ Allah her şeye kâdirdir.
7. Allah’ın (fethedilen diğer kâfir) memleketler halkın(ın malın)dan, Resûlü’ne ganimet verdiği şeyler; Allah’a, Peygamber’e, akrabalarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara aittir. Bu da (bu malların), içinizden yalnız zenginler arasında elden ele dolaşan bir servet olmaması içindir. Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan da vazgeçin.[4] Allah’a saygılı olup emirlerine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.
8. (Bir de bu ganimetler,) hicret eden fakirlere aittir. Onlar, Allah’tan bir lütuf ve bir rıza ararlarken, hem de Allah’a ve Resûlü’ne (malları ve canlarıyla) yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. İşte bunlar, (iman ve mücadelelerinde) doğru olanların ta kendileridir.
9. Onlardan önce (Medine’yi) hem yurt hem de iman (İslâm) evi edinen kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı gönüllerinde bir ihtiyaç (bir sıkıntı) duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile, (onları) öz canlarına tercih ederler.[5] Kim (mala karşı) nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. [bk. 76/8]
(Medine’ye hicret olayının temelinde, gerçek vatanın müslümanın doğduğu fakat küfrün hâkim olduğu yerden ziyade, imanının gereği gibi rahatça yaşayacağı yer olduğu gözükmektedir.)
10. Bunlardan sonra gelen (diğer bütün mü’min)ler derler ki: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce imanla geçmiş (din) kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde, iman edenler için bir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen pek şefkatlisin, pek merhametlisin.” [bk. 9/100]
11. Görmez misin (şu) münâfıklık edenleri? (Onlar) Ehl-i Kitab’dan o küfre sapan kardeşlerine:[6] “Eğer siz, (yurdunuz Medine’den) çıkarılırsanız, elbette biz de sizinle beraber çıkarız ve sizin aleyhinize hiçbir kimseye[7] asla itaat etmeyiz. Eğer sizinle savaşılırsa, mutlaka (biz de) size yardım ederiz.”[8] derler. Halbuki Allah şahitlik eder ki onlar kesinlikle yalancıdırlar.
12. Andolsun ki eğer (o yahudi Nadroğulları kabilesi) çıkarılsalar (bile bunlar), onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlarla savaşılsa, onlara yardım etmezler. Yardım etseler bile, kesinlikle arkalar(ın)ı dön(üp kaç)arlar, sonra (Allah onları helak eder kimse tarafından) da yardım edilmezler.
13. (Ey mü’minler!) Siz, onların (münâfıkların) yüreklerine, Allah’tan daha çok korku vermektesiniz. Bu, onların (Allah’ın büyüklüğünü) anlamayan bir topluluk olmalarındandır.
14. (Münâfıklar ve yahudiler,) surla çevrilmiş kasabalarda ve duvarların (siperlerin) arkasında olmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları (çekişmeleri) şiddetlidir. Sen onları toplu (birlik olmuş) zannedersin. Halbuki onların kalpleri (birlik değil) dağınıktır. Bu ise onların aklını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır.
15. (O yahudilerin hali) kendilerinden az öncekilerin hali gibidir. Onlar (kötü) işlerinin günahını (dünyada) tattılar. Onlar için (ayrıca âhirette de) acıklı bir azap vardır.
16. (Yahudileri harbe teşvik eden münâfıkların durumu da) şeytanın hali gibidir. Çünkü o insana: “İnkâr et” der, (insan) inkâr edince de: “Hakikaten ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” der.
17. Nihayet ikisinin de sonu, ebedî olarak ateşte kalmaları oldu. Zalimlerin cezaları budur.
18. Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın ve herkes yarın için önden ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah’ın emirlerine aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
19. Allah’ı unuttuklarından dolayı, (Allah’ın da) kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan kimselerdir. [bk. 63/9]
(Yüce Allah’ı unutanlar, O’nun emir ve yasaklarını yaşantısına karıştırmayanlar, kalpleriyle akılları arasındaki bağlar kopmuş çarpık kimselerdir. Zaten Allah’a yabancılaşanlar, O’nunla irtibatını kesenler, nefislerinin ve teknolojinin esiri olup Allah’tan başka şeylere taparcasına bağlanacaklar ve onlardan zevk alıp günah deryasında devam edeceklerdir. Bunun yanında yüce Allah’ın onlara kendilerini unutturması da çok vahimdir. Çünkü kendini unutan insan ve toplum hayvânî duygulara yönelecek, böylece cehenneme götürecek şeyleri cazip görecek, öz benliğini, şahsiyetini, mânevî değerlerini unutup kendine yabancılaşacaktır. Böyle bir fert veya toplum; artık yoldan çıkmış, mânen intihar etmiş, zillet ve esarete dûçâr olmuş, rûhen köleleşmiş veya yok olmaya mahkum olmuş demektir. İşte yüce Allah bu iki tehlikeye karşı uyarmaktadır.) [bk. 7/51; 9/67; 103/1-3]
20. Ateş ehli (olan cehennemlikler) ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli (olanlar), kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. [krş. 13/19; 40/58; 45/21; 47/14]
21. Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette onu, Allah’ın korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. [bk. 33/72-73]
21. Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette onu, Allah’ın korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. [bk. 33/72-73]
(Bu misalden anlaşıldığına göre, inanan insan da Kur’an karşısında en az dağların hali gibi olmalı; boyun eğmeli, ufalıp teslim olmalıdır. Olmuyorsa, dağlardan daha sert ve katı demektir.)
22. O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Gizliyi de, âşikârı da bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.
23. O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Hükümrandır, mukaddestir, selamete erdirendir. İnanıp sığınana güven verendir, gözetip koruyandır, mutlak galiptir, cebbârdır (her dilediğini mutlaka yapan ve kullarının hal ve işlerini görüp gözeten ve düzeltendir). Büyüklük ve ululukta eşsizdir. Allah, (putperestlerin Allah’tan başkasına bağlanarak) ortak koştukları şeylerden (ve benzetmelerden) münezzehtir.
24. O, takdir edip yaratan, (bir uygunluk içinde) var eden, varlıklara sûret veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbih (ve tenzih) eder. O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Özellikle son üç âyeti dinlerken durak yapılan ara cümlelerinde ve sonlarında: “Âmennâ ve saddeknâ.” (İnandık ve tasdik ettik) diyerek karşılıkta bulunabiliriz. Peygamber Efendimiz, “Kim sabah ve akşam üç defa ‘Eûzü billâhi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm’ dedikten sonra bu üç âyeti okursa, kendisine sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar görevlendirilmiş melekler mağfiret diler…” buyurmuştur.)[9] [bk. 7/180]
[1] Kıyamet günü hesabın görülmesi için olan haşrden bir örnek olarak bu kelime kullanılmıştır.
[2] Âyette geçen son emirden hareketle, “ibret alın” ifadesinin, kıyâsın şer’î bir delil olduğu hususuna kanıt olabileceği söylenmiştir (Beydâvî).
[3] Harpsiz, kolayca alınan ganimetlere “feyy” denilir. Bunlar mücahidlere dağıtılmaz. Bu türlü savaşsız alınan ganimetler Beytülmâl’in (Devlet hazinesinin)dir. [Savaşla alınan ganimetler için bk. 8/1, 41]
[4] Allah Resûlü’nün verdiği/emrettiği ve nehyettiği ne varsa âyette geçen (“mâ” ism-i mevsûlünden dolayı) özel ve genel emrettiği ve nehyettiği her şeyi içine alır. Bundan dolayı hadisler ve sünnetler mü’minlere şer’î delildir. [krş. 7/157]
[4] Allah Resûlü’nün verdiği/emrettiği ve nehyettiği ne varsa âyette geçen (“mâ” ism-i mevsûlünden dolayı) özel ve genel emrettiği ve nehyettiği her şeyi içine alır. Bundan dolayı hadisler ve sünnetler mü’minlere şer’î delildir. [krş. 7/157]
[5] Buna “isâr” denilir ki kişinin kendisi muhtaç iken başkasının ihtiyacını daha önde görerek, onun yardımına koşmasıdır.
[6] Yahudilere/dostlarına.
[7] Muhammed’e (sas.).
[8] Münâfıklar, her fırsatta, İslâm’a ve müslümanlara düşman olanlarla dostluk ve birliktelik kurmuşlardır.
[9] Buhârî, “Dâvet”, 69; Müslim, “Zikir”, 5-6; Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’an”, 22.
60. Mümtehine Sûresi
Medine döneminde, yedinci hicrî yılda nâzil olmuştur. 13 âyettir. Adını hicret amacıyla gelen kadınların imtihan edilmesini konu alan 10. âyetin muhtevasından almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey iman edenler! Benim düşmanlarımı ve sizin düşmanlarınızı dost edinmeyin. Siz onlara sevgi(niz yüzünden haber) ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar, size hak olarak gelen (Kur’an’)ı inkâr etmişler; Resûlü de, sizi de, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı (yurdunuzdan) çıkarmışlardır.[1] Eğer siz benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çık(ıp hicret et)mişseniz, (nasıl oluyor da) onlara sevgi gösterip sır veriyorsunuz? (Ey kullarım!) Oysa ben, gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yapar (onları dost tutar)sa, kesinlikle düz yoldan sapmış olur. [bk. 3/28; 4/144; 5/51-57]
(Peygamber (sas.) Mekke’nin fethi için gizlice hazırlanırken Mekke’den Sâre adlı bir kadın, yardım toplamak için Medine’ye geldi ve toplanan yardımlarla geri dönerken, Hâtıb b. Ebî Beltaa Mekke’deki yakınlarını korumak için kendisine durumu bildiren bir mektup vermişti. Hz. Peygamber de bunun üzerine ashabdan altı kişilik bir süvariyi yola çıkardı. Onun tarif ve emir buyurduğu Hah bahçesinde kadını yakalayıp mektubu aldılar. İşte bu âyette yüce Allah kendisine ve müslümanlara açık veya gizli düşmanlık edenlerle dost/sırdaş olmamamızı ve onlara sevgi göstermememizi emrediyor.)
2. Eğer onlar sizi ele geçirseler size düşman olurlar, size (her türlü) kötülükle ellerini, dillerini uzatırlar ve (sizin hep) kâfir olmanızı arzu ederler.
3. Kıyamet günü ne akrabanız ne de çocuklarınız asla size fayda vermeyecek, (Allah onlarla) aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
4. İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda sizin için hakikaten güzel bir örnek vardır. Hani onlar, kavimlerine: “Şüphesiz biz, sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz ve siz bir tek Allah’a (şirksiz) inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebedî olarak düşmanlık ve kin belirmiştir.” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in (henüz menedilmemişken) babasına: “Senin için mutlaka mağfiret dileyeceğim. (Fakat) Allah’tan (gelecek) hiçbir şeye gücüm yetmez.” demesi hariçtir. (Size örnek değildir. Yine onlar:) “Ey Rabbimiz! Yalnız sana güvenip dayandık, yalnız sana yöneldik, dönüş de ancak sanadır.” demişlerdi.[2] [bk. 19/47; 26/86]
5. “Ey Rabbimiz! Bizi, o inkâr edenler için fitne (konusu) yap(ıp ezdir)me! Bizi bağışla Rabbimiz. Çünkü sen mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibisin.” (demişlerdi.)
6. Andolsun ki onlarda, sizin için, Allah’ın rızasını ve âhiret günü(nün saadeti)ni ümit etmekte olanlar için güzel bir örnek vardır. Kim de yüz çevirirse (aleyhinedir). Şüphesiz Allah Ganî’dir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), hamde layık olan da yalnız O’dur.
7. Umulur ki Allah sizinle onlardan düşmanlık ettiğiniz kimseler arasına bir sevgi koyar. Allah (buna) kâdirdir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 3/103; 8/63]
8. Allah, sizinle dininizden ötürü savaşmayanlara, (dininizi yaşadığınız için sizlere saygı gösterenlere) sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, âdil olanları sever.
9. Allah, ancak din(iniz) hakkında sizinle savaşanlarla, sizi (dininize göre yaşadığınızdan dolayı hor görüp) yurdunuzdan (veya bulunduğunuz yerden) çıkaranlarla ve sizin çıkarılmanıza arka çıkanlarla dostluk kurmanızdan sizi meneder. Her kim de onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
10. Ey iman edenler! Mü’min kadınlar göç ederek (mü’miniz diye) size geldikleri vakit onları imtihan edin. Allah onların imanını (sizden) daha iyi bilir ya! Eğer siz de o kadınların mü’min olduklarını bilirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar, onlara helal olmazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kâfir kocalarının kendilerine) sarf ettikleri (mehirleri)ni onlara geri verin. (Siz de) mehirlerini verdiğiniz zaman, onları nikâhlamanızda üzerinize bir günah yoktur. Kâfir (müşrik kalan veya kâfirlere kaçıp giden) kadınların ismetlerini (nikâh bağlarını elinizde) tutmayın. Onlara sarf ettiğiniz (mehr)i (gittikleri kâfir kocalarından) isteyin. Onlar da (size hicret eden mü’min kadınlara) harcadıklarını istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. Aranızda (her şeye) O hüküm verir. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [bk. 2/229]
11. Eğer (inkâr edip kaçan) eşleriniz(e sarf ettiğiniz mehir)den bir şey, sizden kâfirlere geçer (alınmaz)sa, siz (onlarla) savaşıp ganimet alırsanız,[3] (ondan), eşleri giden (mü’min)lere, sarf ettikleri (mehir) kadarını verin ve kendisine iman ettiğiniz Allah’ın emrine uygun hareket edin.
12. Ey Peygamber! Mü’min kadınlar, Allah’a hiçbir surette ortak tanımamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, (kız) çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasından bir iftira uydurup getirmemek (yani başkasından edindiği bir çocuğu, kocasına isnad etmemek)[4] iyiyi emir (ve kötü olanı yasaklaman) da sana karşı gelmemek şartıyla sana biat etmeye (sana bağlı kalacaklarına dair söz vermeye) geldikleri vakit, onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
13. Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir güruhu dost edinmeyin. (Çünkü) inkârcıların kabir ehlin(in dirilmesin)den ümitlerini kestikleri gibi, onlar da âhiretten (öyle) ümit kesmişlerdir.[5]
[1] Allah’a düşmanlık edip O’nu tanımayanlar, emirlerine muhalefet edenler (Beydâvî; Nesefî (Medârik), IV, 255-256). [bk. 58/22]
[2] Hz. İbrahim’in babası için. [bk. 6/74; 9/113-114]
[3] Yahut: (Onlardan da size geçen kadınlar için mehir ödemede) sıra size gelince.
[4] Hz. Peygamber’e kadınların biat şeklini anlatan bu âyet-i kerîme, Mekke’nin fethi günü nâzil olmuştur. Âyet-i kerîmede geçen “başkasından çocuk edinmek” iki şekilde olur: Ya gayr-i meşrû yolla ya da çocuğu olmadığı için başkasının çocuğunu alıp onun kocasından olduğunu söylemekle olur ki her iki hal de iftira yoluyla çocuk edinmiş olmaktır. Âyette geçen “zina etmeyecekleri” sözü ile zinadan doğan çocuğun kocasına ait olduğunu söyleme ayrı ayrı suçlardır. Çünkü kadın bu biattan önce veya sonra da zinadan olan hamileliğinin kocasından olduğunu söyleyebilir.
[5] Yahut, “min” beyaniye olarak alınırsa, mâna şöyle olur: “Kabir ehlinden olan kâfirlerin (artık her türlü yardımdan) ümitlerini kestiği gibi, onlar da âhiretten öyle ümit kesmişlerdir.”
61. Saff Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 14 âyettir. Adını sûrenin dördüncü âyetinde geçen ve “hakikat karşısında dizilmek” anlamındaki “saff” kelimesinden almıştır. Sûre iman edip bu uğurda mücadele vermeyi konu edinir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerdekiler de, yerdekiler de Allah’ı tesbih (ve tenzih) eder. O mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.
2. Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?
3. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında ne kadar çirkindir![1]
4. Allah, kendi yolunda (birbirine) kurşunla kenetlenip kaynaşmış bir yapı gibi saf halinde (kendi yolunda) savaşanları sever.[2]
5. Vaktiyle Musa kavmine: “Ey kavmim! Benim sizin için (gönderilen) Allah’ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. İşte onlar (haktan batıla) sapınca, Allah da onların kalplerini (hidayetten) saptırdı. Allah, yoldan çıkan bir topluluğu doğru yola eriştirmez.
6. Hani Meryemoğlu İsa da: “Ey İsrâiloğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size gönderdiği peygamberiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik edici[3] ve benden sonra gelecek, adı Ahmed[4] olan bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim” demişti.[5] Fakat o (müjdelenen peygamber) apaçık delillerle kendilerine gelince: “Bu açık bir sihirdir.” dediler. [bk. 2/146; 6/20]
7. Kendisi İslâm’a davet edilirken (ona geleceği yerde,) Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola (ve başarıya) erdirmez.
8. (Onlar) Allah’ın nurunu (güya) ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki Allah, kâfirler hoşlanmasa da nurunu (İslâm dinini) tamamlayacak (gayesine ulaştıracak)tır.
9. O (Allah’tır) ki müşrikler hoşlanmasa da, (her yönüyle tamamlanmış son dininin) bütün dinlerin üzerinde olduğunu göstermek için; Resûlü’nü, hidayet (vesilesi ve rehberi Kur’an) ve hak din (İslâm) ile göndermiştir. [krş. 9/32-33; 48/28. bk. 3/19, 85]
10. Ey iman edenler! Sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret (şeklini) size göstereyim mi?
11. Allah’a ve Resûlü’ne iman edersiniz, Allah yolunda (kula kulluktan kurtulup hayata İslâm’ın hâkim olması için) mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. [bk. 4/76; 49/15]
12. (Böyle yaparsanız, Allah) sizin günahlarınızı bağışlar, sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere (köşklere) koyar. İşte bu, en büyük kurtuluş ve saadettir.
13. Hoşunuza gidecek bir diğer husus da Allah’tan bir yardım ve yakın bir zaferdir. (Resûlüm! Bunları) mü’ minlere müjdele!
14. Ey iman edenler! Allah’ın (dininin/Kur’an’ın hayata hâkim olmasının) yardımcıları olun. Meryemoğlu İsa’nın havârilere:[6] “Allah (dâvâsın)da benim yardımcılarım kim (olacak)?” deyip de havârilerin de: “Allah (dâvâsın)ın yardımcıları biziz.” dedikleri gibi (ey mü’ minler! Siz de öyle deyin). Sonuçta İsrâiloğulları’ndan bir zümre (böyle) iman etti, bir zümre de inkâr etti. Biz de iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik de galip geldiler.
[1] “Kebura” fiili bu gibi yerlerde “zemm” veya “taaccüb” ifade eder. [bk. 18/5]
[2] Rivayete göre mü’minler, “Amellerin Allah’a en sevimli geleninin hangisi olduğunu bilseydik, o uğurda mallarımızı ve canlarımızı feda ederdik.” demişlerdi. Bunun üzerine Allahu Teâlâ’nın, “Şüphesiz ki Allah kendi uğrunda çarpışanları sever.” âyeti nâzil oldu. (Beydâvî, Celâleyn)
[3] krş. 3/81; 7/157.
[4] Hz. İsa kendisinin Allah’ın oğlu değil kulu/peygamberi olduğunu ifade etmiştir. Ahmed, Peygamberimiz’in adlarından birisidir. Yuhanna İncil’inde (16/7) “Faraklit” olarak geçen bu kelime, Türkçe’ye “Tesellici” olarak tercüme edilmiştir ve şöyle denilmektedir: “… Size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem tesellici (müjdeleyici ve uyarıcı) gelmez… Ve o gelince günah(tan sakındırma)da, salah (iyilik)de ve hükümde tüm dünyayı ilzam edecek (galibiyetle tesiri altında bırakacak)tır.” Burada da son dinin kitabı Kur’an ve onun peygamberine ait delil açıkça görülmektedir.
[5] bk. 3/81; 7/157
5] bk. 3/81; 7/157
[6] Havâriler, Hz. İsa’nın arkadaşları idi. Havâri, halis beyaz anlamına gelir, muhabbet ve ihlaslı oldukları için kendilerine bu ad verilmiştir (Beydâvî; Celâleyn).
62. Cuma Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 11 âyettir. Adını erkeklere Cuma namazını farz kılan dokuzuncu âyetten almıştır. Ebedî risaletin insanları arındırması ve Yahudiliğin millî din anlayışının yanlışlığı konu edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi), eşsiz hükümran, mukaddes, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah’ı tesbih (ve tenzih) eder.
2. Ümmîlere[1] içlerinden, kendilerine (Allah’ın) âyetlerini okuyan, onları (şirkten, kötü hareketlerden) temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber[2] gönderen O’dur. Halbuki onlar, bundan önce de cidden apaçık bir sapıklık içinde idiler.
3. (Bu son peygamberi) onlardan başkalarına (yani) henüz kendilerine katılamamış (bütün insan)lara da (gönderen O’dur). O, güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
4. Bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
5. Kendilerine Tevrat’(ın emirlerini yerine getirme görevi) yüklenip de sonra taşımayan (onunla amel etmeyen)lerin durumu, tıpkı (bilinçsizce) ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan (ve Kitab’ın emirlerini hiçe sayan)ların durumu ne kötüdür. Allah zalimler güruhunu doğru yola (hidayete) erdirmez.
(Allah’ın kitabını (Kur’an’ı) bilinçli yani mânasını anlama, düşünme ve hükmünü yerine getirme yönüyle okumayanlar da bu âyetin muhatabı durumundadır.) [krş. 5/44-45, 47]
6. De ki: “Ey yahudiler! (Bütün) insanlar arasında, Allah’ın dostlarının sadece kendiniz olduğunuzu sanıyorsanız ve (bu iddianızda) doğru iseniz, hemen ölümü temenni edin. (Ölüp Allah’ın dostlarına hazırladığı saadete bir an önce kavuşun.)” [krş. 2/94-96]
7. Onlar kendi işledikleri (günahlar) yüzünden onu (yani ölümü) asla temenni etmezler. Allah zalimleri çok iyi bilendir.
8. De ki: “Sizin hakikaten kendisinden kaçtığınız(ı zannettiğiniz) ölüm var ya! Kesinlikle o, sizi gelip bulacak, sonra (hepiniz) gizliyi de, âşikârı da bilen (Allah’)a döndürüleceksiniz. O, yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecektir.” [krş. 4/78; 33/16]
9. Ey iman edenler! Cuma günü (ezanla) namaz için çağrıldığınız zaman, derhal Allah’ın zikrine gidin. Alışverişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Elbette bunun aksi hayırlı değildir.)[3]
10. O namaz kılınınca da yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok zikredin ki (dünya ve âhirette) umduğunuza kavuşasınız (kurtuluşa eresiniz).
11. (Böyle iken) onlar, bir ticaret yahut bir eğlence gördükleri zaman, ona (doğru) dağılıp gittiler, seni de (hutbede) ayakta bıraktılar. De ki: “Allah katında olanlar, eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
(Şiddetli bir kıtlık sırasında Hz. Peygamber, farzdan sonra hutbede iken yiyecek yüklü bir ticaret kervanı gelmiş ve âdet gereğince def veya davul ile karşılanmıştı ki mescidde bunu duyanlar ona doğru akın etmiş, yalnız 12 kişi kalmıştı. İşte bu âyet bir ihtar olarak bunun üzerine nâzil olmuştur. Bundan böyle hutbeler farzdan önce okunmuştur.)[4]
[1] Ümmî; okuma yazma bilmeyen demek olduğu gibi, kendilerine kitap verilmeyenler anlamına da gelmektedir.
[2] Hz. Muhammed (sas.), bütün cihana gönderilmiş olmakla beraber (34/28), tabi ki kendi toplumu önceliklidir.
[3] Dinin belirttiği mazeret halleri dışında Cuma namazına engel olan her türlü iş, alışveriş ve o saatteki kazanç yasak olduğundan derhal bırakılıp Allah’ın emri yerine getirilir. Cuma namazının farziyetine değer vermeyen/önemsiz görenler veya bu zihniyetinden dolayı başkalarının kılmalarını engelleyenler kâfir olmuş olurlar. (bk. İbn Mâce, III, hadis no: 1081) Özürsüz Cuma namazı kılmamak, fertleri/nesli hem münâfıklar defterine yazdırır hem de din dışı köprüsüne götürür. Müslüman nesle Cuma namazını ve önemini unutturmaya çalışmak da onları dinlerinden koparmaya ve dinsizliğe yönlendirmektir. Yahudilerin bir kısmının başlarına gelen musibet, onların Cumartesi ibadet günü yasağını dinlememeleri sebebiyle olmuştu (2/65; 4/47; 7/163; 16/124). Cuma namazı ve o
9. Ey iman edenler! Cuma günü (ezanla) namaz için çağrıldığınız zaman, derhal Allah’ın zikrine gidin. Alışverişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Elbette bunun aksi hayırlı değildir.)[3]
10. O namaz kılınınca da yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok zikredin ki (dünya ve âhirette) umduğunuza kavuşasınız (kurtuluşa eresiniz).
11. (Böyle iken) onlar, bir ticaret yahut bir eğlence gördükleri zaman, ona (doğru) dağılıp gittiler, seni de (hutbede) ayakta bıraktılar. De ki: “Allah katında olanlar, eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
(Şiddetli bir kıtlık sırasında Hz. Peygamber, farzdan sonra hutbede iken yiyecek yüklü bir ticaret kervanı gelmiş ve âdet gereğince def veya davul ile karşılanmıştı ki mescidde bunu duyanlar ona doğru akın etmiş, yalnız 12 kişi kalmıştı. İşte bu âyet bir ihtar olarak bunun üzerine nâzil olmuştur. Bundan böyle hutbeler farzdan önce okunmuştur.)[4]
[1] Ümmî; okuma yazma bilmeyen demek olduğu gibi, kendilerine kitap verilmeyenler anlamına da gelmektedir.
[2] Hz. Muhammed (sas.), bütün cihana gönderilmiş olmakla beraber (34/28), tabi ki kendi toplumu önceliklidir.
[3] Dinin belirttiği mazeret halleri dışında Cuma namazına engel olan her türlü iş, alışveriş ve o saatteki kazanç yasak olduğundan derhal bırakılıp Allah’ın emri yerine getirilir. Cuma namazının farziyetine değer vermeyen/önemsiz görenler veya bu zihniyetinden dolayı başkalarının kılmalarını engelleyenler kâfir olmuş olurlar. (bk. İbn Mâce, III, hadis no: 1081) Özürsüz Cuma namazı kılmamak, fertleri/nesli hem münâfıklar defterine yazdırır hem de din dışı köprüsüne götürür. Müslüman nesle Cuma namazını ve önemini unutturmaya çalışmak da onları dinlerinden koparmaya ve dinsizliğe yönlendirmektir. Yahudilerin bir kısmının başlarına gelen musibet, onların Cumartesi ibadet günü yasağını dinlememeleri sebebiyle olmuştu (2/65; 4/47; 7/163; 16/124). Cuma namazı ve o
sebebiyle olmuştu (2/65; 4/47; 7/163; 16/124). Cuma namazı ve o saatte meşguliyeti bırakmak mükellef bütün mü’minlere farzdır. Ancak, Peygamberimiz (sas.), “Kadınlar, hastalar, misafirler, köleler/esirler hariçtir/muaftır.” buyurmuştur. Uygun şartlar dahilinde kadınların cuma, bayram ve cenazelerde diğer namazlar gibi mahzur yoktur.
[4] Beydâvî; Zebîdî, III, hadis no: 508.
Bilgelik,terimleri tanımlamakla başlar.
Bilimsel araştırma yöntemleri.sy.78.
Bilgelik,terimleri tanımlamakla başlar.
Bilimsel araştırma yöntemleri.sy.78.
Bilgelik,terimleri tanımlamakla başlar.
Bilimsel araştırma yöntemleri.sy.78.
Geleceği ongormenin en iyi yolu,onu bizzat meydana getirmektir.
Bilimsel Araştirma yontemleri.sy.294.
Bilimsel araştirma herkesin neler gorduğunu gormek ancak herkesten farkli dusunmektir.
Bilimsel Araştirma yontemleri.sy.102.
63. Münâfikûn Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 11 âyettir. Sûre adını münâfıklardan bahseden konusundan ve ilk âyetinde geçen aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) Münâfıklar (imanlarında samimi olmayan, içlerinden sana ve İslâm’a düşman olanlar) sana geldiği zaman: “Şehadet ederiz ki sen elbette Allah’ın Resûlü’sün.” derler. Allah da biliyor ki kesinlikle sen, elbette kendisinin Resûlü’sün. (Bununla beraber) Allah (yine) şehadet eder ki o münâfıklar hiç şüphesiz yalancıdırlar.
2. Onlar yeminlerini (ve sözde imanlarını, canlarına ve mallarına) bir kalkan edinip (insanları) Allah’ın yolundan (çeşitli planlarla) alıkoyarlar.[1] Doğrusu yapmakta oldukları (ikiyüzlüce) şeyler ne kötüdür!
3. Bu, onların (dilleriyle) iman edip sonra (kalpleriyle) inkâr etmelerindendir. Bu yüzden kalplerinin üzerine mühür vuruldu. Artık onlar (gerçeği) anlamazlar.
4. Onları gördüğün zaman, cisimleri (kalıp ve kıyafetleri) hoşuna gider. Eğer (dünyalık söz) söylerlerse, sözlerini dinler (yaldızlı vaadlere kanar)sın. (Ama) sanki onlar (elbise giydirilip) yaslanan keresteler gibidir. Her (İslâm’a ait bir toplantı ve) seslenişi, (korkularından) kendi aleyhlerinde sanırlar, (İslâm’a ve müslümanlara) asıl düşman onlardır. Onlardan sakın(ın). Allah kahretsin onları! Nasıl da (hakikatten aldatılıp) döndürülüyorlar. [bk. 2/204-205; 33/19]
5. Onlara: “Gelin, Allah’ın Resûlü(’nden özür dileyin ki o da) sizin için mağfiret dilesin.” denildiği zaman, başlarını döndürdüklerini ve (özür dilemeyi) kibirlerine yediremedikleri için yüz çevirdiklerini görürsün.
6. Onlar için mağfiret dilesen de mağfiret dilemesen de durum değişmez. Allah onları asla bağışlamaz. Şüphesiz ki Allah fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez. [krş. 9/80]
7. Onlar öyle kimselerdir ki: “Allah’ın Resûlü’nün yanındaki (fakir muhacir)lere nafaka vermeyin ki dağılıp gitsinler.” derler. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münâfıklar anlamazlar.
(Peygamber, Benî Mustalik gazvesinde iken, Müreysî suyunun başındaki su sırası yüzünden muhacirlere edepsizce dil uzatan münâfıklar: [bk. 24/37][2])
8. “Eğer Medine’ye bir dönersek, andolsun ki üstün olan(ımız), zayıf ve düşük olan (sizler)i oradan çıkaracaktır.” diyorlar. Halbuki (asıl) şeref ve üstünlük, ancak Allah’a, Resûlü’ne ve mü’minlere mahsustur. Fakat münâfıklar bilmezler. (Çünkü onlar, imanlarında samimi değillerdir.)
(Mekke’de müşrikler, Medine’de münâfıklar, görünürdeki veya içlerindeki putları terk ederek gereği gibi Allah’a inanıp Hz. Muhammed’i ve onun Allah’tan getirdiği İslâm’ı içlerine sindiremediklerinden, önceki sûrelerde (8/30; 17/76) geçtiği üzere Hz. Peygamber’i ve mü’minleri daima küçük, potansiyel suçlu ve ülkenin sosyalitesini bozanlar olarak gördükleri için çeşitli baskı ve eziyetlere başvurmuşlar ve yurtlarından çıkartmak istemişlerdir. Ama Allah’ın da bir planı, programı olduğunu düşünememişlerdir.)
9. Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden (ibadet ve itaatinden) oyalayıp alıkoymasın. Kim bunu yaparsa (onlar yüzünden Allah’ın zikrinden/kulluk görevlerinden gaflet ederse) işte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
10. Birinize ölüm (belirtileri) gelip de: “Ey Rabbim! (Ne olur) beni yakın bir vakte kadar (öldürmeyip) ertelesen de sadaka versem ve iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcayın. [bk. 6/27; 7/53; 14/44; 23/99-100; 32/12; 42/44]
11. (Bilin ki) Allah, hiçbir canı, eceli geldiği zaman, asla geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.
[1] Beydâvî.
[2] Benî Müstalik (Müreysî) gazvesi, hicretin altıncı yılında olmuştur. [bk. 24/11]
64. Teğâbün Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 18 âyettir. Adını, dokuzuncu âyette geçen “Yevmu’t-Teğâbün” (Teğâbün günü) kelimesinden almıştır. Teğâbün günü, kusur işleyen insanın âhirette günahlarını görüp dünyada iken aldandığını kabul ettiği gündür.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi) Allah’ı tesbih eder (yüceliğini anarlar). Hükümranlık ancak O’nundur, hamd ancak O’nadır. O, her şeye kâdirdir.
2. Sizi yaratan O’dur. Öyle iken, kiminiz kâfir (oluyor), kiminiz de mü’min. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.[1]
3. Gökleri ve yeri hak (ve üstün bir hikmet) ile O yarattı. Size (ayrı ayrı) şekil verdi; hem de şekillerinizi güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır. [krş. 40/ 64; 82/6-8]
4. Göklerde ve yerde olanları (O) bilir. (O,) gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah gönüllerde olanı hakkıyla bilendir.
5. Bundan önce(ki devirlerde) inkâr etmiş olanların haberi size gelmedi mi? Onlar (küfür) işlerinin vebalini (cezasını, dünyada) tattılar ve (ayrıca) onlar için (âhirette) de acıklı bir azap vardır.
6. Bunun sebebi şudur: Peygamberleri onlara apaçık deliller (ve mucizeler) getiriyorlardı. Onlar da: “Bir insan mı bizi doğru yola iletecek?” demişlerdi. (Böylece) de kâfir olup (imandan) yüz çevirmişlerdi. Allah ise (onlara, hiçbir şeye) muhtaç olmadığını gösterdi. (Zaten) Allah zengindir (hiçbir şeyinde noksanlık olmaz), hamde layık olandır.
7. O inkâr edenler, tekrar hiç diriltilmeyeceklerini sandılar. (Resûlüm!) De ki: “Hayır! (Öyle değil!) Rabbime andolsun ki siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptığınız şeylerden mutlaka haberdar edileceksiniz. Bu Allah’a göre çok kolaydır.” [krş. 6/29-30; 10/7-8; 23/37-42; 45/24]
8. O halde Allah’a, Resûlü’ne ve indirdiğimiz o nura (Kur’an’a) iman edin.[2] Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.
9. (Allah) o gün, o toplanma (kıyamet) günü için, sizi bir araya getirecektir. İşte o gün, (dünyada iken) aldanma(nın ortaya çıkış) günüdür. Kim de Allah’a inanır, sâlih amel işlerse, (Allah) onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedî kalmak üzere, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar. İşte büyük kurtuluş ve saadet budur.
10. (Allah ve dirilme hakkında) küfre sapıp âyetlerimizi (ve Peygamberimizi) yalanlayanlara gelince, işte onlar, cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır. O gidilecek ne kötü bir yerdir!
11. Allah’ın izni olmadıkça hiçbir musibet (hastalık ve üzüntü) gelip çatmaz. Kim de Allah’a inanırsa, (Allah) onun kalbini doğruya yöneltir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. [bk. 57/22]
12. Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, (bilin ki) Resûlümüz’ün üzerine düşen ancak apaçık bir tebliğdir (artık sorumluluk size aittir.)
13. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Mü’minler ancak Allah’a güvenip dayansınlar.
14. Ey iman edenler! Şüphesiz eşlerinizden ve evlatlarınızdan (sizi Allah yolundan alıkoymakla) size düşman(lık etmiş olanlar) da vardır. Onlardan sakının (kendinizi tamamen kaptırmayın sâlih amelinize devam edin). Eğer (onları) affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
15-16. Doğrusu mallarınız ve evlatlarınız (sizin için) bir fitne (bir imtihan konusu)dur.[3] Allah’ın katında ise büyük mükâfat vardır. O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkup emirlerine uygun yaşayın (emir ve yasaklarını) dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğinize olarak (Allah yolunda mallarınızı) harcayın. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. [bk. 3/14, 102; 8/28; 18/46; 63/9]
17. Eğer Allah’a güzel (gönül hoşluğu ile) bir borç verir (mallarınızı
acele etmeyendir.) [bk. 57/11]
18. Gizliyi de, âşikârı da bilendir. (O) mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
[1] Allahu Teâlâ insanı yaratmış ve ona peygamber ve kitap göndermiş, iman ve küfrü seçmede serbest bırakmıştır. Fakat kâfirliğe rızası olmadığını da ayrıca bildirmiştir. [bk. 31/7; 76/3]
[2] Gerçek/samimi iman ise, sahibini Allah’ın emirlerine (İslâm’a) uygun yaşatır. [krş. 5/16]
[3] Malları kazanma ve harcamanın meşru şekilde olup olmadığı, aile fertlerine karşı görevlerimizin iyi yapılıp yapılmadığı, bunlardan dolayı Allah’a karşı da görevlerimizin yerine getirilip getirilmediği imtihan konusudur.
17. Eğer Allah’a güzel (gönül hoşluğu ile) bir borç verir (mallarınızı emrettiği yere harcar)sanız, (Allah) onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah az (hayr)a çok karşılık verendir, Halîm’dir (cezada acele etmeyendir.) [bk. 57/11]
18. Gizliyi de, âşikârı da bilendir. (O) mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
[1] Allahu Teâlâ insanı yaratmış ve ona peygamber ve kitap göndermiş, iman ve küfrü seçmede serbest bırakmıştır. Fakat kâfirliğe rızası olmadığını da ayrıca bildirmiştir. [bk. 31/7; 76/3]
[2] Gerçek/samimi iman ise, sahibini Allah’ın emirlerine (İslâm’a) uygun yaşatır. [krş. 5/16]
[3] Malları kazanma ve harcamanın meşru şekilde olup olmadığı, aile fertlerine karşı görevlerimizin iyi yapılıp yapılmadığı, bunlardan dolayı Allah’a karşı da görevlerimizin yerine getirilip getirilmediği imtihan konusudur.
65. Talak Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 12 âyettir. Adını ilk bölümde ele alınan “talâk” (boşanma ve boşama) hükmünden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey Peygamber! (Son çare olarak) kadınları boşayacağınız vakit, iddetleri içinde (âdet halinden temizlendikten sonra ve kendilerine yaklaşmadan) boşayın ve iddeti sayın (üç defa âdet görme veya temizlenmelerine kadar bekleyin). Rabbiniz Allah’a saygılı olup emrine uygun hareket edin. (Bu bekleme müddeti içinde, kadınlar evlenemezler. Siz de) evlerinden onları hemen çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Ancak apaçık bir hayasızlık (zina) ya da aşırı edepsizlik yapmaları hariçtir.[1] Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim de Allah’ın sınırlarını (çiğneyip) aşarsa, hakikaten kendine yazık etmiş olur. Nereden bileceksin! Bakarsın ki Allah, bu (bir veya iki defa boşama)dan sonra (bekleme müddetleri bitmeden aranızda) yeni bir iş (bir sevgi) meydana getirir (tekrar anlaşıp birleşme hâsıl olur). [bk. 4/19]
2. Sonra (onlar, iddetleri için evde en fazla üç ay bekleme) müddetlerinin sonuna doğru vardıkları zaman, ya (dönerek) onları (nikâhınız altında)[2] güzelce tutun, yahut güzellikle (haklarını vererek) onlardan ayrılın. (Eşinize tekrar dönerken veya son kez boşarken de) içinizden adalet sahibi iki şahit tutun. (Ey şahitler!) Siz de şahitliği Allah için yerine getirin. İşte Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseye bununla öğüt verilir. Kim de Allah’a saygı duyup emirlerine uyarsa, (Allah) ona (selamete) çıkacak bir imkân sağlar.
3. Ona, tahmin etmediği yerden rızık verir. Kim de Allah’a güvenip dayanırsa, O, ona yeter. Şüphesiz ki Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şey için bir ölçü (bir sınır) koymuştur.
4. Âdet görmekten ümidini kesen (yaşlı) kadınlarınızın iddet (bekleme süre)lerinde eğer şüphe ederseniz, (bilin ki) onların da iddeti üç aydır.[3] Henüz âdet görmeyenler de öyledir. Hamilelerin de iddet müddetleri (doğurup) yüklerini bırakmalarına kadardır. Kim Allah’ın emirlerini yerine getirirse, (Allah) ona işinde bir kolaylık verir.
5. İşte bu (hükümler), Allah’ın emridir ki onu size indirmiştir. Kim de Allah’ın emirlerine uygun yaşar/aykırı davranmaktan sakınırsa, (O da) onun kabahatlerini örter ve onun mükâfatını büyültür/artırır.
6. O (boşadığınız kadı)nları (iddetleri bitinceye kadar) gücünüzün yettiği ölçüde, oturduğunuz yerin bir kısmında oturtun. (Çıkıp gitmeleri için) üzerlerine baskı yaparak, onlara zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler (doğurup) yüklerini bırakıncaya kadar
mükâfatını büyültür/artırır.
6. O (boşadığınız kadı)nları (iddetleri bitinceye kadar) gücünüzün yettiği ölçüde, oturduğunuz yerin bir kısmında oturtun. (Çıkıp gitmeleri için) üzerlerine baskı yaparak, onlara zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler (doğurup) yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. Sonra eğer çocuklarınızı sizin hesabınıza emzirirlerse, onlara (emzirme) ücretlerini verin ve (bu hususta çocuğun yararı için) aranızda güzelce danışıp konuşun. Eğer (anlaşmakta) güçlük çekerseniz, (o zaman çocuğu, babanın) kendi (hesabı) için bir başkası emzirecektir.
7. Eli geniş olan, genişliğine göre nafaka versin. Rızkı (geçimi) dar olan da Allah’ın kendisine verdiği (kadarı)ndan versin. Allah, hiç kimseyi, (ona) verdiğinden başkasıyla yükümlü tutmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık verecektir.[4] [bk. 2/233]
8. Nice memleket (halkı) var ki Rablerinin ve peygamberlerinin emrinden çıkıp azdı da, biz onları şiddetli bir şekilde hesaba çektik ve hiç görülmedik (dehşetli) bir azapla kendilerini cezalandırdık. [bk. 11/100-101; 17/58]
9. Böylece (inkâr ve isyan) işlerinin vebalini tattılar. İşlerinin sonu da (dünya ve âhirette) hüsran oldu.
10. Allah onlara (emirlerine muhalefet edenlere) pek çetin bir azap hazırladı. O halde ey iman eden akl-ı selîm sahipleri! Allah’ın emirlerine uygun hareket edin. Çünkü Allah size cidden bir zikir (hayat rehberi Kur’an) indirdi.
11. Allah’ın açık âyetlerini okuyan bir (de) peygamber (gönderdi ki) iman edip sâlih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarsın. Kim de Allah’a iman edip sâlih (sevaplı) amel işlerse, (Allah) onu, içinde ebedî kalmak üzere, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar. Allah ona cidden ne güzel bir rızık vermiştir! [krş. 2/257; 14/1; 42/52]
12. Allah, yedi göğü ve yerden de onlar kadarını (ayrı ayrı) yaratandır. Emr(i ve hükmü) bunlar arasında inip durur. (Bütün bunlar) Allah’ın hakikaten her şeye kâdir olduğunu ve Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz içindir. [bk. 2/29; 17/44; 23/ 17; 71/15]
[1] Bu durumda, barındırma ve nafaka hakkı sizden düşer (Elmalılı, VI, 5056).
[2] Eğer bir veya iki kere boşamada pişmanlıkla kadına dönülmez de üçüncü temizlenme biterse, bu boşanma artık “ba’în”e dönüşür; kesinleşir. Artık eşler tekrar nikâhsız birbirine haramdır. Boşamadaki bu üç aşama, eşlerin uzlaşabilmeleri için tanınmış bir fırsattır. Kadını boşamak zorunlu hale gelmişse, hem temiz hallerini gözetme hem de önce bir veya iki kere boşayıp evde tutmak ve bu “ric’i” talakla boşarken de şâhitler bulundurmak sünnete uygun olandır. Devlet hüküm koymuşsa şâhit bulunması vâciptir/gereklidir (bk. 2/228, 232). Hanımıyla geçinmek niyeti olmadığı halde sırf iddetlerini uzatmak, zaman kazanmak ve başkalarıyla evlenmesini önlemek için müracaat edip birleşmek, sonra yine boşamak gibi zarar verici hilelere sapılmaz.
[3] Kocaları ölenlerin iddeti dört ay on gündür. [bk. 2/234]
[4] Hukûken haklı bir sebep olmadan boşanmış kadınlara iâşe, giyim ve mesken gideri verilir. Evlenme engeli olanlara, bu iddet müddetince, kocası tarafından nafaka olarak bunlar karşılanır. Kocası ölmüşse İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre verilmez. Çünkü artık mirasçıdır.
66. Tahrîm Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. 12 âyettir. Tahrîm, “haram kılmak” demektir. Adını sûrenin başındaki konudan almıştır.[1]
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey Peygamber! Kadınlarının hoşnutluğunu arayarak, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin (kendine) yasaklıyorsun? Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.[2]
2. Allah size yeminlerinizi (kefâretle) çözmenizi meşru kılmıştır. Allah sizin sahibinizdir. O hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
3. O zaman Peygamber, hanımlarından birine gizli bir söz söylemişti.[3] Fakat o (hanımı), bunu (diğerine) haber verdi. Allah bu (yaptığı)nı Râsûlü’ne açıklayınca, (Peygamber de hanımı Hafsa’ya) bu (söyledikleri)nin bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da (fazla mahcup olmaması için) vazgeçmişti. İşte bunu kendisine haber verince (hanımı): “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Resûl(ullah) da: “(Her şeyi) bilen, hakkıyla haberi olan (Allah) bana haber verdi.” buyurdu.
4. Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz (ne güzel). Çünkü kalpleriniz (tevbeyi gerektiren bir kusura) meyletmişti. Eğer o (Peygamber’)in aleyhine birbirinize arka olursanız, şüphesiz Allah, bizzat onun dostu ve yardımcısıdır. Cibrîl de, mü’minlerin iyileri de (onun yardımcısıdır). Ayrıca melekler de ona arkadır (yardımcıdır).
5. (Ey Peygamber eşleri!) Eğer o sizi boşarsa, olur ki Rabbi ona (sizin yerinize), sizden daha hayırlı, ‘Allah’a itaatle teslim olan’, (tam) iman eden, gönülden itaat eden, tevbekâr olan, ibadet eden, oruç tutan dullar ve bâkireler verir.
6. Ey iman edenler! (Ailede beraberce İslâm’a uygun yaşayın da böylece) kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve (yanıcı) taşlar olan ateşten koruyun. Onun üzerinde (görevli) iri yapılı, haşin tabiatlı, Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere baş kaldırmayan ve emredildikleri şeyleri yapan (on dokuz zebânî) melekler vardır. [bk. 74/30-31]
7. (O ateşi hak etmiş olanlara:) “Ey küfre sapanlar/inkâr edenler! Bugün (boşuna) özür dilemeyin. Siz, ancak yapmakta olduklarınızla cezalandırılacaksınız.” (denilir.)
8. Ey iman edenler! Tam ve kesin (örnek olacak) bir tevbe ile Allah’a yönelin.[4] (Böyle yaparsanız) umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah, Peygamberi(’ni) ve onunla beraber olan mü’minleri utandırmayacaktır. Onların nuru (o gün Sırât’ta) önlerinde ve sağlarında koşacak (aydınlatacak)tır. (Mü’minlerin nurları birbirlerinden farklı olduklarından) diyecekler ki: “Ey Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla (cennete kadar devam ettir, söndürme) ve bizi bağışla, doğrusu sen her şeye kâdirsin.”[5] [krş. 57/12]
9. Ey Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı (gereğince) cihadda bulun ve onlara sert davran. Onların barınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir gidilecek yerdir! [bk. 9/73, 123; 48/29]
10. Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bunlar, kullarımızdan iki sâlih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara (dinde) hıyanet ettiler. (O iki peygamber) Allah’(ın azabın)dan onları, hiçbir şekilde kurtaramadılar. (O iki kadına:) “Girin ateşe (diğer) girenlerle beraber.” denildi.
11. Allah, iman edenlere de Firavun’un karısını misal gösterdi. (O Firavun’un işkencesi sırasında:) “Ey Rabbim! Bana katında, cennetin içinde bir ev yap ve beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden kurtar. Hem de beni o zalimler topluluğundan selamete çıkar.” demişti.[6]
12. (Yine inananlara) İmran’ın kızı Meryem’i de (misal verdi). O ki namusunu sağlamca korudu. Biz de ona ruhumuzdan üfledik. Hem o, Rabbinin (bütün) kelimelerini ve kitaplarını tasdik eden ve (Rabbine) gönülden itaat edenlerdendi. [bk. 4/156; 21/91]
[1] Hz. Peygamber, hanımlarından Hz. Zeyneb’in evinde iken, o, kendisine bal şerbeti vermiş ve bu yüzden onun evinde kalması, diğerlerindekinden fazla zaman almıştı. Bunu kıskanan Hz. Âişe, Hz. Hafsa ile ona söyleyecekleri bir sözde anlaşmışlardı ki Hz. Peygamber önce Hafsa’nın yanına vardığında, “Sende meğâfir kokusu duyuyorum, meğâfir mi yedin?” dedi. Meğâfir, urfut denilen ağacın tatlı, fakat fena kokulu reçinesi idi. Hz. Peygamber de onu hiç sevmezdi. “Hayır! Bal şerbeti içtim.” buyurdu. “Öyleyse arı, balı meğâfir özünden yapmış.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber de bir daha bal şerbeti içmemeye and içti ve bunun gizli kalmasını istedi (Zebîdî, XI, 209; Elmalılı, VII, 5084 vd.). Bu sûrenin nüzûl sebebinin bu olduğu rivayet edilir.
[2] Şu halde, helal ve meşru şeyleri, birinin hoşuna gitmiyor diye terk etmek gerekmez.
[3] Burada, “Bir daha bal şerbeti içmeyeceğim.” şeklindeki yeminine işaret edilmektedir.
[3] Burada, “Bir daha bal şerbeti içmeyeceğim.” şeklindeki yeminine işaret edilmektedir.
[4] Bu tevbeye, “nasûh tevbesi” denilir ki bir daha asla günaha dönmemek ve bunu asla arzu etmemek üzere yapılan tevbedir. Hasan-ı Basrî şöyle der: “Tevbe, günaha kin tutmak ve her hatırına geldikçe istiğfâr etmektir.”
[5] Tevbenin altı şartı olduğu açıklanmıştır: 1. Geçmiş günahlardan pişmanlık. 2. Terkedilen farzları yapmak. 3. Kul haklarını yerine getirmek. 4. Hasımlarla helalleşmek. 5. Bir daha günaha dönmemek. 6. Nefsini mâsiyet içinde terbiye ettiği gibi, Allah’a itaatle de eğitmek (Beydâvî).
[6] Bu niyazı üzere Allahu Teâlâ onun ruhunu almıştır (Celâleyn).
67. Mülk Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 30 âyettir.[1] Adını, baş kısmında geçen ve Allah’ın kâinatı yaratıp, yönetmesinden ortaya çıkan mülk ve hâkimiyetten söz etmesinden alır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Mülk (hükümranlık) elinde olan (Allah) yücedir ve O, her şeye kâdirdir.
2. O, ölümü ve hayatı, amel/davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan etmek için yarattı. O mutlak galip, çok bağışlayandır. [bk. 18/7; 21/35]
(Dünyaya imtihan için geldiğini bilen müslüman, daima hesap gününden korkar. Bülûğ çağı ile ölüm arası iğneden ipliğe her şeyin hesabını vereceğini bilir. Böylece günlük hayatını, kendi arzu ve heveslerine göre değil, Resûlullah’ın önderliğinde, Allah’ın emir ve yasaklarına göre düzenler, amellerin en güzelini yapmaya çalışır.)
3. Yedi göğü birbiriyle uyum (ve uygunluk) içinde yaratan O’dur. Rahmân’ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk ve düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir de bak! (Orada) hiçbir çatlak ve kusur görebilir misin?
4. Sonra gözü(nü), tekrar tekrar çevir. O göz (aradığı kusuru bulamayıp) yorgun ve eli boş olarak sana döner; artık aciz kalmıştır.
5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın göğü kandillerle donattık. Hem de onları, şeytan (ve benzer)lerine (göktaşı şeklinde)[2] atılacak şeyler yaptık ve onlara çılgın alevli ateş azabını hazırladık. [bk. 15/16-18; 37/6-10]
6. Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O ne kötü bir gidilecek yerdir!
7. (Onlar) oraya atıldıkları sırada, onun kaynarkenki gürlemesini işitirler.
8. (O cehennem, kâfirlere) öfkesinden neredeyse parçalanacak. (İnkârcılardan) her bir topluluk içine atıldıkça, onun bekçileri, onlara sorarlar: “Size (bunu haber veren) hiç uyarıcı (peygamber) gelmedi mi?”
9. (Onlar): “Evet” derler, doğrusu bize (bu azabı haber veren) bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: “Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir şaşkınlık (ve sapıklık) içindesiniz.” dedik. [bk. 17/15; 40/49-50]
22. Yüzüstü kapanarak giden (kâfirler) mi daha doğru, yoksa doğru yolda dümdüz/dimdik yürüyen mi?
23. (Resûlüm!) De ki: “Sizi yaratan, size kulak(lar),[5] gözler ve gönüller veren ancak O’dur. (Böyle iken) ne az şükrediyorsunuz!”
24. De ki: “Sizi yeryüzünde yaratıp yayan ancak O’dur ve yalnız O’na toplanıp götürüleceksiniz.”
25. (İnkârcılar:) “Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu tehdit (ettiğiniz kıyamet ve azap) ne zaman?” derler.
26. De ki: “O(nun zamanına ait) bilgi ancak Allah’ın yanındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
27. Artık onu yakın bir halde görünce, inkâr edenlerin yüzleri (kararıp) kötüleşir ve (onlara): “Kendisini davet ettiğiniz (azap) işte budur.” denilir.
28. De ki: “Söyleyin bana! Allah, beni ve beraberimdeki (mü’min)leri (arzunuza göre) helak etse (gideceğimiz yer cennettir) veya bize merhamet edip esirgerse (size galip oluruz) bu durumda kâfirleri, acıklı bir azaptan kim kurtarabilir?”
29. De ki: “O (Allah) Rahmân’dır. (Dünyada bütün yarattıklarına merhamet edip nimet verendir.) İşte biz O’na inandık ve ancak O’na güvenip dayandık. Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu ileride bileceksiniz.”
30. De ki: “Söyleyin, eğer suyunuz yere çekilip gitse, kim size akar su (icat edip) getirir? (Elbette, ancak Allah getirir.)”
[1] Hz. Peygamber, Mülk sûresinin kabir azabından koruyan bir kurtarıcı olduğunu söylemiştir (Elmalılı, VII, 5084, 5149).
[2] Elmalılı, VII, 5182.
[3] Bu âyette, insanları ibret almak gayesiyle gezip dolaşmaya, Allah’ın nimetlerini aramaya ve çalışmaya teşvik vardır (Beydâvî).
[4] Uçmak için atmosferde havanın bulunması lazımdır. İşte bunları düzenleyen ancak Allah’tır.
[5] Kulağın önce zikredilmesi son derece önemlidir. Zira dini tanımanın yolu işitmekten geçer.
68. Kalem Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 52 âyettir. Adını ilk âyette geçen “kalem” kelimesinden almıştır. 17, 33 ve 48-50. âyetleri Medine’de inmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Nûn. Kaleme ve (onunla) yazılanlara andolsun.
2. (Resûlüm!) Sen Rabbinin nimeti sayesinde bir mecnun değilsin.
3. Doğrusu senin için elbet kesintisiz (ve minnetsiz) bir mükâfat vardır.
4. Ve şüphesiz sen, pek evrensel/genel geçerli mükemmel bir ahlâk üzerindesin.[1]
5-6. Fitneye (deliliğe) tutulanın hanginiz olduğunu, yakında göreceksin, onlar da görecekler.
7. Şüphesiz Rabbin, O, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. O, doğru yolu bulanları da en iyi bilendir.
8. Artık (seni ve Kur’an’ı) yalanlayan (ve bu tavırda olan)lara itaat etme!
9. (Çünkü) Onlar arzu ettiler ki sen yumuşak davranasın da, (taviz veresin, şirk düzenlerine çatmayasın, uzlaşasın ve hoşlarına gidecek işler yapasın da böylece) kendileri de (sana) yumuşak davransınlar. [krş. 109/1-6]
10. Şunların hiçbirine boyun eğ(ip yakınlık göster)me: (Doğruya eğriye) alabildiğine yemin eden aşağılığa,
11. Daima (onu bunu) ayıplayana, hep koğuculuk için gezene,
12. Din adına yapılan hayrı/iyi olanı yapmaya daima engel olana, saldırgana, günaha dadanmışa, [krş. 18/ 28; 76/24]
13. Sert, kaba olana. Bundan başka (da) kötülükle (dine aykırı olanı yapmada) damgalı (ve soysuz kimse)ye,[2]
14. Malı ve oğulları vardır, (çevresi geniştir, güçlüdür) diye (boyun eğip yakınlık gösterme, izzeti ve ikbâli Allah katında ara). [bk. 35/10]
15. Çünkü ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “(Bu) evvelkilerin masallarıdır.” der (burun kıvırır).
16. Biz onun, yakında hortumu (olan burnu)nun üzerini damgalayacağız. (Rezillik nişanı ile, kibrini kıracağız).
17. (Resûlüm!) Doğrusu biz o bahçe sahiplerini belaya uğrattığımız gibi, bunları da belaya uğratırız. Hani onlar, sabah olunca (fakirler görmeden) onu mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.
18. (Allah izin verirse diye) istisna da yapmıyorlardı. (Kendi kendilerini yeterli görüyorlardı.) [bk. 18/34-43]
19-20. Fakat onlar uyurlarken, hemen Rabbin tarafından dolaşan bir afet onu sardı da, (o bahçe kökünden) simsiyah kesiliverdi.
21-22. İşte sabaha karşı: “(Haydi!) Devşirecekseniz mahsulünüzün başına erkenden çıkın.” diye, birbirlerine seslendiler.
23-24. Onlar: “Aman ha, bugün hiçbir yoksul, karşınıza (çıkıp) oraya girmesin!” diye fısıldaşarak gittiler.
25. (Fakirleri) menetmeye güçleri yetecek edasıyla erkenden gittiler.
26. (Fakat) birdenbire onu (harap olmuş, kapkara) görünce: “Herhalde (yolu) şaşırdık, (yanlış geldik)!” dediler.
27. (Bahçeleri olduğunu anladıklarında ise:) “Hayır! Asıl mahrum kalmış olanlar biziz.” (dediler).
28. Onların en insaflısı: “(Ben) size demedim mi (Allah’a sığınıp, O’nu) tesbih etmeli değil miydiniz?” dedi.
29. (Onlar:) “Rabbimizi (zulümden) tenzih ederiz. Hakikaten biz zalimlermişiz.” dediler.
30. Sonra dönüp birbirlerini kınamaya başladılar.
31. Dediler ki: “Yazıklar olsun bize! Doğrusu biz azgınlarmışız.”
32. “Umulur ki Rabbimiz bize bunun yerine ondan daha hayırlısını verir. Hakikaten biz (bütün isteklerimiz için) Rabbimize yönelenleriz.”
33. İşte azap böyledir. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Keşke (onlar bunu) bilselerdi.
34. Şüphesiz, muttakîler için, Rableri katında nimetleri tükenmez cennetler vardır.
35. Biz müslümanları hiç suçlu (kâfir)ler gibi yapar mıyız?
36. Size ne oluyor? (Bilginiz olmayan şeyler ve âhiret hakkında) nasıl hüküm ver(ebil)iyorsunuz?
37-38. Yoksa içinde, beğendiğiniz şeyler sizindir (diye yazan), size mahsus bir kitap var da ondan mı okuyorsunuz?
39. Yahut hükmettiğiniz şeyler sizindir diye üzerimizde sizin için (lehinize verilmiş) kıyamete kadar sürecek yeminler mi var?
40. (Resûlüm!) Sor kendilerine: Onlardan hangisi bunun savunucusu (olacak)tır?
41. Yoksa onların (bu sözlerini savunacak) ortakları mı var? Eğer (sözlerinde) doğru iseler (önlerinde sevinç gösterisinde, dilek ve şikâyetlerde bulunup putlaştırdıkları) ortaklarını da getirsinler.
42. O gün keşf-i sâk olacak (hakikat perdesi açılıp etekler tutuşacak) ve secdeye davet edilecekler. Fakat (namazı kılmayanlar, münâfıklar ve riyâkârlar buna)[3] güç yetiremeyecekler.
43. (Çünkü) artık gözleri (dehşetten) öne eğik bir halde, kendilerini (kımıldayamayacak) bir horluk ve aşağılık kaplar. Onlar (dünyada) sağ salim iken (ezanlarla Allah’a) secdeye çağrılırlar (fakat büyüklenerek yan çizerler)di.
44. O halde (Resûlüm!) Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayan kimseleri bana bırak; biz (kendilerine nimet versek bile) onları bilmeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.
45. Onlara mühlet veriyorum. (Onlar ise bunu düşünmeyip âsîliğe devam ediyorlar.) Doğrusu benim tuzağım çok sağlamdır (kurtulamazlar). [bk. 3/196-197; 6/44; 23/54-56]
46. Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
47. Yahut gayb(a ait bilgi) onların yanında da artık (mukadderatı) onlar mı yazıyorlar?
48. (Resûlüm!) O halde sen, Rabbinin hükmüne sabret. O balık sahibi (Yunus) gibi olma! Hani o, (kavmine karşı öfke ve) kederle dolu olarak (Allah’a) seslenmişti. [bk. 21/87-88; 37/ 143-144]
49. Şâyet Rabbinden bir nimet ona yetişmeseydi, (sabırsızlığından) mutlaka yerilmiş/kötü bir halde, çıplak (ve ıssız) bir alana atılacaktı.
50. Fakat Rabbi (duasını kabul edip tekrar) onu seçti de (yeniden vahyine devam edip) onu iyilerden yaptı. [krş. 37/139-148]
51. Doğrusu o küfre sapanlar, (Kur’ an’ı) işittikleri zaman, az kalsın seni, gözleri(nin çarpıcı bakışları) ile yıkacaklardı. Ayrıca (hasetlerinden): “O delinin biridir!” diyorlardı.
52. Oysa o (Kur’an) âlemler için ancak bir öğüt ve hatırlatmadır, başkası değildir.
(Rableri ile alâkası olanlar Kur’an’ın öğütlerini hayatları için esas kabul ederler.)
[1] Bütün asil nitelikler emsalsiz olarak O’nun karakterinde simgeleşmiştir. Mükemmel bir örnektir. [bk. 33/21]
[2] Resûlullah (sas.), “Zayıf olan ve halk tarafından zayıf görülen (mütevâzi) her mü’min cennetlik; katı yürekli, kibirli, hilekâr ve ululuk taslayanlar da cehennemliktir.” buyurmuştur (Zebîdî, XI, hadis no: 1752).
[3] Buhârî (Sofuoğlu), XI, 1753. Dünyada, şeytanın ve nefsinin aldattığı kimseler rükû ve secdeye gidemezler. Bunlar âhirette de aynı şekilde secdeye gidemeyip dikilip kalırlar.
69. Hâkka Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 52 âyettir. Adını, “vukuu kesin olan kıyamet” anlamındaki ilk âyetinden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Gerçekleşecek olan.
2. (Evet,) nedir o muhakkak gerçekleşecek olan?
3. Elbette o gerçekleşecek olan (kıyamettir ki on)un ne olduğunu sen nereden bileceksin?
4. Semûd ve Âd (kavimleri) o dehşetle başa gelecek olan (kıyamet)i yalanladılar.
5. Semûd’a gelince, onlar, korkunç bir ses (ve sarsıntı) ile helak edildiler.
6. Âd (kavmin)e gelince, onlar da azgın bir fırtına ile helak edildiler.
7. (Allah) onu, yedi gece ve sekiz gündüz, (köklerini kesmek için) ardı ardına onların üzerine musallat etti. (O zaman orada olsaydın) o kavmin, içi boş hurma kütükleri gibi ölüp yıkılmış olduğunu görürdün. [krş. 11/50-60; 41/15-16; 46/25]
8. Şimdi, onlardan geride kalan bir şey görüyor musun?
9. Firavun da, ondan öncekiler de ve alt üst olan yerler(in halkı) da (Lût kavmi de, hep) o günahı işleyegeldiler.
10. Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler (ve onların getirdiklerini kabul etmediler). O da onları, şiddeti (gittikçe) artan bir yakalayışla yakalayıverdi.
11. (Bilesiniz ki) sular (tûfanla yükselip) taştığı zaman, (onların nesilleri olan) sizi akıp giden (gemi)de biz taşıdık.
12. Onu size bir öğüt (ve ibret) yapalım, işitip belleyen kulak(lar) da onu bellesin diye. [krş. 29/15; 36/41; 43/13-14; 54/15]
13. Artık Sûr’a bir tek üfürüşle üfürüldüğü zaman,
14. Yer ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılıp ufalandığı (zaman),
15. İşte o gün, o (en büyük) hadise olmuş (kıyamet kopmuş)tur. [bk. 56/ 4-5; 99/1-2]
16. Gök yarılmış, o gün, artık (her şey) yıkılıp yok olmaya yüz tutmuştur.
17. Melek(ler) onun kenarlarında (başka göreve çekilmiş durumda)dır. O gün Rabbinin arşını, bunların üst (kısm)ında bulunan sekiz (melek) taşır.[1] [krş. 11/17]
18. O gün, (Allah’ın huzuruna,) size ait hiçbir sır gizli kalmamak şartıyla, arz olunursunuz.
19-20. Artık (o gün) kitabı sağ elinden verilen der ki: “Alın, kitabımı okuyun. Doğrusu ben, zaten hesabıma kavuşacağımı kesin biliyordum.” [bk. 84/9]
21. Artık o, hoşnut kalacağı bir hayat içindedir.
22-23. Toplanacak (meyve)leri sarkmış yüksek bir bahçededir.
24. “Geçmiş günlerde takdim ettiğiniz (iyi ameller)den dolayı, afiyetle yiyin için.” (denilir.)
25. Kitabı solundan verilen ise der ki: “Keşke bana kitabım verilmeseydi!”
26. “Hesabımın ne olduğunu hiç bilmeseydim!”
27. “Keşke o (ölüm,) her şeyi bitirmiş olsaydı!”
28. “Malım bana hiçbir fayda vermedi.”
29. “(Bütün) saltanatım da benden yok olup gitti.”
30. (Allah, görevli zebânîlere şöyle buyurur:) “Tutun onu (ellerini boynuna) bağlayın.”
31-32. “Sonra onu, o dehşetli ateşe yaslayın, sonra, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire bağlayın (cehenneme atın)!”[2]
33. “Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı.”
34. “Yoksulun yiyeceği ile de ilgilenmez/teşvik de etmezdi.”[3]
35. Bugün artık o (küfre sapan/inkâr ede)ne burada, hiçbir yakın (akraba ve dost) yoktur.
36. İrinden başka yiyecek (ve içecek) yoktur.
37. Onu, (bilinçli) günah işleyenlerden başkası yemez.
38-39. Artık gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim ki;
40. Şüphesiz o (Kur’an) hakikaten çok şerefli bir elçinin (Allah’tan getirdiği) sözüdür.
41. O bir şair sözü değildir. Siz, (hâlâ) ne de az inanıyorsunuz!
42. O bir kâhin sözü de değildir. Siz, pek az düşünüyorsunuz!
43. (O) âlemlerin Rabbinden indirilmedir.
44-45-46-47. Eğer (Peygamber) sözlerin bir kısmını (kendiliğinden) bizim adımıza uydursaydı, onu kuvvetle yakalar/onun ‘güç ve kuvvetini’ alır,[4] sonra da onun can damarını keserdik. Sizden hiçbiriniz de buna engel olamazdı. [krş. 42/24; 46/8; 53/4; 72/22-23]
(Bu âyetlere rağmen, müşrik ve Batıcılar’ın söylediği gibi Kur’an, ne Hz. Muhammed’in (sas.) kitabıdır ne de sözleri onun tarafından söylenmiştir; lafzı da aynen vahiyle bildirilmiştir.)[bk. 10/37-38; 32/2-3; 72/23; 53/5-10]
48. Gerçekten o (Kur’an, günahlardan) korunanlar için bir öğüt (ve hatırlatma)dır. [bk. 2/2; 41/44]
49. (Fakat) biz kesinlikle biliyoruz ki içinizde (bunu) yalanlayanlar vardır.
50. Muhakkak ki o (Kur’an) inkârcılara elbet bir hasret/bir iç yarası (doğuracak)tır.
51. Şüphesiz o, kesin gerçektir.
52. O halde O büyük Rabbinin adını tesbih (ve tenzih) et.
[1] Allah zaman ve mekândan münezzeh olduğu için Arşı’nın taşınma olayı, sembolik olarak hesap gününün artık kesinliğinin işareti olarak yorumlanmıştır.
[2] Arşın, bir ölçü birimi olup ortalama 68 cm. olduğu kabul edilmiştir.
[3] Yoksulu doyurmak müslümanca, ilgilenmek de insanca bir tavrı gösterir. İslâm inancına sahip kimse; 1. Allah’ın emirlerini her şeyden üstün tutar. 2. Allah’ın yarattıklarına şefkat gösterir. Bu ikincisi gelişmiş insanlarda oluşan müşterek bir özelliktir.
[4] Tefsirlerde bu iki mânaya yer verilmiştir
70. Me'âric Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 44 âyettir. Adını üçüncü âyette geçen “me’âric” kelimesinden almıştır. Me’âric, “ma’rec”’in çoğulu olup “yükselme dereceleri” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Bir kişi, (başlarına) inecek azabı sordu. [bk. 22/47; 38/16]
2. (O) kâfirlere mahsustur ki onu (onlardan) hiçbir savacak yoktur.
3. (O azap, bütün) derecelerin sahibi Allah tarafındandır.
4. Melekler ve Rûh (Cebrail), miktarı (sizce) elli bin yıl olan bir gün içinde O’na ulaşır. [bk. 22/47; 32/5]
5. (Resûlüm!) O halde sen güzel bir sabırla katlan.
6. Doğrusu onlar, onu uzak görürler.
7. Biz ise, onu yakın görüyoruz.
8. O gün gök, (cisimleri ile) erimiş maden gibi olacak. [bk. 55/37; 84/1]
9. Dağlar da (atılmış) rengârenk yün gibi olacak. [krş. 101/5]
10. Hiçbir yakın[1] (akraba ve dost), bir yakınını (birbirinin halini) sormayacak.
11-12-13-14. (Onlar sadece) birbirlerine gösterilecekler. (Fakat birbirleriyle meşgul olamayacaklar.) Suçlu, o günün azabından (kurtulmak için) ister ki oğullarını, karısını ve kardeşini, kendisini barındıran sülalesini ve yeryüzünde bulunan her şeyi fidye versin de nihayet kendisini (azaptan) kurtarsın. [bk. 23/101; 31/33; 34/54; 80/34-37]
15. Hayır! (Kurtaramazlar.) Çünkü o alevli bir ateştir.
16. Başın (ve diğer uzuvların) derisini kavurup soyandır.
17-18. O ateş, (iman ve itaate) arka dönüp de yüz çevireni, (malı ve parayı kasada) toplayıp da (Allah için zekât vermeyip) saklayanı (kendisine) çağırır.
da (Allah için zekât vermeyip) saklayanı (kendisine) çağırır.
19. Hakikaten insan(lardan bir kısmı), gayet hırslı ve sabırsız olarak yaratılmış (tatminsiz bir hayata sahip)tir. [krş. 17/11]
20. Kendisine şer dokunduğu zaman, sızlanıp feryat eder.
21. Ona hayır dokununca da çok cimri kesilir.
22-23. Ancak, namaz kılanlar öyle değildir. Onlar (güzel huy sahibi olarak) namaza devamlıdırlar. (Hiçbir meşguliyet kendilerini namazdan alıkoyamaz.)
24-25. Onlar (bilirler) ki gerek dilenen, gerekse (utancından istemeyip) mahrum kalan (fakire vermek) için, mallarında belli bir hak vardır. [krş. 16/71]
26. Onlar (o namaz kılanlar), hesap gününü tasdik ederler.
27. Onlar, Rablerinin azabından korkarlar.
28. Çünkü Rablerinin azabına (karşı) güven içinde olmuş değillerdir.
29-30. Onlar edep yerlerini, eşleri ve ellerinin (altında) mâlik oldukları (cariyeleri) dışında herkesten koruyanlardır. Şüphesiz ki onlar (bundan dolayı) kınanmazlar.
31. Ama bundan ötesini arayanlar ise, işte onlar haddi aşanların ta kendileridir.
32. Onlar, emanetlerini ve ahitlerini gözetenlerdir.
33. Onlar, şâhitliklerini dosdoğru yapanlardır.
34. Onlar namazlarını (şartlarına ve gayesine uymakla) muhafaza edenlerdir.
35. İşte bunlar cennetlerde ikram olunurlar. [Son yedi âyet için bk. 23/1-11]
36-37. İnkâr edenlere ne oluyor ki sağdan soldan, ayrı ayrı gruplar halinde, sana doğru boyunlarını uzatıp koşmaktadırlar?
38. Onlardan her biri, (nimetleri bol) Na’îm cennetine sokulacağını mı umuyor?
38. Onlardan her biri, (nimetleri bol) Na’îm cennetine sokulacağını mı umuyor?
39. Hayır! (Öyle şey yok.) Biz onları bildikleri (atılan meni)den yarattık.
(Buna rağmen insanlar, ancak imanları ve Allah’a yakınlıkları sayesinde değer kazanacaklarını düşünmediler.) [bk. 77/20]
40-41. Yine hayır! (Durum, onların zannettikleri gibi değildir.) Doğuların ve batıların Rabbi (olan Ben) yemin ederim ki[2] şüphesiz o (inkâr ede)nleri, kendilerinden daha hayırlısıyla değiştirmeye elbette kâdiriz. Biz önüne geçile(bile)ceklerden de değiliz.
42. O halde onları, (şimdilik kendi hallerine) bırak. Tehdit edildikleri (azap) günlerine kavuşuncaya kadar (batıl yaşayışları içine) dalsınlar, oynayadursunlar.
43. O gün onlar, sanki dikilen (put)lara koştukları gibi kabirlerden süratle çıkacaklar.
44. Gözleri (dehşetten) öne eğik, kendilerini bir horluk ve aşağılık kaplamış olarak (koşarlar). İşte bu, onların tehdit edildikleri gündür.
[1] el-Endelûsî, s. 81; Muhammed Fuad (Mu’cem), s. 41. [krş. 41/34]
[2] Yeminin başındaki “lâ” ifadesi te’kid için gelmiştir.
71. Nuh Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Adını, konusu olan Hz. Nuh ve tebliğinden almıştır. 28 âyettir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Doğrusu biz, Nuh’u; “Kendilerine acıklı bir azap gelmeden önce kavmini uyar.” diye kavmine gönderdik.
2. Dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin için (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcı (peygamber)im.”
3-4. “Allah’a kulluk edin, O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki (Allah da) sizin günahlarınızı bağışlasın ve (azap etmeksizin) sizi belli bir vakte kadar geciktirsin. Çünkü Allah’ın (takdir ettiği) vakti geldiği zaman artık geri bırakılmaz. Keşke bilseydiniz (iman ederdiniz)!”
5-6. (Nuh tekrar) dedi ki: “Ey Rabbim! Hakikaten ben, kavmimi gece ve gündüz (imana) davet ettim. Fakat benim davetim, ancak onların (imandan) kaçışını artırdı.”
7. “Doğrusu ben, kendilerini bağışlaman için (imana gelsinler diye) ne zaman davet etsem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, (şirke ve küfre sapmada) ısrar ettiler ve büyüklendikçe büyüklendiler.”[1]
8. “Sonra hakikaten ben onları, yüksek sesle davet ettim.”
9. “Daha sonra ben, onlara hem açıktan açığa tebliğ ettim, hem de gizliden gizliye onlarla konuştum.”
10. Dedim ki: “Artık Rabbinizden mağfiret dileyin (istiğfâr edin ve yağmur için dua edin). Çünkü O çok bağışlayıcıdır.
11. “(İstiğfârınız ve duanız sebebiyle Allah) gökten üstünüze bol yağmur göndersin.[2]
12. “Sizi mallar ve oğullarla desteklesin, size bahçeler meydana getirsin ve size ırmaklar akıtsın.”
13. “Size ne oluyor da, Allah’ın büyüklüğünü takdir edip inanmıyorsunuz?”[3]
14. “Halbuki O, sizi türlü türlü hallere koyarak yarattı.” [bk. 39/6]
15. “Allah’ın yedi göğü(n katlarını/katmanlarını) birbiriyle ahenkli olarak nasıl yarattığını görmediniz mi?” [bk. 2/29; 17/44; 23/17; 65/12]
16. “Bunların içinde aya aydınlık verip güneşi de (ışık kaynağı) bir kandil yapmıştır.”
17. “Allah, bitkilerde olduğu gibi, sizi de yerden yetiştirdi.”[4]
18. “Sonra sizi yine oraya döndürecek ve (mahşerde kabirlerden)[5] diriltip çıkaracaktır.
19-20. “Allah, onda geniş geniş yollar (açıp) gidesiniz diye yeri sizin için bir yaygı yapmıştır.”
21. (Bundan sonra) Nuh dedi ki: “Ey Rabbim! (Bu öğütlere rağmen) doğrusu onlar bana karşı geldiler. Malı ve çocuğu kendisine ziyandan başkasını artırmayan (şımarık zengin) kimselerin peşinden gittiler.
22. “Büyük büyük hile (ve tuzak)lar kurdular.”
23. Dediler ki: “İlâhlarınızı sakın terk etmeyin. (Putların en büyükleri olan) Vedd’i, Suva’ı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i asla bırakmayın.”
(Rivayete göre bu putlar Hz. Âdem’in beş oğlunun ismi olup iyi ve kahraman kişilerdi. Bunlar öldükten sonra onları çok seven halk, şeytanın kendilerini aldatmasıyla, onları unutmamak, bakıp hatırlamak için önce resimlerini çizip evlerine astılar. İşin aslı unutulunca sonraki nesiller onların meydanlarda heykellerini dikip tapınmaya başladılar. Bu tür olaylar her devirde böyle başlayıp geliştiğinden Hz. Peygamber put ve putçularla mücadele etmiş, insan tasvirlerini, gittikçe putlaştırılır diye yasaklamıştır.) [bk. 7/138; 29/ 25]
24. “Hakikaten onlar bir çoğunu saptırdılar. (Rabbim!) Sen de zalimlere şaşkınlıktan başka (bir şey) artırma!”
25. (İşte sırf bu) günahlarından dolayı (Tûfan ile) suda boğuldular, (ardından) da ateşe sokuldular. Kendilerine Allah’tan başka yardımcılar da bulamadılar.
26. Nuh dedi ki: “Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma!”
27. “Çünkü sen onları bırakırsan, hem kullarını saptırırlar hem de (kendileri gibi) ahlâksız ve kâfir çocuklar dünyaya getirirler.”
28. “Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı, iman etmiş olarak evime (mescide veya gemime) gireni (kıyamete kadar gelecek) mü’min erkekleri ve mü’min kadınları sen bağışla. Zalimlere de helakten başka (bir şey) artırma!” [bk. 11/36-37; 21/76; 54/9-10]
[1] İnkârcılar ve münâfıklar her devirde, tâğûtlara ve hevâlarına bağlanıp ilâhî vahye kulak tıkamışlardır. Aynı zamanda yayılmasını ve insanların ona meylini ve ona gidişini önlemeye çalışmışlardır.
[2] Her fırsatta Allah’a istiğfâr etmeli, onu her derdin ilacı olarak görmeliyiz. Bilinçli olarak çok istiğfâr edenin günahı da az olur. Yağmur duasında istiğfâr etmek bu âyetten hareketle meşru olmuştur.
[3] “Recâ” fiili menfî olarak kullanılınca “korkmak, inanmak” mânalarına gelir.
[4] Babanız Âdem’i topraktan yarattı (Celaleyn). [bk. 3/59; 22/5; 30/20; 35/11]
[5] Âyetlerde geçtiği üzere kabirlerden dirilişler, âhiret dirilişidir. [krş. 36/51-52; 99/2-6]
72. Cin Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 28 âyettir. Cinler rûhânî, latîf varlıklardır. Zâriyât sûresinin 56. âyetine göre bunlar da insanlar gibi sorumludur. Müslüman ve kâfirleri vardır. Kâfirleri şerlidir. Şeytan da kâfirler grubundandır. Bu sûrede, cinlerden bir grubun gelip Hz. Peygamber’den Kur’an dinledikleri ve iman ettikleri anlatılmaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. (Resûlüm!) De ki: “Cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinledikleri ve şöyle söyledikleri bana vahyolundu: ‘Doğrusu biz, doğru yola çağıran, hayranlık veren bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik. Artık Rabbimize hiçbir (şey)i asla ortak koşmayacağız.’”[1]
3. “‘Doğrusu Rabbimizin şânı pek yücedir. O, ne bir zevce ne de bir çocuk edinmiştir.’”
4. “‘Hakikaten bizim beyinsizimiz (İblis ve tâifesi) Allah hakkında gerçek dışı/yalan yanlış şeyler söylüyormuş.’”
5. “‘Doğrusu biz de insanların ve cinlerin, Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceğini sanmıştık.’”
6. “‘Şu da bir gerçektir ki insanlardan birtakım erkekler (korkulu durum ve yerlerde) birtakım erkek cinlere sığınırlardı da onların azgınlık ve şımarıklıklarını artırırlardı.’”
7. “‘Hakikaten onlar (insanlar) da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın hiç kimseyi asla diriltemeyeceğini sanmışlardı.’”
8. “‘Doğrusu biz (melekleri dinlemek için) göğü yokladık. Fakat onu sert bekçilerle ve akıp yakan alevlerle dolu bulduk.’”
9. “‘Ve biz (önceden meleklerden haber) dinlemek için onların otur(ul)acak yerine otururduk. Artık kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev buluyor.’”
10. “‘Yeryüzündekilere, bir fenalık mı istendi, yoksa Rableri onlar için bir hayır mı diledi, doğrusu biz, bilmeyiz.’”
11. “‘Hakikaten biz (cinler)den (iman etmiş) iyi kimseler olduğu gibi, bunun dışında olan (kötüler) de var; biz çeşit çeşit yollar tutmuşuzdur.’”
(kötüler) de var; biz çeşit çeşit yollar tutmuşuzdur.’”
12. “‘Hakikaten biz (Kur’an’ı dinleyince) anladık ki yeryüzünde (kalsak) da Allah’ı asla aciz bırakamayız, (göğe) kaçmakla da O’nu asla aciz bırakamayız (elinden kurtulamayız).’”
13. “‘Hiç şüphesiz biz, hidayet rehberini (Kur’an’ı) dinleyince, ona iman ettik. Kim de Rabbine iman ederse, ne (hakkının) eksik verilmesinden ne de zulme ve zillete uğramaktan endişe eder.’”
14. “‘Doğrusu biz (cinler)den, müslüman olanlar da var, hak yoldan sapan (zalim)ler de vardır. Müslüman olanlar ise, işte onlar, doğru yolu araştır(ıp bul)anlardır.’”
15. “‘Hak yoldan sapanlar ise, artık cehenneme odun olmuşlardır.’”
16-17. (Cinlerin bu sözlerinden sonra Allah buyurur ki:) Eğer onlar (insanlar ve cinler) hak yol (İslâm’)da dosdoğru gitselerdi, bu hususta kendilerini imtihan edelim (imanda sebat eden ve şükredenleri görelim) diye elbette onlara bol bir su (bereket ve rızık) verirdik. Kim de Rabbinin zikrinden (ibadet ve itaatinden) yüz çevirirse, (Rabbi) onu (şiddeti) gittikçe artan çetin bir azaba sokar. [bk. 5/66; 7/69]
18. Şüphesiz ki (bütün) secde edilen yerler/mescidler Allah(’a yaklaşmak ve O’na teslimiyeti göstermek) içindir. O halde Allah ile beraber (başka) birine (sığınıp) yalvarmayın.
(Dua ile isteklerimiz yalnız Allah’tan olmalıdır; başkasına dua edip bir şey istemek şirk/ortak koşma olur. Secde edilen yer ve mekânlarda, hıristiyan ve diğerlerinde olduğu gibi ibadetin ruhunu bozucu şekil ve cisimler bulunmamalıdır.)
19. Doğrusu, Allah’ın kulu (Muhammed) kalkıp O’na dua (ve ibadet) ederken, (cinler hayretten, ya da müşrikler kötülük yapmak için)[2] neredeyse etrafında keçeler gibi (sımsıkı birbirlerine yapışık) oluyorlardı.
20. (Resûlüm!) De ki: “Ben sadece Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O’na ortak koşmam.”
21. De ki: “Doğrusu, size ne bir zarar ne de bir fayda vermeye kâdir bulunuyorum.”
22. De ki: “Doğrusu ben (saparsam) beni de Allah’(ın azabın)dan hiç kimse koruyamaz ve O’ndan başka, bir sığınılacak da asla bulamam.”
23. (Benim elimden gelen) ancak,[3] Allah’tan geleni ve (onunla) peygamberlik (görev)
23. (Benim elimden gelen) ancak,[3] Allah’tan geleni ve (onunla) peygamberlik (görev)[4]lerini tebliğdir. Kim de Allah’a ve Resûlü’ne isyan eder (emirlerini dinlemez ve kabullenmez)se muhakkak ona (ve benzerlerine) içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır. [bk. 5/67]
24. Nihayet onlar, tehdit edildikleri (azabı) gördükleri zaman, kimin yardımcılarının daha zayıf ve sayısının daha az olduğunu bilecekler.
25. (Resûlüm!) De ki: “Tehdit edildiğiniz (azap) yakın mı, yoksa Rabbim ona uzun bir müddet mi belirler, kesin bilmiyorum.”
26-27-28. Bütün görülmeyeni bilen O’dur. O, gizli olanı, seçtiği peygamber dışında kimseye açıklamaz. Ancak onların da ardından gözetleyiciler koyar ki, Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin(ler). Çünkü O, onları(n hepsini ilmiyle) kuşatmış ve her şeyi sayısıyla (bir bir) saymıştır.
[1] Konuyla ilgili olarak bk. 46/29 ve açıklaması.
[2] Beydâvî.
[3] Bir önceki âyette geçen “lâ emliku…” lafzından istisnâ edilmiştir (Celâleyn; Kuteybe, s. 492).
[4] İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 560.
73. Müzzemmil Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 20 âyettir. 11 ve 20. âyetleri Medine’de inmiştir. İlk âyetindeki kelime, sûrenin adı olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4. Ey örtünüp bürünen![1] (Resûlüm!) Gece (ya) biraz (uyumanın) dışında kalk (ibadet et);[2] (ya da) yarısında (kalk), ister o (yarısı)ndan biraz eksilt, ister onu (biraz) artır. Kur’an’ı da tertîl[3] ile oku.
5. Doğrusu biz senin üzerine (sorumluluğu) ağır bir söz (olan Kur’an’ı) vahyedip bırakacağız.
6. Gerçekten gece (ibadete) kalkış, (kendini vermen için) daha uygun ve okuyuş bakımından da daha etkilidir.
7. Çünkü gündüzde, senin uzun meşguliyetin vardır.
8. (Gece gündüz) Rabbinin ismini an ve (ibadet için) her şeyden (mâsivâdan/dünya sevgisinden) kesilerek O’na dön.
9. (O,) doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O’nu vekil tut (O’na bağlan ve yalnız O’na kulluk et).
10. O (puta tapa)nların söylediklerine karşı dayan (metânetli ol). Onlardan güzel bir ayrılışla ayrıl.
11. Varlık sahibi olup da (seni) yalan sayanları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
12-13. Çünkü bizim yanımızda (boğazlarına takılacak) bukağılar, şiddetli bir ateş, bir de boğazdan geçmeyen bir yiyecek ve acıklı bir azap vardır.
14. O gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar dağılıp çökmüş bir kum yığını olur.
15. (Ey insanlar!) Size (emirleri tebliğ eden ve kıyamet günü de) üzerinize şahit olan bir peygamber gönderdik; nitekim Firavun’a da bir peygamber göndermiştik.
16. Firavun ise o Resûl’e karşı geldi (Allah yerine, kendi emirlerini geçerli kıldı). Biz de onu en ‘ağır bir ceza’ ile yakalayıp alıverdik.
17. Eğer inkâr ederseniz, (şiddetinden) çocukları bile ak saçlı bir ihtiyar yapıverecek o gün(ün şiddetin)den nasıl korunacaksınız?
18. Gök o (günün dehşeti)nden dolayı yarılmış, O’nun vaadi mutlaka yerine gelmiştir.
19. Şüphesiz ki bu (âyetler) bir ‘öğüt ve uyarı’dır. Artık kim dilerse Rabbine giden bir yol seçer.
20. (Resûlüm!) Şüphesiz Rabbin biliyor ki sen, gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini ayakta dur(up ibadetle geçir)iyorsun[4] ve seninle beraber olanlardan bir topluluk da (böyle yapıyor). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder (ölçer). (Allah) sizin onu (o gece ayakta durma miktarını) böyle say(ıp tam başar)amayacağınızı bildi de sizi affetti (farz kılmayıp onu kolaylaştırdı).[5] Artık (namazda) Kur’an’dan kolay gelen (miktar)ı okuyun.[6] O içinizden bir kısmının hasta (durumda), diğer kısmının Allah’ın lütfundan (nasip) arayarak yeryüzünde yol katedecek ve bir diğerinin de Allah yolunda savaşacak olduğunu bilmektedir. O halde ondan kolay gelen (miktar)ı okuyun, (farz) namazı da hakkıyla kılın.[7] Zekâtı verin ve Allah’a güzel (gönül hoşluğu ile) bir borç verin. (Karşılığını Allah’tan almak üzere iyilik yapın.) Kendiniz için önden (dünyada iken) ne gönderirseniz, Allah katında onu, daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 57/11 ve dipnotu]
[1] “Ey üzerine örtüyü çekerek uyuyan!” demektir.
[2] Müddessir sûresinin ilk âyetlerinden sonra, bu âyette teheccüd namazı, Resûlullah’a (sas.) farz olmuştu. Bir yıl devam etti, sonra yüce Allah aynı sûredeki 20. âyeti indirdi. [Gece ibadeti için ayrıca bk. 32/16; 76/26]
[3] Kur’an’ı tertil ile okumak harflerin hakkını ve müstahakkını vererek, lahn (celî-hafî), tegannî ve sanat gösterisinden uzak olarak (ağır ağır, düzgün) okumaktır. Bunlar bilinip gözetilmeden okumak, keyfine göre okumak olup haramla neticelenebilir. [bk. 25/32]
[4] Bu ibadet bir rivayete göre bir yıl devam etmiştir (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 564). On yıl sürdüğünü söyleyenler de vardır (Taberî, XII, cüz 30/79-80).
[5] Elmalılı, VII, 5443.
[6] “Kur’an metnindeki lafızlardan başkası okunmaz.” demektir
[7] Beş vakit namaz farz kılınınca (17/78-79) teheccüd namazı ümmet için nâfile, Peygamberimiz için farz olarak kaldı (Beydâvî). Buhârî ve Müslim’de bildirildiğine göre, Resûlullah (sas.), namaz hakkında soran birine gece ve gündüz namazın beş vakit ve bundan başkasının ise nâfile olduğunu söylemiştir (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 566).
74. Müddessir Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 56 âyettir. Adını ilk âyette geçen ve “örtüsüne bürünen” anlamındaki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ey (örtüsüne) bürünen! (Resûl)![1]
2. Kalk, (insanları) uyar.
3. Rabbini tekbir et (büyükle).
4. Elbiseni (kendini, kişiliğini ve seni çevreleyeni her türlü kirden)[2] arındır.
5. Azaba götürecek şeyleri terk(e devam) et.
6. İyiliği, (karşılığında) daha çoğunu umarak yapma!
7. Rabbin için (her şeye) katlan.
8. O Sûr’a üfürüldüğü zaman,
9. İşte o gün zor bir gündür.
10. Kâfirlere kolay değildir.
11-12-13-14. Tek başına (hiçbir şeysiz, çıplak) yarattığım adamı da bana bırak! Ona hem bolca mal verdim, hem de (yanında) hazır bulunan oğullar (verdim)! Kendisine (bu nimetleri) döşedikçe döşedim.
15. Sonra yine de hırsla artırmamı ister.
16. Hayır! (Artırmayacağım.) Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı oldukça inatçı idi.
17. Ona zor bir meşakkat yükleyeceğim (Onu sarpa sardıracağım.)
18. Çünkü o,[3] (Kur’an hakkında uzun uzun) düşündü, ölçtü biçti.
19. Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!
20. Yine kahrolası (aklınca) nasıl ölçtü biçti!
21-22-23-24-25. Sonra baktı (baktı) da, (söyleyecek söz bulamayıp) surat astı ve kaşlarını çattı. Sonra arka döndü ve büyüklük tasladı da: “Bu (öğretilip) rivayet edilen bir sihirden başka bir şey değildir, bu sadece insan sözüdür.” (dedi).
26. Onu (o güç yetiremeyeceği) Sekar’a (cehenneme) atacağım.
27. Sen biliyor musun Sekar nedir?
28. O, ne geri(de bir şey) bırakır ne de (tekrar tekrar yakmaktan) vazgeçer.
29-30. O (durmadan yenilenen) derileri yakıp (simsiyah) kavurandır. Onun üzerinde on dokuz (muhafız melek)[4] vardır.
31. Biz o ateşin zebânîlerini, sadece meleklerden kıldık. Onların sayısını da o inkâr edenler için ancak bir imtihan yaptık. (Böylece) kendilerine kitap verilenler de (Kur’an’ın hak olduğuna) iyice inansınlar,[5] inananların da imanı artsın (kuvvetlensin) diye. Artık hem kendilerine kitap verilenler hem de mü’minler şüpheye düşmesinler. (Bu,) kalplerinde bir hastalık bulunanlarla, kâfirler: “Allah, bu misal ile ne demek istemiş olabilir?” desin(ler diyedir). İşte böylece Allah dilediğini (niyet ve amellerinin gereği olarak) sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez. Bu (cehennem, yahut zebânîlerin sayısı), insanlara (ibret için) bir hatırlatmadan başka bir şey değildir. [bk. 9/124]
32. Hayır! (Onlar öğüt almazlar). Ay hakkı için…
33. Dönüp geldiği zaman, gece hakkı için…
34. Ağardığı sırada sabah hakkı için…
35. Muhakkak o (cehennem), büyük (bela)lardan biridir.
36-37. Hem sizden (ibadet ve hayırda) ileri geçmek veya geri kalmak isteyenleri korkutmak için insanları uyarıcıdır.
38. Her nefis kazandığına bağlıdır.[6]
39. Ancak bahtiyar olan (defteri sağından verilen)ler böyle değildir. (İman edip iyi amelleriyle kurtulmuşlardır.)
40-41-42. (Onlar) cennetlerdedirler. Onlar suçlulara: “Sizi kavurucu ateşe sokan nedir?” (diye uzaktan sorarlar.)
43-44-45. (Günahkârlar) derler ki: “Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula yedirmezdik. (Kur’an’ın buyruklarını bırakıp, batıl şeylere) dalanlarla beraber biz de dalardık.”
46-47. “Ceza gününü yalan sayardık. Nihayet (bu halde iken) bize (gelmesi) kesin olan (ölüm) gelip çattı.”
48. Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez.
49-50-51. Böyle iken onlara ne oluyor da, sanki aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi (hâlâ Kur’an’daki) öğütten yüz çeviriyorlar?
52. Fakat onlardan herkes, kendisine (Allah tarafından) dağıtılmış sahifeler (verilmesini) istiyor. [bk. 6/124]
53. Hayır! (Bu olacak şey değildir!) Doğrusu onlar (bu alaycı sözleriyle) âhiretten korkmuyorlar.
54. Bilakis, (korkmaları gerekir.) Şüphesiz o (Kur’an) da (hayatta esas alınacak) bir öğüttür.
55. Artık kim dilerse onu düşünüp öğüt alsın.
56. (Ne var ki) Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Saygıyla emirlerine itaat edilmeye lâyık olan ancak O’dur, mağfiret sahibi de O’dur.
(Allah’ın dilemesi için de dua ve ibadetle istemek lazımdır.) [krş. 76/ 30; 81/29]
[1] İlk vahiyden sonra üç yıl veya altı ay fetret (vahyin kesilme) devri yaşandı. Buna üç sene diyenler vardır. Fakat tercih edilen görüş altı aydır. Bundan sonra Resûlullah (sas.), yine Hira’dan dönüşte gökten bir ses işiterek Hz. Cebrail’i görmüş, korku ve titreme içinde eve dönüp “Beni örtün, beni örtün!” deyip yatmıştı. Bunun üzerine ilgili âyetler indi (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 567).
[2] Elbise, kendisi mânasında olmakla beraber bu parantez içindeki ifadelerden de kinâyedir (Mahlûf, s. 574).
[3] Velîd b. Muğîre.
[4] Çoğunluğa göre (Nesefî (Medârik), IV, 329).
[5] 30. âyetteki “19”un ayrıca bu âyette de iman hususunda imtihana sebep bir sayı olduğu belirtilmektedir. Böylece bu sayının ihtiva ettiği incelik ve hikmet hakkında insanlar uyarılmaktadır. [Zebânîler için bk. 40/49; 43/77]
[6] Yahut”Her nefis kazandığı (günahlar) yüzünden bir rehine/tutsaktır.”
75. Kıyâme Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 40 âyettir. Adını ilk âyetinde zikredilen ve bütün sûrenin konusunu teşkil eden kıyâmetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Yemin ederim[1] o kıyâmet gününe!
2. Yemin ederim (gafletten uyanıp günahına karşı) kendini çokça ayıplayan o nefse.
(Bu âyet, günahlarından dolayı pişman olup kendisini ayıplayan böylece kötülüğü ve günahları kendisine hoş gösteren ve onları yapmayı emreden (emmâre) nefsinin (12/53) hayvansal yön ve dürtüsünden kurtulmuş ve Allah (c.c.) katında bir derece değer kazanmış insanı tanıtmaktadır.) [krş. 3/135; 8/3]
3. İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?
4. Evet, onun parmak uçlarını bile (en ince çizgisine kadar yeniden) düzenlemeye kâdiriz. [krş. 17/49-51; 36/78-79; 79/10-11]
5. Fakat insan, önündeki (kıyâmet günü)nü yalan saymak ister.[2]
6. “Kıyâmet günü ne zaman?” diye sorar.
7-8-9. Ama, göz (dehşetten) kamaştığı, ay tutul(up artık karar)dığı, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman,
10. (İşte) o gün insan: “Kaçacak yer neresi?” der.
11. Hayır! Hiçbir sığınacak yer yoktur.
12. O gün (varıp) durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.
13. O gün insana (yapıp) önden yolladığı ve (yapmayıp) geri bıraktığı (amelleri) haber verilir.
14-15. Doğrusu insan, kendi nefsine (yaptıklarına) karşı şâhit olacaktır, her ne kadar mazeretlerini ortaya atsa da.
16. (Resûlüm! Vahiy geldiği zaman) onu alelacele almak için (bitmeden) dilini hareket ettirme!
17. Şüphesiz ki onu (kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize aittir.
18. Onu (Cebrail vasıtasıyla sana) okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy. [bk. 20/114]
19. Sonra şüphesiz onu açıklamak da bize aittir.
20-21. Hayır! Hayır! (Ey insanlar!) Siz (çoğunuz) çabuk geçen (şu dünyay)ı seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz.
22-23. Birtakım yüzler, o gün Rabbin(in cemâlin)e bakıp parlayacak.[3] [bk. 80/37-42; 83/15; 88/2-10]
24-25. Bir takım yüzler de o gün asık olacak. (Çünkü) onlar, bel kemiklerini kıran bir felâkete uğratılacaklarını iyice anlarlar. [bk. 3/106-107]
26. Dikkat edin (can) köprücük kemiklerine dayandığı zaman,
27. “Kim çare bul(up şifa ver)ecek?” denilir.
28. Artık (can çekişen), hakikaten bir ayrılış olduğunu anlayacak,
29. (Can havliyle) bacak bacağa dolaşacak.
30. (İşte) o gün sevk(iyat) ancak Rabbinedir.
31-32-33. İşte o, ne samimi inanıp tasdik etti, ne de namaz kıldı. Aksine (peygamberleri, Kur’an’ı) yalanladı ve yüz çevirdi. Sonra çalım satarak yürüyüp ailesine gitti.
34. (Hem dünyada) lâyıktır sana (bela), daha da lâyık.
35. (Hem de âhirette) lâyıktır sana (azap), daha da lâyık.
36. İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor? [krş. 23/115]
36. İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor? [krş. 23/115]
37. (O insan) akıtılan meni(nin için)den bir nutfe (sperma) değil midir?
38. Sonra bir alaka oldu da (Allah onu) yaratıp (âzâlarını) düzenledi. [bk. 22/5 ve dipnotu]
39. İşte ondan (o spermadan) erkek ve dişi olarak, iki sınıf var etti.
40. Şimdi (bütün) bu(nları yapan Allah), ölüleri diriltmeye kâdir değil mi? (Elbette kâdirdir.)
DİPNOTLAR:
[1] Baştaki “lâ” harfleri yemini kuvvetlendirmek için gelmiştir.
[2] Yahut “… insan önündeki (ömrü)nü günahla geçirmek ister.”
[3] Ehl-i Sünnet’e göre âhirette böylece Allah’ı görmek aklen mümkündür. Mü’minler âhirette onu görecek, kâfirler
göremeyeceklerdir (Beydâvî).
76. İnsan Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. Mekke’de indiği de söylenir. 31 âyettir. 24. âyet Mekke döneminde inmiştir. Dehr sûresi de denilir. İlk âyetinde geçen “insan” kelimesinden dolayı bu adla anılmıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Hakikaten[1] insan(ı yaratmamızdan önce) üzerine öyle uzun bir zaman gelip geçti ki, henüz (o vakitlerde insan daha yaratılmadığından),[2] anılan bir şey değildi. [krş.19/67]
2. Doğrusu biz, insanı (kudretimizi gösterelim ve teklifimizle) imtihan edelim diye (erkekteki çeşitli unsur ve salgılar içindeki genetik kısmın, yumurtadaki genetik kısımla)[3] karışmış bir nutfe (zigot)tan yarattık da onu (insanı) işiten ve gören bir varlık yaptık. [bk. 18/7; 67/2]
3. Şüphesiz biz ona, doğru yolu gösterdik. İster şükredici olur (kulluğunun gereğini yapar), isterse nankör.
4. Hiç şüphesiz biz, kâfirler için zincirler, bukağılar (kelepçeler) ve alevli bir ateş hazırladık.
5. Doğrusu iyiler, (cennette) karışımı kâfûr[4] olan (dolu) bir kadehten içerler.
6. (O kâfûr) bir pınardır ki Allah’ın (iyi) kulları ondan içer(ler) ve istedikleri yere akıttıkça akıtırlar.
7. (Onlar, dünyada) adaklarını (ve ahitlerini) yerine getirirler ve fenâlığı (her tarafa) yaygın olan bir günden korkarlar(dı).
8-9-10. Yoksula, yetime ve esire, kendilerinin ‘arzu ve ihtiyaçları’ varken/‘seve seve’ yemek yedirirler: “Doğrusu biz sizi, sadece Allah’ın rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür de istemiyoruz. Çünkü biz ‘yüzleri ekşiten ve asık suratlı yapan’ (dehşetli ve kara) bir günde Rabbimizden korkarız.” (derlerdi). [bk. 59/9]
11-12. Allah da, o günün şerrinden onları korur ve (yüzlerini) bir parlaklık ve sevince kavuşturur. (Nefislerinin arzularına ve eziyetlere) dayandıklarından dolayı onları cennet ve ipekle mükâfatlandırır.
13-14. Orada (onlar) koltuklara dayanmış olarak; ne bir güneş (sıcağı) ne de şiddetli bir soğuk görürler; (ağaçların) gölgeleri yakından üzerlerine düşer, meyveleri de (koparmaları için) aşağı sarkıtıldıkça sarkıtılır.
15. Onlara (sunulmak üzere) gümüş kaplar ve billur kupalar dolaştırılır.
16. O gümüş (beyazlığında) billur (kupa)lar ki onları(n içindeki şarabı, içecekleri) bir miktarda ölçer(ek sunar)lar.
17. Orada karışımında zencefil olan (dolu) kadehlerde (cennet şarabı) içirilir.
18. (O zencefil) orada bir pınardır ki ona “Selsebîl” adı verilir.
19. (Cennet ehline hizmet için) çevrelerinde (hep aynı yaşta kalacak) ölümsüz gençler dolaşır ki onları görünce, saçılmış birer inci sanırsın.
20. (Orada) nereye baksan, (târife sığmaz) bir nimet, büyük bir mülk (ve saltanat) görürsün.
21. Üstlerinde, yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır; gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri de onlara gayet temiz bir (âhiret) şarabı içirir.
22. “Bu (nimetler), şüphesiz sizin için bir mükâfattır, çalışmanız da karşılığını bulmuştur.” (denilir).
23. Bu Kur’an’ı (gerektiği zamanlarda) peyderpey indiren biziz.
24. O halde Rabbinin hükmüne bağlanıp sabret ve (dinin emirlerini yerine getirmede) onlardan hiçbir günahkâr veya nanköre/kâfire boyun eğ(ip itaat et)me![5] [krş. 58/22; 68/8-14]
25. Ve sabah akşam Rabbinin ismini an.[6]
26. Gecenin bir kısmında O’na secde et (akşam ve yatsı namazlarını kıl)[7] ve geceleyin uzun uzadıya O’nu tesbih et (teheccüd namazı kıl). [bk. 73/20 ve dipnotu]
27. Doğrusu onlar, acele geçen (dünyay)ı severler de önlerindeki ağır günü bırakırlar.
28. Onları biz yarattık ve eklemlerini (ve bütün vücut kısımlarını) sıkıca bağladık (sağlamlaştırdık). Biz dilediğimiz zaman, onları (helak eder) benzerleriyle değiştiriveririz (yerlerine başka insanları getiririz).
29. Şüphesiz ki bu (sûre) bir öğüttür/hatırlatmadır. Artık kim dilerse, Rabbine (varan) bir yol edinir.
30. Bununla birlikte Allah dilemedikçe siz (bir şey) dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Bu âyet-i kerîmede şuna işaret edilmektedir: Yüce Allah’ın bizim lehimize olan şeyleri ve hidayetimizi dilemesi için O’na yalvarmalıyız. O’na ibadet ve taatle yakınlık sağlamamız ve dilemesini dua edip istememiz gerekmektedir. Çünkü insan kendi iradesine/istek ve arzusuna bırakılırsa, aleyhine çıkacak en kötü şeyleri bile iyi diye isteyebilir. Böylece sapıklığa düşer.) [bk. 4/88]
31. (O,) dilediğini rahmetine eriştirir. Zalimlere gelince, onlar için acıklı bir azap hazırlamıştır.[8]
[1] Baştaki “hel” soru edatı kesinlik ifade etmek içindir. [bk. 20/9]
[2] Müslim (Davudoğlu), hadis no: 2789.
[3] Çocuğun anne ve babasından birine benzemesi onlardan birinin genetik özelliklerinin baskın çıkmasıyla ilgilidir. Bütün bunların hepsi Allah’ın takdiri iledir. Kaynaklar: Bucaille, s. 521-522; Ahmet Zeki Şengil, Moleküler Genetik, s. 20-40; Muhammed Abdulaziz, İ‘câzü’l-Kur’ân fî havâssi’l-insân, s. 24
[4] Kalbi kuvvetlendiren ve her türlü kirlerden arıtan, kokusu ve tadı olan bir içecek, su veya bir pınar (Elmalılı, VIII, 5502-5503).
[5] Resûlullah da, “Yaradan’a isyanda yaratılana itaat yoktur.” buyurmuştur. Böylece mü’minlerin Yaradan’ın emrine aykırı hususlarda hiç kimseye itaat etmeyeceği açıkça ortaya çıkmıştır (Müslim (Davudoğlu), “İmâret “, 59).
[6] Sabah, öğle ve ikindi namazlarını kıl (Beydâvî).
[7] (Beydâvî).
[8] Hem tevhidden sapan hem de insanlara din ve dünyasında zulmedenler.
77. Mürselât Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 50 âyettir. 48. âyeti Medine döneminde inmiştir. Sûre, adını birinci âyetteki “mürselât” kelimesinden almıştır ve “gönderilenler” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6-7. Andolsun (emrimizle meleklerden) birbiri ardınca gönderilenlere, (görevlerine) sert ‘rüzgarlar gibi koştukça koşanlara’, yaydıkça yayanlara, (hak ile bâtılı, emre göre) ayırdıkça ayıranlara, (kötülüklerden) özür dilemek veya (cezaya karşı) uyarmak için öğüt (vahiy) bırakanlara; ki vaad (ve tehdit) edildiğiniz şeyler mutlaka olacaktır.
8-9-10-11. Yıldızlar(ın ışığı) giderildiğinde, gök yarıldığı, dağlar (yerinden) sökülüp savrulduğunda, peygamberlere (ümmetlerine şahitlik için) belli bir vakit verildiğinde, (artık kıyamet kopmuştur.)
12. (Bunları duyanlar: “Bu hesap) hangi güne ertelenmiş?” derler.
13. (Bil ki, her şey) ayırıp hüküm verme gününe (ertelenmiştir.)
14. O ayırıp hüküm verme gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
15. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
16. Biz öncekileri (bu yüzden) helak etmedik mi?
17. Sonra gerideki (inkârcı)ları da onların peşine takarız.
18. Biz günahkârlara böyle yaparız.
19. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
20. Biz sizi hakîr bir sudan yaratmadık mı?
21-22. Hem onu, (doğum için) belli bir vakte kadar sağlam bir yer (olan rahm)e koyduk. [krş. 23/13]
23. İşte (bunu), biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir edeniz!
24. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
25-26. Yeri hem dirilere hem de ölülere bir toplanma yeri yapmadık mı?
27. Orada yüksek sabit dağlar var etmedik mi? Size tatlı su(lar) içirmedik mi?
28. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
29. “Haydi yalanladığınız (azâb)a gidin!” (denilir onlara).
30-31. “Haydi gidin, üç çatallı (dumandan) bir gölgeye (ki o) ne gölgelendirir ne de ateşten korur!”
32. Çünkü o, saray gibi (büyük) bir kıvılcım saçar.
33. Sanki o, sarı sarı erkek develer gibi (heybetli)dir.
34. (Bunları) yalanlayanların o gün vay haline!
35. Bu, (imana ve Kur’an’a burun bükenlerin) konuşamayacakları bir gündür.
36. Onlara izin de verilmez ki özür dilesinler. [krş. 40/52]
37. (Bunları) yalan sayanların o gün vay haline!
38. Bu ayırt edip hüküm verme günüdür ki sizi de, evvelki (ümmet)leri de bir araya toplarız.
39. Eğer sizin (kurtulmak) için bir hileniz varsa, hemen bana hile yapın (da beni atlatın).
40. (Öldükten sonra dirilmeyi) yalan sayanların o gün vay haline!
41-42. Doğrusu takvâ sahipleri (Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlar) gölgelerde, pınar (baş)larında, hem de canlarının istediği meyveler içindedirler.
43. (Onlara:) “İşledikleriniz (iyi ameller)e karşılık olarak âfiyetle yiyin, için.” (denilir).
44. Şüphe yok ki biz güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.
45. (Bu hakikatleri) yalan sayanların o gün vay haline!
46. (Ey inkârcılar!/Allah’ın emirlerine boyun eğmeyenler!) Yiyin, biraz daha zevklenin (bakalım dünyada)! Muhakkak ki sizler, suçlusunuz.
47. (Bu nimetlerin sorulacağını) yalan sayanların o gün vay haline! [krş. 102/8]
48. Onlara: “Rükû edin (Allah’a boyun eğin).” denildiği zaman, rükû etmezler. (Boyun eğmez, diğer emirlere itaatte bulunmazlar.)
49. (Bunları gereksiz ve) yalan sayanların o gün vay haline!
50. Artık bundan sonra (onlar) hangi söze inanacaklardır?
78. Nebe Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 40 âyettir. Nebe, “haber” demektir. Kıyamet gününün haberi ile başladığından bu adı almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Müşrikler) birbirine neyi sorup duruyorlar?
2-3. (İnanıp inanmamak için) hakkında ayrılığa düştükleri o büyük (güne ait) haberi (mi)?
4. Hayır! (Ayrılığa düşmeye lüzum yok, gerçeği) ileride bilip anlayacaklar.
5. Yine hayır! Onlar ilerde elbette bilecekler.
6-7. Biz yeri bir beşik, dağları da (yeri dengede tutan) birer kazık yapmadık mı?
8. Hem sizi de çift çift yarattık.
9. Uykunuzu bir dinlenme yaptık.[1]
10. Geceyi (sükunet için) bir örtü kıldık.
11. Gündüzü de geçim(inizi kazanma) vakti yaptık.
12. Üstünüze yedi sağlam (gök) bina ettik.
13. (Ona) parıl parıl parlayan bir kandil (güneş) astık.
14-15-16. Tane(leri), bitki(leri) ve (ağaçları) sarmaş dolaş olmuş bahçeleri çıkaralım (yetiştirelim) diye sıkışan (yoğunlaşan bulut)lardan şarıl şarıl su indirdik.
17. Muhakkak (iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın) ayrılma (haklarında hüküm verilme) günü, belirlenmiş bir vakittir.
18. O gün Sûr’a üflenir de (hepiniz) bölük bölük gelirsiniz.
19-20. Artık (o gün) gök, kapı kapı açılmış, dağlar yürütülüp (dağılmış) bir serap (gibi) olmuştur. [krş. 18/47; 20/105-107; 27/88; 56/5-6; 101/5]
21-22. Şüphesiz cehennem hem (her an günahkârların düşmesi beklenen) bir gözetleme yeri hem de azgınların dönüp varacağı bir yerdir.
23. (Azgınlar,) devirler boyunca orada kalacaklardır.[2]
24-25-26. Orada ne bir serinlik ne de içilecek (iyi) bir şey tadarlar. Yalnız (yaptıklarına) tam uygun bir ceza olarak bir kaynar su, bir de irin (içerler).
27. Çünkü onlar, bir hesap (görüleceğini) ummuyorlardı.
28. Âyetlerimizi de alabildiğine yalanlamış (ve değersiz saymış, kendi bildiklerini yaşamış)lardı.
29. Biz de (yaptıkları) her şeyi, bir kitaba/deftere birer birer kaydetmişizdir. [krş. 17/13-14]
30. “Şimdi tadın (cezanızı)! Artık size azaptan başkasını artırmayacağız.” (denilecek).
31-32-33-34. Şüphesiz takvâ sahipleri için de (her korku ve kaygıdan) kurtuluş (ve cennette) bahçeler, bağlar, göğüsleri tomurcuklanmış aynı yaşta dilberler ve dolu dolu kadeh(ler vardır). [bk. 38/52; 56/37]
35. Orada boş bir söz ve bir yalan işitmezler.
36. (Bunlar) Rablerinden bir mükâfat, yeterli bir bağış olarak (verilir).
37. (Evet, bu,) göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahmân (olan Allah) tarafından(dır ki) O’na (o gün) kimse hitap etmeye kalkışamaz.
38. O gün Rûh (Cebrail) ve melekler, saf halinde ayakta duracaktır. Rahmân’ın kendisine izin verdiğinden başkaları konuşamazlar; (onlar da ancak) doğruyu söyler(ler). [bk. 2/255; 20/108-109; 53/26]
39. İşte bu (kıyamet), ‘kesin gerçek’ olan gündür. O halde dileyen Rabbine (iman ve itaatle) bir dönüş yolu edinsin.
40. Çünkü biz, sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi, ellerinin önden gönderdiği şeylere bakacak ve kâfir de: “Keşke ben (bu azabı görmeyip) toprak olsaydım!” diyecektir. [bk. 18/49]
[1] Belirli bir ölçüde uyumakla beden dinlenir ve yorgunluklar giderilir. Bilim adamları, günde altı saatin yeterli olacağını söylemişlerdir.
[2] Sonsuza dek kalmak inkârcılar içindir (Beydâvî; Celâleyn).
79. Nâzi'ât Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 46 âyettir. Adını ilk âyette geçen “nâzi’ât” (söküp çıkaran) kelimesinden alır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5. Andolsun, (kâfir gruplarının ruhlarını) gayet şiddetli olarak söküp çıkaran (melek)lere! (Allah’a teslimiyet içinde olan mü’minlerin ruhlarını) yavaşçacık alanlara! (Gökte) yüzüp yüzüp giden (melek)lere! İşlerinde yarışıp geçenlere, bir de (emrimizle kullara ait) işi yöneten (melek)lere (ki elbet kıyamet kopacak).[1]
6-7-8-9. O gün yeri şiddetli bir sarsıntı sarsacak, ardından gelen (başka bir sarsıntı) onu takip edecek. O gün kalpler (korkudan) titreyecek, insanların (utançtan) gözleri yere dikilecek.
10-11. (Onlar dünyada iken): “Biz mi sahiden (dirilip) evvelki hâle döndürüleceğiz? Çürüyüp ufalanmış kemikler olduğumuz zaman mı?” derler. (Onlara: “Evet, Allah her şeye kâdirdir.” denilince:) [bk. 17/49-51; 36/77-82; 75/3]
12. “Öyleyse bu (dönüş) ziyanlı bir dönüştür!” dediler.
13. (İyi bilin ki o, zor değildir.) Ancak o (Sûr’a son üfürülüş, yine) bir tek çığlıktır.
14. Bir de (bakarsın ki) onlar, hemen uyan(ıp toplan)ırlar. [bk. 17/52; 34/ 51-53]
15. (Resûlüm!) Musa’nın haberi sana geldi (değil) mi?
16. Hani Rabbi ona mukaddes vadi “Tuvâ”’da (şöyle) seslenmişti: [bk. 20/12]
17. “Firavun’a git, çünkü o azdı.”[2]
18. De ki: “(Küfürden) arınmaya meylin var mı?”
19. “Seni Rabbinin yoluna ileteyim de artık (O’ndan) korkasın.”
20-21. Derken (Musa gidip) ona büyük mucizeyi gösterdi. Fakat o yalanladı ve karşı geldi.
22. Sonra koşarak dönüp gitti.
45. Sen, ancak ondan korkanları uyarıcısın.
46. Sanki onlar, o (kıyamet günü)nü gördükleri gün, (dünyada) bir akşam veya bir kuşluk vaktinden başka kalmamış gibi olurlar. [bk. 20/103; 23/113; 30/55]
[1] Bu cümle yeminin cevabıdır (Nesefî (Medârik), IV, 32).
[2] Otorite ve gücüne güvenip Rabbini tanımadı. Gücünü ve sistemini rableştirdi.
[3] “Dehâ” kelimesi, devekuşu yumurtası şekline getirdi mânasına geldiğinden “elips şeklinde” diye tercüme ettik. “Dehâ” kelimesinin “yapıp döşeme” anlamı da vardır.
24-25-26-27-28-29-30-31-32. Bir de insan, yediğine (ibretle) baksın: Şüphesiz ki biz, suyu (yağmuru dilediğimiz kadar) döktükçe döktük. Sonra yeri (bitkileri çıkartmak için) göz göz yardık. Orada tane(ler) bitirdik, üzüm ve yonca(lar), zeytin ve hurma(lar), iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyve(ler), çayır(lar, bitkiler ve sebze)ler yetiştirdik. (Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın faydalanması içindir.
33. Kulakları sağır eden o ses geldiği (kıyamet koptuğu) zaman.
34-35-36. (İşte) o gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacak. [krş. 23/101; 31/33; 34/ 54; 70/11-14]
37. O gün, onlardan herkesin kendisine yetecek bir işi (derdi) vardır. [krş. 16/111]
38-39. Birtakım yüzler, o gün parıl parıl parlayacak, gülecek (ve) sevinecektir.
40-41. Birtakım yüzlerin de o gün üzeri tozludur. Üstelik onları (toz, topraktan) bir karanlık bürüyecek. [krş. 3/106-107; 80/38-41]
42. İşte bunlar, inkârcıların, Hak’tan/ hakikatten sapan (günaha dadanan ve haddi aşan)ların ta kendileridir.
[1] Hz. Peygamber bir gün Kureyş’in ileri gelenlerinden birkaç kişiyi İslâm’a davet ile meşgul olurken, âmâ bir müslüman olan Abdullah b. Ümmü Mektûm (ra.) da yanına gelip bunlardan habersiz olarak, “Yâ Resûlallah! Allah’ın sana öğrettiklerini bana da öğret.” diye birkaç defa tekrar etmişti. Resûlullah Efendimiz de ona karşı iltifat etmeyip hafifçe yüzünü ekşitmişti ki bu sûre onun üzerine indi (Celâleyn). Bu aynı zamanda bütün mü’minlere bir ikaz niteliğindedir.
[2] Müslümanlar için zenginliğinden dolayı hiç kimseye iltifat etmeme uyarısı vardır.
81. Tekvîr Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 29 âyettir. Adını birinci âyetten almıştır. Tekvîr, “dürülme ve dürme” anlamına gelir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Kıyamet zamanı Sûr’a üfürüldüğü, çekimlerin yok olduğu) güneş dürül(üp ışığı söndürül)düğünde,
2. Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde, [krş. 54/1]
3. Dağlar, yürütül(üp yok ol)duğunda,
4. (Titizlikle bakımı gereken) on aylık gebe develer (bile, dehşetten başıboş) salıverildiğinde,
5. Vahşi hayvanlar (her yönde ürkerek) toplandığında,
6. Denizler kaynatıl(ıp ateş kesil)diğinde,
7. Nefisler eşleştiğinde (ruhlar bedenle birleştiği veya kişiler kendi grubuyla tasnif edildiğinde,)
8-9. Diri diri toprağa gömülen kız, “hangi günahından dolayı öldürüldü?” diye sorulduğunda,[1]
10. (Amellere ait) defterler açılıp yayıldığında, [krş. 17/13 ve dipnotu]
11. Gök (yerinden) sıyrıl(ıp dürül)düğünde, [krş. 21/104]
12. Cehennem daha da alevlendirildiğinde,
13. Cennet (mü’minlere) yaklaştırıldığında,
14. (Her) kişi (artık hayır ve şerden) ne hazırladığını bilecektir. [krş. 3/30; 75/13]
15. (Hayır! Yine) yemin ederim, (gündüzleri) o sinip gizlenen,
1] Çocuğun sperma halinden alaka haline gelişi, cinsiyetinin ne olacağı, renk ve şekli ancak Yaradan’a aittir. [bk. 31/34; 96/2]
83. Mutaffifîn Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 36 âyettir. Mutaffifîn, “mutaffif” kelimesinin çoğulu olup “ölçü ve tartıda hile yapanlar” demektir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan ölçüp aldıkları zaman, tastamam alırlar. Onlara (bir şey verirken) ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar. [krş. 11/85-88]
4-5-6. Sahiden bunlar, (öldükten sonra hesap için) büyük bir günde diriltileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar, âlemlerin Rabbi(nin hükmü) için (kabirlerinden) kalkacaklardır!
7. Sakının (hileye sapmaktan ve hesaba inanmamaktan)! Çünkü fâcirlerin (Allah’ın emrinden çıkanların) kitabı muhakkak ki Siccîn’dedir.
8. Siccîn’in ne olduğunu sen nereden bileceksin? (Bilemezsin.)
9. (O) yazıl(ıp mühürlen)miş bir kitaptır (ki o, kötü amellerin kütüğüdür).[1]
10. (Bunu) yalan sayanların o gün vay haline!
11. Onlar ki ceza (ve hesap) gününü yalan sayarlar.
12. Onu da her haddi aşan, günaha düşkün olandan başkası yalanlamaz.
13. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “Evvelkilerin masallarıdır.” demiştir. [bk. 16/24; 25/5]
14. Hayır! (Öyle değildir.) Doğrusu kazandıkları (kötü) şeyler, onların kalplerinin üzerinde pas bağlamıştır.
15. Hayır! (Dahası var); muhakkak ki onlar, Rablerin(i görmekten, rahmetine ermek)ten elbette mahrumdurlar.
16-17. Sonra onlar, mutlaka o alevli ateşe girecekler ve (onlara): “İşte kendisini yalanlamakta olduğunuz (azap) budur.” denilecek.
18. Dikkat edin, iyilerin (amel) kitabı Illiyyîn’dedir.
19. Illiyyîn’in ne olduğunu sen nereden bileceksin? (Bilemezsin.)
20. (O) yazıl(ıp mühürlen)miş bir kitaptır (ki yücelerde, iyi amellerin kütüğüdür).
21. (Allah’a) yaklaştırılmış (melek)ler ona şahit olurlar.
22. Şüphesiz ki iyiler, bol nimet (cenneti) içindedirler.
23. Tahtlar üzerinde (etrafı) seyrederler.
24. Yüzlerinde o nimetin neşe ve parıltısını tanırsın.
25-26. Onlara (ağızları) mühürlü, (lezzet ve neşesi olan, sarhoşluğu olmayan) halis şaraptan içirilir. Onun içiminin sonu misktir (çok güzeldir). O halde rağbet edip yarışanlar bunun için yarışsın(lar).
27-28. Onun karışımı, Tesnîm’dendir. (O kıymetli) bir kaynaktır ki ondan (Allah’a) yakın olanlar içerler.
29. Hakikaten o suç işleyen (günahkâr)lar (dünyada) iman edenlere gülerlerdi.
30. (Onlar) yanlarından geçtikleri zaman (alay için) birbirlerine kaş göz işareti yaparlardı.
31. Ailelerine döndükleri vakit de (bu yaptıklarından) zevk alarak (gülüşe gülüşe) dönerlerdi.
32. O (iman ede)nleri gördükleri zaman: “Hakikaten bunlar, cidden sapıkmışlar (beyinleri yıkanmış gerici takımı)” gibi şeyler derlerdi.
33. Halbuki (inkârcılar, münâfık ve fâsıklar) onlar üzerine gözcüler olarak gönderilmemişlerdi.
34-35-36. İşte o gün iman eden (Allah’ın emirlerine teslimiyet gösteren)ler de (açık ve gizli) kâfirler(in perişan hallerin)e, tahtlar üzerinde (onlara) bakarak: “O kâfirler, yapmakta olduklarının karşılığını (cezasını nasıl) buldular değil mi?” (diye) gülecekler. [krş. 57/12-15]
[1] Elmalılı, VII, 5653 (Zemahşerî’den naklen).
84. İnşikâk Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 25 âyettir. İnşikâk, birinci âyette geçtiği üzere “yarılma” anlamınadır. Sûre adını bu âyetten almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. Gök, (cisimleri ile) Rabbini(n buyruğunu) dinleyip itaat ederek yarıldığı zaman.
3-4-5. Yer de Rabbini(n emrini) görevi olarak dinleyip itaat ederek dümdüz yapıldığı, içindekileri (dışarı) atıp boşaldığı zaman (herkes yaptığının karşılığını görecektir).
6. Ey insan! Gerçekten sen, Rabbine (varıncaya) kadar (bu yolda) didindikçe didinirsin. Nihayet O’na kavuşacaksın.
7-8-9. Fakat (o zaman) kime kitabı sağından verilirse, hesabı kolay bir şekilde görülecek ve sevinçli olarak (cennete girmişlerden olan) ailesine dönecektir.
10-11-12-13. Kitabı arkasından verilene de gelince: (“Ey ölüm! Neredesin!” diye) hemen ölümü çağıracak ve alevli ateşe girecek. Çünkü o (dünyada inanmayıp) ailesi (ve kavmi) içinde keyifli (mal ve mülkü sebebiyle şımarık) idi. [krş. 69/25-33]
14. Doğrusu o, (hesap için diriltilip Rabbine) asla dönmeyeceğini sanmıştı.
15. Hayır! Öyle değil! (O Rabbine dönecektir, yaratılması boşuna değildir.) Elbette Rabbi onu çok iyi görendir.
16-17-18-19. Yemin ederim, akşamın alacakaranlığına, o geceye ve (içinde) derleyip topladığı şeylere, (ışığı) tamamlandığında (dolun)aya ki![1] (Ey insanlar!) Mutlaka siz, halden hâle geçecek (Rabbinize kavuşacak)sınız. [bk. 6/73; 21/38; 44/38]
20. Öyleyse onlar için ne (engel) var ki inanmıyorlar?
21. Onlara Kur’an okunduğu zaman secde ed(ip Allah’a teslimiyet göster)miyorlar.[2]
22. Aksine o inkâr edenler (Kur’an’ı ve âhireti) yalanlıyorlar.
23. Halbuki Allah, (onların) içlerindeki (küfür ve düşmanlıkları)nı pek iyi bilendir.
24. Onun için (Resûlüm!) Onları acıklı bir azap ile müjdele!
25. Ancak iman edip sâlih (sevaplı) amel işleyenler hariçtir. Onlar için ardı arkası kesilmeyen (minnetsiz) bir mükâfat vardır.
[1] Kamerî ayların 13, 14 ve 15. günleri olup üçüne birlikte eyyâm-ı bîyz/beyaz günler denilir (Beydâvî).
[2] Secde âyeti konusunda bk. 7/206.
85. Bürûc Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 22 âyettir. Bürûc, ilk âyette geçtiği üzere “burçlar” demektir. Adını bu âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Burçlar sahibi göğe, o vaad olunan güne, şahitlik edene ve şahitlik edilene (görenlere ve görülenlere) andolsun ki; [bk. 25/61]
4-5. (İnananları dinlerinden vazgeçirmek üzere hazırladıkları hendeklerin) içini tutuşturulmuş ateşle dolduran hendek sahipleri, kahrolmuş (ve lanetlenmiş)tir.
6-7. O vakit onlar, (o ateşin) karşısında oturmuşlardı, (ateşe attıkları) mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
8-9. Onlardan öç almalarının sebebi, sırf (mü’minlerin) O tek galip, her övgüye lâyık Allah’a inandıklarından (ve imanlarının gereğini yapmak isteyip onlar gibi olmadıklarından)dı.[1] Oysa ki göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Allah, her şeye şahittir. [krş. 5/59; 7/126; 9/74]
10. Şüphesiz mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara (dinlerinden soğutmak/çevirmek için) işkencede bulunanlar, sonra (yaptıklarına) tevbe etmeyenler var ya! İşte onlar için cehennem azabı vardır, yakıcı azap da onlaradır.
11. Doğrusu iman edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, alt tarafından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Büyük kurtuluş ve saadet budur.
12. Şüphesiz Rabbinin (zalimleri) yakalayışı pek şiddetlidir.
13. Doğrusu ilk defa var eden, hem de (öldükten sonra diriltip kendisine) döndürecek olan yalnız O’dur.
14-15-16. O, (tevbe ve itaat edenleri) çok bağışlayan, çok sevendir. Arşın yüce sahibidir, dilediğini derhal yapandır.
17-18. (Resûlüm!) Sana geldi mi o Firavun ve Semûd ordularının (helak) haberi?
19. Doğrusu inkâr edenler, (gerçekleri) bir yalanlama içindedirler.
19. Doğrusu inkâr edenler, (gerçekleri) bir yalanlama içindedirler.
20. Halbuki Allah (onları) arkalarından kuşatmıştır.
21-22. (Bunlar inkâr ededursunlar) doğrusu o (Kitap) çok şerefli bir Kur’an’dır ki (onun aslı) Levh-i Mahfûz’dadır. (Koruma altındaki levhadadır.)
[1] Uhdûd halkı içindeki mü’minlere yapılan baskı, sindirme ve işkenceler, muhtelif zamanlarda ve yerlerde, İslâm’a göre yaşamak isteyen mü’minlere karşı; putçu, inkârcı ve tâğûtî güçler tarafından çeşitli şekil ve adlar altında o yapılanlar aynen devam etmektedir. Bu böyle olurken inananlardan duyarsız ve seyirci olanlar da kendilerini vebalden kurtaramazlar. [bk. 7/126 ve açıklaması]
86. Târık Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 17 âyettir. Geceleyin ortaya çıkan her şeye “târık” denilir. Ünlü kişiye de mecâzî olarak bu ifade kullanılır. Karanlık câhiliye dönemini aydınlatan, sabahı müjdeleyen kişi olarak Peygamber Efendimiz de buna benzetilmiştir. Yıldızlar da geceleyin doğduklarından bu ismi almıştır. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Andolsun, göğe ve Târık’a. Târık’ın ne olduğunu nereden bileceksin? (Bilemezsin. O, parlak ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.
4. Hiçbir nefis yoktur ki üzerinde (kendisini görüp gözeten) bir muhafız olmasın. [bk. 13/11]
5-6. Artık insan, neden yaratıldığına (ibretle) bir baksın! O, fışkırıp dökülen (menî denen) sudan yaratıldı.
7. O su, sulb (omurga) ile terâtib (eğe kemiği) arasın(da oluşup gelişen sonra torbaya inen testisler)den çıkar.[1]
8. Şüphesiz ki O (Allah), onu (öldürdükten sonra dünyadaki hali gibi diriltip) döndürmeye kâdirdir.
9. O gün (bütün) sırlar açığa çıkarılacaktır.
10. Artık o (yüzü kara çıkan kimse)nin ne bir kuvveti ne de bir yardımcısı vardır.
11-12-13-14-15. O (denizden aldığı buharın, yağmur, kar haline) dönüşüm yeri olan göğe, (bitkilerin ve kaynakların çıkması için) yarılmaya elverişli yere andolsun ki hakikaten o (Kur’ an), elbette (hak ile bâtılı) ayıran kesin bir sözdür; o bir şaka değildir. Hakikaten onlar (müşrikler, Kur’an’ın nurunu söndürmek, yürürlükten kaldırmak için) hep bir hile düzenlerler.
16. Ben de (onlara, felaketleri için) bir tuzak hazırlarım.
17. Onun için (Resûlüm!) Sen kâfirlere mühlet ver. (Hemen helaklerini isteme.) Şimdilik onları biraz kendi hallerine bırak. (Onlar ihmal edilmeyeceklerdir.) [bk. 3/178; 19/84; 31/24; 35/43-45]
[1] Erkek çocuğun testisleri (er bezleri) ve kızın yumurtalığı henüz cenin halinde iken, onun sulb’u (omurgası/belkemiği) ile terâtib’i (eğe kemikleri) arasıdaki yerde gelişir. 6-7 ay sonra erkeğin testisi yavaş yavaş torbaya iner. Kızınki ise legen boşluğunda kalır. Ama her ikisinde de bunlara ait damar ve sinirler, esas geliştiği yerleri olan sulb ve terâib arasında yer almıştır. Menî ise, testis ve diğer üreme organlarından oluşur. Yumurtayı aşılayan, menîdeki spermaların güçlülüğüdür. (Bkz. el-Bâr, Kur’an ve Tıbba Göre İnsanın Yaratılışı, s. 41, 43.) Allah’ın bildirdiği bu bilgi, Teknoloji Gazetesi’nin 2002 Eylül sayısında yeni bir keşif olarak bildirilmektedir.
87. A'lâ Sûresi
A’lâ, “en yüce” demek olup sûre Mekke döneminde nâzil olmuştur. 19 âyettir. Adını ilk âyetindeki aynı ifadeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5. Rabbinin yüce adını tesbih et (“Sübhâne Rabbiye’l A’lâ” de). O (her şeyi) yaratıp düzenine koyan (her şeyi) takdir ed(ip yarat)an ve ona göre de uygun yolu (ilham edip) gösteren,[1] (yemyeşil) otlağı çıkaran, sonra da onu, kararmış/siyahımsı çer çöp haline çevirendir.[2]
6-7. (Resûlüm!) Sana (Kur’an’ı) okutacağız; artık sen asla unutmayacaksın. Yalnız Allah’ın (nesh etmek için) dilediği başka. Çünkü O, açığı da bilir, gizliyi de.
8. Seni en kolay olana muvaffak kılacağız.
9. O halde sen öğüt (ve hatırlatmak)ya fayda verirse, diye öğüt verme (ve hatırlatma işi)ne devam et.
10. (Allah’a) saygısı olan, öğüt alacak (emrine uygun yaşayacak)tır.
11-12-13. Âsî/kötü olan kimse de ondan kaçınacak ama o en büyük ateşe girecektir. Sonra orada o, ne ölecek ne de yaşayacaktır. [krş. 4/56; 20/74; 25/14]
14-15. Doğrusu, hem (günahlardan) temizlenen hem de Rabbinin adını (tesbih, tehlil ve tekbirle) anıp namaz kılan mutluluğa/kurtuluşa ermiştir.
(Bu iki âyette sırasıyla amellerin üç derecesi ve böylece mutluluk formülü verilmektedir.)
16-17. Fakat! (Ey gafiller!) Siz, (geçici) dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. Âhiret ise, hem daha hayırlı hem de devamlı (ve sonsuz)dur.
18-19. Muhakkak ki bu (öğütler)[3] evvelki sahîfelerde, İbrahim ve Musa’nın sahîfelerinde de vardır. [krş. 53/36-37]
[1] Her şeyin bir kaderi olduğuna dair bk. 25/2; 54/49.
[2] Âyetteki “ğusâ” kelimesi, sel köpüğü anlamına da gelmektedir. O zaman tercüme şöyle olur: “Sonra da onu (otlağı) siyahımsı bir sel köpüğü haline çevirendir.” Belki uzun zaman sonra bunlar yer altında petrol ve kömür haline gelmiş olabilir.
[3] 14-18. âyetlerde geçen.
88. Ğâşiye Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Ğâşiye “kaplayıp örten” demektir. 26 âyettir. Adını ilk âyetindeki aynı ifadeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Dehşetiyle her şeyi) sarıp kaplayan (o kıyamet)in haberi artık sana geldi. [bk. 20/9]
2. Birtakım yüzler o gün öne eğiktir.
3. (Onlar dünyada boşuna) çalışmış, yorulmuştur. (bk. 18/103-104; 24/39)
4-5. Kızgın bir ateşe girerler, kaynar bir kaynaktan (su) içirilirler.
6-7. Onlar için kuru, acı bir dikenden başka yiyecek yoktur. O ne besler ne de açlığı giderir.
8-9-10-11. Birtakım yüzler de o gün güzel (ve mutlu)dur. (Dünyada Allah’ın rızasına uygun) çalışmış olmasından dolayı hoşnuttur. Yüksek bir cennettedir. (Bu kimseler) orada boş söz işitmezler. [krş. 19/62; 56/25-26]
12-13-14-15-16. Orada akan nice kaynak(lar), orada yüksek tahtlar, hem de (önlerine) konmuş kadehler, (sıra ile) dizilmiş yastıklar, serilmiş nefis halılar vardır.
17-18-19-20. (İnsanlar) o devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayılıp döşendiğine (ibretle) bakmazlar mı?
21. (Resûlüm! Onlara) öğüt ver (ve uyar). Sen ancak bir öğüt verici (ve uyarıcı)sın.
22. Sen, o (inanmaya)nların üzerinde zorlayıcı/baskıcı değilsin.[1]
23-24. Ancak, kim (imandan) yüz çevirir ve küfre saparsa, Allah da onu en büyük azap ile azaplandırır.
25. Şüphesiz onların dönüşleri ancak bizedir.
26. Sonra, onların hesabı(nı görmek) de yalnız bize aittir.
[1] İman ettirmek için zorlama yoktur. [krş. 2/256, 272; 13/40]
24. (O zaman:) “Ah keşke ben, (bu) hayatım için (dünyada iken sâlih ameller yapıp) önceden gönderseydim.” diyecek.
25-26. Artık o gün, O’nun azabı gibi, hiç kimse azap edemez ve hiç kimse, O’nun (âsîlere vurduğu) bağ gibi bağ vuramaz.
27-28. Ey (Allah’ın rızasıyla) huzura eren nefis! (Rabbini) hoşnut etmiş ve (sen de Rabbin tarafından) hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. [krş. 98/8]
29-30. Haydi (iyi) kullarımın içine katıl ve cennetime gir! (denilir.)
(Bu duruma erişmek için çalışmak, insanın en büyük gayesi olmalıdır. Bu aşamaya gelmesi için insanın, nefsiyle mücadelesinde nefsinin hayvanî yönüyle, Emmâre olan kötülüğe, günaha teşvik eden yönü ve Levvâme yani günahlarından pişmanlık duyup kendini kınayan fakat tam vazgeçemeyen yönleriyle mücadele edip onlardan kurtulması lazımdır.)
[1] Bu on gece hakkında çoğunlukla “Zilhicce’nin ilk on günüdür.” denmiştir. Fakat Ramazan-ı şerîfin son on günü olduğuna dair de rivayet vardır. [bk. Elmalılı, IX, 184-185]
[2] Ordusunun çokluğu dolayısıyla; konakladığı yerlerde fazlaca çadır ve kazık kullandığı için âyette “kazıklar sahibi Firavun’a” diye geçmektedir (Beydâvî).
[3] Câhiliye devrinde Araplar kadınlara, çocuklara ve yetimlere mirastan pay vermezlerdi.
90. Beled Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 20 âyettir. Beled, “belde” anlamında olup burada Mekke kastolunmuştur. Adını ilk âyetindeki aynı ifadeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Elbet[1] bu şehre (Kutsal Mekke’ye) yemin ederim ki!
2. Sen bu şehirde oturacaksın.[2]
3. Babaya ve oğluna yemin ederim ki![3]
4. Gerçekten biz (her) insanı (hayatında karşılaşacağı) birtakım zorluklar içinde yarattık.
5. (İnsan), hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi zannediyor?
6. (Gösteriş için övünerek:)“Ben birçok mal tükettim.” diyor.
7. (O) hiç kimsenin (yani Allah’ın da) kendisini, görmediğini (ondan haberi olmadığını) mı zannediyor?
8-9-10. Biz (hikmetimiz üzere) ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? Ona iki yol (iki hedef olan hayır ve şerri) göstermedik mi? [krş. 76/2-3]
11-12-13-14-15-16. Fakat o, (âhiret mutluluğunu engelleyen) sarp yokuş(u aşmay)a girişmedi.[4] O sarp yokuşun ne olduğunu sana ne bildirdi? (O ilk adım olarak) bir köle (ve esir) azat etmektir. Yahut (salgın) bir açlık gününde, akraba olan yetimi, yahut yere serilmiş (aç) bir yoksulu doyurmaktır.
17. Sonra (bu sarp yokuşu aşmak) iman edip de, birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.
18. İşte bunlar, bahtiyar olan (amel defteri sağından verilen) kimselerdir
19. Âyetlerimizi inkâr edenler ise, sol ehli olan (amel defterleri solundan verilmiş olan)ların ta kendileridir.
20. Onların üzerlerine (kapakları) kapatılacak bir ateş vardır.
[1] bk. 75/1 ve dipnotu.
[2] Bu âyetle Mekke’nin ileride İslâm şehri olacağının müjdesi verilmektedir (Beydâvî; Celâleyn; Elmalılı, VII, 5825-5827).
[3] Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’e (Elmalılı, VIII, 5830). Bazı müfessirler ise bundan Hz. Âdem ve onun sâlih neslinin kastedildiğini söylemektedirler.
[4] O insan, basit olanı, nefsin arzu ve isteklerine göre tanzim edilen (şerli) yaşam biçimini seçti.
91. Şems Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 15 âyettir. Şems, “güneş” demektir. Adını ilk âyetteki ilgili kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6-7-8. Güneşe ve onun ışığına, (ışık bakımından) onu takip ettiğinde aya,[1] (güneş) açıp parlattığında gündüze, onu(n ışığını) örttüğü zaman geceye, göğe ve onu bina edene, yere ve onu (hayata elverişli olarak) ‘yayıp döşeyene’, her bir nefse ve onu (insan şeklinde) düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü, hem de ondan sakınmayı/ korunmayı ilham eden (onlara bilme kabiliyeti veren)e andolsun ki!
9-10. O (nefsi)ni (günahlardan)[2] tertemiz yapan, muhakkak kurtulup umduğuna ermiştir. Onu (günahlarla) örtüp gömen de elbette ziyana uğramıştır. [krş. 92/12-18]
11. Semûd (kavmi) azgınlığı yüzünden (peygamberleri Salih’i) yalanladı.
12. Hani onların en bedbaht olanı (mucize olarak verilen deveyi öldürmek için) ayaklanmıştı.
13. Allah’ın peygamberi (Salih) onlara: “Allah’ın dişi devesine ve onun su içmesi (nöbeti)ne dokunmayın.” demişti. [bk. 7/73; 26/155; 54/28]
14. Fakat onu yalanladılar, onu (deveyi) de (ayaklarından biçerek) devirip kestiler. Rableri de onları, günahları yüzünden, (gazabıyla) kırıp geçirdi, orayı dümdüz etti.[3]
15. Bunun sonucundan (yere batırmasından) da, O korkacak değildir.
[1] Ay, hareket bakımından dünyaya, ışık bakımından güneşe bağlıdır. Ayın güneşe uyması ve ona benzemesi de 14-15’inde dolunay günlerinde olur ki doğuşu, güneşin batışını takip eder.
[2] Şirkten, ibadetsizlikten, kötü duygu ve fiillerden.
[3] İnsanlar başıboş yaratılmamıştır. Yaptığı günah işler kimsenin yanına kâr kalacak değildir. İyiliği emir ve kötülükten menetmenin yapılmadığı ve günahkârlığa devam edilen yerlerde, ferdin veya bir grubun âsîliğine karşı, ceza umûmî gelir. [bk. 8/25]
92. Leyl Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 21 âyettir. Leyl, “gece” demektir. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. (Karanlığıyla) bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp parladığı zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki!
4. Doğrusu sizin çalışmanız, çeşit çeşit (gayelerle)dir.
5-6-7. Artık kim (Allah için) verir ve (günahlardan) sakınırsa ve en güzeli (Kelime-i tevhîdi) de tasdik ederse,[1] biz de onu en kolay olana hazırlarız.
8-9-10. Kim de cimrilik eder, kendisini (yeterli görüp Allah’a) muhtaç görmez ve o en güzeli (Kelime-i tevhîdi) yalanlarsa, biz de onu, en güç olana hazırlar sevkederiz.[2]
11. O aşağıya (cehenneme) düştüğü zaman, malı ona hiç fayda vermeyecek.
12. Şüphesiz doğru yolu göstermek bize aittir.
13. Şüphesiz âhiret de, önünde olan (dünya) da bizimdir.
14. İşte (ben) sizi alevler saçan bir ateşle uyardım.
15-16. Ateşe âsî/kötü olandan başkası girmez. O (da, peygamberi) yalanlayan ve (imandan ve Allah’ın emirlerinden) yüz çevirendir.
17-18. Arınmak için, malını (sırf Allah rızası için) veren en takvâlı (Allah’ın emirlerine en uygun yaşayan) kimse ise, o (ateşin azabı)ndan uzaklaştırılacaktır.[3]
19-20. O, yanındaki verilecek nimeti, bir kimseden şükran beklemek için değil, ancak yüce Rabbinin rızasını kazanmak için verir.
21. Elbette o da (Allah’ın kendisine vereceği nimetle) hoşnut olacaktır.
[1] İslâm, önce Lâ ilâhe illallâh ile başlar. Bu, İslâm inkılâbının anahtarı olmuştur. Bir kimse “Lâ ilâhe” ile Allah’ın önüne geçecek bütün tabuları, put ilâhları ve nefsindeki putları ortadan kaldırır. “İllallâh” ifadesi ile de tevhidi tasdik eder, yalnız Allah’a ve O’ndan gelenlere teslim olur ve işte o zaman gerçek/samimi müslüman olur. Müslüman olunca da gereğini yerine getirir. Çünkü İslâm Kelime-i Tevhîdin gerçekleştiği yerdedir. [bk. 2/256]
[2] Allah’a karşı kendini yeterli gören ve Kelime-i Tevhîde ve gereğine değer vermeyenleri Allah zor, şer ve kötü işlere hazırlar. Onun da bu işleri kolayına gelir. Böylece cehenneme gitmek ona kolaylaştırılmış olur.
[3] İslâm’a uygun yaşayanlar; Hz. Ebû Bekir (r.a) ve benzerleri
93. Duhâ Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 11 âyettir. Duhâ, “kuşluk vakti” demektir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Kuşluk vaktine, karanlığı çöküp sükûn bulduğu zaman geceye andolsun ki! (Resûlüm!) Rabbin seni (müşriklerin dediği gibi) terketmedi ve (sana) darılmadı. [bk. 18/23-24]
4. Elbette senin sonraki (hayatın), evvelkinden (âhiretin de dünyadan) daha hayırlı olacaktır.
5. Elbette Rabbin (nimetlerini) verecek, sen de hoşnut olacaksın.
6. O seni bir yetimken seçip barındırmadı mı?
7. Seni (önce ne yapacağını) şaşırmışken seçip de doğru yola iletmedi mi?
8. Seni fakirken seçip de zengin etmedi mi?
9. O halde (sen de) yetime eziyet etme!
10. Sâili (isteyeni) de sakın azarlayıp kovma!
11. Rabbinin nimetine gelince: (Onu) durmayıp anlat.[1]
[1] Kur’an okurken, bu sûreden itibaren sûrelerin bitiminde “Allâhu Ekber” demek Ehl-i Mekke’nin sünnetidir. Peygamberimiz de bu sûrenin nüzûlü dolayısıyla sevincinden tekbir getirmiştir.
94. İnşirâh Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Sûre, adını Allah Resûlü’nün kalbinin ferahlatılması hadisesine işaret edilen birinci âyetteki olaydan almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) Senin (Kalbine dayanıklılık ve ferahlık vermek ve hikmetle doldurmak için) göğsünü açıp genişletmedik mi? [bk. 6/125; 20/25; 39/22]
2-3. Sırtına ağır gelmiş (belini bükmüş) olan yükünü senden indir(ip hafiflet)medik mi?
4. Senin namını da (dünya ve âhirette) yükseltmedik mi?
5. Muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten (yine) o (geçen) güçlükle beraber bir kolaylık (daha) vardır.[1]
7. O halde (bir iş ve ibadeti bitirip) boş kaldığın zaman, hemen (başka bir işe/ibadete) koyul.
8. Ve (her işinde) ancak Rabbine rağbet et (O’na sarıl ve O’ndan iste).
[1] Güçlükler, mârife kelime olduğundan, iki güçlük bir güçlük durumunda olup kolaylıklar da nekre olduğundan ayrı ayrı kolaylığı ifade eder. Böylece bir güçlüğe iki kolaylık var demektir. Zorluğun arkasından kolaylığın pek çabuk geleceğini belirtmek için de “ma’a” kelimesi kullanılmıştır. [bk. 92/5-7]
95. Tîn Sûresi
Mekke devrinde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Tîn, lügatte “incir”, mecâzen onun yetiştiği yer anlamındadır. Tîn’e yeminle başladığından sûre bu adı almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4. Tîn’e ve zeytûne,[1] Sînâ dağına ve şu güven veren şehre (Mekke’ye) andolsun ki biz insanı hakikaten en güzel biçimde yarattık.
5. Sonra onu (isyanı, vahiy yolundan sapması, hep kötü şeyleri düşünüp yapması yüzünden) aşağıların aşağısına çevir(ip indir)dik.
(Allah, insana muhakeme ve irade gücü ve yeteneği vermiştir. Kulağını, gözünü, gönlünü, aklını vahiyden koparıp hevâ ve hevesine bağlayan insan, Allah’a olan nankörlüğü, O’nu inkârı, ilâhî hükümleri tanımaması ve hareketlerindeki isyanı sebebiyle Allah katında hayvanlardan da aşağı olmayı ve cehennemin en alt tabakasına gitmeyi hak etmiştir.) [bk. 7/179]
6. Yalnız iman edip de sâlih (sevaplı) amel (ve hareket)lerde bulunanlar hariçtir. Çünkü onlar için ardı arkası kesilmez bir mükâfat vardır.
7. O halde (ey insan! Bunca delillerden) sonra dîni (hesap gününü) hangi şey sana yalan saydırabilir?
8. Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni (ve hükmü en iyi olan) değil midir?[2]
[1] Bunlar bir görüşe göre incir ve zeytin olarak meyve ismidir. Allah’ın yemini bunların faydasından dolayıdır. Diğer görüşlere göre bunların eski zamanlardan beri bolca yetiştiği yer olan, Filistin’e/Beytü’l-Makdis’e işaret vardır ki bu, bundan sonraki iki âyete daha uygundur. Çünkü buralarda Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Muhammed’in (aleyhimüsselâm) peygamberlik görevleri vardır.
[2] “Belâ ve ene alâ zâlike mine’ş-şâhidîn” (Evet, hâkimler hâkimidir, ben de buna şahitlik edenlerdenim) demek Peygamber Efendimiz’in tavsiyesidir (Celâleyn).
96. Alak Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 19 âyettir. İnsanın alak’tan yaratıldığını ifade etmekte ve aynı kelimeyle adlandırılmaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. Yaratan Rabbinin adıyla (Rabbin adına sana okunan şekliyle) oku (ve bildir insanlara).[1] O insanı bir alak’tan (rahim duvarına asılmış zigottan/aşılanmış yumurtadan) yarattı. [bk. 22/5; 23/13-14]
3-4-5. Oku, insana bilmediğini öğreten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.
6-7. Ama doğrusu insan, kendisini müstağnî (Allah’a karşı ihtiyaçsız) görmesiyle azar (tâğûtlaşır, rablaşır/kendini tanrılaştırır).
8. Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir.
9-10. Gördün mü, namaz kılarken bir kulu men edeni(n hali nice oldu)?
(Kureyş kabilesi içinde önemli bir mevkiye sahip olan ve kendisini yeterli görüp Allah’a ihtiyaç duymayan Ebû Cehil, Hz. Peygamber namaz kılarken boynuna basıp ona engel olmak istemişti. Fakat daha yanına varınca gözüne ateş hendeği ve bazı kanatlılar gözükünce titreyerek geri dönüp kaçtı.)
11. Söyle bana! Ya o (namaz kılan kul) doğru yol üzerinde ise!
12. Yahut takvâyı (Allah’ı tanıyıp O’nu emirlerine uygun yaşamayı) emrediyorsa!
13. Söyle bana! Ya o (biri de hakkı) yalan sayıyor ve (imandan) yüz çeviriyorsa (hali nice olur)?
14. (O,) Allah’ın (her şeyi) gördüğünü bilmiyor mu?
15-16. Sakınsın o. Yok eğer (inkârından ve bu tutumundan) vazgeçmezse, andolsun ki (onu) perçem(in)den, o yalancı, günahkâr perçem(in)den yakalayıp (cehenneme) sürükleriz.
17-18. Artık o (kendisine yardım ede cek) grubunu çağırsın. (Biz de) zebânîleri çağıracağız.
19. Sakın, (seni ibadet ve taatten menedene korkup) boyun eğme; (Allah’a) secde et ve (böylece başkalarına kulluktan kurtulup O’na) yaklaş. [2]
[1] Hz. Peygamber okuma yazma bilmemekle beraber, Arap müşriklerinde okuma yazma vardı. Hatta şiirlerindeki edebî sanat üst seviyede idi. Fakat öğrenimlerinin temelinde “Bismi’l-Lât ve’l-Uzzâ” gibi putlarını anma, onları yüceltme ve onlar adıyla okuma vardı. Bu âyet-i kerîme ile artık putlar ve onları yüceltme adına değil, Allah’ın yüceliğini hâkim kılma ve O’nun adıyla okuma inkılâbı yapılmış oldu. Burada mef’ûl (nesne/okunacak şey) kaldırılmış olduğundan rızasına uygun bütün okumaları da içine almaktadır. İnsanın aklını, düşüncesini aydınlatan fen bilimleridir. Gönlünü, duygularını aydınlatan ise din ilimleridir. Sadece fen bilimleri ile beslenen insan genelde hile, şüphe ve çıkarcılığa yönelir. Ancak din bilimleriyle birlikte insan yücelir, mutluluğa erer.
[2] [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]
97. Kadr Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Medenî diyenler de vardır. Beş âyettir. İlk âyette geçen kadir, “şeref ve azamet” demektir. Bu kelime sûreye ad olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Doğrusu biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. [krş. 2/185; 44/3]
2. Kadir gecesini(n fazîletini) sen nereden bileceksin?
3. (O) Kadir gecesi, (içinde Kadir gecesi olmayan) bin aydan daha hayırlıdır.[1]
4. Melekler ve Rûh,[2] onda Rablerinin izniyle (gelecek yıla kadar olacak hikmetli) her iş için iner de iner. [bk. 44/4]
5. O (gece), tanyeri ağarıncaya kadar, (ibadet ehline) bir selam (rahmet ve esenlik)tir.
[1] Kadir gecesinin Ramazan ayının son on gününde ve onların da tek gecelerinden birinde olduğu hakkında hadisler mevcuttur. Buna dayanarak ekseriyetin görüşü, 27. gecesi olduğudur.
[2] Müfessirlerin çoğuna göre “Rûh” Hz. Cebrail’dir (Celâleyn). Yahut bu, “Rûh” isimli bir melektir ki melekler onu ancak bu gecede görürler (Nesefî (Medârik), IV, 398).
98. Beyyine Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Mekke döneminde indiği de söylenir. Beyyine, “açık delil” demektir. Birinci âyette geçen bu kelime sûreye ad olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ehl-i Kitab olan kâfirler ile müşrikler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar (kendi küfürlerinden) ayrılacak değillerdi. [bk. 5/17, 72; 9/30; 13/36]
2-3. (İşte bekledikleri apaçık delil:) Allah tarafından gönderilen, içinde payidar kalacak (doğru) yazılar (hüküm ve bilgiler) bulunduran, (batıldan) arınmış sayfaları okuyan (son) bir Resûldür (ki o da gelmiştir). [bk. 3/105]
4. (Böyle iken) Kitab verilenler ancak kendilerine apaçık delil (Kur’an ve Peygamber) geldikten sonra ayrılığa düştüler.
5. Halbuki onlar, ‘Allah’ı birleyerek’ (O’na) kulluk etmek, bu dini yalnız Allah’a has kılmak,[1] namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başka bir şey ile emredilmediler. İşte bu da en doğru/sağlam dindir.
6. Şüphesiz ki gerek Ehl-i Kitab’dan, gerek (Allah’tan başkalarına bağlanıp onları tabulaştırarak/ilâhlaştırarak) müşriklerden olsun (böylece) küfre sapanlar/kâfirlikte kalanlar, içinde devamlı kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte halkın en kötüsü/en şerlisi, onlardır. [krş. 2/165]
7. Doğrusu iman edip de sâlih amel işleyenler, işte yaratılanların en iyisi onlardır.
8. Rableri katında onların mükâfatları, içinde devamlı kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Bu (mükâfat), Rabbine (itaatle) içi ürpererek saygı gösteren kimselere mahsustur. [krş. 89/27-30]
[1] Dini Allah’a has kılmak/dinde ihlaslı olmak; dini, kendine veya başkalarına göre değil, Allah’ın emrine uygun yaşamak, O’nun emrine aykırı olan emirleri ondan üstün tutmamaktır. Aynı zamanda akla ve nefse uygun gelen şekli ile algılanan ve yaşanan İslâm da, Ehl-i Kitab’ınki gibi, Allah’ın dini olmaktan çıkar. [bk. 1/4; 39/2-3]
99. Zilzâl Sûresi
Medine döneminde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Zilzâl, “zelzele” (yer sarsıntısı) demektir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır. Kıyametten hemen önce meydana gelecek olan şiddetli depremden ve daha sonra bütün ölülerin kabirlerinden çıkıp hesap vereceklerinden bahseder.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Yer o dehşetli sarsıntısıyla sarsıldığı,
2. Yer (içindeki her türlü) ağırlıklarını çıkar(ıp fırla)ttığı,
3. Ve (dehşet içinde) insan: “Buna ne oluyor?” dediği (zaman)!
4-5. O gün (yer) senin Rabbinin kendisine bildirdiği haberleri anlatacak.
6. O gün (kıyamette) insanlar, amelleri(nin karşılığı)nı görmeleri (ve iyi kötü sonuçlarını tatmaları) için (hesap yerinden) bölük bölük dönecekler.
7. İşte kim zerre ağırlığınca (iman ve ihlâsla) bir hayır işlerse, onu(n karşılığını) görecek.
(Mü’minler ihlâsla yaptıkları iyiliklerinin karşılığını her iki dünyada, kâfirler ise ancak bu dünyada görebilirler.)
8. Kim de zerre ağırlığınca bir şer işlerse onu görecektir. [bk. 18/49]
(Ancak mü’minlerin amel defterlerinde gördükleri günahlar, Allah’ın lütfu ile bağışlanabilir. Kâfirler ise, affa uğramayarak karşılığını göreceklerdir.)
100. Âdiyât Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 11 âyettir. Âdiyât kelimesiyle başladığı için adını bu kelimeden almıştır. Âdiyât, “nefes nefese koşarken tırnaklarıyla kıvılcım saçan atlar” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Andolsun (cihadda) o harıl harıl koşan (at)lara!
2. (Koşarken tırnaklarıyla) çakıp kıvılcımlar saçanlara!
3-4-5. Sabahleyin baskın yapanlara, (geçtiği yerde) tozu dumana katıp (düşman) bir topluluğun ortasına dalanlara ki!
6-7. Gerçekten insan, Rabbine karşı çok nankördür (âsîlik yapar), şüphesiz o (kendisi)[1] de buna şahittir.
8. Hakikaten o (insan, dünya ihtirasından ve)[2] mal sevgisinden dolayı, cidden pek katı (ve cimri)dir.
9-10. Hâlâ bilmeyecek mi o, kabirlerin içindekilerin dışarı çıkarıldığı ve gönüllerdekinin devşiril(ip ortaya kon)duğu zamanı?
11. Şüphesiz o gün Rableri onlar(ın her halin)den elbette haberdardır.
[1] Yahut, Allah
[2] Nesefî (Medârik), IV, 402.
101. Kâri'a Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 11 âyettir. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Başa gelecek olan o büyük felaket.
2. Nedir başa gelecek olan o büyük felaket?
3. Başa gelecek olan büyük felâketin ne olduğunu sen nereden bileceksin ki? (Bilemezsin.)
4. O gün insanlar (gece ateşin çevresinde) yayılıp serilen pervaneler gibi olacak.
5. Dağlar, didilip atılmış renkli yünler gibi olacak.
6-7. Artık kimin tartı(da iyilik)leri ağır gelirse, işte o artık (cennette) memnun (olacağı) bir yaşayış içindedir. [krş. 23/101-103]
8-9. Kimin de tartı(da iyilik)leri hafif gelirse, onun anası (yurdu, devamlı kalacağı yer) Hâviye’dir.
10. Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin?
11. (O) kızgın bir ateştir (cehennemin uçurumudur.)
102. Tekâsür Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır. Tekâsür, “çokluk ve çoklukla övünmek” demektir.[1]
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. Çoklukla böbürlenmek sizi kabirleri ziyarete kadar oyaladı.[2]
3. (Bundan) sakının! Yakında (kötülüğünü) bileceksiniz.
4. Yine sakının ki siz, (âhirette de bunun kötülüğünü) bileceksiniz.
5. Eğer siz kesin bilgi ile (hakikati) bilseydiniz (böyle yapmaz, dünyalıklarla övünmezdiniz).
6. Andolsun ki, siz (bu kötü amellerinizin karşılığında) o alevli ateşi göreceksiniz.
7. Yine andolsun ki siz onu yakîn gözüyle (kendi gözlerinizle) göreceksiniz.
8. Sonra andolsun ki o gün (siz, verilen) nimetlerden sorulacaksınız.
(Allah’ın huzurunda bu sorguya kesin inanan insanın yaşantısı, İslâm’a uygun olur ve şükrün gereğini yerine getirir. Helâl kazanır, helâle harcar. Lüksten, israftan kaçınır ve infak etmesini bilir.) [bk. 17/26-27; 25/67]
[1] Araplar câhiliye devrinde gerek mal, gerek kabile ve gerekse aşîretlerinin çokluğuyla övünürler, hatta bazen gider ölülerini de sayarlardı. Gruplar mezarlıkta birbirlerine: “Falanca gibisi var mı?” diyerek, büyüttükleri kimselerin başında onlarla övünerek yaldızlı nutuklar çekerler, onlara tâzimde bulunurlar, hatta secde bile yaparlardı. İşte Peygamberimiz bundan dolayı ilk zamanlar, kabir ziyaretini yasaklamıştı. Fakat sonra, tevhid gönüllere yerleşip câhiliyeye ait (İslâm dışı) hareketler terkedilince bu yasağı kaldırdı. Bir müslüman, müslüman birinin kabrini ziyarete gitmiş ise, ona dua ve istiğfârda bulunmayı onun rûhuna Fâtiha okumayı; insana ölümü hatırlatması için de kabirleri ziyareti tavsiye etmiştir (Zebîdî, IV, 473-474).
[2] Mezardakileri de saymaya varıncaya kadar yahut ölüp mezara gidinceye kadar bu hâle devam ettiniz (Beydâvî, Celâleyn , Medârik). Diğer bir anlam ise mal ve servetle böbürlenip oyalanmanın mezara kadar devam etmesidir ki; bu türlü yaşantının âkibeti devamındaki âyetlerde belirtilmektedir.
103. Asr Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Üç âyettir. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. Asra[1] yemin olsun ki muhakkak insan kesin bir ziyan içindedir.
3. Ancak iman edip de sâlih (sevaplı) amel (ve hareket)lerde bulunanlar, hem de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariçtir (onlar ziyandan kurtulmuşlardır).
(Ashâb-ı kirâm bu sûreyi okumadan birbirlerinden ayrılmazlardı. Hakkı tavsiyede iyiyi, doğruyu ve tevhidi; sabrı tavsiyede ise ibadetlere devamı, nefse uymamayı ve ilâhî imtihanlara katlanmayı tavsiye vardır. İmam Şâfiî şöyle der: “Kur’an’da başka hiçbir sûre nâzil olmasaydı, şu kısacık sûre bile insanların dünya ve âhiret saadetini temine yeterdi.”)
[1] Yüksek fazîletleri dolayısıyla ikindi namazına, yahut Peygamberimiz’in asrı olan saadet çağına veyahut da dehre (sürekli zaman) (Beydâvî; Celâleyn).
104. Hümeze Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Dokuz âyettir. Hümeze, “birini arkasından durmadan çekiştirip inciten kimse” demektir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2. (İnsanları) arkadan çekiştir(ip küçük düşür)en, (el, kaş ve göz işaretleriyle) alaycı davranışta bulunan her kişinin vay haline! O ki malı toplayıp durmadan sayar. [krş. 49/11-12]
3. (O,) malının kendisini (dünyada) ebedî bırakacağını (şöhretin servetle olacağını) zanneder.
(Âhirette hesabı unutur, serveti için her türlü yolu meşru görür.)
4. Hayır! Andolsun ki o, (maddeperest olduğu için hakaretle fırlatılıp) Hutame’ye atılacaktır.
5. Bilir misin Hutame nedir?
6-7. (O,) (acısı) tâ yüreklere işleyecek, Allah’ın tutuşturulmuş (asla sönmez) ateşidir.
8-9. Onlar uzatılmış sütunlar içinde (bağlı) oldukları halde, o (ateşin kapısı) onların üzerine kapatılmış (olacak)tır.
105. Fil Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Beş âyettir. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Görmedin mi nasıl yaptı Rabbin, (Kâbe’yi yıkmaya gelen) fil sahiplerini (Ebrehe ve ordusunu)?
2. Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
3. Onların üzerine sürüler halinde kuşlar gönderdi.
4. (Bunlar) onlara pişkin sert çamurdan (dolu gibi) taşlar atıyor(lar)dı.
5. Derken (Allah) onları (Ebrehe ve ordusunu), yenmiş (delik deşik olmuş) ekin yaprağı gibi yapıverdi.
(Bu sûre, insanları orada toplamak için San’a (Yemen)’de bir kilise yaptıran ve gururlu zorba bir tavırla ve siyâsî üstünlüğüne güvenerek İslâm’ın kutsal bir sembolü olan Kâbe’yi yıkmaya niyetlenen Habeşistan vâlisi Ebrehe ve ordusunun hâlini konu edinmiştir. Hem de bütün zamanlarda geçerli, aynı mevki ve konumdaki kutsal düşmanlarına bir uyarı niteliği taşımaktadır. Burada, Ebrehe benzeri kimselerin otorite güç ve servetine güvenerek, İslâm’ın kutsal değerlerine saldırma veya onlarla mücadele etme planları hazırlamalarına karşı, bütün zamanlara yönelik, mühim bir uyarı vardır.)
106. Kureyş Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Dört âyettir. Adını ilk âyetinde geçen ve bir kabile adı olan “Kureyş” kelimesinden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Kureyş (kabilesi, güvenliği sağlanıp sefere) alıştırıldığı (ve başkalarıyla uzlaştırıldığı) için;
2. Kış(ın Yemen) ve yaz(ın Şam) seferine (Allah’ın) kendilerini alıştırdığı (ve başkalarıyla uzlaştırdığı) için;
3. Şu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine kulluk etsinler.
4. O (Rab) ki onları (Kâbe hürmetine) açlıktan (kurtarıp) doyurmuş, hem de kendilerini korkudan güvene kavuşturmuştur.
(Allah’a şükrün gereği O’na imandır; iman ise O’na teslimiyettir.)
107. Mâ'ûn Sûresi
İlk üç âyeti Mekke döneminde, diğerleri Medine’de inmiştir. Yedi âyettir. Adını “yardımlaşma” anlamına gelen ve son âyette geçen “mâ’ûn” kelimesinden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Dini (o hesap gününü) yalanlayanı gördün mü?
2. İşte, yetimi itip kakan,
3. Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmeyen/yoksula yedirmeyi teşvik etmeyen de odur.
4-5-6. Vay haline! (Şöyle) namaz kılanların ki onlar, namazlarından (onun öneminden, gayesinden ve vaktinin geçtiğinden) gafildirler. Hem de onlar, gösterişçidirler.
(İyi tanınmak veya çıkar sağlamak için namaz kılarlar.)
7. (Onlar, zekâtı veya yardım ve yardımlaşma için) en basit şeyleri bile esirgerler/engel olurlar. [bk. 2/264; 4/38, 142]
108. Kevser Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Üç âyettir. Kevser, aynı zamanda cennette bir havuzdur. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) Şüphesiz ki biz, sana Kevser’i verdik.[1]
2. O halde Rabbin için namaz kıl, hem de nahret (boğazla/kurban kes).[2]
3. Şüphesiz sana kin tutan var ya (bütün hayırdan ve hayırlı nesilden) nesli kesik olan asıl odur.
(Hz. Peygamber’in oğlu Kâsım vefat edince, müşriklerden Âs b. Vâil, ona “ebter” (nesli kesilmiş) demişti. Halbuki onun nesli ve şânının yüceliği devam etmiştir. Asıl, adı sanı unutulan ve aşağılananlar onlar olmuştur. Çok uzak bile olsa kendisini Resûlullah’a nisbet eden çoktur, ama müşrik birinin torunu olmakla övünen yoktur.)
[1] Yahut da “bol hayrı ve nimeti.” Resûlullah (sas.), bir de cennette verilecek Kevser ırmağının, Mirâç’ta kendisine gösterildiğini söylemiştir (Zebîdî, XI, hadis no: 1761-1762).
[2] Resûlullah (sas.) Kevser’le ve müşriklere verilen cevap ile taltif edildiğinde, müşriklerin kendi putlarına kurban kesmelerine karşılık, şükür ve ibadetin Allah’a tahsis edilmesi gerektiğini göstermek için (6/162-163) bu âyeti kendisine farz kabul ederek, kuşluk vakti namazı kılmış ve kurban kesmiştir. Bazı dil bilginleri, “nahr” kelimesine, kökü yönünden farklı anlam vermişlerse de uygulama ve hadîs-i şerîflere dayanarak sahabe ve mezhep imamları “venhar” lafzı için “kurban kes” mânasında görüş birliğinde olmuşlardır. Mü’minlere kurban kesme ve bayram namazı Medine’de meşru kılınmıştır. Bu da gece namazı gibi özellikle Hz. Peygamber’e farz kılınmıştır. Hanefîler’e göre vitir, bayram namazı ve kurban kesmek vaciptir. (Râzî, XXIII, 478’de 10 mesele; İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 684; Elmalılı, IX, 526-535; Derveze, I, 184; Kenûn, s. 415).
109. Kâfirûn Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Altı âyettir. Kâfirlere hitapla başladığından bu adı almıştır.[1]
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Resûlüm!) De ki: “Ey kâfirler! (Ey İslâm karşıtları!)”
2. “(Sizin) tapmakta olduklarınıza ben tapmam.”
3. “Siz de (aslında benim) ibadet ettiğime ibadet/kulluk edecek değilsiniz.”
4. “Zaten ben (sizin) taptığınız şeylere asla tapacak değilim.”[2]
5. “Siz de (aslında benim) ibadet ettiğime ibadet/kulluk edenlerden değilsiniz.”
6. “Sizin (batıl) dininiz size, benim (hak olan) dinim de banadır.”
(İslâm’ın tebliğine/insana ulaşmasına, onun hayata geçirilmesine engel olunmadıkça ve saldırılmadıkça prensip böyledir. Yoksa dinlerini onaylamak için değildir.)
[1] Ebû Cehil ile bazı Kureyş müşrikleri, Resûlullah’a amcası aracılığıyla cazip teklifler yapmışlar, “İsterse kendisine başkanlık verelim. Yeter ki putlarımıza söz söylemesin. Bir yıl o bizim putlarımıza tapsın/saygılı olsun; bir yıl da biz onun Allah’ına ibadet edelim.” demişlerdi. İşte inen bu sûre ile Allah Resûlü onlara Allah’ın red cevabını bildirdi. Putlara saygı ve tapınma ile beraber uzlaşmacı ve tavizci beraberliğe girmedi. O’na, şirke girmemek için Allah’ın hâkimiyetine, Rabliğine/tevhide aykırı bulunan şeylerde hiçbir taviz ve uzlaşma ruhsatı verilmemiştir. Resûlullah’ın tatbikatı da bu olmuştur. Fakat bundan sonra müşrikler daha sertleşmeye başladılar. Zaten bütün peygamberlerin mücadelesi, dinsizlerden ziyade, Allah’ın varlığını kabul ettikleri halde tâğûtlara kulluk eden, fikrî veya şeklî putları yücelten, onları öne geçiren şirk dini mensuplarıyla olmuştur.
[2] “Allah var” deseniz bile. [10/31; 23/84-89]
110. Nasr Sûresi
Medine döneminde, Mekke fethedildikten sonra nâzil olmuştur. Üç âyettir. İlk âyette geçen ve sûreye ad olan “nasr” kelimesi “yardım” demektir. Allah’ın yardımını anlattığından bu adı almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Allah’ın (vaadettiği) yardımı ve fetih (zafer) gelince,
2. İnsanların Allah’ın (son) dinine akın akın girdiklerini görünce,[1]
3. Hemen Rabbini hamd ile (överek) tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.
(Allah Resûlü, bu sûrenin inmesi ile, “Sübhânallâhi ve bihamdihî, estağfirullâhe ve etûbü ileyh” duâsını çokça yapmaya başlamıştır.[2])
[1] Mekke’nin fethi sırasında bu ifadeler aynen gerçekleşmiştir (Beydâvî). Türkler’in sekizinci asırda İslâm’a girişleri de böyledir. [bk. 49/29 dipnotu]
[2] Beydâvî.
111. Tebbet Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Beş âyettir. Tebbet, “kurusun” mânasına bedduadır. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır. Leheb ve Mesed sûresi de denilir. Ebû Leheb ve karısı, Allah Resûlü’ne eziyet için gece geçeceği yollara çalı, diken atarlardı. Sûre, İslâm’a karşı tavır alan ve engel koyan Ebû Leheb, karısı ve benzerlerine yönelik nâzil olmuştur.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Ebû Leheb’in elleri kurusun (o kahrolsun), hem kahrolacak da![1]
2. Malı ve kazandığı (şeyler) ona fayda vermedi.
3. (O) alevli bir ateşe girecektir.
4-5. Odun hamalı (gibi İslâm’a ve müslümanlara karşı kin ve fesat yükü taşıyan) karısı da, boynunda (hamallık simgesi) bükülüp örülmüş bir ip olduğu halde (ateşe girecektir).
[1] Birkaç sene içinde bu beddua gerçekleşmiştir.
112. İhlâs Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Dört âyettir. Kur’an’ın ve İslâm’ın özü olan sûredir. Bu sebeple bu adla anılmıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. De ki: “O Allah, birdir.”
2. Allah Samed’dir (her varlık O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir, başvurulup yardım istenilecek tek varlık O’dur).
3. (O) baba olmadı ve doğmadı da.[1]
4. Hiçbir şey O’na denk (ve benzer) değildir.
(Allah, zât-ı ulûhiyetinde, mülkünde, kudretinde, hükmünde, hâkimiyetinde ve bütün sıfatlarında birdir. Eşi, dengi ve benzeri yoktur.
Bu sûrenin bir adı da Tevhid sûresidir. Bundan dolayı hadîs-i şerîfte, İhlâs sûresinin, Kur’an’ın üçte birine denk olduğu bildirilmiştir.)
[1] İncillere hıristiyanlarca yazılan: “Allah babadır, oğul Allah da İsa’dır.” şeklindeki küfür ve şirk inancı bu âyetle reddedilmiştir. Allah ezelî ve ebedîdir. O, ne doğmuş çocuk olarak aciz bir varlık ne de çocuğa muhtaç bir varlıktır. O, Samed’dir.
113. Felak Sûresi
Bu ve sonraki sûre Medine’de nâzil olmuştur.[1] Beş âyettir. Adını içerisinde geçen “felak” kelimesinden almıştır. Bu ve bundan sonraki sûreye, birlikte “el-Muavvizeteyn” denilir. Allah’a sığınmayı ifade eder.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5. (Resûlüm!) De ki: “Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlık çöktüğü zaman gecenin (içinde işlenenlerin) şerrinden, düğümlere üfleyen (büyücü)lerin şerrinden ve hased et(meye başla)dığı zaman hasetçinin şerrinden, tanyerini ağartan Rabbe sığınırım.”
(Haset, insanı huzursuz eder ve ahlâkı bozar. Resûlullah (sas.): “Haset etmekten (çekememezlikten) sakının. Çünkü ateşin odunu/otu yediği gibi haset de iyi amelleri yer bitirir.” buyurmuştur.)
[1] Bu sûrelerin Mekkî olduğu da söylenmiştir. İbni Abbas ve Katâde’den gelen rivayete göre Medine’de nâzil olmuştur. Bu her iki sûre varlıkların kötülüklerinden, büyücülerin ve çekemeyenlerin şerrinden korunmak için de okunur ve onlar okunarak Allah’a sığınılıp güvenilir.
114. Nâs Sûresi
Medine’de nâzil olmuştur. Altı âyettir. Adını içerisinde geçen “nâs” kelimesinden almıştır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4-5-6. (Resûlüm!) De ki: “İnsanların gönüllerine vesvese veren (günaha teşvik eden, ibadetlerden alıkoyan, Allah’a sığındıkça geri çekilen) o sinsi vesvese verici insan ve cin (şeytanlar)ın şerrinden insanların Rabbine, insanların melikine (hükümdarlar hükümdarına ve sahibine), insanların (Allah’ı olan) İlâh’ına sığınırım.”
(Sûrede görüldüğü gibi Allah: Rab’tır, Melik (hükümran)’dır ve İlâh’tır. Ancak böyle inanmakla Allah’a inanılmış olunur.)
Yorum Gönder