İbn Hümâm, Kemâleddîn İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, I-VIII, Beyrut 1315.
İbn Hişâm, Abdülmelik b. Hişâm, Sîret-i İbn Hişâm (trc. Hasan Ege), İstanbul 1995.
İbn Kesîr (Çetiner), Ebü’l-Fidâ İsmail İmâ-dü’d-dîn İbn Ömer İbn Kesîr, Hadîslerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri (trc. Bedrettin Çetiner-Bekir Karlığa), I-XVI, İstanbul 1983.
İbn Kesîr (Sâbûnî), Muhtasar Tefsîru İbn Kesîr (İhtisar ve Tahkîk Muhammed Ali es-Sâbûnî), I-III, Beyrut 1981.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim el-Kuteybe, Tefsîru garîbi’l-Kur’ân (thk. S. Ahmed Sakr), Kâhire 1958.
İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbâs Şeyhülislâm İbn Teymiyye Ahmed b. Abdilhalîm el-Harrânî, Meâricü’l-vüsûl, Riyad 1412.
İbnü’l-Esir, Ebü’l-Hasan İzzeddin Ali b. Muhammed b. Abdülkerim İbnü’l-Esir, İslam Tarihi: el-Kamil fi’t-târih Tercümesi (trc. Ahmet Ağırakça, Abdülkerim Özaydın), I-XIII, İstanbul 1987.
İbnü’l-Kelbî, Ebü’l-Münzir İbnü’l-Kelbî İbnü’s-Sâib Hişâm b. Muhammed el-Kelbî, Putlar Kitabı (trc. Beyza Düşüngen), 1968.
İnaye, Gâzi İnaye, Muhkem ve Müteşâbihâtü’l-Kur’ân, Beyrut 1993.
İsfehânî, Hüseyn b. Muhammed Râgıb el İsfehânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân, İstanbul 1986.
İzmirli, İsmail Hakkı , Meânî-i Kur’ân (Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Tercümesi), I-II, İstanbul 1927.
İzutsu, Tashihiko , Kur’an’da Dînî ve Ahlâkî Kavramlar (trc. Selahattin Ayaz), İstanbul ts.
Karadâvî, Yusuf el-Karadâvî, el-Halâl ve’l-harâm, 14. baskı, Kahire 1980.
Kâsımî, Cemaleddin el-Kâsımî, Tefsîr İlminin Temel Meseleleri (trc. Sezai Özel), İstanbul 1999.
Ukberî, Ebü’l-Bekâ Abdullah b. Hüseyn b. Abdillah el-Ukberî, İmlâu mâ menne bihi’r-Rahmân, 1. bs., Beyrut 1979.
Vâhidî, Ebü’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Vâhidî en-Nisabûrî, Esbâbü’n-nüzûl, Beyrut 1975.
Yaşar, Hüseyin , Kur’an’da Anlamı Kapalı Âyetler, İstanbul 1997.
Yavuz, Ali Fikri , Kur’ân-ı Kerîm ve İzahlı Meâli, İstanbul 1967.
Yıldırım (Celal), Celal , Ahkâmü’l-Kur’ân ve İhtilâfu’l-Eimme: Kur’ân Ahkâmı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, I-II, İstanbul 1971.
Yıldırım (Suat), Suat , Peygamberimiz’in Kur’ân Tefsîri, İstanbul 1983.
Zebîdî, Zeynüddin Ahmed ez-Zebîdî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercümesi (trc. Ahmed Naîm ve Kâmil Mîras), I-XII, İstanbul 1928.
Zehebî (Kebâir), Şemsüddîn Muhammed b. Hüseyn ez-Zehebî, Kitabu’l-Kebâir, Beyrut 1355.
Zehebî (Hurâfe), Kur’ân-ı Kerîm Tefsirlerinde Hurâfe ve Bid’atler (trc. Nurettin Demir), İstanbul 1984.
Zeydan, Abdülkerim Zeydan, İslâm Hukukuna Giriş (trc. Ali Şafak), İstanbul 1976.
Zuhaylî (Fıkh), Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, I-XI, Şam 1984.
Zuhaylî (Tefsîr), Vehbe ez-Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-Vecîz alâ hâmişi’l-Kur’âni’l-azîm, Şam 1992.
NOT: Meal esnasında çok müracaat edilmesi dolayısıyla Celâleyn, Çantay, Beydâvî, Davudoğlu, Özek ve Sadak adlarının geçtiği yerlerde cilt ve sayfa gösterilmemiştir. Adı geçen kaynakların dipnotta geçtiği yerlerde ilgili âyete bakılmalıdır.
Dost kara günde belli olur. Ecel geldimi baş ağrısı bahane olur. Gözlenen göze diken batar. Evdeki hesab,çarşıya uymaz. Acele işe şeytan karışır. Dünya Atasözleri.
Zararlı ot çabuk büyür. Zarar,en akılsızın bile gözünü açar. Zanaatım neyse,marifetim de odur. Alışkanlık demirden bir gömlektir. İnsanlar ve eşekler kulağından tutulmalı. Dünya Atasözleri.sy.470.
Balık baştan kokar. Bal,bal demekle ,ağız tatlı olmaz. Bal olan yerden sinek eksik olmaz. Hakikat sabık olanın değil sadık olanındır. Çocuklar yeryüzünün canlı çiçekleridir. Dünya Atasözleri ve Şifa tefsiri.
Anne babanın günahını çocuklar çeker. Arayan bulur. Bezgin halk,azgın deniz gibidir. Başa gelen çekilir. Başaranın arkadaşı çok olur. Başlangıç,tümün yarısıdır. Bir el ötekini yıkar. Dünya Atasözleri.
Çivi çiviyi söker. Cezasız eğitim olmaz. Bir tek insan her şeyi göremez. Cehenneme giden yolda yürümek çok kolaydır. Deve dize gelmezse üstüne yük vurulmaz. Dünya Atasözleri.
Dil,kılıçtan daha etkili bir silahtır. Dilin kemiği yoktur,ama kemik kırar. Eğitim,aklın asma yaprağıdır. Dirlik-düzenlik içinde kuru ekmek yemek,kavga ederek balık yemekten iyidir. Bir işin geç olması,hiç olmamasından iyidir. Dünya Atasözleri.
Her şeyde aşırılık bir kusurdur. Her şey gelip geçicidir. İyi kaptan fırtınada belli olur. ite ot ,ata et verilmez. iktidar,iktidara düşkün olmayana verilmeli. Dünya Atasözleri.
Hak yenir,ama hazmedilmez. En iyi akıl hocası zamandır. En büyük özveri,zamandan yapılan özveridir. Kısa konuşma,çok hikmet içerir. Para her kapıyı açar ama kilitleyemez. Dünya Atasözleri.
Yaşlılar,iki kez çocuktur. yoksulluk kavgayı getirir. Yurdun dumanı,yabanın atrşinden iyidir. Tok ekmek der,aç ekmekçik. Korku mantıktan daha güçlüdür. Dünya Atasözleri.
Resulullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular: "Konuştuğu zaman doğru söyleyen,hüküm verdiği zaman adil olan ve (kendisinden) merhamet istendiği zaman mehametli olan idareciden (kıyamet günü) daha üstün derecede kimse yoktur." Kenzü'l ummal. Fazilet Takvimi.2018.
İhlasla yapılan iş çoğalır. Sen doğru dur,eğri belasını bulur. Bilgi güce tabi olursa niza, güç bilgiye tabi olursa nizam ortaya çıkar. 365 İzahlı Özlü Söz.sy.111,113.
Söz hakikatın gölgesidir. Ölümü sıkça an, geçimle daraldıysan ferahlatır,bolluk içindeysen daraltır. Bazen adem-i nimet,nimettir. 365 İzahlı Özlü Söz.Dedi ki.sy.21,22.
Hak'tan gayrısı söze değmez, Hak ise uludur, söze gelmez. (Sözün bir kıymeti varsa bu Hak iledir.Her söz O'nu anlattığı O'na vesile olduğu ve O'nu haber verdiği ölçüde kıymetlidir..) 365 İzahlı Söz Dedi ki sy.129.
Hamd Allah c.c. ın hakkını teslim etmek,şükür ise bize verilenin hakkını teslim etmektir. Her mana bir surettir. Allah c.c.tan gelen azı çok bilmek, hakiki istiğnanın zuhurundan korkmak gerek. (Kul Rabbine karşı sürekli bir muhtaçlık halinde bulunmalıdır.Dünyevi makamı,statüsü ya da konumu ne olursa olsun hiç kimse bu muhtaçlık halinden azade değildir..) 365 İzahlı Özlü söz Dedi ki sy.123.
Ya Musa, şu üç şeyden kork: 1. Benden kork. 2.Nefsinden kork. 3.Ve Ben den korkmayandan kork (yani bunlara karşı uyanık ol.) Fütuhat-ı Mekkiyye'den Öğütler Pınarı.sy.374.
İrfan yolu ibret yolu ile açılır. Yitirmeyen bulamaz. ilim olarak Allah c.c.korkusu,cehalet olarak kibir yeter. Mahluk ancak kendi gibisine yol bulabilir. 366 İzahlı Özlü Söz Dedi ki sy.96,97.
Rükuda azimken secdede ala oluyor,sen alçaldıkça O yükseliyor. Halinin karışıklığına delil,karışık kimselerle düşüp kalkmandır. Arifin süsü haşyet ve heybettir. Bütün yaratılmışlar delil,kainat tümden dildir. 365 İzahlı Özlü Söz sy.94,95.
55. (Resûlüm!) Allah, sizden iman edip de sâlih amel işleyenlere vaadetti ki: Kendilerinden öncekileri[18] (kâfirlerin yerine) hükümran kıldığı gibi, elbette onları da (dinlerini ve kitaplarını tahrif edenlerin yerine) yeryüzünde hükümran yapacak (devlet-hilâfet verecek), onlar için beğendiği dinlerini (İslâm’ı) mutlaka kendileri için iktidar yapıp sağlam temellere oturtacak ve korkularının ardından onları kesinlikle tam bir güvene erdirecektir.[19] (Çünkü onlar) hiçbir şeyi bana ortak koşmadan kulluk ederler. Artık kim bundan sonra nankörlük ederse işte onlar, yoldan çıkan (fâsık)ların ta kendileridir. [krş. 8/26; 14/14; 21/105
İsrailoğulları nı Mısır ve Şam da hükümran kıdığı gibi. Bu ayeti kerime Allah c.c. ın dinini hakim kılmak kılmak hususunda müslümanlara güven vermekte ve onlara kötülüğün ve inkarcılığın yaygınlaşması durumunda ümitsizliğe düşmemelerini bildirmektedir. Feyzü'l Furkan sy.356.
Mesala,yapılan araştırmaya göre,güçlü bir dini inanca sahip olan kişiler,dini inancı zayıf olanlara göre ölümden daha az korku duymaktadırlar.(Florian, 1984,289-304) Davranış Bilimleri.sy.543.
İlim bildiğin değil yararlanabildğindir. Cihat maddi engeli, içtihat zihni engeli,mücahede nefis engelini ortadan kaldırmak içindir. 365 İzahlı Özlü Söz sy.48,49.
Nefisle mücadele düşmanla mücadeleden zordur,çünkü hangi düşmanı kendi elinle beslersin ki? Gam ve kaderin asıl kaynağı günahlardır. Şeref akılladır. Asalrt dinledir. şahsiyet ahlakladır. işin aslı anlamak değil bulmaktır. Niyetini billurlaştıranın yolu açılır. 365 İzahlı Özlü Söz.Dedi ki.
Nefsinin her yenilgisi ruhunun bir zaferidir. Gönül akan ırmak kalp onun yatağıdır. Nimeti gark etmek şükürdür. Kalb Ona agah ,göz amadır. Göz nereye bakarsa gönül oraya akar. Gönül nereye akarsa ayak oraya koşar. Arkadaşta aranacak dört haslet;sadakat,iyi ve doğru niyet,basiret ve sabırdır. 365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki.
Yalanın Ve Yalancının Zemmi Ey Allah'ın Resulü! dedik, "mü'min korkak olur mu?" "Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!" buyurdular. Biz yine: "Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! buyurdular. Ravi: Safvan İbnu Süleym Kaynak: Muvatta, Kelam 19, (2, 990)
Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah nezdinde "yalancılar" arasına kaydedilir. Ravi: İbnu Mes'ud Kaynak: Muvatta, Kelam 18, 2,(990)
Resulullah bururdular ki: "Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona." Ravi: Behz İbnu Hakim an ebbihi an ceddihi Kaynak: Ebu Davud, Edeb 88, (4990); Tirmizi, Zühd 10, (2316)
Bir kadın gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Benim bir kumam var. Ona karşı (yalan söyleyerek) kocamın vermediği şeyle karnımı doyurmuş göstersem bana bir mahzur getirir mi?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Verilmeyenle karnını doyurmuş gösterip övünen, tıpkı, iki alan elbisesini giyen gibidir" cevabını verdi. Ravi: Esma Kaynak: Buhari, Nikah 106; Müslim, Libas 127, (2130); Ebu Davud, Edeb 91, (4997)
Bir gün, Resulullah (sav), evimizde otururken, annem beni çağırdı ve: "Hele bir gel sana ne vereceğim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam anneme: "Çocuğa ne vermek istemişim?" diye sordu. "Ona bir hurma vermek istemiştim" deyince, Aleyhissalatu vesselam: "Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak!" buyurdular. Ravi: Abdullah İbnu Amir Kaynak: Ebu Davud, Edeb 88, (4991)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ümmetimin sonunda yalancı deccaller olacak. Onlar, ne sizin ne de atalarınızın hiç işitmediği şeyleri anlatacaklar. Onlardan sakinin!" Ravi: Ebu Hureyre Kaynak: Müslim, Mukaddime 6, (6)
Şeytan insan suretinde temessül eder ve bir cemaate gelerek onlara yalan şeyler söyler. Bir müddet sonra cemaattakiler dağılırlar. Onlardan biri: "Bir adam dinledim, yüzünü de tanırım ama ismini bilmiyorum. Şöyle şöyle söylemişti" diyerek (onun yalanını bilmeden tekrar eder)." Ravi: İbnu Mes'ud Kaynak: Müslim, Mukaddime (7. hadisin arkasında)
Dilin Afetleri Resulullah (sa)'dan anlatıyor: "Ademoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: "Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız" derler." Ravi: Ebu Saidi'l-Hudri Kaynak: Tirmizi, Zühd 61, (2409)
Ey Allah'ın Resulü dedim, "uyacağım bir amel tavsiye et bana!" Şu cevabı verdi: "Rabbim Allah'tır de, sonra doğru ol!" "Ey Allah'ın Resulü" dedim tekrar, "Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?" Eliyle dilini tutup sonra: "İşte şu!" buyurdu. Ravi: Sufyan İbnu Abdillah Kaynak: Tirmizi, Zuhd 61, (2412)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun." [Tirmizi'nin İbnu Ömer (ra)'den yaptığı diğer bir rivayette, Resulullah: "Kim susarsa kurtulur" buyurmuştur.] Ravi: Ebu Hureyre Kaynak: Tirmizi, Kıyamet 51, (2502)
Ali İbnu'l-Huseyn, Ebu Hureyre (ra)'den naklediyor: "Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kişinin malayani şeyleri terki İslam'ının güzelliğinden ileri gelir." Ravi: Ali İbnu'l-Huseyn Kaynak: Tirmizi, Zühd 11, (2318, 2319); Muvatta, Husnu'l-Hulk 3, (2, 903)
Bir adam ölmüştü, diğer biri, Resulullah (sa)'ın işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: "Cennet mübarek olsun!" Resulullah (sa) sordu: "Nereden biliyorsun? Belki de o malayani konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti!" Ravi: Enes Kaynak: Tirmizi, Zuhd 11, (2217)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kul (bazan), Allah'ın rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah onun sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazan) Allah'ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah, o sebeple onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar." Ravi: Ebu Hureyre Kaynak: Buhari, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, (2988); Muvatta, 4, (985); Tirmizi, Zühd 10, (2315)
Hz. Ebu Bekr (ra), Zeyneb adında Ahmesli bir kadının yanına girmişti. Onun için hiç konuşmadığını gördü: "Nesi var, niye konuşmuyor?" diye sordu. Oradakiler: "Hiç konuşmadan hacc yapıyor!" dediler. Hz. Ebu Bekr kadına: "Konuş. Zira bu yaptığın helal değil, bu cahiliye işidir" dedi. Kadın da konuşmaya başladı. Önce: "Sen kimsin?" diye sordu. Hz. Ebu Bekir: "Muhacirlerden biriyim!" dedi. "Hangi muhacirlerdensin?" "Kureyş'ten." "Kureyş'ten kimlerdensin." "Oo! Sen çok soru sordun! Ben Ebu Bekr'im." "Allah'ın cahiliyeden sonra bize lütfettiği bu güzel din üzerine ne kadar baki kalacağız?" "İmamlarınız müstakim (doğru yolda) olduğu müddetçe bakisiniz." "İmamlar ne demek?" "Kavmindeki reisler ve eşraflar var ya, halka emrederler, halk da onlara itaat eder?" "Evet!" "İşte onlar imamlardır." Ravi: Kays İbnu Ebi Hazım Kaynak: Buhari, Menakıbu-l Ensar 26
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Münafığa "efendi" demeyin. Zira eğer o, seyyid olursa Allah'ı kızdırırsınız." Ravi: Büreyre Kaynak: Ebu Davud, Edeb 83, (4977)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Ademoğlunun, emr-i bi'l-ma'ruf veya nehy-i ani'l-münker veya Allah Teala hazretlerine zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir." Ravi: Ümmü Habibe Kaynak: Tirmizi, Zühd 63, (2414)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri, insanlardan, sığırların dilleriyle toplamaları gibi, dilleriyle toplayan belagat sahiplerine buğzeder." Ravi: İbnu Amr İbni'l As Kaynak: Tirmizi, Edeb 82, (2857)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kim, insanların kalbini çelmek için kelamın kullanılışını öğrenirse, Allah kıyamet günü, ondan ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez!" Ravi: Ebu Hureyre Kaynak: Ebu Davud, Edeb 94, (5006)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kelamda ileri gidenler helak oldular! Kelamda ileri gidenler helak oldular! Kelamda ileri gidenler helak oldular!" Ravi: İbnu Mesud Kaynak: Müslim, İlm 7, (2670); Ebu Davud, Sünnet 6, (4609)
Meşrık cihetinden iki adam geldi ve bir hitabede bulundular. Onların beyanlarındaki güzellik herkesin hoşuna gitti. Bunun üzerine Resulullah (sa): "Beyanda mutlaka bir sihir var!" buyurdular. Ravi: İbnu Ömer Kaynak: Buhari, Tıbb 51; Muvatta, Kelam 7, (2, 986); Ebu Davud, Edeb 94, (5007); Tirmizi, Birr 81, (2029)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Ben, haklı bile olsa münakaşayı terkeden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terkedene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlakı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum." Ravi: Ebu Ümame Kaynak: Ebu Davud, Edeb 7, (4800)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Sana günah olarak, husumeti devam ettirmen yeterlidir (çünkü bu, gıybete kapı açar)." Ravi: İbnu Abbas Kaynak: Tirmizi, Birr 58, (1995)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Sizden kimse: "Ramazan'ın tamamında (namaza) kalktım, tamamında orucumu tuttum" demesin." [Hadisi Ebu Bekre'den rivayet eden Hasan Basri der ki): "Bilemiyorum, Aleyhissalatu vesselam bu sözüyle kişinin nefsini tezkiye etmiş olmasını mı mekruh addetti veya "uyumak da lazım yatmak da" mı de(mek iste)di?"] Ravi: Ebu Bekre Kaynak: Ebu Davud, Savm 47, (2415); Nesai, Sıyam 6, (4, 130)
İmam Malik'e Yahya İbnu Said'den ulaştığına göre "Hz. İsa yolda bir domuza rastlar. Ona: "Selametle yoldan çekil!" der. Yanında bulunanlar: "Bunu şu domuz için mi söylüyorsun.?" diye sorarlar. (O ise domuz kelimesini diliyle telaffuz etmekten çekindiğini ifade eder ve): "Ben, dilimin çirkin şeyi söylemeye alışmasından korkuyorum!" cevabını verir." Ravi: Kaynak: Muvatta, Kelam 4, (2, 985)
Resulullah (sa) bir adamdan kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit: "Falan niye böyle söylemiş?" demezdi. Fakat: "İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?" derdi. Ravi: Aişe Kaynak: Ebu Davud, Edeb 6, (4788)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Allah'ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah'ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah'a en uzak olanı kalbi katı olanlardır." Ravi: İbnu Ömer Kaynak: Tirmizi, Zühd 62, (2413)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Ümmetimde dört şey vardır, cahiliye işlerindendir, bunları terketmeyeceklerdir: 1-Haseble iftihar, 2-Nesebi sebebiyle insanlara ta'n, 3-Yıldızlardan yağmur bekleme, 4-(Ölenin ardından) matem!" Resulullah sözlerine şöyle devam etti: "Matemci kadın, şayet tevbe etmeden ölecek olursa, kıyamet günü üzerinde katrandan bir elbise, uyuzlu bir gömlek olduğu halde (kabrinden) kaldırılır." Ravi: Ebu Malik el-Eş'ari Kaynak: Müslim, Cenaiz 9, (934)
Bir adam, Resulullah (sa)'ın huzuruna girmek için izin istemişti. Aleyhissalatu vesselam: "Bir aşiretin kardeşi ne kötü!" buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince: "Ey Allah'ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı mültefit oldun, iyi davrandın" dedim. Şu cevabı verdi: "Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah Teala hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendini terkettiği kimsedir." Ravi: Aişe
Kaynak: Buhari, Edeb 38, 48; Müslim, Birr 73, (2591); Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 4, (2, 903, 904); Ebu Davud, Ede
Resulullah (sa)'ın yanında bir adam bir hitabede bulundu ve dedi ki: "Kim Allah ve Resulü'ne itaat ederse doğru yolu bulmuştur, kim de o ikisine isyan ederse doğru yoldan sapmıştır." Resulullah (sa): "Sen ne kötü hatipsin. Şöyle söyle: "...Kim Allah ve Resulüne isyan ederse..." buyurdular. Ravi: İbnu Hatim Kaynak: Müslim, Cum'a 48, (870); Ebu Davud, Edeb 85, (4981), Salat 229, (1099); Nesai, Nikah 40, (6, 90)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Allah'ın istediği ve falanın istediği" demeyin, lakin şöyle deyin: "Allah'ın istediği , sonra da falanın istediği." Ravi: Huzeyfe Kaynak: Ebu Davud, Edeb 84, (4980)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Bir kimsenin "İnsanlar helak oldu!" dediğini duyarsanız, bilin ki o, kendisi, herkesten çok helak olandır." Ravi: Ebu Hureyre Kaynak: Müslim, Birr 139, (2623); Muvatta, Kelam 2, (2, 989); Ebu Davud, Edeb 85, (4983)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı aleni işleyenler hariç. Kişinin geceleyin işlediği kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: "Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!" der. Böylece o, geceleyin Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah'ın örtüsünü açar. İşte bu, günah, aleni işlemenin bir çeşididir." Ravi: Ebu Hureyre Kaynak: Buhari, Edeb 60; Müslim, Zühd 52, (2990)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Halka kıssa (mevize, nasihat) anlatma işini emir veya (emirin tayin edeceği) memur veya tekebbür sahibi yapar." Ravi: Avf İbn Malik Kaynak: Ebu Davud, İlm 13, (3665)
56. Namazı dosdoğru/gereğine uygun kılın, zekâtı verin ve Peygamber’e itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.[20]
57. Sakın ha, o inkâr edenlerin, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakan (kimse)ler olduklarını zannetme! Onların varacağı yer ateştir. O ne kötü bir dönüş yeridir!
Kur'an ı Kerim Nur suresi 56,57. Peygamber'e s.a.v.gerçek itaat,onun emirlerini tutmak,yasaklarından kaçınmak ve sünnetlerini yerine getirmekle mümkündür. Feyzü'l Furkan sy.356.
İlmin Kaldırılması Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah ilmi [verdikten sonra], insanların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemayı kabzetmek suretiyle alır. Ulema kabzedilir, öyle ki, tek bir alim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalalete atarlar." Ravi: İbnu Amr İbni'l-As Kaynak: Buhari, İlm 34, İ'tisam 7; Müslim, İlm 13, (2573); Tirmizi, İlm 5, (2654)
Resulullah (sav) ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: "Şu anlar, ilmin insanlardan kapıp kaçırıldığı anlardır. Öyle ki, bu hususta insanlar hiçbir şeye muktedir olamazlar!" buyurdular. Ziyad İbnu Lebid el-Ensari araya girip: "Bizler Kur'an'ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl kapıp kaçırılır? Vallahi biz onun hem okuyacağız, hem de çocuklarımıza, kadınlarımıza okutacağız!" dedi. Resulullah da: "Anasız kalasın, ey Ziyad, ben seni Medine fakihlerinden sayıyordum. (Bak) işte Tevrat ve İncil, yahudilerin ve nasranilerin elinde, onların ne işine yarıyor (sanki onunla amel mi ediyorlar)?" buyurdu. Cübeyr der ki: "Ubade İbnu's-Samit (ra)'e rastladım. "Kardeşin Ebu'd-Derda ne söyledi, işittin mi?" dedim. Ve ona, Ebu'd'Derda'nın söylediğini haber verdim. Bana: "Ebu'd-Derda doğru söylemiş, dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim: İnsanlardan kaldırılacak olan ilk ilim huşudur. Büyük bir camiye girip huşu üzere olan tek şahsı göremeyeceğin vakit yakındır!" dedi. Ravi: Ebu'd-Derda Kaynak: Tirmizi, İlm 5, (2655)
Nakledildiğine göre, (Medine valisi) Ebu Bekr İbnu Hazm'a şöyle yazmıştır: "Bak, Resulullah (sav)'ın hadisinden ne varsa yaz. Zira ben, ilmin kaybolmasından ve ülemanın gitmesinden korkuyorum. Resulullah (sav)'ın hadisinden başka bir şey kabul etme. Alimler ilmi yaysınlar, ilim için (herkese açık yerlerde) halkalar teşkil etsinler, ta ki bilmeyenler de böylece öğrensin. Zira ilim, gizli kalmazsa helak olmaz." Ravi: Ömer İbnu Abdilaziz Kaynak: Buhari, İlm 34
Alimlerin Fazileti Resulullah (sav)'a biri abid diğeri alim iki kişiden bahsedilmişti. "Alimin Abide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" buyurdu. Ravi: Ebu Ümame Kaynak: Tirmizi, İlm 19, (2686)
Yine Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "...Aleyhissalatu vesselam sonra buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri, melekleri, semavat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunun" Ravi: Kaynak: Tirmizi, İlm 19
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Tek bir fakih, şeytana bin abidden daha yamandır." Ravi: İbnu Abbas Kaynak: Tirmizi, İlm 19, (2083)
Resulullah (sav)'a Allah indinde en efdal insanın kim olduğu sorulmuştu: "Allah indinde en kıymetlileri en muttaki olanlardır!" buyurdular. "Biz bunu sormadık!" demeleri üzerine: "Öyleyse o, Halilullah'ın oğlu, Nebiyyullah'ın oğlu Nebiyyullah'ın oğlu Yusuftur" buyurmuştu. Yine itirazla: "Hayır, bunu da sormadık" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Siz bana Arap hanedanlarından mı soruyorsunuz" dedi. "Evet (Ey Allah'ın Resulü!)" dediler. "Onların cahiliye dönemindeki hayırlıları, fıkıh öğrendikleri takdirde, İslam'da da en hayırlılarıdır!" cevabını verdi. Ravi: Ebu Hüreyre Kaynak: Buhari, Enbiya 8, 14, 19, Menakıb 1, 25, Tefsir, Yusuf 1; Müslim, Fezail 168, (2378)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Dinde fakih (bilgili) olan kimse ne iyi kimsedir! Kendisine muhtaç olununca faydalı olur, Kendisine ihtiyaç olmayınca ilmini artırır." [Rezin tahric etmiştir.] Ravi: Ali Kaynak: Rezin
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim, benden sonra öldürülmüş olan bir sünnetimi ihya ederse beni seviyor demektir. Beni seven de benimle beraberdir." [Rezin tahric etmiştir] Ravi: Ali Kaynak: Rezin
Resulullah (sav)'ın şöyle dediğini işittim: "Kim bir ilim öğrenmek için bir yola süluk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semavat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar alim için istiğfar ederler. Alimin abid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Alimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir." Ravi: Ebu'd-Derda Kaynak: Ebu Davud, İlm 1, (3641); Tirmizi, İlm 19, (2683); İbnu Mace, Mukaddime 17, (223)
İlme Teşvik Hz. Muaviye (ra)'yi işittim demişti ki: "Resulullah (sav)'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah kimin için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar." Ravi: Humeyd İbnu Abdirrahman Kaynak: Buhari, Farzu'l-Humus 7, İlm 13, İ'tisam 10; Müslim, İmaret 98, (1038), Zekat 98.100, (1038); Tirmiz
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır." Ravi: Enes Kaynak: Tirmizi, İlm 2, (2649); İbnu Mace, Mukaddime 17, (227)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Zancılardan önce, ilim öğrenin, yani zanlarıyla konuşanlardan önce." [Rezin tahric etmiştir. Buhari de bunu bir bab başlığında muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir. (Feraiz 2).] Ravi: Ukbe İbnu Amir Kaynak: Rezin
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Feraizi ve Kur'an'ı öğrenin ve halka da öğretin, zira benim ruhum kabzedilecek (ve ben aranızdan gideceğim)." (İbnu Mes'ud (ra)'dan aynı ma'nada bir rivayet yapılmıştır. Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Feraizi bilmeyen alimin misali, baş kısmı olmayan bürnus gibidir.") Ravi: Ebu Hüreyre Kaynak: Tirmizi, Feraiz 2, (2092)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayacak."
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayacak." Ravi: Ebu Said Kaynak: Tirmizi, İlm 19, (2687)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hikmetli söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya ehaktır." Ravi: Ebu Hüreyre Kaynak: Tirmizi, İlm 19, (2688)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İlim üçtür. Bunlardan fazlası fazilettir. Muhkem ayet, kaim sünnet, adil taksim." Ravi: İbnu Amr İbni'l-As Kaynak: Ebu Davud, Feraiz 1, (2285); İbnu Mace, Mukaddime 8, (54)
Resulullah (sav) mescidde otururken üç kişi çıktı geldi, ikisi Resulullah (sav)'a, yönelerek önünde durdular. Bunlardan biri, bir aralık bularak hemen oraya oturdu. Diğeri de onun gerisine oturdu. Üçüncü kimse ise, geri dönüp gitti. Resulullah (sav) (dersinden) boşalınca buyurdular: "Size üç kişiden haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah'a iltica etti. Allah da onu himayesine aldı. Diğeri istihyada bulundu, Allah da onun istihyasını kabul etti. Üçüncüsü ise geri döndü, Allah da ondan yüz çevirdi." Ravi: Ebu Vakid el'Leysi Kaynak: Buhari, İlm 8, Salat 84; Müslim, Selam 26, (2176); Muvatta, Selam 4, (2, 960, 961); Tirmizi, İsti'za
Sıdk (Doğruluk) Hakkında Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sidk insanı birr'e (Allah'ı razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde siddik (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalanda kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir." Ravi: İbnu Mes'ud Kaynak: Buhari, Edeb 69; Müslim, Birr 102, 103, (2606, 2607); Muvatta, Kelam 16, (2, 989); Ebu Davud, Edeb 8
Hasan İbnu Ali (ra)'ye: "Resulullah (sav)'dan ne ezberledin?"diye sordum. Şu cevabı verdi: "Aleyhissalatu vesselamdan "Sana şüphe veren şeyi terket, emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zira sidk (doğruluk) kalbin itminanıdır, yalan şüphedir." Ravi: Ebi'l-Cevzai Kaynak: Tirmizi, Kıyamet 61, (2520); Nesai, Eşribe 50, (8, 327, 328)
Nasihat Ve Meşveret Hakkında Resulullah (sa): "Din nasihatten (hayırhahlıktan) ibarettir!" demişti. Biz sorduk: "Ey Allah'ın Resulü! Kimin için hayırhah olmaktır?" "Allah için, Allah'ın kitabı için. Resulü için ve Müslümanların imamları ve hepsi için!" buyurdular. Ravi: Temimu'd-Dari Kaynak: Müslim, İman 95, (55); Ebu Davud, Edeb 67, (4944); Nesai, Bey'at 31, (7, 156)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kime ilme müstenid olmayan bir fetva verilmişse, bunun günahı ona fetva verene aittir. Kim, bir kardeşine, gerçeğin başka olduğunu bile hile, farklı bir irşadda bulunursa ona ihanet etmiş olur." Ravi: Ebu Hureyre Kaynak: Ebu Davud, İlm 8, (3657)
İmamlar Kureyş'tendir Resulullah (sav) buyurdu ki: "İnsanlar hayırda da şerde de Kureyş'e tabidir." Ravi: Cabir Kaynak: Müslim, İmaret 3, (1819)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İnsanlar bu işte Kureyş'e tabidirler. Müslümanları Müslüman olanlarına, kafirleri kafir olanlarına tabidirler, insanlar madenler gibidir. Cahiliyede hayırlı olanlar fıkhı öğrenirlerse İslam'da da hayırlıdırlar. Bu işe en çok nefret edenleri insanların en hayırlısı bulacaksın. Onlar (rızaları hilafına) içine düşmedikçe buna talib olmazlar" Ravi: Ebu Hüreyre Kaynak: Buhari, Menakib 1; Müslim, İmaret 2, (1818)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bu iş (emirlik) insanlardan iki kişi baki kaldıkça Kureyş'te olmaya devam edecektir." Ravi: İbnu Ömer Kaynak: Buhari, Menakıb 2, Ahkam 2, Enbiya 1; Müslim, İmaret 4, (1820)
Resulullah (sav) buyurdu ki: "Hilafet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir." Said İbnu Cumhan dedi ki: "Sonral ilave etti: "Hz. Ebü Bekir (ra)'in hilafetine Hz. Ömer'in hilafetini, Hz.Osman'ın hilafetine Hz. Ali'nin hilafetini (ra) ekle (parmaklarınla say) bak!" dedi. Bunları (sayınca hakikaten) otuz yıl bulduk." Sefine'ye: "Emeviler, hilafetin kendilerinde (devam ettiğini) zannederler denmişti, şu cevabı verdi: "Beni'z-Zerka yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü krallar." Ravi: Sefine Kaynak: Ebu Davud, Sünnet 9 (4648, 4647); Tirmizi, Fiten, 48 (2227)
Resulullah (sav) buyurdular ki: Bu din, hepsi Kureyş'ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır." Resullullah (sav)'a soruldu: "Sonra ne olacak?" "Sonra herc (fitne ve kargaşa) gelecek!" diye cevap verdi." (Buhari, Müslim ve Tirmizi, hadisin "Kureyşten" kelimesine kadar kısmını, Ebu Davud da tamamını tahric etmiştir.) Ravi: Cabir İbnu Semüre Kaynak: Buhari, Ahkam 51; Müslim, İmaret 5-9 (1821); Tirmizi, Fiten 46, (2224); Ebu Davud Medhi 1, (4279), 4
İmamlığı Ve Emriliği Sahih Olanlar Resulullah (sav) buyurdular ki: "İki halifeye birden biat edildi mi, onlardan ikincisini öldürüverin." Ravi: Ebu Said Kaynak: Müslim, İmaret 61, (l852)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Siz bir kişinin etrafında birlik halinde iken, bir başkası gelip, kuvvetinizi kırmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu öldürüverin." Ravi: Arface İbnu Şureyh Kaynak: Müslim, İmaret 60, (1852)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Beni İsrail'i peygamberler (as) idare ediyorlardı. Bir peygamber ölünce onun yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yok. Ama ardımdan halifeler gelecek ve çok olacaklar. Orada bulunanlar: "(Onlar hakkında) bize ne emredersiniz?" diye sordular. "Önceki biatınıza sadakat gösterin. Onlara haklarını verin. Onlar üzerindeki haklarınızı (eda etmedikleri taktirde, kendilerinden değil) Allah'tan isteyin. Zira Allah Teala, idareleri altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır" buyurdu. Ravi: Ebu Hüreyre Kaynak: Buhari, Enbiya 50; Müslim, İmaret 44, (1842)
Resulullah (sav), İbnu Ümmi Mektum'u, iki defa kendi yerine Medine'de halef bıraktı. Ravi: Enes Kaynak: Ebu Davud, Haraç 3, (2931)
Resulullah (sav)'dan işitmiş olduğum bir kelimenin Cemel Vak'ası sırasında Allah'ın izni ile faydasını gördüm. Şöyle ki bir ara, neredeyse ashab-ı Cemel'e katılarak onların yanında yer alıp savaşmaya karar vermiştim. Hemen, Resulullah (sav)'ın, "İranlıların başına Kisra'nın kızı kraliçe oldu" diye haber geldiği zaman (söylemiş olduğu sözü hatırladım ve onlara katılmaktan vazgeçtim. O zaman Efendimiz: "İşlerini kadına tevdi eden bir kavm felah bulmayacaktır" demiş idi. (Tirmizi'de şu ziyade gelmiştir: "Hz. Aişe Basra'ya geldiği zaman bunu hatırladım. Bu söz sayesinde Allah beni muhafaza etti") Ravi: Ebu Bekre Kaynak: Buhari, Fiten 17, Megazi 82; Tirmizi, Fiten 75, (2263); Nesai, Kudat 8 (8, 227)
İmam Ve Emirin Vazifeleri Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz. İmam çobandır ve sürüsünden mes'uldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mes'uldür. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden mes'uldür. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve sürüsünden mes'uldür." İbnu Ömer der ki: "Bunları Resulullah (sav)'tan işitmiştim. Zannediyorum ki şöyle de demişti: "Kişi babasının malında çobandır, o da sürüsünden mes'uldür." Ravi: İbnu Ömer Kaynak: Buhari, Ahkam 1, Cum'a 11, İstikraz 20, Itk 17, 19, Vesaya 9, Nikah 81, 90; Müslim, İmaret 20, (1829
Hz. Muaviye (ra)'nin yanına girmiştim. Bana: "Ey Ebu fülan, seni hangi rüzgar attı?" diyerek (ziyaretimden memnuniyeti izhar etti). Ben de: "Resulullah (sav)'tan işitmiş olduğum şu hadisi, (size hatırlatmayı düşündüm)" dedim: "Allah kime Müslümanların işlerinden birşeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarına, isteklerine, darlıklarına perde olur (giderirse), kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarına perde olur (giderir)." Ravi der ki: "Bunun üzerine Hz. Muaviye (ra) insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere bir adam tayin etti." Ravi: İbnu Meryem el-Ezdi Kaynak: Tirmizi, Ahkam 6, (1332,1333); Ebu Davud, Haraç 13, (2948)
Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: "Adil olanlar, kıyamet günü, Allah'ın yanında, nurdan minberler üzerine Rahmanın sağ cihetinde olmak üzere yerlerini alırlar. -Allah'ın her iki eli de sağdır- Onlar hükümlerinde, aileleri ile velayeti altında bulunanlar hakkında hep adaleti gözetenlerdir." Ravi: Abdullah İbnu Amr İbni'l-As Kaynak: Müslim, İmaret 18, (1827); Nesai, Adab 1, (8, 221)
Hasan el-Basri Ma'kıl İbnu Yesar (ra)'dan naklediyor: "Resulullah (sav)'ı işittim, demişti ki: "Allah bir kimseyi başkaları üzerine çoban yapmış, o da idaresi altındakilere hile yapmış olarak ölmüş ise, Allah ona cennetini kesinlikle haram eder." (Müslim'in Hasan Basri'den kaydettiği diğer bir rivayet şöyledir: "Aiz İbnu Amr (ra), Resulullah (sav)'ın Ashab-ı Güzin'inden biri idi. Ubeydillah İbnu Ziyad'ın yanına girdi ve hemen ona: "Ey oğulcuğum, ben Resulullah (sav)'ın: "Çobanların en kötüsü hutame denen merhametsiz deve sürücüsüdür, sakın onlardan olma" dediğini işittim" dedi. Ubeydullah: "Otur, sen muhakkak ki Resulullah (sav)'ın ashabının kepeğindensin" deyince: "Onların kepeği var mıydı? Kepek onlardan sonra ve onların dışındakiler arasında zuhur etti" diye cevap verdi.") Ravi: Hasan el-Basri Kaynak: Buhari, Ahkam 8; Müslim, İman 227, (142), İmaret 21, (142
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bir işe me'mur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hiyanettir (gulül), kıyamet günü onu getirecektir." Bunun üzerine, Ensar'dan bir zat kalkarak: "Ey Allah'ın Resulü! Vazifeyi benden geri al!" dedi. Hz. Peygamber (sav): "Sana ne oldu?" diye sordu: "Senin (az önce şunu şunu) söylediğini işittim ya!" deyince Hz. Peygamber (sav): "Ben onu şu anda tekrar ediyorum: "Kimi memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize getirsin. Ondan kendisine ne verilirse alır, ne yasaklanırsa onu terkeder." Ravi: Adiyy İbnu Amire el-Kindi Kaynak: Müslim, İmaret 30, (1833)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kıyamet günü, insanların Allah'a en sevgili ve mekan olarak en yakın olanı, adil imamdır. Kıyamet günü, insanların Allah'a en menfuru O'ndan mekan olarak en uzak olanı da zalim sultandır." Ravi: Ebu Said Kaynak: Tirmizi, Ahkam 4, (1329)
Emir Olmanın Kötülüğü Resulullah (sav) omuzuma vurdu ve: "Ey Kudeym (Mikdamcık)! Emir, katip, arif olmadan ölürsen kurtuluşa erdin demektir!" dedi. Ravi: Mikdam İbnu Ma'dikerib Kaynak: Ebu Davud, Harac 5, (2933)
Ey Allah'ın Resulü! dedim, "beni memur ta'yin etmez misin?" Bu sözüm üzerine, elini omuzuma vurdu ve sonra da: "Ey Ebu Zerr, sen zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. (Hakkını veremediğin taktirde) kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hakederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o hariç" buyurdu. (Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Ey Ebu Zerr, ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine amir olma, yetim malına da velilik yapma." Yine Ebu Davud'un bir diğer rivayeti [Haraç 5, (2934)] şöyle: "Resulullah (sav) buyurdu ki: "Ariflik haktır, halka ariflik gereklidir, ancak arifler ateştedir.") Ravi: Ebu Zerr Kaynak: Müslim, İmaret 17, (1826); Ebu Davud, Vesaya 4, (2868); Nesai, Vesaya 10, (6, 255)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ey Abdurrahman! Emirlik isteme. Eğer senin talebin üzerine sana emirlik verilirse, istediğin şeyin sorumluluğu sana yüklenir. Eğer sen talibi olmadan sana emirlik verilirse, o işte yardım görürsün. Bir iş için yemin eder, sonra da aksini yapmakta hayır görürsen, daha hayırlı gördüğün ne ise onu yap, ettiğin yemin için de kefarette bulun." Ravi: Abdurrahman İbnu Semüre Kaynak: Buhari, Ahkam 5, 6, Eyman 1; Müslim, İmaret 19, (1652); Ebu Davud, Haraç 2, (2929); Tirmizi, Nüzur 5
Yanımda amcamın evlatlarından iki kişi daha olduğu halde Resulullah (sav)'ın huzuruna girdim. Yanımdakilerden biri: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın sana tevdi ettiği işlerden bazıları üzerine bizi emir tayin et" dedi. Diğeri de aynı talepde bulundu. Resulullah (sav)'ın onlara cevabı şu oldu: "Biz, Allah'a kasem olsun, bu işe, onu taleb eden veya ona hırs gösteren hiç kimseyi tayin etmeyiz!" Ravi: Ebu Musa Kaynak: Buhari, Ahkam 7, 12, İcare 8, İstitabe 2; Müslim, İmaret 7, (1733); Ebu Davud, Haraç 2, (2930); Nesa
İmam Ve Emire İtaatin Vacib Oluşu Resulullah (sav) buyurdular ki: "Dinleyin ve itaat edin! Hatta, üstünüze, başı kuru üzüm danesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa, aranızda Kitabullah'ı tatbik ettikçe... (itaatten ayrılmayın)." Ravi: Enes Kaynak: Buhari, Ahkam 4, Ezan 54,56
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmiş ise, mutlaka Allah'a isyan etmiştir. Kim emire itaat ederse mutlaka bana itaat etmiş olur. Kim de emire isyan ederse mutlaka bana isyan etmiş olur." Ravi: Ebu Hüreyre Kaynak: Buhari, Ahkam 1, Cihad 109; Müslim, İmaret 33, (1853); Nesai, Bey'at 27, (7, 154)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, masiyet (Allah'a isyan) emredilmişse o hariç, eğer masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat de yok." Ravi: İbnu Ömer Kaynak: Buhari, Ahkam 4, Cihad 108; Müslim, İmaret 38, (1839); Tirmizi, Cihad 29, (1708); Ebu Davud, Cihad 8
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Size emirlerinizin en hayırlıları kimlerdir, en şerirleri kimlerdir haber vereyim mi? Onların en hayırlıları sizlerin sevgisine mazhar olanlar sizleri sevenlerdir; lehlerinde hayırla dua edersiniz, onlar da size hayır dua ederler. Ümeranızın şerirleri de sizin buğzettiklerinizdir, onlar da size buğzederler, siz onlara lanet edersiniz, onlar da size lanet ederler."
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Size emirlerinizin en hayırlıları kimlerdir, en şerirleri kimlerdir haber vereyim mi? Onların en hayırlıları sizlerin sevgisine mazhar olanlar sizleri sevenlerdir; lehlerinde hayırla dua edersiniz, onlar da size hayır dua ederler. Ümeranızın şerirleri de sizin buğzettiklerinizdir, onlar da size buğzederler, siz onlara lanet edersiniz, onlar da size lanet ederler." Ravi: Ömer Kaynak: Tirmizi, Fiten 77, (2265)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim itaatten çıkar, cematten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü'min olanlarına hürmet tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim." Ravi: Ebu Hüreyre Kaynak: Buhari, Ahkam 4; Müslim, İmaret 53, (1848); Nesai, Tahrim 28, (7, 123); İbnu Mace, Fiten 7, (3948)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim Allah'ın yeryüzündeki sultanını alçaltırsa, Allah da onu alçaltır."
İmamların Ve Emirlerin Yardımcıları Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: "Allah bir emir için hayır diledi mi ona doğru sözlü bir vezir nasib eder. Bu, ona unutunca hatırlatır, hatırladığı zaman da yardım eder. Allah emire hayır dilemezse, kötü bir vezir musallat eder. Bu vezir, ona unuttuğunu hatırlatmaz, hatırlayınca da yardımcı olmaz." Ravi: Aişe Kaynak: Ebu Davud, Harac 4, (2932); Nesai, Bey'at 33, (7,159)
Ebu Said ve Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah bir peygamber gönderdiği veya onun yerine bir halife getirdiği zaman mutlaka onun iki tane de yakını olmuştur: Biri marufu emretmiş ve ona teşvik etmiş, diğeri de şerri emretmiş ve şerre teşvik etmiştir. Masum (yani kötülükten korunmuş) olan, Allah'ın koruduğu kimsedir. Ravi: Ebu Hüreyre Kaynak: Buhari, Ahkam 42; Nesai, Bey'at 32, (7,158)
Resulullah (sav) bana şunu söyledi: "Ey Ka'b İbnu Ucre, seni, benden sonra gelecek ümeraya karşı Allah'a sığındırırım. Kim onların kapılarına gider ve onları, yalanlarında tasdik eder, zulümlerinde onlara yardımcı olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim; ahirette havz-ı kevserin başında yanıma da gelemez. Kim onların kapısına gitmez, yalanlarında onları tasdik etmez, zulümlerinde yardımcı olmazsa o bendendir, ben de ondanım; o kimse havzın başında yanıma gelecektir. Ey Ka'b İbnu Ucre! Namaz burhandır. Oruç sağlam bir kalkandır. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi. Ey Kab İbnu Ucre! Haramla biten bir ete mutlaka ateş gerekir." Ravi: Kab İbnu Ucre Kaynak: Tirmizi, Salat 433, (614); Nesai, Bey'at 35, 36, (7, 160)
Kesir İbnu Mürre, Amr İbnu'l-Esved ve el-Mikdam (ra) dediler ki: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Emir, halka karşı suizanna düşerse halkı ifsad eder." Ravi: Cübeyr İbnu Nüfeyr Kaynak: Ebu Davud, Edeb 44, (4989)
Hulefa-i Raşidin Ve Onların Seçimleri Hz. Ali (ra), Resulullah (sav)'ı rahmet-i Rahman'a kavuşturan hastalığı sırasında yanından dışarı çıktı. (Dışarıda bekleyen) halk: "Ey Ebu'l-Hasan, Resulullah (sav) ne durumda?" diye sodular. "Allah'a hamdolsun iyileşti!" dedi. Hz. Abbas (ra) elinden tuttu. Ve: "Üç gün sonra [Resulullah (sav) ölecek, sen bir başkasına] me'mur olacaksın. Ben, vallahi Resulullah (sav)'ın bu hastalığından (kurtulamayıp) vefat edeceğini görüyorum. Zira ben, Abdulmuttaliboğullarının ölüm sırasında aldığı şekli biliyorum. Gel Resulullah (sav)'a gidip bu "iş" (hilafet) kimde kalacak onu soralım. Bizde kalacaksa (şimdiden) bilmiş oluruz. Bizden başkasına kalacaksa kendisiyle konuşuruz, bizi (ona) tavsiye eder" dedi. Ali (ra): "Eğer, biz onu sorsak bunun üzerine (hilafeti) bize yasaklasa, halk ondan sonra onu asla bize vermez. Vallahi ben böyle bir şey soramam!" dedi. Ravi: İbnu Abbas Kaynak: Buhari, İstizan 29, Meğazi 83
Bir kadın, Resulullah (sav)'a gelerek bir hususta kendisiyle konuştu. Resulullah (sav), (kendisine) tekrar gelmesini emretti. Bunun üzerine kadın: "Ya seni bulamazsam!" dedi. Kadın ( bu sözüyle) sanki ölümü kasdetmişti, Resulullah (sav): "Eğer beni bulamazsan, Ebu Bekir'e uğra!" diye cevap verdi." Ravi: Cübeyr İbnu Mut'im Kaynak: Buhari, Ahkam 57, Fedailu Ashabı n-Nebi 5, İ'tisam 24; Müslim, Fedailu's-Sahabe 10, (2386); Tirmizi,
Resulullah (sav) vefat ettiği zaman, babam Ebu Bekir (ra), (Mescid-i Nebi'den bir mil kadar uzaklıkta olan) Sunh nam mevkide idi -ki Aliye (denen Medine'nin yüksek kısmını ki burası Hazrec'e mensup Beni'l-Harise'nin menzillerinin bulunduğru mevki)yi kasdetmektedir- Hz.Ömer (ra) kalkıp: "Vallahi Resulullah (sav) vefat etmedi. Allah mutlaka onu geri gönderecektir, o da (münafık) kimselerin ellerini ve ayaklarını kesecek..." diyordu. Derken Hz. Ebu Bekir (ra) geldi. Resulullah (sav)'ın yüzünü açtı ve öptü. "Annem babam sana feda olsun. Sağlığında hoştun, ölümünde de hoşsun! Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Allah sana ebediyyen iki ölüm tattırmayacak!" dedi. Sonra dışarı çıkıp: "(Hz. Ömer'i kasdeterek): "Ey (Peygamber ölmedi diye) yemin eden kişi, ağır ol!" dedi. Hz. Ebu Bekir konuşmaya başlayınca Hz. Ömer (ra) oturdu. Hz. Ebu Bekir Allah'a hamd ü sena ettikten sonra: "Haberiniz olsun! Kim Muhammed'e tapıyor idiyse bilsin ki artık Muhammed ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyor idiyse o da bilsin ki Allah hayydır, ölümsüzdür!" dedi ve şu ayeti okudu: "Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler" (Zümer 30). Şu Ayeti de okudu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah, şürkedenlerin mükafatını verecektir." (Al-i İmran 144). Bu açıklama üzerine halk boğuk boğuk ağlamaya başladı. Ensar (ra), Beni Saide yurdunda,
ürkedenlerin mükafatını verecektir." (Al-i İmran 144). Bu açıklama üzerine halk boğuk boğuk ağlamaya başladı. Ensar (ra), Beni Saide yurdunda, Sa'd İbnu Ubade'nin etrafında toplandı. (Muhacir de oraya geldi. Ensariler): "Bizden bir emir, sizden de bir emir!" dediler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebu Ubeyde (ra) de oraya geldiler. Hz. Ömer konuşmaya başladı ise de Hz. Ebu Bekir onu susturdu. Hz. Ömer (bilahere) şöyle diyordu: "Vallahi, ben konuşmayı şu sebeple arzu etmiştim: (Zihnimde) hoşuma giden sözler hazırlamış, Ebu Bekir bunlara ulaşamaz (onun hatırından bunlar geçmeyebilir) diye endişe etmiştim. Ama, yemin olsun, Ebu Bekir öyle bir konuştu ki, vallahi içimde hazırlamış olduğum güzel sözlerin hepsine isabet etti, (benim aklıma gelmeyen daha da güzelini) beliğ şekilde ifade etti. Onun sözleri arasında şu da vardı: "(Ey Ensar) biz (Kureyşli)ler emirleriz, sizler de vezirlersiniz!" Bu söz üzerine Hubab İbnu'l-Münzir ayağa kalktı ve: "Hayır vallahi bunu yapmayız. Bizden bir emir, sizden de bir emir olacak!" dedi. Hz. Ebu Bekir (ra): "Hayır! Olmaz bu. Bizler emirleriz, sizler de vezirlersiniz" dedi. Rezin şunu ilave etti: "Hz. Ebu Bekir devamla şunu söyledi: "Bu "iş (hilafet), şu Kureyş cemaati için meşru tanınacaktır. Onlar, yer itibarıyla Arapların ortasındadır, şerefçe de (eskiden beri) en gözdeleridir. Öyleyse, Ömer'e veya Ebu Ubeydeye biat edin!" Hz. Ömer atılarak: "Bilakis, biz sana biat ediyoruz. Sen bizim efendimizsin, en hayırlımızsın, üstelik Resulullah (sav)'a da en sevgili olanımızsın!" dedi ve Hz. Ebu Bekir (ra)'in elinden tutup ona biat etti. Hz. Ömer (ra)'i müteakip halk da ona biat etti. Bunun üzerine biri: "Sa'd İbnu Ubade'yi katlettiniz!" diye bağırdı. Hz. Ömer (ra) öfkeyle: "Allah onu katletsin!" dedi. Hz. Aişe (ra) devamla der ki: "Bu her iki konuşmada geçen sözleri de Allah faideli kıldı. Nitekim Hz. Ömer'in konuşması halkı korkuttu. Aralarında nifak vardı, onun konuşmasıyla Cenab-ı Hakk nifakı bertaraf etti. Hz. Ebu Bekir (ra) de halkın nazarını Allah'a çevirip, üzerinde oldukları hakkı (islam'ı) öğretti. Oradan şu ayeti okuyarak ayrıldılar. (Mealen): "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafaatını verecektir" (Al-i İmran 144). [(İbnu Deybe diyor ki:) "Derim ki: "Rezin şunu ilave etti" sözü, et-Tecrid'de ve Tecrid'in aslında mevcuttur. Bu ziyade aynısıyla Sahih-i Buhari'de mevcuttur. Allahu a'lem."] Ravi: Aişe Kaynak: Buhari, Fedailu'l-Ashab 5, Cenaiz 3, Megazi 83; Nesai, Cenaiz 11, (4, 11)
Ben, Muhacirler'den bir çoğundan Kur'an öğreniyordum. Abdurrahman İbnu Avf, onlardan biri idi. (Ben Mina'da onun menzilinde iken, o da, Hz. Ömer'in son defa yapmış olduğu haccda onun yanında idi. Abdurrahman yanıma dönüşte:) "Bugün Hz. Ömer'in yanına gelen bir adamı keşke sen de görseydin. Dedi ki: "Ey mü'minlerin emiri, bir adam görsen ki sana; "Keşke Ömer ölmüş olsa da falancaya (Bezzarın rivayetinde Talha İbnu Ubeydillah'a) biat etsem. Vallahi Hz. Ebu Bekir (ra)'in biati çabucak oldu bitti" dese ne dersin?" dedi. Hz. Ömer bu söze (daha önce hiç görmediğim kadar) öfkelendi ve: "İnşaallah bu akşam halka hitab edip, (ahd ve müşaverede olmaksızın) idareyi gasbetmek isteyen bu heriflere karşı onları uyaracağım" dedi. Abdurrahman ilaveten dedi ki: "(Bunun üzerine) Hz. Ömer'e: "Ey mü'minlerin emiri," dedim, "böyle bir şey yapma. Zira hacc mevsiminde insanların cühela ve serseri takımı biraraya gelir. Konuşmak üzere halkın içinde doğrulduğun zaman bunlar ola ki, etrafında ekseriyeti teşkil ederler. Korkum şu ki, siz kalkar birşeyler söylersiniz, o cahillerin her biri bir başka şey anlar, esas ifade etmek istediğiniz maksad tamamen kaybolur. Şu halde acele etmeyin, Medine'ye varın. Orası daru'l-hicret ve sünnettir (hicretin yapıldığı, sünnetin yaşandığı mahaldir). Orada fıkıh uleması ve insanların eşrafıyla başbaşa kalır, dilediğinizi rahatça söylersiniz. Alimler sözlerinizi eksiksiz öğrenirler ve maksadınız ne ise onu anlarlar." (Bu sözüm üzerine) Hz. Ömer (ra): "Pekala, vallahi inşaallah Medine'ye vardığımda ilk fırsatta bu toplantıyı aktedeceğim!" dedi. İbnu Abbas (ra) devamla dedi ki: "Zilhicce'nin sonlarında Medine'ye geldik. Cuma günü öğle olur olmaz camiye gitmede acele ettim." Rezin şu ilavede bulundu: "Öğle sıcağında çıktım." Sonra önceki hadisi anlatmaya (İbnu Abbas) devam etti ve dedi ki; "(Camiye gelince) Said İbnu Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl (ra)'i minberin köşesinde oturmuş buldum. Dizim dizine değecek şekilde yanına oturdum. (Sağıma soluma bakmaya) başlamadan Ömer İbnu'l-Hattab (yerinden minbere doğru) çıktı. Onun gelmekte olduğunu görünce yanımdaki Said İbnu Zeyd İbni Amr İbni Küfeyle: "Bu öğle, Ömer, halife olduğu günden beri hiç yapmadığı bir konuşma yapacak" dedim. Zeyd, söylediğimi hoş karşılamadı ve: "Daha önce konuşmadığı şeyi konuşması ne mümkün!" deyip beni reddetti. Hz. Ömer (ra) minbere oturdu. Müezzin ezanını tamamlayınca, doğruldu. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve senada bulundu. Sonra şunları söyledi: "Emma ba'd. Ben şimdi sizlere, Cenab-ı Hakk'ın söylememi takdir buyuracağı bir konuşma yapacağım. Bilemiyorum, belki de ecelim yakındır, (bu son hutbem olur). Kim bu sözlerimi anlar ve hafızasına alabilirse bineğinin götürdüğü her yerde
yık olduğu hamd ve senada bulundu. Sonra şunları söyledi: "Emma ba'd. Ben şimdi sizlere, Cenab-ı Hakk'ın söylememi takdir buyuracağı bir konuşma yapacağım. Bilemiyorum, belki de ecelim yakındır, (bu son hutbem olur). Kim bu sözlerimi anlar ve hafızasına alabilirse bineğinin götürdüğü her yerde nakletsin. Kim de anlamış olmaktan korkarsa, hiç kimseye hakkımda yalan söylemesin! Helal etmiyorum. Allah celle şanuhu, Muhammed (sav)'i hakla gönderdi, kendisine kitap indirdi. Allah'ın indirdikleri meyanında recm ayeti de vardı. Biz onu okuduk, anladık ve ezberledik. Resulullah (sav) recm cezası verdi. O'ndan sonra da bizler verdik. Şahsen aradan fazla zaman geçince, bazılarının çıkıp: "Allah'ın kitabında biz recm ayeti bulamıyoruz" diyerek Allah'ın indirmiş olduğu bir farzı terkedip sapıtmalarından korkuyorum. Recm, Allah'ın kitabında muhsan, yani baliğ, akil, sahih bir evlilikle evlenmiş ve gerdek yapmış olduğu halde zina eden kadın ve erkeklere -isbatlayıcı beyyine veya hamilelik, veya itiraf olduğu takdirde" uygulanması gereken bir haktır." Zina haddiyle ilgili babta zikri geçmiş olan İbnu Abbas hadisi (1589 numaralı hadis) gibi zikrettikten sonra dedi ki: "...Ve dahi bana ulaştı ki, birileri şöyle demiş: "Ömer ölünce, (herkesle istişare, biat aramaksızın) falancaya biat edeceğim." Sakın ha! Hiç kimseyi, "Hz. Ebu Bekir'in seçimi de oldu bittiye geldi. (Biz de onun seçilme tarzına uygun olarak birini seçebiliriz)" gibi sözler aldatmasın. Haberiniz olsun, -evet onun seçimi çabuk olmuştur bu doğru- ancak, Allah (umumiyetle çabuk yapılan işlerde bilahere karşılaşılan) şerlerden (bu ümmeti) korumuştur. Sizden hiç kimseye, Hz. Ebu Bekir (ra)'e yapıldığı şekilde (alaka gösterilerek) boyunlar koparcasına nazarlar çevrilip baş uzatılmaz. Öyle ise, Müslümanların istişare ve te'yidi tahakkuk etmeksizin kim bir başkasına biat ederse bilsin ki, ne biat edene, ne de edilene itibar edilmeyecektir. Böyle bir biat akdi, edeni de edileni de ölüme maruz bırakacaktır. (Hz, Ebu Bekir'e yapılan biat böyle kıt düşüncelilerin zannettiği gibi değildir, iç yüzünü anlatayım:) Resulullah (sav)'in ruhunu Cenab-ı Hakk kabzettiği vakit, haberimiz oldu ki, Ensar büyük bir grup halinde bizden ayrı olarak Beni Saide sakifinde toplanmışlar. Ali, Zübeyr ve bunlarla birlikte (Abbas gibi diğer) bazıları bizden ayrılarak (cenazeyle meşgul olmak üzere) geride kaldılar. Muhacirler de Hz. Ebu Bekir (ra)'in etrafında toplandılar. Hz. Ebu Bekir'e: "Ey Ebu Bekir, haydi şu Ensari kardeşlerimizin yanlarına gidelim!" dedim. Onlara (bir an önce yetişmek üzere) yürüdük. Yakınlarına varınca, onlardan iki salih zatla karşılaştık, Kavmin (Sa'd İbnu Ubade'yi halife seçme hususundaki) kararlarını zikrettiler, sonra da: "Ey Muhacirler cemaati nereye gidiyorsunuz?" diye sordular. Biz: "Şu Ensari kardeşlerimize gidiyoruz!" dedik. "Hayır, onlara yaklaşmayın, hükümlerim versinler" dediler. Ben: "Vallahi onlara gideceğiz" dedim ve yürüdük. Onları Beni Saide sakifinde bulduk. Ortalarında üzeri örtülü birisi vardı. "Bu da kim?" dedim. Sa'd İbnu Ubade'dir!" dediler. Ben: "Nesi var?" diye sordum. "Titriyor!" dediler. Biraz oturmuştu ki, hatipleri şehadet getirerek söze başladı. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve senayı ifade ettikten sonra ş
rdum. "Titriyor!" dediler. Biraz oturmuştu ki, hatipleri şehadet getirerek söze başladı. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve senayı ifade ettikten sonra şu konuşmayı yaptı: "Emma ba'd! Biz Allah'ın ensarı ve İslam'ın ordusuyuz. Siz ey Muhacirler, asıl kavminden kopup gelmiş (içimizde) az bir grupsunuz!" (Anladık ki) bunlar, aslen müstehak olduğumuz fonksiyonumuzdan bizi koparmak, emirlikten uzak tutmak istiyorlardı. Hatip sözlerini tamamlayınca konuşmak arzu ettim. Bu esnada, içimden söyleyecek güzel sözler hazırlamıştım, bunlar hoşuma da gitmişti. Bunları Ebu Bekir (ra)'in huzurunda söylemek istiyordum. Ben bazan onun hiddetini yatıştırıyordum. Konuşmak istediğim sırada Ebu Bekir: "Acele etme!" dedi. Onu öfkelendirmek istemedim (ve konuşmaktan vazgeçtim). Ebu Bekir (ra) konuştu. O aslında benden daha çok hilme sahip , daha vakur idi. Allah'a yeminle söylüyorum, içimde hazırladığım bütün güzel sözleri eksiksiz aynı güzellikte ve hatta daha da güzel bir biçimde bu konuşması esnasında söyledi. Demişti ki: "Hakkınızda söylediğiniz hayır (ve fazilet ne varsa) hepsine layıksınız. Ancak bu (emirlik) işi, Kureyş kabilesine (meşru) tanınır. Onlar, neseb yönüyle de, yurt yönüyle de Arab'ın ortasında yer alır. Ben sizin için şu iki şahıstan birini uygun buldum, bunlardan hangisini isterseniz ona biat edin!" Böyle deyip "benim ve Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah'ın- ellerimizden tuttu. Ebu Bekir, ikimizin arasında oturuyordu. Onun (ikimizi imamlığa teklif eden cümlesinden başka) bütün söyledikleri hoşuma gitti. Vallahi, Ebu Bekir'in bulunduğu bir kavmin başına emir seçilmektense, ortaya çıkarılıp boynunum vurulmasını gerektirecek bir günah işlemek bana daha sevgili gelirdi. Ancak, nefsimin bana ölüm anında hoş gösterdiği şeyi şimdi bulamıyorum. Derken Ensar'ın (Hubab İbnu'l-Münzir adındaki) bir sözcüsü: "Beni (hasta hayvanların kaşınarak rahatladıkları) kaşınma çubukcağızı, yaslandığı dikme ile ayakta duran hurma fidancığı kabul edin (ve fikrimi dinleyin. Diyorum ki): "Sizden bir emir, bizden de bir emir olsun, ey Kureyş cemaati!" dedi. Bunun üzerine her kafadan bir söz çıkmaya başladı, gürültü çoğaldı. Öyle ki ihtilaf çıkacak diye korktum. Hz. Ebu Bekir'e: "Ey Ebu Bekr, uzat elini!" dedim. Elini uzattı, ben ona biat ettim. Muhacirler de biat ettiler. Sonra da Ensar biat etti. Sa'd İbnu Ubade (ra)'nin üzerine atıldık. Derken onlardan biri: "Sa'd İbnu Ubade'yi öldürdünüz!" demez mi? Ben de: "Sa'd İbnu Ubade'yi Allah öldürsün!" dedim. Hz. Ömer (ra) der ki: "Vallahi biz, Hz. Peygamber (sav)'ın defni sırasında, Hz. Ebu Bekir'in seçiminden daha ehemmiyetli bir şey düşünemedik. Biat gerçekleşmeden halkı terketmemiz halinde, oradan ayrılınca, arkamızdan kendilerinden birini halife seçiverecekler diye korktuk. Böyle bir durumda ya bize de razı olmaya olmaya biat edecek veya muhalefet edecek ikisi de fesad olacaktı. Bilesiniz, Müslümanlarla istişare etmeden kim bir başkasına biat ederse, ne biat edene, ne de kendisine biat edilene itibar edilmez, ikisinin de öldürülmesinden korkulur. [Müslim'de hadis muhtasar olarak kaydedilmiştir.] Ravi: İbnu Abbas Kaynak: Buhari, Muharibin 30, 31, İ'tisam 16, Mezalim 19, Menakıbu'l-Ensar 46, Megazi 11; Müslim, Hudud 15,
Hz. Fatıma ve Hz. Abbas (ra), Hz. Ebu Bekir (ra)'e uğrayıp, Resulullah (sav)'tan kendilerine kalan mirası sordular. Hz. Ebu Bekir (ra) onlara: "Resulullah (sav)'ın: "Bize kimse varis olamaz, bıraktıklarımız hep sadakadır. Ancak Al-i Muhammed bu maldan (ihtiyacı kadarını) yer" dediğini işittim. Allah'a yemin olsun Resulullah (sav)'ın yaptığını gördüğüm bir şeyi terketmem, mutlaka onu yaparım. Ben O'nun emrinden bir şey terkedecek olsam sapıtmaktan korkarım!" dedi. Bunun üzerine Hz. Fatıma, Hz. Ebu Bekir (ra)'e küstü ve altı ay sonra ölünceye kadar onunla konuşmadı. Hz. Ali, onu geceleyin defnetti. Ölümünü Hz. Ebu Bekir (ra)'e haber vermedi. Hz. Ali, Fatıma (ra) sağken halk nazarında ayrı bir makama, izzete sahipti. Hz. Fatıma vefat edince, halkın alakası ondan kesildi. Bir adam Zühri (ra)'ye: Ali, (Hz. Ebu Bekir'e) altı ay biat etmedi mi?" diye sordu. "Hayır, vallahi hayır, Beni Haşim'den hiç kimse geri kalmadı. Ali (ra), insanların nazarlarının kendinden çevrildiğini görünce Hz. Ebu Bekir (ra)'le musalahaya mecbur kaldı. Ona haber salarak: "Yanında kimse olmadan, yalnız olarak bize gel!" dedi. kendisine Hz. Ömer'in gelmesini istemiyordu, çünkü ondaki şiddet ve hiddet halini biliyordu. Hz. Ömer (ra): "Onlara tek başıa gitme!" dedi. Hz. Ebu Bekir (ra): ""Vallahi tek başıma gideceğim. Bana ne yapabilirler ki?" dedi ve Ebu Bekir (ra) onlara gitti. Hz. Ali (ra)'nin yanına girdi. Beni Haşim, yanında toplanmışlar idi. (Hz. Ebu Bekir'i görünce) kalktı. Allah'a hamd-ü senada bulundu. Sonra şunu söyledi: "Emma ba'd! Ey Ebu Bekir, bizim sana biat etmemize mani olan şey senin faziletini inkarımız değildir, sana karşı bir rekabet düşüncemiz de yok. Ancak, biz, bu "iş"te bizim de bir hakkımız olduğuna inanıyorduk. Bize karşı müstebit davrandınız!" Sonra Resulullah (sav)'a olan yakınlığını zikretti. Ali bunları zikrettikçe Hz. Ebu Bekir (ra) ağlamaktan kendini alamıyordu. Hz. Ebu Bekir (ra) şehadet getirdi, Allah Teala'ya hamdetti, senada bulundu. Sonra şunları söyledi: "Emma ba'd! Allah'a kasem olsun, şurası muhakkak ki, Resulullah (sav)'ın akrabaları bana, kendi akrabalarımdan daha yakın, daha sevgili. Ve ben, yeminle söylüyorum, benimle sizin aranızda olan bu mal meselesinde haktan ve hayırdan hiç ayrılmış değilim. Zira, ben Resulullah (sav)'dan şunu işittim: "Bize kimse varis olamaz, bıraktığımız sadakadır. Al-i Muhammedi bu maldan yer." Vallahi ben, Resulullah (sav)'ın yaptığını gördüğüm bir işi terketmem, Allah'ın izniyle mutlaka yaparım" dedi. Hz. Ali (ra): "Biat için öğleden sonra buluşalım" dedi. Ebu Bekir (ra) öğleyi kılınca, cemaate yönelip Hz. Ali (ra)'nin (biati geciktirmedeki) beyan ettiği özürleri halka anlattı. Sonra da Hz. Ali (ra) kalkıp, Hz. Ebu Bekir (ra)'in hakkını tazim buyurdu, faziletlerini, İslam'a sebkat eden hizmetlerini zikretti. Sonra Ebu Bekir (ra)'e yaklaşıp biat etti. Halk, Hz. Ali (ra)'nin etrafını sarıp:"isabet ettin, çok iyi bir davranışta bulundun" diyerek takdir ettiler. Hz, Ali (ra) bu ma'ruf işe döndüğü zaman halk (tekrar) kendisine yakınlık (ve alaka) gösterdi." [Metin Müslim'dendir. Hadis Buhari'de muhtasardır.] Ravi: Aişe Kaynak: Buhari, Fedailu'l-Ashab 12; Müslim, Cihad 53, (1759)
Hz. Aişe (ra) bir gün hastalanmış: "Vay başım, (ölüyorum)!" demişti. Hz. Peygamber (sav) (şaka olsun diye): "Keşke bu ben sağken olsa, sana istiğfar eder, dua ediveririm!" dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe (ra) birden parladı: "Vay başıma gelen. Vallahi görüyorum ki ölmemi istiyorsun. Ben öleceğim, sen de akşama zevcelerinden biriyle başbaşa kalacakın ha!" dedi. Resulullah (sav) (sözü değiştirerek) dedi ki: "Bilakis ben ölüyorum, vay başım! Ebu Bekir'e ve oğluna birini gönderip (benden sonra hilafet hususunda "ben daha layığım" iddia veya temennisinde bulunacaklara karşı) yerime geçeceği tesbit etmek istemiştim. Sonradan (kendi kendime: "Böyle bir iddiayı Ebu Bekir dışında kim yaparsa) Allah kabul etmez, mü'minler de reddederler" dedim (ve vasiyet yapmaktan vazgeçtim)." Ravi: Kasım İbnu Muhammedi Kaynak: Buhari, Ahkam 51, Merda 16; Müslim, Fedailu's-Sahabe 11, (2387)
Hz. Ebu Bekir (ra), ölüm anı yaklaşınca (muhtazar olunca), Hz. Ömer'i çağırttı ve: "Ey Ömer, ben Resulullah (sav)'ın ashabı üzerine seni halife seçiyorum. Mizanı ağır olan, hakka uyması sebebiyle kıyamet günü mizanı ağır basacak ve ağırlık kendine olacak kimsedir. Sadece hakkın girdiği mizanın ağır olması da hak olmuştur. Ey Ömer! Mizanı hafif olan da, batıla uyması sebebiyle, kıyamet günü sevabı az ve hafif olan ve bu hafiflikle teraziye girecek olandır, içerisine sadece batıl giren mizanın hafif olması da haktır." Ayrıca, askerlerin komutanlarına da şunu yazdı: "Başınıza Ömer'i seçtim. Kendim için de, Müslümanlar için de hayrı seçtim." Sonra Ebu Bekir (ra) vefat etti ve geceleyin defnedildi. Bilahere Hz.Ömer (ra), ayağa kalkıp hamd-ü sena ettikten sonra şunları söyledi: "Ey insanlar, ben size, hiç bilmediğiniz bir şeyi kendimden uydurup öğretecek değilim. Ben Ömer'im. Size emir olma hususunda hırsım yok. Ancak vefat eden Ebu Bekir (ra) bunu bana vasiyet etti. Bu işi ona Allah'ın ilham ettiğine inanıyorum, imamlığımı, ona ehil olmayan kimseye bırakmam. Fakat onu, Müslümanlara saygı göstermeye gayret edenlere bırakırım, işte böyleleri, Müslümanlara emir olmaya başkalarından daha çok layıktır." [Muvatta'da bulunamamıştır.] Ravi: Aişe Kaynak:
Hz. Ömer (ra), cuma günü hutbe verdi. Önce Resulullah (sav)'ı hatırlattı, sonra Hz. Ebu Bekir (ra)'i andı. Sonra da şunları söyledi: "Ben rüyamda bir horoz gördüm, bana üç gaga vurdu. Bunu, ecelim yaklaştı diye yordum. Bazı kimseler, yerime birini seçmemi söylüyorlar. Allah ne dini, ne hilafetini, ne de Resulü (sav) ile gönderdiği şeyi zayi edecek değildir. Eğer ecelim çabucak gelirse hilafet, Resulullah (sav) ölürken kendilerinden razı bulunduğu şu altı kişinin müşaveresi ile belirlenecektir. Ben biliyorum ki, bazıları bu seçime dil uzatacaklardır. Bunlar benim şu elimle İslama kattığım kimselerdir. Eğer bunu yaparlarsa bilin ki, onlar ancak Allah'ın düşmanlarıdır, kafirlerdir, sapıklardır. Sonra sözüne şöyle devam etti: "Ey Rabbim, seni Ensar'ın ümerasına şahid kılıyorum. (Bilin ki) ben onları, adaletli olsunlar ve halka dinlerini, Peygamberlerinin (sav) sünnetini öğretsinler (zekatı) aralarında taksim etsinler, dini meselelerde müşkilatla karşılaşınca bana bildirsinler diye başlarına tayin ettim." Hz. Ömer (ra)'in bu hutbesinden bir cuma geçmişti ki hançerlendi. Yanına girmek için önce Muhacirler'e, sonra Ensar'a, sonra Medineliler'e, sonra Şamlılar'a, sonra Iraklılar'a sırayla izin verdi. Biz, huzura girenlerin sonuncusu idik. Siyah bir bürde ile yarası sarılmış, üzerinden kanlar akıyor vaziyette gördük. "Bize vasiyette bulun!" dedik. Ona bizden başka vasiyet talebinde bulunan olmadı. "Size dedi, Allah'ın Kitabı'nı vasiyet ediyorum. Zira ona uyduğunuz müddetçe asla sapıtmazsınız. Size Muhacirleri de vasiyet ediyorum. Zira insanlar çoğalırken onlar azalıyor. Size Ensar'ı da vasiyet ediyorum. Zira onlar, imanın sığındığı melcedir. Size bedevileri de vasiyet ediyorum. Zira onlar aslınız, dayanağınızdır." Bir rivayette şöyle denmiştir: "...Zira onlar kardeşlerinizdir, düşmanınızın düşmanıdır. Size zımmileri de vasiyet ediyorum, zira onlar Peygamberimiz (sav)'in zimmeti ve ailenizin rızkıdır. Beni terkedin artık." (Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Ömer (ra) hançerlendiği zaman kendisine: "Birini yerinize seçseniz!" denilmişti. Şu cevabı verdi: "Yani işinizi sağken de, ölmüşken de ben mi sırtımda taşıyayım? Mamafih, birisini seçecek olsam (bu caizdir, zira) benden daha hayırlı olan Ebu Bekir seçmiştir. Seçimi terkedecek olsam (bu da caizdir zira) benden daha hayırlı olan Resulullah (sav) da seçimi terketti. Ben istedim ki, bundaki nasibim başa baş olsun, ne lehime ne de aleyhime." Abdullah İbnu Ömer (ra) dedi ki: "(Ömer'in bu sözü üzerine) anladım ki, yerine kimseyi tayin etmeyecektir." Oradakiler: "Allah hayırlı mükafaatlar versin. Sen şu şu hizmetleri yaptın" dediler. O da: "Uman ve korkan" diye cevap verdi.") Ravi: Ma'dan İbnu Ebi Talha Kaynak: Buhari, Ahkam 51; Müslim, İmaret 12, (1823); Tirmizi, Fiten 48, (2226); Ebu Davud, Haraç 8, (2939)
Hz. Hafsa (ra)'nın yanına girdim, saçlarından su damlıyordu. Bana: "Babam, yerine halife tayin etmiyormuş biliyor musun?" dedi. Ben: "Tayin etmesi gerekir" dedim. "Etmiyor!" dedi. Abdullah der ki: "Bu hususta babamla konuşmak üzere yemin ettim, sustum ve sabahleyin eve gittim. Ama babamla konuşmadım. Sanki elimde bir dağ taşıyor gibi sıkıntılı idim. Nihayet dönüp babamın huzuruna girdim. Bana halkın durumundan sordu. Haber verdim. Sonra kendisine: "Halkın birşeyler söylediğini işittim. Onu size söylemeye azmettim. Sizin, yerinize halife tayin etmeyeceğinizi zannediyorlar. Halbuki sizin bir deve çobanınız veya koyun çobanınız olsa, sonra sürüyü bırakarak size gelse, siz mutlaka sürünün zayi olacağını bilirsiniz, insanlara nezaretin daha (ehemmiyetli ve) çetin olduğu da malumunuzdur" dedim. Bu sözlerim ona muvafık geldi ve bir müddet başını (yastığa) koydu. Sonra tekrar bana doğru kaldırarak: "Allah dinini, muhafaza edecektir. Ben yerime halife bırakmamış olsam meşrudur, çünkü Resulullah (sav) da yerine kimseyi bırakmamıştır. Şayet bir halife bırakacak olsam o da meşrudur, çünkü Ebu Bekir bırakmıştır" dedi. İbnu Ömer der ki: "Vallahi babam, Resulullah (sav) ile Hz. Ebu Bekir'i anmaktan başka bir şey yapmadı. Anladım ki, Resulullah (sav)'a hiç kimseyi denk tutmayacak ve yerine de kimseyi halife bırakmayacak" Ravi: İbnu Ömer Kaynak: Buhari, Ahkam 51; Müslim, İmaret 12, (1823); Tirmizi, Fiten 48, (2226); Ebu Davud, Haraç 8, (2939)
Hz. Ömer hançerlendiği sabah ben ayaktaydım. O'nunla -yani Hz. Ömer'le- benim aramda sadece Abdullah İbnu Abbas (ra) vardı, iki saf arasından geçince, arada durup bakmıştı. Bir boşluk gördü ve "Safları düz tütün" dedi. Saflarda herhangi bir boşluk kalmayınca öne geçip tekbir getirerek namaza başladı, ilk rek'atte cemaat toplanıncaya kadar, muhtemelen Yusuf veya Nahi suresini veya bunlara mümasil bir süre okudu. (Rüküye gitmek üzere) tekbir getirmişti ki, hançerlendiği sırada "Köpek beni öldürdü" veya "...yedi" diye bir ses işittim. el-Ilc (mel'unu), iki ağızlı bir bıçak elinde olduğu halde (kapıya doğru) fırladı, sağında solunda kime rastladı ise hançer sapladı. O gün cemaatten tam on üç kişi yaralamıştı. Bunlardan dokuzu derhal öldü. Bir rivayete göre yedi kişi ölmüştür. Bu durumu gören Müslümanlardan biri, herifin üzerine bir bürnus attı. el-Ilc yakalandığını zannederek bıçağı kendisine saplayıp intihar etti. Hz. Ömer (ra), Abdurrahman İbnu Avf (ra)'ı tutup öne geçirdi. Ömer'in arkasındakiler de benim gördüklerimi gördüler. Mescidin yan tarafındakiler, olup biten ne idi anlayamamışlardı. Ancak onlar, "sübhanallah, sübhanallah" diyen Hz. Ömer
ntihar etti. Hz. Ömer (ra), Abdurrahman İbnu Avf (ra)'ı tutup öne geçirdi. Ömer'in arkasındakiler de benim gördüklerimi gördüler. Mescidin yan tarafındakiler, olup biten ne idi anlayamamışlardı. Ancak onlar, "sübhanallah, sübhanallah" diyen Hz. Ömer'in sesini duyuyorlardı. Abdurrahman cemaate namazı kısa bir şekilde kıldırıp tamamlattı. Cemaat namazdan çıkınca Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Ey İbnu Abbas, bak beni kim öldürdü!" dedi. (İbnu Abbas) bir müddet dolaşıp döndü ve: "Muğire İbnu Şu'be'nin kölesi" dedi. Hz. Ömer (ra): "Allah canını alsın. Ben ona iyilik emretmiştim" dedi ve ilave etti: "ölümümü Müslümanlardan birinin eliyle yapmayan Allah'a hamdolsun. Sen ve baban, Medine'de el-Ilc'ların (İranlı kölelerin) çoğalmasını severdiniz." (Bu söz İbnu Abbas (ra)'ya idi) çünkü en çok köle Abbas (ra)'da vardı, İbnu Abbas (ra): "Dilerseniz yapayım -yani isterseniz onların hepsini öldürelim-" dedi. Hz. Ömer (ra): "Hayır, sizin dilinizle konuşmalarından, kıblenize müteveccih namaz kılmalarından, haccmizla haccetmelerinden sonra hayır!" dedi. Sonra evine taşındı. Onunla bizde gittik. Sanki insanlara o güne kadar hiç musibet gelmemişti. Birisi: "Korkarım ölecek!" bir diğeri: "Bir şeyi yok" diyordu. Nebiz (hurma şırası) getirildi, ondan biraz içti. Bu, karnındaki yaradan geri çıktı. Sonra süt getirildi, ondan da içti. O da yarasından geri çıktı, iyice anlaşılmıştı, Ömer (ra) ölecekti. Halk gelip kendisine senada bulunuyordu. Bir genç geldi: "Ey müzminlerin emiri, Allah'ın müjdesiyle sizi müjdeliyorum. Resulullah (sav)'la sohbetiniz var, bildiğiniz gibi İslama geçmiş hizmetleriniz var. Sonra başa geçtiniz ve adaletli oldunuz ve sonunda şehadet!" dedi. Hz. Ömer (büyük bir tevazu ile): "Bütün bunların (günahlarımı karşılayabilmesini, Allah'ın huzurunda) başa baş yeterli olmasını ne kadar isterim" diye cevapladı. Genç geri dönünce, izarının yere değmekte olduğunu gördü. "Onu bana çağırın" dedi (ve gelince): "Ey kardeşimin oğlu, giysini kaldır, öyle yapman giysini daha temiz kılar, Rabbine karşı muttaki ol!" dedi. Sonra bana yönelerek: "Ey Abdullah, araştır bakalım üzerimde ne kadar borç var!" dedi. Hesapladılar, seksen altı bin dirhem kadar borcu olduğu anlaşıldı. "Ömer ailesinin malı yeterse, bunu onların malından ödeyin. Yetmezse Beni Adiyy İbnu Ka'b'ın malından iste. Onlann malı da yetmezse Kureyş'in malından iste. Kureyş'ten başkasına gitme. Bana bedel bu malı öde. Mü'minlerin annesi Aişe (ra)'ye git ve: "Ömer sana selam ediyor", de. Sakın mü'minlerin emiri deme, bugün artık ben mü'minlerin emiri değilim" De ki: "Ömer İbnu'l-Hattab iki arkadaşıyla birlikte gömülmek için senden izin istiyor." Abdullah der ki: "İzin istedim, selam verip girdim. Hz. Aişe (ra) ağlıyordu. "Ömer sana selam ediyor, iki arkadaşının yanında gömülmek için izin istiyor" dedim. Hz. Aişe: "Onu ben kendim için düşünüyordum. Fakat Ömer'i bugün kendime tercih ediyorum" cevabını verdi. Geri dönünce Ömer'e: "İşte Abdullah İbnu Ömer geldi!" denildi. Hz. Ömer (ra): "Ne haber getirdin?" dedi. "İstediğiniz oldu, Hz, Aişe izin verdi" denilince: "Elhamdülillah" dedi, "nazarımda bundan daha mühim bir şey yoktu." Ruhum kabzedilince beni oraya götürün. (Oraya varınca, Aişe'ye tekrar) selam ver ve: "Ömer izin isti
"İşte Abdullah İbnu Ömer geldi!" denildi. Hz. Ömer (ra): "Ne haber getirdin?" dedi. "İstediğiniz oldu, Hz, Aişe izin verdi" denilince: "Elhamdülillah" dedi, "nazarımda bundan daha mühim bir şey yoktu." Ruhum kabzedilince beni oraya götürün. (Oraya varınca, Aişe'ye tekrar) selam ver ve: "Ömer izin istiyor!" de. Eğer izin verirse beni içeri alın, eğer beni reddederse, beni Müslümanların mezarlığına götürün." O sırada mü'minlerin annesi Hafsa (ra) geldi. Kadınlar onu örtüyorlardı. Onu görünce kalktık. Ömer'in yanına girdi. Yanında bir müddet ağladı. Erkekler de izin istediler. Onlar için, içerde bir yere girdi, içeriden ağlamasını işitiyorduk. "Ey mü'minlerin emiri, dediler, vasiyet et, yerine birini tayin et!" "Ben, dedi bu işe Resulullah (sav)'ın kendilerinden razı olarak öldüğü şu altı kişiden daha layık birini bilmiyorum, -ve isimlerim saydı: Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Abdurrahman İbnu Avf ve Sa'd (ra)." devamla dedi ki: "Size Abdullah İbnu Ömer şehadet ediyor. Onun hilafet işiyle hiçbir ilgisi yok, tıpkı kendisine gelen taziye heyeti gibi. Emirlik, şayet Sa'da isabet ederse, mesele yok. Aksi halde, kim emir olursa ondan istifade etsin. Bilesiniz, ben onu aczi veya hıyaneti sebebiyle azletmedim." Ömer şunu da söyledi: "Benden sonra gelecek halifeye Ensar'ı, Muhacirin'i, bedevileri ve taşra halkını vasiyet ediyorum." Ruhu kabzedilince, onu çıkardık. Yayan (Hz. Aişe'ye kadar) geldik. Abdullah selam verip: "Ömer izin istiyor!" dedi. "Alın içeri!" dedi ve derhal içeri alındı, iki arkadaşıyla birlikte oraya kondu. Defin işinden boşalınca, hilafet hey'eti toplandı. Abdurrahman İbnu Avf (ra): "Seçimin asgari ihtilafla yürümesi için) aranızdan üç kişi seçin!" dedi. Zübeyr (ra): "Ben reyimi Ali (ra)'ye verdim" dedi. Talha (ra) da: "Ben reyimi Osman'a verdim" dedi, Sa'd (ra): "Reyimi ben de Abdurrahman İbnu Avf'a verdim" dedi. Abdurrahman (ra) (Hz. Ali ve Hz. Osman'a yönelerek): "Hanginiz bu işten (halife adaylığından) çekilir, böylece, halifemizi belirleme işini ona bırakırız. Allah ve Müslümanlar onun üzerinde murakıbtır. O da kanaatince en iyi olanı araştıracaktır" dedi. Ancak bu iki şeyh (Hz. Ali ve Hz. Osman (ra) sükut ettiler. Bunun üzerine Abdurrahman onlara: "Seçme işini bana bırakır mısınız? Allah en efdalinizi seçmem hususunda benim üzerimde murakıbdır!" dedi. O ikisi de: "Evet!" dediler. İkisinden birinin (Hz.Ali (ra)'nin elinden tuttu ve: "Senin Resulullah (sav)'a, yakınlığın, İslam'da da kıdemin, (önceliğin) var, bunu biliyorsun. Allah da üzerinde murakıbtır. Kasem ediyorum, seni seçecek olsam mutlaka adaletli olursun, Osman'ı seçecek olsam kesinlikle onu dinleyip itaat edersin." Dedi. Sonra diğerine yönelerek, ona da buna benzer sözler söyledi. Her ikisinden de imsak (yani kesin söz) aldıktan sonra: "Ey Osman kaldır elini!" dedi ve ona biat etti. Ali (ra)'de biat etti. Sonra (kapılar açıldı) Medine halkı da gelip Hz. Osman'a biat etti. Ravi: Amr İbn Meymun el-Evdi Kaynak: Buhari, Fedailu'l-Ashab 8, Cenaiz 96, Cihad 174, Tefsir, Haşr 5, Ahkam 43, 3
Hz. Osman (ra) muhasara edildiği zaman, namaz kıldırma işine Hz. Ebu Hüreyre (ra)'yi tayin etti. Bazan Hz. İbnu Abbas kıldırıyordu. Sonra, Hz. Osman (isyancılara) elçi yollayıp,benden ne istiyorsunuz? diye sordu. Onlar: "Hilafetten ayrılmanı istiyoruz" dediler. O da: "Allah'ın bana giydirdiği bir kaftanı çıkarmam" diyerek reddetti. "Onlar seni öldürecekler!" dediler. O: "Beni öldürdüğünüz takdirde, ebediyyen birbirinizi sevmeyecek, düşmanla elbirlik savaşamayacaksınız. Göre göre ihtilafa düşeceksiniz. Ey kavm, bana karşı çıkardığınız şu ihtilaf sakın ola başınıza, sizden öncekilerin maruz kaldığı belayı dolamasın!" dedi. İhtilalcilerin tazyikleri artınca, cuma gününe oruçlu olarak girdi. Gün biraz ilerleyince uyudu. Uyanınca: "Şu anda rüyamda Resulullah (sav)'ı gördüm. Bana: "Akşam yanımızda iftarını yapacaksın" buyurdu" dedi. O gün öldürüldü. Sonra Hz. Ali (ra) hutbe okumak üzere kalktı. Hamd-ü senadan sonra: "Ey insanlar, dedi, bana yaklaşın, gözlerinizi, kulaklarınızı dört açın. Şahsen ben ve sizler hepimizin fitnenin içine düşmemizden korkuyorum. Fitne sırasında, hepimize gayret gerekecek." Devamla dedi ki: "Allah bu ümmeti iki edeble terbiye etti: Kitap ve Sünnet. Bunların (tatbiki hususunda), sultan nezdinde gevşeklik olamaz. Öyle ise Allah'tan korkun, aranızdaki meseleleri halledin." Hz. Ali (ra) bunları söyleyip minberden indi ve beytü'l-maldan arta kalan servete yönelerek Müslümanlar arasında taksim etti." [Rezin ilavesidir, kaynağı bulunamamıştır.] Ravi: Abdullah İbnu Selam Kaynak: Rezin
Hasan İbnu Ali, vallahi Hz. Muaviye (ra)'yi dağlar gibi büyük askeri birliklerle karşıladı. Bunun üzerine Amr İbnu'l-As, Hz. Muaviye'ye: "Ben vallahi, öyle askeri birlikler görüyorum ki, bunlar kendileri gibi (sayıca ve keyfiyetçe) akran olan birlikleri öldürmedikçe geri dönmezler" dedi. Muaviye de Amr (ra)'a -ki vallahi Hz. Muaviye bu iki adamın hayırlısıdır- şu cevabı verdi: "Ey Amr, söyle bakalım! Şunlar (bizimkiler) öbürlerini, öbürleri de şunları öldürseler Müslümanların işlerini kim benim adıma yürütecek, kim kadınlarının, yetimlerinin bakımını benim adıma üzerine alacak?" Sulh yapmak için, Kureyş'in Beni Abdişşems boyundan iki kişiyi yani Abdurrahman İbnu Semüre ve Abdullah İbnu Amir'i, Hz. Hasan (ra)'a gönderdi. Bunlara: "Haydi, şu zata gidin, ona (sulh yapmak istediğimizi) söyleyin. (Hilafet arzusundan vazgeçmesini) taleb edin, (buna mukabil ne isterlerse) verin!" dedi. Bunlar Hz. Hasan (ra)'ın yanına gidip, huzuruna çıktılar. (Hz. Muaviye'nin tenbihine uygun olarak) konuştular. (Hilafeti Hz. Muaviye'ye bırakması halinde ne isterse vereceğini) söylediler. Hz. Hasan (ra) onlara: "Bizler Abdulmuttalib'in oğullarıyız. Beytu'l-maldan bir hissemiz var. Bu ümmet (ihtiyaç karşısında mal için) kanını israf etmeye başladı. (Beytu'l-maldan bize ayrılacak hisse nedir?)" dedi. Onlar: "Hz. Muaviye size şunları teklif ediyor, hilafetten vazgeçmenizi taleb ediyor, mukabilinde ne istediğinizi soruyor" dediler. Hz. Hasan (ra): "Sizin bu vaadlerinizi bize kim tekeffül edecek?" dedi. Elçiler: "Sana biz tekeffül ediyor, garanti veriyoruz!" dediler. Hz. Hasan her ne talebte bulundu ise hepsine: "Biz tekeffül ediyoruz!" diyerek teminat verdiler. Böylece Hz. Hasan, Hz. Muaviye (ra) ile sulh yaptı. Hasan Basri demiştir ki: "Ben Ebu Bekir (ra)'i işittim şöyle demişti: "Resulullah (sav)'ı minberde gördüm, yanında Hz.Hasan İbnu Ali vardı. Bazan halka yöneliyor, bazan Hasan'a yöneliyor ve: "Şu oğlum, seyyiddir. Umulur ki, Allah bununla iki muazzam Müslüman orduyu sulha kavuşturacak" diyordu." Ravi: Hasan Basri Kaynak: Buhari, Sulh 9, Menakıb 25, Fedailu'l Ashab 22, Fiten 20
Entropi,termodinamik bilim falından ödünç alınan bir kavramdır;bir sistemin bozulma eğilimini ifade etmek için kullanılmaktadır. Entropi,bütün sistemlerin en önemli özelliklerinden biridir. Yönetim Bilimi ve Türk kamu Yönetimi.sy.100.
Hem rahmet-i vasia-i muhita noktasında bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir.Hem Uluhhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır. Risaletün Nur Sözler sy.123.
Hem ism-i Azamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Azamın bütün muhatına bakan,teftiş eden himetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.İşte bu sırdandır ki,"Kelamullah" ünvanı kemal-i liyaketle Kur'an'a verilmiş. Risale i Nur.Sözler.123.
Köşke kement atamayacak hale geldikten sonra, Hırsızlığa tevbe etmenin ne faydası var ki! Elini meyveden çek! diye,uzun boyluya söyle, Kısa boylunun zaten erişecek eli yok ki! Gülistan,Bab:5,Hikaye:19 Ruhu'l Furkan Tefsiri.cilt 12.,sy.506.
Kitap ve sünnette hükmü bulunan ve nass ile sabit olan bir konu katiyen istişareye gelmez; ancak uygulama sekli ve uygulamada karsilasilan problemlerin cozumu istişare ile belirlenebilir. Zira uygulama sartlara zaman ve zemine göre değişebilir. Köprü fikir dergisi kış/2017
Dil var,dilden alır söyler.Dil var,kalpten alır söyler.Ve dil var,gaybtan alır söyler. .....Bu sonuncusuna sahip olanların ilmine ledün ilmi denilmiştir. 365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki.sy.70.
Sünnetin aslı dünyayı kalbe sokmamaktır. Marifet,halkın Hak üzerinde ki hakkıdır. ( çünlü yaratılmaktan gaye zaten marifettir.) 365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki sy.72.
Hz.Ömer r.a.bir gün başkasının koyun sürüsünü güden çobana bunlardan bir koyunu bana ver sahibine kurt yedi dersin demiş Çoban sahibine kurt yerdi dersin ama Allah c.c. nasıl (her şeyi gören ve duyan ) kandıralım demiş. Ummandan inciler Akra fm.
Şifa i Serif sohbetleri Sikke-i Tevhid.Tevhid sikkesi Allah c.c. ın birliğini gösterir damga ;(mec.) Allah c.c. birliğinin delili,belgesi,işareti. Risale-i Nur un Büyük Lügatı.
Şifre-i kudsiye-i ilahiye : ilahi kutsal şifre,Allah (c.c.)tarafından tertiplenmiş kutsal şifre,başkalarının anlayamacağı harf ve şekil veya tertip. Risale-i Nur'un Büyül Lügatı.
hmet Karasakal HAYÂTU’S-SAHÂBE’DEN GÜNÜMÜZÜ EN ÇOK İLGİLENDİREN SEÇİLMİŞ HADİSLER
Şeyh Muhammed Yusuf el- Kandehlevî’nin yazmış olduğu Hayâtu’s- Sahâbe’de yer alan 1.173 adet sahâbe yaşantısından nakil edilmiş çoğunluğu Hadis-i Şerif olan bu güzel eserden günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz, bir soru olarak bilirkişiye sorduğumuzda, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet bilgisi ve ahlakıyla cevaplamasını istediğimiz bazı sorularımızın cevabı niteliğindeki çoğu hadis bu nasihatleri, öğütleri, tespitleri ve tecrübeleri birbirimizle paylaşmak ve nasiplenmek niyetiyle ve amel edinmek dileğiyle gündeme getirmek istedim. Ve Hz. Ömer b. el-Hattâb R.A.’nın okuduğu bir hutbe ile başlamak istiyorum. İstifade etmek dileğiyle… Ömer b. el-Hattâb R.A. Hutbesinde şöyle dedi: ‘ Ey insanlar! Hz. Peygamber’in (SAV) aramızda bulunduğu ve vahyin inmeye devam ettiği zamanlarda Allah Teâlâ sizin halinizi bildiriyordu; böylece bizde sizleri tanımış oluyorduk. Ancak bugün Hz. Peygamber (SAV) gitti ve vahiy de kesildi. Bu yüzden sizi söylediklerinizle ve yaptıklarınızla tanıyoruz. İçinizden kim açıkça hayır ve iyilik yaparsa onu iyi birisi olarak
Peygamber (SAV) gitti ve vahiy de kesildi. Bu yüzden sizi söylediklerinizle ve yaptıklarınızla tanıyoruz. İçinizden kim açıkça hayır ve iyilik yaparsa onu iyi birisi olarak tanır ve severiz. Kimin de kötülük yaptığını görürsek onu da kötü olarak tanır ve kendisine kızarız. İçâleminiz ise sizinle Rabbiniz arasındadır. Ben daha önceleri her Kur’an okuyanın bununAllah’ın rızasını kazanabilmek için yaptığını zannediyordum. Ancak son zamanlarda görüyorum ki bazı kimseler, insanlar arasında bir mevki edinmek ya da çıkar sağlamak için Kur’an okumaktadırlar. Kur’an okurken Allah’ın rızasını gözetin ve diğer amellerinizde de O’nun rızasını kazanmaya çalışın.[1] 1) Hz. Âişe validemiz buyurdular: “Muhammed’in ( SAV ) aile efradı, Medine’ye geldiği günden vefat ettiği ana kadar, üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.”[2] 2) Hz. Peygamber’e (SAV) biri gelerek: ” Ben açım” dedi. Allah’ın Rasûlü hanımlarına aile efradına haber göndererek o adama yiyecek bir şey yollamalarını istedi. Ancak evde sudan başka hiç bir şey yoktu. Bunun üzerine Hz. peygamber ashâbına dönerek : ” Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” Diye sordu. Ensârdan biri: ” Ben misafir ederim, ey Allah’ın Rasûlü ” diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına: Rasûlullah’ın (SAV) misafirini ağırla ya da evde bir şey var mı? Diye sordu. Hanımı: ” Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var” dedi. Sahâbi: “Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım” dedi. Sofraya oturdular misafir karnını doyurdu, onlar da aç yattılar.
“Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım” dedi. Sofraya oturdular misafir karnını doyurdu, onlar da aç yattılar. Sabahleyin o sahâbî Peygamber’in (SAV) yanına gitti. Onu gören Hz. Peygamber (SAV): ” Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu buyurdu. Bu hadisten sonra şu bilindik hadiste daha çok anlam kazanmaktadır: “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”[3] 3) Peygamberimizin (SAV) izniyle 15 sahâbi, 615 yılında Habeşistan’a hicret etmiştir. Habeş Kralı Necaşi, kendi din adamlarını da önceden yanına çağırarak, muhacirlere: ” Siz benim dinime de, şu milletlerden birinin dinine de girmediğinize göre, sizin kavminizden ayrılarak tutmuş olduğunuz bu din nasıl bir dindir? diye sorduğunda, Muhacirler adına Cafer b. EbiTalib, tarihi ve manidar cevabıyla İslam dininin ne olduğunu günümüzede ışık tutacak şekilde anlatmıştır. Ey hükümdar! Diye söze başlayan Cafer b. EbiTalib tarihe şunları not düştü: ” Biz cahiliye halkından bir kavimdik. Putlara tapar, ölmüş hayvan eti yerdik. Bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgimizi keser, akraba hakkı gözetmezdik. Komşularımızı unutur, komşuluk vazifelerini yerine getirmezdik. İçimizde güçlü olan güçsüz, zayıf olanı yerdi. Yüce Allah bize kendimizden soyunu sopunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezahatini bildiğimiz Rasulü gönderinceye kadar, biz hep bu kötü durum ve tutumda idik. O Peygamber, bizi, bizim ve babalarımızın Allah’tan başka tapageldiği taştan, ağaçtan, altın ve gümüşten yapılmış putları bırakarak Allah’ın birliğine inanmaya ve yalnız O’na ibadet etmeye davet etti. Yine o Peygamber, doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba haklarını gözetmeyi, komşulara iyi davranmayı, haramlardan uzaklaşıp kan dökmekten geri durmayı bize emretti. Yine o, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten de men
haramlardan uzaklaşıp kan dökmekten geri durmayı bize emretti. Yine o, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten de men etti. Ayrıca, hiç bir şeyi kendisine eş ve ortak koşmaksızın, yalnız Allah’a ibadet etmeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi, oruç tutmamızı da bize emretti. Biz onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah tarafından getirdiği şeylere göre, ona tâbi olduk. Bir ve Tek olan Allah’a ibadet ettik, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. O’nun bize haram kıldığını haram, helal kıldığını helal kabul ettik. ” İslam dinini anlattıktan sonra devam etti. Bunun üzerine kavmimiz bize düşman kesildi. Bizi dinimizden döndürmek, Yüce Allah’a ibadetten vazgeçirip putlara taptırmak, öteden beri kendi kendimize helal kılıp serbestçe işlediğimiz kötülükleri tekrar işletmek için, bizi işkenceden işkenceye uğrattılar. Onlar bize böylece galebe çalıp zulmettikleri, bizimle dinimiz arasına girdikleri ve baskılarını arttırdıkları zaman, biz senin ülkene sığınmak zorunda kaldık. Seni başkalarına tercih ile senin himayen ve komşuluğunda bulunmayı arzu ettik. Ey hükümdar! Biz senin yanında hiç bir zulme uğramayacağımızı umuyoruz![4] 4) Muâz b. Cebel (RA) Ey Allah’ın Peygamberi! Kendisiyle cennete girebileceğim bir amel söyle, başka bir şey sormayacağım deyince Rasûlullah (SAV): ” Çok güzel, çok iyi! Sen bana önemli bir soru sordun ve bu iş Allah’ın hayır murad ettiği kişiye kolaydır” buyurdu, bunu da üç kere tekrarladı. Böyle durumlarda Hz. Peygamber (SAV) iyi anlaşılsın diye sözünü üçkere tekrar ederdi. Şöyle buyurdu: ” Ölünceye kadar Allah’a ve ahiret gününe iman etmen, namaz kılman, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ibadet etmendir ki sen bu hal üzeresin” dedi. Daha sonra Rasûlullah (SAV), Muâz’a bu işin başından ve zirvesinden bahsetti: ” Bu işin başı, senin Allah’tan başka ilah olmadığına, O’nun ortağının bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Peygamberi olduğuna şehadet etmendir. Bu işin direği namaz kılmak ve zekat vermektir. Bu işin en tepesi de Allah yolunda cihaddır. ” Peygamber (SAV), ” Ben namaz kılıncaya, zekat verinceye, Allah’tan başka ilah olmadığına ve O’nun ortağının bulunmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve Peygamberi olduğuna şehadet edinceye kadar, insanlarla mücadele etmekle emirolundum. Bunları yerine getirirlerse kurtulurlar ve cezaî bir hakkın alınması dışında canlarını, mallarını korumuş olurlar. Ahiretteki durumları Allah’a kalmıştır” buyurdu.[5]
5) Rasûlullah’ın (SAV) ashabından bir kişi, içinde tatlı su gözesi bulunan bir dağ yolundan geçmişti. Burası çok hoşuna gitti ve: ” Keşke, insanlardan ayrılıp şu dağ kısığında otursam fakat Rasûlullah’tan (SAV) izin almadan bunu asla yapamam” dedi. Sonra bu isteğini Rasûlullah’a (SAV) anlattı. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ” Böyle bir şey yapma. Çünkü sizden birinin Allah yolunda çalışıp gayret sarf etmesi, evinde oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha faziletlidir. Allah’ın sizi bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda cihada çıkın. Kim devenin sağılacağı kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, mutlaka cennete girer.[6] 6) Bir adam, Peygamber’e (SAV): Ey Allah’ın Rasûlü! Bir adam Allah yolunda savaşmak istiyor ve aynı zamanda ganimet elde etmek istiyor, buna ne buyurursunuz? diye sordu. Rasûlullah (SAV) ” Onun için bir sevap yoktur” buyurdu. Sahâbiler bu cevaba karşılık soruyu üç kere sordurdular, her defasında aynı cevabı aldılar.[7] 7) Hırsızlık yapan birisi için Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Şunu iyi bilin ki, sizden önce insanları helâk eden şu olmuştur: Aralarında soylu bir kimse hırsızlık yaptığında ona dokunmazlardı. Fakat, güçsüz bir kimse hırsızlık yaptığında ona had cezası uygularlardı. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki eğer Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapmış olsaydı and olsun onun dahi elini keserdim.”[8] 8) Hz. Peygamber’den (SAV) alacağı olan bir bedevi, Peygamber Efendimizi (SAV) borcunu ödemesi konusunda sıkıştırınca orda bulunan Sahâbiler de durumdan dolayı adama tepki gösterdiler. Bunun üzerine Peygamber (SAV) ashâbına: ”Hak sahibinin yanında yer almanız gerekmez miydi? dedi.” Havle bintKays’tan aldığı borçla bedeviye borcunu ödeyen Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: ” Borcunu hakkıyla ödeyenler insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir toplum iflah olmaz.”[9]
maz.”[9] 9) Hz. Peygamber (SAV) infâkta (Allah yolunda harcama) bulunmak üzere şöyle buyurdu: ” İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiç bir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey eksilmez.”[10] 10) Hakîm b. Hizâm (R.A.) şöyle dedi: Rasûlullah (SAV)’den mal istedim verdi. Bir daha istedim, yine verdi. Tekrar istedim, tekrar verdi. Daha sonra Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Ey Hakîm! Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan obur gibidir. Üstteki ( veren) el, alttaki (alan) elden daha hayırlıdır.” Bunun üzerine Hakîm ” Ey Allah’ın Rasûlü (SAV)! Seni hak din dile gönderen Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece senden başka kimseden bir şey kabul etmeyeceğim” dedi.[11] 11) Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Vallahi sizin benden sonra tekrar şirke dönmenizden hiç korkum yok. Ben asıl sizin dünyayı elde etmek için birbirinizle kapışıp kavga etmenizden korkuyorum.”[12] 12) Rasûlullah’ın cizye toplamak için görevlendirdiği EbûUbeyde b. el- Cerrâh’ın malla döndüğünü duyup mutlu olan Ensârı gören Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Sevinin ve sizi sevindirecek şeyler ümit edin. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.”[13] 13) Hz. Ömer (R.A.) bir gün Rasûlullah’ın huzuruna çıktığında yaşadıklarını şöyle aktarmıştır: Hz. Peygamber’in üzerinde bir izardan (belden aşağı bedeni örtenelbise) başka bir şey olmadığını ve uzandığı hasırın vücudunun yan tarafında iz yaptığını gördüm. Yine, odasının bir kenarında bir ölçek kadar arpa ve biraz karaz (deri
yan tarafında iz yaptığını gördüm. Yine, odasının bir kenarında bir ölçek kadar arpa ve biraz karaz (deri tabaklamada kullanılan selem ağacı meyvesi) gözüme ilişti. Henüz tabaklanmamış bir deriyi de asılı gördüm. Bu durum karşısında gözlerim yaşardı. Bunun üzerine Nebi (SAV): ” Seni ağlatan nedir, ey Hattâbın oğlu? ” diye sordu. “ Ey Allah’ın Peygamberi! Nasıl ağlamamayayım? Şu hasır senin vücudunun yan tarafında iz yapmış, şu dolapta yer alan yiyecekten başka da bir şey göremiyorum. Hâlbuki şu Kisrâ (İran Şahı) ve Kayser (Rum İmparatoru) çeşit çeşit nimetler içinde yüzüyorlar. Sen ise Allah’ın Peygamberi ve seçkin kulusun. Kilerin de işte şu gördüğüm şeyden ibarettir” dedim. Hz. Peygamber (SAV): ” Ey Hattâb oğlu! Âhiret bize, dünyanın da onlara ait olmasına rıza göstermez misin?” buyurdu. Ben: Tabii ki rıza gösteririm” dedim.[14] 14) Rasûlullah (SAV) gördüğü göbekli bir adamın karnını işaret edip adama şöyle buyurdu: ” Eğer, şu karnındaki, karnında değil de başka bir yerde olsaydı, senin için daha hayırlı olurdu.”[15] 15) Rasûlullah (SAV), ibadette aşırıya gidenlerin sayısı çoğalınca şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Gücünüz yettiği kadar amel yapın. Sizler ibadetten usanıp bıkmadıkça Allah bıkmaz. Allah’a en sevimli amel, az da olsa sürekli olandır.”[16] 16) Hz. Osman kendisini Öldürmeye gelen kişiler karşısında, Hz. Peygamberin (SAV)’den işittiği şu sözler üzerine serin kanlılığını muhafaza ediyordu. Rasûlullah (SAV) ” Şu üç kişiden başka hiçbir Müslümanın kanının akıtılması helal değildir: 1. Müslüman olduktan sonra küfre dönen kimse; 2. Evli iken zina eden kimse; 3. Haksız yere adam öldüren kimse. Hz Osman: Vallahi cahiliye döneminde de Müslüman olduktan sonra da zina yapmadım. Allah bana bu dini nasip ettikten sonra dinimin yerine hiç bir din arzu etmedim ve hiçbir kimseyi de öldürmedim. Durum böyle iken ” beni niçin öldürmek istiyorlar” dedi.[17] 17) Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Birbirinizle hasetleşmeyin. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için arttırmayın. Birbirinize kin ve nefret beslemeyin. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyin. Birbirinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olun.
Birbirinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. “ Hz. Peygamber (SAV) üç defa göğsüne işaret ederek şöyle buyurdu: ” Takva buradadır Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her Müslümanın kanı, malı ve ırzı, başka Müslümana haramdır.”[18] 18) Rasûlullah (SAV)’ in ” Cennet ehlinden bir adam” dediği kişiyi, Abdullah b. Amr b. el-Âs takip etti ve amellerini öğrenmek için üç gece evinde misafir kaldı. Her kesten farklı ve çok bir ameli olduğunu görmeyince, Rasûlullah’ın (SAV) kendisi için ”cennet ehlinde bir adam” olduğunu söylemesinin amellerini anlayamayınca adama sordu: Sen bu müjdeye, mertebeye nasıl ulaştın? Adam: ” Ben Müslümanlardan hiç kimseyi aldatmam ve Allah’ın ona verdiği birşeyden dolayı da kıskanmam.” diye cevap verdi.[19] 19) Rasûlullah (SAV) Sa’d b. Ubâde’nin evinde yemek yedikten sonra ona şöyle dua etti: ” Yemeğinizi iyiler yesin, melekler duacınız olsun, evinizde hep oruçlular iftar etsin.”[20] 20) Hz. Osman b. Affân, Peygamber Efendimizin (SAV) kendilerine ilk öğrettiği dua Yunus Peygamber’in balığın karnında yaptığı dua olduğunu söylemiştir. ” La ilâhe illa entesübhanekeinnîküntüminezzâlimin.(Enbiya Suresi 21/87.) ( Senden başka ilah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten nefsine zulmedenlerden oldum. ” ” Rasûlullah (SAV) Bir Müslüman herhangi bir konuda bu kelimelerle dua ederse Allah onun duasını kabul eder.” Buyurdu.[21] 21) Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Müslümanın kardeşine 6 çeşit görevi vardır. Eğer bunları terk ederse, kardeşine karşı üzerine hak olan görevini yerine getirmemiş olur. 1. Kardeşiyle karşılaşınca selam verir. 2. Kendisini davet ettiği zaman davetine icabet eder. 3. Aksırdığı zaman ona teşmît eder ( Yerhamükallah diyerek rahmet okur.) 4. Hastalanınca onu ziyaret eder. 5. Öldüğü zaman cenazesinde bulunur. 6. Kardeşi kendisinden öğüt isteyince ona öğüt verir.[22]
22) Rasûlullah (SAV) aile fertlerinden biri hastalanınca sağ eliyle hastayı sıvazlar ve şöyle dua ederdi: ” Bütün insanların Rabbi olan Allah’ım! Bunun ıstırabını giderip şifa ver. Şifayı veren ancak sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Buna hiç bir hastalık izi bırakmayacak şekilde şifa ihsan et![23] 23) Adamın biri Peygamber’e (SAV): Ey Allah’ın Rasûlü! Benim akrabalarım var. Ben kendilerini ziyaret ediyorum, onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik yapıyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: ” Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allah’ın yardımı seninledir.”[24] 24) İbnÜmmüMektûm adında bir sahabiRasûlullah’a (SAV) : ” Ey Allah’ın Rasûlü! Ben, gözleri görmeyen ve evi mescite uzak olan bir kişiyim. Bana kılavuzluk yapmayan bir hizmetçim var. Namazımı evimde kılmamda ruhsat var mı? ” dedi. Hz. Peygamber:”Ezanı duyuyor musun? Diye sorunca ise: “Evet” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (SAV): ” Sana ruhsat bulamıyorum” buyurdu.[25] 25) Üsâme, Hz. Peygamber’in (SAV) şöyle buyurduğunu işitmişti: ” Kıyamet gününde bir adam getirilir ve cehenneme fırlatılır. Ateşte içindeki organları eriyip akar. Bu kişi tıpkı bir dolap beygiri gibi döner durur. Cehennemlikler onun etrafına toplanır ve: ” Hey sen ne yaptın da bu hallere düştün? Sen bize iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaz mıydın?” Diye sorarlar. O da: ” Evet, ancak ben size iyiliği emrettiğim halde kendim yapmazdım. Size yasakladığım kötülükleri ise işlerdim” der.[26] 26) Hz. Peygamber’in (SAV), Muâz b. Cebel’e (R.A.) her namazın sonunda okumasını istediği ve hiç bırakmamasını tavsiye ettiği dua: ” Allah’ım! Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et!”[27] 27) Hz. Ömer (R.A.) Râsulullah’ın (SAV) beş şeyden Allah’a sığınarak dua ettiğini ifade etmiştir: ” Allah’ım! Cimrilikten sana sığınırım, korkaklıktan sana sığınırım, kötü bir hayat sürmekten sana sığınırım, kalbin fitnesinden sana sığınırım ve kabir azabından sana sığınırım.”[28]
fitnesinden sana sığınırım ve kabir azabından sana sığınırım.”[28] 28) Halid b. Velîd( R.A.) Peygamber’e (SAV) : Ey Allah’ın Râsulü! Ben korkuyorum (geceleri) ve uyuyamıyorum dediğinde Râsulullah (SAV), yatağa yattığın zaman şu duayı oku, bu durumda sana zarar verilmez. Şeytanlar sana yaklaşamazlar buyurdu: ” Allah’ın gazabından, cezalandırmasından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinde ve bana yaklaşmalarından Allah’ın tam ve eksiksiz kelimelerine sığınırım. “[29] 29) Sahabeden biri: Ey Allah’ın Râsulü! Hangi Müslüman en üstündür? Diye sordu ve şu cevabı aldı: “Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimse.”[30] 30) Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” En büyük günahı size haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, anne ve babaya itaatsizlik etmektir. Bir de yalan söylemek, yalancı şahitlik etmektir.’’ Hz. Ebubekir (R.A.),Rasûlullah (SAV) bu son cümleyi o kadar çok tekrarladı ki, galiba susmayacak dedim.[31] 31) Hz. Peygamber’in (SAV), görevlendirdiği zekat memuru görevden dönünce, Hz. Peygamber’e (SAV) gelip: ‘ Ey Allah’ın elçisi bunlar sizindir, bunlarda bana hediye olarak verildi’ dedi. Hz. Peygamber (SAV) adama: ” Anne ve babanın evinde oturup bekleseydin bunlar sana yine hediye edilir miydi, edilmez miydi?” Dedi. Ve daha sonra, namazdan sonra şöyle buyurdu: Bizim görevlendirdiğimiz memura ne oluyor da gelip: ‘ bu sizin toplamam için beni görevlendirdiğiniz mal ve paradır. Bu da bana hediye olarak verilmiştir’ diyebiliyor. Muhammed’in nefsini elinde bulundurana yemin ederim ki ümmetin malından bir şeyi haksız alan kimse Kıyamet Günü’nde bunu boynunda taşıyarak gelir. Bu mal bir deve ise böğürerek gelir, bir sığır ise böğürerek gelir, bir koyun ise meleyerek gelir. Ben size tebliğ ettim. “[32] 32)Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Sözün en hayırlısı Allah’ın Kitabı’dır. Yolların en hayırlısı Muhammed’in (SAV) yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid’atlerdir. Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır.”[33]
dalâlettir, sapıklıktır.”[33] 33) Hz. Ebû Bekir (R.A.) halife seçildiğinde insanlara okumuş olduğu bir hutbesinde ağlayarak şöyle dedi: Peygamber (SAV), geçen sene benim şu durduğum yerde durmuş ve şöyle buyurmuştu” Allah’tan bağışlanma ve afiyet istiyorum. Zira insanlara, imandan sonra afiyettendaha üstün hiç bir şey verilmemiştir. Doğruluktan ayrışmayın. Çünkü doğruluk cennettedir. Yalandan kaçının. Çünkü yalan fücûrla (ahlaksız ve günah davranışlarla) beraberdir, onların ikisi de ateştedir. Birbirinizle ilişkilerinizi kesmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinizi kıskanmayın. Bir birinize sırt çevirmeyin. Yüce Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun.”[34] 34) Hz. Ömer (R.A.) bir konuşmasında şöyle demiştir: ‘ Ey Müslümanlar! Savaşta öldürülen bir kişi için ” Falan adam şehit oldu” ya da “Falan adam şehit edildi” demeyin. Çünkü belki de o adamın gayesi ticaret yapmaktı ve bunun içinde bineğinin terkisini altın veya gümüşle doldurmuştu. Fakat savaşta öldürülenler için, Hz. Peygamber’in (SAV) buyurduğu gibi: ” kim Allah yolunda öldürülür veya ölürse o cennettedir” deyin.[35] 35) Hz. Osman (R.A.) bir hutbede şöyle demiştir: ‘Sakın sanat sahibi olmayan cariyeleri kazanca zorlamayın. Siz onları böyle bir yükümlülük altına soktuğunuzda, zina ederek kazanç elde etmeye çalışacaklardır. Sakın küçük yaştaki çocukları kazanca zorlamayın. Çünkü onlar bir kazanç elde edemeyince hırsızlık yapacaklardır. İffetli olun. Zira,Allah sizi iffetli kılmıştır. Yiyeceklerin temiz (helal) olanlarını araştırıp yemelisiniz.’[36] [1]M. Yusuf Kandehlevi, Hayâtu’s- Sahâbe, Beka Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.719. [2]Hayâtu’s SahâbeS:153/No: 103Ravi (rivayet eden) Hz. Âişe (R.A.), Kaynak; Buhari, Müslim, Nesâî, İbnMâce [3]Hayâtu’s SahâbeS:156/No: 109 Ravi (rivayet eden) EbûHureyre (R.A.), Kaynak; Buhari, Müslim.
Kalbinde bir kötülük için niyet belirir belirmez, kokun değişir. Kötü bir işe niyet insanın kokusunu ve bakışını değiştirir. 365 İzahlı Özlü söz Dedi ki sy.80.
İlim; üsttekini kıskanmayan, alttakini küçük görmeyen ve beklenti içine girmeyene verilir. Dünyanın ve ahiretin hayrı ilimdedir.İlim taleple elde edilir. 365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki. sy.82.
Nefis övüldükçe kirlenir,yerildikçe temizlenir. Nefisten insaf iste ama sakın ona karşı insaflı olma! Nefsin ne istediğini ne de istemediğini,Hakkın dediğini yap. 365 İzahlı Özlü Söz Ded ki.
Beşinci Dal Beşinci Dalın "Beş Meyve"si var. Birinci Meyve: Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın
nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın, havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihâl, o muhabbet ve havf, ya halka veya Halıka müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musîbettir. Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhâmını kabul etmez. Şu halde, havf elîm bir belâdır. Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksan dokuzu mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed aynası olan bâtın-ı kalb ile, sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskàl eder, reddeder. Zîrâ fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehevânî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refâkat etmiyor, senin rağmına müfârakat ediyor. Mâdem öyledir, bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun. Evet, Halık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup ilticâ etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; Onun rahmetinin kucağına atar. Mâlûmdur ki, bir vâlide, meselâ, bir yavruyu korkutup, sînesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü, şefkat sînesine celb ediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. Demek, havfullahta bir azîm lezzet vardır. Mâdem havfullâhın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu mâlûm olur. Hem, Allah’tan havf eden, başkaların kasâvetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesâbına olduğu için mahlûkata ettiği muhabbet dahi, firâklı, elemli olmuyor. Evet, insan evvelâ nefsini sever, sonra akàribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever; bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki, şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deverânında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Dâimâ ıztırap içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur. Mâdem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl Sahibine mahsustur; ne vakit Hakiki Sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı Onun nâmiyle ve Onun aynası olduğu cihetle ızdırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa, muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.
Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis, sen muhabbetini kendi nefsine sarf ediyorsun! Sen, kendi nefsini kendine ma’bud ve mahbub yapıyorsun. Her şeyi nefsine fedâ ediyorsun. Âdetâ bir nevi rubûbiyet veriyorsun. Halbuki, muhabbetin sebebi, ya kemâldir-zîrâ kemâl zâtında sevilir-yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir. Şimdi, ey nefis! Birkaç sözde katî ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki, zulmet karanlığın derecesi nispetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibâriyle sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adâvet etmelisin; veyahut acımalısın; veyahut mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen-çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de, lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun-o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acık ile iktifâ eder. Zîrâ, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifâ ettiğin ve saadetleriyle mes’ud olduğun bütün kâinatın menfaatleri, ni’metleri iltifatına tâbi bir Mahbub-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır. Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem, Kemâl-i Mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın. Zâten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, Onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimâl edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, -1- ’yi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin,Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sû-i istimâl etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-i meşrûanın cezası, merhametsiz bir musîbettir. Rahmânü’r-Rahîm ismiyle, hûrilerle müzeyyen Cennet gibi, senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni, senin cismânî hevesâtına ihzâr eden ve sâir esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sâir letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanâtını o Cennette sana müheyyâ eden ve her bir isminde mânevî çok hazîne-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelînin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat, Onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbub-u Ezelînin, Kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et: -2- İkinci Meyve: Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve
1 O [Allah].
2 Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. (Âl-i İmrân Sûresi: 31.)
Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis, sen muhabbetini kendi nefsine sarf ediyorsun! Sen, kendi nefsini kendine ma’bud ve mahbub yapıyorsun. Her şeyi nefsine fedâ ediyorsun. Âdetâ bir nevi rubûbiyet veriyorsun. Halbuki, muhabbetin sebebi, ya kemâldir-zîrâ kemâl zâtında sevilir-yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir. Şimdi, ey nefis! Birkaç sözde katî ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki, zulmet karanlığın derecesi nispetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibâriyle sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adâvet etmelisin; veyahut acımalısın; veyahut mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen-çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de, lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun-o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acık ile iktifâ eder. Zîrâ, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifâ ettiğin ve saadetleriyle mes’ud olduğun bütün kâinatın menfaatleri, ni’metleri iltifatına tâbi bir Mahbub-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır. Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem, Kemâl-i Mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın. Zâten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, Onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimâl edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, -1- ’yi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin,Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sû-i istimâl etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-i meşrûanın cezası, merhametsiz bir musîbettir. Rahmânü’r-Rahîm ismiyle, hûrilerle müzeyyen Cennet gibi, senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni, senin cismânî hevesâtına ihzâr eden ve sâir esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sâir letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanâtını o Cennette sana müheyyâ eden ve her bir isminde mânevî çok hazîne-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelînin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat, Onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbub-u Ezelînin, Kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et: -2- İkinci Meyve: Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve
1 O [Allah].
2 Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. (Âl-i İmrân Sûresi: 31.)
ubûdiyetle muvazzafız. Çünkü, ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Halık-ı Zülcelâl sana iştihâlı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle bütün mat’umâtı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. Sonra, sana hassâsiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti o ellerin önüne koymuştur. Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddî eden ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imânı sana verdiğinden, daire-i mümkinât ile beraber, Esmâ-i Hüsnâ ve Sıfât-ı Mukaddesenin dairesine şâmil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir. Sonra, imânın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-i mütenâhî bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. Yani, cismâniyetin itibâriyle küçük, zayıf, âciz, zelîl, mukayyed, mahdut bir cüz’sün. Onun ihsanıyla, cüz’î bir cüz’den, küllî bir küll-ü nurânî hükmüne geçtin. Zîrâ, hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyeti vermekle, hakiki külliyete; ve İslâmiyeti vermekle, ulvî ve nurânî bir külliyete; ve mârifet ve muhabbeti vermekle, muhît bir nura seni çıkarmış. İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubûdiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki, buna da tembellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güyâ eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem, "Niçin duâm kabul olmadı?" diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, dâimâ rahmet ve keremine ilticâ et, Ona güven ve şu fermanı dinle:
Eğer desen: "Şu küllî hadsiz nimetlere karşı, nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?" Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir îtikad ile. Meselâ, nasıl ki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir, "Benim hediyem hiçtir, ne yapayım." Birden der: "Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi nâmıma sana takdim ediyorum. Çünkü, sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim." İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyyetinin derece-i sadâkat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek îtikad liyâkatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen
Onlara söyle ki, ancak Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. (Yûnus Sûresi: 58.)
öyle de, âciz bir abd, namazında der. Yani, bütün mahlûkatın hayatlarıyla Sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyetlerini, ben kendi hesâbıma umumunu Sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler Sana takdim edecektim. Hem, Sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve îtikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Nebâtâtın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir. Hem meselâ, kavun, kalbinde nüveler sûretinde bin niyet eder ki, "Yâ Halıkım! Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilân etmek isterim." Cenâb-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibâdet gibi kabul eder. "Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır," şu sırra işaret eder. Hem, gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti, şu sırdan anlaşılır. Hem, nasıl bir zâbit bütün neferâtının yekûn hizmetlerini kendi nâmına padişaha takdim eder; öyle de, mahlûkata zâbitlik eden ve hayvanât ve nebâtâta kumandanlık yapan ve mevcudât-ı arzıyeye halîfelik etmeye kàbil olan ve kendi hususi âleminde kendini herkese vekil telâkkî eden insan, der; bütün halkın ibâdetlerini ve istiânelerini, kendi nâmına Ma’bud-u Zülcelâle takdim eder. Hem der; bütün mevcudâtı kendi hesâbına söylettirir. Hem, der; her şey nâmına bir salâvât getirir. Çünkü, her şey nur-u Ahmedî (a.s.m.) ile alâkadardır. İşte, tesbihâtta, salâvâtlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla.
1 Bütün canlıların yaptıkları fıtrî ibadetler Allah’a mahsustur.
2 Mahlûkatının sayısınca, Zâtına lâyık şekilde, Arşının ağırlığınca, kelimelerinin mürekkebi miktarınca hamd ederek Seni her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz. Bütün peygamberlerinin, evliyâlarının ve meleklerinin tesbihâtıyla Seni tesbih ederiz.
3 Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz. (Fâtiha Sûresi: 5.)
4 Bütün mahlûkatının bütün tesbihâtıyla ve bütün masnuâtının dilleriyle Seni tesbih ederiz.
5 Allahım! Kâinatın zerreleri ve onlardan mürekkeb varlıkların adedince Muhammed’e rahmet eyle.
Üçüncü Meyve: Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibâdete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muâmele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibâdet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ, birşeyi satın aldın; icâb ve kabul-ü şer’iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alış verişin bir ibâdet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î, bir tasavvur-u vahiy verir; o dahi, şârii düşünmekle bir teveccüh-ü İlâhî verir; o dahi, bir huzur verir. Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fânî ömür bâkî meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medâr olacak olan faydalar elde edilir. fermanını dinle; Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişâr eden Esmâ-i Hüsnânın herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış. Dördüncü Meyve: Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefâhete, hususan ehl-i küfre bakıp, sûrî zînet ve aldatıcı gayr-i meşrû lezzetlerine aldanıp, taklit etme. Çünkü, sen onları taklid etsen, onlar gibi olamazsın; pekçok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın; çünkü, senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur, senin başını dâimâ dövecektir. Meselâ, nasıl ki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşâub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyâyı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve vahşete düşer. Ve başka sarayda, büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sâir menzillerde ışıklar bulunabilir, onunla işini görebilir. Hırsızlar istifade edemezler. İşte ey nefsim! Birinci saray bir Müslümandır; Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde, o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el-iyâzü billâh, kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez; belki hiçbir kemâlâtın yeri, ruhunda kalamaz, hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latîfeler karanlığa düşer ve kalbinde müthiş bir tahribât ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribât ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribât zararını onunla tâmir edersin? Halbuki, ecnebîler o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bâzı nurlar kalabilir veya kalabilir
Siz de hem Allah’a, hem de Ona ve Onun bütün sözlerine imân eden o ümmî Peygambere, resûlüne imân edin ve o Peygambere uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız. (A’râf Sûresi: 158.)
zannederler. Onların mânevî kemâlât-ı ahlâkiyelerine medâr olacak Hazret-i Mûsâ ve İsâ Aleyhimesselâma bir nevi imânları ve Halıklarına bir çeşit îtikadları kalabilir. Ey nefs-i emmâre! Eğer desen, "Ben, ecnebî değil, hayvan olmak isterim." Sana kaç defa söylemiştim, hayvan gibi olamazsın. Zîrâ, kafandaki akıl olduğu için, o akıl, geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokatıyla, senin yüzüne, gözüne, başına çarparak döğüyor; bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise, elemsiz güzel bir lezzet alır, zevk eder. Öyle ise, evvelâ aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem, -1- sille-i te’dibini gör." Beşinci Meyve: Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekàya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebde’ye çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisâldir. Nasıl ki tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi birtek meyve gibi zâyi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa, içindeki çekirdek, bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutmakla beraber ağacın bekàsına ve hakikatinin devamına vâsıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde birtek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i dâimeye, bir ömr-ü bâkî içinde mazhar oluyor. Öyle de, insan, eğer kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânîlerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fânî, hem ademe düşer; hem mânen kendini idâm eder. Eğer lisân-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla imân derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin mi’racıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâkî bir insan olur. Ey nefsim! Mâdem hakikat böyledir ve mâdem millet-i İbrâhimiyedensin (a.s.), İbrâhimvâri, -2- de. Ve Mahbub-u Bâkîye yüzünü çevir ve benim gibi şöyle ağla: [Buradaki Fârisî beyitler, On Yedinci Sözün İkinci Makamında yazılmakla burada yazılmamıştır.]
1 Hayvan gibi, hattâ onlardan da aşağıdırlar. (Furkan Sûresi: 44.)
Râvî Hz. Âlî (R.A.) kimdir? Hz. Alî {R.A), Peygamberimizin amcası Ebû talibin oğlu. Kızı HZ. Fati-manır. efendisi, dördüncü halifesi emirüf müminin vasfına haiz Ebil hasen künyesi ile mârufdur. Aynı zamanda Ebitturabda denir. Bütün izahat ve beyanlarda, çocuklardan ilk müslüman olanlardandır. Kendisi henüz yedi yaşında iken ıslama girmişdir. Bazı görüşlere görede, sekiz, veya on veya onbeş yaşlarında müslüman ofmuştur. En meşhuru, yedi veya sekiz yaşında müslüman olmuştur. Resulü Ekrem efendimizle beraber bütün muharebelerde bulunmuştur. Ancak Tebuk seferinde bulunamamıştır. Önada gidemeyişi, Resulü Ekrem efendimiz onu ehü iyâünin başına halef olarak koymuştu. Ve Hz. Mûsanın Mikada gidişi anında kardeşi Hz. Hârunu kavminin başına koyduğu gibi, Re-sûiü Ekrem efendimizde Hz. Aliyi ehü iyâlinin ve ümmetinin kalanlarının başına koymuştu ve şöyle buyurmuştu : «Sen bana Horunun Mûsaya oluşu menzillinde olmana razı olmalısın.» Hz. A!j (R.A) sert tabiotiı, gözleri büyükçe, orta boyîu, şişmanca ve vücudu çok kıllı, sakalı enlice, sakalı ve başı bern beyaz idi. Hz. Osmanın şehid edilmesinden sonra hilafete getirüdi. O hilâfete getirlidiği günde, bir cuma günü, hicretin otuz beşinde zilhiccenin 18. gününe rasiamıştı. Hicretin kırkıncı yılında ramazon ayının 17 sinde cuma bir günün sabah namazsnı edâ ederken Abdurrahman bin mülcem isimli bir zındık tarafından küfede camide zehirli bir kılıçla yaralanmıştır. Bu yaralamadan üc gece sonra vefat etmiştir. Şehâdeîine sebeb olan «Havaricler» hakkında gerekti malumat «Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde vardır. Cenazesini oğullan, Hz. Hasan ve Hz, Hüseyin (R.A) la beraber Abdullah bin Cafer (R.A) yıkadılar. Namazımda Hafîdi Resûlüllah (S.A.V) olan oğlu Hz. Hasan (R.A) kıldirrmştır. Vefatı anında, altmış üç yaşlarında idi. Hilâfeti, dört sene, altı ay ve bir kaç gün devam etmiştir. Kendisinden oğullan, Hasan, Hüseyin, Muhammed (R.A) la birlikde sahabe ve tabiînden pek çok kimseler, Hadisi şerifler rivayet etmişlerdir. Allah (c.c.J hepsinden razı olsun. Amin. Yukardaki hadisi şerifi tekrar tekrar okumalı, Mukaddarata boyun eğmek ve mukaddaratın ne şekilde tecelli edeceğini hiç bir kimsenin bilemi-yeceği, dolaysiyie irâde ve amel ile mükellefiyetin ne şekilde ve nasıl olması gerektiği beyan edilmiştir. İnsana düşen kendini irâde ve amelin iyi olması ve iyi şeylerle meşgul olması gerekir. Tedbirle mükellef olunduğunu bilen her insan, tedbirini alır, kendine düşeni yapar, takdire karşı isyan etmez. Takdirin ne şekilde olduğunu ve nasıl tecelli dceğini hiç bir ferd bilemez. Bilmeye çalışamazda. Bilirim diyenler veya bilinir iddiasında olanlar basiretsiz kâfir kimselerdir. Hulasa, bizler tedbirle mükellefiz. Takdirle mükellef değiliz. Tedbirimizi tam alırsak takdire karşı ihanet etmeyiz. Şayet tedbirde kusurumuz olursa, takdire kusur bulmamalıyız. Takdirin tecellisi, bizlerin tedbir ve irâdesine bağlıdır. Biz irâdemizi hayra sarf edersek takdirde tecelli edende hayır olur Şayet biz irâde ve tedbirimizi şerre öiet edersek, takdirde tecelli edende şer olur. Akaid kitaplarında şöyle denilmiştir. «Mukadder, Mumad-derle değişir.» Yani Levhİ mahfuza vasfı olarak yazılan şey, her hanki bir sebeb ve irâde ile tebdil edilir veya olduğu gibi tesbit edilir. Kesinlik hükmü, irâdenin sarfına ve sebebini işlemeye bağlanmıştır. Mukadderatın mahiyetini ve neticenin ne şekilde tecelli edeceğini hak teâla bilir. Biz irâde ile mükellefiz. Açıklayıcı îzahat, «İslama Sokulan Bid'at ve Hurafeler» le «İslâmda Evliya meselesi ve Harikalar» adlı eserimizde zikredilmiştir. [1]
86 - {8} Ebû Hureyre (R.A} den mervidir, demiştir: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu ki: «Şüphesiz Aliâhü teâlanın Âdem oğluna zinadan nasibini yazmıştır, mutlaka o nasibine kovuşur, — Binâen aleyh gözün zinası, (harama) bakmaktır, — Dilin zinası, (cima' kelimesini ve haramı) konuşmaktır, — Nefis zinayı temenni eder ve iştahlanır, fercde onu (zinayı) ye tasdik eder yada tekzib eder.» Buhcıri, Müslim — Müslimin (diğer) rivayetinde Rasûlullah şöyle buyurdu : «Âdem oğlunun üzenine zinadan nasibi yazılmıştır. Ona (zinadan nasibine) elbet kavuşucudur. — Gözlerin zinası, (harama) bakmaktır, — Kulakların zinası, (haramı ve cima' sözlerini) işitmektir, — Dilin zinası, (cima ve haram kelimeleri) konuşmaktır, — Elin zinası (şehvet ve harama) yapışmaktır, — Ayağın zinası, (zinaya ve haram yollara) adım atmaktır. — Kaib, zinayı arzu ve temenni eder. Onu (zinayı) fere, tasdik eder, yada tekzib eder.» [2]
Tercümesi:
87 - (9) Imrân bin Husayn (R.A) den mervidir; Müzeyne kabilesinden iki adam dediler ki : Yâ Resûlellah! bana haber verirmisin bugün insanlar ne yapıyor ve nerede çalışıyorlar? Onların üzerine bir şey hükmo-lunup ve onlar hakkında bir kaderde sebkat etmiş olsa veya onlara peygamberlerinin getirdiği bir şey (hüküm, hayır) la karşılamaları takdirinde ve onların aleyhine delil sabit olsa (nasıl olur bildirirmisin)? — Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Teretdüt etme, belki bir şey onlara takdir olunur ve onlar hakkında sebkat eder. Bu hükmün böyle olduğunu aziz ve celil elan Allanın kitabında şöyle tasdik olunmuştur: «Her bir nefse ve onu düzenleyene, — Sonrada ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene ki, onu (nefsini) tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermiştir. (Şems sûresi, 7-9) Müslim[3]
İzahat
Râvî Hz. İmran bin Husayn (R.A), Ebâ nüceyd künyesi ile mârufdur. Hayberin fethi senesi müslüman olmuş, vefat edinceye kadar Basrada sakin olmuştur. Sahabenin fakih ve fazıllarından idi, Hayberin fethi yılı olan hicretin yedinci senesi kendisi ile babası müslüman olmuştu. Vefatı, hicretin elli ikinci senesinde vuku bulmuştur. Allah ondan razı olsun. Hadisi şerjfde Resûlullah (S.A.V) efendimiz, kaderi ilâhîde sebkat etmiş olan her hangi bir şeyin, olmasının mukadder olduğunu beyan buyur-dukdan sonra, sebkat edip yazılan bir şeyin başka bir yazılan kaderle değişebileceğimde zikretmektedir. Hatta bir nefsin hakkında cereyan eden şeyin değişip değişmeyeceği hususundaki suâle, değişebileceğini beyan sadedinde «Tereddüt etme!» buyurmuşlardır. Yukarda bir akâid kaidesini yazmıştık : «El mukadderü yuğayyeru bilmu-kadderi — mukadder olan şey, diğer bir mukadderle tağyir ve tebdil olunur.» Az sadakanın çok belayı def edeceği, makbul bir duanın inen veya inecek olan belayı def edip önleyeceği, tevbe ve istiğfarın hayatta çok değişikliğe sebeb olduğu gibi ahirettede pek çok faydası olacaktır. Bu hususda âyeti kerime ve hadisi şerifler Pek çoktur. Bir âyeti kerimede şöyle buyuruîmuştur: «Allah (c.c.) dilediği hükmü kaldırır ve dilediğini yerinde sabit kılar (veya değiştirir).» Râd sûresi, 39 Bir hadisi.şerifde şöyle beyan edilmiştir: «Sadaka, belayı def eder ve ömrü artırır.» Ayeti kerime ve hadisi şerifin hükümlerini tatbiki olarak yaşayan Hz. Ömerin bir hâdisesini nakletmekle iktifa edeceğiz. Hz. Ömer (R.A) samda vâki olan taun hastalığını duyunca şama gir-meyip dönmek üzere hareket ettiler. Hemen orada Şam Vâiisi Ebu Ubeyde (R.A.) şöyle dedi: «Kazayı ilâhîden kaçıyormusun?» Hz? Ömer (R.A) de dediki: «Allahü teâlanın kazasından kaderi nahiyesine kaçıyorum.» Kaza ile kader hakkında geniş malumat, yukarda iki nolu cibril hadisinin altında zikredilmiştir. [4]
88- (10) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir : Dedim ki : Yâ Resûlellâh! Ben genç (şehvet sahibi) bir adamım, ve ben kendi nefsim üzerine zina yapmakdan korkuyorum, ve kadınlardan nikahlayacak bir şeyde bulamıyorum, sanki o (Ebû Hureyre) ondan (Resûlullahdan) hayalarının burulması hakkında izin isteycrdu, Ebû Hureyre dedi: :— Resûlultah (S.AV) bana cevab vermekten sustu, sonra ben yine aynısını söyledim. Resûluİlah yine bana bir şey söylemedi susdu, ondan sonra yine aynı kelimeleri söyledim, — Resûluİlah bana karşı yine susdu, sonra yukardaki sualleri ve cümleleri aynen söyledim, — Bunun üzerine nebiyyi Ekrem (S.A.V) buyurdu :[5] «Ey Ebâ Hureyre! başına gelecek şeyleri (yani, söylediğin veya yapacağın şeyleri) kalem yazdı. Binâenaleyh bunun üzerine ister hayalarını burdur, veya ister (hayaları burdurmayı) terk et.» [6]
Tercümesi :
89 - (11) Abdullah bin Amr (R.A) den mervidir, demiştir: Resûluİlah (S.A.V) buyurdu : «Muhakkak Âdem oğlunun hepsinin kaibleri, bir kalb gibi Rahman olan Allâhın parmaklarından iki parmak arasındadır. Onu (Âdem oğlunun kalbini) dilediği şekilde sarf eder.»[7] — Bundan sonra Resûluİlah (S.A.V) buyurduki : «Kaibleri yönelten Ey Allâhım! bizim kalbierimizide tâatın üzere yönelt.» [8]
İzahat
Resulü Ekrem sallallahü aleyhi vesellem efendimizin, «Adem oğlunun hepsinin kalbi» cümlesi ile Peygamberler, AÜmler, Arifler, Evliyalar, Müminler ve kafirler-in hepsine şamil olduğunu beyandır. Yâni cenabu hakka göre, bütün insanların kalblerini tasarruf edib değiştirme veya bir şey üzerinde sabit kılması, bir kişinin kalbini tasarrüt etmesi gibidir. Onun için hiç güçlük yoktur. Hadîsi şerifin bu cümlesinde şu rnealdaki ayeti kerimeye işaret vardır : «Sizin (hepinizin yoktan) yaratılmanız ve öldükten sonra diriitümeniz, ancak tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Ol, emri ilâhisi ile her şey oluverir).» Lukman sûresi. 28 Kalblerin hepsinin cenabu hakkın iki parmaklan arasında oluşuda mecazi olarak bir nevî teşbihi şekilde halkın anlayışı ile beyan buyurulmuştur. Halk arasında. «Ben seni parmaklarımla oynarım veya oynatırım, ben seni parmaklarımla fırıldak gibi döndürürüm. O adam, o kimseyi (diğer kişiyi) çok çabucak ve kolayca halleder, işini bitirir.» gibi manalar anlaşılmak tadır. Halikı zülcelâlın kudret ve azametini anlatmak için Resulü Ekrem (S.A. V) efendimizde bu ifâdelerle buyurmuştur ki, cenabu hak için kaibleri bir şey üzerinde sabit kılması veya tebdil edib değiştirmesi, çok kolay ve çok çabuk olur. Onun için güçlük yoktur. O mutlak tasarrufa sahibdir. Kaibleri dilediği şekilde değiştirib sabit kılma kudreti ve yetgisi direk kendisine aittir. Hiç bir varlık ona 'galib gelemez ve onun kudretini engelleyemez, O her şeyinde muhtar ve muktedirdir Netekim Peygamberimiz (S.A.V) efendimiz hadîsi şerifin son cümlesinde bu hususu şöyle beyan buyurmuşlardır. «Kafbleri yönetib çeviren ey Allâhım! Bizim kalblerimizi de tâatın üzere yönelt.» Hadîsi şerifdeki, «Parmak» tabirinin halikı zülcelâla isnadı «Kudret ve Kuvvet» manaları ile tzah edilmiştir. Yoksa halikı zülcelâlın insanların parmaklarına benzeyen parmaklarının olması manasında olamaz. Cenabu hak öyle teşbih ve teşebbühün her nevîsinden münezzeh ve âlidir, [9]
90 - (12) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir Resûluİlah (S.A.V) buyurdu : «Her doğan çocuk ancak fıtrat (İman ve islam fıtratı) üzere doğar. Sonra babası anası (yahûdi ise) onu (çocuğu) yahûdi yaparlar, (Hiristiyan ise-!er) Hıristiyan yaparlar, (Mecûsi iseler) Mecûsi yaparlar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz kulağı, dudağı, burnu ve ayağı kesik oîanını hiç görüyormusunuz? — Bundan sonra Resûfuflah (S.A.V) Şu mealdeki âyeti okuyor : «Allanın fıtratı öyle şeydirki o (Allah C.C.), insanları bunun (İslam fıtratı) üzerine yaratmıştır. Allanın yaratışına (hiç bir şeyi) bedel olmaz, 6u dimdik ayakta duran bıir dindir.» {Rum sûresi, 30) [10]
İzahat
Hadîsi şerifin baş tarafında şu mealdâki âyeti kerimeye işaret vardır: — «(Habîbim!) O vakti hatırla ki, Rabbîr», Adem oğullarının sulbierînden zürrlyetlerini çıkarıb da onları nefislerine karşı şahit tutarak; «Ben siz'n Rab-biniz değilmiyim?» diye buyurduğu zaman, onlarda; «Evet Rabbimizsin, şahit olduk» demişlerdi.» Araf sûresi, 172 Evet anasından doğan her çocuk, îman fıtratı üzere doğar. Yani ezeldeki îmanı üzere müslüman olarak doğar. O îman yedi yaşma kadar muteberdir. Yedi yaşından sonra babası anası çoouğa tâlim ve telkinle ya aynı îmanda sabit ve dâim olmasını sağlarlar. Yahut babası anası yahûdî iseler, çocuğa yahûdiliği teikin ve tâlim ederek yahûdî yaparlar. Eğer babası vö anası Hıristiyan iseler, çocuğa hırıstıyanlık telkin ederek Hıristiyan yaparlar. Şayet çocuğun baba ve anası ateşe tapan Mecûsi iseler. Çocuğa mecûsilik telkin ederek Mecûsi yaparlar. Cenâbu hak neslimizi îman telkini ile yaşatıp yeşerterek müslüman baba ve analardan olmamızı nasîb edib kafir babası ve kafir anası olmakdan muhafaza buyursun. Amin. [11]
Tercümesi :
91- (13) Ebû Musa el Eşâ'ri (R.A) den mervidîr, demiştir : Resûlullah (S.A.V) aramıza kalkdı beş kelimeyi tavsiye etti ve dediki : «Muhakkak Allâhu teâla uyumaz, — Ve uyumak ona (Allâha) lâyık değildir (sahih ve mümkün değildir), — Her ferdin nasibini (Rızkını) daraldır ve genişletir, — Gündüzün amelinden evvel gecenin ameli ve gecenin amelinden evvel gündüzün ameli Cenâbu hakka arz edilir.[12] — Cenâbu hakkın hicabı (yani, kul ile Allah arasındaki mânevi perde) Nurdur. Eğer hicab kalkarsa, insanın yüzünün nurlarını (Ve gözünün nurlarını) yakar, bu sebebiede Cenâbu hakka mahlukâtından hiç birinin gözü (görmesi) vâsıl olmaz.» [13]
Tercümesi :
92 - (14) Ebû Hureyre {R.A) den mervidir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Allâhü te âl an in yedi (kudret ve atası), her yeri doldurur hiç noksanlık olmayan nafaka ihsan eder. (Allanın ihsanı) gece ve gündüz yağar (iner). — Yer ve gök yaratıldığı zamandan beri (oradakilerin nefekasını) nasıl infak ettiğini görüb bilmedinizmi? Zira Cenâbu hakkın yedi kudretinde olan nafaka ihsanı hiç noksan olmamıştır, ve Allâhın arşı suyun üzerinde îdi.. Ni'metin ihsanı ölçüsü, yedi kudretindedir. (O ihsanını) daraltır ve genişletir.» [14] Müslimin Rivayetinde ise; «Allanın bereketi, doldurucudur. — İbni Nümeyr, Ni'met doludur. Öyle bir nimet yağışıdırki, O nimetin çokluğundan gece ve gündüzün hiç bir şeyi noksan (mahrum) olmaz dedi.» [15]
93- (15) Ondan {Ebû Hüreyreden) rivayet edilmiştir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) e Müşriklerin zürriyetlerinden soruldu. Resûlullah (S.A.V) de buyurdu :[16] «Onların (müşriklerin) amel ettikleri şeyi (cennet veya cehennem ameli olduğunu) Allahü Tealâ bilir.» [17]
Kadere İmanla İlgili İkinci Fasıl Tercümesi:
94 - (16) Ubâde bin es samit (R.A) den mervidir, demiştir : Resulullah (S.A.V) buyurduk! : «Şüphesiz Alfahü teâlanın ilk yarattığı şey kalemdir. AUahüteâla kaleme dedi ki: yaz. — Sunun üzerine kalem : ne yazayım? dedi. — Allohü teâla buyurdu : kaderi yaz. — Hemen kalemde olanı ve ebediyyete kadar (kıyamete kadar) olacak olanı yazdı.» Tirmizî (Tirmizî : bu hadis, isnad cihetinden garibtir, demiştir). [18]
Tercümesi :
95 - (-J7) Müslim bin Yesâr (R.A) den mervîdîr, demiştir: Ömer bıin el Hattab (R.A) a şu âyetten soruldu : __ Hani Rabbin Âdem oğullarından, onların sırtlarından (sulblerinden) hürriyetlerini çıkarıp - kendilerini nefislerine şahit tutmuş, ben sizin Rabbiniz değümiyim?, (demişti)» (Araf Sûresi, 192), — Ömer (R.A) dedi.: Resulullah (S.A.V) dende bu âyetten sorulduğunu işittim, Resulullah (cevabda) şöyle buyurmuştu : «Şüphesiz Allahü teâla Âdemi yarattı, sonra Âdemin sırtına kutretiyte mesnetti ve ondan (Âdemden) bir zürriyet çıkardı ve cenâbu hak buyurdu : Bunları Cennet için yarattım ve bunlar Cennet ehlinin amelini işlerler. — Sonra Âdemin sırtına kudretinin tesirini dokundurdu ve ondan bir zürriyet çıkardı. — Bundan sonra cenâbu hak buyurdu : Bunları cehennem için yarattım ve bunlar cehennem ehlinin amelini işlerler.» — Bunun üzerine bir adam dedi : Amel bir şey ifâde edermi? Yâ Resû lellah! — Hemen Resûluitah (S.A.V) buyurdu : «Şüphesiz AHchü teâla bir kulu cennet için yarttığı vakit, ona cennet ehlinin amelini ycbdırır, hatta ehli cennetin amellerinden emel (ten İşlemek) üzere (iken) ölür ve bu amelî ilede cennete girer. — Ve Atlâhü teâla bir kulu cehennem için yarattığı vakit, o kula cehennem ehlinin amelini yapdırır. Hatta cehennem ehlinin amellerinden bir amel üzenine ölür vs bu sebeblede cehenneme girer.» (Hadisi, Mâlik, Tirmizi. Ebû-Dâvud rivayet etmişlerdir.) (Not : Râvi müslim bin yesar (R.A), cühenî kabilesine mensub tabiînden bir zattır. Tirmizi bunun hadîsini, Araf sûresinin tefsirinde rivayet etmiştir. Bu zat hadîsi, Ömer bin el Hattab (R.A) den rivayet etmiştir. Ve Tirmizî bu hadîsi, «hasen» hadis olarak zikretmektedir.) [19]
96 - (18) Abdullah bin Amr (R.A) den mervîdir, demiştir : Resûiullah (S.A.V) çıkdı ve iki elinde iki adet kitab vardı ve dediki : «Bu iki kitabı bilirmismiz?» — Biz dedik : Bilmeyiz, Yâ Resûlellah! ancak sen bize haber vermenle (biliriz.) — Bunun üzerine Resûiullah (S.A.V) sâğ elindeki kitab için dediki ; «İşte bu kitab âlemin Rabbisinden bir kitab dır, bu kitabda cennet ehlinin isimleri, babalarının ve kabilelerinin ıisim!eri vardır. Bundan sonra ahirlerinde hulâsa edilmiştir. Binâenaleyh bunlarda ziyadelik ve noksanlık katîyyen olmaz.» — Sonra Resûlultah (S.A.V) sol elindeki kitaba işaret ederek şöyle buyurdu: — Bu kitab, âlemin Raob'sı tarafındandır, bu kitabda cehennem ehlinin isimleri, cehennem ehlinin babalarının ve kabilelerinin isimleri vardır. Sonra onların sonunda hulâsa edilmiştir, Binâenaleyh onlarda ziyadelik olmaz ve onlardan noksanlıkda asla olmaz.» — Resûiullâhın Ashabı dedikti : Şu halde amelden fariğ olunan bir iş halı olduğuna göre ameti kazanmak ön ki fâide nedir? Yâ Resûlellah1 — Hemen Resûiullah (S.A.V) buyurdu : «Amellerinizi doğru yapın ve Allâha yaklaşmayı taleb edin, zira Cennet adamı, hangi amelle meşgul olursa olsun, son nefesi cennet ehlinin ameli ite hitam bulur. Ve cehennem adamı, hangi amelle meşgul olursa olsun, nefesi cehennem ehlinin ameli ile hitam bulur.» — Bundan sonra Resûiullah (S.A.V) iki elindeki kitabları attı ve sonra buyurdu ; «Rabbiniz, kulların işlerini takdir etmiştir; (kıyamet günü toplananlardan) bir takımı cennetde, bir takımı cehennemdedir.» (Şuura Sûresi, 7}[20]
Tercümesi:
97 - (19) Ebi Hızâme (R.A) den oda babasından rivayet etmiştir, demiştir : Dedimki : Yâ Resûlellah! Okunup üflenerek (şifa âyetli ve duaları okunarak) tedavi taieb etmemizi, bir ilaçla tedavilenmemizi ve kaçınılacak şeyden kaçınmamızı bana haber ver, Acebâ Allanın takdirinden bir şeyi (bunlar) red edermi? — Resûiullah (S.A.V) buyurduk!:[21] «O (zikredilen üç şey), Allâhın kaderindendir.» [22]
Râvî Ebî Hızâme {R.A}, tabiînden ve Beni Hars bin sâd neslindendir. Bu muhaddis olan Ebî Hızâme bin yâmur (R.A) dır. Hadîsi şerifde, şifaianmak için okunup üflenmeyi, bir deva emsinden ilaçla tedavîlenmeyi ve zararlı olanlardan kaçınmanın fâidesînîn olup olmadığını soran zâte, Resulü Ekrem efendimiz; bunlarında birer sebeb olduğunu beyan ederek hastalığın nasıl bir kaderi ilâhî olduğu sabit ise, bunlarla te-dâvîlenmeninde birer kaderi iiâhi olduğunu beyan buyurmuştur. Dolaysiyîe bu yollarla tedâvîlenmenin cevazını îzah etmiş oluyor. Fetvada câ'izdir. Fakat tevekkül ve takvaya göre caiz değildir. Bu mes'elelerin geniş İzahı, «Müiteka tercümesi» adlı eserimizin dördüncü cildinde zikredilmiştir. Ayrıca batıl ve uydurma yollarda tedavilerime şekil ve yollarının kötülüklerini de «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde beyan ettiğimizi hatırlatırız. [23]
Tercümesi :
98 - (20) Ebû Hüreyre (R.A) den mervidir, demiştir: ResûMlah (S.A.V) yanımıza çıka geldi, bizde o anda kader hakkında münazaa ediyor idik. Rssûlullah (S.A.V) gazablandi, hatta yüzü kıbkırmızi oldu ve hatta sanki iki yanağında nar dânesi sıkılmış gibiydi. — Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdu : aBununlamı emrolursdunuz? Yoksa benmi bununla size gönderildim?! Ancak ve ancak sizden evvel geçen kimseler, bu işde (kader meselesinde) münazaa ettikleri vakit, helak olmuşlardır. Size kesinlikle beyan ediyorum, kesinlikle arz ediyorum; Bunda (kader hakkında) münazaa (Ve münâkaşa) etmeyiniz.» 99- (21) İbni Mâce bu hadis gibisini, Amr bin Şuayb dan, onun babasından ve dedesinden rivayet etmiştir. [24]
Tercümesi :
100 - (22) Ebû Mûsâ (R.A.) den mervidir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) den işittim, diyor'du : «Muhakkak Allâhü teâla Ademi yerin hepsinden kabzalanmış b.'r kabtadan yarattı. Âdemoğlu yer yüzünün (bütün renk ve çeşitli tabiatlarının) mîkdârı (çeşitleri) üzerine gelmiştir, (çeşitlerden yaratılmıştır), kırmızı, beyaz* siyah ve bunların arasındaki şeylerde onlardan (yeryüzünün çeşitlerinden) dir, yumuşakiık, sertlik ve güzellik (yani, Ahlâkî yönde ki bu hallerde) onlardan (yerin çeşitlerinden) dir.» (Hadîsi, Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvud rivayet etmişlerdir.) [25]
Tercümesi :
101 - (23) Abdullah bin Amr (R.A) den mervîdir, demiştir : ResulSah (S.A.V) i İşittim buyururdu ; «Şüphesiz ASlahü teâfa (insan ve cinnîierden) halkını (mahlûkatını, nefsi emmârenin) karanlığında halk etti ve onlara nurundan (bir şey) döktü. — Binâenaleyh bir kimseye o nurdan isabet ederse, hidâyete erişir. Ve bir kimseye de o nur vâsıl olmazsa, dalâlette kalır (hak yoldan çıkar).[26] — Bu sebebten dolayı derimki : kalem Allarım îlmi üzere cereyan eder (yazar ve hükmeder).» [27]
102 - (24) Enes (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (S.A.V) şu düâyı cok söylerdi : «Ya Mukallibei kulûb! Sebbit kalbi, alâdînike - Ey kalbleri çeviren (yöneten)! benim katbimide dıniyin üzerine sabit kıl» ~- Bunun üzerine dedimki: Ey Allanın Nebisi! sana ve senin getirdiğine îman ettik, bizim üzerimize korkarmısın? —- Resûlullah (S.A.V) buyurdu :[28] «Evet (sizin üzerinize korkarım), Zira kalpler, Atlahü teâlanın parmaklarından fiki parmak arasındadır, onları (kalbleri) dilediği şekle çevirir»[29]
Tercümesi :
103 - (25) Ebû Musa (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (SAV) buyurdu :[30] «Kalbin misâli, nebâtatsız düz arazi üzerindeki kuş tüyü gibidir, onu rüzgâr (her saat ve saniyede) üstünü altına (ve altını üstüne) çevirir.» [31]
Tercümesi :
104 - (26) Ali (R.A) den mervîdir, demiştir : Resûiullah (S.A.V) buyurdu : «Her hangi bîr kul, şu dört şeye inanmadıkça mümin olamaz. a) Allahtan başka ilâh olmadığına ve beni hakla gönderen Ailahın Resulü olduğuma şehâdet etmesi, b) Ölüme îman etmesi, c) Öldükten sonra dirilmeğe îman etmesi,[32] d) Ve kadere iman etmesi ile (mü'min olur).» [33]
Tercümesi:
105 - (27) İbni Abbas (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (S.A.V) buyurdu : «Ümmetimden iki sınıf İçin islamda nasib yoktur, (onlarda : ) Mürcİ-e ve kaderiyelerdir.» Yirmizi, Tirmizi: bu hadis garib (hasen ve sahih) dlr, dedi. (NOT : Mürcie ve kaderiye hakkında, «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde geniş malûmat yazılmıştır.) [34]
106 - (28) İbni Ömer (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (S.A.V) den işittim buyuruyordu : «Ümmetimde (ümmeti icabette) yerde hareket (zelzele) ve yer yutmaları ve suretin çevrilmesi olur. Evet bu hal kaderi tekzib edenler içinde olur.» Ebûdâvut, Tirmizîde böyle rivayet etmiştir. (NOT : Bu hadîsi şerifin kısa acıkiamah temsili örneği, «Bid'at ve Hurafeler adlı eserimizle Evliya meselesi» isimli eserimizde mezkurdur.) [35]
Tercümesi:
107 - (29) Yine (İbni Ömer) den rivayet olunmuştur, demiştir: Resûiullah (S.A.V) buyurduk[36] «Kaderiyye, bu ümmetin mecûsîsidir, eğer hastalanırlarsa, ziyaret etmeyiniz, ve eğer ölürlerse, cenazelerine hâzır olmayınız.» [37]
Tercümesi:
108 — (30) Ömer (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (SAV) buyurdu : «Kaderiye ehli ile oturmayınız ve onlara havale etmeyiniz {veya onlara «elamla başlamayınız).» Ebûdâvud[38]
Tercümesi:
109 - (31) Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir: «Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Aİti şeye (kimseye) ben lanet ettim, Allahü teâla ve düâsı müstecâb olan her Peygamberde iânet etti (onlarda şunlardır:) a) Allahü teâlanın kitabına (kur'anı kerîme) ziyâde eden, b) Atlahü teâlanın kaderini tekzîbeden, c) Allahü teâfantn aziz kıldığı kimseyi zelil ve zelil kıldığı kimseyide aziz yapmak için ceberutla musallat olan, d) Allahü talanın haremini (harem dahilindeki haramları) helâl kılan, e) Ehli beytimden olanlara (ezâ ederek tâzîmi terketrnek gibi şeyleri) Allahü teâlanın haram kıldığı şeyi helal kılan, f) Ve benim sünnetimi terk eden kimsedir.» Beyhakî «Medhal» de ve Rezinde kitabında rivayet etmiştir. [39]
İzahat
Hadisi şerifde beyan edilen altı sınıf kimselere, Aflâhü teâlanın laneti demek, rahmetinden uzaklaştırmak, azabı ilahisine dûcar etmektir. Peygamberimiz ve bütün peygamberlerin laneti ise, bu kişilerin Allahû teâlanın rahmetinden uzak oulp gazab ve azabı Nahiyeye müstehak olmalarını dilemeleridir, Altı sınıf kimselerin fenalıklarımda kısaca açıklayalım. a) Kitabı ilâhiye ziyade eden kimseler, Kur'anı kerime ve diğer semavi kitaplara ilâve yaparak yahûdi ve hırıstıyanların Allah in buyurmadığım; «Allah buyurdu» gibi yalan isnad ve iftiralarda bulunmaktırki, kesin ve açık hükümleri tahrif edip tebdif ve tağyir suretiyle yazan, söyleyen ve hüküm beyan eden kimseler, ayeti kerimelerin acık ve zahiri hükümlerini ve nazımlarını inkar temiş olduklarından kâfir olurlar. Fakat kitap ve sünnetin hükümlerini tevii ederek beyan edilen hüküm, kitap ve sünnetin hükümlerine muhalif olursa, bu tevilj yapan kimse, ehli Bid'at olur ve islenen amel ve tevilede Bid'at denir. Bid'at-cıların ve Bid'atın fenalıkları, «Islama sokulan Bid'at ve Hurafeler» ad!ı eserimizde uzun uzun İzah edilmiştir. Gününmüzde indî düşünce ve görüşler ortaya atarak Kur'anın aç'k hükümlerine zıd bir takım kanun, tüzük veyönetmelikler yapanlar, çıkaranlar ve onları tasvib edip iyi karşılayanlar, açıkça kitabı ilahiyeye ziyâde yapan veya yapmaya çalışan haham ve papaz kafalı beyinsiz sapıklardır. Belki-de kâfirlerdir.
b) Kaderi ilâhiyi inkar edip yalanlayan kimsede. Allanın ve Resullerinin lanetine müstehak oian kişidir. Zira kaderin aslı malum, vasfı meçhuldür. As İma ve esasına inanan kişi, iki cihan seâdetine nail olur. c) Zulüm çemberi kurarak Allanın indinde şerefli ve izzetli kişileri, zelil ve ahlaksız rezil kimseieride şerefli kılmaya çalışan zâlim ve cebbar kimseler de, Aîlâhın ve Resullerinin lanetine müstehak olan zâlimlerdir. İlim ve amelleri isiam esasları dahilinde âlim ve salih kişilere itibar etmeyip, içkici, kumarcı, zinacı, yalancı, iftiracı ve her çeşid ahlaksızlıkları işleyen veya işlemekten çekinmeyen mikrop adamlara değer veren zavallılar, işte bu adamlar, zulüm çemberi kuran cebbar ve kaddar kimselerdir. Rahmeti ilâhiden mahrum, azabı ilâhîyeye lâyık ve müstenak olan beyinsizlerdir. Haksızı haklı ve haklıyı haksız çıkaran veya çıkarmaya çalışan hüküm ve karar sahipleri, yalancı şâhidier, yalan yere yemin edenler, rüşved yoluyla haksızlara hak verenler hep aynı zalim ve cebbarlardır. Şeref ve haysiyetleri tahrip eden millet ve cemiyetin mikroplarıdırlar. Nihayet hak olan hükümleri, çeşidli sebeblerle tebdil ve tahrif eden yahûdi ve hırıstiyanlan takîid eden, adaletle hüküm vermek isteyenlere en şiddetli düşman olan kaddarlardır. d) Haremi şerif dâhilinde avlanılması yasak ve haram olanları helâl kılmak ve ihramsız halde yapılanları ihramda da yapmak gibi amelleride helal gibi yapmak ilahi gazaba müstehaklık icap ettirir. Ayrıca Allahü teâlanın haram kıldığı şeyleri, heial yapmak veya helal-laştırmaya çalışmakda rahmeti ilahiden kovulup azabı ilahiyeye müstehak olmaya sebebdir. Kur'anı kerimde haramlığı açıkça belirtilen hüküm ve âyet hakkında helallaştırma emeline kapılmak, günümüzdede pek çoğalmıştır. Adam haramın içine dalmıştır ve onun gibi aynı haramı işleyende vardır. Kendi amel ve amellerine göre hüküm verenler veya hükmün verilmesi gerektiğini söyleyenler, maalesef vardır. Münakaşa dahi edilmiştir Meselâ : Faiz haramdır, Zina haramdır, İçki haramdır. Kumar haramdır. Namazı terk edip kılmamak günahdır ve bu hükümlere benzer çok haramları işleyenler, fasit çemberin içine kendilerini atmışlardır. Böyle sapık ve fa-sid düşüncelerden son derece sakınmak en doğru ve en salim yoldur. e) Peygamberimizin nesli Pâkinden olan süiâle-i necibine hürmeti terk edip hakaret ve ezayı helâl görmek veya ezada bulunmakda ilâhi rahmetten kovulmaya sebebdir. Peygamberimizin «itreti», Hz. Fatıma ve onun zürriye-tidir. f) Peygamberimizin sünnetini terk edip işlememekte, ilâhî rahmetden uzaklaşmaya sebeblerden birisidir. Akıllt insan, Peygamber efendimizin sünnetine sim sıkt sarılır. O sünnete sarılmanın mükâfatı ise, şefaati Resul ile cennete girmektir[40]
110 - (32) Matar bin U kûm is (R.A) den mervidir, demiştir ; Resülullah (S.A.V) buyurdu :[41] «Allöhü teâla bir kulu, bir yerde öldürmeyi hükmettim!, o yere o kul için bir ihtiyaç kılar (bu sebeble kul oraya getir ve orada ölür).» [42]
İzahat
Râvi matar bin Ukâmis (R.A), Beni süieym kabilesine mensubdur. Kû-feli zevatı muhterden sayılmıştır. Bir tek hadisi şerif rivayet etmiştir. Oda bu hadîsi şerifdir. Kendisinden Ebî İshak Essebîî rivayet etmiştir. Hadîsi şerifde beyan edilen hükümde şu mealdâki âyeti kerimeye işaret vardır: «Bir nefis (şahıs), hangi yerde (nerede) öleceğini bilemez.» Lukman Sûresi, 34 Evet bir kimse, hangi saatde ve nerede ne şekilde ö'eceğini bilemez. Ancak Allahü teâla bilir. Aynı zamanda bir kişi nerede ve hangi mekanda ne şekilde ölecekse günü saati gelince eceli onu çeker, o adam oraya gider ve orada ölür. Hakkında tecelli edecek kaderi ilâhiyi hiç bir nefis bilemez. Onun iimi, Allanın yanındadır. Bir kimse ölüme mukadder olan yere gitmesi için, o kişiye orada bir ihtiyaç ve iş kapısı açılır. O işini görmek üzere gider. Ecelide onu orada bulur ve hakkın rahmetine veya azabına kavuşur. Yukardaki âyeti kerime ve hadisi şerifi açıklayıcı bir hâdise, tefsirlerde şöyle beyan edilmiştir: «Rivayet olunduğuna göre, Ölüm meleği bir gün Süleyman Aleyhisse-lamın huzuruna giriyor. Orada oturan kimseler içinde bir adama dikkatla bakıyor. O adam kıyafet değişikliği ile gelen öiüm meleğinin kim olduğunu soruyor. — Süleyman Aleyhisselamda, öiüm meleğidir, diyor. — Bunun üzerine o adamcağız, bu sanki beni arzu ediyor gibi, ne olur rüzgara emret beni yüklenip Hindistana kavuştursun, diyor. — Hemen Süleyman aleyhisselam öylece işleyor, rüzgar o adamı Hindistana götürüyor. . — İşte o anda ölüm meleği diyorki; «Benim o adama dikkatla ve de vamiı bakışım teaccübümden idi. Zira ben o adamın ruhunu hindistanda almakla emrolundum, halbuki, o adam senin yanında (kudusde) dir.»[43] Evet insanın nerede, ne zaman ne şekilde öleceği kaderi Hâninin tecellisine bağlı olduğu için, onu Allahdan başka kimse bilemez. Ancak ece! nerede, ne zaman ve ne şekilde vuku bulacaksa, sebeblerini Allahü teâia yaratır. Öylece vâki olur. Ecel saati geldiği zaman, ne bir saat geri ahnır ve nede bir saat ve saniye evvel olur. Takdir edilen saat ve zaman ne ise, o şekilde tecelli eder. [44]
112 - (34) İbni Mes'ûd (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (S.A.VJ buyurdu : «Küçük (yeni doğan) kız çocuğunu diri diri gömen anne ve gömülen çocuk (veya göz yuman ebe) cehennemdedir.»[47] Bu hadisi şerifde şu mealdeki âyeti kerimeye işaret vardır ; «Onlardan (müşriklerden) birine, kız doğum haberi : (Verilip bir kızın doğduğu) müjdelenince öfkelenerek yüzü simsiyah oluyor. — Verilen müjdenin yaptığı kötü tesirle utanıp kavminden gizleniyor, acaba o çocuğu zillet ve horlayarak saklayacakmı, yoksa toprağamı gömecek? Bakki hüküm verdikleri şeyler ne köîü.» Nahl Sûresi, 58-59 Yukarıdaki hadisi şerifin zahiri hükmüne göre, müşriklerin küçük yanda ölen çocuklarının azab olunacağı beyan edilmiştir. Fakat hadisi şerifin hükmünü tevil ederek doğum yaptıran ebenin ve doğuran annenin çocuğun diri diri toprağa gömülmesine rıza gösterdikie-rinden çocuğun değil, onların azab olunacakları beyan edilmiştir. Zira doğum zamanında doğuracak kadın doğum saati ve sancısı gelince bir çukur kazar eğer doğan erkek olursa, alıkor. Şayet kız doğarsa hemen cukuca gömerdi ve o doğuracak kadının başında doğumcu ebede hazır bulunur idi. İşte kız doğuran kadının çocuğu diri diri toprağa gömmesine o ebede razı olduğundan hem doğuran kadın, hemde doğum başında bulunan ebe cehennemde azab olunacaklardır. Ana rahminden dört ayltk olan diri çocuğu, ilâç vesaire ile düşürerek öldüren kişilerde, aynı diri diri çocuklarını toprağa gömen müşrikler gibi cehennem azabı ile azablansalar gerek. Esasen Cocuklann ölümüne sebep olan her kişi, mutlaka cezalanır. Zinadan gizlice doğum yapan ve doğumdan sonra çocuğu öldüren ve ya ölüme atılan çocukların sahiplen (anaları) da, azana musrehak olurla". Hem zinanın cezasını çeker ve hemde zinadan hamile olduğu çocuğun hn-yatına kast etmesinden için azablanır. İmamı azam (R. A) hazretleri, çeşitli sebep ve nedenlerden dolayı, müşriklerin çocuklarının küçük halde ölenleri hakkında cennetlik veya cehennemlik hükmünü verememiş tevekküf etmiştir İmamı Azam Hazretlerinin tevakkufuna sebep, yukarda beyan edilen hadîsi şeriflerde «Her doğan çocuğun İslâm fıtratı üzere doğar.» hükmü i!e bu hadîsi şerifin hükmünün izahı ve telifi hususu gibi meselelerdir. Günümüzde çocuklar» dört aylık oldukdan sonra düşürenlerle çocuk jarına din ve îmanını öğretmeden rızık derdi ile tahsile gönderip çocuklarını îman ve ahlak dışı yaşantıya atan ve itenlerde aynı cinayeti işleyen zalimlerdir. Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur. «Fakirlik korkusu ile (câhiliyyet devrinde olduğu gibi) çocuklarınızı öldürmeyin. Zira onlara da, size de rızkı biz (azîmüşşan) veririz.»(İsrâ sûresi, 31) Yukardakj hadîsi şerif ve âyeti kerime ile ilgili geniş İzahat; «Mülteka tercümesi» nin birinci cildinin «Köleyi Nikahlama Babı» başlığında zikı edilmiştir[48]
113 - (35) Ebudderdâ (R. A) den mervîdir, demiştir : . «Aziz ve celil olan Allhâhü teâla her kuluna beş şey-İn taktîrini netî-ceiecelemiştir (o beş şeyde şunlardır) a) Ecelini (yâni, ömrünün müddetini ve yaşayacağı zamanı}, b) Amelini (yâni, kulun hayır ve serden neler işleyecenîğini), c) Nerede karar edip kalacağını (yer ve mekânını), d) Hareket ve ızdırarlı hallerini,[49] e) Ve helâl veya haramdan rızkını taktir etmiştir.» [50]
İzahat
Râvi Hz. Ebudderdâ {R.A), uveymir bin mâlik hazrec kabilesine mensup ensâri kiramdandır. Uhut muhaberesinden başka bütün muharebelerde Peygamberlerimizle hazır bulunmuştur. Hz. Ebudderdâ (R.A), sahabenin fakih, âlim, fazıl ve hakimlerinden idi. Bu sebepten Peygamberimiz (S.A.V.) onun hakkında şöyle buyurmuştur: «Her ümmetin bir hakimi vardır. Bu ümmetin hakimi de, Ebudderdâ-dır.» Samı şerifin fethi esnasında muharasada bulunmuşlardır ve fethinden sonrada şama hâkim tâyin edilmiştir. Hz. Osmanın hilâfeti zamanında şam kazısı iken hicretin okuz ikinci senesinde vefat etmiştir. Allah ondan râzî olsun. Yukardaki hadisi şerifin lafız ve manalarını her müminin ezberleyip hayatına düstûr ve delil olarak hedef olmalıdır. Rızık derdine, mesken ve mekan derdine düşüpde ilâhi takdir ve tecelliyi unutmamak lâzımdır. Çalışmak ve doğru işlere yapışmak, rızkın helâl olmasına ve helâldan takdir edilmesine sebep olur. Birde insan az yaşasa çok yaşasg mutlak ve muhakkak bir gün ölüm başa gelecektir. Onuda hiç unutmayıp iyi hazırlanmak ve daima iyi amellerle meşkul olmak lazımdırki, insan nasıl yaşarsa, öyle ölür. Nasıl ölürse, öyle haşrolunur. [51]
Tercümesi:
114 - (36) Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (S.A.V) den işittim, buyuruyordu : «Bir şey hakkında bir kimse kaderden bahsederse, kıyamet gününde o kimse sual olunur, — Ve bir kimse bir şey hakkında kaderden bahsetmezse, ktyâmet gününde o kimsede ondan (kaderden) sual olunmaz.» [52]
115 - (37) İbni Deylemî (R.A) den mervîdir, demiştir: «Übey bin kâbe geldim, ona dedimki : nefsimde kaderden birşey (vesvese) vâki ve bana bir söz söyledi. Fakat umarımki Allâhü teâlo onu (vesveseyi) kalbimden giderir. — Bunun üzerine Übey bin kâb dedi : Eğer aziz ve celil olan Allâhü teâla semâ vat in (göklerin) ve yerin ehlini azap etmesi farz olunsa, onları (göklerin ve yerin ehli olanları,) o (Allâhü teâla) onlara zulmetmediği halde ozâbeder (zîra azabı ilâhîsi, adlinden ve rahmetide lutfundandır). — Ve eğer Allâhü teâla onlara (yer gök ehline) rahmetini ılhsan etse, onlara rahmeti ilâhîsi, onların (iyi) amellerindendir. Eğer sen Allah yolunda Uhud dağı kadar altun infak etsen, Allâhü teâla senden o Uhud dağı kadar thayrın) infâkını kabul etmez, tâki kadere îman edesin. Ve sen bilmelisinki, muhakkak sana (ni'met, belâ, tâat ve mâsiyetten) isabet eden şey, sanin hatâ etmenden olmamıştır, ve (hayır ve serden) senin hatâ ettiğin şey, mutla ka sana isabet etmek için olmamştır. — Eğer sen (Ey İbni Deylemî!) şu (kadere îman) akidesinden başka (küfür) akidesi üzerine ölürsen, elbette cehenneme girersin. — Ibni Deylemî dedi : Bundan sonra Abdullah bin Mes'uda geidim, fa-kat Abdullah bin Mes'ud da aynı böyle söyledi, — İbni Dyelemî dedi : Sonra Huzeyfe bin Elyemâne geldim, hemen Hu-zeyfe de aynı şeyi söyledi.[53] — Ondan sc-nra Zeyid bin Sabite geldim, oda Nebiyyi muhteremden naklen bana aynı öylesini söyledi.» [54]
İzahat
Râvî İbni Deylemî (R.A) kimdir? Hz. İbni Deylemî (R.A) Ebû Abdullah, yahut Ebû Abdurrahman veya Ebûzzahhak feyrûziddeyleınîdir. Kendisi humeyrîden geldiği için «humeyrı» de denir. Kisra isimli melik tarafından Yemene gönderilen fârisi oğulların-dandır. Muhammed Bin Seîd (R.A) dediki : İbni Deylemî ehii hadisden »lan büyük bir zattır. Feyrûza eddeylemi denir. Resulü Ekrem efendimizin huzuruna gelen feyruz cemaatının bir kişisidir. Yemende Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Peygamber esvedi inşa isimli kâfiri bu zat öldürmüştür. Peygamberimize ölüm hastalığından bu zatın o yalancıyı öldürdüğü haberi gelince, Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu : «Onu öldüren Feyruz faz, Feyruz Faz, Feyruz Faz isimli sâlih bir yiğit kimsedir.» Bu zatın sahabe veya tabiinden olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Şârih aliyyülkâri merhum sahabeden olduğuna kaildir. Mussanîf hatibi Tebrizî merhum ise, «Esmaürrical Mlmişkat» İsimli eserinde tabiinden olduğunu beyan etmiştir. Hz. Osman veya Hz. Muaviye zamanında vefat etmiştir. Allah ondan râzî olsun. İbni Deylemînin gelip sorduğu Übey bin kâb (R.A) ise, sahabenin en güzel Kur'anı kerim okuyanlarından ensârı kiramın hazrec kabilesindendir. Peygamber (S.A.V) efendimizin vahiy katiplerinden idi. Peygamber efendimiz zamanında Kur'anı kerîmi tam ezberleyip hafız olan altı kişidsn birisidir. Peygamber (S.A.V) efendimiz kendisine «Ebal Münzir» Künyesini buyurmuşlardı. Hz. Ömer (R.A) da «fcoat tıfıl» künyesi ile künyelemişti. Peygamber (S.A.V) efendimiz, «Seyyidül ensâr» ismi ilede isimlendirmişti. Hz. Ömerde «Seyyidül müslimin» İsmini vermişti. Hz. Ömer (R.A), Teravih namazını, bu ümmetin en iyi okuyanı diyerek imam yapıp bemaatla teravih namazını kıldırmıştı. Kendisinden pek cok halk hadis rivayet etmiştir. Her iki zad ve ibni Mes'ud (R.A) in aralarında gecen mes'elenin anla< şılmayacak tgrgfı yoktur. Tekrar tekrar okumak faideli olur. [55]
116 - (38) Nâfi (R.A} den rivayet olunduğuna göre, bir adam ibni Öme-re (R.A) geldi ve dedi: Muhakkak falan kimse sana selam ediyor, — Bunun üzerine İbni Ömer dediki : O adam kaderi tekzib ederek dinde olmaycm Bld'atı işlediği bana erişti. Binaenaleyh eğer o kimse, o bid'-atı işledi ise san benden ona selam söyleme. Zira Resûlüllah (S.A.V] den işittim buyuruyordu : «Ümmetimin veya bu ümmetin kader ehli için {Bid'atçılar için), yer yarılması, veya suret değişmesi veya gökden taş yağması olur.»[56] İmamı tirmizi bu hadis, hadisi hasen, hadisi sahih ve garibdir, JJedi. [57]
İzahat
Râvî Nâfî (R.A) kimdir? Hz. Nâfî bin sercis (R.A), Abdullah bin Ömer (R.A) in kölesi, deylemî ye mensub tabiînin büyüklerindendir. Sahabe ve tabiînden pek çok kişi hadis rivayet etmiştir. Hadis bilginlerinin sika ve meşhurlarındandır. Mâlik bin enes (R.A), Nâfî den rivayet yoluyla ibni Ömerden de mervî olan hadîsi işitince başka kimseden işitmeye iüzum olmadığını beyan etmiştir. Nâfî (R.A), hicretin yüz on yedi (117) târihinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. [58]
Tercümesi :
117 - (39) Ali (R.A) den mervîdir, demiştir : Hatice (R.A) Nabİyyİ muhtereme (câhiMyyet devrinde ölen) kendisinin iki çocuğundan sordu: — Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «O câhiiiyyet devrinde ölen çocuğun, cehennemdedir.» — Hz. Ali (R.A) dedi : Vaktaki Resûlüllah (SAV) Hz. Haticenin yüzünde üzüntülü hâli gördü, hemen dedikji: «Eğer sen onların (çocukiarıyın) yerini görseydin, şüphesiz onlara bugz ederdin.» — Hz. Hatice (R.A) dedi : Yâ Resûlüllah! Senden olan çocuğumun durumu nerededir? — Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Cennettedir.» — Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V) buyurduki: «Muhakkak surette müminler ve evlatları, cennettedir, müşrikler ve ev-lâtlarıda Cehennemdedir.» — Sonra Resûlüllah (S.A.V) şu âyeti okudu : «{İman edipde zürriyetleride îman ile kendilerine tâbi olanlar yokmu? biz onların nesillerimde kendilerine kattık), (tûr sûresi, 21) Bu hadisi, Ahmed rivayet etti. [59]
119 - (41) Ebudderdâ (R.A) den rivayete göre, Resulütlah (S.A.V) den rivayet olunmuştur, buyurdu ki: «Allhü teâla Adem (A.S) i yarattığı zaman (bir sebeb ve vasıta ve İlâhi kudreti ile) sağ omuzuna (Melek) vurdu, hemen sağ küreğinden zerre misali (küçük karıncalar misâli) nûrânî bembeyaz zum yet çıkarda, — Ve birde İlâhi kudretle Ademin sol küreğine (Melek) vurdu, hemen simsiyah kömür gibi zürriyet çıkardı. — \şt& o anda AHahü teâia buyurdu : — Şu sağ tarafdan çıkarılanlar, cennete vasi) olurlar ve bundan dolayı benim' İçin hiç bir iftihar ve değişiklik yoktur.[61] — Ve sol tarafdan çıkarılanlar içinde, bunlar Cehenneme gideceklerdir, bu haldede benim için bir hal ve zaruret değişikliği yoktur (yani ben istediğimi işlemekde hür ve muhtarım), buyurmuştur.» [62]
120 - (42) Ebi nadra (R.A) den mervidir: — Peygamber saflallahü aleyhi vesellemin ashabından Ebû AbdilJah denilen bir adam ağlayarak Resûlüllahın ziyaretine geldi ve yanına girdi, — Ashabı kiram o addama dedier : «Sen; ağlatan şey nedir? Sana ResûlüUah (S.A.V) ; — (Bıyığından al) sonrada bana (havzı kevser başında) kavuşuncaya kadar öylece devam et demedimi?» O adam evet, (buyurdu) dedi. Ve fakat Resulüllah (S.A.V) dan işittim, buyuruyorduki: «Muhakkak AHahü teâla sağ eliyle (sağ kudreti ile) bir kabza kabzala-mış (bazı zürriyetini sağdan yaratmış) tır. Ve diğer bazısını da sol eliyle kat-zalamıştsr. — Sonrada demiştirki : «Şunlar, şunlar için, bunlarda bunlar içindir. Bununla beraber bende bir değişiklik yoktur.» — Resûlülİah (S.A.V) kendisi hakkındada, ben bu iki kabzanın hanki-sinden oiduğumuda bilmiyorum, diyor.» [63]
İzahat
Râvî Ebî Nadra (R.A) kimdir? Hz. Ebî Nadra, Basralı tâbiindendir. Hz. Hasan (R.A) in şehâdetinden az bir zaman evvef vefaî etmiştir. Kendisi İbni Ömer, Ebû Said ve îbni Ab-bas (R.A) den hadisi şerif işitmiş ve öğrenmiştir. Ondanda İbrahimi etteymi, katâde ve said bin zeyd hadis rivayet edip öğrenmişlerdir. Allah ondan razı olsun. Bu hadisi şerifde Resûlütlahın huzuruna gelen kişinin bıyığını uzatıp dudağını kaplayarak ağzına giren şekli varmış, o halin iyi olmadığını, bıyığın uzununun kesilmesi hakkında Peygamberimizin tavsiyesini ashabı kiram o adama hatırlatıp uyarıyorlar. Evet fıkıhda beyan edildiği üzere, bıyığın üst dudağı kapatacak kadar uzaması, kerahattır. Resulüilah saliaüahü aleyhi vesellem efendimizin, kıyametde havzın başında kendisine kavuşuncaya kadar bıyığın kısaltılıp kesilmesini buyurmo sida, sünneti muvakkat bir zaman işleyip terk etmenin doğru olmadığına işarettir. Evet sacını, başını ve bıyığını karıştırıp erkekmi kadınmi bilinmeyecek derecede pislik içerisinde gezen zavallıların hali perişandır. Sâde bıyığı uzun olupda yemeğe oturanın artığı 'dahi kerâhat iken, her tarafı pislik içinde olan böyle kimseleri cenabı hak ıslah eylesin. Halk arasında bâzı kimseler, bıyığını uzatıp üst dudaklarını örtecek şekilde terk ediyorlar. Ve bu hallerini «falan filan kimseler işlemiştir» diyerek müdofo ediyorlar. Yukardaki hadisi şerif gibi pek çok hadisi şerifler ve bu hadisi şeriflerin hükümlerini en güzel şekilde açıklayan fıkhı hükümler, meydanda iken filan şöyle yapmış, falan şöyle idi, demek sapıklık ve zındıklık olur. O hali İşleyenler, Peygambere muhalefet eden mikrop, zındık ve sapık kimselerdir. Bıyıkların uçlarını uzatmak ise, harp meydanlarında daha yiğit görünmeyi sağlamak için caiz olduğu ve Hz. Ömer askerlere cephede aynı şekli yaptırdığı vakîdlr. Ehli sünnet yolunu takip edip cenneti âlâda Peygamberimizle komşu oimak isteyen her müslüman sünnete uyar ve sünnetin dediği ile amel eder[64]
121 - (43) İbnl Abbas (R.A) dan meraldir. Peygamber sallallahü aleyhlvesellem buyurduk!: «Aliahü teâla, Arafatda Nâman isimli dağda Ademin neslini sırtından çıkardığında söz (and) aldı. Hemen kıyamete kadar yaratılacak zürrlyetinin hepsini sulbünden çıkardı, Zerreye (küçük karıncaya} benzer şekilde bütün neslini Ademin önüne (veya bazısını sağına, bazısınıda soluna) dağıttı. (Yani Ademin önüne veya sağına soluna toplu halde veya dağınık şekilde yığdı). Sonra açık bir ifade İle onlara söyleyerek dedik!: — Ben sizin rabblnlz devimiyim?[65] — Onlarda evet (RabbimizsinJ! dediler. (Cenubu hakda) kıyametde biz bundan gafillerden idik yahut bizden evvel gecen babalarımız şirk etmişlerdi, btzde onlardan sonra gelen zürrlyetlerden İdik, bu sebeble batıl yolda gidenlerin yüzünden blzt helâkmı edeceksin? dlyememelerinlz için biz aşlmüşşan satıid olduk (dedi).» [66]
İzahat
Bu hadisi şerlfde beyan edildiği üzere, AIEahü teâla Adem aleyhisselâ-mı yarattıkdan sonra kendi sulbünde meydana gelecek bütün neslini ara-fatın yakınında veya tâlfle arafat arasında «Nâman» isimli dağda iken bütün zürrlyetinl küçük karıncalara benzer şekilde zerrecikler halinde ve Ademin önünde veya bazısını sağında diğer bazısınıda solunda yığınlar halinde yaratıyor. Sonrada «Ben sizin rabblniz değilmiyim? diyor» Bütün insanlar top yekûn «Evet rabbimlzsin» diyorlar. Bunun üzerine Ademin neslinin kıyamette bu ikrarlarını inkar etmeme teri veya inkar edememeleri için, kendini, veya Melekleri veya insanları bir birlerine şâhid diktiğini ve hatta insan neslinin «bizden evvel gecen babalarımız şirk etmişlerdide, bizlerde onlardan sonra gelenlerden idik, onların kötü îtikad ve amellerinden dolayı bizi helak mi edeceksin» diyememeleri fçin şâhld diktiğini beyan ediyor. Evet insanın nesli, tâ Adem Aleyhissetâmın yaratılışı zamanında ilahi hitaba müsbet cevab vererek iman ettiğinden, müslümanın ve kâfirin yeni doğan çocuktan vaktiyle îman ettikleri fıtrat üzere doğarlar. Bu daha acık bir ifâde ile yukarda doksanıncı (90) hadisi serifde beyan edilmiştir. [67]
Tercümesi :
122 - (44) Obeyyibni Kâb (R.A) den rivayet olunmuştur, AMahü te-âianın şu meâfdaki : «Habibim hatırla o zarnanıki,) Rabbin, Adem oğullarının sulblerinden zürriyetlerini çtkarıb söz aldığı vakit» Kavli kerimi hak-kmnda (Übeyyibni kâb R.A) dedi: — Ademin zürriyetini cem etti. Topladı ve onları erkekli dişili yarattı. Ondan sonra onlara suret verdi, onlara konuşma kabiliyyeti (akıl ve nutuk) verdi. Bunun üzerinede onlar Allah in dilemesi ile konuştular. Ondan sonra da cenabu hak, onlardan ahdi m İs ak (ikrarlı söz) aldı. Ve kendilerine kendilerini (birbirlerine ve kendi nefislerine kendilerini) şâhid tutarak : — Ben sizin Rabbiniz değilmiyim? (dedi.) — Onlarda (Ademin zürriyetide), Evet Rabbimizsin, şâhid olduk, dediler. — AMahü teâlada buyurdu : — Elbet bende yedi kat semayı ve yedi kat arzı şâhid dikiyorum ve babanız Ad em ide sizin üzerinize şâhid dikiyorumki, kıyamet gününde biz bunu gerçekdeh bilmeyorduk demeyesiniz. Bilinizki, benden başka ilâh yoktur. Benden başka Rap, yoktur. Bana hiç bir şeyi ortak koşmayınız. Eibet ben size ahdi misâkımı hatırlatıp uyaran elçilerimi göndereceğim. Kitaplarımı üzerinize (Elçilerim vasıtası ile) indireceğim. — Onlar (Ademin zürriyetide) dediler : — Bildik ve itiraf ettikki, Elbet sen bizim (ve bütün varlıkların) Rabbi-miz ve iiâhımızsın. Senden başka bizim için Rab yoktur ve senden başka ilâhımız yoktur. — İşte böyle Ademin zürrjyeti bu zikredilenlerin hepsini ikrar ettiler. — Adem Aleyhisselam onlara (zürriyetierine) bakar halde iken maka mı ûHye yükseltilerek onların üzerine kaldırıldı. — Âdem onlardan zengin, fakir, güzel suretti ve güzel sûretliden başka sini gördü ve hemen : (Ey Allahım!} Keşke kulların arasında müsavat yapaydın (hepsini aynı seviyede yarataydın), dedi. —
AHahü teâlada : Elbet ben şükredilmem! istedim, dedi. — Ve Adem (A.S) onların içinde (zürriyetieri içinde) üzerlerinde yanan ışıklar (lambalar) misali nurlu Peygamberleri gördü, o Peygamberler umumî misak (sözleşme) den sonra risâtet ve nübüvvet hakkında husûsî mâhiyette başka bir misak ile tahsis edilmişlerdi. — Ve o Peygamberlerle olan ahdi mîsakda AHahü teâlânın şu kavli şerifi ildi: — «(Ey Habibim!) hatirlaki bir zaman Peygamberlerden söz almıştık, sendende Nuhdanda, İbrahim, Musa ve Meryemin oğlu İsâdanda, onlardan sağlam bir söz almışdık.» (Ahzab sûresi, 7) — îsa (Peygamber) işte şu Peygamberlerin ruhlarından idi. Hemen onu (Hz. Isayı) AHahü teâla Meryeme (Cebrâü Aleyhisseiam vasıtası ile) îlkâ edip gönderdi. — İşte bu hüküm Übeyyibni kâbden tahdis olunup şöyle söyledi : «O ruh (İsa Aleyhisselam), annesinin ağzından girdi.» Ahmet bin hanbel (NOT : Râvi Übey bin kâb hakkında kısa malumat, 115, hadîsi şerifin altında geçmiştir.) [68]
123 - (45) Ebidderdâ (R.A) den mervîdir, demiştir; «Biz Rasûlüllâhın yanında hâdiselerden bir şeyler müzâkere edip konuşuyor idik, hemen Resulü Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem buyurduki: «Bir dağı yerinden kayıp yer değiştirdiğini işitirseniz, bu hadiseyi tasdik ediniz. Ve fakat bir adamın ahlakının değiştiğini işitirseniz, tasdik etmeyiniz. Zira adamın ahlakı, cibilliyyetf ne ise, öyle olur.» [69]
İzahat
Râvî Ebidderdâ (R.A) in kısa hal tercümesi, biraz yukarda geçmiştir. Hadisi şerifin manası ve temsîfi izahı, çok ve çok dikkat gerekir. Zira dağın yerinden değiştiğine veya dağda tamamen tebdili mekan ve şekil olması duyulduğunda inanılmasını tavsiye buyururken, adamın ahlakının değiştiğine dair işitilen cümleleri tasdik etmeyip red etmenin lüzumunu beyan etmesi, elbet telif ve tevil hususu her kişi tarafından anlaşılamaz. Fakat biz kısada olsa açıklamaya çalışacağız. Evvelâ dağın yer değiştirmesi meselesi, günümüzde daha ayan beyan görülmektedir. Zelzeleler, âfetler, yer altı patlamaları, mâden ve emsali şeylerin meydana gelmesi gibi haller dağın tebdili mekan etmesine sebeb olmaktadır. Hatta daha evvel bazı dağların uçtuğuda yazılmaktadır. Her ne ise dağın yerinden uçtuğu ve uçabileceğ muhakkaktır. Ataların bir sözü vardır. «Deniz yanarmı, ihtimal» Nitekim bir zamanlar, Istanbula gelen bir vapurun benzini patlayıp kara denize dökülüyor. Günlerce denizde yangın devam etmişti. Bu hâli gözümüzle görmüştük ve pek çok kimselerde gördüler. Adamın ahlak ve teabiatının değişmesi meselesi ise, şöyle anlaşılması gerekir: İnsanın yaratılıştaki soy sop, cibilliyet ve tabiatı îcobı, hakkında kaderi ilâhide ne şekilde tesbit edilip yazıldı ise, o yazılan kaza ve kader şeklinin icâbı, amel ve ahlakına tabî olan kişide tabiat ve ahlakının değişmesi olmaz, Yani asılda değişme olmaz. İleride gelecekği üzere, vasıfda değişme olabilir. Asıl hali izah edelim; Mesele); akıllı, ahmak olmaz. Sahi kimse, pahıl olmaz. Şecaatlı kişi, korkak olmaz. Keza bunların akside tab'an ve adeten değişmez. Yaratılış cibiltiyyet ve kâbiliyyet ne ise öyle olur. Asıl cibillî ahlâk değişmez. İnsanın içinde karar eder. İnsanın tabiat ve cibilliyetinin İcabı, nefsinde kararh ve dâima görülen veya görülebilecek ofan hallerin beyanı bâzı âyeti kerime ve hadisi şerif-İerdede açıklanmıştır. Bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur: «Öfkelerini yutanlar, takva sahipleridir.» (Ali imran sûresi, 134) Bu âyeti kerimede «öfkelerini yutanlar. » buyurulmuşturda «Öfkelerini yok edenler.» denilmemiştir. Ayeti kerime de beyan edildiği üzere, öfke ve kazabı tamamen yok etmek zikredilmeyorda,, öfke ve kazabı yutarak kötülüğü önleyenlerin faziletinden bahsediliyor. Demek oluyor ki. Kötü ahlâkdan olan gazabın aslını söküp atmak imkânı olmayor veya olmayacak da, o öfke ve gazab dururken zararını önlemek için öfkenin yutularak sabra tahvil etme imkânı oluyor veya öyle olabileceği beyan buyuruîuyor. Diğer bir âyeti kerîmede de tabiat ve cibilliyetin sabitliği şöyle Deyan buyurulmuştur: «(Ey habîbim!) Deki, eğer siz, Rabbimin rahmet hazînelerine sâhtb olsaydınız, o zaman harcayıp tüketmek korkusuyla muhakkak cimrilik ederdiniz. İnsan (tabiat ve cibilliyeti İcabı) çok cimridir.» (fsrâ sûresi, 100} Ayeti kerime de beyan edildiği üzere, insanın mayasında tutuculuk ve mal, müfk makam ve mansıb hırsı vardır. Bir hadisi şerifde de şöyle buyurulmuştur: «Eğer Adem oğlunun, iki dere dolusu altını olsa, üçüncü dereyi arzu eder, Adem oğlunun kursağını, ancak toprak doldurur. Tevbe edib hırsa ka-pilmayanların tevbesıni, Allâhü teâla kabul eder.» [70]
Ataların bir sözü vardır: «Can çıkmayınca, huy çıkmaz.» Ataların diğer bir sözieride şöyledir: «Asıl azmaz. Her şey aslına çeker. Her şey aslına rucû eder.» Bu sözlerde, cibilliyet ve tabiatın aslı değişmeyeceğini beyan eden hadîsi şerifin hükmüne muvafıkdırlar. İnsanın cibilliyet ve tabiat esâsına dayanan asıl mayası ve aslı esası değişmez. Fakat yaşantı ve dış âlemle ilgili görüntülerde ki, ahlâkî hayatta değişme olabilir. Yani yaratılışı olan aslı ve iç güdüsü ki kaderi ilâhiye dayanan esaslarda değişme ve tebdil veya sabit olmak gibi haller ne ise, o şekilde tecellî eder. Aslî oian şeyde her ne kadar değişme olmaz isede vasfî olanlarda irâde ve çalışmanın esâsına dayalı şekilde tezahür ederek değişme olur veya olabilir. Vasfî olan ahlâkın değişmesi ve tebdil? mümkindir. Netekim bir âyeti kerîme de şöyle buyurufmuştur: «Şüphesiz Allâhın (küfür ve mâsıyetten) temizlediği kimse, (korktuğundan) kurtulmuştur» (Şems sûresi, 9)
Diğer âyeti kerîme meali şöyledir : «(Habîbim!) Sen bağışlama yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.» (Araf sûresi, 198) Bu ayeti kerîmelerde ve bu ayeti kerîmeler gibi pek çok ayeti kerîmelerde insanların, hem kendi nefislerini ve hem başkalarını isiah edib düzeltmekle emrofunmaları, kötü ahlakın tebdil ve teğyîrinin mümkün olduğunu açıkça beyan etmektedir. Şu halde asıl maya ve tabîat her ne kadar değişmez isede, dış alemle ilgili ahlâkî.yaşantı ve düşüncelerin değişebileceği gayet açık şekilde belirtilmiştir. Vâzu nasîhat, talim terbiye, iyilerle teşriki mesâi ve ıslâhı nefis gibi hareketler, «Din nasihattir» esâsına dayalı olarak yaşamak ve ahlakın güzelleştirilmesi için gayretler dînin en güzel icraat işlemidir. Bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur: «Ahlakınızı, güzelleşiriniz.»[71] Diğer hadîsi şerif meali şöyledir: «Ey Allahım! Yaratılışımı güzel halk ettiğin gibi, Ahlakımı da güzelleş-tir.» [72] Calibi dikkat bir hadîsi nebevide de şöyle buyurulmuştur: «Rabbim beni terbiye ettiği için, güzel terbiye etti.»[73] Yukarda naklettiğimiz iki yönlü hükümleri okuyarak rasûlü Ekrem efendimizin mübarek .sözlerini iyi anlayalım. Tezat halinde hükümler olduğu ze-hâbinden kendimizi böylece kurtaralım. Şayet dikkat etmez iyi araştırmaz isek, belki yanlış hüküm veririz ve sevgili Peygamber efendimizde veya onun beyanlarında eksiklik arayanlar sırasına gidebiliriz. Bu ise, çok ve çok tehlikeli ve sapıklıkdır. Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur: «Ey îman edenler! Allahdan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz.» (Tevbe sûresi, 119) Peygamber (S.A.V) efendimizde şöyle buyurmuştur : «Kişi, arkadaşının dîni üzeredir. Binaenaleyh sizden biriniz kimle arkadaşlık yapıyor, ona iyi baksın.» [74] . Yine denilmiştir : «Tabiat tabiattan çalar, sahibinin haberi bile olmaz.» Halk arasında : «İnsanı, akranı azdırır.» denilir. Hülâsa mümin, mazbut ve iyi ahlak sahibi olmak için, ahlakını güzelleştirici amelleri işlemesi ve güzel ahlaklı kimselerle taşrîki mesâide bulunması lâzımdır. [75]
124- (46) Ümmü seleme (R.A) den mervîdir, dediki: «Ya Resûlellah! (Hayberde) yediğin zehirli koyundan meydana gelen elem, senenin hepsinde sende tesiri görülüyor, hiç ayrılmıyor.[76] — Resûlülfah buyurdu : «O koyundan olan şey (Zehir), bana isabet etmemiştir. Ancak Adem balçık halinde iken benim hakkımda yazılmış olan elem bana tesir etmiştir.» [77]
İzahat
Râvî Ümmü Seleme (R.A), Peygamberimiz efendimizin hanımlarından, dolaysıyie vâlidelerimizdendir. Ebi ümeyyenin kızıdır. Peygamberimiz bu vâlidemizide dul olarak nikahlayıp almıştır. Hicretin dördüncü nenesi şevval ayında izdivaç buyurmuştur. Vefatı, hicretin elli dokuzuncu senesinde seksen dört (04) yaşında Medine-i Münevverede vuku bulmuştur, kabri şerifi Cennetül Bakîdedir. Hamdü senalar olsun ziyareti acizanem olmuştur. Allah razi olsun ve şefaatini nasib buyursun. Amin. Bu hadîsi şerifde şu âyeti kerîmeye işârst buyurulmuştur: «{Zelzele, kıtlık ve kuraklık gibi şeyler) ne yerde, ne de (zehirlenme, hastalık ve musibet gibi) nefislerinizde bir musibet başa gelmez ki, ancak bılz onu yaratmazdan evvel o bir kitabda (levhi mahfuzda - Aliâhın ilminde yazılmıştır. Şüphesiz bu, Aİlaha göre kolaydır.» {Hadîd sûresi, 22) [78]
(4) Kabir Azabının İsbati Babı Birinci Fasıl
125 - (I) Berrâ ibnj Âzib (R.A) den rivayet olunduğunu göre. Resûlül-llah (SAV) buyurdu: «Müslüman, kabirde sual olunduğunda, Alfandan başka iiah oimadığı-na ve Muhammed-in Allahın Rasûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu (rnüs-lümanın şehâciet hükmü), Allâhü teâlanın şu kavli şerifidir ; Allah (c.c.) müminleri hem dünyada ve hem Öhirette (kabirde) sâbiî söz!o (şahadet kelimesi ile) tevhide bağlı kılar.» Diğer rivâyetde Resûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu :[79] «(Allahü teâlantn,) Allah, müminleri hem dünyada, hem âhiretde (kabirde) sabit sözle (şehâdet kelimesi ile) tevhide bağiı kılar, kavli şerifi kabir azabı hakkında nazil olmuştur. Mümine kabirde danlr: Rsbbin kîm? Hemen oda, Rabbim Allah, nebim Muhammeddİr, der.» [80]
Diğer hadisi şerifde şöyledir: «Muhakkak kabir, âhiret menzillerinin ilk durağıdır. Bnâenaleyh bir kimse, oranın azabından emin ofur kurtulursa, ondan sonrasıda kolay olur. Şayet o kabrin azabından emin olup kurtulmazsa, ondan sonrası daha eşed olur.» [82]İmamı Azam' (R.A) de Fıkhul Ekberinde şöyle zikretmiştir; «Kabir azabı, kâfirlerin hepsi ve bâzı âsi müslümanlar için hakdır. Olacaktır.» Evet ölen her insan nereye gömüiürse gömülsün, mutlaka kabir azabı veya kabir nimeti olacaktır. Kâfir ve zalimler, kabir azabına müstehak olacaklar ve göreceklerdir. Salih ve mülteki müminler ise, kabirde rahmeti ilâhiye, cennet nimetlerinden bir hayata kavuşacaklardır. Kabirde, ruhların sahiplerine iadesi veya güneşin tesiri gibi uzakdan tesir ederek bir hayatın olup sevine veya azab görüleceği keyfiyeti îzah edilmiştir. Ölen kimseye, ruhun tesiri veya iade yoluyla hayat bulup kabir ahvalini yaşamasını, uykuda oian insana temsil etmişlerdir. Uyuyan kişi, bir nevi ölü demektir. Ruh çıkmış gibi fakat ruhun kendine tesiri devam ettiği için, uykuda iken rüyasında bâzı kimse, çok korkunç şeyler görür, terler. Adetâ savaşmış, mücadele etmiş ve yırtıcı mahluklardan kaça kaça kendisini parçalayacak duruma gelmiştir. Uykudan uyanınca kurtula katır. İşte kabirde azab gören veya, görecek olan kimse, bu. adama benzetilmiştir. Bu adamcağızın ızdirab ve azabından, dışarda veya yanında uyanık halde bulunan kişilerin hiç haberi olmaz. Uykuda zevkli rüyalar görüpde neşelenen adamda, kabirde cennet bahçelerinden bir bahçede zevklenen veya zevklenecek olan kimseye teşbih edilmiştir. Kabirde ruh olmadığı halde insanın eti nasıl azab göreceği ResûlüÜa-ha sorulduğunda, Peygamberimiz şöyle cevab vermiştir: «Senin dişinde ruh olmadığı halde nasıl ağrıyıb acı duyuyorsan, öylece olacaktır.» Kabir azabının, kafirlerde daimi olmakla -beraber, cuma günleri veya cuma geceleri ve Ramazan ayında kabir azabı kalkacağı beyan edilmiştir. Ancak bu gün ve aylar geçtikden sonra azabın tekrar avdet edip etmeyeceğinde ihtilaf edilmiştir. Asan olan görüş, kafirlerin kabir azabr avdet edip devam edeceğidir. Kâfirlerden, cuma günü, cuma gecesi ve Ramazan ayında kabir azabının kalkması. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimiz hürmet inedir. Yani, kâfirler dahi. Peygamberimizin âleme Rahmet olarak gönderilmesinden istifade etmiş oluyorlar. Cuma günü veyo cuma gecesi ölen müminler, kabir azabı görmüyecek-leri hususunda beyanlar vardır. Bu beyanlar ulemânın çeşidli delil ve kaynaklardan aldıkları bilgilerin mahsûlüdür. Meraktl felahda Şu mealdeki hadisi şerif nakledilmiştir: « Üç kişiyi Atfifhü teâta kabir azabından koruyacaktır. (O üç kişide şunlardır:) «Müezzin, şehîd ve cuma gecesi vefat eden kişidir.» Cuma babı Merakıl felah tahtavisindede Şu görüşler zikredilmişti'- «Ebül muîn usûlunda dedikj : Ehli sünnet velcemaat dedi; Kabir azabı ve münker, Nekir Meleklerin suâ'i hakdır. Fakat o kabirdeki kişi, kâfir olursa, işte bunun azabı ktyameie kadar deva meder. Ancak Peygamber sallallahü aleyhi vesellem hürmetine, cuma günü ve Ramazan ayında kabir azabı onlardan kalkar, «Bundan sonra müminlerde iki kısımdırlar. Eğer mümin itaatkar olursa, onun için kabir azabı yoktur. Ve fakat kabir sıkması olacaktır. Bu kabir sıkmasının korkusunuda Altahtn verdiği nimete karşı hakkı ile şükredeme-diğinden görüp tadacaktır... «Şayet ölen mümin asi ve günohkar olursa, onun için kabir azabı ve kabir sıkması vardsr. Ancak bu âsî müminden cuma günü ve cuma gecesi Kabir azabı kesilir ve bir daha kabir azabı kıyamete kadar avdet etmez. Eğer o âsî mümin. ouma gecesi veya cuma günü ölürse, kabir azabı ve kabir sıkınası, bir oaat kodar bir şey olur. Ondan sonra ondan kabir azabı kesilir, kıyamete kadar bir daha avdet etmez. Mecmaürrivâyei ve tefarhâmyedede böylece dır.»[83]
Daha geniş izah Aliyyül kârinin Fıkhul Ekber şerhinde mezkûrdur. Ayrıca kabir azabı ve kabirdeki diğer ahvaliara âit deiii ve hükümler, hemen ileride gelecektir. Esasen kabir âlemi, âhiret hayatının başlangıcı olması hasebiyle bir nevî gaibdir. Bu âlemdeki hayatın İzahı, âyet ve hadîsi şeriflerdeki beyan lardan ibarettir. Dünya umuruna benzetilemez, kıyas edilemez. Akâid kitablarında bu husus şu ifâde ile açıklanmıştır. «Gâib oian şeyi, şâhid ve hâzır oian şeye kıyas etmek, Fasittir.» [84]
126 - (2) Enes (R.A) den mervîdîr, dedi: «Muhakkak kul (ölü) kabrine konduğu ve adamları ondan ayrılıp gittikleri vakit, o kabir sahibi adamlarını ayakkapEarının tıpırdttarını işitir halde iken ona iki tane Melek gelir, hemen onu (kabirdeki kutu) oturturlar ve derler : — Muhammed saüallahü aleyhi veseüem olan bu adam hakkında ne dersin? — İşte o sorutan kişi mümin cîursa, hemen ; Ben şehâdet ederimki, elbette o (Muhammed AS), AÜahm kuîu ve Resulüdür,der. Bunun üzerine o kimseye şöyle denir: — Cehennemde oian makamına bak artık ANahü teâla senin o makamını cennet makamına tebdil etti. İşte o anda bu kimse, o ,;ki meleği tama-miyle görür. — Şayet o sorulan kimse, münafık ve kâfir olursa, ona denir : Bu adam (Muhammed Aleyhisseiam) hakkında ne dersin?.. — Bunun üzerine Münafık ve kâfir) bilmiyorum, der. İnsanların (Müminlerin) dediğini bende (dünyada) der ic'/m : hemen ona : Doğru olanı bil-medin ve gerçeğe tâbi olmadın, denir ve Demirden yapılmış kırbaç şiddetle vuruiur. O vurulan kişi (Kâfir veya münafık) şiddetli bîr şekilde bağırır, onun bu bağrışını insanlarla cinnilerden başka kendisine yakın olan (hayvanlar, melekler ve kuşlar gibi canh) şeyler işitir.» [85]
İzahat
Hadisi şerifin baş tarafında, kabre konan ölünün kendini kabre getirip koyanların ayak tıpırtılarını işittiği beyan buyurulmaktadır. Bu hükümle kabirde bir nevi hayata kavuşma keyfiyeti ortaya çıkıyor. Haîta bazı hadisi şeriflerde Ölünün kendini kefenieyeni, namazını ktlanı ve yüklenip gidip kabrine defneden kimseleri bilir, olduğu zikredilmiştir. Kabirdeki bu şekildeki anlayış, duyuş ve bilme halleri bir nevi hayatın olduğunu ortaya koyuyorki, kabirde mutlak hayat şekli vardır. Ancak hayatın durumu ve mahiyeti açıklanmamıştır. Kabirdeki hayat hakkında ulema ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı ruhun iadesi ile olduğunu beyan etmişler. Diğer bir kısım bilginler ruhun iadesi olmayıp kabirde sual ve cevabları anlayıp cevab verebilecek ve bâzı hal ve hadiseleri anlayıp bilecek kadar bir kabir hayatı (di;...ne şskli) olacağı hu susunu belirtmişlerdir. Böyle ihtilaflı anlayış ve izah ediş şekillerinin ihtilafından dolayı, İmamı Azam Ebû Hanife (R.A) kabirdeki hayat şeklini izah etmeyip tevekkuf etmiştir. Hadisi şerifde, «Ona iki tane melek gelir...» Cümlesinin ihtiva ettiği hükümdede «Münker» ve.«Nekir» ismini alan meleklerin ölüye gelip sual sorup ölünün durumunu tesbit etmeye geleceklerini beyan buyurmaktadır. Bu meleklerin-isimlerini beyan eden hadisi şerifler hemen ileride gelecektir. Hadîsi şerifde beyan edilen diğer bir husus da, kabre konan mümin ise, meleklerin suallerine güzel cevab neticesi kabirde kendisine cennet bahçelerinden bir bahçe gösterilerek «işte burası senin mekânın» denerek hemen seâdet hayatına oradan başlayacağı beyan buyurulmaktadır, Hadîsi şerifde münafık ve kâfirier'in suale karşı müsbeî cevab vere-miyecekieri ve bu sebeble de kabir de şiddetli bir azaba duçar olacakları zikredilmektedir. Demirden kırbocın şiddetle vurulması keyfiyetinde ise şu âyeti kerimeye işaret vardır: «Şu iki sınıf (müminlerlerle kâfirler}, Rablerinin dîni hakkında bir bir-leriyie davaya kalkışan1 iki hasımdır. — İşte o kâfir (ve münafık) olanlar için ateşten kaftanlar biçilmiştir. (onların) başlarının üstünden kaynar su dökülür. — Kaynar su ile karınlarında olan şeyier ve derileri eritilir. — Onlar için birde demirden kamçılar var. —- Her ne zarnan onun (Gteşin) ;zd ırasından ateşten çıkmak isterle.-ser yine (o demir vurularak) içine döndürülürler. Ve onlara : Haydi tadın yangın azabını, denir.» (Hac sûresi, 19-
Bir az yukarda geçtiği üzere, kabir seâdetli ve iyi olursa, âhiretin diğer safhalarıda iyi olur. Allah muhafaza, kabir hayatı kâfir ve münaffkia-rın uğrayacakları kötülüklerle dolu olursa, âhiretin diğer safhalanda çok kötü ve perişn olur. Cenabu hak, bütün >müslüman kardeşlerle bizleri, kabri mes'ud olup âhiretin diğer saflarıda mes'ud ve iyi olanlardan eylesin. Amin. 127 - (3) Abdullah bin Ömer (R.A) den menfidir, dedi: Resûlüliah (S.A.V) buyurdu : «Sizin biriniz öldüğünde kuşluk ve akşam (Sabah, akşam) ona (ölen kimseye) mekanı arz olunur. Eğer o ölen kimse, cennet ehlinden İse, onun mekanı (ve makamı) da, ehli cennet mekânıdır. Ve eğer o öten kimse, Cehennem ehlinden ise, mekanıda, cehennem ehlinin mekânıdır.[86] — İşte bu şekilde arz etme hati o odama: «Seni Allahü teâla kıyamet gününde dinlenceye kadar, işt® mekânın budur, denir.» [87]
Tercümesi:
128 - (4) Aişe (R.A) den rivayet olunduğuna göre, «Yahudi b.ir kadın Aişenin yanına girdi. Kabir azabını zikretti, hemen vahûdî kadın Aişe (R.A) ye dedi ki : Allah (c.c.) seni kabir azabından muhafaza etsin. — Bunun üzerine Aişe (R.A), Resûlüüah (SAV) e kabir azabından — Resûlüliah (S.A.V) de : Evet, kabir azabı hakdır, buyurdu.»[88] — Aişe (R.A) : Ondan sonra Resûlüliah sallalfahü aleyhi veseiieml her namazdan sonra daima kabir azabından Allaha sığınır gördüm dedi.» [89]
Tercümesi:
129 - (5) Zeyd bin Sabit (R.A) den mervîdir, dedik!: «Resûlüliah (S.A.V) aramızda Beni neccâra (ensardan bir kabileye) ait bahçede onun bir dişi katın üzerinde idi. Bizde onunla beraber idik. O halde iken dişi katır ürktü nerede ise, dişi katır onu (Resûlüllahı) üzerinden düşürüyordu. Hemen o halde iken attı veya beş adet kabir, zuhur ediverdi. — Bunun üzenine Resûlüliah (S.A.V) : 3u kabirlerin adamlarını kim bili;-? dedi. — Bir adam ben dedi. — Resülüfiah (S.A.V) «Ne zaman öldüler?» dedi. — O adam : Müşrik oldukları halde öldüler dedi. — Resûlütlah (S.A.V) «Şüphesiz bu ümmet, kabirlerinde imtihan olunur. Eğer defn olunma salardı, kabir azabından benîm işittiklerimden İmtihan olunanları size işittirmesi İçin Aİlahü teâlaya dua ederdim, dedi, Sonra Resûlülfah bize doğru döndü ve şöyle dedi: «Kabir azabından, Ailaha sığınınız.» — Ashabı kiram dediler: Kabir azabından ANaha sığınırız. — Resûlüllah (S.A.V) dedi : «Gizli ve aşikâr fitneden, AMöha sığınınız,» — Ashabı kircm dediler : Gizli ve aşikar fitneden Allâha sığınırız. — Resûlüllah (S.A.V) dedi : «Deccâlın fitnesinden, Allâha sığınınız.»[90] — Ashabt kiram dediler : Deccâlın fitnesinden Allâha sığınırız,» [91]
Ravî Zeyd bin Sabit (R.A) kimdir? Hz. Zeyd bin Sabit (R.A), Peygamberimizin vahy kâtiblerinin en efdait, sahabenin en fakihlerinden ve ferâiz ilmini en iyi bilenlerinden idi. medînei münevvereli ensardandır. Peygamber efendimiz Medİne-i münevvereye hicret ettiği zaman, Hz. Zeyd bin Sabit onbir yaşlarında idi. Küçük yaşlı olması hasebiyle Bedir muhaberesine iştirak edememiştir. Fakat Uhud muharebesi ile diğer muharebelerde haztr bulunmuştur. Hz. Ebû Bekir (R.A) zamanında Kur'am kerimi cem edenlerin birisi idi. Hafızı kur'an olan bu zat, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında Hilâfete zaman zaman vekil bırakılmıştır, Hatta Hz. Osman da bu zatı hilâfete vekil olarak biraktıkları olmuştur. Demek oluyorki, bu zot, ilim, dirayet ve idâri yönden sahabenin en şereflilerinden birisidir. Hz. Osman zamanında Bey-tulmalın memuriyeti, buna verilmiş idi, Kur'anı kerîmi mushaft şerife nakletmek, yine Hz. Osman zamanında bu zat tarafından icra edilmiştir. Peygamber efendimizden doksan iki (92) hadisi şerif rivayet etmişlerdir. Ve kendisinden pek çok kimseler hadis rivayet etmiştir. Vefatı, Hicretin kırk beş (45) inde elli altı (56) yaşında Medîne-i münevvere de vuku bulmuştur. Allah ondan râzî oisun. Hadîsi şerifde Şirk üzere ölenlerin cehennemde oldukları beyan bu-yurulduktan sonra, Kabir azabından, fitneden ve Deccâlın şerrinden Allâha sığınmanın ehemmiyeti zikredilmiş ve ashabı kiram efendilerimiz de hemen peygamber efendimizin tavsiyesine ittibâ ederek Allâha sığınıyorlar. Bizler için çok uyarıcı bir husustur. Cenâbu hak bu tavsiye ve uyarılara dikkat edenlerden kılsın. Amin. [92]
Kabir Azabı İle İlgili İkinci Fasil Tercümesi :
130 - (6) Ebî Hüreyre (R.A) den mervîdir, dedi: — Resûlüllah (S.A.V) buyurduki: «Ölü kabire konduğu vakit, siyah yüzlü ve gök gözlü iki melek o ölüye gelirler. Bu Meleklerin birine «Münker,» diğerine «Nekir» denir. — Bu iki Melek : «Bu adam (Muhammed Aleyhisselâm) hakkında ne dersin?, derler. — Hemen o ölü : O adam, Allahin kulu ve Resulüdür, Allahdan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allanın kulu ve Resulü olduğuna şehâdet edirim, der. — Bunun üzerine o iki Melek : Biz biliyoruz, sen bunu daha evvel söylerdin, derler. Bundan sonra o kulun kabri yetmiş arşında yetmiş arşın (yani, çevresi yetmiş arşın) genişler, sonrada o kabrin içi nurlanır (nurla doldurulur). Sonra o kula : Uyu denir. — Bu söz üzerine o kul : Ehli i yalıma deneyimde onlara bu hali haber vereyim, der.
İşte o anda iki Melek derlerki : Zifaf gecesinde uykudan sevgili ehli, muhabbet ve sevgi ile kaldırmadıkça uykuya dalan gelinin uyuması gibi, uyu, tâki Allahü teâla onu yatağından diriltip kaldırıncaya kadar (uyu, derler). — Şayet iki Meleğin geldiği o ölü, münafık olursa, o münafık : İnsanlardan işittim, onlar bir şeyler derlerdi, bende onların dedikleri gibi derdim, bilmiyorum, der. — Bunun üzerine o iki Melek ; Biz seni daha eyveS bilirdik, sen böylece derdin, derler.[93] Yere) den irk i : Bunun üzerine kavuş bunu sıkıştır. Hemen yer, onun üzerine kavuşur, onu sıkıştırır. Bu sıkıştırma ile o ölünün kemikleri bir birine girer {âdeta pestil halinde sıkıştırır), bu sıkıştırma hâli, Allahü teâfantn onu yatağından tekrar diriltip gönderinceye kadar azab olarak devam eder.» [94]
İzahat
Yukardaki hadîsi şerifin uzun cümle ve İzahlarında münker, nekir meleklerinin kabirde suale çekecekleri ve onların suallerine mümin olan ktm-seierin rahatlıkla cevab verebilecekleri ve meleklerin onlara iyi şehâdet edip nimete devamlarını tebşir ediyorlar. Şayet ölü münafık ve kâfir olursa, cevab veremeyecekleri ve kabirde şiddetli sıkma ile azab olunacakları beyan buyurulmaktadır. Ayrıca kabirdeki seâdet ve nimete kavuşan müminlerin, dünyaya dönüp ehil (yalına o nîmetten haber vermek için taleb edeceğini ve fakat izin verilmeyip huzur ve seâdet içinde tekrar mahşere dirilip gelinceye kadar uykuda devam etmeleri söylenecektir. [95]
132 - (8) Osman (R.A) den rivayet olunduğuna göre, (Hz. Osman} çok zaman bir kabrin başında durdumu, sakalı ısianıncaya kadar ağlardı. Kendisine denildiki : Bu kabjr, cennet ve cehennemi hatırlatıyor, bu sebeb-den ağlamalısın ve bu kebirden içinmi ağlarsın?!. — Bunun üzerine Hz. Osman dedi : ResûlüMah (SAV) buyurmuştuki : — Muhakkakkî kabir, Ghiret mekanlarından ilk mekandır. Binaenaleyh bîr kişi burada kurtuluşa nail olursa, bundan sonrası buradan daha kolay olur.» — Şayet bir kimse, burada (kabirde) necata kavuşamazsa, bundan sonrası, buradanda eşed olur.» — Osman (R.A) dedi, — Resûlüilah (S.A.V) buyurdurki:[97] «Kabirden daha korkunç bir manzara (mekan ve mevzi!) görmedim. Ancak orayı en korkunç yer gördüm,» [98]
Tercümesi
133 - (9) Yine Osman (R.A) den mervîdir, d f; diki: — Resûlüllah (S.A.V) ölüyü defnedip fariğ olduğunda o ölünün başında dururdu ve derdik!: «Kardeşinize istiğfar ediniz, sonra ona kavli sabit için (Kelime-i tevhidi söylemesi için) dua ediniz. Zira şu anda o, sual olunmaktadır.» Ebû Davud[99]
İzahat
Bu hadîsi şerîfde, kabre konulan bir mevtanın mağfireti için dua etmenin iyi bir vazife ve amel olduğu beyan buyurulmaktadır. Her ne kadar açıkça telkin meselesini beyan etmeyorsada, kabre konan mevtanın sual olunacağı ve bu suale sabit ve iyi bir şekilde cevab verebilmesi İçin, ölü hakkında hayırlı dua edilmesi hususunun tavsiye buyurulması, bir nevî telkindeki dilek ve temennilerin icrası beyan buyurulmaktadır. Aslında kabirde telkin merasimi yoktur. Hatta Bid'attır. Fakat yukardaki hadîsi nebeviler gibi muhtelif hadîsi şeriflerin hükümlerini tatbik etmek keyfiyeti, ölüye bir nevî hayır dua ve istiğfar olduğunu beyan ederek müteahhi-rîn âlimleri, telkini güzel görmüşlerdir. Netekim bu hususdaki mes'elenin yönleri, Fıkıh' kitabiarında beyan edilmiştir. Bilhassa «Mülteka tercümesi» adlı eserimizin cenaze bahsinde kısa yoldan İzah edilmiştir. Şârih Aliyyülkâri şu hükümleri zikretmektedir: İmamı Şâfi-Î ve ashabına göre, kabirdeki ölünün yanında Kur'andan âyetler okumak müstehabdır. Şâfi-Î Alimleri ise, dedilerki : Kur'anı kerîmin tamamını öiünün huzurunda yani, mezarının başında hatmetmek güzeldir. Beyhakî-nin süneninde de şöyledir : Ölü defnedildikten sonra kabrin başında süre-i Bakaranın başını ve sonunu okumak, ibni Ömer {R.A) a göre müstehabdır. Bir rivayette de, süre-i Bakaranın evveli, ölünün başında ve sonu ölünün ayak ucunda okunur [100] Hulasa her ne şekil ve surette olursa olsun, ölüye kabri başında ve kabir ziyareti ânında dua, istiğfar, teşbih, tehlil ve iyi dileklerde bulunmak iyidir. Ölüye mutlaka fâidesi vardır. Daha geniş malûmat, Akâid kitabiarında mezkurdur. [101]
134 - (10) Ebİ Saİd (R.A) den mervidir, dedi: — Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Elbet kâfire, kabrinde doksan dokuz adet büyük yılan (zebani) musallat olur. O büyük yılan, o kâfiri kıyamete kadar ısırır ve sokar. Eğer o büyük yılandan bir tanesi yer yüzüne üfleyip ağzının rüzgarı vasıl olsa, o yerde hiç yeşillik bitmezdi.» Dârimî, Tirmizi buna mümasil rivayet ettiği hadisde «doksan dokuz» yerine «yetmiş» diyerek rivayet etmiştir. [102]
İzahat
Hadîsi şerifde geçen doksan dokuz zebânî hakkında bâzı îzahîar yapılmıştır. Biz de onlardan bir kısmını açıklamaya çatışalım. Evvelâ «Tinnîn» kelimesinin «Büyük yılan, cehennem zebanilerinin büyüğü» olarak açıklandığını hatırlayalım. Sonra Zebaninin niçin doksan dokuz olduğu cihetini öğrenelim. Zebaninin doksan dokuz olması, Cenâbu hakkın doksan dokuz ismi ilâhisi vardır. Kâfir olan kişi, Aİiâhü tealaya doksan dokuz ismin karşıhğındq doksan dokuz çeşit küfür ve şirk isnadında bulunmuştur. Ceza amelin cinsinden olması hasebiyle, Kâfire de doksan dokuz adet büyük yılan Zebânî kabrinde azob etmeye başlayarak cezasını çektirmektedir. Yâni her isim karşılığında bir zebânî musallat kılınarak azablanacaktır. Yahut Cenabu hakkın rahmeti ilâhîsinin tecellîsi, yüz (100) derecedir. Yüz derece rahmeti ilahîsinden bir derecesini dünyada kullan üzerine ve varlıklara lütfetmiştir. O bir derece rahmeti ilâhinin tecellîsinin şum-'ılü ila insanların bir birlerini sevmesi, kan ile kocanın mehabbetleri, ananın ycv-rulartnı sevmesi, vahşî hayvanların dahî yavrularını korumaları, büyüklerin küçüklere şefkat etmeleri ve küçüklerin, büyüklere hürmet ve saygıda bulunmaları ve bunların emsali iyiliklerin cereyan etmesi, hep bir rahmeti ilâhînin tecellîsidir. Yüz derece rahmeti Hâninin doksan dokuzu, ahirette tecellî edecek ve doksan dokuz rahmeti üâhînin hebsi müminlere yayılıp şümullanacaktır. İşte müminlere tahsis edilip şumullanacak olan doksan dokuz derece töhmeti ilâhînin karşılığında, kafirlere de doksan dokuz büyük yılan Zebanı, azab etmek üzere musallat kılınmaktadır. Bu görüş ve izahları, fbni melek de aynı şekilde beyan etmiştir îmcms gazaîî merhum ise. Kâfire yapılan bu kadar adet yılanın azabı, kötü ahlakın adedi o kadardır da onun içindir, demiştir. Yâni kötü ahlak-ın adedi. Doksan dokuz, olduğundan ve Kâfir o kötü ahlakın hepsini işlediğinden, her kötülük karşılığında bir büyük yılan takdir edilib azablandınlıyor. Her ne suret ve sebebie olursa olsun, kâfir mutlaka kabrinde bu cezayı çekecek, ahîretin ilk evi ve menzili olan kabirde azablanmaya böylece baş-İayıp cehennemde ebedî olarak azabı devam edecektir. Cenabu hak, küfür üzere ölmekten cümlemizi koruyup İman üzere ölmemizi nasib buyursun. Amin. [103]
135 - (II) Câbir (R.A) den mervîdir, dedtki: «Sâd ibni muaz-ın — Muoz oğlu Sâd-in vefatından onun yanına Resulü Ekrem salfallahü aleyhi vesellemle beraber çıkmıştık. Resûlüllah {SAV} Sâd-in cenazesini kıldı, cenaze kabrine kondu ve üzeri örtüldükten sonra Resûlüilah (S.A.V) teşbih getirdi. Bizde aynı teşbihi getirdik. Sonra tekbir getirdi, bizde tekbir getirdik. Bunun üzerine denildik! : Yâ Resûlüllah! Niçin teşbih getirdin, sonra tekbîr ettin?[104] — Resûfüllah (S.A.V) buyurduki: «Bu sâlih kulu kabir o kadar acâib sıkmıştı (onun o hâline muttali dunca ben teşbihe, tekbire devam ettim, sizde devam ettiniz) Nihayet Ailahü teâlâ ondan o kabir sıkmasını kaldırdı.» [105]
İzahat
Bu hadisi şerifde belirtildiği üzere, ölen kimse, ne kadarda salih vo iyi olsa, mutlaka kabir sıkması olacaktır. Sahabenin en salihisrinden birisi olan Hz. Sâd, kabir sıkmasını görmesi hâlinde ondan sonra gelen her sâlih ve iyi kimsede bu hali mutlaka görecektir. Evst kabir azabı, saiih kişilere olmayacak, fakat kabir sıkması olacaktır. Kabir sıkması, kabir azabı gibi değHdir. Her biri ayrı ayrıdır. 125. Hadisi şerifin izaht ile 131. hadisi şerifin meâîini okumak lazjmdır ve birde hemen şu aşağıdaki hadisi şerifi okuyalımda, Hz. Sâd-in dâhi kabir sıkmasından kurtulmadığı hâli düşünelim. Düşüneümrie, kabrin her türlü ızdırabından korunma yollarını ve Kabir de yatanlara hayırlı dua ve istiğfarda bulunmayı ihmai etmeyelim. [106]
Tercümesi
136 - (12) Ömerin oğlu Abdullah (R.A) den mervtdîr, dedi: Resûiüllah (S.A.V) buyurdu :[107] «(Bunun yani, Sâd'in ölümü) için arşı alâ titredi, unun için sema kapılar* (Rahmet inmek için gök kapıları) açılmıştır ve yetmiş bin melek cenazesine hazır olmuştur. Böyle iken yine sâd-j, kabri o kadar acâib bir sıkma ile §ik-dt, sonra o hal ondan kaldırıldı.» [108]
Tercümesi
137 - (13} Ebu Bekirin kızı Esma (ft.A) den mervîdir, demiştir: Resûîüllah (SAV), hutbe okumak üzere ayağa kalkdı, bir kişinin ibtild olunacağı kabrin fitnesinden bahsetti. Resûlüllah (S.A.V) bu hali zikredince, müslümanlar acâib bir şekilde feryadı figan ettiler.» Buharı böylece rivayet etmiştir Mesâide şunu ziyâde etti. Benimle Resûlüllahın kelâmını anlamama âit Öğle bir hal ortaya çiktıki, vaktaki onların feryadı sükûnet buldu, hemen bana yakın olan adama dedim : Allah sen] bu amelinde mübarek etsin,! Resûlüllah (S.A.V] sözünün sonunda ne dedi? — O adam dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Bana vahyolunduki, Muhakkak siz, yakında deccalın fitnesi ile kabirde fitnelenirsiniz.» [109]
Râvı Esma binti Ebi Bekir (R.A) kimdir? Hz. Esma (R.A), Hz. Ebû Bekir (R.A) in kızı, Abdullah bin Zübeyrin annesi, Dolaysiyle Zübeyr bin Avvam (R.A) in hanımı saliha bir hanım idi. Mekke-i mükerrerne de müslüman olmuştur. Müslümanların on seKizıncısı pıaugu beyan edilmiştir. Hz. Aişe validemizin kız kardeşidir. Hz. Aişe validemizden on beş yaş büyüktür. Çok zaman kadınların mesele ve dertlerini bizzat bu hanım Peygamberimiz efendimize getirir anlatır ve cevâbını alır kadınlara İzah ederdi. Hz. Esma (R.A), oğlu Abdullah (R.A) in haccact zalim tarafından Mekke-i mükerreme de mancınık-a asıb şehit olmasından sonra on veya yirmi (20) gün sonra yüz (100) yaşında hicretin yetmiş üç (73) tarihinde Mekke-i mükerreme de vefat etmiştir. P^k çok kimseler kendisinden hadîsi şerif rivayet etmiştir. Allah ondan râzî olsun. Haccacı zalim tarafından oğlu Abdullah (R.A) in, ne şekilde ve ne zaman öldürüldüğü ve annesinin neler söylediğini öğrenmek İsteyenler, (Mehmet Zehni merhumun «ElhakaiK» eseri ile «Meşâhirunn'sâ) adlı eserine müracaat etmeleri gerekir. Hadîsi şerifde kabir de çok acaib bir fitne ile karşılaşılacağı beyan bu-yurulmuştur. O kabir de olacak fitneyi duyan sahabe, feryadı figan ediyorlar ve resûlüllahın sözünün sonu bile gürültüden anlaşılmayor. Hz. Esma (R.A} kendisine yakın olan bir zata resûlüllahın sözlerinin sonunu soruyor. O adam da ResÛIülIahın kabir de Deccalın fitnesi ile karşılaşılacağından bahsetmiş olduğunu beyan ediyor. Bu son cümleden de anlaşıldığı üzere, Deccalın fitnesi çok kötü ve fena bir fitnedirki, kabir de dahi onun fitnesi-insanı rahatsız edeceği veya onun fitnesi gibi çok acaib fitnenin kabirde de cereyan edeceği beyan buyurul-muştur. Bir az ilerde Deccalın çeşit ve fitnelerinden bahsedilecektir. Aynı zamanda yukarda ikinci hadîsi şerifin altında kısada olsa Deccal hakkında îtikâdî yönler zikredilmiştir. Orayı da tekrar okumak faydalı olur. [110]
Tercümesi
138 - (14) Câbİr (R.A) den rfvâyeî olunduğuna göre, Resûlüîlah (S.A.V) dedik* :[111] «Öiü kabre konduğu vakit, güneş battığı zamanki şekli o ölüye temsili olarak gösterilir. Göîlerine mesheder halde oturur ve derki: Beni bırakın ben namazı kılayım.» [112]
efendimiz, kabrine konan bir ölüye güneşin battığı iarnonki fersizieşip batmaya doğru yönelen şekli gösterileceğini, o öiüde o zaman kendinin dünyada yaşadığı zannı İle ikindi vakti çıkmadan namazını kılmak için izin istediğini beyan buyurmuştur. Bu beyan dünyada iman ve amel sahibi mümin olan kişiler hakkındadır. Zira namazını kıları kişi ancak ve ancak mümin olur. Namazını sıhhatında kılan mümin, ölürken öyie ölür. öidüğü gibi de kabirde ve mahşerde aynı amel ve mükâfatı ile yargılanır. Bu hadîsi şerifde şu mealdeki âyeti kerîmeye işaret vardır : «Kıyameti (ölüm ve ötesini] gördükleri gün, dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.»(Nazîat sûresi, 46-47) 139 - (15) Ebi Hureyre (R.A) den mervîdir. Resölüllah (SAV) den ri-vâyeî ettiğine göre, Resulü ekrem (S.A.V) buyurduki; «Muhakkak öfü kabre konur, Hemen adam kabrinde korkusuz ve fitne-siz kabrinde oturtulur. — Ondan sonra denirkj : — Hangi dinde yaşadın? — Bunun üzerine o adam der: — İslorn dininde yaşatan. — Derhal denirki : — Bu adam kimdir? — Kabirde ki edam derki: — O adam AHahın Resulü Muhammed (A.S) dır, Allah tarafindan bize açık ve kesin hükümleri beyan etmek üzere geimiştir, bizde onun getirdiği hükümleri tasdik etmiştik. — Bundan sonra o kabirdeki adama denirki: — Aliahü teâlayı gördün mü? — Buna cevab olarak o adam derki: — Hiç bir ferti için AHahi görmek layık olmaz. — İşte o anda o adam için kabirde cehennem cihetinden bir delik açılır. O odam hemen orada bir birine bitişik ateş tuttuklarının oluşuna bakar. — O adama denirki -. — Bak bu ateş ki, Aliahü teâla seni buraya atılmandan korudu. — Bundan sonra o adama cennet cihetinden bir yer açılır. Oranın yeşilliklerine ve diğer nimetlerine bakar. — İşte o anda adama denirki: — Burası senin mekan ve merdindir, senin kesin ve sabitlikle buraya inanç ve amelin devam ederdi. Ve sen bu itikad üzere öldün. İnşaattan onun üzerine tekrar diriltilirsin. — Kötü adamda kabrinde korku ve fitne tehlikesiyle oturtulur, denirki: — Sen hangi dinde yaşadın? — O adam derki: bilmiyorum! — Tekrar denirki: Bu adam kimdir? — Adam derki : İnsanlardan işitmiştim onlar bir söz söylerdi, bende onların söylediğini söylerdim. — Bunun üzerine hemen Cennet tarafından bir delik açılır. O adam Csn netin yeşilliklerine ve diğer güzel nimetlerine bakar. — Hemen o adama denirki: — Bak şu nimetlere ki, Aliahü teâla seni o nimetlere kavuşmakdan men etmiştir. — Sonra cehenneme doğru bir yol açılır. Oradaki ateşlerin bir birlerine bitişik şiddetli yanışlarına bakar.[113] — O adama dsnîrki : İşte burası senin varacağın yerdir. Sen buranın varlığı ve olacağında şek üzere idin. Ve bu şek üzerede Öldün. Ve bu şek üzerine inşaallah tekrar diriltileceksin.» [114]
140 - (i) Ajşe (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüilah (S.A.V) buyurdu : «Bir kimse, bizim bu işimizde (dinîmizde, şeriat ve sünnetimizde) o dinden olmayan yeni bir şey (Bid'at) ihdas ederse, işi® o kimse (onun getirdiği Bid'at) merdütdür.» (Hadîsi, Buhârî, Müslim ittifakla rivayet etmiştir.) [115]
Îzahat
îman bahsinin son kısmi olan kitap ve sünnete sarılma bahsinde de çok mühim hadîsi şerifler ya.ılmıştır. Hadîsi şeriflerin ihtiva ettikleri hükümler, lafızları ife ilerde gelecektir. Biz hadîsi şeriflere geçmezden evvel kitap ve sünnete sarılmanın ehemmiyetini beyan eden bir kaç âyeti kerîme meali arzedelim. Ondan sonra da yukardaki hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükümleri açıklamaya çalışalım. Kitap ve sünnete sarılmanın ehemmiyeti iie ilgili âyet mealleri : «Top yekûn hepiniz Allanın sağlam ibihe (Kur'anı kerîmine) sımsıkı sarılın. Birbirinizden ayrılıb dağılmayın.» (Ali İmran sûresi, 103) Diğer ayeti kerîme meali şöyledir: «İşte size, Allahdan bir nur (Hz. Muhammed aîeyhisselam) ve her şeyi açıklayıcı bir kitap (kur'an) geldi, (o nur ve kitapla) Allah, rızasına uyanları (o nur ve kitapla) selâmet yollarına İletir. Ve onları (Allanın) izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp doğru yola (İslama) götürür.» (Mâide sûresi, 15-16) Diğer bir âyeti kerîmede de şöyle buyurulmuştur: «Elbette bu kur'an, insanları en doğru yola sevk eder.» (İs'rö sûresi, 19) ' Yukardaki âyeti kerimeler gibi pek çok kur'an ayetleri mevcuttur. Çok uzayacağından bu kadarla iktifa ediyoruz. Bu âyeti kerime meallerini ve emsalini, müslümanlar ve top yekun insanlık okumalıdır. Okumalılar da ondan sonra en doğru ve en İyi yolu bu! malıdırlar, Her şeyi yaratan ve bütün yaratıkların cibillî veya tabiatlarını en iyi bilen ve bunlann irâde ve idare yönlerini de en doğru şeklide izah eden halikı zülcelâlın hükümlerine kayıtsız ve şartsız bağlanırlar. Aynı zamanda tek kurtuluşun islam ve kur'an yolunda olduğunu idrak ederler. Kitabı ilâhinin hükümlerine tabî olmak nasıi kurtuluş ve huzur yolu İse, o kitabı ilâhiyi ümmetine tebliğ eden mürşidi hakîk.mız Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve seilem efendimizin mübarek buyruklurına ve sünnetlerinin her çeşidine sarılmak da, kurtuluş ve huzurun yoludur. Ve Rasûiüliaha itaat, Allah'a itaattir. Bu hususu beyan eden bir kaç âyeti kerime mealini de arzedelim; «(Ey Habîbim!) De ki : Eğer siz Allah; seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allâhda sizler; sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zira-Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.» (Aİi İmran sûresi, 31) Diğer ayeti kerîme meali şöyledir: «Her kim, Peygambere itaat ederse, muhakkak Âiiâha itaat etmiş olur.» (Nisa süresi, 80}
Başka bir âyetLkerîme de şöyle buyuruimuşîur: «Peygamber, size ne verdi ise, onu alın (emir ve sünnetlerini tutun.) Ve size neyi yasak etti ise, onu da almayın (yapma dediğini yapmayın),» (Haşr sûresi, 7) Bâzı kimseler bilhassa kendisini beğenen tipinden olanlar, «Aliâhü te-alanın yaratıcı olması ve bütün yaratıkların rızıktarını vermesi gibi 'hususların hak îeala tarafjMan olmasından için, allanın dediğini tutmak lazımdır, ama peygamber kendi beşerî görüşlerini söylemiştir, ona itaat etmek ve ona tabî olmak yersizdir., gibi..» cümleleri söyleyenler oluyor. Bu sözîsr ve bu sözler gibi kötü akîde sözler, inançlar çok ve çok sapık, zındık ve mülhidlerin sözleridir. Yukarda naklettiğimiz âyeti kerîr elerde olduğu gibi, pek çok âyeti kerîmelerde Peygambere itaat, Allâha itaat olduğu ve Peygamber söylediği her sözü mutlaka hakkın vahyi ile söylediği beyan buyuruimuştur. Netekim bir âyeti kerîme de şöyle buyurulmuştur: «AKâha ve onun Rasûlüne itaat ediniz. Ve birbirinîzle çekişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider.» (Enfal sûresi, 46) Diğer âyeti keriyme meali: «Hor kim, Allâha ve Rasûlüne itaat ederse, o kimse mutlaka fevzü necata (Cennete) kavuşmuştur.» Peygamber efendimizin her söylediği ilâhi vahy ile olduğunu beyan eden âyet meali şöyledir: «O (Peygamber), nevadan (kendi nefsinden) söylemiyor. Elbette o (Kur'an) sâde bir vahydir, ancak vahyolunur.» (Necm sûresi, 3-
Yukardaki âyeti, keriymeleri okuyan her müslüman, insanlığın tek kurtuluşu ve en doğru yolun, kur'an ve sünnete tabî olmakda olduğunu bilir ve bu iki yola en samîmi gayreti ile tâbi olur. Şimdi yukardaki bu bahsin ifk hadîsi nebevisi olan şu mealdaki : «Bir kimse, bıizim bu işimizde (dînimizde, şeriat ve sünnetimizde) o dinden olmayan yeni bir şey (Bid'at) ihdas ederse, işte o kimse (ve o getirdiği Bid'at) merdüttur.» hadîsi şerifin kısa açıklamasını yapalım. Evvela dînin kısa tarifini öğrenelim. Ondan sonra yeni ihdas edilen Bid'atın tarif ve izahını açıklamaya çalışalım. DİN : Lügatta, itaat, âdet, yol, alâmet, şan şeref, oeza ve mükâfat mâ nalarına gelir. Şeriatta Din : Atlahü tealanın koyduğu bir kanundur ki, o kanun akı1 sahiblerini kendi irâdeleri dâhilinde arzulariyle, hayra, hakka, iyilik ve doğ rüya götürür. Târifindende anlaşıldığı üzere, din; İlâhi bir kanundur. Dîni Aliahdan başka kimse koymamıştır. Ve din hiç eksiklik kalmadan mükemmel bi' şekilde Allah tarafından konulmuş ve onun hükümlerini ve o kanunu ilâhinin esâsı oian kur'am kerimi, kıyamete kadar koruyup muhafaza edeeek olanda yine Hz. Allahdır. Ve o din, inanıp kabul eden her mümini en doğru yola ve en hayırlı yöne sevk eder. Dînin kemal ve tamamlığı ile ilgili bir âyeti kerime meali şöyledir: «Bugün sizin için dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslama razî oldum.» (Mâide sûresi, 3) Dînin tarif ve açıklaması ile bu âyeti kerimede beyan edilen hükümler gayet açık iken, her asır ve devirde pek çok sapık ve zındıklar, dîne yeni yeni uydurmalar ihdas ederek bir çok batıl ve hurafeler sokmaya çatışmış lardır. Böyle uydurmaları dîne sokmanın fenalık ve kötülükleri hem kur'ânı kerimde ve hem hadîsi şeriflerde beyan edilmiştir. Aslında dinî hiç bir şekilde tahrif edip yıkamıyaaaklardır. Fakat din sömürücüleri her zaman uydurmalarla, müslümanları şaşırtmışlardır. Dine sokulmaya çalışılan ve dinden olmayan Bid'atın tarif ve tehlikelerini hülasa olarak arz edelim. BİD'AT : Lugâtta, yeni iş ve sonradan meydana getirilmiş, ihdas edilmiş şeydir. Şer'î İstîlahda : Peygamberimizin bulunduğu asırdan sonra, ne kavlen, ne fiilen, ne sarahaten ve ne işâreten dînî bir izni şer'i anlamı olmayan ve dinde yapılan ziyade ve noksanlığa BİD'AT denir.
Şer ve bâtıl olarak ihdas edilen Bid'at ve Hurafelerin fenalıklarını ve kimler tarafından ihdas edildiklerini objektif olarak kısaca şöyle hulâsa edebiliriz : Bid'at: Zındık ve sapıkların uydurdukları batıllardır. Bid'at: Küfürden sonra en büyük günahdir. Btid'at : Allah muhafaza sahibini dinden, imandan eden eh tehlikeli bir şeydir. Bid'at : Mümini hak yoldan bâtıl yola çeviren bir felâkettir. Bid'at : Müminin, namazının, orucunun, haccının, zekatının, farzının, nafilesinin ve cihadının kabulüne mânidir. Bid'at: Tevbenin kabulüne mânidir. Bid'at : İnsanı hakîkata tâbi etmeyip, batıl veya aslı esası olmayan vehmin mahsulü olan şeylere tabî kılar. Bid'at: Firakı dâlle yoludur. Ehli sünnet yolu değildir. Bid'at : İnsanı; Zulüm, cehalet, yalan, iftira, hîle, buğuz gibi kötü hastalıklara sevk eder. Bid'at : İnsana; riya, süm'a, ucub, kibir, hased, gibi kalp hastalıklarını yaptıran en korkunç mânevi mikroplardandır. Bid'at : İnsanı; kitap, sünnet, icmâ-ı ümmet ve kıyası fukaha olan edil-le-i şer'iyyeye düşman kılar. Bid'at : Peygamberimizin mübarek kelâmında «Bid'atın hepsinden kaçının. Zira Bid'atın hepsi dalâlettir. Ve dalâletin hepsi de cehennemdedir.» Buyurduğu üzere en korkunç tehlikedir. Bid'at : Kaçınılması ve şerrinden Allah'a sığınılması lazım olan en kötü ve en çirkin yoidur. Zira insanı dünya ve âhiret saadetinden mahrum eden bir âfettir. Bid'at icad edene, «Mübdî veya mübtedî» denirki, dine birtakım yalan ve uydurmaları sokmaya çalışan bâğî, Azgın ve din sömürücüsü eşkiya, din simsarj demektir. Böyle din simsarlığı yapmanın ve Allah'a ifîirâ ederek azgınlıkta bulunmanın ne kadar şenî, ve fena olduğu aşikârdır. Bu kötülükleri çok felâket olan Bid'at, Bid'aîı seyyie ismini alan kitap ve sünnete muhalif olan Bid'attır. Kur'anı kerimde şöyle buyurulmuştur: «Ey ehli kitap! Dininiz hususunda haddi aşmayın. Aİlaha karşı hak olandan başkasını söylemeyin.» (Nisa sûresi, 17) Bid'at, bir nevî Aİlaha iftira olduğundan müfterilerin kötülüğü şöyle beyan edilmiştir. «Allâha iftira ederek yalan uyduran {Bid'atları uydurub çıkaran) veya ' onun (Allâhın) âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim olabilir? şüphesiz o {Aliâhü teala), zalimleri felaha kavuşturmaz.» (En'am sûresi, 21) Bid'atin kötülükleri ile ilgili hükümler ve Bid'atın Seyyie ve hasene olarak reşitleri hakkında geniş malûmat, «İSLAMA SOKULAN BİD'AT VE HURAFELER» adlı eserimizde uzun uzun İzah edilmiştir. Ayrıca «Amellere sa-kulan Bid'atlar» hakkında geniş İzahlarla çıkaracağımız üçüncü cildide çık-dığında alıp okumak şayanı tavsiyedir. Bid'at ve Hurâfeler-in, bâtıl ve kötülüklerini hemen ilerde Resulü Ekrem efendimizin mübarek sözlerinde de en bariz şekilde okuyacağız. [116]
Araştırıldığı zaman anlaşılacaktır ki;bu ümmetin maddi anlamda geri kalmasına sebebiyet veren dini ayrılıkların sebepleri başlıca şunlardır: Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt.12.sy.517.
a)Saltanat ve iktidar hırsı ki, İslam'ın bidayetinden başlayan bu hususta ki münazaa, günümüze kadar devam etmiştir. Irkçılık ve kavmiyetçilik taassubu, herkesin burnunu havaya kaldırmış ve "Benim ırkım daha üstündür!"inancı, kimsenin kimseye boyun eğmemesini sağlamıştır.Bu da, dini birliği bozan en büyük felketlerden biridir. Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt 12.sy.517.
c)Kendi fikir ve görüşünü beğenip, diğerlerine itibar etmemek, hak olan ictihadları inkâra ve sahipleri aleyhinde yakışıksız sözler sarfetmeye sevketmiş, bu da mensupları arasında kin ve nefrete sebep olmuştur. Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt 12. sy.517.
d)Din düşmanlarının hile desiselerine kulak vermek ve onların iyi niyetini savunacak kadar saf dilli olmak, casusların araya sızmalarına sebep olmuş, bu da en güçlü İslam devletlerinin yıkımına varacak kadar kötü sonuçlar doğurmuştur. Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt.12.sy.517.
e)Dini ve dünyevi ilimleri tahsile çalışmayıp, cehalete razı olmak ve dolyısıyla her sahada geri kalmış bulunmak Müslümanların gücünü tamamen dağıtmıştır. Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt 12.sy.517.
f) Birçok İslam milletinin, âdet ve taklitlerde, İslam dışı toplumların modalarına uyması ve fikri, itikadi siyasi her sahada, İslami usul,nizam ve kanunlarından ayrılmaları da, ihtilaf sebeplerinin en büyüklerindendir. Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt.12.sy.517.
g) Fetva mercii sayılan bir çok alimin, nasları anlamaktaki acziyetlerinden veya kötü niyetlerinden dolayı, din hususunda kafalarına göre görüş açıklamaları da ahir zamanın en büyük musibetlerindendir. ....... Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt 12.sy.517.
Cabir ibni Abdillah r.a. dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah s.a.v.şöyle buyurmuştur: Şüphesiz haberlerin en güzeli, Allah-u Azze ve Celle'nin kitabıdır.Yolların en güzeli,Muhammed s.a.v. in yoludur.İşlerin en kötüsü de, soradan çıkarılanlarıdır. Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt 12. sy.521.
İlim; üsttekini kıskanmayan, alttakini küçük görmeyen ve beklenti içine girmeyene verilir. Dünyanın ve ahiretin hayrı ilimdedir.İlim taleple elde edilir. 365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki. sy.82.
Uyuz bir koyun bütün sürüye bulaştırır. Utanç ölümden beterdir. Yedi çoban sürüyü bozar. Türk hamamına giren Rus, Tatar çıkar. Varsıl, arabasını dağdan aşırır.Dünya Atasözleri. sy.459.
Batılı devletlerin, daha başka, mason locaları, lions kulüpleri, rotary kulüpleri Bilderbergler, misyoner teşkilatları, İslam Dergisi Başmakaleleri Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan sy.393.
...Yehova şahitleri gibi nice nice dini,sosyal, siyasi,gizli, aşikâr, etkili, faal teşkilatları var.... Ama biz müslümanların böyle kuruluşları yok; kurulmamış, kurulanlar tahrip edilmiş, kapatılmış, yasaklanmış. İslâm dergisi Başmakaleleri Prof.Dr.Mahmud Esad Coşan sy.393.
Unutmayın! Usul,esastan öncedir... Çoğu kez,usul bilmeyişimiz nedeniyle esası ihtiyacı olan gönüllere aktaramamışızdır... Önce usul sonra esas... Çünkü esas ilimdir,usul ise marifet! Bilin ki... Marifet ilimden üstündür... Selam Seyit Mehmet Şen. sy.66.
Ahlak da taksimledir. Günah duayı hapseder. Gönlü ne yıkar diye sordular, dedi ki dert ve hüzün. Hüznü olan huzur,olmayan gaflet kokar. Dedi ki sy.106,107.
Meriç Bey’in elinde Atatürk’e ait olan Osmanlıca(eski yazı) yazıların gizli vasiyetler olduğunu öğrendim. Bu vasiyetler kendisi masonik şeytanlar tarafından zehirlenme trafiğini fark ettiğinde bizzat kendisi tarafından zaman zaman kaleme alınmış daha sonra kenarlarından KIRMIZI BİR BAL MUMUYLA MÜHÜRLETTİRİLİP KAPATILARAK, 10.Kasım.1988 tarihinde açılmak üzere Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’ndeki özel kasalara hapsetmiş.
İki Şeyin Elden Gitmeden Değerini Takdir Etmek Zordur: Biri Sağlık, Öteki De Gençlik.
Kötülükte Bulunanları Iyilik Edene Mükâfat Vererek Payla, Yola Getir.
Kuduz Köpeği Bile Katletme.
Her Kaba Bir Şey Koyunca Daralır; Ancak Bilgi Kabı Müstesnâ. Ona Bilgi Kondukça Genişler.
Dua Mü’minin Silahıdır Ve Dininin Direğidir, Göklerin Ve Yerin Nurudur.
En Hayırlı Dost, Seni Hayra Sevk Edendir.
Siz Insanlar Kendinizi Önemsiz Sanarsınız. Halbuki Içinizde Koca Bir Evren Saklıdır.
Susmak Hukmettir; Susmak Selamettir; Sır Saklamak, Saadetin Bir Köşesidir.
Tedbir Gibi Akıl Yoktur.
Ümitsizliğin Acılığı, Halka Yalvarmaktan Yeğdir.
Yüksekliği Istedim, Onu Alçak Gönüllülükte Buldum.
Üç Şeye Riayet Eden Mesut Olur: Nimet Ulaştığında Şükretmek, Rızık Kesildiğinde Mağfiret Dilemek, Sıkıntıya Düştüğünde Çok La Havle Vela Kuvvete Illa Billah Demek.
Sabır Iki Çeşittir: Musibete Karşı Sabretmek; Bu Iyi Ve Güzel Bir Şeydir; Bundan Daha Güzeli Ise, Allah’ın Haram Kıldığı Şeye Karşı Sabretmektir.
Hiçbir Insan, Ister Şaka Olsun, Ister Ciddi, Yalan Konuşmayı Terketmedikçe Imanın Tadını Anlamaz.
İyilik Yapmak, Hayır Ameli Gizlemek, Belalara Karşı Sabırlı Olmak Ve Musibetleri Dile Getirmemek, Cennet Hazinelerindendir.
Mü’min Kişi Gününü Üç Zamana Ayırır: Bir Bölümünde Rabbiyle Münacat Eder. O’na Ibadet Eder; Bir Bölümünde Kendi Nefsini Muhasebe Eder; Bir Bölümünde De Helal Ve Güzel Lezzetlerle Meşgul Olur.
İlim Maldan Hayırlıdır; Ilim Seni Korur, Sense Malı Korursun. Mal, Vermekle Azalır, Ilim Öğretmekle Çoğalır
Ey Âdemoğlu, Kendi Nefsinin Vasîsi Ol Da Malında, Senden Sonra Ne Yapmalarını Istiyorsan Sen Yap.
Dostların Kalplerini Insana Isındıran, Düşmanların Kalplerinden Kini Gideren En Güzel Şey, Onlarla Karşılaşınca Güler Yüzlü Olmak, Gıyabında Hallerini Sormak, Huzurlarında Ise Iyi Ve Yumuşak Davranmaktır.
Babanın, Misafirin Ve Mazlumun Duaları Geri Çevrilmez.
Büyük Günahların Kefâreti, Zulme Düşenlere Yardım Etmek, Acze Düşenleri Ferahlandırmaktır.
Biziz Peygamber’in Elbisesi, Onun Dostları, Ona Hizmette Bulunanlar, Ona Varılacak Kapılar. Evlere Ancak O Kapılardan Girilir; Kapılardan Başka Yerden Girenler Hırsızdır; Cezâya Çarpılır.
İnananın Yüzünde Güleçlik Vardır, Kalbindeyse Hüzün. Gönlü Her Şeyden Geniştir, Nefsi Her Şeyden Alçak. Yücelikten Nefret Eder, Şöhrete Düşmandır, Gamı Gussası Uzundur, Düşünmesi Derin. Susması Fazladır; Vakti Yoktur. Çok Şükreder, Çok Sabreder. Düşünceye Dalmıştır, Ihtiyâcı Olanları Görünce Kendi Ihtiyâcını Hatırlamaz Bile. Huyu Güzeldir, Geçinmesi Hoş Ve Yumuşak. Şeref Ve Din Bakımından Serttir, Huy Bakımından Kuldan Alçak.
İnsanlar, Bilmedikleri Şeylere Düşmandırlar.
Ne Kadar Yoksul Ve Aç Olursa Olsun, Kanaat Sahibi Zengindir.
e Kadar Yoksul Ve Aç Olursa Olsun, Kanaat Sahibi Zengindir.
Dil Bir Ölçüdür; Cehalet Onu Hafiflettiği Gibi Akıl Da Onu Ağırlaştırır.
Başkalarının Acılarından, Geçmiş Felaketlerinden Ders Alanlar, Gerçekte Mutlu Kişilerdir.
Sözün Dikildiği Yer, Gönüldür; Ismarlandığı Yer Düşüncedir, Onu Kuvvetlendiren Akıldır, Meydana Çıkaran Dildir; Bedeni Harflerdir, Canıysa Anlamı; Süsü, Düzenli Söylenmesidir; Düzgünlüğüyse Doğru Oluşu.
Bilmeyenin Konuşması Kadar, Bilenin Susması’da Çirkindir.
Bana Bir Harf Öğretenin, Kırk Yıl Kölesi Olurum.
Akıllının Dili Gönlünün Ötesindedir, Ahmağın Gönlüyse Dilinin Ötesinde.
Güzel Ahlak, En Iyi Arkadaştır; Mü’minin Amel Defterinin Nişanesi Güzel Ahlakıdır.
Akıllı Adamın Yüreği Sırlarının Kasasıdır.
Çalışanlar Kötülük Düşünmeye Zaman Bulamaz, Tembeller Ise Kötülükten Kurtulamaz.
Cömertlik, Istemeden Vermektir. İstendikten Sonra Vermemekse Utançtandır Ve Kötüdür.
Hasetçinin Huzuru, Çabuk Darılanın Dostluğu, Yalancının Ise Yiğitliği Olmaz.
Hasetçinin Huzuru, Çabuk Darılanın Dostluğu, Yalancının Ise Yiğitliği Olmaz.
Herşeyi Boğazına Atan Zengin, Fakir Hükmündedir.
Makamın, Benim Nazarımda Keçi Sümüğü Kadar Değeri Yoktur
Ey Âdemoğlu, Ihtiyacından Fazla Kazandığın Şeyi Başkası Için Biriktirmedesin.
Rabbin Rızasını Kazanmak Isteyen, Zulmeden Buyruk Sâhibine Karşı Adalet Sözünü Söylemelidir.
İnsanoğlu, Her Şeyden Daha Çok Terazinin (Kefelerine) Benzer; Ya Cehaletiyle Hafif Veya Ilmiyle Ağır Olur.
Korku Ümitsizliğe Eş Olmuştur; Utanç Mahrûmiyete. Fırsat Bulut Gibi Geçip Gider; Hayırlı Fırsatları Elde Etmeye Çalışın.
Hiçbir Işte Gereğinden Çok Acele Etme. Dikkatli Olanlar Kendilerini Zor Duruma Girmekten Korurlar.
Her Musibetin Bir Zamanı Vardır, O Zaman Mutlak Yaşanmalıdır; O Musibet Birinizin Başına Geldiğinde, Zamanı Gelip Geçene Kadar Teslim Olup Sabretsin. Zira Musibetin Yöneldiği Zaman Onu Gidermek Için Çare Aramak, Onun Zorluğunu Çoğaltır.
Düşünce Sâf Bir Aynadır. İbret Almak Korkutan Bir Öğütçü, Başkasında Görüp De Hoşlanmadığın Şeyden Çekinmense Edep Olarak Yeter Sana.
Allah Bir Kulu Alçalttı Mı, Ona Bilgi Başarısını Men’eder.
Ben Öyle Bir Insan Istiyorum Ki; Iktidarda Iken Halktan Biri Sanılsın, Halktan Biri Iken Iktidar Sahibi.
Bilgin Kişinin Bilgisinden Dolayı Şükrü, Bilgisiyle Amel Etmesi Ve O Bilgiyi, Müstahak Olana Belletmesidir.
Bildiğim, Tanıdığım Andan Beri Hakkı Inkâr Etmedim. Bana Gösterildiği Andan Beri Hakta Şüpheye. Düşmedim, Yalan Söylemedim. Kimse De Benim Yalan Söylediğimi Söylemedi. Ben Ne Yolumu Sapıttım, Ne De Benim Yüzümden Biri Yolunu Sapıttı.
Zikir De Allah’ı Hatırlamak Iki Çeşittir: Musibet Vakti Zikretmek, Bu Iyi Ve Güzeldir; Bundan Daha Güzeli Ise Insanı Allah’ın Haram Kıldığı Şeylere Yönelmekten Alıkoyan Zikirdir.
6.150 yorum:
«En Eski ‹Eski 4401 – 4600 / 6150 Yeni› En yeni»Kaynakça
Ağırakça, Ahmet-Beşir Eryarsoy, Nüzûl Sebepli Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Meâli, İstanbul 1986.
Akdemir, Salih, Cumhûriyet Dönemi Kur’an Tercümeleri, Ankara 1989.
Akgündüz, Ahmet, Osmanlı’da Harem, İstanbul 1995.
Âkif, Mehmet, Safahat, İstanbul 1958.
Ali el-Kârî (Mirkât), Ebû’l-Hasan Nûreddin b. Ali b. Sultân Muhammed Ali el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtif li-Mişkâti’l-Mesâbîh, I-V, Kâhire 1309.
Ali el-Kârî (Şerhu’ş-Şifâ), Ebû’l-Hasan Nûreddin b. Ali b. Sultân Muhammed Ali el-Kârî, Şerhu’ş-Şifâ, İstanbul 1290.
Âlûsî, Muhammed el-Âlûsî, Rûhu’l-meânî fî Tefsîri’l-azîm ve’s-seb’ul-mesânî, I-XXX, Beyrut 1985.
Atay, Hüseyin-Yaşar Kutluay, Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Anlamı, Ankara 1961, 1983.
Ateş, Süleyman, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, Ankara 1980.
Aydemir, Abdullah , Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara 1979.
Aydın, Ali Arslan , İslam Hıristiyan Diyaloğu ve İslâm’ın Zaferi, 2. bs., Ankara 1984.
Aydın, Muhammed , Kur’ân-ı Kerîm’de Lafzî Müteşâbihler, İstanbul 1988.
Ayntâbî, Ayntâbî Mehmed Efendi, Tibyân Tefsîri (sdl. Süleyman Fahri, yeniden hzr. Ahmed Davudoğlu), I-IV, İstanbul 1980.
Azzam, Abdurrahman , İlahî Mesaj (trc. Ali Zengin), İstanbul 1989.
Bâr, Muhammed el-Bâr, Kur’an ve Modern Tıbba Göre İnsanın Yaratılışı (trc. Abdulvehhab Öztürk), Ankara 1991.
Behiy (Kavramlar), Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’ânî Kavramlar (trc. Ali Turgut), 2. bs., İstanbul 1988.
Behiy, Muhammed el-Behiy, Kur’an ve Toplum (trc. Beşir Eryarsoy), İstanbul 1986.
Belîk, İzzeddin Belîk, Minhâcu’s-sâlihîn, Amman 1979.
Beydâvî, Abdullah b. Ömer el-Beydâvî, Envâru’t-tenzîl ve esraru’t-te’vîl, I-II, Dersaadet 1314.
Bilim Araştırma, Bilim Araştırma Grubu, Canlılar ve Evrim, İstanbul 1987.
Bilmen (Istılâhât), Ömer Nasûhî , Hukûki İslâmiyye ve İstılâhâtı Fıkhıyye Kâmusu, I-VIII, İstanbul 1967.
Bilmen (Meâl), Ömer Nasûhî , Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâli Âlîsi ve Tefsîri, I-XVI, İstanbul ts.
Bucaille, Maurice Bucaille, Müsbet İlim Yönünden Tevrat, İnciller ve Kur’an (trc. Mehmet Ali Sönmez), Konya 1979.
Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail, el-Câmiu’s-Sahîh, I-VIII, İstanbul 1981.
Buhârî (Sofuoğlu), Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail, el-Câmiu’s-Sahîh (trc. Mehmet Sofuoğlu), I-XVII, İstanbul 1987.
Bûtî, Said Ramazan el-Bûtî, Fıkhu’s-Sîre (trc. A. Nar-O. Aktepe), İstanbul 1986.
Bursevî, İsmail Hakkı Bursevî, Tefsîru Rûhi’l-beyân, I-X, İstanbul 1969.
Celâleyn, Celâlüddîn el-Mahallî ve Celâlüddîn es-Süyûtî, Tefsîrü’l-Celâleyn, Mısır 1345.
Cessâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkâmü’l-Kur’ân, I-III, Beyrut 1993.
Cevzî, İbn Kayyim el-Cevzî, et-Tıbyân fî Aksâmi’l-Kur’ân, Beyrut ts.
Cezîrî, Abdurrahman el-Cezîrî, Mezâhib-i Erba’a (Kitabu’l-Fıkıh alâ Mezâhibi’l-Erba’a), I-V, Beyrut 1392.
Cündioğlu, Dücane , Anlamın Buharlaşması ve Kur’an, İstanbul 1977.
Cündioğlu, Dücane , Sözün Özü, İstanbul 1996.
Cündioğlu, Dücane , Kur’an Çevirilerinin Dünyası, İstanbul 2005.
Cüveynî, İmam el-Haremeyn el-Cüveynî, Tevrat ve İncil’deki Tahrifler, İstanbul 1989.
Çantay, Hasan Basri , Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, I-III, 8. baskı, İstanbul 1974.
Çavuşoğlu, Salih , Kur’an Işığında Müslüman, İstanbul ts.
Davudoğlu, Ahmed , Kur’ân-ı Kerîm ve İzâhlı Meâli, İstanbul ts.
Demirci, Muhsin , Kur’ân’ın Müteşâbihleri Üzerine, İstanbul 1996.
Derveze, Muhammed İzzet , et-Tefsîrü’l-hadîs, I-III, İstanbul 1997.
Derviş, Muhammed Bedreddin b. Molla Derviş, Bedî’u’l-beyân limâ asâ en yahfâ fî’l-Kur’ân, Şam 1977.
Draz, Muhammed A. Draz, En Büyük Mesaj Kur’an (trc. Suat Yıldırım), Ankara 1985.
Ebû Davud (Koçaslı), Ebû Davud b. Süley-mân b. el-Es’ab es-Sicistânî, Sünen-i Ebû Davud (trc. İbrahim Koçaslı), İstanbul 1983.
Ebû Hayyân, Esîru’d-dîn Ebû Hayyân el-Endelûsî, Tuhfetü’l-Erîb bimâ fi’l-Kur’âni mine’l-Garîb (thk. Ahmed Matlûb-Haticetü’l-Hadîsî), 19. baskı, Bağdat 1977.
Ebü’s-Suûd, Muhammed b. Muhammed b. Mustafa el-İmâdî Ebü’s-Suûd, Tefsîru Ebi’s-Suûd, I-IX, Kâhire ts.
el-Endelûsî, Esîru’d-Dîn Ebî Hayyân el-Endelûsî, Tuhfetu’l-erîb bima fî’l-Kur’ânigarîb, (thk. Ahmed Matlûb-Haticetü’l Hadîsî) Bağdat 1974.
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, I-VIII, İstanbul 1935.
Elmalılı (Heyet), Muhammed Hamdi Yaz›r, Hak Dîni Kur’an Dili (sdl. Heyet), I-X, İstanbul 1992.
Emiroğlu, H. Tahsin , Esbâb-ı Nüzûl (Tefsîr), I-XVI, Konya 1965.
Erbay, Celal , İslam Ceza Mahkemesi Hukukunda İspat Vasıtaları, İstanbul 1999.
Fetavâ-yı Hindiyye, Ebü’l-Muzaffer Muhyiddin Muhammed, Fetâvâ-yı Hindiyye (Şeyh Nizamettin ve dğr.), I-VI, Beyrut 1400.
Feyizli, Hasan Tahsin , İslâm’da ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç-Kurban, İstanbul 1988.
Fîrûzâbâdî, Ebû Tâhir Muhammed b. Ya’kub el-Fîrûzâbâdî, Tenvîru’l-mikyâs min Tefsîr-i İbn Abbâs, by. ts.
Gazalî, Muhammed el-Gazalî, Fıkhu’s-Sîre, Mısır 1975.
Gümüş, Sadreddin , Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin Kaynakları, İstanbul 1990.
Güngör, Mevlüt , Cessâs ve Ahkâmü’l-Kur’an, Ankara 1989.
Halebî, İbrahim Halebî, İzahlı Mültekâ el-Ebhur (trc. Mustafa Uysal), 4. baskı, Konya 1987.
Hamîdullah (Mutlu), Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi (trc. M. Said Mutlu), I-II, 3. baskı, İstanbul 1972.
Hamîdullah (Meâl), Muhammed Hamîdullah, Kur’ânu’l-Mecîd (Le Saint Coran), Beyrut 1973.
Havvâ, Said Havvâ, el-Esâs fi’t-Tefsîr, I-XVI, İstanbul 1989.
Hazîn, Alaeddin Ali b. Muhammed el-Hazîn, Lübâbü’t-te’vil fî meâni’t-tenzîl, I-IV, by. 1317.
Hımsî, Muhammed Hasan el-Hımsî, Kur’ân-ı Kerîm tefsîr ve beyâni müfredâti’l-Kur’ân, Beyrut 1977.
Hoşgören, M. Yıldız , Jeomorfolojinin Ana Çizgileri, İstanbul 2000.
İbn Âbidîn, Muhammed Emin b. Ömer b. Abdülazîz İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr ale’d-Dürri’l-muhtâr (trc. Ahmed Davudoğlu) I-XVII, İstanbul 1982.
İbn Dakîk, İbn Dakîk el-İyd, el-İhkâm fî usûli’l-ahkâm, I-II, Beyrut 1987.
İbn Ebû Şeybe, İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, I-VIII, Beyrut 1989.
İbn Hümâm, Kemâleddîn İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, I-VIII, Beyrut 1315.
İbn Hişâm, Abdülmelik b. Hişâm, Sîret-i İbn Hişâm (trc. Hasan Ege), İstanbul 1995.
İbn Kesîr (Çetiner), Ebü’l-Fidâ İsmail İmâ-dü’d-dîn İbn Ömer İbn Kesîr, Hadîslerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri (trc. Bedrettin Çetiner-Bekir Karlığa), I-XVI, İstanbul 1983.
İbn Kesîr (Sâbûnî), Muhtasar Tefsîru İbn Kesîr (İhtisar ve Tahkîk Muhammed Ali es-Sâbûnî), I-III, Beyrut 1981.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim el-Kuteybe, Tefsîru garîbi’l-Kur’ân (thk. S. Ahmed Sakr), Kâhire 1958.
İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbâs Şeyhülislâm İbn Teymiyye Ahmed b. Abdilhalîm el-Harrânî, Meâricü’l-vüsûl, Riyad 1412.
İbnü’l-Esîr, Ebü’s-Saâdât Mecdüddîn Mübârek b. Muhammed, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, I-V, Beyrut ts.
İbnü’l-Esir, Ebü’l-Hasan İzzeddin Ali b. Muhammed b. Abdülkerim İbnü’l-Esir, İslam Tarihi: el-Kamil fi’t-târih Tercümesi (trc. Ahmet Ağırakça, Abdülkerim Özaydın), I-XIII, İstanbul 1987.
İbnü’l-Kelbî, Ebü’l-Münzir İbnü’l-Kelbî İbnü’s-Sâib Hişâm b. Muhammed el-Kelbî, Putlar Kitabı (trc. Beyza Düşüngen), 1968.
İnaye, Gâzi İnaye, Muhkem ve Müteşâbihâtü’l-Kur’ân, Beyrut 1993.
İsfehânî, Hüseyn b. Muhammed Râgıb el İsfehânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân, İstanbul 1986.
İzmirli, İsmail Hakkı , Meânî-i Kur’ân (Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Tercümesi), I-II, İstanbul 1927.
İzutsu, Tashihiko , Kur’an’da Dînî ve Ahlâkî Kavramlar (trc. Selahattin Ayaz), İstanbul ts.
Karadâvî, Yusuf el-Karadâvî, el-Halâl ve’l-harâm, 14. baskı, Kahire 1980.
Kâsımî, Cemaleddin el-Kâsımî, Tefsîr İlminin Temel Meseleleri (trc. Sezai Özel), İstanbul 1999.
Kâşifî, Kemâleddin Hüseyn b. Ali el-Vâiz el-Kâşifî, Tefsîr-i Mevâkib Terâcüm-i Mevâhib-i Aliyye (trc. Kırımlı İsmail Ferrûh), I-II, 1286/1869.
Kenûn, es-Seyyid Abdullah Kenûn, Tefsîrü süveri’l-mufassal mine’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mağrib 1981.
Keşmîrî, Muhammed Enverşah el-Keşmîrî, et-Tasrîh bimâ tevâtere fî nuzûli’l-Mesîh (thk. Abdulfettâh Ebû Gudde), 4. bs., Kâhire 1982.
Kılıç, Sadık , Ruhsal Yozlaşma ve Toplumsal Çürüme, Ankara 1987.
Kılıç (Dil), Sadık , İslâm’da Sembolik Dil, İstanbul 1995.
Kirmânî, Muhammed b. Hamza Nasrû’l-Kirmânî, el-Burhân fî tevcîhi müteşâbihi’l-Kur’ân, Beyrut 1986.
Köksal, M. Asım , İslâm Tarihi, I-XVIII, 2. bs., İstanbul 1987.
Kösemihal, Nurettin Şâzi , Durkheim Sosyolojisi, İstanbul 1971.
Kurter, Ajun Kurter, Oseanoğrafya, İstanbul 1977.
Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ah-med, el-Câmi’ li-ahkâmi’l-Kur’ân (trc. Beşir Eryarsoy), I-XV, 2002.
Kutub, Muhammed Kutub, Düzeltilmesi Gereken Kavramlar (trc. Nurettin Yıldız), İstanbul 1988.
Mahlûf, Haseneyn Muhammed Mahlûf, Kelimâtü’l-Kur’ân Tefsîr ve Beyân, Kâhire 1956.
Mâtürîdî, Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed Mahmud Mâtürîdî es-Semerkandî, Kitabu’t-Tevhid, İstanbul 1979.
Mehmed Vehbi, Hâdimî Mehmed Vehbi, Hülasatü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-XVI, 4. bs., İstanbul 1966.
Merâğî, Ahmed Mustafa el-Merâğî, Tefsîru’l-Merâğî, I-XXX, Beyrut 1974.
Merginânî, Burhaneddin el-Merginânî, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî, I-IV, Kâhire
Nesefî (Tefsîr), Tefsîru’n-Nesefî, I-IV, Beyrut 1982.
Nursî, Bediuzzaman Said Nursî, Mûcize-i Kur’âniyye Risâlesi, İstanbul 1990.
Okumuş, Ejder , Kur’an’da Toplumsal Çöküş, İstanbul 1995.
Özek, Ali ve dğr., Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Açıklamalı Meâli, Riyad 1992.
Özyazıcı, Alparslan , Hücreden İnsana, 4. bs., İstanbul 1979.
Palevî, Hamîd b. el-Hâc Abdu’l-Fettah el-Palevî, Zubdetü’l-İrfân fî vücûhi’l-Kur’ân, 1312.
Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ
Ramazanoğlu, Mahmut Sami , Fâtiha Sûresi Tefsîri, İstanbul 1985.
Râzî, Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb (trc. Heyet), I-XXIII, Ankara 1995.
Rıza, Reşit Rıza, el-Menar, I-XII, Beyrut ts.
Sâbûnî (Safve), Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetu’t-tefâsîr, I-III, Beyrut 1981.
Sâbûnî (Ahkâm), Muhammed Ali es-Sâbûnî, Revâi’u’l-beyân tefsîri âyâti’l-ahkâm mine’l-Kur’ân, I-II, Dersaadet (fotokopi), 1321.
Sadak, Bekir , Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Anlatımı, İstanbul 1993.
Sa’dî, Abdurrahman b. Nasır Sa’dî, Teysiru’l-kerimi’r-Rahmân fî tefsîri kelâmi’l-Mennân (thk. Muhammed Zehri Neccar), Beyrut 1995/1415.
Sadr, Muhammed Bâkır es-Sadr, Kur’ân Okulu (trc. Mehmet Yolcu), İstanbul 1997.
San’anî, Muhammed İsmail el-San’anî, Sübülü’s-selâm Şerhu Bulûği’l-merâm min edilleti’l-ahkâm, I-IV, 4. bs., Beyrut 1960.
Semerkandî, Ebü’l-Leys semerkandî, Tefsîru’l-Kur’ân (sdl. Mehmet Karadeniz), I-VI, 1. bs., İstanbul 1993.
Seyyid Sâbık, Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-sünne, I-III, 1. bs., Beyrut 1977.
Seyyid Kutub, Seyyid Kutup, Fî Zılâli’l-Kur’ân (trc. M. Emin Saraç ve dğr.), I-XVI, İstanbul 1972.
Sezen, Yümni , Hayatın Mânâsı, İstanbul 1984.
Sicistânî, Ebû Bekr Muhammed es-Sicistânî, Tehzîbu’s-Sicistânî fî garîbi’l-Kur’ân, Kâhire 1951 ve Mısır 1342.
Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celâlüddin Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Süyûtî, Kitabu’l-İtkân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Mısır 1279.
Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celâlüddin Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, Beyrut 1993.
Şâtıbî, Ebû İshâk eş-Şâtıbî, el-Muvafakât fî usûlü’ş-şerî’a (thk. Abdullah Draz), I-IV, Mısır ts.
Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Neylu’l-evtâr Şerhu Munteka’l-ehbur, I-VIII, Mısır 1961.
Tatlısu, Ali Osman , Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi, 3. bs., Ankara 1963.
Taberî, Ebû Câfer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, I-XXX, Beyrut 1323.
Tâc, Abdurrahman Tâc, Ramazan Orucu (trc. Ali Aslan Aydın), İstanbul 1976.
Teftazânî, Sa’duddin Mes’ûd b. Ömer et-Teftazânî, Şerhu’l-Âkâidi’n-Nesefiyye (thk. Adnan Derviş), Beyrut 1411.
Tebrîzî, Ebû Abdillah Veliyyüddin Muhammed b. Abdullah et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, Kâhire 1309.
Tirmizî (Mollamehmedoğlu), Muhammed b. İsa, Sünen-i Tirmizî (trc. Osman Zeki Mollamehmedoğlu), I-VI, İstanbul 1971.
Udeh, Abdulkâdir Udeh, İslâm’da Cezâ Hukûku ve Beşerî Hukuk (trc. Akif Nuri), I-IV, İstanbul 1976.
Ukberî, Ebü’l-Bekâ Abdullah b. Hüseyn b. Abdillah el-Ukberî, İmlâu mâ menne bihi’r-Rahmân, 1. bs., Beyrut 1979.
Vâhidî, Ebü’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Vâhidî en-Nisabûrî, Esbâbü’n-nüzûl, Beyrut 1975.
Yaşar, Hüseyin , Kur’an’da Anlamı Kapalı Âyetler, İstanbul 1997.
Yavuz, Ali Fikri , Kur’ân-ı Kerîm ve İzahlı Meâli, İstanbul 1967.
Yıldırım (Celal), Celal , Ahkâmü’l-Kur’ân ve İhtilâfu’l-Eimme: Kur’ân Ahkâmı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, I-II, İstanbul 1971.
Yıldırım (Suat), Suat , Peygamberimiz’in Kur’ân Tefsîri, İstanbul 1983.
Zebîdî, Zeynüddin Ahmed ez-Zebîdî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercümesi (trc. Ahmed Naîm ve Kâmil Mîras), I-XII, İstanbul 1928.
Zehebî (Kebâir), Şemsüddîn Muhammed b. Hüseyn ez-Zehebî, Kitabu’l-Kebâir, Beyrut 1355.
Zehebî (Hurâfe), Kur’ân-ı Kerîm Tefsirlerinde Hurâfe ve Bid’atler (trc. Nurettin Demir), İstanbul 1984.
Zeydan, Abdülkerim Zeydan, İslâm Hukukuna Giriş (trc. Ali Şafak), İstanbul 1976.
Zuhaylî (Fıkh), Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhû, I-XI, Şam 1984.
Zuhaylî (Tefsîr), Vehbe ez-Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-Vecîz alâ hâmişi’l-Kur’âni’l-azîm, Şam 1992.
NOT: Meal esnasında çok müracaat edilmesi dolayısıyla Celâleyn, Çantay, Beydâvî, Davudoğlu, Özek ve Sadak adlarının geçtiği yerlerde cilt ve sayfa gösterilmemiştir. Adı geçen kaynakların dipnotta geçtiği yerlerde ilgili âyete bakılmalıdır.
Zor,oyunu bozar.
Aç köpek fırın yıkar.
Ad(at)binenin kılıç kuşananın.
Ağır taş,köşe taşı olur.
Demir,tavında gömülür.
Dünya Atasözleri.
Dost kara günde belli olur.
Ecel geldimi baş ağrısı bahane olur.
Gözlenen göze diken batar.
Evdeki hesab,çarşıya uymaz.
Acele işe şeytan karışır.
Dünya Atasözleri.
Zarsrın neresinden dönsen kardır.
Kelin tırnağı olsa,kendi kelini kaşır.
Hastaya çorba sorulmaz.
Ölüm hak,miras helal.
Ne ekersen onu biçersin.
Dünya Atasözleri.sy.374,375.
Zararlı ot çabuk büyür.
Zarar,en akılsızın bile gözünü açar.
Zanaatım neyse,marifetim de odur.
Alışkanlık demirden bir gömlektir.
İnsanlar ve eşekler kulağından tutulmalı.
Dünya Atasözleri.sy.470.
Balık baştan kokar.
Bal,bal demekle ,ağız tatlı olmaz.
Bal olan yerden sinek eksik olmaz.
Hakikat sabık olanın değil sadık olanındır.
Çocuklar yeryüzünün canlı çiçekleridir.
Dünya Atasözleri ve Şifa tefsiri.
Anne babanın günahını çocuklar çeker.
Arayan bulur.
Bezgin halk,azgın deniz gibidir.
Başa gelen çekilir.
Başaranın arkadaşı çok olur.
Başlangıç,tümün yarısıdır.
Bir el ötekini yıkar.
Dünya Atasözleri.
Çivi çiviyi söker.
Cezasız eğitim olmaz.
Bir tek insan her şeyi göremez.
Cehenneme giden yolda yürümek çok kolaydır.
Deve dize gelmezse üstüne yük vurulmaz.
Dünya Atasözleri.
Dil,kılıçtan daha etkili bir silahtır.
Dilin kemiği yoktur,ama kemik kırar.
Eğitim,aklın asma yaprağıdır.
Dirlik-düzenlik içinde kuru ekmek yemek,kavga ederek balık yemekten iyidir.
Bir işin geç olması,hiç olmamasından iyidir.
Dünya Atasözleri.
Her şeyde aşırılık bir kusurdur.
Her şey gelip geçicidir.
İyi kaptan fırtınada belli olur.
ite ot ,ata et verilmez.
iktidar,iktidara düşkün olmayana verilmeli.
Dünya Atasözleri.
Hak yenir,ama hazmedilmez.
En iyi akıl hocası zamandır.
En büyük özveri,zamandan yapılan özveridir.
Kısa konuşma,çok hikmet içerir.
Para her kapıyı açar ama kilitleyemez.
Dünya Atasözleri.
Yaşlılar,iki kez çocuktur.
yoksulluk kavgayı getirir.
Yurdun dumanı,yabanın atrşinden iyidir.
Tok ekmek der,aç ekmekçik.
Korku mantıktan daha güçlüdür.
Dünya Atasözleri.
Resulullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular:
"Konuştuğu zaman doğru söyleyen,hüküm verdiği zaman adil olan ve (kendisinden) merhamet istendiği zaman mehametli olan idareciden (kıyamet günü) daha üstün derecede kimse yoktur."
Kenzü'l ummal.
Fazilet Takvimi.2018.
İhlasla yapılan iş çoğalır.
Sen doğru dur,eğri belasını bulur.
Bilgi güce tabi olursa niza, güç bilgiye tabi olursa nizam ortaya çıkar.
365 İzahlı Özlü Söz.sy.111,113.
Söz hakikatın gölgesidir.
Ölümü sıkça an, geçimle daraldıysan ferahlatır,bolluk içindeysen daraltır.
Bazen adem-i nimet,nimettir.
365 İzahlı Özlü Söz.Dedi ki.sy.21,22.
Hak'tan gayrısı söze değmez,
Hak ise uludur, söze gelmez.
(Sözün bir kıymeti varsa bu Hak iledir.Her söz O'nu anlattığı O'na vesile olduğu ve O'nu haber verdiği ölçüde kıymetlidir..)
365 İzahlı Söz Dedi ki sy.129.
Hamd Allah c.c. ın hakkını teslim etmek,şükür ise bize verilenin hakkını teslim etmektir.
Her mana bir surettir.
Allah c.c.tan gelen azı çok bilmek, hakiki istiğnanın zuhurundan korkmak gerek.
(Kul Rabbine karşı sürekli bir muhtaçlık halinde bulunmalıdır.Dünyevi makamı,statüsü ya da konumu ne olursa olsun hiç kimse bu muhtaçlık halinden azade değildir..)
365 İzahlı Özlü söz Dedi ki sy.123.
Ya Musa, şu üç şeyden kork:
1. Benden kork.
2.Nefsinden kork.
3.Ve Ben den korkmayandan kork (yani bunlara karşı uyanık ol.)
Fütuhat-ı Mekkiyye'den
Öğütler Pınarı.sy.374.
Fikrin meyvesi marifet,tadı amel,lezzeti ihlastır.
Aklı nefsinin peşinden gidene şaşılır,çünkü nefis aklın emrindedir.
Garik-i kadim olmadan tarik-i cedit bulunmaz..
Güzel ahlak,kimseye konuşurken,otururken yabancılık çektirmemrktir.
365 İzahlı özlü söz Dedi ki sy.98,99.
İrfan yolu ibret yolu ile açılır.
Yitirmeyen bulamaz.
ilim olarak Allah c.c.korkusu,cehalet olarak kibir yeter.
Mahluk ancak kendi gibisine yol bulabilir.
366 İzahlı Özlü Söz Dedi ki sy.96,97.
Rükuda azimken secdede ala oluyor,sen alçaldıkça O yükseliyor.
Halinin karışıklığına delil,karışık kimselerle düşüp kalkmandır.
Arifin süsü haşyet ve heybettir.
Bütün yaratılmışlar delil,kainat tümden dildir.
365 İzahlı Özlü Söz sy.94,95.
55. (Resûlüm!) Allah, sizden iman edip de sâlih amel işleyenlere vaadetti ki: Kendilerinden öncekileri[18] (kâfirlerin yerine) hükümran kıldığı gibi, elbette onları da (dinlerini ve kitaplarını tahrif edenlerin yerine) yeryüzünde hükümran yapacak (devlet-hilâfet verecek), onlar için beğendiği dinlerini (İslâm’ı) mutlaka kendileri için iktidar yapıp sağlam temellere oturtacak ve korkularının ardından onları kesinlikle tam bir güvene erdirecektir.[19] (Çünkü onlar) hiçbir şeyi bana ortak koşmadan kulluk ederler. Artık kim bundan sonra nankörlük ederse işte onlar, yoldan çıkan (fâsık)ların ta kendileridir. [krş. 8/26; 14/14; 21/105
Kur'an ı Kerim
Nur Suresi 55.ayet.
İsrailoğulları nı Mısır ve Şam da hükümran kıdığı gibi.
Bu ayeti kerime Allah c.c. ın dinini hakim kılmak kılmak hususunda müslümanlara güven vermekte ve onlara kötülüğün ve inkarcılığın yaygınlaşması durumunda ümitsizliğe düşmemelerini bildirmektedir.
Feyzü'l Furkan sy.356.
Mesala,yapılan araştırmaya göre,güçlü bir dini inanca sahip olan kişiler,dini inancı zayıf olanlara göre ölümden daha az korku duymaktadırlar.(Florian, 1984,289-304)
Davranış Bilimleri.sy.543.
İlim bildiğin değil yararlanabildğindir.
Cihat maddi engeli, içtihat zihni engeli,mücahede nefis engelini ortadan kaldırmak içindir.
365 İzahlı Özlü Söz sy.48,49.
Nefisle mücadele düşmanla mücadeleden zordur,çünkü hangi düşmanı kendi elinle beslersin ki?
Gam ve kaderin asıl kaynağı günahlardır.
Şeref akılladır.
Asalrt dinledir.
şahsiyet ahlakladır.
işin aslı anlamak değil bulmaktır.
Niyetini billurlaştıranın yolu açılır.
365 İzahlı Özlü Söz.Dedi ki.
Nefsinin her yenilgisi ruhunun bir zaferidir.
Gönül akan ırmak kalp onun yatağıdır.
Nimeti gark etmek şükürdür.
Kalb Ona agah ,göz amadır.
Göz nereye bakarsa gönül oraya akar.
Gönül nereye akarsa ayak oraya koşar.
Arkadaşta aranacak dört haslet;sadakat,iyi ve doğru niyet,basiret ve sabırdır.
365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki.
Devasız hastalığna sabreden birisini gördü,"çok şükür ki bir musibete müptelayım, masiyete değil" diyordu.
Dedi ki.sy.60.
Yalanın Ve Yalancının Zemmi
Ey Allah'ın Resulü! dedik, "mü'min korkak olur mu?" "Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!" buyurdular. Biz yine: "Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! buyurdular.
Ravi: Safvan İbnu Süleym
Kaynak: Muvatta, Kelam 19, (2, 990)
Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah nezdinde "yalancılar" arasına kaydedilir.
Ravi: İbnu Mes'ud
Kaynak: Muvatta, Kelam 18, 2,(990)
Resulullah bururdular ki: "Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona."
Ravi: Behz İbnu Hakim an ebbihi an ceddihi
Kaynak: Ebu Davud, Edeb 88, (4990); Tirmizi, Zühd 10, (2316)
Bir kadın gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Benim bir kumam var. Ona karşı (yalan söyleyerek) kocamın vermediği şeyle karnımı doyurmuş göstersem bana bir mahzur getirir mi?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Verilmeyenle karnını doyurmuş gösterip övünen, tıpkı, iki alan elbisesini giyen gibidir" cevabını verdi.
Ravi: Esma
Kaynak: Buhari, Nikah 106; Müslim, Libas 127, (2130); Ebu Davud, Edeb 91, (4997)
Bir gün, Resulullah (sav), evimizde otururken, annem beni çağırdı ve: "Hele bir gel sana ne vereceğim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam anneme: "Çocuğa ne vermek istemişim?" diye sordu. "Ona bir hurma vermek istemiştim" deyince, Aleyhissalatu vesselam: "Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak!" buyurdular.
Ravi: Abdullah İbnu Amir
Kaynak: Ebu Davud, Edeb 88, (4991)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ümmetimin sonunda yalancı deccaller olacak. Onlar, ne sizin ne de atalarınızın hiç işitmediği şeyleri anlatacaklar. Onlardan sakinin!"
Ravi: Ebu Hureyre
Kaynak: Müslim, Mukaddime 6, (6)
Şeytan insan suretinde temessül eder ve bir cemaate gelerek onlara yalan şeyler söyler. Bir müddet sonra cemaattakiler dağılırlar. Onlardan biri: "Bir adam dinledim, yüzünü de tanırım ama ismini bilmiyorum. Şöyle şöyle söylemişti" diyerek (onun yalanını bilmeden tekrar eder)."
Ravi: İbnu Mes'ud
Kaynak: Müslim, Mukaddime (7. hadisin arkasında)
Dilin Afetleri
Resulullah (sa)'dan anlatıyor: "Ademoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: "Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız" derler."
Ravi: Ebu Saidi'l-Hudri
Kaynak: Tirmizi, Zühd 61, (2409)
Ey Allah'ın Resulü dedim, "uyacağım bir amel tavsiye et bana!" Şu cevabı verdi: "Rabbim Allah'tır de, sonra doğru ol!" "Ey Allah'ın Resulü" dedim tekrar, "Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?" Eliyle dilini tutup sonra: "İşte şu!" buyurdu.
Ravi: Sufyan İbnu Abdillah
Kaynak: Tirmizi, Zuhd 61, (2412)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun." [Tirmizi'nin İbnu Ömer (ra)'den yaptığı diğer bir rivayette, Resulullah: "Kim susarsa kurtulur" buyurmuştur.]
Ravi: Ebu Hureyre
Kaynak: Tirmizi, Kıyamet 51, (2502)
Ali İbnu'l-Huseyn, Ebu Hureyre (ra)'den naklediyor: "Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kişinin malayani şeyleri terki İslam'ının güzelliğinden ileri gelir."
Ravi: Ali İbnu'l-Huseyn
Kaynak: Tirmizi, Zühd 11, (2318, 2319); Muvatta, Husnu'l-Hulk 3, (2, 903)
Bir adam ölmüştü, diğer biri, Resulullah (sa)'ın işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: "Cennet mübarek olsun!" Resulullah (sa) sordu: "Nereden biliyorsun? Belki de o malayani konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti!"
Ravi: Enes
Kaynak: Tirmizi, Zuhd 11, (2217)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kul (bazan), Allah'ın rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah onun sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazan) Allah'ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah, o sebeple onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar."
Ravi: Ebu Hureyre
Kaynak: Buhari, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, (2988); Muvatta, 4, (985); Tirmizi, Zühd 10, (2315)
Hz. Ebu Bekr (ra), Zeyneb adında Ahmesli bir kadının yanına girmişti. Onun için hiç konuşmadığını gördü: "Nesi var, niye konuşmuyor?" diye sordu. Oradakiler: "Hiç konuşmadan hacc yapıyor!" dediler. Hz. Ebu Bekr kadına: "Konuş. Zira bu yaptığın helal değil, bu cahiliye işidir" dedi. Kadın da konuşmaya başladı. Önce: "Sen kimsin?" diye sordu. Hz. Ebu Bekir: "Muhacirlerden biriyim!" dedi. "Hangi muhacirlerdensin?" "Kureyş'ten." "Kureyş'ten kimlerdensin." "Oo! Sen çok soru sordun! Ben Ebu Bekr'im." "Allah'ın cahiliyeden sonra bize lütfettiği bu güzel din üzerine ne kadar baki kalacağız?" "İmamlarınız müstakim (doğru yolda) olduğu müddetçe bakisiniz." "İmamlar ne demek?" "Kavmindeki reisler ve eşraflar var ya, halka emrederler, halk da onlara itaat eder?" "Evet!" "İşte onlar imamlardır."
Ravi: Kays İbnu Ebi Hazım
Kaynak: Buhari, Menakıbu-l Ensar 26
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Münafığa "efendi" demeyin. Zira eğer o, seyyid olursa Allah'ı kızdırırsınız."
Ravi: Büreyre
Kaynak: Ebu Davud, Edeb 83, (4977)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Ademoğlunun, emr-i bi'l-ma'ruf veya nehy-i ani'l-münker veya Allah Teala hazretlerine zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir."
Ravi: Ümmü Habibe
Kaynak: Tirmizi, Zühd 63, (2414)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri, insanlardan, sığırların dilleriyle toplamaları gibi, dilleriyle toplayan belagat sahiplerine buğzeder."
Ravi: İbnu Amr İbni'l As
Kaynak: Tirmizi, Edeb 82, (2857)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kim, insanların kalbini çelmek için kelamın kullanılışını öğrenirse, Allah kıyamet günü, ondan ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez!"
Ravi: Ebu Hureyre
Kaynak: Ebu Davud, Edeb 94, (5006)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kelamda ileri gidenler helak oldular! Kelamda ileri gidenler helak oldular! Kelamda ileri gidenler helak oldular!"
Ravi: İbnu Mesud
Kaynak: Müslim, İlm 7, (2670); Ebu Davud, Sünnet 6, (4609)
Meşrık cihetinden iki adam geldi ve bir hitabede bulundular. Onların beyanlarındaki güzellik herkesin hoşuna gitti. Bunun üzerine Resulullah (sa): "Beyanda mutlaka bir sihir var!" buyurdular.
Ravi: İbnu Ömer
Kaynak: Buhari, Tıbb 51; Muvatta, Kelam 7, (2, 986); Ebu Davud, Edeb 94, (5007); Tirmizi, Birr 81, (2029)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Ben, haklı bile olsa münakaşayı terkeden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terkedene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlakı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum."
Ravi: Ebu Ümame
Kaynak: Ebu Davud, Edeb 7, (4800)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Sana günah olarak, husumeti devam ettirmen yeterlidir (çünkü bu, gıybete kapı açar)."
Ravi: İbnu Abbas
Kaynak: Tirmizi, Birr 58, (1995)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Sizden kimse: "Ramazan'ın tamamında (namaza) kalktım, tamamında orucumu tuttum" demesin." [Hadisi Ebu Bekre'den rivayet eden Hasan Basri der ki): "Bilemiyorum, Aleyhissalatu vesselam bu sözüyle kişinin nefsini tezkiye etmiş olmasını mı mekruh addetti veya "uyumak da lazım yatmak da" mı de(mek iste)di?"]
Ravi: Ebu Bekre
Kaynak: Ebu Davud, Savm 47, (2415); Nesai, Sıyam 6, (4, 130)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Sakın biriniz: "Nefsim pis oldu!" demesin, aksine: "Nefsim kötü oldu" desin."
Ravi: Sehl İbnu Hanif
Kaynak: Buhari, Edeb 100; Müslim, Elfaz 17, (2251); Ebu Davud, Edeb 84, (4978)
İmam Malik'e Yahya İbnu Said'den ulaştığına göre "Hz. İsa yolda bir domuza rastlar. Ona: "Selametle yoldan çekil!" der. Yanında bulunanlar: "Bunu şu domuz için mi söylüyorsun.?" diye sorarlar. (O ise domuz kelimesini diliyle telaffuz etmekten çekindiğini ifade eder ve): "Ben, dilimin çirkin şeyi söylemeye alışmasından korkuyorum!" cevabını verir."
Ravi:
Kaynak: Muvatta, Kelam 4, (2, 985)
Resulullah (sa) bir adamdan kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit: "Falan niye böyle söylemiş?" demezdi. Fakat: "İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?" derdi.
Ravi: Aişe
Kaynak: Ebu Davud, Edeb 6, (4788)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Allah'ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah'ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah'a en uzak olanı kalbi katı olanlardır."
Ravi: İbnu Ömer
Kaynak: Tirmizi, Zühd 62, (2413)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Ümmetimde dört şey vardır, cahiliye işlerindendir, bunları terketmeyeceklerdir: 1-Haseble iftihar, 2-Nesebi sebebiyle insanlara ta'n, 3-Yıldızlardan yağmur bekleme, 4-(Ölenin ardından) matem!" Resulullah sözlerine şöyle devam etti: "Matemci kadın, şayet tevbe etmeden ölecek olursa, kıyamet günü üzerinde katrandan bir elbise, uyuzlu bir gömlek olduğu halde (kabrinden) kaldırılır."
Ravi: Ebu Malik el-Eş'ari
Kaynak: Müslim, Cenaiz 9, (934)
Bir adam, Resulullah (sa)'ın huzuruna girmek için izin istemişti. Aleyhissalatu vesselam: "Bir aşiretin kardeşi ne kötü!" buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince: "Ey Allah'ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı mültefit oldun, iyi davrandın" dedim. Şu cevabı verdi: "Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah Teala hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendini terkettiği kimsedir."
Ravi: Aişe
Kaynak: Buhari, Edeb 38, 48; Müslim, Birr 73, (2591); Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 4, (2, 903, 904); Ebu Davud, Ede
Resulullah (sa)'ın yanında bir adam bir hitabede bulundu ve dedi ki: "Kim Allah ve Resulü'ne itaat ederse doğru yolu bulmuştur, kim de o ikisine isyan ederse doğru yoldan sapmıştır." Resulullah (sa): "Sen ne kötü hatipsin. Şöyle söyle: "...Kim Allah ve Resulüne isyan ederse..." buyurdular.
Ravi: İbnu Hatim
Kaynak: Müslim, Cum'a 48, (870); Ebu Davud, Edeb 85, (4981), Salat 229, (1099); Nesai, Nikah 40, (6, 90)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Allah'ın istediği ve falanın istediği" demeyin, lakin şöyle deyin: "Allah'ın istediği , sonra da falanın istediği."
Ravi: Huzeyfe
Kaynak: Ebu Davud, Edeb 84, (4980)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Bir kimsenin "İnsanlar helak oldu!" dediğini duyarsanız, bilin ki o, kendisi, herkesten çok helak olandır."
Ravi: Ebu Hureyre
Kaynak: Müslim, Birr 139, (2623); Muvatta, Kelam 2, (2, 989); Ebu Davud, Edeb 85, (4983)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı aleni işleyenler hariç. Kişinin geceleyin işlediği kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: "Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!" der. Böylece o, geceleyin Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah'ın örtüsünü açar. İşte bu, günah, aleni işlemenin bir çeşididir."
Ravi: Ebu Hureyre
Kaynak: Buhari, Edeb 60; Müslim, Zühd 52, (2990)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Halka kıssa (mevize, nasihat) anlatma işini emir veya (emirin tayin edeceği) memur veya tekebbür sahibi yapar."
Ravi: Avf İbn Malik
Kaynak: Ebu Davud, İlm 13, (3665)
56. Namazı dosdoğru/gereğine uygun kılın, zekâtı verin ve Peygamber’e itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.[20]
57. Sakın ha, o inkâr edenlerin, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakan (kimse)ler olduklarını zannetme! Onların varacağı yer ateştir. O ne kötü bir dönüş yeridir!
Kur'an ı Kerim
Nur suresi 56,57.
Peygamber'e s.a.v.gerçek itaat,onun emirlerini tutmak,yasaklarından kaçınmak ve sünnetlerini yerine getirmekle mümkündür.
Feyzü'l Furkan sy.356.
İlmin Kaldırılması
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah ilmi [verdikten sonra], insanların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemayı kabzetmek suretiyle alır. Ulema kabzedilir, öyle ki, tek bir alim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalalete atarlar."
Ravi: İbnu Amr İbni'l-As
Kaynak: Buhari, İlm 34, İ'tisam 7; Müslim, İlm 13, (2573); Tirmizi, İlm 5, (2654)
Resulullah (sav) ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: "Şu anlar, ilmin insanlardan kapıp kaçırıldığı anlardır. Öyle ki, bu hususta insanlar hiçbir şeye muktedir olamazlar!" buyurdular. Ziyad İbnu Lebid el-Ensari araya girip: "Bizler Kur'an'ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl kapıp kaçırılır? Vallahi biz onun hem okuyacağız, hem de çocuklarımıza, kadınlarımıza okutacağız!" dedi. Resulullah da: "Anasız kalasın, ey Ziyad, ben seni Medine fakihlerinden sayıyordum. (Bak) işte Tevrat ve İncil, yahudilerin ve nasranilerin elinde, onların ne işine yarıyor (sanki onunla amel mi ediyorlar)?" buyurdu. Cübeyr der ki: "Ubade İbnu's-Samit (ra)'e rastladım. "Kardeşin Ebu'd-Derda ne söyledi, işittin mi?" dedim. Ve ona, Ebu'd'Derda'nın söylediğini haber verdim. Bana: "Ebu'd-Derda doğru söylemiş, dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim: İnsanlardan kaldırılacak olan ilk ilim huşudur. Büyük bir camiye girip huşu üzere olan tek şahsı göremeyeceğin vakit yakındır!" dedi.
Ravi: Ebu'd-Derda
Kaynak: Tirmizi, İlm 5, (2655)
Nakledildiğine göre, (Medine valisi) Ebu Bekr İbnu Hazm'a şöyle yazmıştır: "Bak, Resulullah (sav)'ın hadisinden ne varsa yaz. Zira ben, ilmin kaybolmasından ve ülemanın gitmesinden korkuyorum. Resulullah (sav)'ın hadisinden başka bir şey kabul etme. Alimler ilmi yaysınlar, ilim için (herkese açık yerlerde) halkalar teşkil etsinler, ta ki bilmeyenler de böylece öğrensin. Zira ilim, gizli kalmazsa helak olmaz."
Ravi: Ömer İbnu Abdilaziz
Kaynak: Buhari, İlm 34
Alimlerin Fazileti
Resulullah (sav)'a biri abid diğeri alim iki kişiden bahsedilmişti. "Alimin Abide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" buyurdu.
Ravi: Ebu Ümame
Kaynak: Tirmizi, İlm 19, (2686)
Yine Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "...Aleyhissalatu vesselam sonra buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri, melekleri, semavat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunun"
Ravi:
Kaynak: Tirmizi, İlm 19
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Tek bir fakih, şeytana bin abidden daha yamandır."
Ravi: İbnu Abbas
Kaynak: Tirmizi, İlm 19, (2083)
Resulullah (sav)'a Allah indinde en efdal insanın kim olduğu sorulmuştu: "Allah indinde en kıymetlileri en muttaki olanlardır!" buyurdular. "Biz bunu sormadık!" demeleri üzerine: "Öyleyse o, Halilullah'ın oğlu, Nebiyyullah'ın oğlu Nebiyyullah'ın oğlu Yusuftur" buyurmuştu. Yine itirazla: "Hayır, bunu da sormadık" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Siz bana Arap hanedanlarından mı soruyorsunuz" dedi. "Evet (Ey Allah'ın Resulü!)" dediler. "Onların cahiliye dönemindeki hayırlıları, fıkıh öğrendikleri takdirde, İslam'da da en hayırlılarıdır!" cevabını verdi.
Ravi: Ebu Hüreyre
Kaynak: Buhari, Enbiya 8, 14, 19, Menakıb 1, 25, Tefsir, Yusuf 1; Müslim, Fezail 168, (2378)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Dinde fakih (bilgili) olan kimse ne iyi kimsedir! Kendisine muhtaç olununca faydalı olur, Kendisine ihtiyaç olmayınca ilmini artırır." [Rezin tahric etmiştir.]
Ravi: Ali
Kaynak: Rezin
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim, benden sonra öldürülmüş olan bir sünnetimi ihya ederse beni seviyor demektir. Beni seven de benimle beraberdir." [Rezin tahric etmiştir]
Ravi: Ali
Kaynak: Rezin
Resulullah (sav)'ın şöyle dediğini işittim: "Kim bir ilim öğrenmek için bir yola süluk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semavat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar alim için istiğfar ederler. Alimin abid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Alimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir."
Ravi: Ebu'd-Derda
Kaynak: Ebu Davud, İlm 1, (3641); Tirmizi, İlm 19, (2683); İbnu Mace, Mukaddime 17, (223)
İlme Teşvik
Hz. Muaviye (ra)'yi işittim demişti ki: "Resulullah (sav)'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah kimin için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar."
Ravi: Humeyd İbnu Abdirrahman
Kaynak: Buhari, Farzu'l-Humus 7, İlm 13, İ'tisam 10; Müslim, İmaret 98, (1038), Zekat 98.100, (1038); Tirmiz
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır."
Ravi: Enes
Kaynak: Tirmizi, İlm 2, (2649); İbnu Mace, Mukaddime 17, (227)
Aleyhissalatu vesselam: "Kim ilim taleb ederse, bu işi, geçmişteki günahlarına kefaret olur" buyurmuştur.
Ravi: Sahbere
Kaynak: Tirmizi, İlm 2, (2650)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Zancılardan önce, ilim öğrenin, yani zanlarıyla konuşanlardan önce." [Rezin tahric etmiştir. Buhari de bunu bir bab başlığında muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir. (Feraiz 2).]
Ravi: Ukbe İbnu Amir
Kaynak: Rezin
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Feraizi ve Kur'an'ı öğrenin ve halka da öğretin, zira benim ruhum kabzedilecek (ve ben aranızdan gideceğim)." (İbnu Mes'ud (ra)'dan aynı ma'nada bir rivayet yapılmıştır. Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Feraizi bilmeyen alimin misali, baş kısmı olmayan bürnus gibidir.")
Ravi: Ebu Hüreyre
Kaynak: Tirmizi, Feraiz 2, (2092)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayacak."
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayacak."
Ravi: Ebu Said
Kaynak: Tirmizi, İlm 19, (2687)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hikmetli söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya ehaktır."
Ravi: Ebu Hüreyre
Kaynak: Tirmizi, İlm 19, (2688)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İlim üçtür. Bunlardan fazlası fazilettir. Muhkem ayet, kaim sünnet, adil taksim."
Ravi: İbnu Amr İbni'l-As
Kaynak: Ebu Davud, Feraiz 1, (2285); İbnu Mace, Mukaddime 8, (54)
Resulullah (sav) mescidde otururken üç kişi çıktı geldi, ikisi Resulullah (sav)'a, yönelerek önünde durdular. Bunlardan biri, bir aralık bularak hemen oraya oturdu. Diğeri de onun gerisine oturdu. Üçüncü kimse ise, geri dönüp gitti. Resulullah (sav) (dersinden) boşalınca buyurdular: "Size üç kişiden haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah'a iltica etti. Allah da onu himayesine aldı. Diğeri istihyada bulundu, Allah da onun istihyasını kabul etti. Üçüncüsü ise geri döndü, Allah da ondan yüz çevirdi."
Ravi: Ebu Vakid el'Leysi
Kaynak: Buhari, İlm 8, Salat 84; Müslim, Selam 26, (2176); Muvatta, Selam 4, (2, 960, 961); Tirmizi, İsti'za
Sıdk (Doğruluk) Hakkında
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sidk insanı birr'e (Allah'ı razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde siddik (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalanda kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir."
Ravi: İbnu Mes'ud
Kaynak: Buhari, Edeb 69; Müslim, Birr 102, 103, (2606, 2607); Muvatta, Kelam 16, (2, 989); Ebu Davud, Edeb 8
Hasan İbnu Ali (ra)'ye: "Resulullah (sav)'dan ne ezberledin?"diye sordum. Şu cevabı verdi: "Aleyhissalatu vesselamdan "Sana şüphe veren şeyi terket, emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zira sidk (doğruluk) kalbin itminanıdır, yalan şüphedir."
Ravi: Ebi'l-Cevzai
Kaynak: Tirmizi, Kıyamet 61, (2520); Nesai, Eşribe 50, (8, 327, 328)
Nasihat Ve Meşveret Hakkında
Resulullah (sa): "Din nasihatten (hayırhahlıktan) ibarettir!" demişti. Biz sorduk: "Ey Allah'ın Resulü! Kimin için hayırhah olmaktır?" "Allah için, Allah'ın kitabı için. Resulü için ve Müslümanların imamları ve hepsi için!" buyurdular.
Ravi: Temimu'd-Dari
Kaynak: Müslim, İman 95, (55); Ebu Davud, Edeb 67, (4944); Nesai, Bey'at 31, (7, 156)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Kime ilme müstenid olmayan bir fetva verilmişse, bunun günahı ona fetva verene aittir. Kim, bir kardeşine, gerçeğin başka olduğunu bile hile, farklı bir irşadda bulunursa ona ihanet etmiş olur."
Ravi: Ebu Hureyre
Kaynak: Ebu Davud, İlm 8, (3657)
Resulullah (sa) buyurdular ki: 'Müsteşar mü'temendir."
Ravi: Ümmü Seleme ve Ebu Hureyre
Kaynak: Tirmizi, Edeb 57, (2823, 2824), Zühd 39, (2370); Ebu Davud, Edeb 123, (5128); İbnu Mace, Edeb 37, (3
İmamlar Kureyş'tendir
Resulullah (sav) buyurdu ki: "İnsanlar hayırda da şerde de Kureyş'e tabidir."
Ravi: Cabir
Kaynak: Müslim, İmaret 3, (1819)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İnsanlar bu işte Kureyş'e tabidirler. Müslümanları Müslüman olanlarına, kafirleri kafir olanlarına tabidirler, insanlar madenler gibidir. Cahiliyede hayırlı olanlar fıkhı öğrenirlerse İslam'da da hayırlıdırlar. Bu işe en çok nefret edenleri insanların en hayırlısı bulacaksın. Onlar (rızaları hilafına) içine düşmedikçe buna talib olmazlar"
Ravi: Ebu Hüreyre
Kaynak: Buhari, Menakib 1; Müslim, İmaret 2, (1818)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bu iş (emirlik) insanlardan iki kişi baki kaldıkça Kureyş'te olmaya devam edecektir."
Ravi: İbnu Ömer
Kaynak: Buhari, Menakıb 2, Ahkam 2, Enbiya 1; Müslim, İmaret 4, (1820)
Resulullah (sav) buyurdu ki: "Hilafet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir." Said İbnu Cumhan dedi ki: "Sonral ilave etti: "Hz. Ebü Bekir (ra)'in hilafetine Hz. Ömer'in hilafetini, Hz.Osman'ın hilafetine Hz. Ali'nin hilafetini (ra) ekle (parmaklarınla say) bak!" dedi. Bunları (sayınca hakikaten) otuz yıl bulduk." Sefine'ye: "Emeviler, hilafetin kendilerinde (devam ettiğini) zannederler denmişti, şu cevabı verdi: "Beni'z-Zerka yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü krallar."
Ravi: Sefine
Kaynak: Ebu Davud, Sünnet 9 (4648, 4647); Tirmizi, Fiten, 48 (2227)
Resulullah (sav) buyurdular ki: Bu din, hepsi Kureyş'ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır." Resullullah (sav)'a soruldu: "Sonra ne olacak?" "Sonra herc (fitne ve kargaşa) gelecek!" diye cevap verdi." (Buhari, Müslim ve Tirmizi, hadisin "Kureyşten" kelimesine kadar kısmını, Ebu Davud da tamamını tahric etmiştir.)
Ravi: Cabir İbnu Semüre
Kaynak: Buhari, Ahkam 51; Müslim, İmaret 5-9 (1821); Tirmizi, Fiten 46, (2224); Ebu Davud Medhi 1, (4279), 4
İmamlığı Ve Emriliği Sahih Olanlar
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İki halifeye birden biat edildi mi, onlardan ikincisini öldürüverin."
Ravi: Ebu Said
Kaynak: Müslim, İmaret 61, (l852)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Siz bir kişinin etrafında birlik halinde iken, bir başkası gelip, kuvvetinizi kırmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu öldürüverin."
Ravi: Arface İbnu Şureyh
Kaynak: Müslim, İmaret 60, (1852)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Beni İsrail'i peygamberler (as) idare ediyorlardı. Bir peygamber ölünce onun yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yok. Ama ardımdan halifeler gelecek ve çok olacaklar. Orada bulunanlar: "(Onlar hakkında) bize ne emredersiniz?" diye sordular. "Önceki biatınıza sadakat gösterin. Onlara haklarını verin. Onlar üzerindeki haklarınızı (eda etmedikleri taktirde, kendilerinden değil) Allah'tan isteyin. Zira Allah Teala, idareleri altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır" buyurdu.
Ravi: Ebu Hüreyre
Kaynak: Buhari, Enbiya 50; Müslim, İmaret 44, (1842)
Resulullah (sav), İbnu Ümmi Mektum'u, iki defa kendi yerine Medine'de halef bıraktı.
Ravi: Enes
Kaynak: Ebu Davud, Haraç 3, (2931)
Resulullah (sav)'dan işitmiş olduğum bir kelimenin Cemel Vak'ası sırasında Allah'ın izni ile faydasını gördüm. Şöyle ki bir ara, neredeyse ashab-ı Cemel'e katılarak onların yanında yer alıp savaşmaya karar vermiştim. Hemen, Resulullah (sav)'ın, "İranlıların başına Kisra'nın kızı kraliçe oldu" diye haber geldiği zaman (söylemiş olduğu sözü hatırladım ve onlara katılmaktan vazgeçtim. O zaman Efendimiz: "İşlerini kadına tevdi eden bir kavm felah bulmayacaktır" demiş idi. (Tirmizi'de şu ziyade gelmiştir: "Hz. Aişe Basra'ya geldiği zaman bunu hatırladım. Bu söz sayesinde Allah beni muhafaza etti")
Ravi: Ebu Bekre
Kaynak: Buhari, Fiten 17, Megazi 82; Tirmizi, Fiten 75, (2263); Nesai, Kudat 8 (8, 227)
İmam Ve Emirin Vazifeleri
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz. İmam çobandır ve sürüsünden mes'uldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mes'uldür. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden mes'uldür. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve sürüsünden mes'uldür." İbnu Ömer der ki: "Bunları Resulullah (sav)'tan işitmiştim. Zannediyorum ki şöyle de demişti: "Kişi babasının malında çobandır, o da sürüsünden mes'uldür."
Ravi: İbnu Ömer
Kaynak: Buhari, Ahkam 1, Cum'a 11, İstikraz 20, Itk 17, 19, Vesaya 9, Nikah 81, 90; Müslim, İmaret 20, (1829
Hz. Muaviye (ra)'nin yanına girmiştim. Bana: "Ey Ebu fülan, seni hangi rüzgar attı?" diyerek (ziyaretimden memnuniyeti izhar etti). Ben de: "Resulullah (sav)'tan işitmiş olduğum şu hadisi, (size hatırlatmayı düşündüm)" dedim: "Allah kime Müslümanların işlerinden birşeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarına, isteklerine, darlıklarına perde olur (giderirse), kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarına perde olur (giderir)." Ravi der ki: "Bunun üzerine Hz. Muaviye (ra) insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere bir adam tayin etti."
Ravi: İbnu Meryem el-Ezdi
Kaynak: Tirmizi, Ahkam 6, (1332,1333); Ebu Davud, Haraç 13, (2948)
Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: "Adil olanlar, kıyamet günü, Allah'ın yanında, nurdan minberler üzerine Rahmanın sağ cihetinde olmak üzere yerlerini alırlar. -Allah'ın her iki eli de sağdır- Onlar hükümlerinde, aileleri ile velayeti altında bulunanlar hakkında hep adaleti gözetenlerdir."
Ravi: Abdullah İbnu Amr İbni'l-As
Kaynak: Müslim, İmaret 18, (1827); Nesai, Adab 1, (8, 221)
Hasan el-Basri Ma'kıl İbnu Yesar (ra)'dan naklediyor: "Resulullah (sav)'ı işittim, demişti ki: "Allah bir kimseyi başkaları üzerine çoban yapmış, o da idaresi altındakilere hile yapmış olarak ölmüş ise, Allah ona cennetini kesinlikle haram eder." (Müslim'in Hasan Basri'den kaydettiği diğer bir rivayet şöyledir: "Aiz İbnu Amr (ra), Resulullah (sav)'ın Ashab-ı Güzin'inden biri idi. Ubeydillah İbnu Ziyad'ın yanına girdi ve hemen ona: "Ey oğulcuğum, ben Resulullah (sav)'ın: "Çobanların en kötüsü hutame denen merhametsiz deve sürücüsüdür, sakın onlardan olma" dediğini işittim" dedi. Ubeydullah: "Otur, sen muhakkak ki Resulullah (sav)'ın ashabının kepeğindensin" deyince: "Onların kepeği var mıydı? Kepek onlardan sonra ve onların dışındakiler arasında zuhur etti" diye cevap verdi.")
Ravi: Hasan el-Basri
Kaynak: Buhari, Ahkam 8; Müslim, İman 227, (142), İmaret 21, (142
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bir işe me'mur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hiyanettir (gulül), kıyamet günü onu getirecektir." Bunun üzerine, Ensar'dan bir zat kalkarak: "Ey Allah'ın Resulü! Vazifeyi benden geri al!" dedi. Hz. Peygamber (sav): "Sana ne oldu?" diye sordu: "Senin (az önce şunu şunu) söylediğini işittim ya!" deyince Hz. Peygamber (sav): "Ben onu şu anda tekrar ediyorum: "Kimi memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize getirsin. Ondan kendisine ne verilirse alır, ne yasaklanırsa onu terkeder."
Ravi: Adiyy İbnu Amire el-Kindi
Kaynak: Müslim, İmaret 30, (1833)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kıyamet günü, insanların Allah'a en sevgili ve mekan olarak en yakın olanı, adil imamdır. Kıyamet günü, insanların Allah'a en menfuru O'ndan mekan olarak en uzak olanı da zalim sultandır."
Ravi: Ebu Said
Kaynak: Tirmizi, Ahkam 4, (1329)
Emir Olmanın Kötülüğü
Resulullah (sav) omuzuma vurdu ve: "Ey Kudeym (Mikdamcık)! Emir, katip, arif olmadan ölürsen kurtuluşa erdin demektir!" dedi.
Ravi: Mikdam İbnu Ma'dikerib
Kaynak: Ebu Davud, Harac 5, (2933)
Ey Allah'ın Resulü! dedim, "beni memur ta'yin etmez misin?" Bu sözüm üzerine, elini omuzuma vurdu ve sonra da: "Ey Ebu Zerr, sen zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. (Hakkını veremediğin taktirde) kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hakederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o hariç" buyurdu. (Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Ey Ebu Zerr, ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine amir olma, yetim malına da velilik yapma." Yine Ebu Davud'un bir diğer rivayeti [Haraç 5, (2934)] şöyle: "Resulullah (sav) buyurdu ki: "Ariflik haktır, halka ariflik gereklidir, ancak arifler ateştedir.")
Ravi: Ebu Zerr
Kaynak: Müslim, İmaret 17, (1826); Ebu Davud, Vesaya 4, (2868); Nesai, Vesaya 10, (6, 255)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ey Abdurrahman! Emirlik isteme. Eğer senin talebin üzerine sana emirlik verilirse, istediğin şeyin sorumluluğu sana yüklenir. Eğer sen talibi olmadan sana emirlik verilirse, o işte yardım görürsün. Bir iş için yemin eder, sonra da aksini yapmakta hayır görürsen, daha hayırlı gördüğün ne ise onu yap, ettiğin yemin için de kefarette bulun."
Ravi: Abdurrahman İbnu Semüre
Kaynak: Buhari, Ahkam 5, 6, Eyman 1; Müslim, İmaret 19, (1652); Ebu Davud, Haraç 2, (2929); Tirmizi, Nüzur 5
Yanımda amcamın evlatlarından iki kişi daha olduğu halde Resulullah (sav)'ın huzuruna girdim. Yanımdakilerden biri: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın sana tevdi ettiği işlerden bazıları üzerine bizi emir tayin et" dedi. Diğeri de aynı talepde bulundu. Resulullah (sav)'ın onlara cevabı şu oldu: "Biz, Allah'a kasem olsun, bu işe, onu taleb eden veya ona hırs gösteren hiç kimseyi tayin etmeyiz!"
Ravi: Ebu Musa
Kaynak: Buhari, Ahkam 7, 12, İcare 8, İstitabe 2; Müslim, İmaret 7, (1733); Ebu Davud, Haraç 2, (2930); Nesa
İmam Ve Emire İtaatin Vacib Oluşu
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Dinleyin ve itaat edin! Hatta, üstünüze, başı kuru üzüm danesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa, aranızda Kitabullah'ı tatbik ettikçe... (itaatten ayrılmayın)."
Ravi: Enes
Kaynak: Buhari, Ahkam 4, Ezan 54,56
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmiş ise, mutlaka Allah'a isyan etmiştir. Kim emire itaat ederse mutlaka bana itaat etmiş olur. Kim de emire isyan ederse mutlaka bana isyan etmiş olur."
Ravi: Ebu Hüreyre
Kaynak: Buhari, Ahkam 1, Cihad 109; Müslim, İmaret 33, (1853); Nesai, Bey'at 27, (7, 154)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, masiyet (Allah'a isyan) emredilmişse o hariç, eğer masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat de yok."
Ravi: İbnu Ömer
Kaynak: Buhari, Ahkam 4, Cihad 108; Müslim, İmaret 38, (1839); Tirmizi, Cihad 29, (1708); Ebu Davud, Cihad 8
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Size emirlerinizin en hayırlıları kimlerdir, en şerirleri kimlerdir haber vereyim mi? Onların en hayırlıları sizlerin sevgisine mazhar olanlar sizleri sevenlerdir; lehlerinde hayırla dua edersiniz, onlar da size hayır dua ederler. Ümeranızın şerirleri de sizin buğzettiklerinizdir, onlar da size buğzederler, siz onlara lanet edersiniz, onlar da size lanet ederler."
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Size emirlerinizin en hayırlıları kimlerdir, en şerirleri kimlerdir haber vereyim mi? Onların en hayırlıları sizlerin sevgisine mazhar olanlar sizleri sevenlerdir; lehlerinde hayırla dua edersiniz, onlar da size hayır dua ederler. Ümeranızın şerirleri de sizin buğzettiklerinizdir, onlar da size buğzederler, siz onlara lanet edersiniz, onlar da size lanet ederler."
Ravi: Ömer
Kaynak: Tirmizi, Fiten 77, (2265)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim itaatten çıkar, cematten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü'min olanlarına hürmet tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim."
Ravi: Ebu Hüreyre
Kaynak: Buhari, Ahkam 4; Müslim, İmaret 53, (1848); Nesai, Tahrim 28, (7, 123); İbnu Mace, Fiten 7, (3948)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim Allah'ın yeryüzündeki sultanını alçaltırsa, Allah da onu alçaltır."
İmamların Ve Emirlerin Yardımcıları
Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: "Allah bir emir için hayır diledi mi ona doğru sözlü bir vezir nasib eder. Bu, ona unutunca hatırlatır, hatırladığı zaman da yardım eder. Allah emire hayır dilemezse, kötü bir vezir musallat eder. Bu vezir, ona unuttuğunu hatırlatmaz, hatırlayınca da yardımcı olmaz."
Ravi: Aişe
Kaynak: Ebu Davud, Harac 4, (2932); Nesai, Bey'at 33, (7,159)
Ebu Said ve Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah bir peygamber gönderdiği veya onun yerine bir halife getirdiği zaman mutlaka onun iki tane de yakını olmuştur: Biri marufu emretmiş ve ona teşvik etmiş, diğeri de şerri emretmiş ve şerre teşvik etmiştir. Masum (yani kötülükten korunmuş) olan, Allah'ın koruduğu kimsedir.
Ravi: Ebu Hüreyre
Kaynak: Buhari, Ahkam 42; Nesai, Bey'at 32, (7,158)
Resulullah (sav) bana şunu söyledi: "Ey Ka'b İbnu Ucre, seni, benden sonra gelecek ümeraya karşı Allah'a sığındırırım. Kim onların kapılarına gider ve onları, yalanlarında tasdik eder, zulümlerinde onlara yardımcı olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim; ahirette havz-ı kevserin başında yanıma da gelemez. Kim onların kapısına gitmez, yalanlarında onları tasdik etmez, zulümlerinde yardımcı olmazsa o bendendir, ben de ondanım; o kimse havzın başında yanıma gelecektir. Ey Ka'b İbnu Ucre! Namaz burhandır. Oruç sağlam bir kalkandır. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi. Ey Kab İbnu Ucre! Haramla biten bir ete mutlaka ateş gerekir."
Ravi: Kab İbnu Ucre
Kaynak: Tirmizi, Salat 433, (614); Nesai, Bey'at 35, 36, (7, 160)
Kesir İbnu Mürre, Amr İbnu'l-Esved ve el-Mikdam (ra) dediler ki: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Emir, halka karşı suizanna düşerse halkı ifsad eder."
Ravi: Cübeyr İbnu Nüfeyr
Kaynak: Ebu Davud, Edeb 44, (4989)
Hulefa-i Raşidin Ve Onların Seçimleri
Hz. Ali (ra), Resulullah (sav)'ı rahmet-i Rahman'a kavuşturan hastalığı sırasında yanından dışarı çıktı. (Dışarıda bekleyen) halk: "Ey Ebu'l-Hasan, Resulullah (sav) ne durumda?" diye sodular. "Allah'a hamdolsun iyileşti!" dedi. Hz. Abbas (ra) elinden tuttu. Ve: "Üç gün sonra [Resulullah (sav) ölecek, sen bir başkasına] me'mur olacaksın. Ben, vallahi Resulullah (sav)'ın bu hastalığından (kurtulamayıp) vefat edeceğini görüyorum. Zira ben, Abdulmuttaliboğullarının ölüm sırasında aldığı şekli biliyorum. Gel Resulullah (sav)'a gidip bu "iş" (hilafet) kimde kalacak onu soralım. Bizde kalacaksa (şimdiden) bilmiş oluruz. Bizden başkasına kalacaksa kendisiyle konuşuruz, bizi (ona) tavsiye eder" dedi. Ali (ra): "Eğer, biz onu sorsak bunun üzerine (hilafeti) bize yasaklasa, halk ondan sonra onu asla bize vermez. Vallahi ben böyle bir şey soramam!" dedi.
Ravi: İbnu Abbas
Kaynak: Buhari, İstizan 29, Meğazi 83
Bir kadın, Resulullah (sav)'a gelerek bir hususta kendisiyle konuştu. Resulullah (sav), (kendisine) tekrar gelmesini emretti. Bunun üzerine kadın: "Ya seni bulamazsam!" dedi. Kadın ( bu sözüyle) sanki ölümü kasdetmişti, Resulullah (sav): "Eğer beni bulamazsan, Ebu Bekir'e uğra!" diye cevap verdi."
Ravi: Cübeyr İbnu Mut'im
Kaynak: Buhari, Ahkam 57, Fedailu Ashabı n-Nebi 5, İ'tisam 24; Müslim, Fedailu's-Sahabe 10, (2386); Tirmizi,
Resulullah (sav) vefat ettiği zaman, babam Ebu Bekir (ra), (Mescid-i Nebi'den bir mil kadar uzaklıkta olan) Sunh nam mevkide idi -ki Aliye (denen Medine'nin yüksek kısmını ki burası Hazrec'e mensup Beni'l-Harise'nin menzillerinin bulunduğru mevki)yi kasdetmektedir- Hz.Ömer (ra) kalkıp: "Vallahi Resulullah (sav) vefat etmedi. Allah mutlaka onu geri gönderecektir, o da (münafık) kimselerin ellerini ve ayaklarını kesecek..." diyordu. Derken Hz. Ebu Bekir (ra) geldi. Resulullah (sav)'ın yüzünü açtı ve öptü. "Annem babam sana feda olsun. Sağlığında hoştun, ölümünde de hoşsun! Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Allah sana ebediyyen iki ölüm tattırmayacak!" dedi. Sonra dışarı çıkıp: "(Hz. Ömer'i kasdeterek): "Ey (Peygamber ölmedi diye) yemin eden kişi, ağır ol!" dedi. Hz. Ebu Bekir konuşmaya başlayınca Hz. Ömer (ra) oturdu. Hz. Ebu Bekir Allah'a hamd ü sena ettikten sonra: "Haberiniz olsun! Kim Muhammed'e tapıyor idiyse bilsin ki artık Muhammed ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyor idiyse o da bilsin ki Allah hayydır, ölümsüzdür!" dedi ve şu ayeti okudu: "Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler" (Zümer 30). Şu Ayeti de okudu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah, şürkedenlerin mükafatını verecektir." (Al-i İmran 144). Bu açıklama üzerine halk boğuk boğuk ağlamaya başladı. Ensar (ra), Beni Saide yurdunda,
ürkedenlerin mükafatını verecektir." (Al-i İmran 144). Bu açıklama üzerine halk boğuk boğuk ağlamaya başladı. Ensar (ra), Beni Saide yurdunda, Sa'd İbnu Ubade'nin etrafında toplandı. (Muhacir de oraya geldi. Ensariler): "Bizden bir emir, sizden de bir emir!" dediler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebu Ubeyde (ra) de oraya geldiler. Hz. Ömer konuşmaya başladı ise de Hz. Ebu Bekir onu susturdu. Hz. Ömer (bilahere) şöyle diyordu: "Vallahi, ben konuşmayı şu sebeple arzu etmiştim: (Zihnimde) hoşuma giden sözler hazırlamış, Ebu Bekir bunlara ulaşamaz (onun hatırından bunlar geçmeyebilir) diye endişe etmiştim. Ama, yemin olsun, Ebu Bekir öyle bir konuştu ki, vallahi içimde hazırlamış olduğum güzel sözlerin hepsine isabet etti, (benim aklıma gelmeyen daha da güzelini) beliğ şekilde ifade etti. Onun sözleri arasında şu da vardı: "(Ey Ensar) biz (Kureyşli)ler emirleriz, sizler de vezirlersiniz!" Bu söz üzerine Hubab İbnu'l-Münzir ayağa kalktı ve: "Hayır vallahi bunu yapmayız. Bizden bir emir, sizden de bir emir olacak!" dedi. Hz. Ebu Bekir (ra): "Hayır! Olmaz bu. Bizler emirleriz, sizler de vezirlersiniz" dedi. Rezin şunu ilave etti: "Hz. Ebu Bekir devamla şunu söyledi: "Bu "iş (hilafet), şu Kureyş cemaati için meşru tanınacaktır. Onlar, yer itibarıyla Arapların ortasındadır, şerefçe de (eskiden beri) en gözdeleridir. Öyleyse, Ömer'e veya Ebu Ubeydeye biat edin!" Hz. Ömer atılarak: "Bilakis, biz sana biat ediyoruz. Sen bizim efendimizsin, en hayırlımızsın, üstelik Resulullah (sav)'a da en sevgili olanımızsın!" dedi ve Hz. Ebu Bekir (ra)'in elinden tutup ona biat etti. Hz. Ömer (ra)'i müteakip halk da ona biat etti. Bunun üzerine biri: "Sa'd İbnu Ubade'yi katlettiniz!" diye bağırdı. Hz. Ömer (ra) öfkeyle: "Allah onu katletsin!" dedi. Hz. Aişe (ra) devamla der ki: "Bu her iki konuşmada geçen sözleri de Allah faideli kıldı. Nitekim Hz. Ömer'in konuşması halkı korkuttu. Aralarında nifak vardı, onun konuşmasıyla Cenab-ı Hakk nifakı bertaraf etti. Hz. Ebu Bekir (ra) de halkın nazarını Allah'a çevirip, üzerinde oldukları hakkı (islam'ı) öğretti. Oradan şu ayeti okuyarak ayrıldılar. (Mealen): "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafaatını verecektir" (Al-i İmran 144). [(İbnu Deybe diyor ki:) "Derim ki: "Rezin şunu ilave etti" sözü, et-Tecrid'de ve Tecrid'in aslında mevcuttur. Bu ziyade aynısıyla Sahih-i Buhari'de mevcuttur. Allahu a'lem."]
Ravi: Aişe
Kaynak: Buhari, Fedailu'l-Ashab 5, Cenaiz 3, Megazi 83; Nesai, Cenaiz 11, (4, 11)
Ben, Muhacirler'den bir çoğundan Kur'an öğreniyordum. Abdurrahman İbnu Avf, onlardan biri idi. (Ben Mina'da onun menzilinde iken, o da, Hz. Ömer'in son defa yapmış olduğu haccda onun yanında idi. Abdurrahman yanıma dönüşte:) "Bugün Hz. Ömer'in yanına gelen bir adamı keşke sen de görseydin. Dedi ki: "Ey mü'minlerin emiri, bir adam görsen ki sana; "Keşke Ömer ölmüş olsa da falancaya (Bezzarın rivayetinde Talha İbnu Ubeydillah'a) biat etsem. Vallahi Hz. Ebu Bekir (ra)'in biati çabucak oldu bitti" dese ne dersin?" dedi. Hz. Ömer bu söze (daha önce hiç görmediğim kadar) öfkelendi ve: "İnşaallah bu akşam halka hitab edip, (ahd ve müşaverede olmaksızın) idareyi gasbetmek isteyen bu heriflere karşı onları uyaracağım" dedi. Abdurrahman ilaveten dedi ki: "(Bunun üzerine) Hz. Ömer'e: "Ey mü'minlerin emiri," dedim, "böyle bir şey yapma. Zira hacc mevsiminde insanların cühela ve serseri takımı biraraya gelir. Konuşmak üzere halkın içinde doğrulduğun zaman bunlar ola ki, etrafında ekseriyeti teşkil ederler. Korkum şu ki, siz kalkar birşeyler söylersiniz, o cahillerin her biri bir başka şey anlar, esas ifade etmek istediğiniz maksad tamamen kaybolur. Şu halde acele etmeyin, Medine'ye varın. Orası daru'l-hicret ve sünnettir (hicretin yapıldığı, sünnetin yaşandığı mahaldir). Orada fıkıh uleması ve insanların eşrafıyla başbaşa kalır, dilediğinizi rahatça söylersiniz. Alimler sözlerinizi eksiksiz öğrenirler ve maksadınız ne ise onu anlarlar." (Bu sözüm üzerine) Hz. Ömer (ra): "Pekala, vallahi inşaallah Medine'ye vardığımda ilk fırsatta bu toplantıyı aktedeceğim!" dedi. İbnu Abbas (ra) devamla dedi ki: "Zilhicce'nin sonlarında Medine'ye geldik. Cuma günü öğle olur olmaz camiye gitmede acele ettim." Rezin şu ilavede bulundu: "Öğle sıcağında çıktım." Sonra önceki hadisi anlatmaya (İbnu Abbas) devam etti ve dedi ki; "(Camiye gelince) Said İbnu Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl (ra)'i minberin köşesinde oturmuş buldum. Dizim dizine değecek şekilde yanına oturdum. (Sağıma soluma bakmaya) başlamadan Ömer İbnu'l-Hattab (yerinden minbere doğru) çıktı. Onun gelmekte olduğunu görünce yanımdaki Said İbnu Zeyd İbni Amr İbni Küfeyle: "Bu öğle, Ömer, halife olduğu günden beri hiç yapmadığı bir konuşma yapacak" dedim. Zeyd, söylediğimi hoş karşılamadı ve: "Daha önce konuşmadığı şeyi konuşması ne mümkün!" deyip beni reddetti. Hz. Ömer (ra) minbere oturdu. Müezzin ezanını tamamlayınca, doğruldu. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve senada bulundu. Sonra şunları söyledi: "Emma ba'd. Ben şimdi sizlere, Cenab-ı Hakk'ın söylememi takdir buyuracağı bir konuşma yapacağım. Bilemiyorum, belki de ecelim yakındır, (bu son hutbem olur). Kim bu sözlerimi anlar ve hafızasına alabilirse bineğinin götürdüğü her yerde
yık olduğu hamd ve senada bulundu. Sonra şunları söyledi: "Emma ba'd. Ben şimdi sizlere, Cenab-ı Hakk'ın söylememi takdir buyuracağı bir konuşma yapacağım. Bilemiyorum, belki de ecelim yakındır, (bu son hutbem olur). Kim bu sözlerimi anlar ve hafızasına alabilirse bineğinin götürdüğü her yerde nakletsin. Kim de anlamış olmaktan korkarsa, hiç kimseye hakkımda yalan söylemesin! Helal etmiyorum. Allah celle şanuhu, Muhammed (sav)'i hakla gönderdi, kendisine kitap indirdi. Allah'ın indirdikleri meyanında recm ayeti de vardı. Biz onu okuduk, anladık ve ezberledik. Resulullah (sav) recm cezası verdi. O'ndan sonra da bizler verdik. Şahsen aradan fazla zaman geçince, bazılarının çıkıp: "Allah'ın kitabında biz recm ayeti bulamıyoruz" diyerek Allah'ın indirmiş olduğu bir farzı terkedip sapıtmalarından korkuyorum. Recm, Allah'ın kitabında muhsan, yani baliğ, akil, sahih bir evlilikle evlenmiş ve gerdek yapmış olduğu halde zina eden kadın ve erkeklere -isbatlayıcı beyyine veya hamilelik, veya itiraf olduğu takdirde" uygulanması gereken bir haktır." Zina haddiyle ilgili babta zikri geçmiş olan İbnu Abbas hadisi (1589 numaralı hadis) gibi zikrettikten sonra dedi ki: "...Ve dahi bana ulaştı ki, birileri şöyle demiş: "Ömer ölünce, (herkesle istişare, biat aramaksızın) falancaya biat edeceğim." Sakın ha! Hiç kimseyi, "Hz. Ebu Bekir'in seçimi de oldu bittiye geldi. (Biz de onun seçilme tarzına uygun olarak birini seçebiliriz)" gibi sözler aldatmasın. Haberiniz olsun, -evet onun seçimi çabuk olmuştur bu doğru- ancak, Allah (umumiyetle çabuk yapılan işlerde bilahere karşılaşılan) şerlerden (bu ümmeti) korumuştur. Sizden hiç kimseye, Hz. Ebu Bekir (ra)'e yapıldığı şekilde (alaka gösterilerek) boyunlar koparcasına nazarlar çevrilip baş uzatılmaz. Öyle ise, Müslümanların istişare ve te'yidi tahakkuk etmeksizin kim bir başkasına biat ederse bilsin ki, ne biat edene, ne de edilene itibar edilmeyecektir. Böyle bir biat akdi, edeni de edileni de ölüme maruz bırakacaktır. (Hz, Ebu Bekir'e yapılan biat böyle kıt düşüncelilerin zannettiği gibi değildir, iç yüzünü anlatayım:) Resulullah (sav)'in ruhunu Cenab-ı Hakk kabzettiği vakit, haberimiz oldu ki, Ensar büyük bir grup halinde bizden ayrı olarak Beni Saide sakifinde toplanmışlar. Ali, Zübeyr ve bunlarla birlikte (Abbas gibi diğer) bazıları bizden ayrılarak (cenazeyle meşgul olmak üzere) geride kaldılar. Muhacirler de Hz. Ebu Bekir (ra)'in etrafında toplandılar. Hz. Ebu Bekir'e: "Ey Ebu Bekir, haydi şu Ensari kardeşlerimizin yanlarına gidelim!" dedim. Onlara (bir an önce yetişmek üzere) yürüdük. Yakınlarına varınca, onlardan iki salih zatla karşılaştık, Kavmin (Sa'd İbnu Ubade'yi halife seçme hususundaki) kararlarını zikrettiler, sonra da: "Ey Muhacirler cemaati nereye gidiyorsunuz?" diye sordular. Biz: "Şu Ensari kardeşlerimize gidiyoruz!" dedik. "Hayır, onlara yaklaşmayın, hükümlerim versinler" dediler. Ben: "Vallahi onlara gideceğiz" dedim ve yürüdük. Onları Beni Saide sakifinde bulduk. Ortalarında üzeri örtülü birisi vardı. "Bu da kim?" dedim. Sa'd İbnu Ubade'dir!" dediler. Ben: "Nesi var?" diye sordum. "Titriyor!" dediler. Biraz oturmuştu ki, hatipleri şehadet getirerek söze başladı. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve senayı ifade ettikten sonra ş
rdum. "Titriyor!" dediler. Biraz oturmuştu ki, hatipleri şehadet getirerek söze başladı. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve senayı ifade ettikten sonra şu konuşmayı yaptı: "Emma ba'd! Biz Allah'ın ensarı ve İslam'ın ordusuyuz. Siz ey Muhacirler, asıl kavminden kopup gelmiş (içimizde) az bir grupsunuz!" (Anladık ki) bunlar, aslen müstehak olduğumuz fonksiyonumuzdan bizi koparmak, emirlikten uzak tutmak istiyorlardı. Hatip sözlerini tamamlayınca konuşmak arzu ettim. Bu esnada, içimden söyleyecek güzel sözler hazırlamıştım, bunlar hoşuma da gitmişti. Bunları Ebu Bekir (ra)'in huzurunda söylemek istiyordum. Ben bazan onun hiddetini yatıştırıyordum. Konuşmak istediğim sırada Ebu Bekir: "Acele etme!" dedi. Onu öfkelendirmek istemedim (ve konuşmaktan vazgeçtim). Ebu Bekir (ra) konuştu. O aslında benden daha çok hilme sahip , daha vakur idi. Allah'a yeminle söylüyorum, içimde hazırladığım bütün güzel sözleri eksiksiz aynı güzellikte ve hatta daha da güzel bir biçimde bu konuşması esnasında söyledi. Demişti ki: "Hakkınızda söylediğiniz hayır (ve fazilet ne varsa) hepsine layıksınız. Ancak bu (emirlik) işi, Kureyş kabilesine (meşru) tanınır. Onlar, neseb yönüyle de, yurt yönüyle de Arab'ın ortasında yer alır. Ben sizin için şu iki şahıstan birini uygun buldum, bunlardan hangisini isterseniz ona biat edin!" Böyle deyip "benim ve Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah'ın- ellerimizden tuttu. Ebu Bekir, ikimizin arasında oturuyordu. Onun (ikimizi imamlığa teklif eden cümlesinden başka) bütün söyledikleri hoşuma gitti. Vallahi, Ebu Bekir'in bulunduğu bir kavmin başına emir seçilmektense, ortaya çıkarılıp boynunum vurulmasını gerektirecek bir günah işlemek bana daha sevgili gelirdi. Ancak, nefsimin bana ölüm anında hoş gösterdiği şeyi şimdi bulamıyorum. Derken Ensar'ın (Hubab İbnu'l-Münzir adındaki) bir sözcüsü: "Beni (hasta hayvanların kaşınarak rahatladıkları) kaşınma çubukcağızı, yaslandığı dikme ile ayakta duran hurma fidancığı kabul edin (ve fikrimi dinleyin. Diyorum ki): "Sizden bir emir, bizden de bir emir olsun, ey Kureyş cemaati!" dedi. Bunun üzerine her kafadan bir söz çıkmaya başladı, gürültü çoğaldı. Öyle ki ihtilaf çıkacak diye korktum. Hz. Ebu Bekir'e: "Ey Ebu Bekr, uzat elini!" dedim. Elini uzattı, ben ona biat ettim. Muhacirler de biat ettiler. Sonra da Ensar biat etti. Sa'd İbnu Ubade (ra)'nin üzerine atıldık. Derken onlardan biri: "Sa'd İbnu Ubade'yi öldürdünüz!" demez mi? Ben de: "Sa'd İbnu Ubade'yi Allah öldürsün!" dedim. Hz. Ömer (ra) der ki: "Vallahi biz, Hz. Peygamber (sav)'ın defni sırasında, Hz. Ebu Bekir'in seçiminden daha ehemmiyetli bir şey düşünemedik. Biat gerçekleşmeden halkı terketmemiz halinde, oradan ayrılınca, arkamızdan kendilerinden birini halife seçiverecekler diye korktuk. Böyle bir durumda ya bize de razı olmaya olmaya biat edecek veya muhalefet edecek ikisi de fesad olacaktı. Bilesiniz, Müslümanlarla istişare etmeden kim bir başkasına biat ederse, ne biat edene, ne de kendisine biat edilene itibar edilmez, ikisinin de öldürülmesinden korkulur. [Müslim'de hadis muhtasar olarak kaydedilmiştir.]
Ravi: İbnu Abbas
Kaynak: Buhari, Muharibin 30, 31, İ'tisam 16, Mezalim 19, Menakıbu'l-Ensar 46, Megazi 11; Müslim, Hudud 15,
Hz. Fatıma ve Hz. Abbas (ra), Hz. Ebu Bekir (ra)'e uğrayıp, Resulullah (sav)'tan kendilerine kalan mirası sordular. Hz. Ebu Bekir (ra) onlara: "Resulullah (sav)'ın: "Bize kimse varis olamaz, bıraktıklarımız hep sadakadır. Ancak Al-i Muhammed bu maldan (ihtiyacı kadarını) yer" dediğini işittim. Allah'a yemin olsun Resulullah (sav)'ın yaptığını gördüğüm bir şeyi terketmem, mutlaka onu yaparım. Ben O'nun emrinden bir şey terkedecek olsam sapıtmaktan korkarım!" dedi. Bunun üzerine Hz. Fatıma, Hz. Ebu Bekir (ra)'e küstü ve altı ay sonra ölünceye kadar onunla konuşmadı. Hz. Ali, onu geceleyin defnetti. Ölümünü Hz. Ebu Bekir (ra)'e haber vermedi. Hz. Ali, Fatıma (ra) sağken halk nazarında ayrı bir makama, izzete sahipti. Hz. Fatıma vefat edince, halkın alakası ondan kesildi. Bir adam Zühri (ra)'ye: Ali, (Hz. Ebu Bekir'e) altı ay biat etmedi mi?" diye sordu. "Hayır, vallahi hayır, Beni Haşim'den hiç kimse geri kalmadı. Ali (ra), insanların nazarlarının kendinden çevrildiğini görünce Hz. Ebu Bekir (ra)'le musalahaya mecbur kaldı. Ona haber salarak: "Yanında kimse olmadan, yalnız olarak bize gel!" dedi. kendisine Hz. Ömer'in gelmesini istemiyordu, çünkü ondaki şiddet ve hiddet halini biliyordu. Hz. Ömer (ra): "Onlara tek başıa gitme!" dedi. Hz. Ebu Bekir (ra): ""Vallahi tek başıma gideceğim. Bana ne yapabilirler ki?" dedi ve Ebu Bekir (ra) onlara gitti. Hz. Ali (ra)'nin yanına girdi. Beni Haşim, yanında toplanmışlar idi. (Hz. Ebu Bekir'i görünce) kalktı. Allah'a hamd-ü senada bulundu. Sonra şunu söyledi: "Emma ba'd! Ey Ebu Bekir, bizim sana biat etmemize mani olan şey senin faziletini inkarımız değildir, sana karşı bir rekabet düşüncemiz de yok. Ancak, biz, bu "iş"te bizim de bir hakkımız olduğuna inanıyorduk. Bize karşı müstebit davrandınız!" Sonra Resulullah (sav)'a olan yakınlığını zikretti. Ali bunları zikrettikçe Hz. Ebu Bekir (ra) ağlamaktan kendini alamıyordu. Hz. Ebu Bekir (ra) şehadet getirdi, Allah Teala'ya hamdetti, senada bulundu. Sonra şunları söyledi: "Emma ba'd! Allah'a kasem olsun, şurası muhakkak ki, Resulullah (sav)'ın akrabaları bana, kendi akrabalarımdan daha yakın, daha sevgili. Ve ben, yeminle söylüyorum, benimle sizin aranızda olan bu mal meselesinde haktan ve hayırdan hiç ayrılmış değilim. Zira, ben Resulullah (sav)'dan şunu işittim: "Bize kimse varis olamaz, bıraktığımız sadakadır. Al-i Muhammedi bu maldan yer." Vallahi ben, Resulullah (sav)'ın yaptığını gördüğüm bir işi terketmem, Allah'ın izniyle mutlaka yaparım" dedi. Hz. Ali (ra): "Biat için öğleden sonra buluşalım" dedi. Ebu Bekir (ra) öğleyi kılınca, cemaate yönelip Hz. Ali (ra)'nin (biati geciktirmedeki) beyan ettiği özürleri halka anlattı. Sonra da Hz. Ali (ra) kalkıp, Hz. Ebu Bekir (ra)'in hakkını tazim buyurdu, faziletlerini, İslam'a sebkat eden hizmetlerini zikretti. Sonra Ebu Bekir (ra)'e yaklaşıp biat etti. Halk, Hz. Ali (ra)'nin etrafını sarıp:"isabet ettin, çok iyi bir davranışta bulundun" diyerek takdir ettiler. Hz, Ali (ra) bu ma'ruf işe döndüğü zaman halk (tekrar) kendisine yakınlık (ve alaka) gösterdi." [Metin Müslim'dendir. Hadis Buhari'de muhtasardır.]
Ravi: Aişe
Kaynak: Buhari, Fedailu'l-Ashab 12; Müslim, Cihad 53, (1759)
Hz. Aişe (ra) bir gün hastalanmış: "Vay başım, (ölüyorum)!" demişti. Hz. Peygamber (sav) (şaka olsun diye): "Keşke bu ben sağken olsa, sana istiğfar eder, dua ediveririm!" dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe (ra) birden parladı: "Vay başıma gelen. Vallahi görüyorum ki ölmemi istiyorsun. Ben öleceğim, sen de akşama zevcelerinden biriyle başbaşa kalacakın ha!" dedi. Resulullah (sav) (sözü değiştirerek) dedi ki: "Bilakis ben ölüyorum, vay başım! Ebu Bekir'e ve oğluna birini gönderip (benden sonra hilafet hususunda "ben daha layığım" iddia veya temennisinde bulunacaklara karşı) yerime geçeceği tesbit etmek istemiştim. Sonradan (kendi kendime: "Böyle bir iddiayı Ebu Bekir dışında kim yaparsa) Allah kabul etmez, mü'minler de reddederler" dedim (ve vasiyet yapmaktan vazgeçtim)."
Ravi: Kasım İbnu Muhammedi
Kaynak: Buhari, Ahkam 51, Merda 16; Müslim, Fedailu's-Sahabe 11, (2387)
Hz. Ebu Bekir (ra), ölüm anı yaklaşınca (muhtazar olunca), Hz. Ömer'i çağırttı ve: "Ey Ömer, ben Resulullah (sav)'ın ashabı üzerine seni halife seçiyorum. Mizanı ağır olan, hakka uyması sebebiyle kıyamet günü mizanı ağır basacak ve ağırlık kendine olacak kimsedir. Sadece hakkın girdiği mizanın ağır olması da hak olmuştur. Ey Ömer! Mizanı hafif olan da, batıla uyması sebebiyle, kıyamet günü sevabı az ve hafif olan ve bu hafiflikle teraziye girecek olandır, içerisine sadece batıl giren mizanın hafif olması da haktır." Ayrıca, askerlerin komutanlarına da şunu yazdı: "Başınıza Ömer'i seçtim. Kendim için de, Müslümanlar için de hayrı seçtim." Sonra Ebu Bekir (ra) vefat etti ve geceleyin defnedildi. Bilahere Hz.Ömer (ra), ayağa kalkıp hamd-ü sena ettikten sonra şunları söyledi: "Ey insanlar, ben size, hiç bilmediğiniz bir şeyi kendimden uydurup öğretecek değilim. Ben Ömer'im. Size emir olma hususunda hırsım yok. Ancak vefat eden Ebu Bekir (ra) bunu bana vasiyet etti. Bu işi ona Allah'ın ilham ettiğine inanıyorum, imamlığımı, ona ehil olmayan kimseye bırakmam. Fakat onu, Müslümanlara saygı göstermeye gayret edenlere bırakırım, işte böyleleri, Müslümanlara emir olmaya başkalarından daha çok layıktır." [Muvatta'da bulunamamıştır.]
Ravi: Aişe
Kaynak:
Hz. Ömer (ra), cuma günü hutbe verdi. Önce Resulullah (sav)'ı hatırlattı, sonra Hz. Ebu Bekir (ra)'i andı. Sonra da şunları söyledi: "Ben rüyamda bir horoz gördüm, bana üç gaga vurdu. Bunu, ecelim yaklaştı diye yordum. Bazı kimseler, yerime birini seçmemi söylüyorlar. Allah ne dini, ne hilafetini, ne de Resulü (sav) ile gönderdiği şeyi zayi edecek değildir. Eğer ecelim çabucak gelirse hilafet, Resulullah (sav) ölürken kendilerinden razı bulunduğu şu altı kişinin müşaveresi ile belirlenecektir. Ben biliyorum ki, bazıları bu seçime dil uzatacaklardır. Bunlar benim şu elimle İslama kattığım kimselerdir. Eğer bunu yaparlarsa bilin ki, onlar ancak Allah'ın düşmanlarıdır, kafirlerdir, sapıklardır. Sonra sözüne şöyle devam etti: "Ey Rabbim, seni Ensar'ın ümerasına şahid kılıyorum. (Bilin ki) ben onları, adaletli olsunlar ve halka dinlerini, Peygamberlerinin (sav) sünnetini öğretsinler (zekatı) aralarında taksim etsinler, dini meselelerde müşkilatla karşılaşınca bana bildirsinler diye başlarına tayin ettim." Hz. Ömer (ra)'in bu hutbesinden bir cuma geçmişti ki hançerlendi. Yanına girmek için önce Muhacirler'e, sonra Ensar'a, sonra Medineliler'e, sonra Şamlılar'a, sonra Iraklılar'a sırayla izin verdi. Biz, huzura girenlerin sonuncusu idik. Siyah bir bürde ile yarası sarılmış, üzerinden kanlar akıyor vaziyette gördük. "Bize vasiyette bulun!" dedik. Ona bizden başka vasiyet talebinde bulunan olmadı. "Size dedi, Allah'ın Kitabı'nı vasiyet ediyorum. Zira ona uyduğunuz müddetçe asla sapıtmazsınız. Size Muhacirleri de vasiyet ediyorum. Zira insanlar çoğalırken onlar azalıyor. Size Ensar'ı da vasiyet ediyorum. Zira onlar, imanın sığındığı melcedir. Size bedevileri de vasiyet ediyorum. Zira onlar aslınız, dayanağınızdır." Bir rivayette şöyle denmiştir: "...Zira onlar kardeşlerinizdir, düşmanınızın düşmanıdır. Size zımmileri de vasiyet ediyorum, zira onlar Peygamberimiz (sav)'in zimmeti ve ailenizin rızkıdır. Beni terkedin artık." (Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Ömer (ra) hançerlendiği zaman kendisine: "Birini yerinize seçseniz!" denilmişti. Şu cevabı verdi: "Yani işinizi sağken de, ölmüşken de ben mi sırtımda taşıyayım? Mamafih, birisini seçecek olsam (bu caizdir, zira) benden daha hayırlı olan Ebu Bekir seçmiştir. Seçimi terkedecek olsam (bu da caizdir zira) benden daha hayırlı olan Resulullah (sav) da seçimi terketti. Ben istedim ki, bundaki nasibim başa baş olsun, ne lehime ne de aleyhime." Abdullah İbnu Ömer (ra) dedi ki: "(Ömer'in bu sözü üzerine) anladım ki, yerine kimseyi tayin etmeyecektir." Oradakiler: "Allah hayırlı mükafaatlar versin. Sen şu şu hizmetleri yaptın" dediler. O da: "Uman ve korkan" diye cevap verdi.")
Ravi: Ma'dan İbnu Ebi Talha
Kaynak: Buhari, Ahkam 51; Müslim, İmaret 12, (1823); Tirmizi, Fiten 48, (2226); Ebu Davud, Haraç 8, (2939)
Hz. Hafsa (ra)'nın yanına girdim, saçlarından su damlıyordu. Bana: "Babam, yerine halife tayin etmiyormuş biliyor musun?" dedi. Ben: "Tayin etmesi gerekir" dedim. "Etmiyor!" dedi. Abdullah der ki: "Bu hususta babamla konuşmak üzere yemin ettim, sustum ve sabahleyin eve gittim. Ama babamla konuşmadım. Sanki elimde bir dağ taşıyor gibi sıkıntılı idim. Nihayet dönüp babamın huzuruna girdim. Bana halkın durumundan sordu. Haber verdim. Sonra kendisine: "Halkın birşeyler söylediğini işittim. Onu size söylemeye azmettim. Sizin, yerinize halife tayin etmeyeceğinizi zannediyorlar. Halbuki sizin bir deve çobanınız veya koyun çobanınız olsa, sonra sürüyü bırakarak size gelse, siz mutlaka sürünün zayi olacağını bilirsiniz, insanlara nezaretin daha (ehemmiyetli ve) çetin olduğu da malumunuzdur" dedim. Bu sözlerim ona muvafık geldi ve bir müddet başını (yastığa) koydu. Sonra tekrar bana doğru kaldırarak: "Allah dinini, muhafaza edecektir. Ben yerime halife bırakmamış olsam meşrudur, çünkü Resulullah (sav) da yerine kimseyi bırakmamıştır. Şayet bir halife bırakacak olsam o da meşrudur, çünkü Ebu Bekir bırakmıştır" dedi. İbnu Ömer der ki: "Vallahi babam, Resulullah (sav) ile Hz. Ebu Bekir'i anmaktan başka bir şey yapmadı. Anladım ki, Resulullah (sav)'a hiç kimseyi denk tutmayacak ve yerine de kimseyi halife bırakmayacak"
Ravi: İbnu Ömer
Kaynak: Buhari, Ahkam 51; Müslim, İmaret 12, (1823); Tirmizi, Fiten 48, (2226); Ebu Davud, Haraç 8, (2939)
Hz. Ömer hançerlendiği sabah ben ayaktaydım. O'nunla -yani Hz. Ömer'le- benim aramda sadece Abdullah İbnu Abbas (ra) vardı, iki saf arasından geçince, arada durup bakmıştı. Bir boşluk gördü ve "Safları düz tütün" dedi. Saflarda herhangi bir boşluk kalmayınca öne geçip tekbir getirerek namaza başladı, ilk rek'atte cemaat toplanıncaya kadar, muhtemelen Yusuf veya Nahi suresini veya bunlara mümasil bir süre okudu. (Rüküye gitmek üzere) tekbir getirmişti ki, hançerlendiği sırada "Köpek beni öldürdü" veya "...yedi" diye bir ses işittim. el-Ilc (mel'unu), iki ağızlı bir bıçak elinde olduğu halde (kapıya doğru) fırladı, sağında solunda kime rastladı ise hançer sapladı. O gün cemaatten tam on üç kişi yaralamıştı. Bunlardan dokuzu derhal öldü. Bir rivayete göre yedi kişi ölmüştür. Bu durumu gören Müslümanlardan biri, herifin üzerine bir bürnus attı. el-Ilc yakalandığını zannederek bıçağı kendisine saplayıp intihar etti. Hz. Ömer (ra), Abdurrahman İbnu Avf (ra)'ı tutup öne geçirdi. Ömer'in arkasındakiler de benim gördüklerimi gördüler. Mescidin yan tarafındakiler, olup biten ne idi anlayamamışlardı. Ancak onlar, "sübhanallah, sübhanallah" diyen Hz. Ömer
ntihar etti. Hz. Ömer (ra), Abdurrahman İbnu Avf (ra)'ı tutup öne geçirdi. Ömer'in arkasındakiler de benim gördüklerimi gördüler. Mescidin yan tarafındakiler, olup biten ne idi anlayamamışlardı. Ancak onlar, "sübhanallah, sübhanallah" diyen Hz. Ömer'in sesini duyuyorlardı. Abdurrahman cemaate namazı kısa bir şekilde kıldırıp tamamlattı. Cemaat namazdan çıkınca Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Ey İbnu Abbas, bak beni kim öldürdü!" dedi. (İbnu Abbas) bir müddet dolaşıp döndü ve: "Muğire İbnu Şu'be'nin kölesi" dedi. Hz. Ömer (ra): "Allah canını alsın. Ben ona iyilik emretmiştim" dedi ve ilave etti: "ölümümü Müslümanlardan birinin eliyle yapmayan Allah'a hamdolsun. Sen ve baban, Medine'de el-Ilc'ların (İranlı kölelerin) çoğalmasını severdiniz." (Bu söz İbnu Abbas (ra)'ya idi) çünkü en çok köle Abbas (ra)'da vardı, İbnu Abbas (ra): "Dilerseniz yapayım -yani isterseniz onların hepsini öldürelim-" dedi. Hz. Ömer (ra): "Hayır, sizin dilinizle konuşmalarından, kıblenize müteveccih namaz kılmalarından, haccmizla haccetmelerinden sonra hayır!" dedi. Sonra evine taşındı. Onunla bizde gittik. Sanki insanlara o güne kadar hiç musibet gelmemişti. Birisi: "Korkarım ölecek!" bir diğeri: "Bir şeyi yok" diyordu. Nebiz (hurma şırası) getirildi, ondan biraz içti. Bu, karnındaki yaradan geri çıktı. Sonra süt getirildi, ondan da içti. O da yarasından geri çıktı, iyice anlaşılmıştı, Ömer (ra) ölecekti. Halk gelip kendisine senada bulunuyordu. Bir genç geldi: "Ey müzminlerin emiri, Allah'ın müjdesiyle sizi müjdeliyorum. Resulullah (sav)'la sohbetiniz var, bildiğiniz gibi İslama geçmiş hizmetleriniz var. Sonra başa geçtiniz ve adaletli oldunuz ve sonunda şehadet!" dedi. Hz. Ömer (büyük bir tevazu ile): "Bütün bunların (günahlarımı karşılayabilmesini, Allah'ın huzurunda) başa baş yeterli olmasını ne kadar isterim" diye cevapladı. Genç geri dönünce, izarının yere değmekte olduğunu gördü. "Onu bana çağırın" dedi (ve gelince): "Ey kardeşimin oğlu, giysini kaldır, öyle yapman giysini daha temiz kılar, Rabbine karşı muttaki ol!" dedi. Sonra bana yönelerek: "Ey Abdullah, araştır bakalım üzerimde ne kadar borç var!" dedi. Hesapladılar, seksen altı bin dirhem kadar borcu olduğu anlaşıldı. "Ömer ailesinin malı yeterse, bunu onların malından ödeyin. Yetmezse Beni Adiyy İbnu Ka'b'ın malından iste. Onlann malı da yetmezse Kureyş'in malından iste. Kureyş'ten başkasına gitme. Bana bedel bu malı öde. Mü'minlerin annesi Aişe (ra)'ye git ve: "Ömer sana selam ediyor", de. Sakın mü'minlerin emiri deme, bugün artık ben mü'minlerin emiri değilim" De ki: "Ömer İbnu'l-Hattab iki arkadaşıyla birlikte gömülmek için senden izin istiyor." Abdullah der ki: "İzin istedim, selam verip girdim. Hz. Aişe (ra) ağlıyordu. "Ömer sana selam ediyor, iki arkadaşının yanında gömülmek için izin istiyor" dedim. Hz. Aişe: "Onu ben kendim için düşünüyordum. Fakat Ömer'i bugün kendime tercih ediyorum" cevabını verdi. Geri dönünce Ömer'e: "İşte Abdullah İbnu Ömer geldi!" denildi. Hz. Ömer (ra): "Ne haber getirdin?" dedi. "İstediğiniz oldu, Hz, Aişe izin verdi" denilince: "Elhamdülillah" dedi, "nazarımda bundan daha mühim bir şey yoktu." Ruhum kabzedilince beni oraya götürün. (Oraya varınca, Aişe'ye tekrar) selam ver ve: "Ömer izin isti
"İşte Abdullah İbnu Ömer geldi!" denildi. Hz. Ömer (ra): "Ne haber getirdin?" dedi. "İstediğiniz oldu, Hz, Aişe izin verdi" denilince: "Elhamdülillah" dedi, "nazarımda bundan daha mühim bir şey yoktu." Ruhum kabzedilince beni oraya götürün. (Oraya varınca, Aişe'ye tekrar) selam ver ve: "Ömer izin istiyor!" de. Eğer izin verirse beni içeri alın, eğer beni reddederse, beni Müslümanların mezarlığına götürün." O sırada mü'minlerin annesi Hafsa (ra) geldi. Kadınlar onu örtüyorlardı. Onu görünce kalktık. Ömer'in yanına girdi. Yanında bir müddet ağladı. Erkekler de izin istediler. Onlar için, içerde bir yere girdi, içeriden ağlamasını işitiyorduk. "Ey mü'minlerin emiri, dediler, vasiyet et, yerine birini tayin et!" "Ben, dedi bu işe Resulullah (sav)'ın kendilerinden razı olarak öldüğü şu altı kişiden daha layık birini bilmiyorum, -ve isimlerim saydı: Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Abdurrahman İbnu Avf ve Sa'd (ra)." devamla dedi ki: "Size Abdullah İbnu Ömer şehadet ediyor. Onun hilafet işiyle hiçbir ilgisi yok, tıpkı kendisine gelen taziye heyeti gibi. Emirlik, şayet Sa'da isabet ederse, mesele yok. Aksi halde, kim emir olursa ondan istifade etsin. Bilesiniz, ben onu aczi veya hıyaneti sebebiyle azletmedim." Ömer şunu da söyledi: "Benden sonra gelecek halifeye Ensar'ı, Muhacirin'i, bedevileri ve taşra halkını vasiyet ediyorum." Ruhu kabzedilince, onu çıkardık. Yayan (Hz. Aişe'ye kadar) geldik. Abdullah selam verip: "Ömer izin istiyor!" dedi. "Alın içeri!" dedi ve derhal içeri alındı, iki arkadaşıyla birlikte oraya kondu. Defin işinden boşalınca, hilafet hey'eti toplandı. Abdurrahman İbnu Avf (ra): "Seçimin asgari ihtilafla yürümesi için) aranızdan üç kişi seçin!" dedi. Zübeyr (ra): "Ben reyimi Ali (ra)'ye verdim" dedi. Talha (ra) da: "Ben reyimi Osman'a verdim" dedi, Sa'd (ra): "Reyimi ben de Abdurrahman İbnu Avf'a verdim" dedi. Abdurrahman (ra) (Hz. Ali ve Hz. Osman'a yönelerek): "Hanginiz bu işten (halife adaylığından) çekilir, böylece, halifemizi belirleme işini ona bırakırız. Allah ve Müslümanlar onun üzerinde murakıbtır. O da kanaatince en iyi olanı araştıracaktır" dedi. Ancak bu iki şeyh (Hz. Ali ve Hz. Osman (ra) sükut ettiler. Bunun üzerine Abdurrahman onlara: "Seçme işini bana bırakır mısınız? Allah en efdalinizi seçmem hususunda benim üzerimde murakıbdır!" dedi. O ikisi de: "Evet!" dediler. İkisinden birinin (Hz.Ali (ra)'nin elinden tuttu ve: "Senin Resulullah (sav)'a, yakınlığın, İslam'da da kıdemin, (önceliğin) var, bunu biliyorsun. Allah da üzerinde murakıbtır. Kasem ediyorum, seni seçecek olsam mutlaka adaletli olursun, Osman'ı seçecek olsam kesinlikle onu dinleyip itaat edersin." Dedi. Sonra diğerine yönelerek, ona da buna benzer sözler söyledi. Her ikisinden de imsak (yani kesin söz) aldıktan sonra: "Ey Osman kaldır elini!" dedi ve ona biat etti. Ali (ra)'de biat etti. Sonra (kapılar açıldı) Medine halkı da gelip Hz. Osman'a biat etti.
Ravi: Amr İbn Meymun el-Evdi
Kaynak: Buhari, Fedailu'l-Ashab 8, Cenaiz 96, Cihad 174, Tefsir, Haşr 5, Ahkam 43, 3
Hz. Osman (ra) muhasara edildiği zaman, namaz kıldırma işine Hz. Ebu Hüreyre (ra)'yi tayin etti. Bazan Hz. İbnu Abbas kıldırıyordu. Sonra, Hz. Osman (isyancılara) elçi yollayıp,benden ne istiyorsunuz? diye sordu. Onlar: "Hilafetten ayrılmanı istiyoruz" dediler. O da: "Allah'ın bana giydirdiği bir kaftanı çıkarmam" diyerek reddetti. "Onlar seni öldürecekler!" dediler. O: "Beni öldürdüğünüz takdirde, ebediyyen birbirinizi sevmeyecek, düşmanla elbirlik savaşamayacaksınız. Göre göre ihtilafa düşeceksiniz. Ey kavm, bana karşı çıkardığınız şu ihtilaf sakın ola başınıza, sizden öncekilerin maruz kaldığı belayı dolamasın!" dedi. İhtilalcilerin tazyikleri artınca, cuma gününe oruçlu olarak girdi. Gün biraz ilerleyince uyudu. Uyanınca: "Şu anda rüyamda Resulullah (sav)'ı gördüm. Bana: "Akşam yanımızda iftarını yapacaksın" buyurdu" dedi. O gün öldürüldü. Sonra Hz. Ali (ra) hutbe okumak üzere kalktı. Hamd-ü senadan sonra: "Ey insanlar, dedi, bana yaklaşın, gözlerinizi, kulaklarınızı dört açın. Şahsen ben ve sizler hepimizin fitnenin içine düşmemizden korkuyorum. Fitne sırasında, hepimize gayret gerekecek." Devamla dedi ki: "Allah bu ümmeti iki edeble terbiye etti: Kitap ve Sünnet. Bunların (tatbiki hususunda), sultan nezdinde gevşeklik olamaz. Öyle ise Allah'tan korkun, aranızdaki meseleleri halledin." Hz. Ali (ra) bunları söyleyip minberden indi ve beytü'l-maldan arta kalan servete yönelerek Müslümanlar arasında taksim etti." [Rezin ilavesidir, kaynağı bulunamamıştır.]
Ravi: Abdullah İbnu Selam
Kaynak: Rezin
Hasan İbnu Ali, vallahi Hz. Muaviye (ra)'yi dağlar gibi büyük askeri birliklerle karşıladı. Bunun üzerine Amr İbnu'l-As, Hz. Muaviye'ye: "Ben vallahi, öyle askeri birlikler görüyorum ki, bunlar kendileri gibi (sayıca ve keyfiyetçe) akran olan birlikleri öldürmedikçe geri dönmezler" dedi. Muaviye de Amr (ra)'a -ki vallahi Hz. Muaviye bu iki adamın hayırlısıdır- şu cevabı verdi: "Ey Amr, söyle bakalım! Şunlar (bizimkiler) öbürlerini, öbürleri de şunları öldürseler Müslümanların işlerini kim benim adıma yürütecek, kim kadınlarının, yetimlerinin bakımını benim adıma üzerine alacak?" Sulh yapmak için, Kureyş'in Beni Abdişşems boyundan iki kişiyi yani Abdurrahman İbnu Semüre ve Abdullah İbnu Amir'i, Hz. Hasan (ra)'a gönderdi. Bunlara: "Haydi, şu zata gidin, ona (sulh yapmak istediğimizi) söyleyin. (Hilafet arzusundan vazgeçmesini) taleb edin, (buna mukabil ne isterlerse) verin!" dedi. Bunlar Hz. Hasan (ra)'ın yanına gidip, huzuruna çıktılar. (Hz. Muaviye'nin tenbihine uygun olarak) konuştular. (Hilafeti Hz. Muaviye'ye bırakması halinde ne isterse vereceğini) söylediler. Hz. Hasan (ra) onlara: "Bizler Abdulmuttalib'in oğullarıyız. Beytu'l-maldan bir hissemiz var. Bu ümmet (ihtiyaç karşısında mal için) kanını israf etmeye başladı. (Beytu'l-maldan bize ayrılacak hisse nedir?)" dedi. Onlar: "Hz. Muaviye size şunları teklif ediyor, hilafetten vazgeçmenizi taleb ediyor, mukabilinde ne istediğinizi soruyor" dediler. Hz. Hasan (ra): "Sizin bu vaadlerinizi bize kim tekeffül edecek?" dedi. Elçiler: "Sana biz tekeffül ediyor, garanti veriyoruz!" dediler. Hz. Hasan her ne talebte bulundu ise hepsine: "Biz tekeffül ediyoruz!" diyerek teminat verdiler. Böylece Hz. Hasan, Hz. Muaviye (ra) ile sulh yaptı. Hasan Basri demiştir ki: "Ben Ebu Bekir (ra)'i işittim şöyle demişti: "Resulullah (sav)'ı minberde gördüm, yanında Hz.Hasan İbnu Ali vardı. Bazan halka yöneliyor, bazan Hasan'a yöneliyor ve: "Şu oğlum, seyyiddir. Umulur ki, Allah bununla iki muazzam Müslüman orduyu sulha kavuşturacak" diyordu."
Ravi: Hasan Basri
Kaynak: Buhari, Sulh 9, Menakıb 25, Fedailu'l Ashab 22, Fiten 20
Entropi,termodinamik bilim falından ödünç alınan bir kavramdır;bir sistemin bozulma eğilimini ifade etmek için kullanılmaktadır.
Entropi,bütün sistemlerin en önemli özelliklerinden biridir.
Yönetim Bilimi ve Türk kamu Yönetimi.sy.100.
Falından kelimesi yanlış
dalından olacak
not.
Hem rahmet-i vasia-i muhita noktasında bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir.Hem Uluhhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır.
Risaletün Nur Sözler sy.123.
Hem ism-i Azamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Azamın bütün muhatına bakan,teftiş eden himetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.İşte bu sırdandır ki,"Kelamullah" ünvanı kemal-i liyaketle Kur'an'a verilmiş.
Risale i Nur.Sözler.123.
Beyne takılan çiple telapati ve anı bilgileri silme gerçekleştilecek.
16.12.2017.cumartesi.
Dünya ahiretin ekin tarlasıdır.
Su filizi yetiştirdiği gibi,zikir de kalpte imanı yetiştirir.
Ruhu'l Furkan cilt 12. sy.506.
Köşke kement atamayacak hale geldikten sonra,
Hırsızlığa tevbe etmenin ne faydası var ki!
Elini meyveden çek! diye,uzun boyluya söyle,
Kısa boylunun zaten erişecek eli yok ki!
Gülistan,Bab:5,Hikaye:19
Ruhu'l Furkan Tefsiri.cilt 12.,sy.506.
İbn-i Mesud Menkinesi 47
İhtilafa düşmeyiniz.. Çünkü sizden öncekiler ihtilafa düştüler ve helak oldular.
İhtilaf, bir gerçeğe dayanmayan meseleler üzerinde,çeşitli ve ayri ayri görüslerin belirmesidir.
Muhtar'ul ehadisin nebeviyye
Kitap ve sünnette hükmü bulunan ve nass ile sabit olan bir konu katiyen istişareye gelmez; ancak uygulama sekli ve uygulamada karsilasilan problemlerin cozumu istişare ile belirlenebilir. Zira uygulama sartlara zaman ve zemine göre değişebilir.
Köprü fikir dergisi kış/2017
Dil var,dilden alır söyler.Dil var,kalpten alır söyler.Ve dil var,gaybtan alır söyler.
.....Bu sonuncusuna sahip olanların ilmine ledün ilmi denilmiştir.
365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki.sy.70.
Sünnetin aslı dünyayı kalbe sokmamaktır.
Marifet,halkın Hak üzerinde ki hakkıdır.
( çünlü yaratılmaktan gaye zaten marifettir.)
365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki sy.72.
Allah c.c. ın dargınlığı üç şeydedir.Vakti boşa harcamak,başkalarıyla alay etmek ve gıybet.
365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki sy.75.
Hz.Ömer r.a.bir gün başkasının koyun sürüsünü güden çobana bunlardan bir koyunu bana ver sahibine kurt yedi dersin demiş
Çoban sahibine kurt yerdi dersin ama Allah c.c. nasıl (her şeyi gören ve duyan ) kandıralım demiş.
Ummandan inciler Akra fm.
Sadakatsızlığın işareti bir zaman ibadetleri yapmak bir zaman sonra bırakmaktır.
Mehmed Zahid Kotku.
Peygamberimiz s.a.v.Kur'an-ı Kerim'i ilk tefsir edendir.
Hadis-i Şerifler Ayeti Kerimelerin tefsiridir.
Dost tv.
Şifa ŞERİF Sohbetleri.
Şifa i Serif sohbetleri
Sikke-i Tevhid.Tevhid sikkesi Allah c.c. ın birliğini gösterir damga ;(mec.) Allah c.c. birliğinin delili,belgesi,işareti.
Risale-i Nur un Büyük Lügatı.
Şifre-i kudsiye-i ilahiye : ilahi kutsal şifre,Allah (c.c.)tarafından tertiplenmiş kutsal şifre,başkalarının anlayamacağı harf ve şekil veya tertip.
Risale-i Nur'un Büyül Lügatı.
hmet Karasakal
HAYÂTU’S-SAHÂBE’DEN GÜNÜMÜZÜ EN ÇOK İLGİLENDİREN SEÇİLMİŞ HADİSLER
Şeyh Muhammed Yusuf el- Kandehlevî’nin yazmış olduğu Hayâtu’s- Sahâbe’de yer alan 1.173 adet sahâbe yaşantısından nakil edilmiş çoğunluğu Hadis-i Şerif olan bu güzel eserden günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz, bir soru olarak bilirkişiye sorduğumuzda, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet bilgisi ve ahlakıyla cevaplamasını istediğimiz bazı sorularımızın cevabı niteliğindeki çoğu hadis bu nasihatleri, öğütleri, tespitleri ve tecrübeleri birbirimizle paylaşmak ve nasiplenmek niyetiyle ve amel edinmek dileğiyle gündeme getirmek istedim. Ve Hz. Ömer b. el-Hattâb R.A.’nın okuduğu bir hutbe ile başlamak istiyorum. İstifade etmek dileğiyle…
Ömer b. el-Hattâb R.A. Hutbesinde şöyle dedi: ‘ Ey insanlar! Hz. Peygamber’in (SAV) aramızda bulunduğu ve vahyin inmeye devam ettiği zamanlarda Allah Teâlâ sizin halinizi bildiriyordu; böylece bizde sizleri tanımış oluyorduk. Ancak bugün Hz. Peygamber (SAV) gitti ve vahiy de kesildi. Bu yüzden sizi söylediklerinizle ve yaptıklarınızla tanıyoruz. İçinizden kim açıkça hayır ve iyilik yaparsa onu iyi birisi olarak
Peygamber (SAV) gitti ve vahiy de kesildi. Bu yüzden sizi söylediklerinizle ve yaptıklarınızla tanıyoruz. İçinizden kim açıkça hayır ve iyilik yaparsa onu iyi birisi olarak tanır ve severiz. Kimin de kötülük yaptığını görürsek onu da kötü olarak tanır ve kendisine kızarız. İçâleminiz ise sizinle Rabbiniz arasındadır. Ben daha önceleri her Kur’an okuyanın bununAllah’ın rızasını kazanabilmek için yaptığını zannediyordum. Ancak son zamanlarda görüyorum ki bazı kimseler, insanlar arasında bir mevki edinmek ya da çıkar sağlamak için Kur’an okumaktadırlar. Kur’an okurken Allah’ın rızasını gözetin ve diğer amellerinizde de O’nun rızasını kazanmaya çalışın.[1]
1) Hz. Âişe validemiz buyurdular: “Muhammed’in ( SAV ) aile efradı, Medine’ye geldiği günden vefat ettiği ana kadar, üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.”[2]
2) Hz. Peygamber’e (SAV) biri gelerek: ” Ben açım” dedi. Allah’ın Rasûlü hanımlarına aile efradına haber göndererek o adama yiyecek bir şey yollamalarını istedi. Ancak evde sudan başka hiç bir şey yoktu. Bunun üzerine Hz. peygamber ashâbına dönerek : ” Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” Diye sordu. Ensârdan biri: ” Ben misafir ederim, ey Allah’ın Rasûlü ” diyerek o yoksulu alıp evine götürdü.
Eve varınca karısına: Rasûlullah’ın (SAV) misafirini ağırla ya da evde bir şey var mı? Diye sordu. Hanımı: ” Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var” dedi. Sahâbi: “Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım” dedi. Sofraya oturdular misafir karnını doyurdu, onlar da aç yattılar.
“Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım” dedi. Sofraya oturdular misafir karnını doyurdu, onlar da aç yattılar.
Sabahleyin o sahâbî Peygamber’in (SAV) yanına gitti. Onu gören Hz. Peygamber (SAV): ” Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu buyurdu.
Bu hadisten sonra şu bilindik hadiste daha çok anlam kazanmaktadır: “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”[3]
3) Peygamberimizin (SAV) izniyle 15 sahâbi, 615 yılında Habeşistan’a hicret etmiştir. Habeş Kralı Necaşi, kendi din adamlarını da önceden yanına çağırarak, muhacirlere: ” Siz benim dinime de, şu milletlerden birinin dinine de girmediğinize göre, sizin kavminizden ayrılarak tutmuş olduğunuz bu din nasıl bir dindir? diye sorduğunda, Muhacirler adına Cafer b. EbiTalib, tarihi ve manidar cevabıyla İslam dininin ne olduğunu günümüzede ışık tutacak şekilde anlatmıştır.
Ey hükümdar! Diye söze başlayan Cafer b. EbiTalib tarihe şunları not düştü: ” Biz cahiliye halkından bir kavimdik. Putlara tapar, ölmüş hayvan eti yerdik. Bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgimizi keser, akraba hakkı gözetmezdik. Komşularımızı unutur, komşuluk vazifelerini yerine getirmezdik. İçimizde güçlü olan güçsüz, zayıf olanı yerdi. Yüce Allah bize kendimizden soyunu sopunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezahatini bildiğimiz Rasulü gönderinceye kadar, biz hep bu kötü durum ve tutumda idik. O Peygamber, bizi, bizim ve babalarımızın Allah’tan başka tapageldiği taştan, ağaçtan, altın ve gümüşten yapılmış putları bırakarak Allah’ın birliğine inanmaya ve yalnız O’na ibadet etmeye davet etti. Yine o Peygamber, doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba haklarını gözetmeyi, komşulara iyi davranmayı, haramlardan uzaklaşıp kan dökmekten geri durmayı bize emretti. Yine o, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten de men
haramlardan uzaklaşıp kan dökmekten geri durmayı bize emretti. Yine o, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten de men etti. Ayrıca, hiç bir şeyi kendisine eş ve ortak koşmaksızın, yalnız Allah’a ibadet etmeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi, oruç tutmamızı da bize emretti. Biz onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah tarafından getirdiği şeylere göre, ona tâbi olduk. Bir ve Tek olan Allah’a ibadet ettik, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. O’nun bize haram kıldığını haram, helal kıldığını helal kabul ettik. ”
İslam dinini anlattıktan sonra devam etti. Bunun üzerine kavmimiz bize düşman kesildi. Bizi dinimizden döndürmek, Yüce Allah’a ibadetten vazgeçirip putlara taptırmak, öteden beri kendi kendimize helal kılıp serbestçe işlediğimiz kötülükleri tekrar işletmek için, bizi işkenceden işkenceye uğrattılar. Onlar bize böylece galebe çalıp zulmettikleri, bizimle dinimiz arasına girdikleri ve baskılarını arttırdıkları zaman, biz senin ülkene sığınmak zorunda kaldık. Seni başkalarına tercih ile senin himayen ve komşuluğunda bulunmayı arzu ettik. Ey hükümdar! Biz senin yanında hiç bir zulme uğramayacağımızı umuyoruz![4]
4) Muâz b. Cebel (RA) Ey Allah’ın Peygamberi! Kendisiyle cennete girebileceğim bir amel söyle, başka bir şey sormayacağım deyince Rasûlullah (SAV): ” Çok güzel, çok iyi! Sen bana önemli bir soru sordun ve bu iş Allah’ın hayır murad ettiği kişiye kolaydır” buyurdu, bunu da üç kere tekrarladı. Böyle durumlarda Hz. Peygamber (SAV) iyi anlaşılsın diye sözünü üçkere tekrar ederdi. Şöyle buyurdu:
” Ölünceye kadar Allah’a ve ahiret gününe iman etmen, namaz kılman, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ibadet etmendir ki sen bu hal üzeresin” dedi. Daha sonra Rasûlullah (SAV), Muâz’a bu işin başından ve zirvesinden bahsetti:
” Bu işin başı, senin Allah’tan başka ilah olmadığına, O’nun ortağının bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Peygamberi olduğuna şehadet etmendir. Bu işin direği namaz kılmak ve zekat vermektir. Bu işin en tepesi de Allah yolunda cihaddır. ”
Peygamber (SAV), ” Ben namaz kılıncaya, zekat verinceye, Allah’tan başka ilah olmadığına ve O’nun ortağının bulunmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve Peygamberi olduğuna şehadet edinceye kadar, insanlarla mücadele etmekle emirolundum. Bunları yerine getirirlerse kurtulurlar ve cezaî bir hakkın alınması dışında canlarını, mallarını korumuş olurlar. Ahiretteki durumları Allah’a kalmıştır” buyurdu.[5]
5) Rasûlullah’ın (SAV) ashabından bir kişi, içinde tatlı su gözesi bulunan bir dağ yolundan geçmişti. Burası çok hoşuna gitti ve: ” Keşke, insanlardan ayrılıp şu dağ kısığında otursam fakat Rasûlullah’tan (SAV) izin almadan bunu asla yapamam” dedi. Sonra bu isteğini Rasûlullah’a (SAV) anlattı. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
” Böyle bir şey yapma. Çünkü sizden birinin Allah yolunda çalışıp gayret sarf etmesi, evinde oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha faziletlidir. Allah’ın sizi bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda cihada çıkın. Kim devenin sağılacağı kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, mutlaka cennete girer.[6]
6) Bir adam, Peygamber’e (SAV): Ey Allah’ın Rasûlü! Bir adam Allah yolunda savaşmak istiyor ve aynı zamanda ganimet elde etmek istiyor, buna ne buyurursunuz? diye sordu. Rasûlullah (SAV) ” Onun için bir sevap yoktur” buyurdu. Sahâbiler bu cevaba karşılık soruyu üç kere sordurdular, her defasında aynı cevabı aldılar.[7]
7) Hırsızlık yapan birisi için Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Şunu iyi bilin ki, sizden önce insanları helâk eden şu olmuştur: Aralarında soylu bir kimse hırsızlık yaptığında ona dokunmazlardı. Fakat, güçsüz bir kimse hırsızlık yaptığında ona had cezası uygularlardı. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki eğer Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapmış olsaydı and olsun onun dahi elini keserdim.”[8]
8) Hz. Peygamber’den (SAV) alacağı olan bir bedevi, Peygamber Efendimizi (SAV) borcunu ödemesi konusunda sıkıştırınca orda bulunan Sahâbiler de durumdan dolayı adama tepki gösterdiler. Bunun üzerine Peygamber (SAV) ashâbına: ”Hak sahibinin yanında yer almanız gerekmez miydi? dedi.” Havle bintKays’tan aldığı borçla bedeviye borcunu ödeyen Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: ” Borcunu hakkıyla ödeyenler insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir toplum iflah olmaz.”[9]
maz.”[9]
9) Hz. Peygamber (SAV) infâkta (Allah yolunda harcama) bulunmak üzere şöyle buyurdu: ” İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiç bir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey eksilmez.”[10]
10) Hakîm b. Hizâm (R.A.) şöyle dedi: Rasûlullah (SAV)’den mal istedim verdi. Bir daha istedim, yine verdi. Tekrar istedim, tekrar verdi. Daha sonra Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Ey Hakîm! Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan obur gibidir. Üstteki ( veren) el, alttaki (alan) elden daha hayırlıdır.” Bunun üzerine Hakîm ” Ey Allah’ın Rasûlü (SAV)! Seni hak din dile gönderen Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece senden başka kimseden bir şey kabul etmeyeceğim” dedi.[11]
11) Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Vallahi sizin benden sonra tekrar şirke dönmenizden hiç korkum yok. Ben asıl sizin dünyayı elde etmek için birbirinizle kapışıp kavga etmenizden korkuyorum.”[12]
12) Rasûlullah’ın cizye toplamak için görevlendirdiği EbûUbeyde b. el- Cerrâh’ın malla döndüğünü duyup mutlu olan Ensârı gören Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Sevinin ve sizi sevindirecek şeyler ümit edin. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.”[13]
13) Hz. Ömer (R.A.) bir gün Rasûlullah’ın huzuruna çıktığında yaşadıklarını şöyle aktarmıştır: Hz. Peygamber’in üzerinde bir izardan (belden aşağı bedeni örtenelbise) başka bir şey olmadığını ve uzandığı hasırın vücudunun yan tarafında iz yaptığını gördüm. Yine, odasının bir kenarında bir ölçek kadar arpa ve biraz karaz (deri
yan tarafında iz yaptığını gördüm. Yine, odasının bir kenarında bir ölçek kadar arpa ve biraz karaz (deri tabaklamada kullanılan selem ağacı meyvesi) gözüme ilişti. Henüz tabaklanmamış bir deriyi de asılı gördüm. Bu durum karşısında gözlerim yaşardı. Bunun üzerine Nebi (SAV): ” Seni ağlatan nedir, ey Hattâbın oğlu? ” diye sordu. “ Ey Allah’ın Peygamberi! Nasıl ağlamamayayım? Şu hasır senin vücudunun yan tarafında iz yapmış, şu dolapta yer alan yiyecekten başka da bir şey göremiyorum. Hâlbuki şu Kisrâ (İran Şahı) ve Kayser (Rum İmparatoru) çeşit çeşit nimetler içinde yüzüyorlar. Sen ise Allah’ın Peygamberi ve seçkin kulusun. Kilerin de işte şu gördüğüm şeyden ibarettir” dedim.
Hz. Peygamber (SAV): ” Ey Hattâb oğlu! Âhiret bize, dünyanın da onlara ait olmasına rıza göstermez misin?” buyurdu. Ben: Tabii ki rıza gösteririm” dedim.[14]
14) Rasûlullah (SAV) gördüğü göbekli bir adamın karnını işaret edip adama şöyle buyurdu: ” Eğer, şu karnındaki, karnında değil de başka bir yerde olsaydı, senin için daha hayırlı olurdu.”[15]
15) Rasûlullah (SAV), ibadette aşırıya gidenlerin sayısı çoğalınca şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Gücünüz yettiği kadar amel yapın. Sizler ibadetten usanıp bıkmadıkça Allah bıkmaz. Allah’a en sevimli amel, az da olsa sürekli olandır.”[16]
16) Hz. Osman kendisini Öldürmeye gelen kişiler karşısında, Hz. Peygamberin (SAV)’den işittiği şu sözler üzerine serin kanlılığını muhafaza ediyordu. Rasûlullah (SAV) ” Şu üç kişiden başka hiçbir Müslümanın kanının akıtılması helal değildir: 1. Müslüman olduktan sonra küfre dönen kimse; 2. Evli iken zina eden kimse; 3. Haksız yere adam öldüren kimse. Hz Osman: Vallahi cahiliye döneminde de Müslüman olduktan sonra da zina yapmadım. Allah bana bu dini nasip ettikten sonra dinimin yerine hiç bir din arzu etmedim ve hiçbir kimseyi de öldürmedim. Durum böyle iken ” beni niçin öldürmek istiyorlar” dedi.[17]
17) Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Birbirinizle hasetleşmeyin. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için arttırmayın. Birbirinize kin ve nefret beslemeyin. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyin. Birbirinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olun.
Birbirinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. “ Hz. Peygamber (SAV) üç defa göğsüne işaret ederek şöyle buyurdu: ” Takva buradadır Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her Müslümanın kanı, malı ve ırzı, başka Müslümana haramdır.”[18]
18) Rasûlullah (SAV)’ in ” Cennet ehlinden bir adam” dediği kişiyi, Abdullah b. Amr b. el-Âs takip etti ve amellerini öğrenmek için üç gece evinde misafir kaldı. Her kesten farklı ve çok bir ameli olduğunu görmeyince, Rasûlullah’ın (SAV) kendisi için ”cennet ehlinde bir adam” olduğunu söylemesinin amellerini anlayamayınca adama sordu: Sen bu müjdeye, mertebeye nasıl ulaştın? Adam: ” Ben Müslümanlardan hiç kimseyi aldatmam ve Allah’ın ona verdiği birşeyden dolayı da kıskanmam.” diye cevap verdi.[19]
19) Rasûlullah (SAV) Sa’d b. Ubâde’nin evinde yemek yedikten sonra ona şöyle dua etti: ” Yemeğinizi iyiler yesin, melekler duacınız olsun, evinizde hep oruçlular iftar etsin.”[20]
20) Hz. Osman b. Affân, Peygamber Efendimizin (SAV) kendilerine ilk öğrettiği dua Yunus Peygamber’in balığın karnında yaptığı dua olduğunu söylemiştir. ” La ilâhe illa entesübhanekeinnîküntüminezzâlimin.(Enbiya Suresi 21/87.) ( Senden başka ilah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten nefsine zulmedenlerden oldum. ” ” Rasûlullah (SAV) Bir Müslüman herhangi bir konuda bu kelimelerle dua ederse Allah onun duasını kabul eder.” Buyurdu.[21]
21) Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Müslümanın kardeşine 6 çeşit görevi vardır. Eğer bunları terk ederse, kardeşine karşı üzerine hak olan görevini yerine getirmemiş olur. 1. Kardeşiyle karşılaşınca selam verir. 2. Kendisini davet ettiği zaman davetine icabet eder. 3. Aksırdığı zaman ona teşmît eder ( Yerhamükallah diyerek rahmet okur.) 4. Hastalanınca onu ziyaret eder. 5. Öldüğü zaman cenazesinde bulunur. 6. Kardeşi kendisinden öğüt isteyince ona öğüt verir.[22]
22) Rasûlullah (SAV) aile fertlerinden biri hastalanınca sağ eliyle hastayı sıvazlar ve şöyle dua ederdi: ” Bütün insanların Rabbi olan Allah’ım! Bunun ıstırabını giderip şifa ver. Şifayı veren ancak sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Buna hiç bir hastalık izi bırakmayacak şekilde şifa ihsan et![23]
23) Adamın biri Peygamber’e (SAV): Ey Allah’ın Rasûlü! Benim akrabalarım var. Ben kendilerini ziyaret ediyorum, onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik yapıyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: ” Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allah’ın yardımı seninledir.”[24]
24) İbnÜmmüMektûm adında bir sahabiRasûlullah’a (SAV) : ” Ey Allah’ın Rasûlü! Ben, gözleri görmeyen ve evi mescite uzak olan bir kişiyim. Bana kılavuzluk yapmayan bir hizmetçim var. Namazımı evimde kılmamda ruhsat var mı? ” dedi. Hz. Peygamber:”Ezanı duyuyor musun? Diye sorunca ise: “Evet” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (SAV): ” Sana ruhsat bulamıyorum” buyurdu.[25]
25) Üsâme, Hz. Peygamber’in (SAV) şöyle buyurduğunu işitmişti: ” Kıyamet gününde bir adam getirilir ve cehenneme fırlatılır. Ateşte içindeki organları eriyip akar. Bu kişi tıpkı bir dolap beygiri gibi döner durur. Cehennemlikler onun etrafına toplanır ve: ” Hey sen ne yaptın da bu hallere düştün? Sen bize iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaz mıydın?” Diye sorarlar. O da: ” Evet, ancak ben size iyiliği emrettiğim halde kendim yapmazdım. Size yasakladığım kötülükleri ise işlerdim” der.[26]
26) Hz. Peygamber’in (SAV), Muâz b. Cebel’e (R.A.) her namazın sonunda okumasını istediği ve hiç bırakmamasını tavsiye ettiği dua: ” Allah’ım! Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et!”[27]
27) Hz. Ömer (R.A.) Râsulullah’ın (SAV) beş şeyden Allah’a sığınarak dua ettiğini ifade etmiştir: ” Allah’ım! Cimrilikten sana sığınırım, korkaklıktan sana sığınırım, kötü bir hayat sürmekten sana sığınırım, kalbin fitnesinden sana sığınırım ve kabir azabından sana sığınırım.”[28]
fitnesinden sana sığınırım ve kabir azabından sana sığınırım.”[28]
28) Halid b. Velîd( R.A.) Peygamber’e (SAV) : Ey Allah’ın Râsulü! Ben korkuyorum (geceleri) ve uyuyamıyorum dediğinde Râsulullah (SAV), yatağa yattığın zaman şu duayı oku, bu durumda sana zarar verilmez. Şeytanlar sana yaklaşamazlar buyurdu: ” Allah’ın gazabından, cezalandırmasından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinde ve bana yaklaşmalarından Allah’ın tam ve eksiksiz kelimelerine sığınırım. “[29]
29) Sahabeden biri: Ey Allah’ın Râsulü! Hangi Müslüman en üstündür? Diye sordu ve şu cevabı aldı: “Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimse.”[30]
30) Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” En büyük günahı size haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, anne ve babaya itaatsizlik etmektir. Bir de yalan söylemek, yalancı şahitlik etmektir.’’ Hz. Ebubekir (R.A.),Rasûlullah (SAV) bu son cümleyi o kadar çok tekrarladı ki, galiba susmayacak dedim.[31]
31) Hz. Peygamber’in (SAV), görevlendirdiği zekat memuru görevden dönünce, Hz. Peygamber’e (SAV) gelip: ‘ Ey Allah’ın elçisi bunlar sizindir, bunlarda bana hediye olarak verildi’ dedi. Hz. Peygamber (SAV) adama: ” Anne ve babanın evinde oturup bekleseydin bunlar sana yine hediye edilir miydi, edilmez miydi?” Dedi. Ve daha sonra, namazdan sonra şöyle buyurdu: Bizim görevlendirdiğimiz memura ne oluyor da gelip: ‘ bu sizin toplamam için beni görevlendirdiğiniz mal ve paradır. Bu da bana hediye olarak verilmiştir’ diyebiliyor. Muhammed’in nefsini elinde bulundurana yemin ederim ki ümmetin malından bir şeyi haksız alan kimse Kıyamet Günü’nde bunu boynunda taşıyarak gelir. Bu mal bir deve ise böğürerek gelir, bir sığır ise böğürerek gelir, bir koyun ise meleyerek gelir. Ben size tebliğ ettim. “[32]
32)Rasûlullah (SAV) şöyle buyurdu: ” Sözün en hayırlısı Allah’ın Kitabı’dır. Yolların en hayırlısı Muhammed’in (SAV) yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid’atlerdir. Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır.”[33]
dalâlettir, sapıklıktır.”[33]
33) Hz. Ebû Bekir (R.A.) halife seçildiğinde insanlara okumuş olduğu bir hutbesinde ağlayarak şöyle dedi: Peygamber (SAV), geçen sene benim şu durduğum yerde durmuş ve şöyle buyurmuştu” Allah’tan bağışlanma ve afiyet istiyorum. Zira insanlara, imandan sonra afiyettendaha üstün hiç bir şey verilmemiştir. Doğruluktan ayrışmayın. Çünkü doğruluk cennettedir. Yalandan kaçının. Çünkü yalan fücûrla (ahlaksız ve günah davranışlarla) beraberdir, onların ikisi de ateştedir. Birbirinizle ilişkilerinizi kesmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinizi kıskanmayın. Bir birinize sırt çevirmeyin. Yüce Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun.”[34]
34) Hz. Ömer (R.A.) bir konuşmasında şöyle demiştir: ‘ Ey Müslümanlar! Savaşta öldürülen bir kişi için ” Falan adam şehit oldu” ya da “Falan adam şehit edildi” demeyin. Çünkü belki de o adamın gayesi ticaret yapmaktı ve bunun içinde bineğinin terkisini altın veya gümüşle doldurmuştu. Fakat savaşta öldürülenler için, Hz. Peygamber’in (SAV) buyurduğu gibi: ” kim Allah yolunda öldürülür veya ölürse o cennettedir” deyin.[35]
35) Hz. Osman (R.A.) bir hutbede şöyle demiştir: ‘Sakın sanat sahibi olmayan cariyeleri kazanca zorlamayın. Siz onları böyle bir yükümlülük altına soktuğunuzda, zina ederek kazanç elde etmeye çalışacaklardır. Sakın küçük yaştaki çocukları kazanca zorlamayın. Çünkü onlar bir kazanç elde edemeyince hırsızlık yapacaklardır. İffetli olun. Zira,Allah sizi iffetli kılmıştır. Yiyeceklerin temiz (helal) olanlarını araştırıp yemelisiniz.’[36]
[1]M. Yusuf Kandehlevi, Hayâtu’s- Sahâbe, Beka Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.719.
[2]Hayâtu’s SahâbeS:153/No: 103Ravi (rivayet eden) Hz. Âişe (R.A.), Kaynak; Buhari, Müslim, Nesâî, İbnMâce
[3]Hayâtu’s SahâbeS:156/No: 109 Ravi (rivayet eden) EbûHureyre (R.A.), Kaynak; Buhari, Müslim.
[3]Hayâtu’s SahâbeS:156/No: 109 Ravi (rivayet eden) EbûHureyre (R.A.), Kaynak; Buhari, Müslim.
[4]Hayâtu’sSahâbe, S:175-180/No: 131Ravi (rivayet eden) Peygamberimiz’ in eşi Ümmü Seleme bintEbiÜmeyye b. el-Mugire (R.A.), Kaynak; Ahmet b. Hanbel, Heysemi.
[5]Hayâtu’sSahâbe, S:213-214/No: 158 Ravi (rivayet eden) Muâz b. Cebel (R.A.), Kaynak; Ahmet b. Hanbel, İbnMâce, Hâkim.
[6]Hayâtu’sSahâbe, S:213-214/No: 158Ravi (rivayet eden) Ebu Hureyre (R.A.), Kaynak; Tirmizi, Elbâni,Ahmet b. Hanbel.
[7]Hayâtu’sSahâbe, S:236/No: 187Ravi (rivayet eden) Ebu Hureyre (R.A.), Kaynak; Ebû Davud, Buhari, Müslim, Nesâî.
[8]Hayâtu’sSahâbe, S:300-301/No: 260 Ravi (rivayet eden) Urve b. ez-Zübeyr(R.A.), Kaynak; Ebû Davud, Buhari, Müslim, Tirmizî,Nesâî, İbnMâce, Ahmed b. Hanbel.
[9]Hayâtu’sSahâbe, S:302-303/No: 262Ravi (rivayet eden) Ebû Saîd el- Hudrî (R.A.), Kaynak; İbnMâce, Ebû Davud, Buhari, Müslim, Nesâî.
[10]Hayâtu’sSahâbe, S:310/No: 267Ravi (rivayet eden) EbûAmrCerîr b. Abdullah (R.A.), Kaynak; Müslim, Nesâî.
[11]Hayâtu’sSahâbe, S:342/No: 428 Ravi (rivayet eden) Hakîm b. Hizâm (R.A.), Kaynak; Buhâri, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnMâce.
[12]Hayâtu’sSahâbe, S:342/No: 318Ravi (rivayet eden) Ukbe b. Âmir (R.A.), Kaynak; Buhâri, Müslim,
[13]Hayâtu’sSahâbe, S:344/No: 319Ravi (rivayet eden) Amr b. Avf el- Ensârî (R.A.), Kaynak; Buhâri, Müslim, Tirmizî, İnbMâce.
[14]Hayâtu’sSahâbe, S:350/No: 330Ravi (rivayet eden) Ömer b. el- Hattâb (R.A.), Kaynak; İnbMâce.
[15]Hayâtu’sSahâbe, S:353/No: 340 Ravi (rivayet eden) Ca’de (R.A.), Kaynak; Ahmed b. Hanbel, Heysemî.
[16]Hayâtu’sSahâbe, S:372-373/No: 372Ravi (rivayet eden) Hz. Aişe (R.A.), Kaynak; Buhârî, Müslim, Ebû Davud, ibnMâce, Nesaî, Ahmed b. Hanbel.
[17]Hayâtu’sSahâbe, S:372-373/No: 372Ravi (rivayet eden) Hz. Aişe (R.A.), Kaynak; Ebû Davud, ibnMâce, Nesaî, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, Dârimî.
[18]Hayâtu’sSahâbe, S:387/No: 402Ravi (rivayet eden) EbûHureyre (R.A.), Kaynak; Müslim, Buhâri, Ebû Davud, ibnMâce, Tirmizi.
[19]Hayâtu’sSahâbe, S:395/No: 416Ravi (rivayet eden) Enes b. Mâlik (R.A.), Kaynak; Ahmed b. Hanbel, Heysemî.
[20]Hayâtu’sSahâbe, S:395/No: 416 Ravi (rivayet eden) Enes b. Mâlik (R.A.), Kaynak; Ahmed b. Hanbel, Heysemî.
[21]Hayâtu’sSahâbe, S:421-422/No: 475 Ravi (rivayet eden) Sa’d b. EbûVakkâs (R.A.), Kaynak; Ahmed b. Hanbel, Heysemî, Hâkim.
[22]Hayâtu’sSahâbe, S:429/No: 490Ravi (rivayet eden) Abdurrahman b. Ziyâd b. En’um el İfrıkî’nin babası (R.A.), Kaynak; Müslim, Buhâri, Ebû Davud, ibnMâce, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel.
[23]Hayâtu’sSahâbe, S:435/No: 504Ravi (rivayet eden) Hz. Âişe (R.A.), Kaynak; Müslim, Buhâri, Ebû Davud, ibnMâce, Tirmizi.
[24]Hayâtu’sSahâbe, S:444/No: 527Ravi (rivayet eden) EbûHureyre (R.A.), Kaynak; Müslim, Buhâri, Ahmed b. Hanbel.
Hanbel.
[25]Hayâtu’sSahâbe, S:556/No: 731Ravi (rivayet eden) İbnÜmmüMektûm (R.A.), Kaynak; Ebu Davud, İbnMâce, Müslim, Nesâi, Buhâri, Ahmed b. Hanbel.
[26]Hayâtu’sSahâbe, S:606/No: 833Ravi (rivayet eden) EbûVâil (R.A.), Kaynak: Müslim, Buhâri, Ahmed b. Hanbel.
[27]Hayâtu’sSahâbe, S:660/No: 949Ravi (rivayet eden) Muâz b. Cebel (R.A.), Kaynak: Ebû Davud, Nesâî, Tirmizi.
[28]Hayâtu’sSahâbe, S:683/No: 91009)Ravi (rivayet eden) Amrb. Meymûn (R.A.), Kaynak: Nesâî, İbnMâce, Ahmed b. Hanbel.
[29]Hayâtu’sSahâbe, S:684/No: 1011Ravi (rivayet eden) Halid b. El-Velid (R.A.), Kaynak: Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud, Tirmizî.
[30]Hayâtu’sSahâbe, S:703/No: 1036Ravi (rivayet eden) Abdullah b. Amr (R.A.), Kaynak: Ahmed b. Hanbel.
[31]Hayâtu’sSahâbe, S:704/No: 1037Ravi (rivayet eden) Hz. Ebû Bekir (R.A.), Kaynak: Buhârî, Müslim,Tirmizi.
[32]Hayâtu’sSahâbe, S:708/No: 1045Ravi (rivayet eden) EbûHumeyd es Sâidî(R.A.), Kaynak: Buhârî, Dârimî.
[33]Hayâtu’sSahâbe, S:717/No: 1061Ravi (rivayet eden) Câbir (R.A.), Kaynak: Müslim, İbnMâce, Dârimî, Ahmed b. Hanbel.
[34]Hayâtu’sSahâbe, S:718/No: 1063Ravi (rivayet eden) Evsat el-Becelî (R.A.), Kaynak: Ahmed b. Hanbel.
[35]Hayâtu’sSahâbe, S:720/No: 1065Ravi (rivayet eden) Ebu’l- Acfâ es-Sülemî (R.A.), Kaynak: Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Ebû Davud, Nesâî, ibnMâce, Dârimî.
[36]Hayâtu’sSahâbe, S:726/No: 1079)Ravi (rivayet eden) Ebû Süheyl’ in babası Mâlik (R.A.), Kaynak; Mâlik, İsti’zân.
Her ölüm kendi rengindedir.
İnsan nasıl yaşarsa öyle ölecektir.
365 İzahlı Özlü Söz.Dedi ki. sy.80.
Kalbinde bir kötülük için niyet belirir belirmez,kolun değişir.
Niyet kalbin amelidir.
Dedi ki sy. 80.
Sözünün güzelliği halk katında,Özünün güzelliği Hak katında şeref veslesidir.
Dedi ki.sy 81.
Müsavat-ı hukuk: Haklarda eşitlik.
Müsalemet: barış, barışıklık, sulh.
Risaletü n Nur un büyük lügatı.sy.778..
Lozan Muahedesi.Lozan Antlaşması
Risale_i Nur'un Büyük Lügatı.
Risaletü n Nur Emirdağ Lahikası
Mustafa Kemal Atatürk ün Gizli Vasiyetnamesi.
Kalbinde bir kötülük için niyet belirir belirmez, kokun değişir.
Kötü bir işe niyet insanın kokusunu ve bakışını değiştirir.
365 İzahlı Özlü söz Dedi ki sy.80.
İlim; üsttekini kıskanmayan, alttakini küçük görmeyen ve beklenti içine girmeyene verilir.
Dünyanın ve ahiretin hayrı ilimdedir.İlim taleple elde edilir.
365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki. sy.82.
Nefis övüldükçe kirlenir,yerildikçe temizlenir.
Nefisten insaf iste ama sakın ona karşı insaflı olma!
Nefsin ne istediğini ne de istemediğini,Hakkın dediğini yap.
365 İzahlı Özlü Söz Ded ki.
Beşinci Dal
Beşinci Dalın "Beş Meyve"si var.
Birinci Meyve: Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın
nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.
İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın, havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihâl, o muhabbet ve havf, ya halka veya Halıka müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musîbettir. Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhâmını kabul etmez. Şu halde, havf elîm bir belâdır.
Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksan dokuzu mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed aynası olan bâtın-ı kalb ile, sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskàl eder, reddeder. Zîrâ fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehevânî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refâkat etmiyor, senin rağmına müfârakat ediyor. Mâdem öyledir, bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
Evet, Halık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup ilticâ etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; Onun rahmetinin kucağına atar. Mâlûmdur ki, bir vâlide, meselâ, bir yavruyu korkutup, sînesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü, şefkat sînesine celb ediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. Demek, havfullahta bir azîm lezzet vardır.
Mâdem havfullâhın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu mâlûm olur. Hem, Allah’tan havf eden, başkaların kasâvetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesâbına olduğu için mahlûkata ettiği muhabbet dahi, firâklı, elemli olmuyor.
Evet, insan evvelâ nefsini sever, sonra akàribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever; bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki, şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deverânında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Dâimâ ıztırap içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur.
Mâdem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl Sahibine mahsustur; ne vakit Hakiki Sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı Onun nâmiyle ve Onun aynası olduğu cihetle ızdırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa, muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.
Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis, sen muhabbetini kendi nefsine sarf ediyorsun! Sen, kendi nefsini kendine ma’bud ve mahbub yapıyorsun. Her şeyi nefsine fedâ ediyorsun. Âdetâ bir nevi rubûbiyet veriyorsun. Halbuki, muhabbetin sebebi, ya kemâldir-zîrâ kemâl zâtında sevilir-yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir. Şimdi, ey nefis! Birkaç sözde katî ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki, zulmet karanlığın derecesi nispetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibâriyle sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adâvet etmelisin; veyahut acımalısın; veyahut mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen-çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de, lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun-o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acık ile iktifâ eder. Zîrâ, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifâ ettiğin ve saadetleriyle mes’ud olduğun bütün kâinatın menfaatleri, ni’metleri iltifatına tâbi bir Mahbub-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır. Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem, Kemâl-i Mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
Zâten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, Onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimâl edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, -1- ’yi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin,Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sû-i istimâl etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-i meşrûanın cezası, merhametsiz bir musîbettir. Rahmânü’r-Rahîm ismiyle, hûrilerle müzeyyen Cennet gibi, senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni, senin cismânî hevesâtına ihzâr eden ve sâir esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sâir letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanâtını o Cennette sana müheyyâ eden ve her bir isminde mânevî çok hazîne-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelînin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat, Onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbub-u Ezelînin, Kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et:
-2-
İkinci Meyve: Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve
1 O [Allah].
2 Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. (Âl-i İmrân Sûresi: 31.)
Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis, sen muhabbetini kendi nefsine sarf ediyorsun! Sen, kendi nefsini kendine ma’bud ve mahbub yapıyorsun. Her şeyi nefsine fedâ ediyorsun. Âdetâ bir nevi rubûbiyet veriyorsun. Halbuki, muhabbetin sebebi, ya kemâldir-zîrâ kemâl zâtında sevilir-yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir. Şimdi, ey nefis! Birkaç sözde katî ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki, zulmet karanlığın derecesi nispetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibâriyle sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adâvet etmelisin; veyahut acımalısın; veyahut mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen-çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de, lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun-o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acık ile iktifâ eder. Zîrâ, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifâ ettiğin ve saadetleriyle mes’ud olduğun bütün kâinatın menfaatleri, ni’metleri iltifatına tâbi bir Mahbub-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır. Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem, Kemâl-i Mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
Zâten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, Onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimâl edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, -1- ’yi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin,Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sû-i istimâl etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-i meşrûanın cezası, merhametsiz bir musîbettir. Rahmânü’r-Rahîm ismiyle, hûrilerle müzeyyen Cennet gibi, senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni, senin cismânî hevesâtına ihzâr eden ve sâir esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sâir letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanâtını o Cennette sana müheyyâ eden ve her bir isminde mânevî çok hazîne-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelînin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat, Onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbub-u Ezelînin, Kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et:
-2-
İkinci Meyve: Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve
1 O [Allah].
2 Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. (Âl-i İmrân Sûresi: 31.)
ubûdiyetle muvazzafız.
Çünkü, ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Halık-ı Zülcelâl sana iştihâlı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle bütün mat’umâtı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. Sonra, sana hassâsiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti o ellerin önüne koymuştur. Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddî eden ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imânı sana verdiğinden, daire-i mümkinât ile beraber, Esmâ-i Hüsnâ ve Sıfât-ı Mukaddesenin dairesine şâmil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir. Sonra, imânın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-i mütenâhî bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. Yani, cismâniyetin itibâriyle küçük, zayıf, âciz, zelîl, mukayyed, mahdut bir cüz’sün. Onun ihsanıyla, cüz’î bir cüz’den, küllî bir küll-ü nurânî hükmüne geçtin. Zîrâ, hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyeti vermekle, hakiki külliyete; ve İslâmiyeti vermekle, ulvî ve nurânî bir külliyete; ve mârifet ve muhabbeti vermekle, muhît bir nura seni çıkarmış.
İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubûdiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki, buna da tembellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güyâ eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem, "Niçin duâm kabul olmadı?" diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, dâimâ rahmet ve keremine ilticâ et, Ona güven ve şu fermanı dinle:
Eğer desen: "Şu küllî hadsiz nimetlere karşı, nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?"
Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir îtikad ile. Meselâ, nasıl ki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir, "Benim hediyem hiçtir, ne yapayım." Birden der: "Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi nâmıma sana takdim ediyorum. Çünkü, sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim."
İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyyetinin derece-i sadâkat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek îtikad liyâkatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder.
Aynen
Onlara söyle ki, ancak Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. (Yûnus Sûresi: 58.)
öyle de, âciz bir abd, namazında der. Yani, bütün mahlûkatın hayatlarıyla Sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyetlerini, ben kendi hesâbıma umumunu Sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler Sana takdim edecektim. Hem, Sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve îtikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir.
Nebâtâtın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir. Hem meselâ, kavun, kalbinde nüveler sûretinde bin niyet eder ki, "Yâ Halıkım! Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilân etmek isterim." Cenâb-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibâdet gibi kabul eder. "Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır," şu sırra işaret eder. Hem, gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti, şu sırdan anlaşılır.
Hem, nasıl bir zâbit bütün neferâtının yekûn hizmetlerini kendi nâmına padişaha takdim eder; öyle de, mahlûkata zâbitlik eden ve hayvanât ve nebâtâta kumandanlık yapan ve mevcudât-ı arzıyeye halîfelik etmeye kàbil olan ve kendi hususi âleminde kendini herkese vekil telâkkî eden insan, der; bütün halkın ibâdetlerini ve istiânelerini, kendi nâmına Ma’bud-u Zülcelâle takdim eder.
Hem der; bütün mevcudâtı kendi hesâbına söylettirir.
Hem, der; her şey nâmına bir salâvât getirir. Çünkü, her şey nur-u Ahmedî (a.s.m.) ile alâkadardır. İşte, tesbihâtta, salâvâtlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla.
Câmiü’s-Sağîr, 6:291, 292; Ramûzü’l-Ehâdis, s. 453; Kenzü’l-Ummâl, 3:419, hadîs no: 7236.
1 Bütün canlıların yaptıkları fıtrî ibadetler Allah’a mahsustur.
2 Mahlûkatının sayısınca, Zâtına lâyık şekilde, Arşının ağırlığınca, kelimelerinin mürekkebi miktarınca hamd ederek Seni her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz. Bütün peygamberlerinin, evliyâlarının ve meleklerinin tesbihâtıyla Seni tesbih ederiz.
3 Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz. (Fâtiha Sûresi: 5.)
4 Bütün mahlûkatının bütün tesbihâtıyla ve bütün masnuâtının dilleriyle Seni tesbih ederiz.
5 Allahım! Kâinatın zerreleri ve onlardan mürekkeb varlıkların adedince Muhammed’e rahmet eyle.
Üçüncü Meyve: Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibâdete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muâmele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibâdet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ, birşeyi satın aldın; icâb ve kabul-ü şer’iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alış verişin bir ibâdet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î, bir tasavvur-u vahiy verir; o dahi, şârii düşünmekle bir teveccüh-ü İlâhî verir; o dahi, bir huzur verir. Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fânî ömür bâkî meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medâr olacak olan faydalar elde edilir.
fermanını dinle; Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişâr eden Esmâ-i Hüsnânın herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış.
Dördüncü Meyve: Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefâhete, hususan ehl-i küfre bakıp, sûrî zînet ve aldatıcı gayr-i meşrû lezzetlerine aldanıp, taklit etme. Çünkü, sen onları taklid etsen, onlar gibi olamazsın; pekçok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın; çünkü, senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur, senin başını dâimâ dövecektir. Meselâ, nasıl ki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşâub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyâyı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve vahşete düşer.
Ve başka sarayda, büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sâir menzillerde ışıklar bulunabilir, onunla işini görebilir. Hırsızlar istifade edemezler.
İşte ey nefsim! Birinci saray bir Müslümandır; Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde, o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el-iyâzü billâh, kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez; belki hiçbir kemâlâtın yeri, ruhunda kalamaz, hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latîfeler karanlığa düşer ve kalbinde müthiş bir tahribât ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribât ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribât zararını onunla tâmir edersin? Halbuki, ecnebîler o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bâzı nurlar kalabilir veya kalabilir
Siz de hem Allah’a, hem de Ona ve Onun bütün sözlerine imân eden o ümmî Peygambere, resûlüne imân edin ve o Peygambere uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız. (A’râf Sûresi: 158.)
zannederler. Onların mânevî kemâlât-ı ahlâkiyelerine medâr olacak Hazret-i Mûsâ ve İsâ Aleyhimesselâma bir nevi imânları ve Halıklarına bir çeşit îtikadları kalabilir.
Ey nefs-i emmâre! Eğer desen, "Ben, ecnebî değil, hayvan olmak isterim." Sana kaç defa söylemiştim, hayvan gibi olamazsın. Zîrâ, kafandaki akıl olduğu için, o akıl, geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokatıyla, senin yüzüne, gözüne, başına çarparak döğüyor; bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise, elemsiz güzel bir lezzet alır, zevk eder. Öyle ise, evvelâ aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem, -1- sille-i te’dibini gör."
Beşinci Meyve: Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekàya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebde’ye çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisâldir.
Nasıl ki tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi birtek meyve gibi zâyi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa, içindeki çekirdek, bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutmakla beraber ağacın bekàsına ve hakikatinin devamına vâsıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde birtek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i dâimeye, bir ömr-ü bâkî içinde mazhar oluyor.
Öyle de, insan, eğer kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânîlerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fânî, hem ademe düşer; hem mânen kendini idâm eder. Eğer lisân-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla imân derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin mi’racıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâkî bir insan olur.
Ey nefsim! Mâdem hakikat böyledir ve mâdem millet-i İbrâhimiyedensin (a.s.), İbrâhimvâri, -2- de. Ve Mahbub-u Bâkîye yüzünü çevir ve benim gibi şöyle ağla:
[Buradaki Fârisî beyitler, On Yedinci Sözün İkinci
Makamında yazılmakla burada yazılmamıştır.]
1 Hayvan gibi, hattâ onlardan da aşağıdırlar. (Furkan Sûresi: 44.)
2 Ben batıp gidenleri sevmem. (En’âm Sûresi: 76.)
Râvî Hz. Âlî (R.A.) kimdir?
Hz. Alî {R.A), Peygamberimizin amcası Ebû talibin oğlu. Kızı HZ. Fati-manır. efendisi, dördüncü halifesi emirüf müminin vasfına haiz Ebil hasen künyesi ile mârufdur. Aynı zamanda Ebitturabda denir.
Bütün izahat ve beyanlarda, çocuklardan ilk müslüman olanlardandır. Kendisi henüz yedi yaşında iken ıslama girmişdir. Bazı görüşlere görede, sekiz, veya on veya onbeş yaşlarında müslüman ofmuştur. En meşhuru, yedi veya sekiz yaşında müslüman olmuştur.
Resulü Ekrem efendimizle beraber bütün muharebelerde bulunmuştur. Ancak Tebuk seferinde bulunamamıştır. Önada gidemeyişi, Resulü Ekrem efendimiz onu ehü iyâünin başına halef olarak koymuştu. Ve Hz. Mûsanın Mikada gidişi anında kardeşi Hz. Hârunu kavminin başına koyduğu gibi, Re-sûiü Ekrem efendimizde Hz. Aliyi ehü iyâlinin ve ümmetinin kalanlarının başına koymuştu ve şöyle buyurmuştu :
«Sen bana Horunun Mûsaya oluşu menzillinde olmana razı olmalısın.»
Hz. A!j (R.A) sert tabiotiı, gözleri büyükçe, orta boyîu, şişmanca ve vücudu çok kıllı, sakalı enlice, sakalı ve başı bern beyaz idi. Hz. Osmanın şehid edilmesinden sonra hilafete getirüdi. O hilâfete getirlidiği günde, bir cuma günü, hicretin otuz beşinde zilhiccenin 18. gününe rasiamıştı.
Hicretin kırkıncı yılında ramazon ayının 17 sinde cuma bir günün sabah namazsnı edâ ederken Abdurrahman bin mülcem isimli bir zındık tarafından küfede camide zehirli bir kılıçla yaralanmıştır. Bu yaralamadan üc gece sonra vefat etmiştir.
Şehâdeîine sebeb olan «Havaricler» hakkında gerekti malumat «Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde vardır.
Cenazesini oğullan, Hz. Hasan ve Hz, Hüseyin (R.A) la beraber Abdullah bin Cafer (R.A) yıkadılar. Namazımda Hafîdi Resûlüllah (S.A.V) olan oğlu Hz. Hasan (R.A) kıldirrmştır. Vefatı anında, altmış üç yaşlarında idi.
Hilâfeti, dört sene, altı ay ve bir kaç gün devam etmiştir. Kendisinden oğullan, Hasan, Hüseyin, Muhammed (R.A) la birlikde sahabe ve tabiînden pek çok kimseler, Hadisi şerifler rivayet etmişlerdir. Allah (c.c.J hepsinden razı olsun. Amin.
Yukardaki hadisi şerifi tekrar tekrar okumalı, Mukaddarata boyun eğmek ve mukaddaratın ne şekilde tecelli edeceğini hiç bir kimsenin bilemi-yeceği, dolaysiyie irâde ve amel ile mükellefiyetin ne şekilde ve nasıl olması gerektiği beyan edilmiştir. İnsana düşen kendini irâde ve amelin iyi olması ve iyi şeylerle meşgul olması gerekir. Tedbirle mükellef olunduğunu bilen her insan, tedbirini alır, kendine düşeni yapar, takdire karşı isyan
etmez. Takdirin ne şekilde olduğunu ve nasıl tecelli dceğini hiç bir ferd bilemez. Bilmeye çalışamazda. Bilirim diyenler veya bilinir iddiasında olanlar basiretsiz kâfir kimselerdir.
Hulasa, bizler tedbirle mükellefiz. Takdirle mükellef değiliz. Tedbirimizi tam alırsak takdire karşı ihanet etmeyiz. Şayet tedbirde kusurumuz olursa, takdire kusur bulmamalıyız. Takdirin tecellisi, bizlerin tedbir ve irâdesine bağlıdır. Biz irâdemizi hayra sarf edersek takdirde tecelli edende hayır olur Şayet biz irâde ve tedbirimizi şerre öiet edersek, takdirde tecelli edende şer olur. Akaid kitaplarında şöyle denilmiştir. «Mukadder, Mumad-derle değişir.»
Yani Levhİ mahfuza vasfı olarak yazılan şey, her hanki bir sebeb ve irâde ile tebdil edilir veya olduğu gibi tesbit edilir. Kesinlik hükmü, irâdenin sarfına ve sebebini işlemeye bağlanmıştır. Mukadderatın mahiyetini ve neticenin ne şekilde tecelli edeceğini hak teâla bilir. Biz irâde ile mükellefiz. Açıklayıcı îzahat, «İslama Sokulan Bid'at ve Hurafeler» le «İslâmda Evliya meselesi ve Harikalar» adlı eserimizde zikredilmiştir. [1]
86 - {8} Ebû Hureyre (R.A} den mervidir, demiştir: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu ki:
«Şüphesiz Aliâhü teâlanın Âdem oğluna zinadan nasibini yazmıştır, mutlaka o nasibine kovuşur,
— Binâen aleyh gözün zinası, (harama) bakmaktır,
— Dilin zinası, (cima' kelimesini ve haramı) konuşmaktır,
— Nefis zinayı temenni eder ve iştahlanır, fercde onu (zinayı) ye tasdik eder yada tekzib eder.» Buhcıri, Müslim
— Müslimin (diğer) rivayetinde Rasûlullah şöyle buyurdu :
«Âdem oğlunun üzenine zinadan nasibi yazılmıştır. Ona (zinadan nasibine) elbet kavuşucudur.
— Gözlerin zinası, (harama) bakmaktır,
— Kulakların zinası, (haramı ve cima' sözlerini) işitmektir,
— Dilin zinası, (cima ve haram kelimeleri) konuşmaktır,
— Elin zinası (şehvet ve harama) yapışmaktır,
— Ayağın zinası, (zinaya ve haram yollara) adım atmaktır.
— Kaib, zinayı arzu ve temenni eder. Onu (zinayı) fere, tasdik eder, yada tekzib eder.» [2]
Tercümesi:
87 - (9) Imrân bin Husayn (R.A) den mervidir; Müzeyne kabilesinden iki adam dediler ki : Yâ Resûlellah! bana haber verirmisin bugün insanlar ne yapıyor ve nerede çalışıyorlar? Onların üzerine bir şey hükmo-lunup ve onlar hakkında bir kaderde sebkat etmiş olsa veya onlara peygamberlerinin getirdiği bir şey (hüküm, hayır) la karşılamaları takdirinde ve onların aleyhine delil sabit olsa (nasıl olur bildirirmisin)?
— Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Teretdüt etme, belki bir şey onlara takdir olunur ve onlar hakkında sebkat eder. Bu hükmün böyle olduğunu aziz ve celil elan Allanın kitabında şöyle tasdik olunmuştur:
«Her bir nefse ve onu düzenleyene,
— Sonrada ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene ki, onu (nefsini) tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermiştir.
(Şems sûresi, 7-9) Müslim[3]
İzahat
Râvî Hz. İmran bin Husayn (R.A), Ebâ nüceyd künyesi ile mârufdur. Hayberin fethi senesi müslüman olmuş, vefat edinceye kadar Basrada sakin olmuştur. Sahabenin fakih ve fazıllarından idi, Hayberin fethi yılı olan hicretin yedinci senesi kendisi ile babası müslüman olmuştu.
Vefatı, hicretin elli ikinci senesinde vuku bulmuştur. Allah ondan razı olsun.
Hadisi şerjfde Resûlullah (S.A.V) efendimiz, kaderi ilâhîde sebkat etmiş olan her hangi bir şeyin, olmasının mukadder olduğunu beyan buyur-dukdan sonra, sebkat edip yazılan bir şeyin başka bir yazılan kaderle değişebileceğimde zikretmektedir. Hatta bir nefsin hakkında cereyan eden şeyin değişip değişmeyeceği hususundaki suâle, değişebileceğini beyan sadedinde «Tereddüt etme!» buyurmuşlardır.
Yukarda bir akâid kaidesini yazmıştık : «El mukadderü yuğayyeru bilmu-kadderi — mukadder olan şey, diğer bir mukadderle tağyir ve tebdil olunur.»
Az sadakanın çok belayı def edeceği, makbul bir duanın inen veya inecek olan belayı def edip önleyeceği, tevbe ve istiğfarın hayatta çok değişikliğe sebeb olduğu gibi ahirettede pek çok faydası olacaktır. Bu hususda âyeti kerime ve hadisi şerifler Pek çoktur.
Bir âyeti kerimede şöyle buyuruîmuştur:
«Allah (c.c.) dilediği hükmü kaldırır ve dilediğini yerinde sabit kılar (veya değiştirir).» Râd sûresi, 39
Bir hadisi.şerifde şöyle beyan edilmiştir:
«Sadaka, belayı def eder ve ömrü artırır.»
Ayeti kerime ve hadisi şerifin hükümlerini tatbiki olarak yaşayan Hz. Ömerin bir hâdisesini nakletmekle iktifa edeceğiz.
Hz. Ömer (R.A) samda vâki olan taun hastalığını duyunca şama gir-meyip dönmek üzere hareket ettiler. Hemen orada Şam Vâiisi Ebu Ubeyde (R.A.) şöyle dedi:
«Kazayı ilâhîden kaçıyormusun?»
Hz? Ömer (R.A) de dediki:
«Allahü teâlanın kazasından kaderi nahiyesine kaçıyorum.»
Kaza ile kader hakkında geniş malumat, yukarda iki nolu cibril hadisinin altında zikredilmiştir. [4]
88- (10) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir : Dedim ki : Yâ Resûlellâh! Ben genç (şehvet sahibi) bir adamım, ve ben kendi nefsim üzerine zina yapmakdan korkuyorum, ve kadınlardan nikahlayacak bir şeyde bulamıyorum, sanki o (Ebû Hureyre) ondan (Resûlullahdan) hayalarının burulması hakkında izin isteycrdu, Ebû Hureyre dedi:
:— Resûlultah (S.AV) bana cevab vermekten sustu, sonra ben yine aynısını söyledim. Resûluİlah yine bana bir şey söylemedi susdu, ondan sonra yine aynı kelimeleri söyledim, — Resûluİlah bana karşı yine susdu, sonra yukardaki sualleri ve cümleleri aynen söyledim,
— Bunun üzerine nebiyyi Ekrem (S.A.V) buyurdu :[5]
«Ey Ebâ Hureyre! başına gelecek şeyleri (yani, söylediğin veya yapacağın şeyleri) kalem yazdı. Binâenaleyh bunun üzerine ister hayalarını burdur, veya ister (hayaları burdurmayı) terk et.» [6]
Tercümesi :
89 - (11) Abdullah bin Amr (R.A) den mervidir, demiştir:
Resûluİlah (S.A.V) buyurdu :
«Muhakkak Âdem oğlunun hepsinin kaibleri, bir kalb gibi Rahman olan Allâhın parmaklarından iki parmak arasındadır. Onu (Âdem oğlunun kalbini) dilediği şekilde sarf eder.»[7]
— Bundan sonra Resûluİlah (S.A.V) buyurduki :
«Kaibleri yönelten Ey Allâhım! bizim kalbierimizide tâatın üzere yönelt.» [8]
İzahat
Resulü Ekrem sallallahü aleyhi vesellem efendimizin, «Adem oğlunun hepsinin kalbi» cümlesi ile Peygamberler, AÜmler, Arifler, Evliyalar, Müminler ve kafirler-in hepsine şamil olduğunu beyandır.
Yâni cenabu hakka göre, bütün insanların kalblerini tasarruf edib değiştirme veya bir şey üzerinde sabit kılması, bir kişinin kalbini tasarrüt etmesi gibidir. Onun için hiç güçlük yoktur.
Hadîsi şerifin bu cümlesinde şu rnealdaki ayeti kerimeye işaret vardır :
«Sizin (hepinizin yoktan) yaratılmanız ve öldükten sonra diriitümeniz, ancak tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Ol, emri ilâhisi ile her şey oluverir).» Lukman sûresi. 28
Kalblerin hepsinin cenabu hakkın iki parmaklan arasında oluşuda mecazi olarak bir nevî teşbihi şekilde halkın anlayışı ile beyan buyurulmuştur.
Halk arasında. «Ben seni parmaklarımla oynarım veya oynatırım, ben seni parmaklarımla fırıldak gibi döndürürüm. O adam, o kimseyi (diğer kişiyi) çok çabucak ve kolayca halleder, işini bitirir.» gibi manalar anlaşılmak tadır.
Halikı zülcelâlın kudret ve azametini anlatmak için Resulü Ekrem (S.A. V) efendimizde bu ifâdelerle buyurmuştur ki, cenabu hak için kaibleri bir şey üzerinde sabit kılması veya tebdil edib değiştirmesi, çok kolay ve çok çabuk olur. Onun için güçlük yoktur. O mutlak tasarrufa sahibdir. Kaibleri dilediği şekilde değiştirib sabit kılma kudreti ve yetgisi direk kendisine aittir. Hiç bir varlık ona 'galib gelemez ve onun kudretini engelleyemez, O her şeyinde muhtar ve muktedirdir
Netekim Peygamberimiz (S.A.V) efendimiz hadîsi şerifin son cümlesinde bu hususu şöyle beyan buyurmuşlardır.
«Kafbleri yönetib çeviren ey Allâhım! Bizim kalblerimizi de tâatın üzere yönelt.»
Hadîsi şerifdeki, «Parmak» tabirinin halikı zülcelâla isnadı «Kudret ve Kuvvet» manaları ile tzah edilmiştir. Yoksa halikı zülcelâlın insanların parmaklarına benzeyen parmaklarının olması manasında olamaz. Cenabu hak öyle teşbih ve teşebbühün her nevîsinden münezzeh ve âlidir, [9]
90 - (12) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir
Resûluİlah (S.A.V) buyurdu :
«Her doğan çocuk ancak fıtrat (İman ve islam fıtratı) üzere doğar. Sonra babası anası (yahûdi ise) onu (çocuğu) yahûdi yaparlar, (Hiristiyan ise-!er) Hıristiyan yaparlar, (Mecûsi iseler) Mecûsi yaparlar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz kulağı, dudağı, burnu ve ayağı kesik oîanını hiç görüyormusunuz?
— Bundan sonra Resûfuflah (S.A.V) Şu mealdeki âyeti okuyor : «Allanın fıtratı öyle şeydirki o (Allah C.C.), insanları bunun (İslam fıtratı) üzerine yaratmıştır. Allanın yaratışına (hiç bir şeyi) bedel olmaz, 6u dimdik ayakta duran bıir dindir.» {Rum sûresi, 30) [10]
İzahat
Hadîsi şerifin baş tarafında şu mealdâki âyeti kerimeye işaret vardır:
— «(Habîbim!) O vakti hatırla ki, Rabbîr», Adem oğullarının sulbierînden zürrlyetlerini çıkarıb da onları nefislerine karşı şahit tutarak; «Ben siz'n Rab-biniz değilmiyim?» diye buyurduğu zaman, onlarda; «Evet Rabbimizsin, şahit olduk» demişlerdi.» Araf sûresi, 172
Evet anasından doğan her çocuk, îman fıtratı üzere doğar. Yani ezeldeki îmanı üzere müslüman olarak doğar. O îman yedi yaşma kadar muteberdir. Yedi yaşından sonra babası anası çoouğa tâlim ve telkinle ya aynı îmanda sabit ve dâim olmasını sağlarlar. Yahut babası anası yahûdî iseler, çocuğa yahûdiliği teikin ve tâlim ederek yahûdî yaparlar. Eğer babası vö anası Hıristiyan iseler, çocuğa hırıstıyanlık telkin ederek Hıristiyan yaparlar. Şayet çocuğun baba ve anası ateşe tapan Mecûsi iseler. Çocuğa mecûsilik telkin ederek Mecûsi yaparlar.
Cenâbu hak neslimizi îman telkini ile yaşatıp yeşerterek müslüman baba ve analardan olmamızı nasîb edib kafir babası ve kafir anası olmakdan muhafaza buyursun. Amin. [11]
Tercümesi :
91- (13) Ebû Musa el Eşâ'ri (R.A) den mervidîr, demiştir : Resûlullah (S.A.V) aramıza kalkdı beş kelimeyi tavsiye etti ve dediki : «Muhakkak Allâhu teâla uyumaz,
— Ve uyumak ona (Allâha) lâyık değildir (sahih ve mümkün değildir),
— Her ferdin nasibini (Rızkını) daraldır ve genişletir,
— Gündüzün amelinden evvel gecenin ameli ve gecenin amelinden evvel gündüzün ameli Cenâbu hakka arz edilir.[12]
— Cenâbu hakkın hicabı (yani, kul ile Allah arasındaki mânevi perde) Nurdur. Eğer hicab kalkarsa, insanın yüzünün nurlarını (Ve gözünün nurlarını) yakar, bu sebebiede Cenâbu hakka mahlukâtından hiç birinin gözü (görmesi) vâsıl olmaz.» [13]
Tercümesi :
92 - (14) Ebû Hureyre {R.A) den mervidir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Allâhü te âl an in yedi (kudret ve atası), her yeri doldurur hiç noksanlık olmayan nafaka ihsan eder. (Allanın ihsanı) gece ve gündüz yağar (iner).
— Yer ve gök yaratıldığı zamandan beri (oradakilerin nefekasını) nasıl infak ettiğini görüb bilmedinizmi? Zira Cenâbu hakkın yedi kudretinde olan nafaka ihsanı hiç noksan olmamıştır, ve Allâhın arşı suyun üzerinde îdi.. Ni'metin ihsanı ölçüsü, yedi kudretindedir. (O ihsanını) daraltır ve genişletir.» [14]
Müslimin Rivayetinde ise; «Allanın bereketi, doldurucudur.
— İbni Nümeyr, Ni'met doludur. Öyle bir nimet yağışıdırki, O nimetin çokluğundan gece ve gündüzün hiç bir şeyi noksan (mahrum) olmaz dedi.» [15]
93- (15) Ondan {Ebû Hüreyreden) rivayet edilmiştir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) e Müşriklerin zürriyetlerinden soruldu. Resûlullah (S.A.V) de buyurdu :[16]
«Onların (müşriklerin) amel ettikleri şeyi (cennet veya cehennem ameli olduğunu) Allahü Tealâ bilir.» [17]
Kadere İmanla İlgili İkinci Fasıl
Tercümesi:
94 - (16) Ubâde bin es samit (R.A) den mervidir, demiştir : Resulullah (S.A.V) buyurduk! : «Şüphesiz Alfahü teâlanın ilk yarattığı şey kalemdir. AUahüteâla kaleme dedi ki: yaz.
— Sunun üzerine kalem : ne yazayım? dedi.
— Allohü teâla buyurdu : kaderi yaz.
— Hemen kalemde olanı ve ebediyyete kadar (kıyamete kadar) olacak olanı yazdı.» Tirmizî (Tirmizî : bu hadis, isnad cihetinden garibtir, demiştir). [18]
Tercümesi :
95 - (-J7) Müslim bin Yesâr (R.A) den mervîdîr, demiştir:
Ömer bıin el Hattab (R.A) a şu âyetten soruldu :
__ Hani Rabbin Âdem oğullarından, onların sırtlarından (sulblerinden)
hürriyetlerini çıkarıp - kendilerini nefislerine şahit tutmuş, ben sizin Rabbiniz değümiyim?, (demişti)» (Araf Sûresi, 192),
— Ömer (R.A) dedi.: Resulullah (S.A.V) dende bu âyetten sorulduğunu işittim, Resulullah (cevabda) şöyle buyurmuştu :
«Şüphesiz Allahü teâla Âdemi yarattı, sonra Âdemin sırtına kutretiyte mesnetti ve ondan (Âdemden) bir zürriyet çıkardı ve cenâbu hak buyurdu : Bunları Cennet için yarattım ve bunlar Cennet ehlinin amelini işlerler.
— Sonra Âdemin sırtına kudretinin tesirini dokundurdu ve ondan bir zürriyet çıkardı.
— Bundan sonra cenâbu hak buyurdu : Bunları cehennem için yarattım ve bunlar cehennem ehlinin amelini işlerler.»
— Bunun üzerine bir adam dedi : Amel bir şey ifâde edermi? Yâ Resû lellah!
— Hemen Resûluitah (S.A.V) buyurdu :
«Şüphesiz AHchü teâla bir kulu cennet için yarttığı vakit, ona cennet ehlinin amelini ycbdırır, hatta ehli cennetin amellerinden emel (ten İşlemek) üzere (iken) ölür ve bu amelî ilede cennete girer.
— Ve Atlâhü teâla bir kulu cehennem için yarattığı vakit, o kula cehennem ehlinin amelini yapdırır. Hatta cehennem ehlinin amellerinden bir amel üzenine ölür vs bu sebeblede cehenneme girer.» (Hadisi, Mâlik, Tirmizi. Ebû-Dâvud rivayet etmişlerdir.)
(Not : Râvi müslim bin yesar (R.A), cühenî kabilesine mensub tabiînden bir zattır. Tirmizi bunun hadîsini, Araf sûresinin tefsirinde rivayet etmiştir. Bu zat hadîsi, Ömer bin el Hattab (R.A) den rivayet etmiştir. Ve Tirmizî bu hadîsi, «hasen» hadis olarak zikretmektedir.) [19]
96 - (18) Abdullah bin Amr (R.A) den mervîdir, demiştir :
Resûiullah (S.A.V) çıkdı ve iki elinde iki adet kitab vardı ve dediki :
«Bu iki kitabı bilirmismiz?»
— Biz dedik : Bilmeyiz, Yâ Resûlellah! ancak sen bize haber vermenle (biliriz.)
— Bunun üzerine Resûiullah (S.A.V) sâğ elindeki kitab için dediki ;
«İşte bu kitab âlemin Rabbisinden bir kitab dır, bu kitabda cennet ehlinin isimleri, babalarının ve kabilelerinin ıisim!eri vardır. Bundan sonra ahirlerinde hulâsa edilmiştir. Binâenaleyh bunlarda ziyadelik ve noksanlık katîyyen olmaz.»
— Sonra Resûlultah (S.A.V) sol elindeki kitaba işaret ederek şöyle buyurdu:
— Bu kitab, âlemin Raob'sı tarafındandır, bu kitabda cehennem ehlinin isimleri, cehennem ehlinin babalarının ve kabilelerinin isimleri vardır. Sonra onların sonunda hulâsa edilmiştir, Binâenaleyh onlarda ziyadelik olmaz ve onlardan noksanlıkda asla olmaz.»
— Resûiullâhın Ashabı dedikti : Şu halde amelden fariğ olunan bir iş halı olduğuna göre ameti kazanmak ön ki fâide nedir? Yâ Resûlellah1
— Hemen Resûiullah (S.A.V) buyurdu :
«Amellerinizi doğru yapın ve Allâha yaklaşmayı taleb edin, zira Cennet adamı, hangi amelle meşgul olursa olsun, son nefesi cennet ehlinin ameli ite hitam bulur. Ve cehennem adamı, hangi amelle meşgul olursa olsun, nefesi cehennem ehlinin ameli ile hitam bulur.»
— Bundan sonra Resûiullah (S.A.V) iki elindeki kitabları attı ve sonra buyurdu ;
«Rabbiniz, kulların işlerini takdir etmiştir; (kıyamet günü toplananlardan) bir takımı cennetde, bir takımı cehennemdedir.» (Şuura Sûresi, 7}[20]
Tercümesi:
97 - (19) Ebi Hızâme (R.A) den oda babasından rivayet etmiştir, demiştir : Dedimki : Yâ Resûlellah! Okunup üflenerek (şifa âyetli ve duaları okunarak) tedavi taieb etmemizi, bir ilaçla tedavilenmemizi ve kaçınılacak şeyden kaçınmamızı bana haber ver, Acebâ Allanın takdirinden bir şeyi (bunlar) red edermi?
— Resûiullah (S.A.V) buyurduk!:[21]
«O (zikredilen üç şey), Allâhın kaderindendir.» [22]
Râvî Ebî Hızâme {R.A}, tabiînden ve Beni Hars bin sâd neslindendir. Bu muhaddis olan Ebî Hızâme bin yâmur (R.A) dır.
Hadîsi şerifde, şifaianmak için okunup üflenmeyi, bir deva emsinden ilaçla tedavîlenmeyi ve zararlı olanlardan kaçınmanın fâidesînîn olup olmadığını soran zâte, Resulü Ekrem efendimiz; bunlarında birer sebeb olduğunu beyan ederek hastalığın nasıl bir kaderi ilâhî olduğu sabit ise, bunlarla te-dâvîlenmeninde birer kaderi iiâhi olduğunu beyan buyurmuştur. Dolaysiyîe bu yollarla tedâvîlenmenin cevazını îzah etmiş oluyor. Fetvada câ'izdir. Fakat tevekkül ve takvaya göre caiz değildir.
Bu mes'elelerin geniş İzahı, «Müiteka tercümesi» adlı eserimizin dördüncü cildinde zikredilmiştir. Ayrıca batıl ve uydurma yollarda tedavilerime şekil ve yollarının kötülüklerini de «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde beyan ettiğimizi hatırlatırız. [23]
Tercümesi :
98 - (20) Ebû Hüreyre (R.A) den mervidir, demiştir:
ResûMlah (S.A.V) yanımıza çıka geldi, bizde o anda kader hakkında münazaa ediyor idik. Rssûlullah (S.A.V) gazablandi, hatta yüzü kıbkırmızi oldu ve hatta sanki iki yanağında nar dânesi sıkılmış gibiydi.
— Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
aBununlamı emrolursdunuz? Yoksa benmi bununla size gönderildim?! Ancak ve ancak sizden evvel geçen kimseler, bu işde (kader meselesinde) münazaa ettikleri vakit, helak olmuşlardır. Size kesinlikle beyan ediyorum, kesinlikle arz ediyorum; Bunda (kader hakkında) münazaa (Ve münâkaşa) etmeyiniz.»
99- (21) İbni Mâce bu hadis gibisini, Amr bin Şuayb dan, onun babasından ve dedesinden rivayet etmiştir. [24]
Tercümesi :
100 - (22) Ebû Mûsâ (R.A.) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) den işittim, diyor'du :
«Muhakkak Allâhü teâla Ademi yerin hepsinden kabzalanmış b.'r kabtadan yarattı. Âdemoğlu yer yüzünün (bütün renk ve çeşitli tabiatlarının) mîkdârı (çeşitleri) üzerine gelmiştir, (çeşitlerden yaratılmıştır), kırmızı, beyaz* siyah ve bunların arasındaki şeylerde onlardan (yeryüzünün çeşitlerinden) dir, yumuşakiık, sertlik ve güzellik (yani, Ahlâkî yönde ki bu hallerde) onlardan (yerin çeşitlerinden) dir.» (Hadîsi, Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvud rivayet etmişlerdir.) [25]
Tercümesi :
101 - (23) Abdullah bin Amr (R.A) den mervîdir, demiştir : ResulSah (S.A.V) i İşittim buyururdu ;
«Şüphesiz ASlahü teâfa (insan ve cinnîierden) halkını (mahlûkatını, nefsi emmârenin) karanlığında halk etti ve onlara nurundan (bir şey) döktü.
— Binâenaleyh bir kimseye o nurdan isabet ederse, hidâyete erişir. Ve bir kimseye de o nur vâsıl olmazsa, dalâlette kalır (hak yoldan çıkar).[26]
— Bu sebebten dolayı derimki : kalem Allarım îlmi üzere cereyan eder (yazar ve hükmeder).» [27]
102 - (24) Enes (R.A) den mervîdir, demiştir:
Resûlullah (S.A.V) şu düâyı cok söylerdi :
«Ya Mukallibei kulûb! Sebbit kalbi, alâdînike - Ey kalbleri çeviren (yöneten)! benim katbimide dıniyin üzerine sabit kıl»
~- Bunun üzerine dedimki: Ey Allanın Nebisi! sana ve senin getirdiğine îman ettik, bizim üzerimize korkarmısın?
—- Resûlullah (S.A.V) buyurdu :[28]
«Evet (sizin üzerinize korkarım), Zira kalpler, Atlahü teâlanın parmaklarından fiki parmak arasındadır, onları (kalbleri) dilediği şekle çevirir»[29]
Tercümesi :
103 - (25) Ebû Musa (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (SAV) buyurdu :[30]
«Kalbin misâli, nebâtatsız düz arazi üzerindeki kuş tüyü gibidir, onu rüzgâr (her saat ve saniyede) üstünü altına (ve altını üstüne) çevirir.» [31]
Tercümesi :
104 - (26) Ali (R.A) den mervîdir, demiştir :
Resûiullah (S.A.V) buyurdu :
«Her hangi bîr kul, şu dört şeye inanmadıkça mümin olamaz.
a) Allahtan başka ilâh olmadığına ve beni hakla gönderen Ailahın Resulü olduğuma şehâdet etmesi,
b) Ölüme îman etmesi,
c) Öldükten sonra dirilmeğe îman etmesi,[32]
d) Ve kadere iman etmesi ile (mü'min olur).» [33]
Tercümesi:
105 - (27) İbni Abbas (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (S.A.V) buyurdu :
«Ümmetimden iki sınıf İçin islamda nasib yoktur, (onlarda : ) Mürcİ-e ve kaderiyelerdir.» Yirmizi, Tirmizi: bu hadis garib (hasen ve sahih) dlr, dedi.
(NOT : Mürcie ve kaderiye hakkında, «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde geniş malûmat yazılmıştır.) [34]
106 - (28) İbni Ömer (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (S.A.V) den işittim buyuruyordu :
«Ümmetimde (ümmeti icabette) yerde hareket (zelzele) ve yer yutmaları ve suretin çevrilmesi olur. Evet bu hal kaderi tekzib edenler içinde olur.» Ebûdâvut, Tirmizîde böyle rivayet etmiştir.
(NOT : Bu hadîsi şerifin kısa acıkiamah temsili örneği, «Bid'at ve Hurafeler adlı eserimizle Evliya meselesi» isimli eserimizde mezkurdur.) [35]
Tercümesi:
107 - (29) Yine (İbni Ömer) den rivayet olunmuştur, demiştir: Resûiullah (S.A.V) buyurduk[36]
«Kaderiyye, bu ümmetin mecûsîsidir, eğer hastalanırlarsa, ziyaret etmeyiniz, ve eğer ölürlerse, cenazelerine hâzır olmayınız.» [37]
Tercümesi:
108 — (30) Ömer (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (SAV) buyurdu :
«Kaderiye ehli ile oturmayınız ve onlara havale etmeyiniz {veya onlara «elamla başlamayınız).» Ebûdâvud[38]
Tercümesi:
109 - (31) Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir: «Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Aİti şeye (kimseye) ben lanet ettim, Allahü teâla ve düâsı müstecâb olan her Peygamberde iânet etti (onlarda şunlardır:)
a) Allahü teâlanın kitabına (kur'anı kerîme) ziyâde eden,
b) Atlahü teâlanın kaderini tekzîbeden,
c) Allahü teâfantn aziz kıldığı kimseyi zelil ve zelil kıldığı kimseyide aziz yapmak için ceberutla musallat olan,
d) Allahü talanın haremini (harem dahilindeki haramları) helâl kılan,
e) Ehli beytimden olanlara (ezâ ederek tâzîmi terketrnek gibi şeyleri) Allahü teâlanın haram kıldığı şeyi helal kılan,
f) Ve benim sünnetimi terk eden kimsedir.» Beyhakî «Medhal» de ve Rezinde kitabında rivayet etmiştir. [39]
İzahat
Hadisi şerifde beyan edilen altı sınıf kimselere, Aflâhü teâlanın laneti demek, rahmetinden uzaklaştırmak, azabı ilahisine dûcar etmektir.
Peygamberimiz ve bütün peygamberlerin laneti ise, bu kişilerin Allahû teâlanın rahmetinden uzak oulp gazab ve azabı Nahiyeye müstehak olmalarını dilemeleridir,
Altı sınıf kimselerin fenalıklarımda kısaca açıklayalım.
a) Kitabı ilâhiye ziyade eden kimseler, Kur'anı kerime ve diğer semavi kitaplara ilâve yaparak yahûdi ve hırıstıyanların Allah in buyurmadığım; «Allah buyurdu» gibi yalan isnad ve iftiralarda bulunmaktırki, kesin ve açık hükümleri tahrif edip tebdif ve tağyir suretiyle yazan, söyleyen ve hüküm beyan eden kimseler, ayeti kerimelerin acık ve zahiri hükümlerini ve nazımlarını inkar temiş olduklarından kâfir olurlar.
Fakat kitap ve sünnetin hükümlerini tevii ederek beyan edilen hüküm, kitap ve sünnetin hükümlerine muhalif olursa, bu tevilj yapan kimse, ehli Bid'at olur ve islenen amel ve tevilede Bid'at denir. Bid'at-cıların ve Bid'atın fenalıkları, «Islama sokulan Bid'at ve Hurafeler» ad!ı eserimizde uzun uzun İzah edilmiştir.
Gününmüzde indî düşünce ve görüşler ortaya atarak Kur'anın aç'k hükümlerine zıd bir takım kanun, tüzük veyönetmelikler yapanlar, çıkaranlar ve onları tasvib edip iyi karşılayanlar, açıkça kitabı ilahiyeye ziyâde yapan veya yapmaya çalışan haham ve papaz kafalı beyinsiz sapıklardır. Belki-de kâfirlerdir.
b) Kaderi ilâhiyi inkar edip yalanlayan kimsede. Allanın ve Resullerinin lanetine müstehak oian kişidir. Zira kaderin aslı malum, vasfı meçhuldür. As İma ve esasına inanan kişi, iki cihan seâdetine nail olur.
c) Zulüm çemberi kurarak Allanın indinde şerefli ve izzetli kişileri, zelil ve ahlaksız rezil kimseieride şerefli kılmaya çalışan zâlim ve cebbar kimseler de, Aîlâhın ve Resullerinin lanetine müstehak olan zâlimlerdir.
İlim ve amelleri isiam esasları dahilinde âlim ve salih kişilere itibar etmeyip, içkici, kumarcı, zinacı, yalancı, iftiracı ve her çeşid ahlaksızlıkları işleyen veya işlemekten çekinmeyen mikrop adamlara değer veren zavallılar, işte bu adamlar, zulüm çemberi kuran cebbar ve kaddar kimselerdir. Rahmeti ilâhiden mahrum, azabı ilâhîyeye lâyık ve müstenak olan beyinsizlerdir.
Haksızı haklı ve haklıyı haksız çıkaran veya çıkarmaya çalışan hüküm ve karar sahipleri, yalancı şâhidier, yalan yere yemin edenler, rüşved yoluyla haksızlara hak verenler hep aynı zalim ve cebbarlardır. Şeref ve haysiyetleri tahrip eden millet ve cemiyetin mikroplarıdırlar.
Nihayet hak olan hükümleri, çeşidli sebeblerle tebdil ve tahrif eden yahûdi ve hırıstiyanlan takîid eden, adaletle hüküm vermek isteyenlere en şiddetli düşman olan kaddarlardır.
d) Haremi şerif dâhilinde avlanılması yasak ve haram olanları helâl kılmak ve ihramsız halde yapılanları ihramda da yapmak gibi amelleride helal gibi yapmak ilahi gazaba müstehaklık icap ettirir.
Ayrıca Allahü teâlanın haram kıldığı şeyleri, heial yapmak veya helal-laştırmaya çalışmakda rahmeti ilahiden kovulup azabı ilahiyeye müstehak olmaya sebebdir.
Kur'anı kerimde haramlığı açıkça belirtilen hüküm ve âyet hakkında helallaştırma emeline kapılmak, günümüzdede pek çoğalmıştır.
Adam haramın içine dalmıştır ve onun gibi aynı haramı işleyende vardır. Kendi amel ve amellerine göre hüküm verenler veya hükmün verilmesi gerektiğini söyleyenler, maalesef vardır. Münakaşa dahi edilmiştir
Meselâ : Faiz haramdır, Zina haramdır, İçki haramdır. Kumar haramdır. Namazı terk edip kılmamak günahdır ve bu hükümlere benzer çok haramları işleyenler, fasit çemberin içine kendilerini atmışlardır. Böyle sapık ve fa-sid düşüncelerden son derece sakınmak en doğru ve en salim yoldur.
e) Peygamberimizin nesli Pâkinden olan süiâle-i necibine hürmeti terk edip hakaret ve ezayı helâl görmek veya ezada bulunmakda ilâhi rahmetten kovulmaya sebebdir. Peygamberimizin «itreti», Hz. Fatıma ve onun zürriye-tidir.
f) Peygamberimizin sünnetini terk edip işlememekte, ilâhî rahmetden uzaklaşmaya sebeblerden birisidir. Akıllt insan, Peygamber efendimizin sünnetine sim sıkt sarılır. O sünnete sarılmanın mükâfatı ise, şefaati Resul ile cennete girmektir[40]
110 - (32) Matar bin U kûm is (R.A) den mervidir, demiştir ; Resülullah (S.A.V) buyurdu :[41]
«Allöhü teâla bir kulu, bir yerde öldürmeyi hükmettim!, o yere o kul için bir ihtiyaç kılar (bu sebeble kul oraya getir ve orada ölür).» [42]
İzahat
Râvi matar bin Ukâmis (R.A), Beni süieym kabilesine mensubdur. Kû-feli zevatı muhterden sayılmıştır. Bir tek hadisi şerif rivayet etmiştir. Oda bu hadîsi şerifdir. Kendisinden Ebî İshak Essebîî rivayet etmiştir.
Hadîsi şerifde beyan edilen hükümde şu mealdâki âyeti kerimeye işaret vardır:
«Bir nefis (şahıs), hangi yerde (nerede) öleceğini bilemez.» Lukman Sûresi, 34
Evet bir kimse, hangi saatde ve nerede ne şekilde ö'eceğini bilemez. Ancak Allahü teâla bilir. Aynı zamanda bir kişi nerede ve hangi mekanda ne şekilde ölecekse günü saati gelince eceli onu çeker, o adam oraya gider ve orada ölür. Hakkında tecelli edecek kaderi ilâhiyi hiç bir nefis bilemez. Onun iimi, Allanın yanındadır.
Bir kimse ölüme mukadder olan yere gitmesi için, o kişiye orada bir ihtiyaç ve iş kapısı açılır. O işini görmek üzere gider. Ecelide onu orada bulur ve hakkın rahmetine veya azabına kavuşur.
Yukardaki âyeti kerime ve hadisi şerifi açıklayıcı bir hâdise, tefsirlerde şöyle beyan edilmiştir:
«Rivayet olunduğuna göre, Ölüm meleği bir gün Süleyman Aleyhisse-lamın huzuruna giriyor. Orada oturan kimseler içinde bir adama dikkatla bakıyor. O adam kıyafet değişikliği ile gelen öiüm meleğinin kim olduğunu soruyor.
— Süleyman Aleyhisselamda, öiüm meleğidir, diyor.
— Bunun üzerine o adamcağız, bu sanki beni arzu ediyor gibi, ne olur rüzgara emret beni yüklenip Hindistana kavuştursun, diyor.
— Hemen Süleyman aleyhisselam öylece işleyor, rüzgar o adamı Hindistana götürüyor. .
— İşte o anda ölüm meleği diyorki; «Benim o adama dikkatla ve de vamiı bakışım teaccübümden idi. Zira ben o adamın ruhunu hindistanda almakla emrolundum, halbuki, o adam senin yanında (kudusde) dir.»[43]
Evet insanın nerede, ne zaman ne şekilde öleceği kaderi Hâninin tecellisine bağlı olduğu için, onu Allahdan başka kimse bilemez. Ancak ece! nerede, ne zaman ve ne şekilde vuku bulacaksa, sebeblerini Allahü teâia yaratır. Öylece vâki olur. Ecel saati geldiği zaman, ne bir saat geri ahnır ve nede bir saat ve saniye evvel olur. Takdir edilen saat ve zaman ne ise, o şekilde tecelli eder. [44]
111- (33) Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir, dedimki : Yâ Resûleilah! Mü'minlerin zürriyetlerinin hükmü nedir (cennette veya cehennemdelermi)? Resülullah (S.A.V) buyurdu :
«Onlar (mü'minlerin zürriyetîeri) babalarından {mü'miulerden) dlr.» -1- Bunun üzerine ben dedim : Yâ Resûleilah! amelsiz olarakmı? — Resülullah (S.A.V) buyurdu ; KAllâhü teâla amel edenleri bilir.» Dedimki : Müşriklerin zürriyetlerinin hükmü nedir? Resûluilah (S.A.V) buyurdu :
«Onlar (müşriklerin zürriyetleri) babalarından (müşriklerden) dir»
— Ben dedimki : amelsiz olarakmı?
— Resûlulah (S.A.V) buyurdu :[45]
«Allahü teâla amel edenleri bilir fbinöon aleyh hükmü o verir).» [46]
Tercümesi:
112 - (34) İbni Mes'ûd (R.A) den mervîdir, demiştir:
Resûlullah (S.A.VJ buyurdu :
«Küçük (yeni doğan) kız çocuğunu diri diri gömen anne ve gömülen çocuk (veya göz yuman ebe) cehennemdedir.»[47]
Bu hadisi şerifde şu mealdeki âyeti kerimeye işaret vardır ;
«Onlardan (müşriklerden) birine, kız doğum haberi : (Verilip bir kızın doğduğu) müjdelenince öfkelenerek yüzü simsiyah oluyor.
— Verilen müjdenin yaptığı kötü tesirle utanıp kavminden gizleniyor, acaba o çocuğu zillet ve horlayarak saklayacakmı, yoksa toprağamı gömecek? Bakki hüküm verdikleri şeyler ne köîü.» Nahl Sûresi, 58-59
Yukarıdaki hadisi şerifin zahiri hükmüne göre, müşriklerin küçük yanda ölen çocuklarının azab olunacağı beyan edilmiştir.
Fakat hadisi şerifin hükmünü tevil ederek doğum yaptıran ebenin ve doğuran annenin çocuğun diri diri toprağa gömülmesine rıza gösterdikie-rinden çocuğun değil, onların azab olunacakları beyan edilmiştir. Zira doğum zamanında doğuracak kadın doğum saati ve sancısı gelince bir çukur kazar eğer doğan erkek olursa, alıkor. Şayet kız doğarsa hemen cukuca gömerdi ve o doğuracak kadının başında doğumcu ebede hazır bulunur idi.
İşte kız doğuran kadının çocuğu diri diri toprağa gömmesine o ebede razı olduğundan hem doğuran kadın, hemde doğum başında bulunan ebe cehennemde azab olunacaklardır.
Ana rahminden dört ayltk olan diri çocuğu, ilâç vesaire ile düşürerek öldüren kişilerde, aynı diri diri çocuklarını toprağa gömen müşrikler gibi cehennem azabı ile azablansalar gerek. Esasen Cocuklann ölümüne sebep olan her kişi, mutlaka cezalanır.
Zinadan gizlice doğum yapan ve doğumdan sonra çocuğu öldüren ve ya ölüme atılan çocukların sahiplen (anaları) da, azana musrehak olurla". Hem zinanın cezasını çeker ve hemde zinadan hamile olduğu çocuğun hn-yatına kast etmesinden için azablanır.
İmamı azam (R. A) hazretleri, çeşitli sebep ve nedenlerden dolayı, müşriklerin çocuklarının küçük halde ölenleri hakkında cennetlik veya cehennemlik hükmünü verememiş tevekküf etmiştir
İmamı Azam Hazretlerinin tevakkufuna sebep, yukarda beyan edilen hadîsi şeriflerde «Her doğan çocuğun İslâm fıtratı üzere doğar.» hükmü i!e bu hadîsi şerifin hükmünün izahı ve telifi hususu gibi meselelerdir.
Günümüzde çocuklar» dört aylık oldukdan sonra düşürenlerle çocuk jarına din ve îmanını öğretmeden rızık derdi ile tahsile gönderip çocuklarını îman ve ahlak dışı yaşantıya atan ve itenlerde aynı cinayeti işleyen zalimlerdir.
Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur.
«Fakirlik korkusu ile (câhiliyyet devrinde olduğu gibi) çocuklarınızı öldürmeyin. Zira onlara da, size de rızkı biz (azîmüşşan) veririz.»(İsrâ sûresi, 31)
Yukardakj hadîsi şerif ve âyeti kerime ile ilgili geniş İzahat; «Mülteka tercümesi» nin birinci cildinin «Köleyi Nikahlama Babı» başlığında zikı edilmiştir[48]
113 - (35) Ebudderdâ (R. A) den mervîdir, demiştir : . «Aziz ve celil olan Allhâhü teâla her kuluna beş şey-İn taktîrini netî-ceiecelemiştir (o beş şeyde şunlardır)
a) Ecelini (yâni, ömrünün müddetini ve yaşayacağı zamanı},
b) Amelini (yâni, kulun hayır ve serden neler işleyecenîğini),
c) Nerede karar edip kalacağını (yer ve mekânını),
d) Hareket ve ızdırarlı hallerini,[49]
e) Ve helâl veya haramdan rızkını taktir etmiştir.» [50]
İzahat
Râvi Hz. Ebudderdâ {R.A), uveymir bin mâlik hazrec kabilesine mensup ensâri kiramdandır. Uhut muhaberesinden başka bütün muharebelerde Peygamberlerimizle hazır bulunmuştur.
Hz. Ebudderdâ (R.A), sahabenin fakih, âlim, fazıl ve hakimlerinden idi. Bu sebepten Peygamberimiz (S.A.V.) onun hakkında şöyle buyurmuştur:
«Her ümmetin bir hakimi vardır. Bu ümmetin hakimi de, Ebudderdâ-dır.»
Samı şerifin fethi esnasında muharasada bulunmuşlardır ve fethinden sonrada şama hâkim tâyin edilmiştir. Hz. Osmanın hilâfeti zamanında şam kazısı iken hicretin okuz ikinci senesinde vefat etmiştir. Allah ondan râzî olsun.
Yukardaki hadisi şerifin lafız ve manalarını her müminin ezberleyip hayatına düstûr ve delil olarak hedef olmalıdır. Rızık derdine, mesken ve mekan derdine düşüpde ilâhi takdir ve tecelliyi unutmamak lâzımdır. Çalışmak ve doğru işlere yapışmak, rızkın helâl olmasına ve helâldan takdir edilmesine sebep olur.
Birde insan az yaşasa çok yaşasg mutlak ve muhakkak bir gün ölüm başa gelecektir. Onuda hiç unutmayıp iyi hazırlanmak ve daima iyi amellerle meşkul olmak lazımdırki, insan nasıl yaşarsa, öyle ölür. Nasıl ölürse, öyle haşrolunur. [51]
Tercümesi:
114 - (36) Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (S.A.V) den işittim, buyuruyordu :
«Bir şey hakkında bir kimse kaderden bahsederse, kıyamet gününde o kimse sual olunur,
— Ve bir kimse bir şey hakkında kaderden bahsetmezse, ktyâmet gününde o kimsede ondan (kaderden) sual olunmaz.» [52]
115 - (37) İbni Deylemî (R.A) den mervîdir, demiştir: «Übey bin kâbe geldim, ona dedimki : nefsimde kaderden birşey (vesvese) vâki ve bana bir söz söyledi. Fakat umarımki Allâhü teâlo onu (vesveseyi) kalbimden giderir.
— Bunun üzerine Übey bin kâb dedi : Eğer aziz ve celil olan Allâhü teâla semâ vat in (göklerin) ve yerin ehlini azap etmesi farz olunsa, onları (göklerin ve yerin ehli olanları,) o (Allâhü teâla) onlara zulmetmediği halde ozâbeder (zîra azabı ilâhîsi, adlinden ve rahmetide lutfundandır).
— Ve eğer Allâhü teâla onlara (yer gök ehline) rahmetini ılhsan etse, onlara rahmeti ilâhîsi, onların (iyi) amellerindendir. Eğer sen Allah yolunda Uhud dağı kadar altun infak etsen, Allâhü teâla senden o Uhud dağı kadar thayrın) infâkını kabul etmez, tâki kadere îman edesin. Ve sen bilmelisinki, muhakkak sana (ni'met, belâ, tâat ve mâsiyetten) isabet eden şey, sanin hatâ etmenden olmamıştır, ve (hayır ve serden) senin hatâ ettiğin şey, mutla ka sana isabet etmek için olmamştır.
— Eğer sen (Ey İbni Deylemî!) şu (kadere îman) akidesinden başka (küfür) akidesi üzerine ölürsen, elbette cehenneme girersin.
— Ibni Deylemî dedi : Bundan sonra Abdullah bin Mes'uda geidim, fa-kat Abdullah bin Mes'ud da aynı böyle söyledi,
— İbni Dyelemî dedi : Sonra Huzeyfe bin Elyemâne geldim, hemen Hu-zeyfe de aynı şeyi söyledi.[53]
— Ondan sc-nra Zeyid bin Sabite geldim, oda Nebiyyi muhteremden naklen bana aynı öylesini söyledi.» [54]
İzahat
Râvî İbni Deylemî (R.A) kimdir?
Hz. İbni Deylemî (R.A) Ebû Abdullah, yahut Ebû Abdurrahman veya Ebûzzahhak feyrûziddeyleınîdir. Kendisi humeyrîden geldiği için «humeyrı» de denir. Kisra isimli melik tarafından Yemene gönderilen fârisi oğulların-dandır.
Muhammed Bin Seîd (R.A) dediki : İbni Deylemî ehii hadisden »lan büyük bir zattır. Feyrûza eddeylemi denir. Resulü Ekrem efendimizin huzuruna gelen feyruz cemaatının bir kişisidir.
Yemende Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Peygamber esvedi inşa isimli kâfiri bu zat öldürmüştür. Peygamberimize ölüm hastalığından bu zatın o yalancıyı öldürdüğü haberi gelince, Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu :
«Onu öldüren Feyruz faz, Feyruz Faz, Feyruz Faz isimli sâlih bir yiğit kimsedir.»
Bu zatın sahabe veya tabiinden olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Şârih aliyyülkâri merhum sahabeden olduğuna kaildir. Mussanîf hatibi Tebrizî merhum ise, «Esmaürrical Mlmişkat» İsimli eserinde tabiinden olduğunu beyan etmiştir. Hz. Osman veya Hz. Muaviye zamanında vefat etmiştir. Allah ondan râzî olsun.
İbni Deylemînin gelip sorduğu Übey bin kâb (R.A) ise, sahabenin en güzel Kur'anı kerim okuyanlarından ensârı kiramın hazrec kabilesindendir.
Peygamber (S.A.V) efendimizin vahiy katiplerinden idi. Peygamber efendimiz zamanında Kur'anı kerîmi tam ezberleyip hafız olan altı kişidsn birisidir.
Peygamber (S.A.V) efendimiz kendisine «Ebal Münzir» Künyesini buyurmuşlardı. Hz. Ömer (R.A) da «fcoat tıfıl» künyesi ile künyelemişti.
Peygamber (S.A.V) efendimiz, «Seyyidül ensâr» ismi ilede isimlendirmişti. Hz. Ömerde «Seyyidül müslimin» İsmini vermişti. Hz. Ömer (R.A), Teravih namazını, bu ümmetin en iyi okuyanı diyerek imam yapıp bemaatla teravih namazını kıldırmıştı. Kendisinden pek cok halk hadis rivayet etmiştir.
Her iki zad ve ibni Mes'ud (R.A) in aralarında gecen mes'elenin anla< şılmayacak tgrgfı yoktur. Tekrar tekrar okumak faideli olur. [55]
116 - (38) Nâfi (R.A} den rivayet olunduğuna göre, bir adam ibni Öme-re (R.A) geldi ve dedi: Muhakkak falan kimse sana selam ediyor,
— Bunun üzerine İbni Ömer dediki : O adam kaderi tekzib ederek dinde olmaycm Bld'atı işlediği bana erişti. Binaenaleyh eğer o kimse, o bid'-atı işledi ise san benden ona selam söyleme. Zira Resûlüllah (S.A.V] den işittim buyuruyordu :
«Ümmetimin veya bu ümmetin kader ehli için {Bid'atçılar için), yer yarılması, veya suret değişmesi veya gökden taş yağması olur.»[56]
İmamı tirmizi bu hadis, hadisi hasen, hadisi sahih ve garibdir, JJedi. [57]
İzahat
Râvî Nâfî (R.A) kimdir?
Hz. Nâfî bin sercis (R.A), Abdullah bin Ömer (R.A) in kölesi, deylemî ye mensub tabiînin büyüklerindendir. Sahabe ve tabiînden pek çok kişi hadis rivayet etmiştir. Hadis bilginlerinin sika ve meşhurlarındandır.
Mâlik bin enes (R.A), Nâfî den rivayet yoluyla ibni Ömerden de mervî olan hadîsi işitince başka kimseden işitmeye iüzum olmadığını beyan etmiştir. Nâfî (R.A), hicretin yüz on yedi (117) târihinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. [58]
Tercümesi :
117 - (39) Ali (R.A) den mervîdir, demiştir :
Hatice (R.A) Nabİyyİ muhtereme (câhiMyyet devrinde ölen) kendisinin iki çocuğundan sordu:
— Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«O câhiiiyyet devrinde ölen çocuğun, cehennemdedir.»
— Hz. Ali (R.A) dedi : Vaktaki Resûlüllah (SAV) Hz. Haticenin yüzünde üzüntülü hâli gördü, hemen dedikji:
«Eğer sen onların (çocukiarıyın) yerini görseydin, şüphesiz onlara bugz ederdin.»
— Hz. Hatice (R.A) dedi : Yâ Resûlüllah! Senden olan çocuğumun durumu nerededir?
— Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Cennettedir.»
— Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V) buyurduki:
«Muhakkak surette müminler ve evlatları, cennettedir, müşrikler ve ev-lâtlarıda Cehennemdedir.»
— Sonra Resûlüllah (S.A.V) şu âyeti okudu :
«{İman edipde zürriyetleride îman ile kendilerine tâbi olanlar yokmu? biz onların nesillerimde kendilerine kattık), (tûr sûresi, 21) Bu hadisi, Ahmed rivayet etti. [59]
118 - (40) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir:
Resûlüllah (SAV) buyurduki:
«Allâhüteâla Adem (A.S) ı yarattığında sırtına mesnetti. Hemen sırtın dan Ademin zürrlvetinden kıyamete kadar yaratacağı her ruh sahibi çıktı. Ve her insanın iki gözü arasına nurdan bir parlaklık yarattı. Ondan sonra o zürrlyetf olan insanları Adem (A.S) a arzettl.
— Bunun üzerine Adem (A.S) dedi: Ya Rabbil Bunlar kim? Allohü teâla buyurdu : (Bunlar) senin zürriyetindlr.
— Hemen Adem (A.S) zürriyetterinden bir adamın iki gözünün arasında bir parıltıyı gördü ve teaccüp etti, dedi Ey Rabbim! bu kimdir?
— Cenâbu hak buyurdu, Dâvud dur.
— Adem (A.S) dedi: Ya Rabbi! Onun ömrü kaç senedir?
— Cenabu hak buyurdu : Altmış senedir.
— Sonra Adem (A.S.) dedi : Rabbim! Benim ömrümden onun ömrüne kırk sene İlâve et.
«Vaktaki Adem (A.S) in (Dâvud A.S. a feda ettiği) kırk senelik ömrü hariç, ömrü hitame erdi, ölüm meleği Ademe (A.S) ruhunu kabzetmek için geldi. Hemen Adem (A.S) dedi: Ömrümden kırk sene kalmodımı?
— Cenobı (hak veya melek) dediki :Sen o kırk senelik ömrünü oğîun Pavuda vermedinmi?
— Bunun üzerin© Adem (AS) inkar ettf, buna binâen zürriyetide inkâr etti. Adem (A.S) unuttuda oğaçdan yedi. Binaenaleyh zürriyetide unuttu. Adem (A.S) hata etti zürriyetide hata etti.» [60]
Tercümesi :
119 - (41) Ebudderdâ (R.A) den rivayete göre, Resulütlah (S.A.V) den rivayet olunmuştur, buyurdu ki: «Allhü teâla Adem (A.S) i yarattığı zaman (bir sebeb ve vasıta ve İlâhi kudreti ile) sağ omuzuna (Melek) vurdu, hemen sağ küreğinden zerre misali (küçük karıncalar misâli) nûrânî bembeyaz zum yet çıkarda,
— Ve birde İlâhi kudretle Ademin sol küreğine (Melek) vurdu, hemen simsiyah kömür gibi zürriyet çıkardı.
— \şt& o anda AHahü teâia buyurdu :
— Şu sağ tarafdan çıkarılanlar, cennete vasi) olurlar ve bundan dolayı benim' İçin hiç bir iftihar ve değişiklik yoktur.[61]
— Ve sol tarafdan çıkarılanlar içinde, bunlar Cehenneme gideceklerdir, bu haldede benim için bir hal ve zaruret değişikliği yoktur (yani ben istediğimi işlemekde hür ve muhtarım), buyurmuştur.» [62]
120 - (42) Ebi nadra (R.A) den mervidir:
— Peygamber saflallahü aleyhi vesellemin ashabından Ebû AbdilJah denilen bir adam ağlayarak Resûlüllahın ziyaretine geldi ve yanına girdi,
— Ashabı kiram o addama dedier :
«Sen; ağlatan şey nedir? Sana ResûlüUah (S.A.V) ;
— (Bıyığından al) sonrada bana (havzı kevser başında) kavuşuncaya kadar öylece devam et demedimi?»
O adam evet, (buyurdu) dedi. Ve fakat Resulüllah (S.A.V) dan işittim, buyuruyorduki:
«Muhakkak AHahü teâla sağ eliyle (sağ kudreti ile) bir kabza kabzala-mış (bazı zürriyetini sağdan yaratmış) tır. Ve diğer bazısını da sol eliyle kat-zalamıştsr.
— Sonrada demiştirki : «Şunlar, şunlar için, bunlarda bunlar içindir. Bununla beraber bende bir değişiklik yoktur.»
— Resûlülİah (S.A.V) kendisi hakkındada, ben bu iki kabzanın hanki-sinden oiduğumuda bilmiyorum, diyor.» [63]
İzahat
Râvî Ebî Nadra (R.A) kimdir?
Hz. Ebî Nadra, Basralı tâbiindendir. Hz. Hasan (R.A) in şehâdetinden az bir zaman evvef vefaî etmiştir. Kendisi İbni Ömer, Ebû Said ve îbni Ab-bas (R.A) den hadisi şerif işitmiş ve öğrenmiştir. Ondanda İbrahimi etteymi, katâde ve said bin zeyd hadis rivayet edip öğrenmişlerdir. Allah ondan razı olsun.
Bu hadisi şerifde Resûlütlahın huzuruna gelen kişinin bıyığını uzatıp dudağını kaplayarak ağzına giren şekli varmış, o halin iyi olmadığını, bıyığın uzununun kesilmesi hakkında Peygamberimizin tavsiyesini ashabı kiram o adama hatırlatıp uyarıyorlar.
Evet fıkıhda beyan edildiği üzere, bıyığın üst dudağı kapatacak kadar uzaması, kerahattır.
Resulüilah saliaüahü aleyhi vesellem efendimizin, kıyametde havzın başında kendisine kavuşuncaya kadar bıyığın kısaltılıp kesilmesini buyurmo sida, sünneti muvakkat bir zaman işleyip terk etmenin doğru olmadığına işarettir.
Evet sacını, başını ve bıyığını karıştırıp erkekmi kadınmi bilinmeyecek derecede pislik içerisinde gezen zavallıların hali perişandır. Sâde bıyığı uzun olupda yemeğe oturanın artığı 'dahi kerâhat iken, her tarafı pislik içinde olan böyle kimseleri cenabı hak ıslah eylesin.
Halk arasında bâzı kimseler, bıyığını uzatıp üst dudaklarını örtecek şekilde terk ediyorlar. Ve bu hallerini «falan filan kimseler işlemiştir» diyerek müdofo ediyorlar.
Yukardaki hadisi şerif gibi pek çok hadisi şerifler ve bu hadisi şeriflerin hükümlerini en güzel şekilde açıklayan fıkhı hükümler, meydanda iken filan şöyle yapmış, falan şöyle idi, demek sapıklık ve zındıklık olur. O hali İşleyenler, Peygambere muhalefet eden mikrop, zındık ve sapık kimselerdir.
Bıyıkların uçlarını uzatmak ise, harp meydanlarında daha yiğit görünmeyi sağlamak için caiz olduğu ve Hz. Ömer askerlere cephede aynı şekli yaptırdığı vakîdlr.
Ehli sünnet yolunu takip edip cenneti âlâda Peygamberimizle komşu oimak isteyen her müslüman sünnete uyar ve sünnetin dediği ile amel eder[64]
121 - (43) İbnl Abbas (R.A) dan meraldir.
Peygamber sallallahü aleyhlvesellem buyurduk!:
«Aliahü teâla, Arafatda Nâman isimli dağda Ademin neslini sırtından çıkardığında söz (and) aldı. Hemen kıyamete kadar yaratılacak zürrlyetinin hepsini sulbünden çıkardı, Zerreye (küçük karıncaya} benzer şekilde bütün neslini Ademin önüne (veya bazısını sağına, bazısınıda soluna) dağıttı. (Yani Ademin önüne veya sağına soluna toplu halde veya dağınık şekilde yığdı). Sonra açık bir ifade İle onlara söyleyerek dedik!:
— Ben sizin rabblnlz devimiyim?[65]
— Onlarda evet (RabbimizsinJ! dediler. (Cenubu hakda) kıyametde biz bundan gafillerden idik yahut bizden evvel gecen babalarımız şirk etmişlerdi, btzde onlardan sonra gelen zürrlyetlerden İdik, bu sebeble batıl yolda gidenlerin yüzünden blzt helâkmı edeceksin? dlyememelerinlz için biz aşlmüşşan satıid olduk (dedi).» [66]
İzahat
Bu hadisi şerlfde beyan edildiği üzere, AIEahü teâla Adem aleyhisselâ-mı yarattıkdan sonra kendi sulbünde meydana gelecek bütün neslini ara-fatın yakınında veya tâlfle arafat arasında «Nâman» isimli dağda iken bütün zürrlyetinl küçük karıncalara benzer şekilde zerrecikler halinde ve Ademin önünde veya bazısını sağında diğer bazısınıda solunda yığınlar halinde yaratıyor.
Sonrada «Ben sizin rabblniz değilmiyim? diyor» Bütün insanlar top yekûn «Evet rabbimlzsin» diyorlar.
Bunun üzerine Ademin neslinin kıyamette bu ikrarlarını inkar etmeme teri veya inkar edememeleri için, kendini, veya Melekleri veya insanları bir birlerine şâhid diktiğini ve hatta insan neslinin «bizden evvel gecen babalarımız şirk etmişlerdide, bizlerde onlardan sonra gelenlerden idik, onların kötü îtikad ve amellerinden dolayı bizi helak mi edeceksin» diyememeleri fçin şâhld diktiğini beyan ediyor.
Evet insanın nesli, tâ Adem Aleyhissetâmın yaratılışı zamanında ilahi hitaba müsbet cevab vererek iman ettiğinden, müslümanın ve kâfirin yeni doğan çocuktan vaktiyle îman ettikleri fıtrat üzere doğarlar. Bu daha acık bir ifâde ile yukarda doksanıncı (90) hadisi serifde beyan edilmiştir. [67]
Tercümesi :
122 - (44) Obeyyibni Kâb (R.A) den rivayet olunmuştur, AMahü te-âianın şu meâfdaki : «Habibim hatırla o zarnanıki,) Rabbin, Adem oğullarının sulblerinden zürriyetlerini çtkarıb söz aldığı vakit» Kavli kerimi hak-kmnda (Übeyyibni kâb R.A) dedi:
— Ademin zürriyetini cem etti. Topladı ve onları erkekli dişili yarattı. Ondan sonra onlara suret verdi, onlara konuşma kabiliyyeti (akıl ve nutuk) verdi. Bunun üzerinede onlar Allah in dilemesi ile konuştular. Ondan sonra da cenabu hak, onlardan ahdi m İs ak (ikrarlı söz) aldı. Ve kendilerine kendilerini (birbirlerine ve kendi nefislerine kendilerini) şâhid tutarak :
— Ben sizin Rabbiniz değilmiyim? (dedi.)
— Onlarda (Ademin zürriyetide), Evet Rabbimizsin, şâhid olduk, dediler.
— AMahü teâlada buyurdu :
— Elbet bende yedi kat semayı ve yedi kat arzı şâhid dikiyorum ve babanız Ad em ide sizin üzerinize şâhid dikiyorumki, kıyamet gününde biz bunu gerçekdeh bilmeyorduk demeyesiniz. Bilinizki, benden başka ilâh yoktur. Benden başka Rap, yoktur. Bana hiç bir şeyi ortak koşmayınız. Eibet ben size ahdi misâkımı hatırlatıp uyaran elçilerimi göndereceğim. Kitaplarımı üzerinize (Elçilerim vasıtası ile) indireceğim.
— Onlar (Ademin zürriyetide) dediler :
— Bildik ve itiraf ettikki, Elbet sen bizim (ve bütün varlıkların) Rabbi-miz ve iiâhımızsın. Senden başka bizim için Rab yoktur ve senden başka ilâhımız yoktur.
— İşte böyle Ademin zürrjyeti bu zikredilenlerin hepsini ikrar ettiler.
— Adem Aleyhisselam onlara (zürriyetierine) bakar halde iken maka mı ûHye yükseltilerek onların üzerine kaldırıldı.
— Âdem onlardan zengin, fakir, güzel suretti ve güzel sûretliden başka sini gördü ve hemen : (Ey Allahım!} Keşke kulların arasında müsavat yapaydın (hepsini aynı seviyede yarataydın), dedi.
—
AHahü teâlada : Elbet ben şükredilmem! istedim, dedi.
— Ve Adem (A.S) onların içinde (zürriyetieri içinde) üzerlerinde yanan ışıklar (lambalar) misali nurlu Peygamberleri gördü, o Peygamberler umumî misak (sözleşme) den sonra risâtet ve nübüvvet hakkında husûsî mâhiyette başka bir misak ile tahsis edilmişlerdi.
— Ve o Peygamberlerle olan ahdi mîsakda AHahü teâlânın şu kavli şerifi ildi:
— «(Ey Habibim!) hatirlaki bir zaman Peygamberlerden söz almıştık, sendende Nuhdanda, İbrahim, Musa ve Meryemin oğlu İsâdanda, onlardan sağlam bir söz almışdık.» (Ahzab sûresi, 7)
— îsa (Peygamber) işte şu Peygamberlerin ruhlarından idi. Hemen onu (Hz. Isayı) AHahü teâla Meryeme (Cebrâü Aleyhisseiam vasıtası ile) îlkâ edip gönderdi.
— İşte bu hüküm Übeyyibni kâbden tahdis olunup şöyle söyledi : «O ruh (İsa Aleyhisselam), annesinin ağzından girdi.» Ahmet bin hanbel
(NOT : Râvi Übey bin kâb hakkında kısa malumat, 115, hadîsi şerifin altında geçmiştir.) [68]
123 - (45) Ebidderdâ (R.A) den mervîdir, demiştir;
«Biz Rasûlüllâhın yanında hâdiselerden bir şeyler müzâkere edip konuşuyor idik, hemen Resulü Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem buyurduki:
«Bir dağı yerinden kayıp yer değiştirdiğini işitirseniz, bu hadiseyi tasdik ediniz. Ve fakat bir adamın ahlakının değiştiğini işitirseniz, tasdik etmeyiniz. Zira adamın ahlakı, cibilliyyetf ne ise, öyle olur.» [69]
İzahat
Râvî Ebidderdâ (R.A) in kısa hal tercümesi, biraz yukarda geçmiştir.
Hadisi şerifin manası ve temsîfi izahı, çok ve çok dikkat gerekir. Zira dağın yerinden değiştiğine veya dağda tamamen tebdili mekan ve şekil olması duyulduğunda inanılmasını tavsiye buyururken, adamın ahlakının değiştiğine dair işitilen cümleleri tasdik etmeyip red etmenin lüzumunu beyan etmesi, elbet telif ve tevil hususu her kişi tarafından anlaşılamaz. Fakat biz kısada olsa açıklamaya çalışacağız.
Evvelâ dağın yer değiştirmesi meselesi, günümüzde daha ayan beyan görülmektedir. Zelzeleler, âfetler, yer altı patlamaları, mâden ve emsali şeylerin meydana gelmesi gibi haller dağın tebdili mekan etmesine sebeb olmaktadır. Hatta daha evvel bazı dağların uçtuğuda yazılmaktadır. Her ne ise dağın yerinden uçtuğu ve uçabileceğ muhakkaktır. Ataların bir sözü vardır. «Deniz yanarmı, ihtimal»
Nitekim bir zamanlar, Istanbula gelen bir vapurun benzini patlayıp kara denize dökülüyor. Günlerce denizde yangın devam etmişti. Bu hâli gözümüzle görmüştük ve pek çok kimselerde gördüler.
Adamın ahlak ve teabiatının değişmesi meselesi ise, şöyle anlaşılması gerekir:
İnsanın yaratılıştaki soy sop, cibilliyet ve tabiatı îcobı, hakkında kaderi ilâhide ne şekilde tesbit edilip yazıldı ise, o yazılan kaza ve kader şeklinin icâbı, amel ve ahlakına tabî olan kişide tabiat ve ahlakının değişmesi olmaz, Yani asılda değişme olmaz. İleride gelecekği üzere, vasıfda değişme
olabilir. Asıl hali izah edelim; Mesele); akıllı, ahmak olmaz. Sahi kimse, pahıl olmaz. Şecaatlı kişi, korkak olmaz. Keza bunların akside tab'an ve adeten değişmez. Yaratılış cibiltiyyet ve kâbiliyyet ne ise öyle olur. Asıl cibillî ahlâk değişmez. İnsanın içinde karar eder.
İnsanın tabiat ve cibilliyetinin İcabı, nefsinde kararh ve dâima görülen veya görülebilecek ofan hallerin beyanı bâzı âyeti kerime ve hadisi şerif-İerdede açıklanmıştır.
Bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur:
«Öfkelerini yutanlar, takva sahipleridir.» (Ali imran sûresi, 134)
Bu âyeti kerimede «öfkelerini yutanlar. » buyurulmuşturda «Öfkelerini yok edenler.» denilmemiştir.
Ayeti kerime de beyan edildiği üzere, öfke ve kazabı tamamen yok etmek zikredilmeyorda,, öfke ve kazabı yutarak kötülüğü önleyenlerin faziletinden bahsediliyor.
Demek oluyor ki. Kötü ahlâkdan olan gazabın aslını söküp atmak imkânı olmayor veya olmayacak da, o öfke ve gazab dururken zararını önlemek için öfkenin yutularak sabra tahvil etme imkânı oluyor veya öyle olabileceği beyan buyuruîuyor.
Diğer bir âyeti kerîmede de tabiat ve cibilliyetin sabitliği şöyle Deyan buyurulmuştur:
«(Ey habîbim!) Deki, eğer siz, Rabbimin rahmet hazînelerine sâhtb olsaydınız, o zaman harcayıp tüketmek korkusuyla muhakkak cimrilik ederdiniz. İnsan (tabiat ve cibilliyeti İcabı) çok cimridir.» (fsrâ sûresi, 100}
Ayeti kerime de beyan edildiği üzere, insanın mayasında tutuculuk ve mal, müfk makam ve mansıb hırsı vardır.
Bir hadisi şerifde de şöyle buyurulmuştur:
«Eğer Adem oğlunun, iki dere dolusu altını olsa, üçüncü dereyi arzu eder, Adem oğlunun kursağını, ancak toprak doldurur. Tevbe edib hırsa ka-pilmayanların tevbesıni, Allâhü teâla kabul eder.» [70]
Ataların bir sözü vardır: «Can çıkmayınca, huy çıkmaz.»
Ataların diğer bir sözieride şöyledir:
«Asıl azmaz. Her şey aslına çeker. Her şey aslına rucû eder.»
Bu sözlerde, cibilliyet ve tabiatın aslı değişmeyeceğini beyan eden hadîsi şerifin hükmüne muvafıkdırlar.
İnsanın cibilliyet ve tabiat esâsına dayanan asıl mayası ve aslı esası değişmez. Fakat yaşantı ve dış âlemle ilgili görüntülerde ki, ahlâkî hayatta değişme olabilir. Yani yaratılışı olan aslı ve iç güdüsü ki kaderi ilâhiye dayanan esaslarda değişme ve tebdil veya sabit olmak gibi haller ne ise, o şekilde tecellî eder. Aslî oian şeyde her ne kadar değişme olmaz isede vasfî olanlarda irâde ve çalışmanın esâsına dayalı şekilde tezahür ederek değişme olur veya olabilir. Vasfî olan ahlâkın değişmesi ve tebdil? mümkindir.
Netekim bir âyeti kerîme de şöyle buyurufmuştur:
«Şüphesiz Allâhın (küfür ve mâsıyetten) temizlediği kimse, (korktuğundan) kurtulmuştur» (Şems sûresi, 9)
Diğer âyeti kerîme meali şöyledir :
«(Habîbim!) Sen bağışlama yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.» (Araf sûresi, 198)
Bu ayeti kerîmelerde ve bu ayeti kerîmeler gibi pek çok ayeti kerîmelerde insanların, hem kendi nefislerini ve hem başkalarını isiah edib düzeltmekle emrofunmaları, kötü ahlakın tebdil ve teğyîrinin mümkün olduğunu açıkça beyan etmektedir.
Şu halde asıl maya ve tabîat her ne kadar değişmez isede, dış alemle ilgili ahlâkî.yaşantı ve düşüncelerin değişebileceği gayet açık şekilde belirtilmiştir. Vâzu nasîhat, talim terbiye, iyilerle teşriki mesâi ve ıslâhı nefis gibi hareketler, «Din nasihattir» esâsına dayalı olarak yaşamak ve ahlakın güzelleştirilmesi için gayretler dînin en güzel icraat işlemidir.
Bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur:
«Ahlakınızı, güzelleşiriniz.»[71]
Diğer hadîsi şerif meali şöyledir:
«Ey Allahım! Yaratılışımı güzel halk ettiğin gibi, Ahlakımı da güzelleş-tir.» [72]
Calibi dikkat bir hadîsi nebevide de şöyle buyurulmuştur:
«Rabbim beni terbiye ettiği için, güzel terbiye etti.»[73]
Yukarda naklettiğimiz iki yönlü hükümleri okuyarak rasûlü Ekrem efendimizin mübarek .sözlerini iyi anlayalım. Tezat halinde hükümler olduğu ze-hâbinden kendimizi böylece kurtaralım. Şayet dikkat etmez iyi araştırmaz isek, belki yanlış hüküm veririz ve sevgili Peygamber efendimizde veya onun beyanlarında eksiklik arayanlar sırasına gidebiliriz. Bu ise, çok ve çok tehlikeli ve sapıklıkdır.
Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur:
«Ey îman edenler! Allahdan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz.» (Tevbe sûresi, 119)
Peygamber (S.A.V) efendimizde şöyle buyurmuştur : «Kişi, arkadaşının dîni üzeredir. Binaenaleyh sizden biriniz kimle arkadaşlık yapıyor, ona iyi baksın.» [74] .
Yine denilmiştir : «Tabiat tabiattan çalar, sahibinin haberi bile olmaz.»
Halk arasında : «İnsanı, akranı azdırır.» denilir.
Hülâsa mümin, mazbut ve iyi ahlak sahibi olmak için, ahlakını güzelleştirici amelleri işlemesi ve güzel ahlaklı kimselerle taşrîki mesâide bulunması lâzımdır. [75]
124- (46) Ümmü seleme (R.A) den mervîdir, dediki:
«Ya Resûlellah! (Hayberde) yediğin zehirli koyundan meydana gelen elem, senenin hepsinde sende tesiri görülüyor, hiç ayrılmıyor.[76]
— Resûlülfah buyurdu :
«O koyundan olan şey (Zehir), bana isabet etmemiştir. Ancak Adem balçık halinde iken benim hakkımda yazılmış olan elem bana tesir etmiştir.» [77]
İzahat
Râvî Ümmü Seleme (R.A), Peygamberimiz efendimizin hanımlarından, dolaysıyie vâlidelerimizdendir. Ebi ümeyyenin kızıdır. Peygamberimiz bu vâlidemizide dul olarak nikahlayıp almıştır. Hicretin dördüncü nenesi şevval ayında izdivaç buyurmuştur.
Vefatı, hicretin elli dokuzuncu senesinde seksen dört (04) yaşında Medine-i Münevverede vuku bulmuştur, kabri şerifi Cennetül Bakîdedir. Hamdü senalar olsun ziyareti acizanem olmuştur. Allah razi olsun ve şefaatini nasib buyursun. Amin.
Bu hadîsi şerifde şu âyeti kerîmeye işârst buyurulmuştur:
«{Zelzele, kıtlık ve kuraklık gibi şeyler) ne yerde, ne de (zehirlenme, hastalık ve musibet gibi) nefislerinizde bir musibet başa gelmez ki, ancak bılz onu yaratmazdan evvel o bir kitabda (levhi mahfuzda - Aliâhın ilminde yazılmıştır. Şüphesiz bu, Aİlaha göre kolaydır.» {Hadîd sûresi, 22) [78]
(4) Kabir Azabının İsbati Babı Birinci Fasıl
125 - (I) Berrâ ibnj Âzib (R.A) den rivayet olunduğunu göre. Resûlül-llah (SAV) buyurdu:
«Müslüman, kabirde sual olunduğunda, Alfandan başka iiah oimadığı-na ve Muhammed-in Allahın Rasûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu (rnüs-lümanın şehâciet hükmü), Allâhü teâlanın şu kavli şerifidir ; Allah (c.c.) müminleri hem dünyada ve hem Öhirette (kabirde) sâbiî söz!o (şahadet kelimesi ile) tevhide bağlı kılar.»
Diğer rivâyetde Resûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu :[79]
«(Allahü teâlantn,) Allah, müminleri hem dünyada, hem âhiretde (kabirde) sabit sözle (şehâdet kelimesi ile) tevhide bağiı kılar, kavli şerifi kabir azabı hakkında nazil olmuştur. Mümine kabirde danlr: Rsbbin kîm? Hemen oda, Rabbim Allah, nebim Muhammeddİr, der.» [80]
Râvi Berrâ ibni Âzib kimdir?
Hz. Berrâ ibni Âzib (R.A), Medine-i münevvereü Enseri kiromdandır. Bu zatın babasıda sâhâbe-i kiramdan idi.
Künyesi, Ebü umâretül Ensârîdir. Küfeye Hz. Alinin yanma nakli mekan etmişti. Hz. Ali (R.A) ile cemel ve sıffîn muharebelerinde hazır bulunmuştur. Ve kendisi Küfede vefat etmiştir. Kendisinden pek çok kimseler. Hadis rivayet etmiştir, ASah ondan razı olsun.
Yukardaki hadisi şerifde beyan edildiği üzere, Ahiretin ilk evi ve mekânı olan kabirde, sual, cevab, seâdet veya azab olunacağı beyan buyurul-maktadır. Müminler, îrad edilen suâle karşı iyi cevab ve şehâdetde bulunacaklarını cenabu hak haber veriyor.
Ve kabirde ilk sualin, Allahın varlığı, birliği, mabûdû hakîki olduğu, ondan başka bir ilahın olmadığı ve Muhammed Aleyhisselâmtn onun kulu ve Resulü olduğuna şehâdet hususunda olacağı açıklanmıştır.
Kabirde Allahdan ve Peygamberlerden sual edenler© karşı müminlerin rahatlıkla iyi cevab verebileceği hem âyeti kerime ve hem hadisi şerifde beyan edilmiştir. Fakat kâfir ve fasık müminlr, kabirde sual soran Melekleri, görünce onları, korku, heyecan ve hayret etme halinin galebe calip cevab vermede şaşkınlığa kapılıp iktidarları kalmayacaktır. Bilhassa kâfirler, hiç cevab vermeyip hapt olup kalacaklardır.
İşte bu sebebden kâfirler, kabir azâbtnı muhakkak surette görecekler. dir. Âsî müminler ise, ilahi afve nail olmazlarsa, onlarda kabir azabını göreceklerdir.
Kabir sıkması ise, her ferde şâmildir. Kabir sıkmasını görmeyen kimse olmayacaktır. Ancak kâfir ve zalimlerin kabir sıkması, kuvvetli iki şeyin arasında ezilip pestil halini alarak et ve kemikler bir birine geçerek sıkışıp perişan olanlar gibi, kabir sıkışacak onlarda böyle perişan olacaklardır.
Müminleri kabir sıkması ise, bir ananın yavrusunu kucağına alıp sevgisinden dolayı sıkıştırması gibi olacaktır.
Kabir azabı hakkında ehli sünnetin delil olarak naklettikleri delillerden şu âyet meallerimde okuyalım :
«Onlar (kâfirler, kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah ve akşam ateşe arz edilecektir.» Mûmün sûresi, 46
Diğer âyeti kerime meâll:
«Biz (azimüşşan), onları (münafık ve zalimleri} iki defa (dünyada ve kabirde) azablandıracağız.
Sonrada kıyamette, büyük bir azaba (ateşe) atılırlar.»Tevbe sûresi, 109
Resûlüllah (S.A.V) efendimiz bir hadisi nebivisinde şöyle buyurmuştur:
«Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.»[81]
Diğer hadisi şerifde şöyledir:
«Muhakkak kabir, âhiret menzillerinin ilk durağıdır. Bnâenaleyh bir kimse, oranın azabından emin ofur kurtulursa, ondan sonrasıda kolay olur. Şayet o kabrin azabından emin olup kurtulmazsa, ondan sonrası daha eşed olur.» [82]İmamı Azam' (R.A) de Fıkhul Ekberinde şöyle zikretmiştir; «Kabir azabı, kâfirlerin hepsi ve bâzı âsi müslümanlar için hakdır. Olacaktır.»
Evet ölen her insan nereye gömüiürse gömülsün, mutlaka kabir azabı veya kabir nimeti olacaktır. Kâfir ve zalimler, kabir azabına müstehak olacaklar ve göreceklerdir. Salih ve mülteki müminler ise, kabirde rahmeti ilâhiye, cennet nimetlerinden bir hayata kavuşacaklardır.
Kabirde, ruhların sahiplerine iadesi veya güneşin tesiri gibi uzakdan tesir ederek bir hayatın olup sevine veya azab görüleceği keyfiyeti îzah edilmiştir.
Ölen kimseye, ruhun tesiri veya iade yoluyla hayat bulup kabir ahvalini yaşamasını, uykuda oian insana temsil etmişlerdir. Uyuyan kişi, bir nevi ölü demektir. Ruh çıkmış gibi fakat ruhun kendine tesiri devam ettiği için, uykuda iken rüyasında bâzı kimse, çok korkunç şeyler görür, terler. Adetâ savaşmış, mücadele etmiş ve yırtıcı mahluklardan kaça kaça kendisini parçalayacak duruma gelmiştir. Uykudan uyanınca kurtula katır. İşte kabirde azab gören veya, görecek olan kimse, bu. adama benzetilmiştir. Bu adamcağızın ızdirab ve azabından, dışarda veya yanında uyanık halde bulunan kişilerin hiç haberi olmaz.
Uykuda zevkli rüyalar görüpde neşelenen adamda, kabirde cennet bahçelerinden bir bahçede zevklenen veya zevklenecek olan kimseye teşbih edilmiştir.
Kabirde ruh olmadığı halde insanın eti nasıl azab göreceği ResûlüÜa-ha sorulduğunda, Peygamberimiz şöyle cevab vermiştir:
«Senin dişinde ruh olmadığı halde nasıl ağrıyıb acı duyuyorsan, öylece olacaktır.»
Kabir azabının, kafirlerde daimi olmakla -beraber, cuma günleri veya cuma geceleri ve Ramazan ayında kabir azabı kalkacağı beyan edilmiştir. Ancak bu gün ve aylar geçtikden sonra azabın tekrar avdet edip etmeyeceğinde ihtilaf edilmiştir. Asan olan görüş, kafirlerin kabir azabr avdet edip devam edeceğidir.
Kâfirlerden, cuma günü, cuma gecesi ve Ramazan ayında kabir azabının kalkması. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimiz hürmet inedir. Yani, kâfirler dahi. Peygamberimizin âleme Rahmet olarak gönderilmesinden istifade etmiş oluyorlar.
Cuma günü veyo cuma gecesi ölen müminler, kabir azabı görmüyecek-leri hususunda beyanlar vardır. Bu beyanlar ulemânın çeşidli delil ve kaynaklardan aldıkları bilgilerin mahsûlüdür.
Meraktl felahda Şu mealdeki hadisi şerif nakledilmiştir:
« Üç kişiyi Atfifhü teâta kabir azabından koruyacaktır. (O üç kişide şunlardır:)
«Müezzin, şehîd ve cuma gecesi vefat eden kişidir.» Cuma babı
Merakıl felah tahtavisindede Şu görüşler zikredilmişti'-
«Ebül muîn usûlunda dedikj : Ehli sünnet velcemaat dedi; Kabir azabı ve münker, Nekir Meleklerin suâ'i hakdır. Fakat o kabirdeki kişi, kâfir olursa, işte bunun azabı ktyameie kadar deva meder. Ancak Peygamber sallallahü aleyhi vesellem hürmetine, cuma günü ve Ramazan ayında kabir azabı onlardan kalkar,
«Bundan sonra müminlerde iki kısımdırlar. Eğer mümin itaatkar olursa, onun için kabir azabı yoktur. Ve fakat kabir sıkması olacaktır. Bu kabir sıkmasının korkusunuda Altahtn verdiği nimete karşı hakkı ile şükredeme-diğinden görüp tadacaktır...
«Şayet ölen mümin asi ve günohkar olursa, onun için kabir azabı ve kabir sıkması vardsr.
Ancak bu âsî müminden cuma günü ve cuma gecesi Kabir azabı kesilir ve bir daha kabir azabı kıyamete kadar avdet etmez. Eğer o âsî mümin. ouma gecesi veya cuma günü ölürse, kabir azabı ve kabir sıkınası, bir oaat kodar bir şey olur. Ondan sonra ondan kabir azabı kesilir, kıyamete kadar bir daha avdet etmez. Mecmaürrivâyei ve tefarhâmyedede böylece dır.»[83]
Daha geniş izah Aliyyül kârinin Fıkhul Ekber şerhinde mezkûrdur. Ayrıca kabir azabı ve kabirdeki diğer ahvaliara âit deiii ve hükümler, hemen ileride gelecektir.
Esasen kabir âlemi, âhiret hayatının başlangıcı olması hasebiyle bir nevî gaibdir. Bu âlemdeki hayatın İzahı, âyet ve hadîsi şeriflerdeki beyan lardan ibarettir. Dünya umuruna benzetilemez, kıyas edilemez.
Akâid kitablarında bu husus şu ifâde ile açıklanmıştır.
«Gâib oian şeyi, şâhid ve hâzır oian şeye kıyas etmek, Fasittir.» [84]
126 - (2) Enes (R.A) den mervîdîr, dedi:
«Muhakkak kul (ölü) kabrine konduğu ve adamları ondan ayrılıp gittikleri vakit, o kabir sahibi adamlarını ayakkapEarının tıpırdttarını işitir halde iken ona iki tane Melek gelir, hemen onu (kabirdeki kutu) oturturlar ve derler :
— Muhammed saüallahü aleyhi veseüem olan bu adam hakkında ne dersin?
— İşte o sorutan kişi mümin cîursa, hemen ; Ben şehâdet ederimki, elbette o (Muhammed AS), AÜahm kuîu ve Resulüdür,der.
Bunun üzerine o kimseye şöyle denir:
— Cehennemde oian makamına bak artık ANahü teâla senin o makamını cennet makamına tebdil etti. İşte o anda bu kimse, o ,;ki meleği tama-miyle görür.
— Şayet o sorulan kimse, münafık ve kâfir olursa, ona denir : Bu adam (Muhammed Aleyhisseiam) hakkında ne dersin?..
— Bunun üzerine Münafık ve kâfir) bilmiyorum, der. İnsanların (Müminlerin) dediğini bende (dünyada) der ic'/m : hemen ona : Doğru olanı bil-medin ve gerçeğe tâbi olmadın, denir ve Demirden yapılmış kırbaç şiddetle vuruiur. O vurulan kişi (Kâfir veya münafık) şiddetli bîr şekilde bağırır, onun bu bağrışını insanlarla cinnilerden başka kendisine yakın olan (hayvanlar, melekler ve kuşlar gibi canh) şeyler işitir.» [85]
İzahat
Hadisi şerifin baş tarafında, kabre konan ölünün kendini kabre getirip koyanların ayak tıpırtılarını işittiği beyan buyurulmaktadır. Bu hükümle kabirde bir nevi hayata kavuşma keyfiyeti ortaya çıkıyor. Haîta bazı hadisi şeriflerde Ölünün kendini kefenieyeni, namazını ktlanı ve yüklenip gidip kabrine defneden kimseleri bilir, olduğu zikredilmiştir. Kabirdeki bu şekildeki anlayış, duyuş ve bilme halleri bir nevi hayatın olduğunu ortaya koyuyorki, kabirde mutlak hayat şekli vardır. Ancak hayatın durumu ve mahiyeti açıklanmamıştır.
Kabirdeki hayat hakkında ulema ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı ruhun iadesi ile olduğunu beyan etmişler. Diğer bir kısım bilginler ruhun iadesi olmayıp kabirde sual ve cevabları anlayıp cevab verebilecek ve bâzı hal ve hadiseleri anlayıp bilecek kadar bir kabir hayatı (di;...ne şskli) olacağı hu susunu belirtmişlerdir.
Böyle ihtilaflı anlayış ve izah ediş şekillerinin ihtilafından dolayı, İmamı Azam Ebû Hanife (R.A) kabirdeki hayat şeklini izah etmeyip tevekkuf etmiştir.
Hadisi şerifde, «Ona iki tane melek gelir...» Cümlesinin ihtiva ettiği hükümdede «Münker» ve.«Nekir» ismini alan meleklerin ölüye gelip sual sorup ölünün durumunu tesbit etmeye geleceklerini beyan buyurmaktadır. Bu meleklerin-isimlerini beyan eden hadisi şerifler hemen ileride gelecektir.
Hadîsi şerifde beyan edilen diğer bir husus da, kabre konan mümin ise, meleklerin suallerine güzel cevab neticesi kabirde kendisine cennet bahçelerinden bir bahçe gösterilerek «işte burası senin mekânın» denerek hemen seâdet hayatına oradan başlayacağı beyan buyurulmaktadır,
Hadîsi şerifde münafık ve kâfirier'in suale karşı müsbeî cevab vere-miyecekieri ve bu sebeble de kabir de şiddetli bir azaba duçar olacakları zikredilmektedir.
Demirden kırbocın şiddetle vurulması keyfiyetinde ise şu âyeti kerimeye işaret vardır:
«Şu iki sınıf (müminlerlerle kâfirler}, Rablerinin dîni hakkında bir bir-leriyie davaya kalkışan1 iki hasımdır.
— İşte o kâfir (ve münafık) olanlar için ateşten kaftanlar biçilmiştir. (onların) başlarının üstünden kaynar su dökülür.
— Kaynar su ile karınlarında olan şeyier ve derileri eritilir.
— Onlar için birde demirden kamçılar var.
—- Her ne zarnan onun (Gteşin) ;zd ırasından ateşten çıkmak isterle.-ser yine (o demir vurularak) içine döndürülürler. Ve onlara : Haydi tadın yangın azabını, denir.» (Hac sûresi, 19-
Bir az yukarda geçtiği üzere, kabir seâdetli ve iyi olursa, âhiretin diğer safhalarıda iyi olur. Allah muhafaza, kabir hayatı kâfir ve münaffkia-rın uğrayacakları kötülüklerle dolu olursa, âhiretin diğer safhalanda çok kötü ve perişn olur.
Cenabu hak, bütün >müslüman kardeşlerle bizleri, kabri mes'ud olup âhiretin diğer saflarıda mes'ud ve iyi olanlardan eylesin. Amin.
127 - (3) Abdullah bin Ömer (R.A) den menfidir, dedi:
Resûlüliah (S.A.V) buyurdu :
«Sizin biriniz öldüğünde kuşluk ve akşam (Sabah, akşam) ona (ölen kimseye) mekanı arz olunur. Eğer o ölen kimse, cennet ehlinden İse, onun mekanı (ve makamı) da, ehli cennet mekânıdır. Ve eğer o öten kimse, Cehennem ehlinden ise, mekanıda, cehennem ehlinin mekânıdır.[86]
— İşte bu şekilde arz etme hati o odama:
«Seni Allahü teâla kıyamet gününde dinlenceye kadar, işt® mekânın budur, denir.» [87]
Tercümesi:
128 - (4) Aişe (R.A) den rivayet olunduğuna göre,
«Yahudi b.ir kadın Aişenin yanına girdi. Kabir azabını zikretti, hemen vahûdî kadın Aişe (R.A) ye dedi ki : Allah (c.c.) seni kabir azabından muhafaza etsin.
— Bunun üzerine Aişe (R.A), Resûlüüah (SAV) e kabir azabından
— Resûlüliah (S.A.V) de : Evet, kabir azabı hakdır, buyurdu.»[88]
— Aişe (R.A) : Ondan sonra Resûlüliah sallalfahü aleyhi veseiieml her namazdan sonra daima kabir azabından Allaha sığınır gördüm dedi.» [89]
Tercümesi:
129 - (5) Zeyd bin Sabit (R.A) den mervîdir, dedik!:
«Resûlüliah (S.A.V) aramızda Beni neccâra (ensardan bir kabileye)
ait bahçede onun bir dişi katın üzerinde idi. Bizde onunla beraber idik. O
halde iken dişi katır ürktü nerede ise, dişi katır onu (Resûlüllahı) üzerinden
düşürüyordu. Hemen o halde iken attı veya beş adet kabir, zuhur ediverdi.
— Bunun üzenine Resûlüliah (S.A.V) : 3u kabirlerin adamlarını kim bili;-? dedi.
— Bir adam ben dedi.
— Resülüfiah (S.A.V) «Ne zaman öldüler?» dedi.
— O adam : Müşrik oldukları halde öldüler dedi.
— Resûlütlah (S.A.V) «Şüphesiz bu ümmet, kabirlerinde imtihan olunur. Eğer defn olunma salardı, kabir azabından benîm işittiklerimden İmtihan olunanları size işittirmesi İçin Aİlahü teâlaya dua ederdim, dedi, Sonra Resûlülfah bize doğru döndü ve şöyle dedi:
«Kabir azabından, Ailaha sığınınız.»
— Ashabı kiram dediler: Kabir azabından ANaha sığınırız.
— Resûlüllah (S.A.V) dedi :
«Gizli ve aşikâr fitneden, AMöha sığınınız,»
— Ashabı kircm dediler : Gizli ve aşikar fitneden Allâha sığınırız.
— Resûlüllah (S.A.V) dedi : «Deccâlın fitnesinden, Allâha sığınınız.»[90]
— Ashabt kiram dediler : Deccâlın fitnesinden Allâha sığınırız,» [91]
Ravî Zeyd bin Sabit (R.A) kimdir?
Hz. Zeyd bin Sabit (R.A), Peygamberimizin vahy kâtiblerinin en efdait, sahabenin en fakihlerinden ve ferâiz ilmini en iyi bilenlerinden idi. medînei münevvereli ensardandır.
Peygamber efendimiz Medİne-i münevvereye hicret ettiği zaman, Hz. Zeyd bin Sabit onbir yaşlarında idi. Küçük yaşlı olması hasebiyle Bedir muhaberesine iştirak edememiştir. Fakat Uhud muharebesi ile diğer muharebelerde haztr bulunmuştur.
Hz. Ebû Bekir (R.A) zamanında Kur'am kerimi cem edenlerin birisi idi. Hafızı kur'an olan bu zat, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında Hilâfete zaman zaman vekil bırakılmıştır, Hatta Hz. Osman da bu zatı hilâfete vekil olarak biraktıkları olmuştur. Demek oluyorki, bu zot, ilim, dirayet ve idâri yönden sahabenin en şereflilerinden birisidir. Hz. Osman zamanında Bey-tulmalın memuriyeti, buna verilmiş idi,
Kur'anı kerîmi mushaft şerife nakletmek, yine Hz. Osman zamanında bu zat tarafından icra edilmiştir.
Peygamber efendimizden doksan iki (92) hadisi şerif rivayet etmişlerdir. Ve kendisinden pek çok kimseler hadis rivayet etmiştir.
Vefatı, Hicretin kırk beş (45) inde elli altı (56) yaşında Medîne-i münevvere de vuku bulmuştur. Allah ondan râzî oisun.
Hadîsi şerifde Şirk üzere ölenlerin cehennemde oldukları beyan bu-yurulduktan sonra, Kabir azabından, fitneden ve Deccâlın şerrinden Allâha sığınmanın ehemmiyeti zikredilmiş ve ashabı kiram efendilerimiz de hemen peygamber efendimizin tavsiyesine ittibâ ederek Allâha sığınıyorlar. Bizler için çok uyarıcı bir husustur. Cenâbu hak bu tavsiye ve uyarılara dikkat edenlerden kılsın. Amin. [92]
Kabir Azabı İle İlgili İkinci Fasil
Tercümesi :
130 - (6) Ebî Hüreyre (R.A) den mervîdir, dedi:
— Resûlüllah (S.A.V) buyurduki:
«Ölü kabire konduğu vakit, siyah yüzlü ve gök gözlü iki melek o ölüye gelirler. Bu Meleklerin birine «Münker,» diğerine «Nekir» denir.
— Bu iki Melek : «Bu adam (Muhammed Aleyhisselâm) hakkında ne dersin?, derler.
— Hemen o ölü : O adam, Allahin kulu ve Resulüdür, Allahdan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allanın kulu ve Resulü olduğuna şehâdet edirim, der.
— Bunun üzerine o iki Melek : Biz biliyoruz, sen bunu daha evvel söylerdin, derler. Bundan sonra o kulun kabri yetmiş arşında yetmiş arşın (yani, çevresi yetmiş arşın) genişler, sonrada o kabrin içi nurlanır (nurla doldurulur). Sonra o kula : Uyu denir.
— Bu söz üzerine o kul : Ehli i yalıma deneyimde onlara bu hali haber vereyim, der.
İşte o anda iki Melek derlerki : Zifaf gecesinde uykudan sevgili ehli, muhabbet ve sevgi ile kaldırmadıkça uykuya dalan gelinin uyuması gibi, uyu, tâki Allahü teâla onu yatağından diriltip kaldırıncaya kadar (uyu, derler).
— Şayet iki Meleğin geldiği o ölü, münafık olursa, o münafık : İnsanlardan işittim, onlar bir şeyler derlerdi, bende onların dedikleri gibi derdim, bilmiyorum, der.
— Bunun üzerine o iki Melek ; Biz seni daha eyveS bilirdik, sen böylece derdin, derler.[93]
Yere) den irk i : Bunun üzerine kavuş bunu sıkıştır. Hemen yer, onun üzerine kavuşur, onu sıkıştırır. Bu sıkıştırma ile o ölünün kemikleri bir birine girer {âdeta pestil halinde sıkıştırır), bu sıkıştırma hâli, Allahü teâfantn onu yatağından tekrar diriltip gönderinceye kadar azab olarak devam eder.» [94]
İzahat
Yukardaki hadîsi şerifin uzun cümle ve İzahlarında münker, nekir meleklerinin kabirde suale çekecekleri ve onların suallerine mümin olan ktm-seierin rahatlıkla cevab verebilecekleri ve meleklerin onlara iyi şehâdet edip nimete devamlarını tebşir ediyorlar.
Şayet ölü münafık ve kâfir olursa, cevab veremeyecekleri ve kabirde şiddetli sıkma ile azab olunacakları beyan buyurulmaktadır.
Ayrıca kabirdeki seâdet ve nimete kavuşan müminlerin, dünyaya dönüp ehil (yalına o nîmetten haber vermek için taleb edeceğini ve fakat izin verilmeyip huzur ve seâdet içinde tekrar mahşere dirilip gelinceye kadar uykuda devam etmeleri söylenecektir. [95]
Tercümesi
131 - (7) Berrö İbni Âzib (R.A) den rivayet olunduğuna göre, Resulü!-!ah sallallahü aleyhi vess'İem dedik!:
«(Kabre konan kimseye)' iki melek getir, onu olurdurlar ve o kimseye : Rabbtn kim? derler.
— Bunun üzerine (Mümin) ı Rabbim Allah, der.
— Melekler tekrar o kıîmseye : Dinin nedir? Derler.
— Hemen o adam (mümin), dinim îslamdır, der.
— Melekler yine derlerki : Size gönderilen bu adam (Muhammed Aiey-hisseiam) kimdir?
— O ölü derki: O adam, Altohın Resulüdür.
— Melekler derlerki: Sana bu haber nereden yetişmiştir?
— O kimse derki : Allanın kitabını okudum ve tasdik ettim, işte o da şu kavli ilâhidir.
«Aİlah, müminler^ hem dünyada, hem âhsrette (kabirde) sabit sözle (ke-lime-i şehâdet İle) tevhide bağlı kılar.» (İbrahim sûresi, 27}
— Resûlüilah (S.A.V) dediki:
«Semâdan nida eden bir nidaci, (hak tarafından) şöyîe nida eder : Kulum doğru söyledi, onun için o kuluma cennet yataklarından bir yatak seriniz ve cennet elbiselerinden bîr elbise, giydiriniz ve ona cennete acilen kapıyı açınız, kapıda hemen açılır.
— Resûlüilah (S.A.V) buyurdu : O adama cennetin güzel yeli ve mübarek kokusu gelir ve o adama gözünün yetişip görebildiği mikdarda kapri genişletilir.
— Fakat © öien kişi kâfir İse, işte onun ölümünü Resûlüilah zikretti, de-
«Kafirin ruhu cesedine avdet eder ve iki melek gefir, onu oturturlar,
— Hemen kâfir der : Hey hey, bilmiyorum!
— Bunun ürerine melekler derler ; Size gönderilen bu adam {Muhammed Aleyhisselam) hakkında ne dersin?
— Hemen kâfir der : Hey heyki ben bilmiyorum!
— İşte bu anda hemen semadan nida eden bir nidacı şöyle nida eder : Bu kâfir yatan söylemiştir, bu sebeble buna cehennem döşeklerinden bir döşek seriniz ve cehennemin kapısını bu adama açınız.
— Resûlüilah (S.A.V) dediki : Bu kâfire cehennemin harareti ve sıcak rüzgârı gelir.
— Resûtüllah (S.A.V) buyurdu : Kabir o kâfiri öyle sıkarki, nerede ise, kemik ve etlerini bir birlerine katar. Sonra ona kör ve sağır oian zebani (hiç bir şeye kulak verip görmeyen, azgın zebânî) musallat olur. O zebanide demirden yapılmış kırbaçda beraberdir. Eğer o kırbaç bir dağa vuruisa, o dağ dağılarak toprak olur. İşte bu kırbacı o zebânî, o kâfire bir vurdumu, insanlar ve cinnilerden başka doğu batı arasında ki bütün varlıklar o kırbacın sesini işitir. Hemen o kâfir, toprak olur. Ondan sonra ruh, tekrar o kâfire iade olunur (yani, tekrar yine diriltilir, azabı böylece deva meder).»[96]
132 - (8) Osman (R.A) den rivayet olunduğuna göre, (Hz. Osman} çok zaman bir kabrin başında durdumu, sakalı ısianıncaya kadar ağlardı. Kendisine denildiki : Bu kabjr, cennet ve cehennemi hatırlatıyor, bu sebeb-den ağlamalısın ve bu kebirden içinmi ağlarsın?!.
— Bunun üzerine Hz. Osman dedi : ResûlüMah (SAV) buyurmuştuki :
— Muhakkakkî kabir, Ghiret mekanlarından ilk mekandır. Binaenaleyh bîr kişi burada kurtuluşa nail olursa, bundan sonrası buradan daha kolay olur.»
— Şayet bir kimse, burada (kabirde) necata kavuşamazsa, bundan sonrası, buradanda eşed olur.»
— Osman (R.A) dedi,
— Resûlüilah (S.A.V) buyurdurki:[97]
«Kabirden daha korkunç bir manzara (mekan ve mevzi!) görmedim. Ancak orayı en korkunç yer gördüm,» [98]
Tercümesi
133 - (9) Yine Osman (R.A) den mervîdir, d f; diki:
— Resûlüllah (S.A.V) ölüyü defnedip fariğ olduğunda o ölünün başında dururdu ve derdik!:
«Kardeşinize istiğfar ediniz, sonra ona kavli sabit için (Kelime-i tevhidi söylemesi için) dua ediniz. Zira şu anda o, sual olunmaktadır.» Ebû Davud[99]
İzahat
Bu hadîsi şerîfde, kabre konulan bir mevtanın mağfireti için dua etmenin iyi bir vazife ve amel olduğu beyan buyurulmaktadır. Her ne kadar açıkça telkin meselesini beyan etmeyorsada, kabre konan mevtanın sual olunacağı ve bu suale sabit ve iyi bir şekilde cevab verebilmesi İçin, ölü hakkında hayırlı dua edilmesi hususunun tavsiye buyurulması, bir nevî telkindeki dilek ve temennilerin icrası beyan buyurulmaktadır.
Aslında kabirde telkin merasimi yoktur. Hatta Bid'attır. Fakat yukardaki hadîsi nebeviler gibi muhtelif hadîsi şeriflerin hükümlerini tatbik etmek keyfiyeti, ölüye bir nevî hayır dua ve istiğfar olduğunu beyan ederek müteahhi-rîn âlimleri, telkini güzel görmüşlerdir.
Netekim bu hususdaki mes'elenin yönleri, Fıkıh' kitabiarında beyan edilmiştir. Bilhassa «Mülteka tercümesi» adlı eserimizin cenaze bahsinde kısa yoldan İzah edilmiştir.
Şârih Aliyyülkâri şu hükümleri zikretmektedir:
İmamı Şâfi-Î ve ashabına göre, kabirdeki ölünün yanında Kur'andan âyetler okumak müstehabdır.
Şâfi-Î Alimleri ise, dedilerki : Kur'anı kerîmin tamamını öiünün huzurunda yani, mezarının başında hatmetmek güzeldir.
Beyhakî-nin süneninde de şöyledir : Ölü defnedildikten sonra kabrin başında süre-i Bakaranın başını ve sonunu okumak, ibni Ömer {R.A) a göre müstehabdır.
Bir rivayette de, süre-i Bakaranın evveli, ölünün başında ve sonu ölünün ayak ucunda okunur [100]
Hulasa her ne şekil ve surette olursa olsun, ölüye kabri başında ve kabir ziyareti ânında dua, istiğfar, teşbih, tehlil ve iyi dileklerde bulunmak iyidir. Ölüye mutlaka fâidesi vardır.
Daha geniş malûmat, Akâid kitabiarında mezkurdur. [101]
134 - (10) Ebİ Saİd (R.A) den mervidir, dedi:
— Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«Elbet kâfire, kabrinde doksan dokuz adet büyük yılan (zebani) musallat olur. O büyük yılan, o kâfiri kıyamete kadar ısırır ve sokar. Eğer o büyük yılandan bir tanesi yer yüzüne üfleyip ağzının rüzgarı vasıl olsa, o yerde hiç yeşillik bitmezdi.» Dârimî, Tirmizi buna mümasil rivayet ettiği hadisde «doksan dokuz» yerine «yetmiş» diyerek rivayet etmiştir. [102]
İzahat
Hadîsi şerifde geçen doksan dokuz zebânî hakkında bâzı îzahîar yapılmıştır. Biz de onlardan bir kısmını açıklamaya çatışalım.
Evvelâ «Tinnîn» kelimesinin «Büyük yılan, cehennem zebanilerinin büyüğü» olarak açıklandığını hatırlayalım. Sonra Zebaninin niçin doksan dokuz olduğu cihetini öğrenelim.
Zebaninin doksan dokuz olması, Cenâbu hakkın doksan dokuz ismi ilâhisi vardır. Kâfir olan kişi, Aİiâhü tealaya doksan dokuz ismin karşıhğındq doksan dokuz çeşit küfür ve şirk isnadında bulunmuştur. Ceza amelin cinsinden olması hasebiyle, Kâfire de doksan dokuz adet büyük yılan Zebânî kabrinde azob etmeye başlayarak cezasını çektirmektedir. Yâni her isim karşılığında bir zebânî musallat kılınarak azablanacaktır.
Yahut Cenabu hakkın rahmeti ilâhîsinin tecellîsi, yüz (100) derecedir. Yüz derece rahmeti ilahîsinden bir derecesini dünyada kullan üzerine ve varlıklara lütfetmiştir. O bir derece rahmeti ilâhinin tecellîsinin şum-'ılü ila insanların bir birlerini sevmesi, kan ile kocanın mehabbetleri, ananın ycv-rulartnı sevmesi, vahşî hayvanların dahî yavrularını korumaları, büyüklerin küçüklere şefkat etmeleri ve küçüklerin, büyüklere hürmet ve saygıda bulunmaları ve bunların emsali iyiliklerin cereyan etmesi, hep bir rahmeti ilâhînin tecellîsidir.
Yüz derece rahmeti Hâninin doksan dokuzu, ahirette tecellî edecek ve doksan dokuz rahmeti üâhînin hebsi müminlere yayılıp şümullanacaktır.
İşte müminlere tahsis edilip şumullanacak olan doksan dokuz derece töhmeti ilâhînin karşılığında, kafirlere de doksan dokuz büyük yılan Zebanı, azab etmek üzere musallat kılınmaktadır.
Bu görüş ve izahları, fbni melek de aynı şekilde beyan etmiştir
îmcms gazaîî merhum ise. Kâfire yapılan bu kadar adet yılanın azabı, kötü ahlakın adedi o kadardır da onun içindir, demiştir. Yâni kötü ahlak-ın adedi. Doksan dokuz, olduğundan ve Kâfir o kötü ahlakın hepsini işlediğinden, her kötülük karşılığında bir büyük yılan takdir edilib azablandınlıyor.
Her ne suret ve sebebie olursa olsun, kâfir mutlaka kabrinde bu cezayı çekecek, ahîretin ilk evi ve menzili olan kabirde azablanmaya böylece baş-İayıp cehennemde ebedî olarak azabı devam edecektir. Cenabu hak, küfür üzere ölmekten cümlemizi koruyup İman üzere ölmemizi nasib buyursun. Amin. [103]
135 - (II) Câbir (R.A) den mervîdir, dedtki:
«Sâd ibni muaz-ın — Muoz oğlu Sâd-in vefatından onun yanına Resulü Ekrem salfallahü aleyhi vesellemle beraber çıkmıştık. Resûlüllah {SAV} Sâd-in cenazesini kıldı, cenaze kabrine kondu ve üzeri örtüldükten sonra Resûlüilah (S.A.V) teşbih getirdi. Bizde aynı teşbihi getirdik. Sonra tekbir getirdi, bizde tekbir getirdik. Bunun üzerine denildik! : Yâ Resûlüllah! Niçin teşbih getirdin, sonra tekbîr ettin?[104]
— Resûfüllah (S.A.V) buyurduki:
«Bu sâlih kulu kabir o kadar acâib sıkmıştı (onun o hâline muttali dunca ben teşbihe, tekbire devam ettim, sizde devam ettiniz) Nihayet Ailahü teâlâ ondan o kabir sıkmasını kaldırdı.» [105]
İzahat
Bu hadisi şerifde belirtildiği üzere, ölen kimse, ne kadarda salih vo iyi olsa, mutlaka kabir sıkması olacaktır. Sahabenin en salihisrinden birisi olan Hz. Sâd, kabir sıkmasını görmesi hâlinde ondan sonra gelen her sâlih ve iyi kimsede bu hali mutlaka görecektir.
Evst kabir azabı, saiih kişilere olmayacak, fakat kabir sıkması olacaktır. Kabir sıkması, kabir azabı gibi değHdir. Her biri ayrı ayrıdır. 125. Hadisi şerifin izaht ile 131. hadisi şerifin meâîini okumak lazjmdır ve birde hemen şu aşağıdaki hadisi şerifi okuyalımda, Hz. Sâd-in dâhi kabir sıkmasından kurtulmadığı hâli düşünelim.
Düşüneümrie, kabrin her türlü ızdırabından korunma yollarını ve Kabir de yatanlara hayırlı dua ve istiğfarda bulunmayı ihmai etmeyelim. [106]
Tercümesi
136 - (12) Ömerin oğlu Abdullah (R.A) den mervtdîr, dedi:
Resûiüllah (S.A.V) buyurdu :[107]
«(Bunun yani, Sâd'in ölümü) için arşı alâ titredi, unun için sema kapılar* (Rahmet inmek için gök kapıları) açılmıştır ve yetmiş bin melek cenazesine hazır olmuştur. Böyle iken yine sâd-j, kabri o kadar acâib bir sıkma ile §ik-dt, sonra o hal ondan kaldırıldı.» [108]
Tercümesi
137 - (13} Ebu Bekirin kızı Esma (ft.A) den mervîdir, demiştir:
Resûîüllah (SAV), hutbe okumak üzere ayağa kalkdı, bir kişinin ibtild
olunacağı kabrin fitnesinden bahsetti. Resûlüllah (S.A.V) bu hali zikredince, müslümanlar acâib bir şekilde feryadı figan ettiler.» Buharı böylece rivayet etmiştir
Mesâide şunu ziyâde etti. Benimle Resûlüllahın kelâmını anlamama âit Öğle bir hal ortaya çiktıki, vaktaki onların feryadı sükûnet buldu, hemen bana yakın olan adama dedim : Allah sen] bu amelinde mübarek etsin,! Resûlüllah (S.A.V] sözünün sonunda ne dedi?
— O adam dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«Bana vahyolunduki, Muhakkak siz, yakında deccalın fitnesi ile kabirde fitnelenirsiniz.» [109]
Râvı Esma binti Ebi Bekir (R.A) kimdir?
Hz. Esma (R.A), Hz. Ebû Bekir (R.A) in kızı, Abdullah bin Zübeyrin annesi, Dolaysiyle Zübeyr bin Avvam (R.A) in hanımı saliha bir hanım idi. Mekke-i mükerrerne de müslüman olmuştur. Müslümanların on seKizıncısı pıaugu beyan edilmiştir. Hz. Aişe validemizin kız kardeşidir. Hz. Aişe validemizden on beş yaş büyüktür.
Çok zaman kadınların mesele ve dertlerini bizzat bu hanım Peygamberimiz efendimize getirir anlatır ve cevâbını alır kadınlara İzah ederdi.
Hz. Esma (R.A), oğlu Abdullah (R.A) in haccact zalim tarafından Mekke-i mükerreme de mancınık-a asıb şehit olmasından sonra on veya yirmi (20) gün sonra yüz (100) yaşında hicretin yetmiş üç (73) tarihinde Mekke-i mükerreme de vefat etmiştir. P^k çok kimseler kendisinden hadîsi şerif rivayet etmiştir. Allah ondan râzî olsun.
Haccacı zalim tarafından oğlu Abdullah (R.A) in, ne şekilde ve ne zaman öldürüldüğü ve annesinin neler söylediğini öğrenmek İsteyenler, (Mehmet Zehni merhumun «ElhakaiK» eseri ile «Meşâhirunn'sâ) adlı eserine müracaat etmeleri gerekir.
Hadîsi şerifde kabir de çok acaib bir fitne ile karşılaşılacağı beyan bu-yurulmuştur. O kabir de olacak fitneyi duyan sahabe, feryadı figan ediyorlar ve resûlüllahın sözünün sonu bile gürültüden anlaşılmayor. Hz. Esma (R.A} kendisine yakın olan bir zata resûlüllahın sözlerinin sonunu soruyor. O adam da ResÛIülIahın kabir de Deccalın fitnesi ile karşılaşılacağından bahsetmiş olduğunu beyan ediyor.
Bu son cümleden de anlaşıldığı üzere, Deccalın fitnesi çok kötü ve fena bir fitnedirki, kabir de dahi onun fitnesi-insanı rahatsız edeceği veya onun fitnesi gibi çok acaib fitnenin kabirde de cereyan edeceği beyan buyurul-muştur.
Bir az ilerde Deccalın çeşit ve fitnelerinden bahsedilecektir. Aynı zamanda yukarda ikinci hadîsi şerifin altında kısada olsa Deccal hakkında îtikâdî yönler zikredilmiştir. Orayı da tekrar okumak faydalı olur. [110]
Tercümesi
138 - (14) Câbİr (R.A) den rfvâyeî olunduğuna göre, Resûlüîlah (S.A.V) dedik* :[111]
«Öiü kabre konduğu vakit, güneş battığı zamanki şekli o ölüye temsili olarak gösterilir. Göîlerine mesheder halde oturur ve derki: Beni bırakın ben namazı kılayım.» [112]
efendimiz, kabrine konan bir ölüye güneşin battığı iarnonki fersizieşip batmaya doğru yönelen şekli gösterileceğini, o öiüde o zaman kendinin dünyada yaşadığı zannı İle ikindi vakti çıkmadan namazını kılmak için izin istediğini beyan buyurmuştur.
Bu beyan dünyada iman ve amel sahibi mümin olan kişiler hakkındadır. Zira namazını kıları kişi ancak ve ancak mümin olur. Namazını sıhhatında kılan mümin, ölürken öyie ölür. öidüğü gibi de kabirde ve mahşerde aynı amel ve mükâfatı ile yargılanır.
Bu hadîsi şerifde şu mealdeki âyeti kerîmeye işaret vardır :
«Kıyameti (ölüm ve ötesini] gördükleri gün, dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.»(Nazîat sûresi, 46-47)
139 - (15) Ebi Hureyre (R.A) den mervîdir. Resölüllah (SAV) den ri-vâyeî ettiğine göre, Resulü ekrem (S.A.V) buyurduki;
«Muhakkak öfü kabre konur, Hemen adam kabrinde korkusuz ve fitne-siz kabrinde oturtulur.
— Ondan sonra denirkj :
— Hangi dinde yaşadın?
— Bunun üzerine o adam der:
— İslorn dininde yaşatan.
— Derhal denirki :
— Bu adam kimdir?
— Kabirde ki edam derki:
— O adam AHahın Resulü Muhammed (A.S) dır, Allah tarafindan bize açık ve kesin hükümleri beyan etmek üzere geimiştir, bizde onun getirdiği hükümleri tasdik etmiştik.
— Bundan sonra o kabirdeki adama denirki:
— Aliahü teâlayı gördün mü?
— Buna cevab olarak o adam derki:
— Hiç bir ferti için AHahi görmek layık olmaz.
— İşte o anda o adam için kabirde cehennem cihetinden bir delik açılır. O odam hemen orada bir birine bitişik ateş tuttuklarının oluşuna bakar.
— O adama denirki -.
— Bak bu ateş ki, Aliahü teâla seni buraya atılmandan korudu.
— Bundan sonra o adama cennet cihetinden bir yer açılır. Oranın yeşilliklerine ve diğer nimetlerine bakar.
— İşte o anda adama denirki:
— Burası senin mekan ve merdindir, senin kesin ve sabitlikle buraya inanç ve amelin devam ederdi. Ve sen bu itikad üzere öldün. İnşaattan onun üzerine tekrar diriltilirsin.
— Kötü adamda kabrinde korku ve fitne tehlikesiyle oturtulur, denirki:
— Sen hangi dinde yaşadın?
— O adam derki: bilmiyorum!
— Tekrar denirki: Bu adam kimdir?
— Adam derki : İnsanlardan işitmiştim onlar bir söz söylerdi, bende onların söylediğini söylerdim.
— Bunun üzerine hemen Cennet tarafından bir delik açılır. O adam Csn netin yeşilliklerine ve diğer güzel nimetlerine bakar.
— Hemen o adama denirki:
— Bak şu nimetlere ki, Aliahü teâla seni o nimetlere kavuşmakdan men etmiştir.
— Sonra cehenneme doğru bir yol açılır. Oradaki ateşlerin bir birlerine bitişik şiddetli yanışlarına bakar.[113]
— O adama dsnîrki : İşte burası senin varacağın yerdir. Sen buranın varlığı ve olacağında şek üzere idin. Ve bu şek üzerede Öldün. Ve bu şek üzerine inşaallah tekrar diriltileceksin.» [114]
140 - (i) Ajşe (R.A) den mervîdir, dedi:
Resûlüilah (S.A.V) buyurdu :
«Bir kimse, bizim bu işimizde (dinîmizde, şeriat ve sünnetimizde) o dinden olmayan yeni bir şey (Bid'at) ihdas ederse, işi® o kimse (onun getirdiği Bid'at) merdütdür.» (Hadîsi, Buhârî, Müslim ittifakla rivayet etmiştir.) [115]
Îzahat
îman bahsinin son kısmi olan kitap ve sünnete sarılma bahsinde de çok mühim hadîsi şerifler ya.ılmıştır. Hadîsi şeriflerin ihtiva ettikleri hükümler, lafızları ife ilerde gelecektir. Biz hadîsi şeriflere geçmezden evvel kitap ve sünnete sarılmanın ehemmiyetini beyan eden bir kaç âyeti kerîme meali arzedelim. Ondan sonra da yukardaki hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükümleri açıklamaya çalışalım.
Kitap ve sünnete sarılmanın ehemmiyeti iie ilgili âyet mealleri :
«Top yekûn hepiniz Allanın sağlam ibihe (Kur'anı kerîmine) sımsıkı sarılın. Birbirinizden ayrılıb dağılmayın.» (Ali İmran sûresi, 103)
Diğer ayeti kerîme meali şöyledir:
«İşte size, Allahdan bir nur (Hz. Muhammed aîeyhisselam) ve her şeyi açıklayıcı bir kitap (kur'an) geldi, (o nur ve kitapla) Allah, rızasına uyanları (o nur ve kitapla) selâmet yollarına İletir. Ve onları (Allanın) izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp doğru yola (İslama) götürür.» (Mâide sûresi, 15-16)
Diğer bir âyeti kerîmede de şöyle buyurulmuştur:
«Elbette bu kur'an, insanları en doğru yola sevk eder.» (İs'rö sûresi, 19) ' Yukardaki âyeti kerimeler gibi pek çok kur'an ayetleri mevcuttur. Çok uzayacağından bu kadarla iktifa ediyoruz.
Bu âyeti kerime meallerini ve emsalini, müslümanlar ve top yekun insanlık okumalıdır. Okumalılar da ondan sonra en doğru ve en İyi yolu bu! malıdırlar, Her şeyi yaratan ve bütün yaratıkların cibillî veya tabiatlarını en iyi bilen ve bunlann irâde ve idare yönlerini de en doğru şeklide izah eden halikı zülcelâlın hükümlerine kayıtsız ve şartsız bağlanırlar. Aynı zamanda tek kurtuluşun islam ve kur'an yolunda olduğunu idrak ederler.
Kitabı ilâhinin hükümlerine tabî olmak nasıi kurtuluş ve huzur yolu İse, o kitabı ilâhiyi ümmetine tebliğ eden mürşidi hakîk.mız Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve seilem efendimizin mübarek buyruklurına ve sünnetlerinin her çeşidine sarılmak da, kurtuluş ve huzurun yoludur. Ve Rasûiüliaha itaat, Allah'a itaattir.
Bu hususu beyan eden bir kaç âyeti kerime mealini de arzedelim;
«(Ey Habîbim!) De ki : Eğer siz Allah; seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allâhda sizler; sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zira-Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.» (Aİi İmran sûresi, 31)
Diğer ayeti kerîme meali şöyledir:
«Her kim, Peygambere itaat ederse, muhakkak Âiiâha itaat etmiş olur.» (Nisa süresi, 80}
Başka bir âyetLkerîme de şöyle buyuruimuşîur:
«Peygamber, size ne verdi ise, onu alın (emir ve sünnetlerini tutun.) Ve size neyi yasak etti ise, onu da almayın (yapma dediğini yapmayın),» (Haşr sûresi, 7)
Bâzı kimseler bilhassa kendisini beğenen tipinden olanlar, «Aliâhü te-alanın yaratıcı olması ve bütün yaratıkların rızıktarını vermesi gibi 'hususların hak îeala tarafjMan olmasından için, allanın dediğini tutmak lazımdır, ama peygamber kendi beşerî görüşlerini söylemiştir, ona itaat etmek ve ona tabî olmak yersizdir., gibi..» cümleleri söyleyenler oluyor. Bu sözîsr ve bu sözler gibi kötü akîde sözler, inançlar çok ve çok sapık, zındık ve mülhidlerin sözleridir.
Yukarda naklettiğimiz âyeti kerîr elerde olduğu gibi, pek çok âyeti kerîmelerde Peygambere itaat, Allâha itaat olduğu ve Peygamber söylediği her sözü mutlaka hakkın vahyi ile söylediği beyan buyuruimuştur.
Netekim bir âyeti kerîme de şöyle buyurulmuştur:
«AKâha ve onun Rasûlüne itaat ediniz. Ve birbirinîzle çekişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider.» (Enfal sûresi, 46)
Diğer âyeti keriyme meali:
«Hor kim, Allâha ve Rasûlüne itaat ederse, o kimse mutlaka fevzü necata (Cennete) kavuşmuştur.»
Peygamber efendimizin her söylediği ilâhi vahy ile olduğunu beyan eden âyet meali şöyledir:
«O (Peygamber), nevadan (kendi nefsinden) söylemiyor. Elbette o (Kur'an) sâde bir vahydir, ancak vahyolunur.» (Necm sûresi, 3-
Yukardaki âyeti, keriymeleri okuyan her müslüman, insanlığın tek kurtuluşu ve en doğru yolun, kur'an ve sünnete tabî olmakda olduğunu bilir ve bu iki yola en samîmi gayreti ile tâbi olur.
Şimdi yukardaki bu bahsin ifk hadîsi nebevisi olan şu mealdaki : «Bir kimse, bıizim bu işimizde (dînimizde, şeriat ve sünnetimizde) o dinden olmayan yeni bir şey (Bid'at) ihdas ederse, işte o kimse (ve o getirdiği Bid'at) merdüttur.» hadîsi şerifin kısa açıklamasını yapalım.
Evvela dînin kısa tarifini öğrenelim. Ondan sonra yeni ihdas edilen Bid'atın tarif ve izahını açıklamaya çalışalım.
DİN : Lügatta, itaat, âdet, yol, alâmet, şan şeref, oeza ve mükâfat mâ nalarına gelir.
Şeriatta Din : Atlahü tealanın koyduğu bir kanundur ki, o kanun akı1 sahiblerini kendi irâdeleri dâhilinde arzulariyle, hayra, hakka, iyilik ve doğ rüya götürür.
Târifindende anlaşıldığı üzere, din; İlâhi bir kanundur. Dîni Aliahdan başka kimse koymamıştır. Ve din hiç eksiklik kalmadan mükemmel bi' şekilde Allah tarafından konulmuş ve onun hükümlerini ve o kanunu ilâhinin esâsı oian kur'am kerimi, kıyamete kadar koruyup muhafaza edeeek olanda yine Hz. Allahdır. Ve o din, inanıp kabul eden her mümini en doğru yola ve en hayırlı yöne sevk eder.
Dînin kemal ve tamamlığı ile ilgili bir âyeti kerime meali şöyledir:
«Bugün sizin için dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslama razî oldum.» (Mâide sûresi, 3)
Dînin tarif ve açıklaması ile bu âyeti kerimede beyan edilen hükümler gayet açık iken, her asır ve devirde pek çok sapık ve zındıklar, dîne yeni yeni uydurmalar ihdas ederek bir çok batıl ve hurafeler sokmaya çatışmış lardır. Böyle uydurmaları dîne sokmanın fenalık ve kötülükleri hem kur'ânı kerimde ve hem hadîsi şeriflerde beyan edilmiştir.
Aslında dinî hiç bir şekilde tahrif edip yıkamıyaaaklardır. Fakat din sömürücüleri her zaman uydurmalarla, müslümanları şaşırtmışlardır.
Dine sokulmaya çalışılan ve dinden olmayan Bid'atın tarif ve tehlikelerini hülasa olarak arz edelim.
BİD'AT : Lugâtta, yeni iş ve sonradan meydana getirilmiş, ihdas edilmiş şeydir.
Şer'î İstîlahda : Peygamberimizin bulunduğu asırdan sonra, ne kavlen, ne fiilen, ne sarahaten ve ne işâreten dînî bir izni şer'i anlamı olmayan ve dinde yapılan ziyade ve noksanlığa BİD'AT denir.
Şer ve bâtıl olarak ihdas edilen Bid'at ve Hurafelerin fenalıklarını ve kimler tarafından ihdas edildiklerini objektif olarak kısaca şöyle hulâsa edebiliriz :
Bid'at: Zındık ve sapıkların uydurdukları batıllardır.
Bid'at: Küfürden sonra en büyük günahdir.
Btid'at : Allah muhafaza sahibini dinden, imandan eden eh tehlikeli bir şeydir.
Bid'at : Mümini hak yoldan bâtıl yola çeviren bir felâkettir.
Bid'at : Müminin, namazının, orucunun, haccının, zekatının, farzının, nafilesinin ve cihadının kabulüne mânidir.
Bid'at: Tevbenin kabulüne mânidir.
Bid'at : İnsanı hakîkata tâbi etmeyip, batıl veya aslı esası olmayan vehmin mahsulü olan şeylere tabî kılar.
Bid'at: Firakı dâlle yoludur. Ehli sünnet yolu değildir.
Bid'at : İnsanı; Zulüm, cehalet, yalan, iftira, hîle, buğuz gibi kötü hastalıklara sevk eder.
Bid'at : İnsana; riya, süm'a, ucub, kibir, hased, gibi kalp hastalıklarını yaptıran en korkunç mânevi mikroplardandır.
Bid'at : İnsanı; kitap, sünnet, icmâ-ı ümmet ve kıyası fukaha olan edil-le-i şer'iyyeye düşman kılar.
Bid'at : Peygamberimizin mübarek kelâmında «Bid'atın hepsinden kaçının. Zira Bid'atın hepsi dalâlettir. Ve dalâletin hepsi de cehennemdedir.» Buyurduğu üzere en korkunç tehlikedir.
Bid'at : Kaçınılması ve şerrinden Allah'a sığınılması lazım olan en kötü ve en çirkin yoidur. Zira insanı dünya ve âhiret saadetinden mahrum eden bir âfettir.
Bid'at icad edene, «Mübdî veya mübtedî» denirki, dine birtakım yalan ve uydurmaları sokmaya çalışan bâğî, Azgın ve din sömürücüsü eşkiya, din simsarj demektir. Böyle din simsarlığı yapmanın ve Allah'a ifîirâ ederek azgınlıkta bulunmanın ne kadar şenî, ve fena olduğu aşikârdır. Bu kötülükleri çok felâket olan Bid'at, Bid'aîı seyyie ismini alan kitap ve sünnete muhalif olan Bid'attır.
Kur'anı kerimde şöyle buyurulmuştur:
«Ey ehli kitap! Dininiz hususunda haddi aşmayın. Aİlaha karşı hak olandan başkasını söylemeyin.» (Nisa sûresi, 17)
Bid'at, bir nevî Aİlaha iftira olduğundan müfterilerin kötülüğü şöyle beyan edilmiştir.
«Allâha iftira ederek yalan uyduran {Bid'atları uydurub çıkaran) veya
' onun (Allâhın) âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim olabilir? şüphesiz
o {Aliâhü teala), zalimleri felaha kavuşturmaz.» (En'am sûresi, 21)
Bid'atin kötülükleri ile ilgili hükümler ve Bid'atın Seyyie ve hasene olarak reşitleri hakkında geniş malûmat, «İSLAMA SOKULAN BİD'AT VE HURAFELER» adlı eserimizde uzun uzun İzah edilmiştir. Ayrıca «Amellere sa-kulan Bid'atlar» hakkında geniş İzahlarla çıkaracağımız üçüncü cildide çık-dığında alıp okumak şayanı tavsiyedir.
Bid'at ve Hurâfeler-in, bâtıl ve kötülüklerini hemen ilerde Resulü Ekrem efendimizin mübarek sözlerinde de en bariz şekilde okuyacağız. [116]
Araştırıldığı zaman anlaşılacaktır ki;bu ümmetin maddi anlamda geri kalmasına sebebiyet veren dini ayrılıkların sebepleri başlıca şunlardır:
Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt.12.sy.517.
a)Saltanat ve iktidar hırsı ki, İslam'ın bidayetinden başlayan bu hususta ki münazaa, günümüze kadar devam etmiştir.
Irkçılık ve kavmiyetçilik taassubu, herkesin burnunu havaya kaldırmış ve "Benim ırkım daha üstündür!"inancı, kimsenin kimseye boyun eğmemesini sağlamıştır.Bu da, dini birliği bozan en büyük felketlerden biridir.
Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt 12.sy.517.
c)Kendi fikir ve görüşünü beğenip, diğerlerine itibar etmemek, hak olan ictihadları inkâra ve sahipleri aleyhinde yakışıksız sözler sarfetmeye sevketmiş, bu da mensupları arasında kin ve nefrete sebep olmuştur.
Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt 12. sy.517.
d)Din düşmanlarının hile desiselerine kulak vermek ve onların iyi niyetini savunacak kadar saf dilli olmak, casusların araya sızmalarına sebep olmuş, bu da en güçlü İslam devletlerinin yıkımına varacak kadar kötü sonuçlar doğurmuştur.
Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt.12.sy.517.
e)Dini ve dünyevi ilimleri tahsile çalışmayıp, cehalete razı olmak ve dolyısıyla her sahada geri kalmış bulunmak Müslümanların gücünü tamamen dağıtmıştır.
Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt 12.sy.517.
f) Birçok İslam milletinin, âdet ve taklitlerde, İslam dışı toplumların modalarına uyması ve fikri, itikadi siyasi her sahada, İslami usul,nizam ve kanunlarından ayrılmaları da, ihtilaf sebeplerinin en büyüklerindendir.
Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt.12.sy.517.
g) Fetva mercii sayılan bir çok alimin, nasları anlamaktaki acziyetlerinden veya kötü niyetlerinden dolayı, din hususunda kafalarına göre görüş açıklamaları da ahir zamanın en büyük musibetlerindendir.
.......
Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt 12.sy.517.
Hadis-i şerif.
Ebu Zerr r.a.dan rivayetle.
Resulullah s.a.v.şöyle buyurmuştur:
Her kim,bir karış bile Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat(inancın)dan ayrılırsa,muhakkak İslam ipini boynundan çıkarmış olur.
Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt.12.sy.521.
Cabir ibni Abdillah r.a. dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah s.a.v.şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz haberlerin en güzeli, Allah-u Azze ve Celle'nin kitabıdır.Yolların en güzeli,Muhammed s.a.v. in yoludur.İşlerin en kötüsü de, soradan çıkarılanlarıdır.
Ruhu'l Furkan Tefsiri Cilt 12. sy.521.
Şevk muhabbet alametidir.
Bela, belayı verenden gafil olmaktır.
365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki.
İlim; üsttekini kıskanmayan, alttakini küçük görmeyen ve beklenti içine girmeyene verilir.
Dünyanın ve ahiretin hayrı ilimdedir.İlim taleple elde edilir.
365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki. sy.82.
İlim olarak Allah c.c. korkusu, cehalet olarak kibir yeter.
Yitirmeyen bulamaz.
365 İzahlı Özlü Söz Dedi ki.sy.97.
Yele karşı durulmaz.
Yılan yılanı öldürür.
Yüreğin kulaklar vardır.
Dünya Atasözleri
sy. 459.
Uyuz bir koyun bütün sürüye bulaştırır.
Utanç ölümden beterdir.
Yedi çoban sürüyü bozar.
Türk hamamına giren Rus, Tatar çıkar.
Varsıl, arabasını dağdan aşırır.Dünya Atasözleri.
sy.459.
Allah c.c.aşkı dışında her şey tadlıda olsa zehirlidir.
Hikmetli sözler Akra fm.
Haram ile karşı karşıya geldiğinde Allah c.c. her an seni gördüğünü bilmelisin ki sakınasın!
Mehmet Zahid Kotku Akra fm.
Batılı devletlerin, daha başka, mason locaları, lions kulüpleri, rotary kulüpleri Bilderbergler, misyoner teşkilatları,
İslam Dergisi Başmakaleleri
Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan
sy.393.
...Yehova şahitleri gibi nice nice dini,sosyal, siyasi,gizli, aşikâr, etkili, faal teşkilatları var....
Ama biz müslümanların böyle kuruluşları yok; kurulmamış, kurulanlar tahrip edilmiş, kapatılmış, yasaklanmış.
İslâm dergisi Başmakaleleri
Prof.Dr.Mahmud Esad Coşan
sy.393.
Ahlakların içerisinde kendisine en menfuru yalancılıktı.
Ramuz el Ehadis cilt 2.sy.521.
Şemaili Şerif.
Peygamber s.a.v.
Dinimizin esası vera'dır (haramlardan sakınmadır).
Rivayette.
Çalgı zinanın kemendidir.
Rabbani Nasihatler.sy.226.
Ziya Paşa dedi ki:
İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah, yardimcidir doğrularin Hazreti Allah.Tarih Gazatesi erkam yayinlari. Ocak 2018 sf 5
Hz.Mevlana Dedi ki:
İnsana uzaktan bu cihan ni'meti hoştur, her kim ki serab'dan su umar, zahmeti boştur.
Genç Dergisi.
Tarih gastesi.
Huzursuzluk tek kelimeyle inançsızlıkta.
Münir Özkul.
Her kişinin dostu aklı, düşmanıda cehaletidir.
Edeb'üd-Dünya Ve'd-din.
sy .2.
İmam Maverdi.
....Ben ancak doğruluğu nefse muhalefet etmekte bulurum....
Edeb'üd Dünya Ve'd-din.
sy.18.
Şereflerin en büyüğü, nefsin mülkiyet ve emrine girmemektir.
İmam Maverdi.
Edeb'üd-Dünya Ve'd-din.sy.27.
Hz Ali b. Talib (R.A.) diyor ki :
Tefekkür eden gerçeği görür.
Edeb'üd-Dünya Ve'd-din.
sy.30.
Unutmayın!
Usul,esastan öncedir...
Çoğu kez,usul bilmeyişimiz nedeniyle esası ihtiyacı olan gönüllere aktaramamışızdır...
Önce usul sonra esas...
Çünkü esas ilimdir,usul ise marifet!
Bilin ki...
Marifet ilimden üstündür...
Selam
Seyit Mehmet Şen.
sy.66.
Ülfet aklın yarısıdır.
Güzel soru ilmin yarısıdır.
Tedbir geçimin yarısıdır.
Yumuşağı öfke anında, yiğidi savaşta, kardeşi ihtiyaç halinde tanırsın.
Dedi ki.sy.102,103.
Marifet Hakk'tan. razı olmaktır.
Menfaat Ahlaktadır.
Dedi ki sy.104,105.
Ahlak da taksimledir.
Günah duayı hapseder.
Gönlü ne yıkar diye sordular, dedi ki dert ve hüzün.
Hüznü olan huzur,olmayan gaflet kokar.
Dedi ki sy.106,107.
PEKİ GİZLENEN VASİYETTE
NELER VAR!
Meriç Bey’in elinde Atatürk’e ait olan Osmanlıca(eski yazı) yazıların gizli vasiyetler olduğunu öğrendim. Bu vasiyetler kendisi masonik şeytanlar tarafından zehirlenme trafiğini fark ettiğinde bizzat kendisi tarafından zaman zaman kaleme alınmış daha sonra kenarlarından KIRMIZI BİR BAL MUMUYLA MÜHÜRLETTİRİLİP KAPATILARAK, 10.Kasım.1988 tarihinde açılmak üzere Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’ndeki özel kasalara hapsetmiş.
Fazîlet, en iyi maldır. Cömertlik, en güzel mücevherdir. Akıl, en güzel zînettir. İlim, en şerefli meziyettir.
Eğer birgün dünyaya ait derdin olursa, Rabbine dönüp Rabbim çok büyük derdim var deme. Derdine dönüp çok büyük Rabbim var de.
Öldükten sonra yaşamak isterseniz kalıcı bir eser bırakın.
Ben Allah’ın kullarına açtığı kapıyım, her kim ondan girerse âmânda (kurtuluşta) olacaktır. Cennet ve cehennemin anahtarları bendedir.
Giremediğin gönül senin değildir. Gönül yalnız gönül vermekle alınır, gönül istiyorsan önce gönlünü vereceksin.
Dost, dostu yokken dostluğuna sadakat gösterendir.
Bütün dünyayı verseler ve buna karşılık, bir karıncanın ağzındaki taneyi almamı isteseler; bu zulmü yapamam.
Dert ve sıkıntının şiddetine sabır göster, bunuda sonu gelecektir. Bil ki Sabır; bir asalet göstergesidir!
Eğer ararsak kendimize kolayca düşman bulabiliriz, ama ne kadar ararsak dost bulmak kolay değil.
Sevgiliye verilen en büyük hediye ” SADAKATTİR”
Müminin Sevinci Yüzünde, Üzüntüsü Kalbindedir.
Bir Insana Başkaları Önünde Verilen Öğüt, Öğüt Değil, HAKARETTİR.
Senden Soruluncaya Kadar Susmak, Susturuluncaya Kadar Söylemekten Hayırlıdır.
Akıl Gibi Zenginlik, Bilgisizlik Gibi Yoksulluk, Edep Gibi Miras, Danışmak Gibi Arka Olamaz.
Dünün Geçti, Yarınında Belli Değil, Öyleyse Bugünü Iyi Geçirmeye Bak.
Hiçbir Zaman Cahil Bir Insanla Tartışmayı Kazanmadım.
Çocuklarınızı Bugüne Göre Değil, Geleceğe Göre Yetiştiriniz.
Söz Ilaç Gibidir; Azı Yaşatır, Çoğu Öldürür.
Akıl Gurbette Yakın Bulmaktır; Ahmaklık Vatanda Gurbete Düşmektir.
Evvela Kendi Nefsinize, Sonra Insanlara Nasihat Et.
Süse Ve Ziynete Heves Eden Erkekler, Erkektir ; Ama MERT Değillerdir.
İnsanların Gönülleri Ürkektir; Kim Onları Elde Ederse Ona Alışırlar.
Sabrın Imandaki Yeri, Başın Vücuttaki Yeri Gibidir. Sabrı Olmayanın Imanı Olmaz.
Renkten Renge Giriş, Inançtan Inanca Geçiş, Ahmağın Alâmetlerindendir.
Bir Dağ Bile Beni Sevse Musibetlere Uğrar.
Ne Oldu Ise Benimle Oldu Ve Ne Olacaksa Benimle Olacaktır.
Kanaat Et (Kısmetine Razı Ol), Aziz Olursun.
Hoş Geçinmek Aklın Yarısıdır
İki Şeyin Elden Gitmeden Değerini Takdir Etmek Zordur: Biri Sağlık, Öteki De Gençlik.
Kötülükte Bulunanları Iyilik Edene Mükâfat Vererek Payla, Yola Getir.
Kuduz Köpeği Bile Katletme.
Her Kaba Bir Şey Koyunca Daralır; Ancak Bilgi Kabı Müstesnâ. Ona Bilgi Kondukça Genişler.
Dua Mü’minin Silahıdır Ve Dininin Direğidir, Göklerin Ve Yerin Nurudur.
En Hayırlı Dost, Seni Hayra Sevk Edendir.
Siz Insanlar Kendinizi Önemsiz Sanarsınız. Halbuki Içinizde Koca Bir Evren Saklıdır.
Susmak Hukmettir; Susmak Selamettir; Sır Saklamak, Saadetin Bir Köşesidir.
Tedbir Gibi Akıl Yoktur.
Ümitsizliğin Acılığı, Halka Yalvarmaktan Yeğdir.
Yüksekliği Istedim, Onu Alçak Gönüllülükte Buldum.
Üç Şeye Riayet Eden Mesut Olur: Nimet Ulaştığında Şükretmek, Rızık Kesildiğinde Mağfiret Dilemek, Sıkıntıya Düştüğünde Çok La Havle Vela Kuvvete Illa Billah Demek.
Sabır Iki Çeşittir: Musibete Karşı Sabretmek; Bu Iyi Ve Güzel Bir Şeydir; Bundan Daha Güzeli Ise, Allah’ın Haram Kıldığı Şeye Karşı Sabretmektir.
Hiçbir Insan, Ister Şaka Olsun, Ister Ciddi, Yalan Konuşmayı Terketmedikçe Imanın Tadını Anlamaz.
İyilik Yapmak, Hayır Ameli Gizlemek, Belalara Karşı Sabırlı Olmak Ve Musibetleri Dile Getirmemek, Cennet Hazinelerindendir.
Mü’min Kişi Gününü Üç Zamana Ayırır: Bir Bölümünde Rabbiyle Münacat Eder. O’na Ibadet Eder; Bir Bölümünde Kendi Nefsini Muhasebe Eder; Bir Bölümünde De Helal Ve Güzel Lezzetlerle Meşgul Olur.
İlim Maldan Hayırlıdır; Ilim Seni Korur, Sense Malı Korursun. Mal, Vermekle Azalır, Ilim Öğretmekle Çoğalır
Ey Âdemoğlu, Kendi Nefsinin Vasîsi Ol Da Malında, Senden Sonra Ne Yapmalarını Istiyorsan Sen Yap.
Dostların Kalplerini Insana Isındıran, Düşmanların Kalplerinden Kini Gideren En Güzel Şey, Onlarla Karşılaşınca Güler Yüzlü Olmak, Gıyabında Hallerini Sormak, Huzurlarında Ise Iyi Ve Yumuşak Davranmaktır.
Babanın, Misafirin Ve Mazlumun Duaları Geri Çevrilmez.
Büyük Günahların Kefâreti, Zulme Düşenlere Yardım Etmek, Acze Düşenleri Ferahlandırmaktır.
Biziz Peygamber’in Elbisesi, Onun Dostları, Ona Hizmette Bulunanlar, Ona Varılacak Kapılar. Evlere Ancak O Kapılardan Girilir; Kapılardan Başka Yerden Girenler Hırsızdır; Cezâya Çarpılır.
İnananın Yüzünde Güleçlik Vardır, Kalbindeyse Hüzün. Gönlü Her Şeyden Geniştir, Nefsi Her Şeyden Alçak. Yücelikten Nefret Eder, Şöhrete Düşmandır, Gamı Gussası Uzundur, Düşünmesi Derin. Susması Fazladır; Vakti Yoktur. Çok Şükreder, Çok Sabreder. Düşünceye Dalmıştır, Ihtiyâcı Olanları Görünce Kendi Ihtiyâcını Hatırlamaz Bile. Huyu Güzeldir, Geçinmesi Hoş Ve Yumuşak. Şeref Ve Din Bakımından Serttir, Huy Bakımından Kuldan Alçak.
İnsanlar, Bilmedikleri Şeylere Düşmandırlar.
Ne Kadar Yoksul Ve Aç Olursa Olsun, Kanaat Sahibi Zengindir.
e Kadar Yoksul Ve Aç Olursa Olsun, Kanaat Sahibi Zengindir.
Dil Bir Ölçüdür; Cehalet Onu Hafiflettiği Gibi Akıl Da Onu Ağırlaştırır.
Başkalarının Acılarından, Geçmiş Felaketlerinden Ders Alanlar, Gerçekte Mutlu Kişilerdir.
Sözün Dikildiği Yer, Gönüldür; Ismarlandığı Yer Düşüncedir, Onu Kuvvetlendiren Akıldır, Meydana Çıkaran Dildir; Bedeni Harflerdir, Canıysa Anlamı; Süsü, Düzenli Söylenmesidir; Düzgünlüğüyse Doğru Oluşu.
Bilmeyenin Konuşması Kadar, Bilenin Susması’da Çirkindir.
Bana Bir Harf Öğretenin, Kırk Yıl Kölesi Olurum.
Akıllının Dili Gönlünün Ötesindedir, Ahmağın Gönlüyse Dilinin Ötesinde.
Güzel Ahlak, En Iyi Arkadaştır; Mü’minin Amel Defterinin Nişanesi Güzel Ahlakıdır.
Akıllı Adamın Yüreği Sırlarının Kasasıdır.
Çalışanlar Kötülük Düşünmeye Zaman Bulamaz, Tembeller Ise Kötülükten Kurtulamaz.
Cömertlik, Istemeden Vermektir. İstendikten Sonra Vermemekse Utançtandır Ve Kötüdür.
Hasetçinin Huzuru, Çabuk Darılanın Dostluğu, Yalancının Ise Yiğitliği Olmaz.
Hasetçinin Huzuru, Çabuk Darılanın Dostluğu, Yalancının Ise Yiğitliği Olmaz.
Herşeyi Boğazına Atan Zengin, Fakir Hükmündedir.
Makamın, Benim Nazarımda Keçi Sümüğü Kadar Değeri Yoktur
Biri Sana Sırtını Çevirirse Üzülme, Böylece Dostunla Düşmanını Ayırt Etmiş Olursun.
İnsanların Solukları Ecellerine Doğru Attıkları Adımlarıdır.
Halk Ile Dostluk Ve Samimiyeti, Allah’ın Itaati Üzere Olan Kimseye Ne Mutlu.
İki Kişi Yoktur Ki Halkı Kendisine Uymaya Çağırsın Da, Biri Sapıklıkta Olmasın.
Dünyada Hiçbir Şeye Minnet Etme, Özgürlüğünü Ancak Bu Şekilde Koruyabilirsin.
Bilgisiz Kişiyi, Bir Işte, Bir Fikirde Ya Pek Ileri Gitmiş Görürsün, Ya Pek Geri Kalmış.
Perde Kaldırılırsa Bile Yakinim Artmaz Benim.
Dostları Yitirmek, Gurbete Düşmektir.
Emir Sahibi Olmak, Insanların Özlerinin Sınanmasıdır.
Seni Inciten Kimse Özür Dilerse, Affet. Kin Tutma.
Söyleyene Bakma, Söylenene Bak.
Takva, Imanın Temelidir.
Utancın Üstünü, Insanın Kendinden Utanmasıdır.
Yoksulluk Bir Insan Olsaydı, Onu Katlederdim.
Zenginlik Gurbette Yurttur; Yoksulluk Yurtta Gurbet.
Ey Âdemoğlu, Ihtiyacından Fazla Kazandığın Şeyi Başkası Için Biriktirmedesin.
Rabbin Rızasını Kazanmak Isteyen, Zulmeden Buyruk Sâhibine Karşı Adalet Sözünü Söylemelidir.
İnsanoğlu, Her Şeyden Daha Çok Terazinin (Kefelerine) Benzer; Ya Cehaletiyle Hafif Veya Ilmiyle Ağır Olur.
Korku Ümitsizliğe Eş Olmuştur; Utanç Mahrûmiyete. Fırsat Bulut Gibi Geçip Gider; Hayırlı Fırsatları Elde Etmeye Çalışın.
Hiçbir Işte Gereğinden Çok Acele Etme. Dikkatli Olanlar Kendilerini Zor Duruma Girmekten Korurlar.
Her Musibetin Bir Zamanı Vardır, O Zaman Mutlak Yaşanmalıdır; O Musibet Birinizin Başına Geldiğinde, Zamanı Gelip Geçene Kadar Teslim Olup Sabretsin. Zira Musibetin Yöneldiği Zaman Onu Gidermek Için Çare Aramak, Onun Zorluğunu Çoğaltır.
Düşünce Sâf Bir Aynadır. İbret Almak Korkutan Bir Öğütçü, Başkasında Görüp De Hoşlanmadığın Şeyden Çekinmense Edep Olarak Yeter Sana.
Allah Bir Kulu Alçalttı Mı, Ona Bilgi Başarısını Men’eder.
Ben Öyle Bir Insan Istiyorum Ki; Iktidarda Iken Halktan Biri Sanılsın, Halktan Biri Iken Iktidar Sahibi.
Bilgin Kişinin Bilgisinden Dolayı Şükrü, Bilgisiyle Amel Etmesi Ve O Bilgiyi, Müstahak Olana Belletmesidir.
Bildiğim, Tanıdığım Andan Beri Hakkı Inkâr Etmedim. Bana Gösterildiği Andan Beri Hakta Şüpheye. Düşmedim, Yalan Söylemedim. Kimse De Benim Yalan Söylediğimi Söylemedi. Ben Ne Yolumu Sapıttım, Ne De Benim Yüzümden Biri Yolunu Sapıttı.
Zikir De Allah’ı Hatırlamak Iki Çeşittir: Musibet Vakti Zikretmek, Bu Iyi Ve Güzeldir; Bundan Daha Güzeli Ise Insanı Allah’ın Haram Kıldığı Şeylere Yönelmekten Alıkoyan Zikirdir.
İnsan, Dilinin Altında Gizlidir.
İnsanın Değeri, Becerdiği Şeylerle Ölçülür.
Kalp Kör Olduktan Sonra, Gözlerin Görmesinde Hiçbir Fayda Yoktur.
Asıl Yetimler Anadan Babadan Değil Ilim Ve Ahlaktan Yoksun Olanlardır.
Ya Söyleyen, Öğreten Bilgin Ol, Ya Dinleyen Belleyen Öğrenci, Üçüncüsü Olma.
Bilgi Kadar Zenginlik Yoktur. Cehalet Kadar Yoksulluk Yoktur.
İnsanlarla Öyle Geçinin Ki Öldünüz Mü Ağlasınlar Size; Sağ Kaldınız Mı Sevgiyle Çağrışsınlar Sizin Için.
Dostlukta Ileri Gitme, Olur Ki O Dost Bir Gün Düşman Kesilir; Düşmanlıkta Da Haddi Aşma, Olur Ki O Düşman Bir Gün Dost Olur.
Bir Kişiyi Lâyığından Fazla Övmek Riyâdır, Dalkavukluktur; Lâyığından Az Övmekse Ya Dilsizlikten Ileri Gelir, Ya Hasetten.
Haksızlık Önünde Eğilmeyiniz. Çünkü Hakkınızla Beraber Şerefinizi De Kaybedersiniz.
Dünyada Halkın Efendileri Cömertler, Ahirette Ise Çekinenlerdir.
Hiçbir Acı Cehaletten Daha Fazla Zahmet Verici Değildir
Çok Sert Olma, Kırılırsın. Çok Yumuşak Olma, Ezilirsin.
Şahsınıza Yapılan Kötülüğü Affedin, Milletinize Yapılanı Affetmeyin.
Dilim Kestikçe Kılıcım Kınından Çıkmaz.
Âlim Ölü Olsa Bile Diridir, Câhil Diri Olsa Bile Ölü.
Yorum Gönder