15 Eylül 2007 Cumartesi

Nefislerin beyazlaşması..!!!

Dünya yeşillenirken nefisler beyazlaşması lazımdır.

6.150 yorum:

«En Eski   ‹Eski   4801 – 5000 / 6150   Yeni›   En yeni»
yuksel dedi ki...

20. MADDE:

اَلضَّرَرُ يُزَالُ
Zarar izale edilir.

Zarar zulümdür, aldatmadır, vacib olan giderilmesidir. Zalimi, zulmü üzere yerleştirmek haramdır ve men edilmiştir.

Tayin, görmek ve aldanma muhayyerliğine cevaz veril-mesi, şart muhayyerliği ile mebinin geri verilmesi, hacr, şuf’a, telef edilen malın ödettirilmesi, ortak malların taksim edilme-sine zorlama gibi hususlar da zararı izale etme kaidesine dayanır.

Ayıp muhayyerliği, malı ayıpsız olduğunu zannederek alan müşterinin zararını izale etmek için meşru’ edilmiştir.

Şuf’a hakkı, kötü komşunun zararını men etmek için meş ru’ edilmiştir. Aynı şekilde komşunun arsasındaki ağaç büyümekle dalları yan komşuya zarar verirse, zararı gidermek için ağacın dallarının kesilmesi gerekir.



21. MADDE:

اَلضَّرُورَاتُ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ
Zaruretler, yasak olan şeyleri muhab kılar.

Yapılması dinen yasak olan bazı şeyler var ki, bunları işle mek, zaruret anında mubah olur.

Zaruret: yasak olan şeyin yapılması, kendisi sebebiyle caiz olan şeydir.

Mubah: Şari’ katında terki ve yapılması caiz olan şeydir. Burada mubah ile kasdedilen, kendisinde sorumluluk olmayan şeydir. Zaruret sebebiyle yasak olan şeyin yapılmasına izin vermek, usul ilminde ruhsat diye isimlendirilir. Özre binaen yapılmasına izin verilmişti. Haramlılık hükmü durmakla birlikte işin yapılması mubah olur.

Misal: Birisinin zorlamasıyla bir kimse başkasının malını telef etse, o malı telef etmekteki haramlılık kalkmış olmaz, bununla beraber zorla telef eden kişi sorumlu tutulmaz. (Zorlamayı yapan kişi zararı öder.)

Zira buradaki ruhsat imamların icmasıyla sabittir.

Misal: Birinin, açlıktan telef olma anında, başkasının malı nı izinsiz alıp yemesi caizdir, ancak teleften kutulduktan sonra malın değerini öder veya mal sahibini razı eder. Veya üzerine saldıran bir hayvanı, kendini kurtarmak için öldürmesi caizdir.

Her çeşit zaruret yasak olan şeyin yapılmasını mubah et-mez, belki yasak olan şey zaruri olandan düşük seviyede olma lıdır. Mesela: Bir kişi, başkasını öldürmekle tehdit edip “falan-cıyı öldür veya uzvunu kes” gibi bir şeye zorlasa, zorlanan kişinin bunu yapması mubah olmaz, zira yasak olan şey burda zorlanan gibidir, hatta daha ağırdır. Yani tehditle zorlananın ölmesi daha hafif zarardır. Eğer burda zorlanan kişi, diğerini öldürürse, kendisi katil hükmünde olur.

Bazı şeyler de varki zaruret halinde yasaklığı kalkar. Aç-lıktan telef olma anında ölü etini yemek, hınzır etini yemek, şarap içmek gibi.

yuksel dedi ki...

22. MADDE:

ماَ اُبِيحَ لِلضَّرُورَةِ يُتَقَدَّرُ بِقَدَرِهَا
Zarureten mubah olan şey, zaruret miktarınca takdir edilir.

Zaruret için mubah olan şey, zarureti izale edecek mik-tarla kifayet edilir, zaruretin definden fazlasına cevaz veril-mez.

Misal: Açlıktan helak olma tehlikesinde olan kişi için, başkasının malından açlığını def edecek miktarı alması caiz olur, fazlasını alamaz.

Satın alınan şeyin tayininde iki veya üç şeye müsaade edi-lir fazlasına değil. Zira buradaki zaruret üç şeyle def edilir. [1]

Aynı şekilde bir kimsenin binasına açtığı pencere, komşu sunun hanımını (mahrem bölgeyi) görecek bir halde ise buna cevaz verilmez.

Zaruret ile ihtiyaç arasında fark vardır, zarurette şer’an yasak olan şeyi kullanmaya mecbur kalınır ve bu yüzden mubah olur. İhtiyaç böyle değildir, daha hafif meşakkatli olur, yolcu olan kimsenin, yolculuğun sıkıntılarına katlanabilmesi için, orucunu tutmamasına ruhsat verilmesi gibi.



23. MADDE:

مَا جَازَ لِعُذْرٍ بَطَلَ بِزَوَالِهِ
Bir özürle caiz olan şey, onun zevali ile batıl olur.

Su olmayınca teyemmüm gerekirdi, suyu bulunca teyem müm batıl olur. Zaruretin yok olmasıyla verilen cevaz sona erer.

Misal: Asıl şahitlerin hasta olması veya çok uzakta olmaları sebebiyle fer’ olan şahitlerin şahitliği caizdir. Asıl şahitler hastalıktan kurtulsa veya uzaktan dönüp gelseler, fer’ olan şahitlerin şahitliği artık caiz olmaz.

Bir yeri kiralayan kişi, kiralanan şeyde yeni bir ayıp bulursa kira aktini fesh edebilir; ancak kiraya veren mal sahi-bi, fesh edilmeden evvel ayıbı izale ederse, kiracının fesh etmesine imkan kalmaz. Aynı şekilde kişi kiraladığı mahalde, mal sahibinin bazı eşyaları olsa ve orayı işgal etse, kiracı fesh etme hakkına sahibtir veya dilerse öylece devam edebilir; ancak mal sahibi fesihten evvel eşyasını alıp mahalli boşaltırsa kiracının fesh etmeye hakkı kalmaz, zira özür kalkmıştır.

Çocuk, deli ve bunak kimselerin alış-veriş gibi bazı tasar-rufları men edilmiştir; ancak bu kusurlu halden kurtulurlarsa, tasarrufları serbest olur.

yuksel dedi ki...

24. MADDE:

اِذَا زَالَ الْمَانِعُ عَادَ الْمَمْنُوعُ
Mani kalkınca, yasaklık geri gelir.

Bir şey caiz ve meşru’ iken üzerine arız olan bir sebeble yasak olsa, sonradan bu yasaklayıcı engel ortadan kalksa, o işin cevazı ve meşru’luğu geri gelir.

Misal: Birisi bir şey satın alsa ve onda yeni bir ayıp ortaya çıksa, müşteri o şeyde bulunan eski bir ayba muttali olsa, bu durumda müşterinin malı geri verme hakkı olmaz, belki satıcıdan ücreti noksanlaştıran miktarı taleb etme hakkı vardır. Eğer yeni olan ayıb yok olsa, müşteri satıcıdan aldığı noksanlık farkını iade ile, malı -eski ayıb sebebiyle- geri ver-me hakkına sahib olur. Zira geri vermeye mani olan yeni ayıp yok oldu.

Kör ve çocuk, bir hükümde şahitlik yapsalar ve şahit-likleri bu sebebler yüzünden red edilse, çocuk buluğa erdikten sonra ve kör görür olduktan sonra şahitlik etseler şehadetleri kabul edilir, zira mani yok olmuştur.

Birisi, görme muhayyerliği ile bir at satın alsa, at yanında doğursa, müşteri atta bulduğu bir ayıp sebebiyle atı geri veremez, zira doğurmakla mebide fazlalık hasıl oldu; amma yavrusu ölse, mani yok olduğundan müşteri ayıp sebebiyle atı geri verebilir.

Müşteri kiraladığı araziye ağaç dikse veya bina yapsa, satıcının satış muamelesini fesh etme hakkı yoktur. Ancak ağaçlar ve bina bir âfetle sökülse veya müşteri kendisi sökse, bu durumda satıcı -satışta bir fesad olduğunu iddia ederek- fesh etme hakkına sahib olur.

Zorlama ile yapılan satışlar geçerli değildir, zira burada zorlanan kimsenin malı korunmaktadır. Ancak zorlama kalktık tan sonra zorlanan kişi kendi isteği ile satışa izin verirse geçer li olur.

Tenakuz durumunda dava dinlenmez. Ancak hasım dava cıyı tasdik ederse veya hakimin tekzibi ile tenakuz kalksa, ikin ci dava dinlenir.



25. MADDE:

اَلضَّرَرُ لاَ يُزَالُ بِمِثْلِهِ
Zarar misli ile izale edilmez.

Misli veya daha fazlasıyla izale edilemez, bu durumda zarar başkasına zarar vermemek şartıyla giderilmeye çalışılır, bu da mümkün olmaz-sa daha az bir zararla def edilir.

Misal: Bir çarşıda dükkan açan birisi müşterileri celb etmekle (işlerinin iyi olmasıyla) diğer esnafın müşterisi azalsa, diğer esnaf bu yeni tüccarın işini engelleyemezler, zira ona verilecek zarar, kendilerinin zararı gibidir.

Malların ortak olması bir zarardır, bu yüzden hakim zorla taksim edilmesine hükmeder. Ancak ortak olan mallar han, değirmen gibi, taksimi diğer ortaklara zarar veren bir şey ise, hakim taksime zorlayamaz. Zira burdaki zarar diğeri gibidir.

Helak olmak üzere olan kişi, başkasından helakini def edecek miktar şeyi zorla alabilir. Ancak diğeri de kendisi gibi helak olmak üzere ise, onun elinden ihtiyacı olan şeyi alamaz.

yuksel dedi ki...

26. MADDE:

يُتَحَمَّلُ اَلضَّرَرُ الْخَاصُّ لِدَفْعِ ضَرَرٍ عَامٍّ

Umuma zarar veren şeyi def için, hususi zarar ter-cih edilir.

Bilgisiz doktor, fasık müfti[2], iflas etmiş tüccar ve sanaat-kar gibilerinde umuma zarar vardır. Bunlar kendi hallerine meslekleri üzere bırakılsalar, pek çok kimseye zarar verecek-lerinden mesleklerinden men edilirler.

Yangın önünde olan evlerin, yangını durdurmak için yıkıl-maları caizdir. Aynı şekilde yola doğru meyletmiş duvar veya bina, yoldan geçen lere zarar vermemesi için yıktırılır.

Tüccarın fahiş fiyat koymaları durumunda yetkililerin yiyecek maddelerinin ücretini sınırlandırması (narh koyması) caizdir, aksi halde umuma zarar olur.

Dumanı veya kokusu ile diğer esnafa zarar veren işlet-melerin açılmasına mani olunur.



27. MADDE:

اَلضَّرَرُ اْلاَشَدُّ يُزَالُ بِالضَّرَرِ اْلاَخَفِّ
Şiddetli zarar, daha hafifi ile izale edilir.

Zararın, daha hafifi ile defi caizdir. Kendi gibisi veya daha fazlasıyla defi caiz olmaz.

Misal: Satınaldığı arsaya müşteri bina yapsa, daha sonra şuf’a hakkıyla müşteri arsayı geri vermeye mecbur olsa bakılır; binayı sökmesi müşteriye zarar vermekte; arsayı bina ile birlikte almak, şuf’a hakkı olan için fazla ücret ödemeyi gerektirmektedir. Bu iki zarardan hafifi, binayı sökmeden, arsayı şuf’a hakkı olan kişinin ücretle almasıdır, zira verdiği ücret fazla olsa da, karşılığında bina vardır. Bina sökülürse, müşterinin zararı daha fazla olacaktır.

Mesela: Beşyüz liralık at başını, ikiyüz liralık bir küpün içine soksa, küp kırılmaksızın başını çıkartmak mümkün olma-sa, küpün ücreti sahibine verilerek kırılır ve atın başı zararsız olarak kurtarılır.

Tavuk birinin küpesini yutsa, küpe sahibi tavuğun kıyme tini verir ve onu keserek küpeyi çıkartır. Zira küpenin kıymeti tavuktan daha fazladır. Eğer tavuğun kıymeti fazla olsa, bu durumda tavuğun sahibi küpenin kıymetini verir, tavuğu kestirmez.

yuksel dedi ki...

28. MADDE:

اِذَا تَعَارَضَ مَفْسَدَتَانِ رُوعِىَ اَعْظَمُهُمَا ضَّرَرًا بِارْتِكَابِ اَخَفِّهِمَا
İki fesat tearuz edince (çakışınca), hafif olanı işlenmekle zarar bakımından büyüğüne riayet edilir.

Zaruretler, yasak olan şeyleri mubah etmektedir. Bir takım zararlı şeyler bulunsa, gerekli olan zararlı bir şey olsa, burada hafif ve düşük zararlı olan ihtiyar edilir. Fakat zarar-ların hepsi eşit ise, tayin olmaksızın biri işlenilir.

Misal: Bir kimse gemiye binse, gemide yangın çıksa, kişi orada kalıp yanmak veya denize atlayıp boğulmak arasında muhayyerdir, yani her iki halde intihar etmiş ve günah kazan-mış değildir.

Eğer gemide su alma tehlikesi olsa, eşyanın bazısı deni-ze atılmakla gemi kurtulacaksa, bazı eşyalar denize atılır.



29. MADDE:

يُخْتَارُ اَهْوَنُ الشَّرَّيْنِ
İki şerrin en hafifi tercih edilir.

İki şerden birini işlemeye mecbur kalan kişi ehven olanını tercih eder, zira onunla zaruret def olunur.

Bu kaide evvelki (28.) kaide ile aynı hususları ihtiva eder.



30. MADDE:

دَرْءُ الْمَفَاسِدِ اَوْلَى مِنْ جَلْبِ الْمَنَافِعِ
Fesadı def etmek, menfaati celb etmekten daha evladır.

Fesad ile maslahat çakışsa, fesadı def etmek tercih edilir. Bir işe başlamakla bir takım menfaatler hasıl eden kişi, başka bir taraftan diğer kimselere gelecek zararlara sebeb olursa, yapacağı işine mani olunur. Zira şeriatın yasaklara gösterdiği itina, emirlere gösterdiğinden daha fazladır.

Misal: Kişinin kendi mülkünde olan bir tasarrufu, komşu-lara zarar verirse bundan men edilir. Ancak menfaat daha fazla ise tercih edilir, az bir zarara bakılmaz.

Misali: Yalan konuşmak fesad/kötü bir iştir, ancak bunun la iki kişinin arasını ıslah murad edilirse, ihtiyaç miktarınca olması caiz olur. Aynı şekilde zorba biri, birinin yanında olan emanet bir eşyayı gasb etmek istese, emanet yanında olan kişi yanında emanet olmadığını söylemekle (yalan söylemek-le), emaneti muhafaza edebilir.

yuksel dedi ki...

31. MADDE:

اَلضَّرَرُ يُدْفَعُ بِقَدَرِ اْلاِمْكَانِ
Zarar imkan miktarıyla def edilir.

Yanına hırsız girse, onu sopa ile def etmek mümkün ise, silahla def etmesi caiz olmaz.

Birisi başkasının malını gasb etse ve onu helak etse, helak olan o malın aynının geri verilmesi imkansız olunca, mis liyyattan ise gasb eden onun gibisini öder, kıyemiyyattan ise değerini öder.

Müşterinin yanında mebide yeni bir ayıp meydana çıksa, daha evvel olmuş bir ayıba da müşteri muttali olsa, yeni ayıp sebebiyle müşteri satıcıya veremez, zararı mümkün mertebe giderilir, yani müşteri ayıbın noksanlaştırdığı miktarı satıcıdan taleb eder.

Binayı kiralayan kiracı binaya zarar verise, hakimin emri ile icare akti fesh edilir.



32. MADDE:

اَلْحَاجَةُ تُنَزَّلُ مَنْزِلَةَ الضَّرُورَةِ عَامَّةً اَوْ خَاصَّةً
Hacet, umumi olsun veya hususi olsun, zaruret derecesine indirilir.

Bey’ bil vefa bu kabildendir. Buhara ehlinin borçları çoğa lınca, bu satış nevisine ihtiyaç duyuldu. Bundan anlaşıldı ki bey’ bil vefa yasak idi, zarurete binaen cevaz verildi. Zira borç verenin verdiğinden fazlasını alması faizdir ve şer’an yasaktır. Bey’i vefa da, bu kabilden olduğundan asla caiz değildir, lakin şu kaide gereğince fakihler Buhara ehli için buna fetva vermiş lerdir.

Bey’ bil vefa: Bir malı, ücretini geri verdiğinde malı geri almak üzere başkasına satmaktır. Satan, ücreti geri verince, müşteri de malı satana geri verir. Burda müşteri mebi’ ile menfaatlenir. Ama her iki tarafta feshe kadir olduğundan fasit bir alış-veriştir. Müşteri aldığı malı başkasına satamadığı için de bu, rehin hükmündedir.

Selem satışı, ıstısna’ satışı (sanatkarların sıpariş yapma-sı) da bu (32.) kaideye göre caizdir. Selem satışı, yok olan bir şeyin satışıdır ki bu kıyasen batıldır; ancak selem ve ıstısna’ satışlarına umumi ihtiyaç ve zaruretten dolayı cevaz verilmiş-tir. Zira çiftçilerin ekserisi, senenin ekser günlerinde, daha mahsulleri hasat edilmeden evvel nakit paraya ihtiyaç duyar-lar. Bu ihtiyaçlarını def etmek için selem satışına cevaz veril-miştir.

Aynı şekilde hamamlarda ücret karşılığında yıkanmaya da cevaz verilmiştir, zira orda kullanılan menfaat meçhuldür ve belli değildir, bu da kıyasen caiz olmamasını gerektirir; zira yıkanan kişinin hamamda kalacağı müddeti ve kullanacağı suyun miktarını tayin mümkün değildir. Ancak umumi zaruret-ten dolayı buna da cevaz verilmiştir.

Aynı şekilde mebi’de tayin muhayyerliğine cevaz veril-miştir, zira satınalınan şey, üç şey arasında meçhuldür. Ancak bu muhayyerliğin cevazı, bazı kimselerin alacağı şeyde, bilen-lerle meşvereye ihtiyaç duyma sına dayanmakla, bu (tayin) muhayyerlikle olan satışa cevaz verilmiştir.

yuksel dedi ki...

33. MADDE:

َاْلاِضْطِرَارُ لاَ يُبْطِلُ حَقَّ الْغَيْرِ
Iztırar (darda kalmak), başkasının hakkını iptal etmez.

Iztırar: yasak olan işi işlemeye mecbur olmaktır.

İki kısımdır.

1- Dahili sebebten ortaya çıkan ıztırar, buna semavi olan denir, mesela açlık gibi.

2- Harici sebebten ortaya çıkan ıztırar, buna semavi olmayan ıztırar denilir. Bu da iki nevidir; mecbur bırakan zorlama ve mecbur bırakmayan zorlama.

Bu kaideden anlaşılan şu ki; bir kimse başkasının malını zorda kaldığı için alsa ve harcasa, sonra onu ödemesi gereklidir.

Mesela: Birisi şiddetli aç kalsa, ölüme yakınlaşsa, sıkın-tısını giderecek kadar başkasının bir yiyeceğini izni olmadan alması caizdir. Ancak aldığı malın değerini ödemesi gerekir. Yani ıztırar hali, başkasının malını izinsiz kullanmayı mubah etse de, lakin kıymetini ödemeyi düşürmez, bilakis mal sahibi-ne kıymetini ödemesi gerekir.

Mesela bir hayvan, kişinin üzerine saldırsa ve onu helak etmek üzere olsa, o kişinin hayvanı öldürmesi caizdir, lakin değerini sahibine ödeyecektir.

Burda “zaruretler, yasak olan şeyi mubah eder” kaide-sine göre kişinin telef ettiğini ödememesi lazımdır denilirse, cevaben deriz ki; mubah olması, başkasının haklarını iptal etmez.

Belli bir müddet/zaman için kayık kiralansa, yol esnasın-da -deniz ortasında- müddet bitse, sahile çıkmak için mec-bur olunsa da, aradaki ücret fazlalığını kiralayanın ödemesi gerekir.

yuksel dedi ki...

34. MADDE:

مَا حَرُمَ اَخْذُهُ حَرُمَ اِعْطَاؤُهُ
Alınması haram olan şeyin verilmesi de haramdır.

Rüşvet veren ve alan da haram işlemiş olur. Kahin ve falcıların para alması ve onlara para vermek haramdır. Aynı şekil de şarkıcılara verilen paralar da böylece haramdır.

Yenmesi, içilmesi, giyilmesi haram olan şeylerin başka-larına yedirilmesi, içirilmesi ve giydirilmesi de haramdır.

Ancak gasb eden kişinin elinden malı kurtarmak için verilen şey rüşvet olmaz. Bunun gibi zaruret tahakkuk ettiği yerlerde, zalimin zulmünü def etmek veya bir hakkı kurtar-mak için verilen şeyler de rüşvet olmaz.

İSTİSNASI:

Kişinin, şaire, hicvinden korunmak için para/rüşvet ver-mesi, sultan veya emirin yanında işinin görülmesi için para vermesi, vasinin diğer varisleri memnun etmek için yetimin malından onlara bir miktar para vermesi gibi; bu vecihlerin tamamında veren için cevaz varsa da, alan için helallık olmaz.



35. MADDE:

مَا حَرُمَ فِعْلُهُ حَرُمَ طَلَبُهُ
Yapılması yasak olan şeyin yapılmasını istemek te haramdır.

Zulüm, rüşvet, yalan yere şahitlik etmek haram olduğun dan, bu gibi şeylerin başkalarına yapılmasını talep etmek te haramdır.

Ancak yalan yere yemin eden kişiye, davacının yemin ettirilmesini istemesi caizdir, zira belki vazgeçmesi umulur. Aksi takdir de yemin ettirilmese, davaların yürüme şekli bozu-lur, yani -delil davacı içindir, yemin inkarcı içindir- kaidesi.

yuksel dedi ki...

36. MADDE:

اَلْعَادَةُ مُحَكِّمَةٌ
Adet, hükmedicidir.

Umumi olsun hususi olsun âdetler, şer’i hükümlerin isba-tında hükmedicilik vasfına haizdirler.

Adet, niza anında kendisine müracaat edilen bir delildir. Bu da şu hadisi şerife dayanmaktadır:

“Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah indinde de güzeldir.”

Âdet: Nefislerde yerleşen, selim karakter ehlinin katında makbul olup birkaç kere tekrarla sabit olan bir iştir. Örf te bu manadadır.

Örf ve âdetin hakem olması, karşısında bir nassın bulun-maması anındadır. Nass var ise, onunla amel edilir, örf ve adete bakılmaz. Zira örf ve adet bazan batıla dayanabilir, nasslar ise asla batıl olamaz. Nasların örf ve adetlere uygun olması durumunda, Ebu Yusuf’tan bir rivayetle örfe ve adete gidilir şeklindedir ki bu, orda nassın tevili manasındadır, yoksa nassın terk edilip örf ve adetin alınması değildir.

Misal: Misafirin önüne yemek koymak, örf ve adette ondan yemesine izindir. Ancak ev sahibi, ondan yemesinden açık bir söz ile men etmişse, o zaman örf ve adetin hılafına bir nass (söz) varid olmuştur ki, misafir olan kişi nassa (söze) bakar, örf ve adete göre amel edemez. Eğer yemeği yerse, nassa muhalif olduğu için kıymetini öder.

Örf ve âdet iki vecih üzeredirler; birinci vechi üç kısım-dır:

1- Örf-ü âmm (umumi örf.)

Belli bir tabakaya ait olmayan bilinen bir heyettir. Bunu vaz’ ve tayin edenler belli değildir. Usulcülere göre umumi örf: Ashabı kiram zamanından beri bize kadar gelen ve müctehid-lerin kabul edip kendisi ile amel ettiği şeydir, velevki kıyasa muhalif olsun.

Misali: Birisi yemin ederek derse “Vallahi ayağımı filan-cının evine koymayacağım”, o kişinin evine yürüyerek veya binekli ola rak girmekle de yemini bozulur. Eğer evin içine sadece ayağını soksa da kendisi girmese yemini bozulmaz. Zira umum örfte -ayak basmak- tabiri, eve girmek mana sındadır.

2- Örf-ü has (hususi örf.)

Bir taifenin kendi aralarındaki ıstılahıdır (tabirleridir.) Mesela nahiv alimlerinin – ref- lafzını kullanmaları; edebiyyat-çıların –nakd- kelimesini kullanmaları gibi.

Her ilim ve sanaatın kendine göre kullandığı hususi tabirler vardırki bunlar da örf-ü hassa dahil olur.

3- Örf-ü Şer’î (Şeriatın örf saydığı şeyler.)

Şer’i ıstılahlardan ibarettir. Salat, zekat, hac tabirleri gibi. Bunlar şer’i manada kullanılınca, artık orda lügat mana-sında kullanılmazlar.

Örf-i âmm ve örf-i has arasında fark vardır:

Umumi örfle umumi hüküm sabit olur, misali: “Filancının evine ayak basmayacağım” diye yemin etmekle, bu sözün lügatta manası –ayağımı içeriye sokmayacağım- şeklindedir. Örf-i âmm da ise –eve girmeyeceğim- manasındadır. Bu hüküm herkes için böyle sabit olur.

Örf-i has ta ise, hususi hüküm sabit olur. Misali: Bir beldede menkul (taşınır) olan şeylerin vakfı örf olsa, başka beldede ise örf olmasa, sadece örf olduğu beldede vakfedilme sine hükmedilir, diğer beldelerde değil.

İkinci vechi iki kısma taksim edilir:

1- Ameli örf, 2- kavli örf

Ameli örf: Bir belde ehlinin mesela, keçi eti veya buğday ekmeği yemek adeti olsa, o beldeden birisi, bir başkasını et ve ekmek almaya vekil tayin etse, o kişinin inek veya deve eti, darı veya arpa ekmeği alma hakkı yoktur, zira o beldede adet olan şeyler maksuttur.

Kavli örf: Bir cemaatin bir lafzı hususi bir manada kullan-malarıdır ki, o lafzın işitilmesinden zihinlere hemen o hususi mana gelir.

Misal: Bir kişi huzurunda olan birine “Benim için filan atı, şu kadar liraya satınal” dese, ücretin nevisini belirtmese, vekil olanın orda geçerli olan lira (para birimi) ile alması hakkı vardır. Başka bir para birimi ile (dolar-euro gibi) alma hakkı yoktur.

Satış muamelesine söylenmediği halde dahil olan şeyler, satışa dahil olur. Misali: Atın satışına yuları da dahildir. Evin satışına anahtarlar da dahildir. Araba satışına, kendine has takımları (aletleri) de dahildir.

yuksel dedi ki...

37. MADDE:

اِسْتِعْمَالُ النَّاسِ حُجَّةٌ تَجِبُ الْعَمَلُ بِهَا
İnsanların kullanımı delildir, onunla amel etmek vacib olur.

Bir şey üzerine el koymak ve onda tasarruf etmek, o şe-yin kendi mülkü olduğuna delildir. İnsanların kullanımı umumi ise, umum hakkında delil olur, bir beldeye has ise umum için delil olmaz, belki bazı alimlere göre o beldeye has –hususi örf- olur.

Umumi şer’i icmaya itibar etmek delildir, onunla amel edilir, zira böyle bir topluluğun yalan ve dalalet üzere birleş-mesi imkansızdır.

Yani insanların şeriata ve fukahanın delillerine zıt olma-yan hususlardaki kullanımı delil olur, bey bil vefa ve selem satışları gibi. Bunlara ihtiyaç olduğundan, cevaz olarak üzerin-de ittifak vakı’ olmuştur; halbuki aslında caiz olmamaları gerekirdi.

Mesela: Bir beldede menkul olan şeylerin vakfı örf olsa bu vakıf sahih olur. Şeriat kitapları, mushafı şerif ve diğer ilim kitaplarının vakfı gibi. Aslında menkul olan şeylerin vakfı caiz değildi.

Örf ve adetin delil olması, naslara ve akit yapanların şartlarına muhalif olmaması durumundadır.

Mesela; bir kişi, diğerini -öğlenden ikindiye kadar- belli ücret karşılığında çalışmak üzere kiralasa. Sonra bu beldede örf -sabahtan akşama kadar çalışmaktır- diyerek, onun gün boyu çalışmasını talep edemez. Bilakis konuşulan müddete itibar edilir.



38. MADDE:

اَلْمُمْتَنِعُ عَادَةً كَالْمُمْتَنِعِ حَقِيقَةً
Âdette imkansız olan şey, hakikatten imkansız gibidir.

Adeten imkansız olan şey, aklen imkansız gibi olduğun-dan hakkında dava dinlenmez.

Mesela: Bir kadının karnındaki çocuk kendisine filan malı sattığını iddia etse, veya ondan şu kadar borç para aldığını ikrar etse, iddiası aklen imkansız olduğundan dinlenmez.

Mesela, kendinden yaşca büyük olan Zeyd’in, kendi oğlu olduğunu iddia etmesi de aklen imkansız olduğundan dinlenmez.

yuksel dedi ki...

39. MADDE:

لاَ يُنْكَرُ تَغَيُّرُ اْلاَحْكَامِ بِتَغَيُّرِ اْلاَزْمَانِ
Zamanların değişmesiyle, hükümlerin de değiştiği inkar edilemez.

Zamanların değişmesiyle değişen hükümler örf ve adete dayalı olanlardır. Zira zaman değişmekle insanların ihtiyaçları da değişir. Örf ve adet değişmekle onlarla alakalı hükümler de değişir, fakat şer’i delile dayanan hükümler böyle değildir, onlar asla değişmez.

Mesela: Kasten adam öldürenin cezası kısastır. Bu şeri-atın hükmüdür ki, örf ve adete dayalı değildir, zaman değiş-mekle bu hüküm değişmez.

Zaman değişmekle değişen hükümler örf ve adete dayalı olanlardır; misal: Evvelki alimlere göre birisi bir bina satınal-sa, bazı kısımlarını görmekle yetinilirdi. Sonra gelen alimlere göre ise, her bir odasını mutlaka görmesi gerekir. Bu ihtilaf delile dayalı değildir, bilakis örf ve adetin değişmesine dayalı-dır, zira evvelki dönemde yapılan binaların her tarafı eşit şekilde ve aynı tarzda olurdu. Bir odasını görmekle diğer oda-larını görmeye ihtiyaç kalmazdı. Amma sonraki dönemde binaların yapımı ve odalarının farklılığı olunca, her bir odasının da görülmesi şart koşuldu. Bu meseleden dolayı şer’i bir hükümde değişiklik lazım gelmedi belki adet ve örfte lazım gelen bir hallerin değişikliği hasıl oldu.

İmamı A’zam’a (r.aleyh) göre şahitlerin tezkiyesi (adalet li olduklarını araştırmak) gerekmezdi, zira o vakitte insanların salahı yaygındı.

İmameyn zamanında ise, ihtilaflar ve fesadın yayılması sebebiyle, şahitlerin gizli ve aşikare tezkiyesini gerekli gör-düler.

İnsanların örf ve adetleri bazan da batıl üzere olabilir, buna asla cevaz verilemez. Mesela fasit şekilde olan alış verişler gibi ki bunlar şer’an caiz olmaz.



40. MADDE:

اَلْحَقِيقَةُ تُتْرَكُ بِدَلاَلَةِ الْعَادَةِ
Hakikat, âdetin delaletiyle terk olunur.

Bir kimse düğün yemeği satınalması için vekil tayin edilse, alışılmış olan (etli pilav-ayran gibi) yemeği alabilir, yoksa herbir yenilen şeyi almaya izinli değildir.

Evvelki klaidelerde lafzın hakiki manası ve mecazi mana-sı olduğunu beyan etmiştik. Beyan alimleri, üçüncü olarak laf-zın kinaye manası olduğunu beyan etmişlerdi.

Usul alimlerine göre kinaye manası, ya hakiki ya da mecazi manada bulunur. Hakiki mana, kişinin kendi malı olan elbisesini giymesi gibidir. Mecazi mana, ödünç aldığı elbiseyi giymesi gibidir.

Lafzın hakiki manada kullanılmasında delil ve karineye ihtiyaç yoktur. Amma mecazda kullanmak için, hakiki manası-na mani olan bir karinenin bulunması şarttır.

Lafzın hakiki manada kullanımını men eden delil ve kari-ne, birkaç nevidir. Lafzın hakiki masının terk edilmiş olması (mehcur) da bu nevidendir. Bu kaidede murad edilen bu kısımdır. Zira lafzın hakiki manası örfen ve adeten terk olun-muş olunca, kullanımı başka bir manada yaygın olunca, artık o manada kullanılır olur. Bu durumda örf ve adet, lafzın hakiki manasında kullanımına mani karine olur.

yuksel dedi ki...

Usul alimleri bu nevi için üç vecih beyan ettiler:

Evvelki vecih: Hakikat manasının kullanılmaması, mecaz manasının kullanılması. Veya adet veya şeriat cihetin-den kullanımı terk olunmuştur. Burda mecaz üzere kullanımı, üç sebebten birini bildirir:

1. Sebeb: Hakikat manasını kasd etmenin özürlenmesi. Özürlenmesi, o şeye ulaşmak ancak meşakkatle hasıl olur demektir.

Misali: Bir kişi yeminle “Şu ağaçtan yemeyeceğim” dese, bu sözün hakiki manası -ağacın odun olan gövdesinden- yeme mektir. Burda hakiki manayı kast etmek özürlendiği için, mecaza hamledilir ve ağacın –varsa- meyvesi kasdedilir. Eğer o kişi ağacın gövdesinden –odun kısmından- yese, yemini bozulmaz. Zira bu mana terk olunmuştur.

2. ve 3. sebebler: Lafzın hakiki manasının, adet veya şeriat bakımından terk edilmiş olmasıdır. Mesela kişinin hizmetçisine “Misafirlerin ayakkabılarını döndür” sözüdür. Bununla, ayakkabıları düzelt ve bir sıraya diz manası kasde-dilir, yoksa onların alt-üst çevir manası değildir. “Kandilleri yak” sözü ile kandillerin içindeki fitili tutuştur manasıdır, yoksa kandileri ateşe atıp yakmak değildir.

Adet bakımından terk edilene (mehcur) misal: “Filancının evine ayak basmayacağım” sözü, o kişinin evine girmemek manasındadır, yoksa ayağını içeriye sokmamak manasında değil.

Şer’an mehcur olanın misali: “Filancıyı husumete vekil tayin ettim” sözüdür. Hakikaten husumetin manası, sürtüş-mek, tartışmak, vuruşmak manalarıdır.

Allahu teâlâ buyurdu: “Çekişmeyin.” Bu durumda hakiki şer’i manası terk edilir, bu vekaletle, kendi adına cevab vermesi, kendi yerine davayı yürütmesi kasdedilir.

İkinci vecih: Hakikatın kullanılması, mecazın kullanılma ması veya hakikat ve mecazın kullanılmasının eşit şekilde olması veya hakikatın kullanımının daha fazla olmasıdır. Bu hallerde mecaz kullanılmaz, hakikat daha evladır.

Üçüncü vecih: Mecazın kullanımı ekser olur ve hakikat-ten daha tercih edilir olur. Burda İmamı A’zam hakikatı evla gördü, imameyn ise mecazı uygun gördü.

Misal: Birisi yeminle “Şu buğdaydan yemeyeceğim veya şu nehirden içmeyeceğim” dese, İmamı A’zam‘a göre o buğ-dayın unundan yapılan ekmeği yese veya ununu yese yemini bozulmaz; o nehrin bardak ve kab içinde olan suyunu içse yemini bozulmaz. Ancak nehirden avuçlayarak veya eğilerek içerse, buğday tanesini bizzat yerse yemini bozulur.

İmameyne göre buğdayın kendisini veya ununu veya ekmeğini yemekle ve sudan avuçla veya bardakla içmekle (her türlüsüyle) yemin bozulur. Fetva verilirken, beldelerdeki kullanıma bakmak gerekli olduğu, alimler tarafından söylen-miştir.



[1] Zira piyasa mallarının durumu üç sınıftır. Kalitelisi, orta hallisi ve düşük sevi-yede olanıdır. Tayin bu üç şey arasında deveran eder, dördüncüsüne ihtiyaç yoktur.

[2] İnsanlara hile yolunu öğreten müfti.

yuksel dedi ki...

41. MADDE:

اِنَّمَا تُعْتَبَرُ الْعَادَةُ اِذَا اطَّرَدَ اَوْ غَلَبَ

Âdete itibar, muttarit (sürekli olunca) veya galib oluncadır.

Düğünde cehiz hazırlanmasında sürekli galib olan adete riayet edilir, bundan fazlasına değil.

Adetin itibarında hüküm verilecek hadisenin, adetin cere yanı zamanında mevcut olması gerekir, daha sonra ortaya çıkan bir örf ve adet olmamalıdır.

Misal: Nevisi tayin edilmeksizin (sadece yüz demekle) yapılan satış muamelesinde, verilmesi gereken paranın o sıra tedavülde olan ve rayiç olarak kullanılandan olması gerekir.



42. MADDE:

اَلْعِبْرَةُ لِلْغَالِبِ الشَّايِعِ لاَ لِلنَّادِرِ
İtibar, galib ve yaygın olanadır, nadir olana değil.

Şayi’: İnsanlar tarafından malum olan ve aralarında yaygın olan bir iştir.

Misal: Yitik bir kişinin 90 yaşında olması sebebiyle öldü-ğüne hükmetmek, insanlar arasında yaygın olan ekserde kişi 90 yaşından fazla yaşamadığı hükmüne dayandırılmasıdır; her ne kadar bazı kişiler 90 yaşından fazla yaşasalar da; fakat bu nadirdir, buna hüküm dayandırılmaz. Bilakis örfte yaygın olan 90 yaşına itibar edilerek öldüğüne hükmedilir ve malı varisleri arasında taksim edilir.

On beş yaşına gelen gencin buluğa erdiğine hükmedil-mesi de böyle yaygın olan kanaata göredir; her ne kadar bazı gençler on yedi veya on sekiz yaşında baliğ olsa da; zira bu nadirdir.

Erkek çocuğun bakımının yedi yaş, kız çocuğunun dokuz yaş olması da galib olan yaygın hükme göredir. Zira erkek çocuğun bakıma olan ihtiyaçtan kurtulması yedi yaşında olur, kız çocuğun müştehat (şehvetlenilmesi) çağına ulaşması, dokuz yaşında olur. Terbiyenin noksanlığı veya iklimlerin değiş mesiyle bu hususlardaki farklılık nadir olduğundan ona itibar edilmez.

yuksel dedi ki...

43. MADDE:

اَلْمَعْرُوفُ عُرْفًا كَالْمَشْرُوطِ شَرْطًا
Örfte bilinen şey, şart kılınmış gibidir.

Fıkıh kitablarında şöyle der: “Örf ile sabit olan, şer’i delil-le sabit gibidir.” “Örfle sabit olan, nass ile sabit olan gibidir.”

Misaller: Bir kişi başkasının bir işini yapsa ve aralarında ücret konuşulmamış olsa bakılır, eğer işi yapan adette ücretle iş yapıyorsa, işi yaptıranın işi yapana, adet ve örfe göre misli ücret vermesi gerekir. Böyle değil se ücret gerekmez.

Satış muamelesinde ücretin nevisi belirtilmemişse, o beldede geçerli olan ücret nevisinden (mesela tl) verilmesi gerekir.

Satınaldığı ineğin süt vermediğini görse ve bu sebeble geri vermek istese bakılır, eğer bu kişi et için satınalan kasab gibi biriyse, geri verme hakkı yoktur. Eğer sütünden faidelen-mek için satınalan biriyse geri verme hakkı vardır.

Bir kimse başkasının kiraya vermek için hazırladığı bir eve, izni olmaksızın yerleşse, örfen misli ücreti vermesi gerekir; sanki oraya yerleşince şartları kendine lazım getirmiş gibidir.

Otelde geceleyen, hamamda yıkanan kişilerin de ücret vermeleri gerekir,zira adet ve örf ücreti vermeyi gerektirir, her ne kadar konuşulmasa da.

Baba evlenen oğluna bazı ziynet eşyası (takılar) ve ev eşyası verse, düğünden sonra onların emanet olduğunu iddia edip geri istese bakılır; eğer adet böyle ise onlar geri verilir, değilse geri verilmez ve hibe sayılırlar.

Köy çobanı, hayvanları köyün çıkışında bırakıp ahırlarına göndermesi adet ise, bu durumda yolda telef olanı ödemez; eğer herbir hayvanı kendi ahırına teslim etmek adet ise, bu durumda noksanlık ettiğinden dolayı telef olanı öder.

44. MADDE:

اَلْمَعْرُوفُ بَيْنَ التُّجَّارِ كَالْمَشْرُوطِ بَيْنَهُمْ
Tüccarlar arasında maruf olan şey, aralarında şart gibidir.

Bu kaide, evvelki kaide gibidir, ancak ticaretin önemine binaen ayrıca zikredilmiştir.

Tüccarlar aralarında alış-veriş yapınca, belli ve örf olan hususları zikretmezler. Mesela: Peşin veya veresiye olduğu zikre dilmeden yapılan satışlarda ücret peşin verilir. Ancak belli müddet veresiye satılması örf olan yerlerde, mutlak olan satışlarda veresiye tahakkuk eder, peşin olması için ayrıca zikredilmesi gerekir.

yuksel dedi ki...

45. MADDE:

اَلتَّعْيِينُ بِالْعُرْفِ كَالتَّعْيِينِ بِالنَّصِّ
Örf ile tayin, nass ile tayin gibidir.

Bu kaideye göre bazı tafsilat vakı’ olur. Mesela: Birisi başkasına mutlak olarak (her hangi bir şart olmaksızın) hayva nını ödünç verse, kiralayanın alışılmışın dışında hayvana bin-mesi ve yük yüklemesi caiz olmaz. Hayvana demir yüklese veya bozuk yolda seyrettirse ve bu husus alışılmışın dışında olsa, hayvana verilen zararı öder.

Mutlak olarak satış için vekil olan kişi, tasarrufuyla müvekkiline zarar veremez. Peşin olarak veya mutad olan bir müddetle satışı yapar, uzun müddetle (veresiye) satamaz.

Kendisine süt veya et alması için birini vekil tayin etse, orda mutad olan inek sütü ve etini kasdetmiş olur; vekilin başkasını alma hakkı yoktur.

46. MADDE:

اِذَا تَعَارَضَ الْمَانِعُ وَ الْمُقْتَضِى يُقَدَّمُ الْمَانِعُ
Mani (engel) ve muktezi (işi gerektiren) çakışırsa, mani takdim edilir.

Bir işte bir sebeb amel edilmesini gerektirse, diğer bir sebebte yapılmasını men etse, yapılmaması tercih edilir. Misal: Birisi başkasına evini rehin verse, rehin verenin evi satmaması gerekir. Rehin veren eve sahip olduğu halde, kendi mülkünde tasarruf etmeliydi; ancak rehin alanın hakkı güven için o eve tealluk etmiştir, hakkını korumak için evin satılma-ması tercih edilir.

Üst katta oturanın, alt kattakine zarar vermemesi gere-kir, mesela üst kattakinin evinin tabanını söküp açması (delmesi), alttakinin tavanına zarar vereceğinden üst kattaki bu fiilinden men edilir.

Miktarı bilinen ve bilinmeyen iki şey bir akitte satılsa, her iki şeyin de satışı caiz olmaz.

Ölmek üzere olan biri, evladına ve başka bir yabancıya birlikte bir malı ikrar etse, bu ikrarı geçerli olmaz, zira varis için ölüm halinde yapılan ikrar geçerli değildir.

İstisna olarak: Cünüp iken şehid olan kişi yıkanır, halbuki şehid yıkanmadan defnedilirdi; ancak cünüp olduğun-dan yıkanması gerekti.

Ortak oldukları evde, ortağı yokken kendisi ikamet etse, caizdir; halbuki ortağı yok iken orda oturması sahih değildi, ancak kendi hakkı olduğu için oturması sahih oldu. (Şu iki hususta muktezi ile amel edildi.)



47. MADDE:

اَلتَّابِعُ تَابِعٌ
Tabi’ tabi’dir.

Var olmakta bir şeye tabi olan, hükümde de ona tabidir. Gebe hayvan satılınca, karnındaki yavrusu da ona tabidir. Rehin verilen hayvan doğursa, yavru da rehin muamelesine tabi olur. Satılan malın teslim alınmasından evvel mebi’de hasıl olan değer artımı (ziyadelikler) de müşterinin hakkıdır.

Mesela bir bahçe satılsa, müşteri teslim almadan evvel ağaçlarda yeni meyveler hasıl olsa, satıcı onları kendine ala-maz.

Gasb edilen şeydeki ziyadelikler de, asıl mal gibi (hepsi) mal sahibine iade edilir. Gasb edilen at doğursa, annesiyle beraber yavrusu da geri verilir.

yuksel dedi ki...

48. MADDE:

اَلتَّابِعُ لاَ يُقَرَّرُ بِالْحُكْمِ
Tabi’, hükümle kararlaştırılmaz.

(Hakkında ayrı bir hüküm verilmez.)

Hayvanın karnındaki yavru, ayrıca satılmaz, annesine tabidir. Gebe hayvan hibe edilse, yavrusu da hibe edilmiş olur.

Birisi beş gram olması üzere muayyen bir elması satsa, teslim anında tartılınca yarım gram daha ağır gelse, bu fazlalıkta müşteriye aittir, ayrıca satılamaz. Zira yarım gramın ayrılması, kalan kısma zarar verir.

Satılan akarın şuf’a hakkı, yol hakkı, su hakkı o akara ait olduğundan ayrıca satılamaz.

İstisna: Bir kişi, annesinin karnındaki çocuk için bir mal ikrar etse, bu ikrarı sahih olur ve yavru, altı ay veya daha az bir müddette diri olarak doğarsa, ikrar edilen mala sahip olur. Burdaki çocuk, annesine tabi iken, istisna olarak ayrıca hakkında ikrar edilen şeye sahip olmuştur.

49. MADDE:

مَنْ مَلِكَ شَئْاً مَلِكَ مَا هُوَ مِنْ ضَرُورَاتِهِ
Bir şeye sahip olan, o şeyin zaruriyyatına da malik olur.

Bir bina satınalan, ona götüren yola da sahip olur. Zira yol bina için zaruridir. Bu yüzden bina satılırken yolunu da zikretmeye gerek yoktur.

Bir arsayı satınalan, altına ve üstüne de malik olur, bu yüzden dilediği binayı yapar, kuyu kazar. (Bu gün için beledi-yelerin uyguladığı imar planı, zarureten geçerlidir.)

50. MADDE:

اِذَا سَقَطَ اْلاَصْلُ سَقَطَ الْفَرْعُ
Asl düşünce, fer’i dahi sakıt olur.

Tabi ve fer’ olan şeyler, aslın düşmesi ve yok olmasıyla yok olurlar.

Borçludan borcu ibra edilse (silinse), ona kefil olan da borçla sorumlu olmaktan kurtulmuş olur, zira asıl borçlu kurtulunca, fer’ olan kefil de kurtulmuş olur. Amma kefil olan kefaletten beri edilse, asıl borçludan borç düşmez. Zira fer’ düşmekle asıl düşmez.

Bazan da fer’ sabit olur da asıl düşer, misali: Birisi iki kişi hakkında iddia ederek, birine bin lira borç verdiğini ve diğerinin de buna kefil olduğunu söylese. Borçlu borcu inkar etse, alacaklı bunu isbat etmekten aciz kalsa, fakat kefil olan borca kefil olduğunu ikrar etse, kefil üzerine ikrarına binaen borcu ödemekle hükmedilir; halbuki burada kefil fer’ idi.



51. MADDE:

اَلسَّاقِطُ لاَ يَعُودُ
Sakıt olan geri gelmez.

Bir şahıs, ıskatı ile sakıt olan bir hakkı üzerinden düşür-se, daha sonra o hak kendine geri gelmez.

Iskatı kabul etmeyen haklarda, sahibinin onu düşür-mesiyle ıskat tahakkuk etmez.

Misal: Bir kimsede olan alacağını ıskat etse, sonra fikri değişip pişman olsa, sakıt olan borç geri gelmez, borçlu olan borçtan beri olmuştur.

Amma bir şahıs, kendi mülkünde olan yolu veya su hakkı nı ıskat etmekle bu hakkı yok olmaz, ancak bu hakkın satıl-ması veya hibe edilmesi durumunda sakıt olurlar.

Satıcı malı sattığı müşteriden ücretini almadan evvel mebiyi hapsedebilir, taki ücretini alsın. Amma ücreti almadan evvel mebiyi müşteriye teslim etse, sonradan ücreti almak için hapsetmek gayesiyle mebiyi geri isteyemez, zira sakıt olan geri gelmez.

Bir malı görmeksizin alanın görme muhayyerliği vardır, fakat aldığı malı görmeden evvel başkasına satsa veya hibe etse veya kiraya verse, daha sonra malı -görme muhayyerliği hakkı ile- geri vermek istese, bu hakkı sakıt olduğundan geri gelmez.

yuksel dedi ki...

52. MADDE:

اِذَا بَطَلَ شَيْئٌ بَطَلَ مَا فِى ضِمْنِهِ
Bir şey batıl olunca, zımnında olan şeyler de batıl olur.

“Fesada dayanan şey de fasittir” kaidesi de bu kaideye dayanır.

Kaidemizin manası: Zımnen sabit olan şey, onu zımnında bulunduran (asıl) şey batıl olunca, (zımnen sabit olan şeyin de) hükmü kalmaz.

Misal: İki hasım, bir hak hususunda sulh edip birbirlerini beri ettikten sonra, sulhun fasit olduğu anlaşılsa, sulh batıl olduğu gibi, zımmında vakı’ olan ibra da batıl olur.

Müstesna: Şefi’ ve müşteri, şuf’a hakkı üzerine malum bir bedel ile anlaşsalar, burdaki sulh sahih olmadığı halde, komşunun satılan şeydeki hakkı (şuf’a hakkı) nı ıskatı sahih olur.



53. MADDE:

اِذَا بَطَلَ اْلاَصْلُ يُصَارُ اِلَى الْبَدَلِ
Asıl batıl olunca bedele gidilir.

Aslı ifa etmek mümkün oldukça, mal sahibinin rızası olmadıkça, bedelini ifa etmek caiz olmaz. Zira aslı ifa etmek eda etmek olur. Bedel ile bir şeyi ifa etmek, asıl yerine olan şeyi (halefini) ifa etmek olur ki, asıl varken halefe gitmek caiz değildir.

Mesela gasb edilen mal, gasb edenin elinde mal mevcut ise, aynısını geri verir, aynısı dururken bedelini ödemesi caiz olmaz.

Mesela: Birinden bir şeyi gasbeden kişi, gasbettiği mev-cut olduğu halde mal sahibine onun kıymetini vermek istese, mal sahibi de razı olmasa, hakimin bedel ile hükmetmesi caiz olmaz. Usul alimleri, gasb edilen malın aynının geri verilmesini -kamil eda- diye isimlendirirler.

Eğer gasb edilen mal helak olsa ve aynını vermek müm-kün olmasa, bu durumda bakılır; eğer gasb edilen şey misliy-yattan ise, gasb edenin mislini ödemesi emredilir. Buna –misli ma’kul ile olan kaza veya kamil kaza- denir. Zira misli olan mallar, aralarında suret ve mana bakımından benzeşirler. Misli olan şeyler kıymette eşit veya çok yakın olurlar.

Eğer gasb edilen mal kıyemiyyattan ise, gasb eden kıy-metini öder. Buna -kâsır kaza- denir. Zira gasb edilen malın kıymeti olan nakitler, gasb edilen malın suret ve mana bakı-mından benzeri değildir.



54. MADDE:

يُغْتَفَرُ فِى التَّوَابِعِ مَا لاَ يُغْتَفَرُ فِى غَيْرِهَا
Bazı kere ibtidaen caiz olmayan şeyler, tabi için caiz olur.

Müşteri, satıcıyı mebiyi teslim almaya vekil tayin etse bu sahih olmaz. Ancak müşteri satıcıya bir kab verse ve satınal-dığı şeyi o kabın içine koymasını istese, bu müşteri için teslim almak (kabz) olarak itibar edilir. İlk durumda vekaletin sahih olmaması ve ikinci durumda caiz olmasına gelince; ilk surette satıcı, bir anda hem teslim eden ve hem de teslim alan olmuştu. Doğrusu akitlerde iki kişinin (satıcı ve alıcı) akti üzerlerine alması, satıcının müşteriye mebiyi teslim etmesidir.

İkinci durumda müşteri, satıcıya bir kab vermiştir, satıcı da onun işaretiyle amel ederek mebiyi kaba koymuştur. Bu durum müşteri tarafından kabzetmek sayılır. Satıcının kabzı, müşteriye tabidir ve sahihtir.

Aynı şekilde buğday satınalan müşteri, satıcıdan onu öğütmesini istese ve satıcı da buğdayı öğütse, müşteri buğ-dayı teslim almış olur.

Menkul olan eşyasıyla bir arazi vakfedilse, menkul olan şeylerin vakfı örf ve adeten ilk anda caiz değildi, ancak asıl olan gayrı menkule tabi olmakla sonradan caiz olmuştur.

Su hakkını satmak veya vakfetmek caiz değildir, ancak su hakkının ait olduğu arazi satılırsa veya vakfedilirse, ona tabi olarak su hakkı da satılmış veya vakfedilmiş olur.

yuksel dedi ki...

55. MADDE:

يُغْتَفَرُ فِى الْبَقَاءِ مَا لاَ يُغْتَفَرُ فِى اْلاِبْتِدَاءِ
Başlangıçta cevaz verilmeyen şeye, bekasında cevaz verilebilir.

Misal: Hisseli yerdeki hissesini hibe etmek gibi. İlk anda bu caiz olmasa da, nihayet itibarıyla caiz olur. Mesela bir kişi, başkasına hisseli olan bir arsadaki hissesini hibe etse, bu hibe sahih olmaz, zira hisseler ayrılmamış ve yer belli olmamıştır. Fakat arsanın tamamını hibe etse, sonradan bir hissenin başkasının hakkı olduğu anlaşılsa, hibe batıl olmaz. Hisse sahibi hissesini aldıktan sonra kalan, kısım hibe edilende kalır.

Ölüm hastalığında olan birisi, tek malı olan arsasını hibe etse, sonra vefat etse, arsanın üçte ikili kısmında hibe batıl olur, sadece üçte birinde sahih olur. Burda hisseli olduğu halde, hibenin sahih olmasının sebebi; hisseli olmak arizi-dir/geçicidir, hibe arsanın tamamında olmuştur. Varislerin hakkı olan üçte iki ayrılınca, kalan üçte birlik hissede hibe sahih olur.

Bir malı satmaya vekil olan kişi, başkasını o mal satmaya vekil tayin edemez; fakat alakasız birisi gelip o malı satsa, asıl vekil olan da bu satışa izin verse, (fuzuli kişinin) satışı geçerli olur.

Henüz yetişmemiş meyvelerde ortak olanlardan biri hissesini yabancı bir kişiye (iki ortaktan başkasına) satamaz, zira bu diğer ortağa zarar verir; ancak iki ortak birlikte başka birine meyveleri satsalar, sonra ortaklardan biri satın alan kişi ile anlaşarak kendi aktini fesh etse, diğer ortağın hissesindeki satış fesh olmaz. Böylece yabancı bir ortağa satış sahih olmuş olur.

56. MADDE:

اَلْبَقَاءُ اَسْهَلُ مِنَ اْلاِبْتِدَاءِ
Beka, başlangıçtan daha kolaydır.

Bir şeyin devam ve bekası, ilk defa meydana gelmesin-den daha kolaydır. -ilk anda caiz olmayan şey, bekaen caiz olabilir- kaidesi de bunun gibidir.

Misal: Hisseli olan binanın ortakları, kendilerinden gayrı-sına binayı kiraya vermeleri sahih olmaz. Ancak ikisi birlikte başka birine kiralamış olsalar, -binanın bir kısmı hakkında- başka bir şahıs ‘kendi hakkı olduğunu’ dava ederek ispatla hakkını alsa, o kısımda icare akti fesh olur, amma kalan kısımdaki icare akti devam eder. Burada hisseli olması, icare aktinin devamına mani olmadı.

Şayet bir hakim, yerine bakması için birini naib tayin etse, asıl hakim yok iken bu naib olan hakim bir davada hüküm verse, bu hükmü geçerli değildir; ancak asıl hakim veri len hükmü inceleyip geçerli yaparsa, hüküm sahih olur, aslın-da ilk anda sahih olmamakla beraber, bekaen sahih olmuştur.

57. MADDE:

لاَ يَتُمُّ التَّبَرُّعُ اِلاَّ بِقَبْضٍ
Teberru’ ancak kabz (teslim almak) ile tamam olur.

Bu kaide, “Hibe ancak, kabzedilmiş olunca caiz olur” hadisi şerifine dayanır. Şayet hibe, kabz (teslim) olmaksınız tamam olsa, hibe eden kişinin, eda etmeye mecbur olmadığı birşeyi (kabzı), eda etmeye mecbur olması gerekirdi. Bu, teberru’ manasına zıttır. Teberru’, verilmesi vacib olmayan bir şeyi veren kişinin, ihsan olarak onu vermesidir.

Misal: Birisi başkasına bir mal hibe etse, hibe edenin izni ile onu teslim almadıkça, o malda tasarruf etmesi sahih olmaz. Aynı şekilde birisi eline bir miktar para alsa ve fakire vermek istese, vermeden evvel vaz geçse, burda paraları faki-re vermeye zorlanamaz.

Bu kaideden şu husus istisna edilir: Baba, küçük çocuğu-na bir şeyi hibe etse, çocuk onu teslim almadığı halde hibe sahih olur, zira babası (velisi olması hasebiyle) onun namına teslim almış hükmündedir.

yuksel dedi ki...

58. MADDE:

اَلتَّصَرُّفُ عَلَى الرَّعِيَّةِ مَنُوطٌ بِالْمَصْلَحَةِ
Teb’a üzerine tasarruf, maslahata dayanır.

Halkın maslahatına göre tasarruf yapılır, şahısların men-faatine göre değil. Hakimin, insanların mallarında ve vakıflar hak-kındaki tasarrufları da maslahata dayanır.

Eğer halkın menfaatine uygun olmazsa, teb’anın malla-rında tasarruf caiz olmaz.

Raiyye/teb’a: Umum insanlardır ki, valinin veya devlet yetkililerinin idaresi altında bulunurlar.

Misal: Öldürülmüş birinin hiç kimsesi (velisi) olmasa, sultan onun velisidir. Bu durumda katili kısas ettirebileceği gibi, katilden diyet alma hakkı da vardır. Ancak diyet, şeriat ölçüsünden noksan olmamak şartıyla.

İdarecilerin emri ile birinin malı, değeri ile alınıp umu-mun yoluna veya ihtiyaç olunan tesislere katılır.

Maslahat yoksa hakimin tasarrufu sahih olmaz. Misali: Hakim birine, hazine malını veya başkasının malını telef etmekle emretse, bu izni sahih olmaz. Eğer hakim kendisi böyle malları telef ederse, ödemesi gerekir.

Aynı şekilde hakim, vakıf mallarını veya küçük çocuğun malını hibe edemez, zira hakimin tasarrufu maslahatla kayıt-lıdır.

Hasılı kelam, sultanın, hakimin, valinin, velinin tasar-rufları, maslahat üzere olursa sahihtir, değilse geçerli olmaz.



59. MADDE:

اَلْوَلاَيَةُ الْخَاضَّةُ اَقْوَى مِنَ الْوَلاَيَةِ الْعَامَّةِ
Hususi velayet, umum velayetten daha kuvvetlidir.

Burdaki velayetten murad, tasarruf yetkisi olan velidir.

Veli: Başkasının malında, onun rızasını beklemeden tasar ruf yapabilen kişidir. Vekil böyle değildir, zira onun tasarru-funda müvekkilinin rızası şarttır.

Hususi velilik, nikah akdinde ve mal hususunda olur. Burda ki veli, dede veya babadır. Sadece nikahta veli olanlar asabalar, çocuğun annesi ve zevi-l erhamdır.

Sadece malda veli, evvela babadır, ikinci olarak baba-sının hayatında iken tayin ettiği vasiydir. Üçüncü olarak şu tayin edilen vasiynin tayin ettiği vasiy dir. Dördüncü olarak çocuğun dedesidir. Beşinci olarak, çocuğun dedesinin tayin ettiği vasiy dir. Altıncı olarak ta bu vasiy nin tayin ettiği vasiy dir. Vakıf velayeti de böyle hususi velayettendir.

Misal: Hakim, umumi velayet hakkına binaen vakfın malı nı kiraya verse, vakfın mütevelli heyeti de vakfı kendisine kiralasa, mütevelli heyetinin kiralaması sahihtir, hakimin de-ğil, zira hususi velayet, umumi velayetten daha kuvvetlidir. Hususi velayet sahibi varken, umumi velayet sahibinin tasar-rufu geçerli olmaz.

Aynı şekilde hakim, hainlik yapmayan mütevelli heyeti mensubundan birini görevden alamaz. Aynı şekilde vasiysi olan çocuğu, hakim evlendiremez, malında tasarruf edemez. Zira hususi velayet sahibinin tasarrufu daha kuvvetlidir.

Bu kaidenin istisnası:

Ölünün velisi olan çocuğun vasiysi, katili öldürtemez ve affedemez, ancak noksan olmayarak diyet üzerine mal karşılı-ğında sulh edebilir. Hakim ise katili kısasen idam ettirebilir; burda umumi velayet sahibi olan hakim, hususi velinin kadir olamadığı şeye muktedir olmuştur.

yuksel dedi ki...

60. MADDE

اِعْمَالُ الْكَلاَمِ اَوْلَى مِنْ اِهْمَالِهِ
Kelamın i’mali (manada kullanımı), ihmalinden (mana sız bırakılmasından) daha evladır.

Kelamın manası mümkün ise, imal ettirilir, değilse müh-mel (boş) bırakılır. Yani kelamı manasız bırakmak, itibarsız kılmak, hakiki veya mecazi manalardan birine hamletmek mümkün oldukça, caiz olmaz.

Akıl ve din, kişinin sözünün boşuna olmasına cevaz ver-mez, akıl sahibi kişinin sözünü sahih kılmak gereklidir.

Kelamda asıl olan hakikat manasıdır. Hakikat manası özür-lenmedikçe, kelamın manasını mecaza hamletmek caiz olmaz.

Tesis, te’kitten evladır, veya ifade iadeden evladır.

Lafız bir manaya konduğundan, onu o manada kullan-mayıp başka manayı tekidlemekte kullanmak, o lafzın vaz edildiği manayı ihmal etmek olur.

Te’kid: Kendisi ile evvelki lafzın manasının takrir ve takviyesi kasdedilen lafızdır. Buna ayrıca –iade- denir.

Te’sis: Evvelki lafzın ifade etmediği manayı ifade eden lafızdır. Buna ayrıca –ifade- denir.

Mesela: Birisi, başkası için üzerinde olan bir borcu ikrar etse, sonra sebeb belirtmeden başka bir borcu ikrar etse, bu ikincisi, evvelkinin te’kidi olmaz, belki yeni bir borç olur ve her iki borcu ikrar etmiş olur.

Birisi, hanımına “sen boşsun” “sen boşsun” “sen boşsun” diye üç kere söylese, bununla üç talak vakı’ olur. İkinci ve üçüncü sözleriyle, evvelkiyi te’kit ettim demekle koca, hük-men tasdik edilmez.

Müvekkilin sözü te’kide hamledilir: “Onu filancıya sat, sat.” Burda kelamı te’kid için hamledersek vekil, malı o şahsa veya başkasına da satabilir. Eğer te’sis manasında olsaydı vekil, malı ancak söylenen şahsa satabilirdi, başkasına sata-mazdı.



61. MADDE:

اِذَا تَعَذَّرَ الْحَقِيقَةُ يُصَارُ اِلَى الْمَجَازِ
Hakikat özürlenince, mecaza gidilir.

Hakiki mananın özürlenmesi halinde, kelam mühmel kılın maz, belki mecaza gidilir. Mehcur lafız, şer’an ve örfen kulla-nılmayan lafız olup özürlenmiş hükmündedir. Mananın özürlen mesi üç türlü olur:

1- Teazzürü hakiki, 2- Teazzürü örfi, 3- Teazzürü şer’î.

Teazzürü Hakiki iki vecih olur, birincisi: Hakikat mana-sının irade edilmesi imkansız olur.

Misal: Kendi evladı hayatta olmayan birisi, bir miktar malını evlatlarına vakfetse, hakiki manada kendi evladı olma-dığından, hakikat manası imkansız olur. Sözünün boşa gitme-mesi için torunları, mecazen evlat kabilinden olduğundan vakıf onlara verilir.

İkincisi: Manayı hakikinin irade edilmesi, büyük bir meşakkat ile ancak mümkün olur.

Misal: Birisi, “Şu hurma ağacından yemeyeceğim” diye ağaca işaret ederek yemin etse, o ağacın gövdesi/odunundan yemek mümkün olsa da, bu sözü söyleyenin kasdı o ağacın gövdesinden yemek değildir, belki meyvesinden yemektir.

Teazzürü örfi: Lafzın hakiki manasının, insanlar tarafından terk edilmiş ve kullanılmaz olmasıdır. Mesela birisi; “Ayağımı filancının evine basmayacağım” diye yemin etmesi gibi. Bu sözün hakiki manası terk olunmuş ve kullanılmaz olmuştur. Bur-da kullanılan mana, binaya girmek manasıdır. Yani yemin eden kişi, kendisi içeri girmeyip kapıdan ayağını içeri sokmakla yemini bozulmaz.

Teazzürü şer’î: Lafzın hakiki manası şer’an terk edilmiş olmasıdır. Mesela –husumet- kelimesi gibi. Şer’an asli manası terk olununca, artık şer’an murafaa ve müdafaa (cevap ver-mek) manalarında kullanılır oldu.

yuksel dedi ki...

. MADDE:

اِذَا تَعَذَّرَ اِعْمَالُ الْكَلاَمِ يُهْمَلُ
Kelamın i’mali mümkün olmazsa mühmel bırakılır.

Kelamın hakiki ve macazi manalarına hamledilmesi müm kün değilse, manasız/boş bırakılır. Hakikat veya mecaz mana-ya kelamı hamletmek mümkün olmazsa, veya her iki manada müşterek olup birini diğerine tercih mümkün değilse, bu zaru-retten dolayı kelam manasız kalır ve onunla amel edilmez.

Kelamın ihmalini gerektiren şey evvela, kelamı hakiki veya mecazi manaya hamledememektir.

İkinci olarak, lafzın iki manada ortak olup birinin tercih edile memesidir.

Misal: Kendinden yaş bakımından büyük birinin, kendi oğlu olduğunu iddia eden kişinin davası sahih olmaz. Zira bu, hakikaten imkansızdır.

Birisi, “Filancının iki elini kestim, onların diyeti olarak beş-yüz lira borçlandım.” dese, bahsettiği kişinin elleri sağlam olsa, bu kişinin sözüne itibar edilmez, sözü ihmal edilir.

İki manada müşterek olmasının misali: Bir kişinin mu’tik (azat eden) efendisi olsa, birde mu’tak (azat ettiği kölesi) olsa; bu kişi şöyle dese: “Malım, öldükten sonra mevlamın-dır.” Hangisi olduğunu da tayin etmese; -Mevla- kelimesi, efendi ve köleye de kullanıldığından, herhangi birini tercih etmek mümkün olmayınca, bu vasıyyet sahih olmaz.



63. MADDE:

ذِكْرُ بَعْضِ مَا لاَ يَتَجَزَّأُ كَذِكْرِ كُلِّهِ
Cüzlere bölünmeyen şeyin bazısını zikretmek, tamamını zikretmek gibidir.

Bu yüzden bütününü zikretmek hangi hükmü gerektirir-se, cüzünü zikretmek te aynı hükmü gerektirir. Cüzün zikri, tamamının zikri yerinde olmasa, o zaman kelamın manası mühmel kalırdı.

Misal: Bir kişi, başkasına kefil olurken, “Ben falancının yarısına veya dörttebirine kefil oldum” dese, kişi bölünmek kabilinden olmadığı için, bazısını zikretmek, tamamını zikret-mek kabilinden olup kefaleti tamamı hakkında sahihtir.

Şuf’a hakkı olanın, bu hakkının yarısını ıskat etmesiyle, şuf’a hakkınnın tamamı sakıt olur, zira şuf’a hakkı bölünmez.

Kısasta veli olanın, katilden kısasın bir kısmını affet-mesiyle kısasın tamamı sakıt olur, zira kısas bölünmez. Çünkü bir insanın bazısını öldürüp, bir kısmını diri bırakmak mümkün değildir.

Cüzlere bölünen şeyin bazısını zikretmek, tamamını zikretmek gibi değildir. Misali: Birisini, 600 lira olan borcun-dan 200 liralık kısmına kefil tayin etse, borç bölündüğü gibi, kefaleti de bölünmüş olur, yani 600 liranın tamamına kefil olmuş olmaz.

Birisinden alacağının bir kısmını ibra etse, kalan kısımda ibra tahakkuk etmez.

İstisna:

Birisi, başkasına şöyle dese: “Benim yarım veya üçte birim, sana kefildir.” Burda kefalet akti tahakkuk etmez, bur-da cüzün zikredilmesi, tamamının yerine kaim olmadı.

yuksel dedi ki...

64. MADDE:

اَلْمُطْلَقُ يَجْرِى عَلَى اِطْلاَقِهِ اِذَا لَمْ يَقُمْ دَلِيلُ التَّقْيِيدِ نَصًّا اَوْ دَلاَلَةً
Kayıtlama delili açıkca veya delaleten yok ise, mutlak, ıtlakı üzere cari olur.

Mutlak ıtlakı üzere, mukayyed takyidi üzere caridir. Mutlak, kemale sarf edilir. Mutlakın mukabili, mukayyettir.

Mutlakın tarifi: Tahsis, umum, tekrar ve adet üzere delalet eden karinelerden soyulmuş bir iştir.

Mukayyed: Şu karinelerden birine yakın olandır.

Misal: Birisi cübbe diken terzi ile bunun üzerine anlaşsa, ancak bizzat terzinin kendisinin dikmesi şart koşulmasa, terzi olan kişi, cübbeyi yanında çalışan başka bir ustaya diktirebilir. Bu sıra, teaddi ve kusur olmaksızın meydana gelen telefi/zararı, terzinin ödemesi gerekmez. Zira akit mutlak yapılmıştı.

Fakat müşteri, terzinin kendisinin bizzat dikmesini şart koşmasında durum böyle değildir, zira burda kayıtlanan şarta riayet edilmezse, terzi ödeme sorumluluğunda olur.

Birisi başkasına bir malı ödünç verse ve menfaatlen-menin nevisini ve kullanacak kişiyi kayıtlamasa, ödünç (emanet) alan kişi kendisi emaneti kullandığı gibi başkasına da verebilir. Zira emanet verirken kayıtlamadı.

Eğer emaneti verirken kullanış nevisini ve kullanacak kişi yi kayıtlarsa, o şartlara muhalefet sebebiyle emaneti alan kişi öder.

Satışa vekil tayin edilen kişi, mutlak olarak vekil olmuş-sa, malı uygun gördüğü fiyatla ve vadeyle satabilir. Eğer müvekkil ücreti kayıtlamışsa, vekil o fiyattan aşağı satamaz.

Geride geçen misaller, nass ile (açık ifade ile) yapılan kayıtlamaların misalidir. Delaletle olan kayıtlamaların misal-leri de şöyledir.

Misal: Kervancılık yapan biri, başkasına vekalet verip kendisi için at almasını istese de, vasıflarını beyan etmese. Vekilin, müvekkilin işine ve haline itibar etmesi gerekir. Sürat için olan binek atı alamaz, belki halin delaletiyle yük taşıyan at almalıdır.

Mutlak olarak bir şey satın almaya vekalet verilince, vekilin misli ücretle alması gerekir, fazla fiyatla (gabnı fahiş) alması geçerli olmaz.

Kurban bayramına yakın zamanda birisini kendine bir koyun almakla vekil tayin etse, veya yazın buz almasıyla veya kışın odun-kömür almakla vekil tayin etse, sözle müddetin kaydı olmasa da, halin delaletiyle bu sayılan işler, o mevsim-lerle kayıtlanır; yani kurbandan sonra vekil koyun almaya yetkili değildir. Yaz geçmekle buz almaya olan vekalet biter. Kış tükenmekle kömür almaya olan vekalet biter.

yuksel dedi ki...

65. MADDE:

اَلْوَصْفُ فِى الْحَاضِرِ لَغْوٌ وَ فِى الْغَائِبِ مُعْتَبَرٌ
Hazırda vasıf lağv olur, gaibte itibar edilir.

Mesela: Satıcı mecliste hazır olan kır atını satmak istese ve –şu yağız atımı, şu kadar ücrete sattım- dese, icab söz sahihtir, söylediği –yağız- lafzı luzumsuz olur. Eğer kır at hazırda olmasa, -yağız- diyerek vasfederek satsa, kır at satılmış olmaz. Zira burda gaib olan atın vasfına itibar edilir.

Yani kişi bir şeyi beyan ederek cinsini ve vasfını açıklasa, eğer vasfedilen şey hazırda ise ve vasfedildiğinde ona doğru işaret edilse, vasfedilen ile zikredilen aynı cinsten ise, vasfa itibar edilmez. Eğer vasfedilen şey meclisten gaibte ise, o zaman vasıflara itibar edilir.

Bu kaidenin hükmü nikah, satış, icare ve diğer akitlerde caridir.

Hakimin huzurunda iddia eden kişi, şu demirlerin yüz kilo olup kendinin olduğunu iddia etse, tartılmakla ağırlığın yüz on kilo olduğu anlaşılsa, burdaki davası kabuldür, zira işaret edilen şeydeki vasıf lağvdır.

Vasıf lağv olunca, iki şartın bulunması gerekir.

1- Vasfedilen şeyin mecliste hazır olması.

2- Vasfedilen şeyin mecliste vasfedildiği gibi olması.

Eğer birinci şart yok ise, sadece ikinci şart mevcut olsa, vasıf itibar edilir. İlk şart olsa, ikinci şart olmasa, vasıf yine itibar edilir.

Hazır olup vasfedilen şey, işaret edilenin cinsinden olma-lıdır. Yoksa kişi bir taşa işaretle -şu elması sana sattım- derse, muhatabı kabul etse ve taş denen şeyin sırça olduğu zahir olsa, satış akti hasıl olmaz. Ancak akti yapanlar, o taşın zaten elmas olmadığını bilmeleri durumunda ise akit hasıl olur.

66. MADDE:

اَلسُّؤَالُ مُعَادٌ فِى الْجَوَابِ
Sual, cevabta iade edilmiş kabul edilir.

Tasdik edilen sualde, tasdik eden muhatab, o suali ikrar etmiş olur.

Bu kaide burda mutlak zikredilmişse de, lakin mukay-yettir. Suale karşı cevab gelince, kelam cevabın ihyitacı kadar ise, o kelam sual üzere kasredilir, sual cevabın zımnında iade edilmiş olur. Eğer kelam, cevabtan daha fazlasına muhtaç ise, zahirde kelam inşa olur. Bazen de zahirin hılafına cevab olur.

Cevab veren -ancak cevabı kasdettim- derse, dinen tasdik edilir, hükmen değil. Misal: Fuzuli olan biri, başkasının malını izinsiz olarak satsa, mal sahibine gidip -bana bu satışta izin verdin mi- dese, mal sahibi de –evet- dese, bu sözü satışına izin verdim demek olur ve satış geçerli olur.

Birisi başkasına hitaben –şu binamı sana şu kadar liraya sattım- dese, diğeri de –evet- dese, bu sözü kabul olur ve satış geçerli olur.

Hasta olana hitaben –malının üçte birini hayır yollarına sarf etmek için beni vasiy tayin ettin mi- dese, hasta olan da –vasiy tayin ettim- dese, bu sözü ile vasiy tayin etmiş olur.

yuksel dedi ki...

67. MADDE:

لاَ يُنْسَبُ اِلَى سَاكِتٍ قَوْلٌ لَكِنَّ السُّكُوتَ فِى مَعْرِضِ الْحَاجَةِ بَيَانٌ
Sükut edene bir söz nisbet edilmez, lakin hacet anında sükut beyandır.

Sükut eden için şöyle dedi denemez; ancak tekellüm gereken yerde susmak ikrar ve beyandır.

Sen birini görsen, senin iznin olmadan bir şeyde mal sahibi gibi tasarruf ediyor, özrün olmadığı halde sükut etsen, bu durum senden o malın senin olmadığını ikrar olur.

Birisi başkasının malını satsa, mal sahibi onu işitip satışı-nı tasdik etmese veya men etmese, bu fiili ondan rıza sayıl-maz, satışa izin sayılmaz.

Mal sahibi olan birine, filancı kişi senin filan malını sattı, diye haber gelse ve bu mal sahibi sukut etse, bu sukutu satışa izin sayılmaz.

Birisi, başkasının malını huzurunda telef etse, mal sahibi sukut etse, bu sukutu telef etmesine izin sayılmaz.

Birisi, vefat anında komşularını toplasa ve onların huzu-runda kimseye borcu olmadığını söylese, orda hazır olanlar-dan biri alacaklı olduğu halde sukut etse, daha sonra hastanın ölümünden sonra alacak davasında bulunmasından men edil-mez.

Bu geride zikredilen misaller, kaidemizin ilk kısmının misalleri idi.

Kaidemizin ikinci kısmının misalleri şöyledir:

Müşteri mebiyi satıcının huzurunda teslim alsa, satıcı (ücreti almak için) mebiyi hapsetme hakkın olduğu halde sükut etse, müşteriyi malı teslim almaktan men etmese, bu sükutu müşterinin teslim almasına izin olur ve bundan sonra satıcı mebiyi talep edemez.

Birisi bir mal satınalmak istese, sonra o sırada başkası o mebide bir ayıp olduğunu müşteriye haber verse ve müşteri sukut etse, bundan sonra mebiyi satınalmakla onda bulunan ayıpla (ayıp muhayyerliği ile) mebiyi geri veremez, zira aybı duyduğunda susması rızadır.

Koyun çobanı, koyunların sahibine –bu koyunları senelik 100 lira karşılığında güdemem, belki 200 lira isterim- dese ve koyunların sahibi sukut etse, çoban işine devam etmekle sene sonunda 200 lira isterse, koyun sahibi 200 lirayı vermelidir, zira sükutu kabuldür.

Birisi, hanımının veya bir akrabasının huzurunda onların malını satsa, daha sonra hanımın veya akrabasının itiraz hakkı yoktur, zira satış anındaki sukutları ikrardır.

Birisi başkasının yanına bir mal bıraksa ve –bu mal emanettir- dese, diğeri sükut etse, o mal orda emanettir.

68. MADDE:

دَلِيلُ الشَّيْئِ فِى اْلاُمُورِ الْبَاطِنَةِ يَقُومُ مَقَامَهُ
Batınî işlerde bir şeyin delili, o şeyin makamına kaimdir.

Yani, işin hakikatına muttali olunamayan yerde zahir ile hükmolunur.

Batınına muttali olunmayan şeylerde harici zahiri delil, delaletle o şeyin meydana gelişinin delili olur, zira batıni işler üzerine hüküm vermek, ancak zahiri, harici delilleriyle müm-kün olur.

Delil: Kendisini bilmekle, başka şeyin bilinmesi lazım gelen şeydir.

Mesela, kişi bir mekandan yükselen bir duman görse, orda ateşin var olduğuna delil getirir.

Misaller: Satış akti yapanlardan biri icab yapsa (sattım dese), diğeri kabul etmeden evvel başka bir iş yapsa veya başka bir sözle meşgul olsa, bu durum onun icabtan yüz çevir diğine delalet eder. Yüz çevirmesi batıni bir iştir, buna muttali olmak ancak zahiri davranışıyla bilinir.

Birisi bir hayvan satınalsa, onda bir ayıba muttali olsa, o ayıbı tedavi etmekle uğraşsa, bu tedavisi ayıba rızanın delaleti olur. Daha sonra ayıb sebebiyle hayvanı geri vermez.

Yolda bir malı bulan, eğer sahibine vermek niyetiyle alırsa emanetçi olur, kendisi için sahiplenmek niyetiyle alırsa gasb edici olur. Bu hususlar niyetle alakalı olup o da batıni bir iştir, zahirde bunu bilmek ya sözle veya fiille belli olur. Eğer malı alırken sözle ilan ederek –sahibine vermek üzere aldığına şahit tutarsa- emanetçi olur. Elinde iken telef olsa malı ödeme sorumluluğunda değildir. Eğer böyle ilan etmeksizin kendisi için alırsa gasb edici olur ve elinde telef olmakla ödemesi gerekir.

yuksel dedi ki...

69. MADDE:

اَلْكِتَابُ كَالْخِطَابِ
Yazı, hitab gibidir.

İki kişi arasında sözle akitler (satış, icare, vekalet, kefa-let v.s.) yapıldığı gibi, aynı şekilde yazışmakla da bu gibi akitler yapılabilir.

Yazı üç nevidir:

1-Resmileşmiş olduğu açık olan (Mühürlü, imzalı senet-ler.)

2-Resmileşmemiş (imza ve mühürsüz) açık senetler.

3-Açıkça belli olmayan yazılar.

Birinci kısımdakiler; Kişi yazısını ikrar eder, insanların adetlerine uygun olur, üst kısmında mühür olur. Yani insan-ların adetine göre yazılan sahifeler, sahibi aleyhine delil sayılır.

İkinci kısımdakiler; İnsanların adetlerine uygun olarak yazılmayan yazılardır, duvara veya ağaç yaprağına yazmak gibi.

Bu gibi yazılar fuzuli olup sahibi aleyhinde delil olmaz. Ancak yazıyı yazan, yazma anında şahit tutmuşsa, bu durum şahitlik makamında olur.

Açık olmayan yazılar; Su üzerine yazmak gibi; bunun hükmü, işitilmeyen söz gibidir. Üzerine bir hüküm terettüb etmez. Su üzerine veya havaya –filancıya 100 lira borçluyum- yazsa, bu, borç ikrarı olmaz.

Bu tafsilattan sonra şu misali getirelim: Birisi, başkasına verilmek üzere bir sahifeye –filan şeyi şu kadar ücrete sana sattım- diye yazıp gönderse, diğer kişi kağıttaki yazıyı okuyup o mecliste kabul ettiğini söylese veya karşılık olarak yazı ile kabul ettiğini yazsa, satış akti sahih olur.

HİTAP İLE YAZI ARASINDAKİ FARK

Şeyhu-l İslam Havahirzade’nin Mebsutunda zikrettiği husustur:

Bir fasılda ikisi farklı olur: Kişi hazırda olsa ve kadına nikah talebiyle hitap etse, kadın hitap meclisinde kabul etme-se, başka bir mecliste kabul etse, nikah sahih olmaz, zira meclis değişmekle hitab/icab batıl olmuştur.

Yazı ile olmasında; kadına nikah talebi yazılı kağıt ulaşsa ve onu okusa, okuduğu yerde kendini yazıyı yazan kişiye (ka-bul ederek) nikahlamasa, başka bir mecliste ve (kadının sözü-nü işitmiş ve yazıda olanı bilmiş olan) şahitlerin huzurunda, kendini o kişiye nikahlasa, nikahı sahihtir; zira gaibte olan kocanın yazısı, kadına hitap olmuştur.

Yazı, ikinci mecliste de bakidir; sanki, yazının ikinci mec-liste baki olması, şahitlerin ondaki şeyi ikinci mecliste işitmesi, hitabın diğer bir mecliste tekerrürü mesabesinde olmuştur

70. MADDE:

َاْلاِشَارَاتُ الْمَعْهُودَةُ لِْلاَخْرَسِ كَالْبَيَانِ بِالِّلسَانِ
Dilsizin malum işaretleri, dili ile beyanı gibidir.

Bu kaideye göre dilsizin malum işaretleri olan el ile veya kaşı ile olan hareketleri, dil ile beyan gibidir. Eğer işaretlerine itibar edilmese, insanlardan hiç kimse ile bir muamele yapa-maz olur, neticede ölüme arzolunurdu.

Dilsizin malum işareti anında sesinin de bulunması gerek lidir denilmiştir. Malum olmayan işaretlerinde, yanında bulu-nan akrabası veya komşuları muradını açıklar. Bu kişilerin adaletli olması gerekir.

Dilsizin işaretleri iki türlü olur: Başını yan tarafa doğru hareket ettirmesidir ki bu, onun inkarıdır. İkincisi, başını yuka rı aşağı uzunlamasına sallamasıdır ki bu, onun tasdiğidir.

Dilsiz yazıyı becerebilirse, buna da itibar edilir.

Dilsiz olmayanın işareti itibar edilmez. Yani birisi bir malı satsa, diğeri konuşabildiği halde başıyla hareket ederek kabul ettiğini işaret etse, buna itibar edilmez.

Dilsizin işareti satış, icare, hibe, rehin, nikah, talak, ibra, ikrar ve kısas hakkında itibar edilir.

Dilsizlik iki türlüdür. Asli dilsizlik, arizi dilsizlik.

Kaidemize göre kayıt getirilmediğinden, her iki dilsizlik nevisi de buraya dahildir. Arizi olan dilsizlik hali, şiddetli korku, hastalık veya yüksek bir yerden düşmekle olabilir. Bu durum geçici olunca, işaretine itibar edilmez; ancak dilsizlik hali ölümüne kadar veya bir sene devam ederse, bu durumda işareti geçer lidir.

Dilsizin işareti muameleler hakkında geçerli olur, şer’î cezalar hakkında işareti itibar edilmez, zira cezalarda –şehadet- sözü kullanılmalıdır.

yuksel dedi ki...

71. MADDE:

يُقْبَلُ قَوْلُ الْمُتَرْجِمِ مُطْلَقًا
Mütercimin sözü, mutlak olarak kabul edilir.

Mütercim, diğer lügatı tefsir eden kişidir. İmamı A’zam ve Ebu Yusuf’ a göre bir tercümanın sözü kabul edilir, İmamı Muhammed’e göre iki tercüman olmalıdır. Ancak İmamı A’zam’a göre tercümanın kör olmaması gerekir.

Hakim, davacı ve davalının veya şahitlerin lisanını bilmi-yorsa, bunların iddialarını veya şahitlerin şahitliğini tercüman vasıtasıyla dinleyebilir. Tercümanın adil olması ve kör olma-ması lazımdır. İhtiyaten iki tercüman olması evladır.

Tercümanın sözü akitlerde, yeminlerde, yeminden dön-mek te, kısası, hadleri ve borcu ikrarda kabul edilir.

72. MADDE:

لاَ عِبْرَةَ بِالظَّنِّ الْبَيِّنِ خَطَأُهُ
Hatası açık olan zanna itibar edilmez.

Zanna dayanarak bir fiil sadır olsa, sonra bunun şeriatın hükmüne muhalif olduğu belli olsa, bu zanna itibar edilmez.

Mesela: Kefil borcun ödenmediğini zannederek asîlin borcunu ödese, sonradan borcun ödendiği anlaşılırsa ödediğini geri alır.

Kendi malı zannederek başkasının malını harcasa, sonra anlaşılınca bedelini öder.

Birisi başkasından bin lira alacağı olduğunu iddia etse, dava edilen kişi, “Benden alacağın olduğuna dair yemin edersen veririm” dese, davacı da yemin etse, davalı kendinin bin lirayı vermesi lazım geldiğini zannederek parayı verse, fakat bundan sonra davacının yemin etmesinin gerekmediği-ni, bilakis davalının yemin etmesi gerektiğini öğrense, (davalı) verdiği bin lirayı geri alma hakkına sahiptir.

Tüccarda mal alan kişi, toplam ödemeyi istediği anda tüccar, toplamda hata yapıp bin lira yerine iki bin lira borcu olduğunu söylese ve müşteri de iki bin lirayı ödese, sonra hatalı olduğu anlaşılırsa, müşteri bin lirayı geri alır.

Müstesna:

Birisi başkasına bir hayvan satsa, satıcının komşusu olan kişi şuf’a (komşuluk hakkı) ile hayvanı taleb etse, müşteri olan da şuf’a hakkının gayrı menkullerin haricinde de cari oldu ğunu zannetse ve hayvanı kendi rızası ile komşu olana teslim etse, daha sonra hatasını anlayıp hayvanı geri isteme hakkına sahip değildir, zira hayvanı teslim etmekle komşu ile elden ele mal satışı yapmış oldu.

73. MADDE:

لاَ حُجَّةَ مَعَ اْلاِحْتِمَالِ النَّاشِى عَنْ دَلِيلٍ

Delilden ortaya çıkan ihtimal ile birlikte, hüccet olmaz.

Her hangi bir huccet, delile dayanan bir ihtimal ona karşı gelse, huccetin hükmü kalmaz. Delile dayanmayan ihtimaller yok gibidir.

Misal: Birisi varislerinden biri için borcu olduğunu ikrar etse, eğer ölüm hastalığında ise, diğer varisler bunu tasdik etmedikçe bu borç sabit olmaz. Zira hasta, bu ikrarıyla diğer varisleri mahrum bırakmayı kasdetmiş olma ihtimali vardır. Zira hastalık hali bunun delilidir.

Eğer sıhhat halinde bu ikrarı yapsa borç sahih olur, mal kaçırma ihtimali, delile dayanmadığından itibar edilmez.

Hastanın, varislerden başkası için yaptığı ikrarı vasıyyet kabilinden olduğu için, onda varislerin hakkını kaçırma ihtimali yoktur ve sahih olur.

yuksel dedi ki...

74. MADDE:

لاَ عِبْرَةَ لِلتَّوَهُّمِ
Tevehhüme itibar edilmez.

Şer’i bir hükmün vehme istinadı caiz olmadığı gibi, sabit olan bir şeyi, sonradan arız olan vehimle ertelemek te caiz değildir.

Misal: İflas eden kişi ölse, malı satılır ve alacaklılar ara-sında taksim edilir. Her ne kadar başka bir alacaklının çıkıp gelme vehmi olsa da, malın bir kısmı onun için bekletilmez, belki ordaki alacaklılar arasında taksim edilir, diğer bir alacaklı gelirse, şu taksim edilen alacaklılardan şer’i dava ölçüsünde hakkını talep eder.

Satılan bir binanın iki komşusu olsa, birisi o anda gaib olsa, hazırda olan komşu şuf’a hakkı ile binayı alabilir. Diğeri de alma hakkına sahiptir diye hüküm bekletilmez.

Birisi kendi arsasına saman yığını yapsa, yan komşu, ‘samanların yanıp kendi evini de yakar’ vehmiyle dava ederek samanları ordan kaldırtamaz.

75. MADDE:

اَلثَّابِتُ بِالْبُرْهَانِ كَالثَّابِتِ بِالْعِيَانِ
Delille sabit olan, aşikâre (gözle) sabit gibidir.

Bir şey şer’i delille sabit olunca, hüküm gözle görülmüş gibidir.

Burhan: Hak ile batılı ayıran, sağlam ile fasidi temyiz eden delildir.

I’yan: Bir şeyi açıkça gözle görmektir ki, onunla beraber karışıklık şüphesi kalmaz. -Filancı falan şeyi muayene etti- denilince, ona gözü ile baktığı kasdedilir.

Misal: Bir şahıs, başkası üzerinde bir hakkı olduğunu iddia etse, bu hususta yaptığı ikrarı, hüküm için onun aleyhine delil ve dayanak yapılır. Davalı inkar ettiği zaman, getirilen şahitleri de hüküm için delil yaparak, şehadetle davacının sözünü isbat ederiz.

76. MADDE:

اَلْبَيِّنَةُ عَلَى الْمُدَّعِى وَ الْيَمِينُ عَلَى مَنْ اَنْكَرَ
Delil davacı için, yemin inkar eden üzerinedir.

Bu kaide, hadisi şeriften alınmıştır. İddiacının sözü, zahi-rin hılafına olunca zayıf kalır, bunu kuvvetlendirmesi için delile ihtiyaç duyuldu. Davalının sözü zahire uygun olunca, takviye için yeminden başkasına ihtiyaç duymaz.

Beyyine: Adil şahit olup, davacının doğruluğunu kuvvet-lendirir.

Dava: Hakim huzurunda birinin, hakkını başkasından talep etmesidir.

Buna göre hak iddia eden davacıdan hakim delil (şahit) getirmesini ister, eğer şahit getiremezse davalı yemin ettirilir.

Bazı davalarda davalılar bir cihetten davacı, diğer cihet-ten davalı/inkarcı olabilirler. Davacı olması tercih edilen taraf-tan şahit/delil getirmesi istenir, getiremezse diğer taraf delil getirir, odan delil getiremezse yemin ettirilir.

Zahirin hılafını ve ziyadeliği iddia edenin beyyinesi/şahit-leri evladır.

yuksel dedi ki...

77. MADDE:

اَلْبَيِّنَةُ ِلاِثْبَاتِ خِلاَفِ الظَّاهِرِ وَ الْيَمِينُ لِبَقَاءِ اْلاَصْلِ
Beyyine, zahirin hılafını isbat içindir, yemin aslın bekası içindir.

Asıl, zahir hali kuvvetlendirir, başka bir teyide ihtiyacı olmaz. Zahirin hılafına olan şey, doğru ve yalan arasında ihti-malli olur, bu yüzden birinin diğeri üzerine tercihini gerektiren şeye (delile/şahitlere) ihtiyaç duyar.

Zahirin hılafı, aslın hılafı: Arizi sıfatların mevcut olma-sı, zimmetin borçla meşgul olması, hadiseleri uzak vakitlerine izafe etmek gibi.

Arizi sıfatlarda asıl olan yok olmasıdır; zimmetin beri olması, hadiseleri en yakın vaktine izafe etmek gibi.

Satış akti yapanlardan biri, aralarındaki satış aktinin bey-i vefa olduğunu iddia etse, diğeri de kesin bir satış olduğu nu iddia etse, zahir ve asıl, satışın kesin olduğu üzerine olun-ca, söz satışın kesin olduğunu iddia edenin dediğidir. Satışın bey-i vefa olması aslın ve zahirin hılafı olunca, bunu iddia edenden beyyine (şahit) getirmesi istenir.

Birisi, başkasından alacağını talep etse, davalı olan da bu borcu inkar etse, delil getirmek davacı için lazımdır, zira o zahirin hılafını iddia etmektedir ki bu da zimmetin meşgul (borçlu) olmasıdır.

Söz yeminle beraber ikinci şahıs içindir, zira o, zimme-tinin beri olduğunu (aslı) iddia etmektedir.

İstisna:

Emanet veren kişi, emaneti alandan emanet verdiği şeyi taleb etse, emanet alan kişi de emaneti geri verdiğini iddia etse, veya kendi kusuru olmaksızın emanetin helak olduğunu iddia etse, söz yeminle beraber emanet alanın dediğidir; halbuki geri vermek veya emanetin helak olması arizi bir iştir, asıl olan arizi hallerin olmamasıydı, bu kaidemize göre ema-neti alanın geri verdiğine veya helak olduğuna dair beyyine getirmesi gerekirdi, zira bunlar aslın ve zahirin hılafıdır.

yuksel dedi ki...

78. MADDE:

اَلْبَيِّنَةُ حُجَّةٌ مُتَعَدِّيَةٌ وَ اْلاِقْرَارُ حُجَّةٌ قَاصِرَةٌ
Beyyine, teaddi eden delildir, ikrar kâsır delildir.

Beyyine: Hariçte sabit olan işin kendisi ile açığa çıkan şehadettir.

Teaddi: Tecavüz eden, diğerine geçen.

İkrar: Kişinin üzerinde başkasının hakkı olduğunu haber vermesidir.

Kâsır: Diğerine geçmeyen.

Bu kaideden anlaşılana göre ikrar, ikrar edenin kendinde kalan ve başkasına geçmeyen bir huccettir. Beyyine ise, baş-kasına geçen huccettir. Zira beyyine ile hakimin hükmü başkası üzerinde geçerli olur.

Mesela bir neseb beyyine ile sabit olunca, bu hüküm bütün insanlara sirayet eder, bunun hılafına dava dinlenmez. Ama ikrar ile sabit olsaydı, aleyhine başkasının getirdiği bey-yine dinlenirdi.

İkrar, ikrar edenin zannına dayandığından kendi üzerine kasredilir, başkasına geçerli olmaz. Hasım olmasa da kişi kendi üzerine bir hakkı ikrar edebilir; beyyinede böyle değil-dir, zira orda hasım mevcut olmalıdır.

Mesela vasiy, ölü üzerine bir borç olduğunu ikrar etse, bu ikrarı geçerli olmaz.

İkrar ile beyyine bir arada olsa, ikrarı öne alınır, beyyi-neye ihtiyaç kalmazsa ikrar ile hüküm verilir.

Misal: Birisi ölünün varislerinden birinin yanında ölünün zimmetinde şu kadar bir borç olduğunu iddia etse, davasını beyyine ile isbat etse, hakim de zikredilen borç ile hükmetse, bu hüküm diğer varisler hakkkında da da geçerli olur. Diğer varisler, davacının davasını kendi huzurlarında da isbat etme-sini isteyemezler. Eğer burdaki hüküm beyyineye değilde varisin ikrarına dayanmış olsaydı, o varisten gayrısı üzerine geçerli olmazdı. Zira ikrar kâsır huccettir.

Bir kişi bir mala hak sahibi olsa ve bunu beyyine ile isbat etse, hakim bu hak ile hükmetse, aleyhine hüküm verilen kişi müşteri ise, satıcıdan ücretini dönüp almaya hak kazanır. Satıcı mahkemede hazır olmadığını söyleme hakkına sahip değildir. Eğer hak ikrar ile sabit olsaydı, müşteri olan kişi satı-cıya dönüp ücreti isteme hakkına sahip olmazdı.

İstisnalar:

Kiraya veren kişi, borcunun olduğunu ikrar ederek kiraya verdiği şeyin satılmasını taleb ederek icare aktini fesh edebilir. Bu durum ancak, borcunu ödemek için başka bir malı olmadığı zamandadır. Burda ikrar, başkasına teaddi etmiştir.

Kadın üzerinde bir borç olduğunu ikrar etse, kocası bunu yalanlasa, kadının ikrarı sahihtir ve bu borç yüzünden kadın hapsedilebilir.

Bu iki misal İmamı A’zam’a göredir.

yuksel dedi ki...

79. MADDE:

اَلْمَرْءُ مُؤَاخَذٌ بِاِقْرَارِهِ
Kişi, ikrarıyla sorumlu tutulur.

Ancak ikrarı, şeriat tarafından tekzib edilirse, sorumlu olmaz.

Bir şahıs, bir malın başkasının olduğunu ikrar etse, sonra ikrarının hata olduğunu iddia etse bu sözü dinlenmez.

Mesela: Birisinin kendinden alacağı olduğunu ikrar etse, sonra o borcu ödediğini iddia etse bakılır, eğer iddiası da ikrar meclisinde ise, sözü kabul edilmez, zira ikrardan dönmek olur ve sözünde çelişki olur. Fakat ikrar meslisinden başka bir yerde olursa, sözü kabul edilir.

Kiraya veren kişi ücreti teslim alsa, bunu ikrarından sonra aldığı paraların züyuf/geçmez para olduğunu iddia etse, davası kabul edilmez.

Şeriatın tekzib ettiği ve sorumlu olmayan ikrarın misali: Satı cı ile müşteri mebinin ücreti hakkında çekişse, müşteri satışın bin liraya olduğunu, satıcı da iki bin liraya olduğunu iddia etse, satıcının davası sabit olup lehine hüküm verilse, sonra şefi’ (komşu) olan mebiyi (gayrı menkulu) almak istese, müşteri aleyhine delil getirerek mebiyi alsa, iki bin lira vere-rek mebiyi alabilir. Halbuki müşteri, satıcı ile olan davasında mebinin bin liraya satıldığını ikrar etmişti, fakat hakimin hük-mü ile bu ikrarı tekzib olunmuştu. (Satıcının dediği iki bin lira-ya hüküm verilmişti.)

Birisi falan kişinin alacaklısının emri ile onun borcuna kefil olduğunu iddia etse ve borcun kefilden kefaleti sebebiyle alınmasını istese, kefil de kefaleti inkar etse, davacı isbat edip borcu kefilden alsa, kefil asıl borçludan ödediği meblağı dönüp alma hakkına sahiptir, kefaleti inkar etmesine bakılmaz, zira şeriat onu tekzib etmiştir. (Kefaleti sabit kılmıştır.)

İkrar edenin akıllı, baliğ olması gerekir. Çocuğun, delinin bunak olanın ikrarı sahih değildir. İkrar edenin rızası şarttır, zorlamayla yapılan ikrar geçerli değildir.

80. MADDE:

لاَ حُجَّةَ مَعَ التَّنَاقُضِ لَكِنْ لاَ يَخْتَلُّ مَعَهُ حُكْمُ الْحَاكِمِ
Tenakuz ile beraber huccet olmaz, lakin bununla beraber hakimin hükmüne halel gelmez.

Şahitler şehadetten dönse tenakuz hasıl olur, bu yüzden şehadetleri delil olmaz; ancak ilk şehadetleri üzerine bir hüküm verilmişse, bu hüküm bozulmaz ve bu sebeble verilen zararı şahitler öder.

Bu kaide fıkıh kitablarındaki –şehadetten dönmek- bah-sinden alınmıştır.

Hidaye kitabında şöyle der: “Şahitlerin şehadetiyle hü-küm verilmeden evvel şahitler dönse, bununla tenakuz hasıl olduğundan hüccet olmaz. Şehadetleri ile bir hüküm verilme-diğinden her hangi bir taraf için zarar söz konusu olmadığın-dan şahitler bir şey ödemez.”

Tenakuz, ikrarın sıhhatine mani değildir. Mesela: Bir kişi bir şeyi inkar etse, sonra onu ikrar etse, ikrarına itibar edilir, zira ikrar eden kişi şu ikrarında töhmet altında değildir. Fakat evvela ikrar etse, sonra inkar etse, ikinci inkarına itibar edilmez, evvelki ikrarı geçerlidir.

81. MADDE:

قَدْ يَثْبُتُ الْفَرْعُ مَعَ عَدَمِ ثُبُوتِ اْلاَصْلِ
Bazan fer’ olan, aslın sabit olmamasıyla beraber sabit olur.

Misal: Filancının falana şu kadar borcu var, ben de ona kefilim, (onun emri olmadan kefil olmuş), asıl borçlu –borcu- inkar etmekle beraber, alacaklı kişi, kefil üzerine borcu ödeme siyle davacı olsa, kefilin borcu ödemesi lazım gelir.

Burda kefalet emirle olmadığı halde kefilin ödemesi, asla sabit olmadığı halde fer’e ödettirilmesinin misali oldu. Eğer kefalet asıl borçlunun emri ile olsaydı, o zaman kefil, asıl yerine kefaletle öderdi.

yuksel dedi ki...

82. MADDE:

اَلْمُعَلَّقُ بِالشَّرْطِ يَجِبُ ثُبُوتُهُ عِنْدَ ثُبُوتِ الشَّرْطِ
Şarta bağlı olan şeyin, şart sabit olunca sabit olması vacibtir.

Bir şarta bağlanan şey, bağlandığı şart tahakkuk etme-den evvel yok hükmündedir. Eğer o şey şart sabit olmadan evvel sabit olsa, bu durum şart olmadan meşrutun mevcut olmasını gerektirir ki bu imkansızdır.

Muallak: Bir cümlenin mazmununun husulünü, diğer cümle nin mazmununun husulüne bağlamaktır.

Evvelkiye –şart-, ikinciye –ceza- denir.

Talikin hasıl olması için, talik edilen şeyin yok olup mey-dana gelebilmesi mümkün olan bir şey olmasıdır. Bu yüzden mevcut bir şeyin taliki yapılsa, bu talik tenciz (geçerli kılmak) olarak itibar edilir.

Misali: Bir kişi, başkası için “Benim senin üzerinde alaca-ğım varsa, seni ondan beri ettim.” dese, hakikatte ondan ala-cağı olsa, borcu ibra etmiş olur.

Filancı, senin şu malını, bana şu kadara sattı, dese, diğeri de -o şekilde sattıysa bende izin verdim- dese, o malın söylendiği şekilde satıldığı sabit olursa, verilen izin sahihtir.

Vakı’ olması imkansız şeye bağlanan talikler batıldır.

Birisi, başkasına hitaben dese: “Filancı sana olan borcu-nu ödemezse, ben onu ödemeye kefilim.” Bununla şarta bağlı kefalet sabit olur, bu sebeble kefil olan borçla taleb olunur.

Akitlere uygun olan şartlara bağlamak sahih olur, eğer akitlere uygun olmazsa fasit olur. Bu akitler, vekalet, ticarete izin, kadıyı görevden azletmek, kefalet, kefaletten beri etmek, satış-tan sonra şuf’ayı teslim etmek, vasıyyet ve havale gibi.

Misal: Müvekkil vekiline dese: “Seni her ne zaman azle-dersem sen vekilimsin.” Her ne zaman azlederse yine vekalet akti münakit olur.

Sefihin velisi, “Halin salaha ulaşınca ticaretine izin verdim.” derse, sefihin hali salaha ulaşınca izinli olmuş olur.

Sultan birine derse: “Filan beldeye ulaşınca oraya seni vali tayin ettim veya kadı tayin ettim.” Şarta bağlanan hüküm, şart meydana gelince tahakkuk eder.

Şartın uygun olmadığı akitlerde talik sahih olmaz. Mesela: Rüzgar esince veya filancı falancının evine girince, sen benim vekilimsin, dese, şart tahakkuk etse de hüküm sabit olmaz.

Talikin caiz olmadığı akitler: Satış, icare, ödünç verme, kiralama, hibe, sadaka, akde izin verme, ikrar, borçtan ibra, mal üzerine sulh, müzaraat, müsakat, vakıf, tahkim, ikale, satıştan evvel şuf’ayı teslim, ayıp muhayyerliği ile satışı ret hakkını iptal, şart muhayyerliği ile satışı ret hakkını iptal, vekil azletmek, me’zunu men etmek.

Mesela: Bir kişi başkasına dese: “Filancı seferinden gelin ce, şu evimi şu kadar liraya sana sattım veya kiraya verdim veya onu sana hibe ettim.” Bu akitlerden biri sahih olmadığın-dan, bunların hiç biri geçerli olmaz.

“Filancı gelirse, veya bana şu kadar para borç verirsen, veya yarın bana elli lira vermezsen ben sana ikiyüz lira borçlu-yum.” dese, bu borç sabit olmaz, şart sabit olsa da.

Müstesnalar:

Birisi “Ben ölürsem sen bana olan borcundan berisin.” dese, bu sözü vasıyyete hamledilir ve (o miktar veya daha fazla kalan malı varsa) o kişi borçtan beri olur.

Birisi “Filan ayın başında veya Peygamberimizin doğum gününde ben sana şu kadar borçluyum.” dese, bu sözü müec-cel bir borcu ikrara hamledilir ve vakit geldiğinde ödemesiyle emredilir.

İleriye dönük zamana izafeti sahih olan akitler: İcare, icareyi fesh, müzaraat, müsakat, mudarebe, vekalet, kefalet, vasıyet, vasıy tayini, kaza, imaret, vakıf, iare, muhay yerliği iptal.

Mesela: Binamı sana yarından itibaren bedeliyle kiraya verdim, demesiyle kira akti sahih olur.

Filan tarihten itibaren bahçemde ziraat etmen üzere sana kiraya verdim, sözüyle de ziraatçılık akti sahih olur.

İlerki zamana izafeti sahih olmayan akitler: Satış, satışa izin vermek, satışı feshetmek, taksim, şirket, hibe, mal üzerine sulh, borçtan beri etmek.

Misal: Gelecek ayın başı itibarıyle şu şeyi sana sattım demekle, satış akti sahih olmaz.

yuksel dedi ki...

83. MADDE:

يَلْزَمُ مُرَاعَاةُ الشَّرْطِ بِقَدَرِ اْلاِمْكَانِ
İmkan miktarınca şarta riayet lazımdır.

Meşru’ olan ve aktin gereğinden olan bir şarta mümkün oldukça riayet edilir, fasit ve lağv olan şartlara riayet edilmez.

Şartlar üç kısımdır: Caiz olan, fasit olan ve lağv olan. Burda riayet edilen şart caiz olanıdır, yani şer’i şerife uygun olanıdır. Bu kaidede zikredilen şart, kendisinde şart edatı olma yanlardır. Şart edatı olanlar, geri de talik kaidesinde geçmişti.

Satışın iktizasından olan şartla yapılan satış geçerli olup şart itibar edilir.

İcarelerde akit yapanların getirdiği şartlara itibar edilir.

Emanetlerde emanete faideli olan şartların icrası müm-kün olursa, onlara itibar edilir.

Ortaklıkta mal sahibinin koştuğu şartlara riayet edilir.

Vakıflardaki şartlar nass gibi olunca, onlara riayet vacib olur; ancak şartın şeriata uygun olması gerekir.

1-İtibar edilmeyen şartların Misali: Satış aktinde koşulan ve akit yapanların menfaatine olmayan şart lağv olur, satış sahih olur.

Mesela: Atını birisine satsa ve bunu kimseye satmayaca-ğını şart koşsa, satış sahihtir, şart lağvdır. Müşteri aldığı atı istediğine satabilir.

Vekalet, karzı hasen, hibe, sadaka, rehin, vasıy tayini, ikale, me’zunu men gibi akitler bu kısımdandır.

2- Fasit şartlarla sahih olmayan akitler: Satış, taksim, icare, akte izin vermek, borçtan ibra, müzaraat, müsakat, vakıf, maldan karşılık olarak inkardan veya sukuttan veya ikrardan sulh.

Misal: Sana atımı, kendimin bir ay binmem şartıyla sattım demesi gibi. Bu şart sebebiyle satış fasit olur, zira bu şart satışa uygun değildir, belki akit yapanların birinin menfa-atinedir.

Evimi sana kiraya verdim, senin bana şu kadar borç vermen şartıyla veya bir hediye vermen şartıyla, sözünde yine icare akti fasittir.

84. MADDE:

اَلْمَوَاعِيدُ بِصُوَرِ التَّعْلِيقِ تَكُونُ لاَزِمَةً
Vaadler, talik suretleriyle lazım olurlar.

Bu durumda, iltizam ve teahhüd (üzerine alma) manası açığa çıkar.

Mesela “Sen filancıya malını sat, eğer parasını alamaz-san ben vereceğim.” Dese, müşteri parayı vermezse, vaad edenin vermesi gerekir.

Eğer vaad sırf vaad olursa, yani talik suretinde olmazsa, bu durumda lazım gelmez.

Mesela: Birisi başkasına misli ücretle bir malı satsa, satış tamam olduktan sonra müşteri, satıcıya ücreti geri verirse ikale (anlaşmayı fesh) etme vaadinde bulunsa, satıcı sonradan malı geri almak isteyerek müşteri den ikale yapmasını talep etse, müşteri mecbur değildir, zira şu vaadi, mücerred (talik-siz) bir vaad idi.

Müstesna:

-Vaadi mücerred bir şey lazım getirmez- demiştik, lakin bu hükümden, şu mesele istisna yapılır: Birisi başkasına misli ücretten çok düşük fiyatla bir mal satsa, müşteri insanların huzurunda “Satıcı ücreti geri verirse, mebiyi kendisine red edeceğini” vaad etse, bu vaadin yerine getirilmesi vacib olur, zira bu bey-i vefa kabilindendir. Bey-i vefanın hükmü rehin hükmünde idi, bu yüzden her iki taraf ta fesh edebilir.

yuksel dedi ki...

85. MADDE:

اَلْخَرَاجُ بِالضَّمَانِ
Haraç (hasıl olup meydana gelen şey), zaman (ödeme) iledir.

Haraç: Burda, kişinin mülkünde çıkan/hasıl olan şeydir. Yavru, gelirler, hayvanın sütü, kira bedelleri, arazi gelirleri gibi şeylerdir.

Zaman: Masraflar manasındadır. Hayvana yapılan harca malar, akarın tamir masrafları gibi.

Yani, bu hususlarda bir şey harcayan, mukabilindeki gelirlerden istifade eder. Mesela müşteri hayvanı ayıp sebe-biyle geri verse, yanında onu kullandığı halde bunun için ücret ödemesi gerekmez, zira hayvan yanında telef olsaydı, kendi mülkü olarak telef olacaktı.

Ömer İbni Abdul Aziz r.anhu bu meselede satıcıya ücret verilmesiyle hükmetmişti, sonra hadisi şerifi (haraç zaman iledir) görünce, evvelki hükmünü bozdu.

Satılan malın tesliminden evvel onda hasıl olan fazlalık-ların aslında satıcıya ait olması lazım iken müşteriye verilmek-tedir, niçin?

– Teslimden evvel mebi ile faidelenmek mülk sahibi olmak iledir, teslimden sonra mülk sahibi olmak ve ödeme/za-man iledir. Müşteri mebiye akitle malik olmuş ve teslim aldıktan sonra da masraflarını üzerine almıştır.

Gasb edenin, malı sahibine ödemesi vacibtir, buna göre gasb ettiği maldaki fazlalıkların da gasb edenin olması lazım-dır, halbuki bu fazlalıklar da asıl mal sahibinindir, niçin?

– Gasbedenin ödemesi sorumluluğu hususi bir ödemedir, yani bununla zamanı mülk kasdedilir. Netice; bir şeyin menfa ati, o şey kim adına telef olursa o kişiye aittir. Gasb eden kişi, gasb ettiği mal onun ödemesi altında olsa da, lakin mülkiyyet ona ait değildir.

86. MADDE:

َاْلاَجْرُ وَ الضَّمَانُ لاَ يَجْتَمِعَانِ
Ücret ve zaman, bir arada olmaz.

Ödenme sorumluluğu olan yerde ücret vermekte gerekli olmaz. Mesela kişi bir hayvan kiralasa, kusuru olmaksızın hayvan telef olsa, sadece kira ücretini öder. Hayvanı gasb etse ve telef olsa, sadece kıymetini öder, ücret gerekmez.

Misal: Hayvanı binmek için kiralasa, üzerine yük yüklese ve hayvan telef olsa, hayvanın kıymetini öder, ayrıca ücret ödenmesi istenmez.

Hayvanı gasb etse ve kullansa, hayvan elinde helak olsa, sahibine hayvanın kıymetini öder; eğer hayvanı helak olma-dan sahibine geri verirse, kullandığından dolayı ücret vermesi gerekmez; ancak hayvan yetim çocuğun ise veya vakıf ise veya gelir getirmek için hazırlanmış bir yer ise bu durumlarda ücretini ödemesi gerekir.

Ücret ve ödemenin bir arada olmaması için şart, sebeb ve mahallin bir olmasıdır. Değilse iki şey de gerekli olur.

Misali: Birisi, başkasına sadece kendisinin belli bir yere kadar binmesi için bir hayvan kiraya verse, o kişi kendisi bindi ği halde arkasına (terikesine) başka birini oturtsa, eğer hay-van konuşulan mesafeye vardıktan sonra telef olsa bakılır; eğer hayvan iki kişiyi taşıyacak güçte ise, konuşulan ücret ve hayvanın kıymetinin yarısı gerekli olur. Burda maksud mesafe ye ulaştığından ücret gerekti, arkasına başkasını aldığın dan haddi aşmakla hayvanın değerinin yarısına zamin oldu. Zira burda, iki şeyin sebebleri değişiktir.

87. MADDE:

اَلْغَرْمُ بِالْغَنَمِ
Ödeme, menfaat karşılığındadır.

Bir şeyin menfaatine nail olan, zararını da üzerine alır. Mesela: Bir maldaki ortaklardan herbiri için, malın zararından kendi hissesi miktarınca lazım gelir; nasıl ki kârdan da kendi hissesince istifade ederse.

Satışlarda yazılan senedin yazma ücreti müşteriye aittir, zira bunun menfaati müşteriye döner.

Ortak olan malın tamirine ihtiyaç duyulsa, her bir ortak kendi hissesince masrafa katkıda bulunacaktır.

İki komşu arasında ortak olan duvarın tamirinde, her ikisi de masrafı ortak olarak karşılar.

Vakıf binasında oturan kişi, tamirini yapmaya mecbur-dur.

yuksel dedi ki...

88. MADDE:

اَلنِّعْمَةُ بِقَدَرِ النِّقْمَةِ وَ النِّقْمَةُ بِقَدَرِ النِّعْمَةِ
Nimet, külfet miktarıncadır. Külfet te, nimet mikta-rıncadır.

Bu kaidenin ilk kısmı, evvelki kaidenin manasındadır.

Misal: Yolda bulunan ve babası-velisi bilinmeyen çocu-ğun masrafları hazineden ödenir, adam öldürse diyet yine hazineden ödenir. Aynı şekil de bu çocuğun malı olsa ve ölse, malları hazineye kalır.

89. MADDE:

يُضَافُ الْفِعْلُ اِلَى الْفَاعِلِ لاَ اْﻵمِرِ مَا لَمْ يَكُنْ مُجْبِرًا
Fiilin hükmü, failine izafe edilir, mücbir olmadıkça amirine izafe edilmez.

Misal: Birisi, başkasına “Filancının malını telef et.” dese ve diğeri bunu yapsa, ödeme sorumluluğu telef edene aittir, zira emreden kişi burda şer’an cebredici değildir. Hemde emredenin, başkasının malında bir tasarrufu da yoktur.

Bir kimseye, satılan koyunun kesilmesini emretse ve emredilen de, bunun satıldığını bilerek koyunu kesse, asıl müşterinin, koyunu kesen kişiye ödettirmesi hakkı vardır. Emredene ödettiremez. Yani emreden kişi, mecbur bırakacak şekilde zorlama (ikrah) ile emretmemişse, (sadece sözle emretmişse), ödeme sorumluluğu emredene ait değildir.

Müstesna:

Akıl baliğ birisi, bir malı telef etmekle bir çocuğa emret-se, çocuk malı telef ederse, ödeme çocuğun malından olur; ancak çocuğun velisinin, ödenen miktarı almak için emredene dönme hakkı vardır. Fakat emreden kişi de çocuk ise, velinin asla ödenen meblağı dönüp alma hakkı yoktur.

90. MADDE:

اِذَا اجْتَمَعَ الْمُبَاشِرُ وَ الْمُتَسَبِّبُ اُضِيفَ الْحُكْمُ اِلَى الْمُبَاشِرِ
İşe mübaşeret edenle sebeb olan bir arada topla-şırsa, hüküm mübaşeret edene izafe edilir.

Bir şeyi yapan mübaşirdir. Sebeb olan, o işin vukuuna götüren şeyi yapandır. Sebeb olanın işi mutlaka kötü neticeye götürmez. Bu yüzden işin vukuunda ödeme sorumluluğu, bizzat işi yapan (mübaşir olan) failedir, sebeb olana değil.

Mübaşir: İşin meydana gelmesinde bizzat fiili vakı’ olan, araya başkasının fiili girmeyendir.

Misal: Birisi umumun yolunda bir kuyu kazsa, diğer birisi başkasının hayvanını o kuyuya atsa ve hayvan telef olsa, hayvanı kuyuya atan kıymetini öder, kuyuyu kazan ödemez. Zira sadece kuyunun kazılması, hayvanın telef olmasını gerek-tirmez, belki mübaşir olanın fiili ile hayvan telef olmuştur.

Ancak birisi şöyle bir itiraz getirebilir; eğer kuyu kazılma saydı asla hayvan oraya düşmeyecekti? Cevaben deriz ki; telef olma işi son fiille hasıl oldu ki o da kuyuya atma işidir, hüküm ona izafe edilir.

Eğer hayvan kendisi gelip kuyuya düşmüşse bakılır; eğer kuyu idarecilerin izni olmadan kazılmışsa, ödeme işi kuyuyu kazan kişiye döner.

Mesela birisi bir hırsıza yol gösterip başkasının malını haber verse, hırsız da onu çalsa, yol gösterenin ödemesi gerekmez.

Birisi başkasının ahırının kapısını açsa ve atın ipini çözse, hırsız gelip atı götürse, ödeme sorumluluğu hırsıza aittir.

Eğer sebeb telefe götürür cinsten olursa, o zaman ödeme sorumluluğu sebeb olana döner. Misali: İki kişi tartışsa ve birbirlerinin elbiselerini çekince birinin cebinden saati düşse ve kırılsa, düşürmeye sebeb olan kişinin ödemesi gerekli olur.

Mesela, birisi zeytinyağı dolu tulumu delse, veya asılı olan kandilin ipini kesse, yağ veya kandil telef olsa, sebeb olan kişi öder.

yuksel dedi ki...

Müstesna:

Emanetçi olan kişi, yanında olan malı hırsıza haber verse ve hırsız malı çalsa, emanet yanında olan kişi öder, zira emaneti korumakta kusur işlemiştir. Emanet yanında olan, ödediği miktarı işe mübaşir olan hırsızdan alma hakkına sahiptir.

Şahitler, hakimin onlar sebebiyle verdiği hükmünden sonra şehadetten dönseler, ödeme sorumluluğu hakime değil de sebeb olan şahitlere gerekli olur. Zira hakim, şehadetin edasından sonra hüküm vermeye mecburdur, sanki şahitler şehadet etmekle onu hüküm vermeye zorlamış gibidir. Haki-min ödemesi gerekli olsaydı, hiç kimse hakimlik vazifesini yük lenmezdi. Bu durumda insanların pek çok işleri âtıl kalırdı. Bu yüzden ödeme sorumluluğu, hükme sebeb olan şahitlerin üze-rine yüklendi.

91. MADDE:

اَلْجَوَازُ الشَّرْعِىُّ يُنَافِى الضَّمَانَ
Şer’î cevaz, ödemeye zıtt olur.

Kişiye şeriatın cevaz verdiği bir işi yapmak, bir zarara sebeb olsa da caiz olur.

Mesela kendi mülkünde kuyu kazmakla, oraya bir hay-van gelip düşse, kuyuyu kazanın bir şey ödemesi gerekmez. Zira kişinin kendi mülkünde tasarrufu, selamet şartıyla kayıtlı değildir. Fakat umumun yoluna izinsiz olarak kuyu açarsa, telef olan şeyi öder. Zira, kendine ait olmayan yerde izinsiz kuyu açma hakkına sahip değildir.

Yük taşımak için hayvan kiralasa, hayvana mutad miktar veya daha az yük yüklese ve hayvan telef olsa, kiralayan bir şey ödemez.

Emanete bırakılan hayvanın masraflarını, emanet alan kişi hakimin emriyle hayvan sahibinin parasıyla ödese, sonra-dan emanetçinin, hayvan sahibine bu miktarı ödemesi gerek-mez.

Bir kimseye yemek ikram etse, sonrada ücretini talep etse, ücret gerekli olmaz.

Müstesna:

Açlıktan helak olacak kişinin, başkasının malından bir miktarı izinsiz yemesi caizdir, fakat ücretini ödeyecektir.

92. MADDE:

اَلْمُبَاشِرُ ضَامِنٌ وَ اِنْ لَمْ يَتَعَمَّدْ
Mübaşir, kasdetmese de zamin olur.

Başkasının malını telefi kasdetse de kasdetmese de, mübaşir olan verdiği zararı öder. Sebeb olan ile bunun farkı, sebeb olanda kasıtlı olması şarttır, mübaşirde değil. Zira mübaşirde fiil, bizzat mübaşeret edenin fiili ile olmaktadır ve fiilin müstakil illeti mübaşeretidir, hükmü ona dayandırmak-tan kurtulamayız. Sebeb olmak müstakil illet değildir, burda fiilin meydana gelmesi için kasıt lazım geldi ki ödeme lazım gelsin.

Misal: Birisi bir bakkala girse, ayağı kayıp bal küpünü kırsa, kıymetini öder.

Demircinin körüğünden veya kaynak kıvılcımlarında sıçra yan alevler birinin elbisesini yaksa, demirci öder.

Oduncu odun kırarken sıçrayan bir parça, komşunun camını kırsa, oduncu öder.

Birini, duvarını yıkmak için ücretle çalıştırsa, duvardan kayan bir taş başka birini öldürse, çalışan kişi diyeti öder.

Burdaki işlerde mübaşeret bulunduğundan, kasıtlı olup olmamasına bakılmaz.

93. MADDE:

اَلْمُتَسَبِّبُ لاَ يَضْمَنُ اِلاَّ بِالتَّعَمُّدِ
Sebeb olan, ancak kasıtlı olmakla öder.

Sebeb olanın ödemesinde iki şart vardır.

1- Kasıtlı olması.

2- Haddi aşması/tecavüz etmesi.

Kişinin elinden hayvanı kaçıp birine zarar verse, hayvan sahibi kasıtlı olmadıkça bir şey ödemez.

Birisi kendi arsasında kuru otları yaksa ve ateş başka-sının bir şeyini yakıp zarar verse, ateşi yakan kişi ödemez; ancak kasıtlı olarak ateşi yakmışsa; mesela rüzgarlı bir günde ise, verdiği zararı öder.

Bunun gibi, izinsiz olarak umumun geçtiği yola kuyu kaz-sa, içine bir hayvan düşüp helak olsa, kuyuyu kazan haksız olduğundan öder.

Kendi arazisini mutad şekilde sulasa, suyun bir kısmı yan araziye akıp oraya zarar verse, sulayan kişi bir şey ödemez. Eğer adetin hılafına bir sulama yapmışsa, bu durumda verdiği zararı öder.

yuksel dedi ki...

94. MADDE:

جِنَايَةُ الْعَجْمَاءَ جُبَارٌ
Hayvanın verdiği zarar hederdir.

Hayvanın verdiği telef, heder olup sahibi bir şey ödemez. Ancak sahibinin kastı ve noksanlığı olmamalıdır.

Mesela: İki kişi hayvanlarını hususi bağlanan yere bağla-salar, birinin atı, diğerinin atını helak etse, telef eden at sahi-binin bir şey ödemesi gerekmez.

Birinin kedisi, başkasının kuşunu telef etse, kedi sahibi bir şey ödemez.

Fakat hayvan sahibinin kasdı ve kusuru olmamalı demiş-tik; mesela:

Kişi hayvanlarını başkasının ekili arazisine salıverirse, verdikleri zararı öder. Kendi hayvanlarının başkasının arazisi-ne girip ekinlere zarar verdiğini görse ve men etmese, verilen zararı öder, zira men etmekte kusurlu olmuştur.

Umumun geçtiği yola hayvanını salıverse, bu gibisinin yola salıverilmesi adet olmasa, hayvan yolda birini öldürse veya bir zarar verse, hayvan sahibi ölünün diyetini veya verdi ği zararları öder.

Saldırgan köpek, köye veya mahalleye gelenler tarafın-dan sahibine seslenip; “Bunu muhafaza et, tut” dense de köpek sahibi köpeği tutmasa, verdiği zararı köpek sahibi öder.

95. MADDE:

َاْلاَمْرُ بِالتَّصَرُّفِ فِى مِلْكِ الْغَيْرِ بَاطِلٌ
Başkasının mülkünde tasarrufla emretmek batıldır.

Başkasının malında tasarruf etmekle olan emre itibar edilmez. Bunun üzerine bir hüküm terettüb etmez. Bu emir batıl ve sahih olmayınca sanki bir meşvere veya nasihat gibi olup, emredenin bu yüzden bir sorumluluğu olmaz.

Geride geçen mübaşirle alakalı kaideye göre, başkasının emri ile bir işi yapanın kendisi, verdiği zararları öder.

Ancak, emredenin kendi malı zannedip kişi o malı telef etse ve sonradan bunun başkasının malı olduğu anlaşılsa, em-redilen kişi zararı öder ve ödediğini emredenden dönüp alır.

Birine şu duvara bir kapı yap dese, emredilen de duvarı delip kapı yapsa, sonra duvarın emredenin olmadığı anlaşılsa kapıyı yapan zararı öder.

Fakat duvarın olduğu binadan bir kişi bunu emretse veya emreden benim için kapı yap demişse, bu durumlarda kapıyı yapan zararı ödese de emredenden dönüp alır.

Emrin batıl olması iki şeye dayanır:

1- Başkasının mülkü olması.

2- Emredenin velayetinin olmaması.

yuksel dedi ki...

96. MADDE:

لاَ يَجُوزُ ِلاَحَدٍ اَنْ يَتَصَرَّفَ فِى مِلْكِ الْغَيْرِ بِلاَ اِذْنِهِ
Bir kimse için, başkasının mülkünde, onun izni olmadan tasarruf etmek caiz değildir.

Birisi, başkasının duvarı hizasına kadar yükselen bir duvar yapmak istese ve komşunun duvarını kullanmak istese, komşunun izni olmadan duvarını kullanamaz. Komşu kullan-maya izin verse ve sonra izninden dönse caizdir.

Başkasının arazisine veya binasına izinsiz girmek te caiz olmaz.

Ortakların birinin, diğerinin izni olmadan ortak hayvana binmesi veya üzerinde bir şey taşıması caiz olmaz.

İzin bazan açık olur: Birini vekil tayin etmek gibi.

Bazen izin delalet üzere olur: Helak olmak üzere olan bir koyunu çobanın kesmesi gibi. Çoban açıkça koyunu kesmeye izinli değildir, fakat istihsanen izinli sayılır.

Geride geçen kaidelerde veli ve vasiy olan kimselerin, maldaki tasar ruflarının geçerli olduğu zikredilmişti.

Mesela yangın esnasında, yangını durdurmak için idare-ciler, yakında olan binaları, sahiblerinin izni olmadan yıktıra-bilirler. Zira idarecilerin umuma ait velayetleri vardır.

Eğer zaruret olursa, başkasının malında izinsiz tasarruf caiz olur.

Mesela, birinin elbisesi komşunun bahçesine düşse, kom şunun izni olmasa da oraya girip elbisesini alabilir.

Hasta olan kişinin tedavisi için, onun malından oğlu veya babası harcayabilir, buna izin adet cihetinden sabittir.

Seferde olanlardan biri ölse, arkadaşları onun kefen ve mezar masraflarını malından harcarlar ve kalan malını varisle-rine verirler.

97. MADDE:

لاَ يَجُوزُ ِلاَحَدٍ اَنْ يَأْخُذَ مَالَ اَحَدٍ بِلاَ سَبَبِ شَرْعِىٍّ
Hiçbir kimse için, başkasının malını şer’î bir sebeb olmaksızın almak caiz olmaz.

Şaka maksadıyla veya kızdırmak için birinin malını almak la kişi, gasb edici veya hırsız olmaz fakat, şeriatın izin vermediği bir fiil olduğundan günah işlemiş olur.

Bu sebeble bulunan malın veya rüşvet olarak alınan veya gasb edilen malın aynen sahibine iadesi gerekir; eğer telef olduysa kıymetinin verilmesi gerekir.

İki kişi bir borç üzerine bir mal ile anlaşsalar, sonradan böyle bir borcun olmadığı açığa çıksa, malı alanın diğerine onu geri vermesi gerekir.

Satıcı ile müşteri malda olan bir ayıp hakkında davalaş-salar, neticede ayıp sebebiyle ücretten bir miktar düşülse, daha sonra ayıbın olmadığı veya kendi kendine yok olduğu anlaşılsa, müşterinin aldığı miktarı satıcıya geri vermesi gere-kir.

Birisi hakime rüşvet verse ve sonra buna pişman olsa, hakimden verdiği rüşveti geri isteyebilir.

Unutarak başkasının malını alan kişi, hatırlayınca onu sahibine vermelidir, zira unutmak, kul haklarında özür değil-dir.

yuksel dedi ki...

98. MADDE:

تَبَدُّلُ السَّبَبِ الْمُلْكِ قَائِمٌ مَقَامَ تَبَدُّلِ الذَّاتِ
Mülk sebebinin değişmesi, zatın değişmesi yerine kaimdir.

Bir şeyin malik olma sebebi değişince, hükmen o şeyin zatının da değiştiği sabit olur.

Mesela: Birisi başkasına bir at hibe etse ve ona teslim etse, bu kişi de atı başkasına hibe edip teslim etse, ilk hibe eden hibesinden dönemez, zira at el değiştirmekle sanki kendi hibe ettiğinden başka bir at olmuştur. Hatta son hibeyi alan kişi, atı ilk hibe edene ücret karşılığında satabilir. Burda, hibe edenin hibesinden dönmesine mani olmak için, hile yapılmış oldu.

Mülk sebebi üçtür:

Satış ve hibe – Miras – Mubah olarak elde etmek.

Üçüncüsünün misali, avlanmak, yağmur suyunu topla-mak, kimsenin arazisi olmayan yerlerde ot veya çiçek topla-mak gibi. Kişi böyle bir şeyi alınca, artık onun mülkü olur, başkası onu izinsiz kullanamaz.

Sadaka ve hediyelerde durum aynıdır. Kişi damadına zekat verse, sonra onun evinde bir şey yemesi veya içmesi caiz olur, zira damadının teslim almasıyla malın hükmü değiş-miştir.

99. MADDE:

مَنِ اسْتَعْجَلَ الشَّيْئَ قَبْلَ اَوَانِهِ عُوقِبَ بِحِرْمَانِهِ
Her kim bir şeyi vaktinden evvel acele elde etmek isterse, ondan mahrum olmakla cezalanır.

Birisi müverrisini (babasını), mirasa konmak için öldürse, mirastan mahrum olur. Zira vakti gelmeden evvel mirasa sahib olmak istemiştir, bu yüzden mirastan mahrum edilir. (Ayrıca ya kısas edilir veya keffaret öder.)

Vasıyyet edilen kişi de, kendine vasıyyet edeni bu sebeb le öldürse, vasıyyetten mahrum edilir.

Eğer öldürme işi kısas veya keffaret gerektirmeyen şekil-de olursa, bu durumda mirastan mahrum olmaz.

Mesela çocuğun veya delinin öldürmesi, kocanın veya mahremlerden birinin, zina sebebiyle kadını öldürmesi gibi. Bunlarda mirastan mahrum edilmez.

Ölüm hastalığında hanımını mirastan mahrum etmek isteyen koca onu üç talakla boşasa, kadın iddet içinde iken koca ölse, kadın mirastan mahrum olmaz.

Müstesna:

Borçlu kişi, alacaklıyı öldürse, borcun müddeti olsa da hemen ödenmesi lazım gelir.

yuksel dedi ki...

100. MADDE:

مَنْ سَعَى فِى نَقْضِ مَا تَمَّ مِنْ جِهَتِهِ فَسَعْيُهُ مَرْدُودٌ عَلَيْهِ
Her kim, kendi tarafından tamam olan şeyi bozma-ya sa’y ederse, bu sa’yi (gayreti) red olunur.

Kişi kendi tarafından tamam olan şeyi bozmaya kalksa, bu fiili geçersiz olur.

Mesela: Malını birisine satsa, akit yapanlardan biri satışın fuzuli satışı olduğunu iddia etse, burda söz, sıhhati ve aktin geçerli olduğunu iddia edenin sözüdür.

Birisi emanetçiye gelip, emanet verenin vekili olduğunu söyleyerek emaneti istese, emanetçi de ona emaneti verse, daha sonra vekaletin sabit olmadığını iddia ederek vekilden emaneti geri isteyemez.

Buluğ haline ihtimali olan mümeyyiz çocuk bir malı satsa veya satınalsa, buluğ çağında olduğunu itiraf etse, daha sonra baliğ olmadığını iddia etse, bu iddiası geçerli olmaz, satışı veya satın-alışı geçerli olur.

Müstesnalar:

Çocuğun babası veya vakıf mütevellisinden biri veya çocuğun malındaki vasiy, çocuğun veya vakfın malını başka-sına satsa, sonra (baba veya vasiy) satışta aldanma olduğunu iddia etse, bu durum sabit olursa satış fesh edilir.

Müşteri, satıcının sattığı şeyi daha evvel mescid yapmış veya kabristanlık yapmış veya vakfeylemiş olduğunu iddia etse, isbat edilirse satış akti bozulur.

Not: Mecelenin tamamı 1851 madde olup biz bu eseri-mizde sadece umumi olan 100 tanesini zikrettik. İnşaallah, okuyucularımız tarafından anlaşılması kolay olmuştur.

Aksi takdirde, ilmi-fıkhi seviyenizi biraz daha yükselt-meniz gerekmektedir, zira bu kaidelerin en güzel izahı, yine arapça olmasıyla mümkündür.

İslamın şu değişmez kaideleri, zamanımızda kullanıldığı gibi kıyamete kadar daim olacaktır. Bunlara tabi olanlar, dünya ve ahıret saadetine nail oldukları gibi, ahıret sorumlulu-ğundan da kurtulmuş olacaklardır.

Allahu teâlâ’ya sonsuz hamd, Sevgili Peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve tabileri üzerine, sürekli salat ve selam olsun.

yuksel dedi ki...

Kaynak:İlim küpü Ali Kara Hocamızdan www.ihvanlar.net

yuksel dedi ki...

Kula yönelen bütün teklifler, vahiy vasıtasıyla gelmiş, namaz ise Resulullah s.a.v.e vasıtasız olarak Rabbi tarafından bizzat verilmiştir.
Ruhu'l Furkan cilt 12. sy.586.

yuksel dedi ki...

Hakikat-ı İslâmiye bütün siyasetin fevkindedir.Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir.Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine âlet etsin.
Risale-i Nur
Hutbe-i Samiye.

yuksel dedi ki...

bahr-i muhit-i esiri: "esir" okyanusu ; atom denilen zerreciklerin yapısındaki (elektron,proton, pozitron, nötron, nötrino vb.)...
Risale-i Nur'un Büyük lügatı.sy.73.

yuksel dedi ki...

...parçacıklardan daha ince madde parçacıklarından oluşan, atom içi ve yıldızlar arası bütün alanları okyanus gibi doldurup kuşatan, son derece küçük parçacıklardan oluşan ortam.
Risale-i Nur'un Büyük Lügatı.sy.73.

yuksel dedi ki...

İnsan ömru boyunca bolluk icinde yaşasa bile ne hazin ki son nefeste butun fani varliği terk edecek ancak bir kenfenle topragin sinesine girecektir. Bundan daha hazini onani ise butun dunyaliklar elinden alinmasina ragmen bir de o nimetlerin inceden inceye hesabini vermek zorunda kalacaktir.
Altinoluk 37. Sf
Her lokma, içinde mazisinin manevi dosyalarini tasir. O lokma helalden mi, haramdan mi kazanildi? Üzerinde bir goz hakki miras hakki, zekat borcu var mi?..
Bütün bu kayitlarin musbet ve menfi tesirleri,o lokmayi yiyenede sirayet eder. Müsbet ise gonle feyz ve ruhaniyet olarak, menfi ise gaflet ve kasvet olarak akseder.altinoluk dergisi sf 33
Osman nuri topbas
Mart 2018

yuksel dedi ki...

Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar
(Vecize) hakikat kıvılcımı, farklı düşüncelerin çatışmasından doğar.
Risale-i Nur'un Büyük Lügatı.sy.76.

yuksel dedi ki...

...evet ! Yola çıkarken beş harfi azık olarak almıştım. dedi. Ben: O beş harf hangileridir? diye sorunca , o Allahu Teala'nın Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sâd, kavl-i şerifidir.dedi.
Ben bu harflerin manasını sorunca o: Kâf ; Kâfi, Hâ; Hâdi, Yâ Müeddi,Ayn; Alim,Sâd ise Sâdık demektir....
Ruhu'l Furkan cilt 12. sy.599.

yuksel dedi ki...

Bir kimsenin sahibi, Kâfi, Hâdi, Müeddi, Âlim ve Sâdık (yeterli, erdirici, ödeyici, bilici ve doğru) olursa, zayi olmaz, bir şeyden korkmaz, azık ve su taşımaya da muhtaç olmaz.dedi.
Ruhu'l Furkan Tefsiri.cilt 12. sy.599.

yuksel dedi ki...

Batın:...Allah c.c.ın mübarek ismi, Kur'an'da 57/3 ayetinde ve Esma-i Hüsna hadisinde 76.'ıncı sırada geçer. İşaret edilen ayetin tasavvufta çok önemli bir yeri vardır.
Risale-i Nur'un Büyük Lügatı.sy.78.

yuksel dedi ki...

Batın: İnsanın bilme imkânı ve sınırlarının ötesinde olan ve gizli her şeyi bilen (Allah c.c.)
Risale-i Nur'un Büyük Lügatı.sy.78.

yuksel dedi ki...

57. Hadîd Sûresi

Medine döneminde nâzil olmuştur. 29 âyettir. Hadîd, “demir” demektir. Sûre adını, demirin önemine işaret eden 25. âyetten almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Göklerde ve yerde olan her şey, Allah’ı tesbih eder. O, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir. [krş. 17/44]

2. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı yalnız) O’nundur. Hem diriltir, hem öldürür. O, her şeye kâdirdir.

3. O (Allah); hem ilktir, hem son(suz kalacak olan)dır. Zâhir’dir (varlığının delilleri açıktır). Bâtın’dır (zâtının hakikati gizlidir). O, her şeyi hakkıyla bilendir.

4. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükümran olandır. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni hep O bilir. Nerede olsanız sizinle beraberdir. Allah (bütün) yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

5. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) ancak Allah’ındır. Bütün işler ancak O’na döndürülür.

yuksel dedi ki...

Ve bütün işler Allah c.c.a irca' olunur-çünkü evvel ve ahir odur. Binaenaleyh gerek mal-ü milkinizde ve gerek sair hususattaki tesarrufatınız dahi evvel ve âhiri ona irca' olunmak ve hepsi ona ubudiyyet namına icra edilmek iktıza eder.
Hak Dini Kur'an Dili cilt.7.sy.4732.

yuksel dedi ki...

ya'ni zamanın acı tatlı bütün inkılâbat ve tehevvülâtı onun tahti hükmündedir. Gamları sürura, sürurları gama tebdil eder. Zulmet içinde nur, nur içinde zulmet yaratır. hem O bütün sinelerin künhünü bilir.-En gizli fikirleri, niyyetleri elemleri, kederleri ve her türlü tehassüsatı bilir...
Hak Dini Kur'an Dili cilt.7. sy.4732.

yuksel dedi ki...

...fukuha,"Delil bulunmadığı yerlerde kimsenin, kimse hakkındaki tasarrufunun geçerli olmadığı" hükmünü çıkarmışlardır.
Ruhu'l Furkan cilt 12.sy.605.

yuksel dedi ki...

Kitap, bilginin anahtarıdır.
Kitap, kafada taşınan fenerdir.
Korku olan yerde adalet olmaz.
Koşan ata, mahmuz vurulmaz.
Koşullara göre yargılar değişir.
Dünya Atasözleri.sy.275.

yuksel dedi ki...

Suyuti (Rahimehullah) ın beyanına göre bu ayet-i celile; Kimsenin kimsenin fiiliyle cezalandırılmayacağı hususunda, temel bir kaide teşkil etmektedir.
Ruhu'l Furkan cilt. 12. sy.607.

yuksel dedi ki...

Ayetin hadisle neshi caiz midir, değil midir? Bu hususta ictihad mertebesinde bulunan alimlerin görüşleri farklıdır.
İlimde derinleşmiş imâmlara göre bu câizdir.
İlmin ışığında Asrın Kur'an Tefsiri.cilt 1.sy.295.

yuksel dedi ki...

Kısa bir ömürde, az bir lezzet için; ebedi,daimi hayatını ve saadet-i ebediyesini berbat etmek, ehl-i aklın kârı değil.
Risale-i Nur.
Mektubat.

yuksel dedi ki...

Kimin için Allah c.c. var, ona her şey var. Kimin için Allah c.c. yoksa, her şey ona yoktur,hiçtir.
Risale-i Nur
Şualar Mecmuası sy.244.

yuksel dedi ki...

Küfrün sarhoşluğuyla gözleri dönen ve bu yüzden Allah c.c.a dosdoğru inananların kanına susayan kâfirler bu konuda sivrisineğe benzetilmiştir.
İlmin Işığında Asrın Kur'an Tefsiri cilt 1.sy.136.

yuksel dedi ki...

Zira, eğer tamamen bedahet derecesinde bir alamet-i Kıyamet görülse, herkes tasdika muztar olsa; o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidat ile beraber kalır.
Risale-i Nur
Sözler sy.341.

yuksel dedi ki...

Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zâyi olur. İşte bunun için Mehdi ve Süfyan mes'eleleri gibi çok mes'elelerde çok ihtilâf olmuş. Hem, rivâyat dahi çok muhteliftir, birbirine zıd hükümler olmuş.
Risale-i Nur.
Sözler.sy.341.

yuksel dedi ki...

Hidayet yolunun alternatifi yoktur.
Delalet. Fikri ve itikadi sapıklık,
Sefahet.ameli sapıklık demektir.
Katre dost tv.

yuksel dedi ki...

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacatı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister.
Said Nursi Söz, yimi üçüncü söz.

yuksel dedi ki...

Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedi Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemil-i Zulcelâli de görmeye müştaktır.
Bediüzzaman said Nursi.

yuksel dedi ki...

Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyaret etmek ve firâk-ı ebediden kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaip olan ahiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kâdir-i Mutlakın degâhına ilticaya muhtaçtır.
Said Nursi.

yuksel dedi ki...

...Kâdir-i Mutlakın dergâhına ilticaya muhtaçtır.
Bediüzzaman Said Nursi.

yuksel dedi ki...

Başarı yalnız sözlüklerde çalışmadan önce gelir.
Örgütsel Davranış.

yuksel dedi ki...

Aziz ve Celil olan Allah'dan seni takdim etmesini (önce hilâfete geçmeni) üç kere istedim. Kabul etmedi. Ancak Ebu Bekir'i kabul etti.(Bu sözü Hz. Ali r.a.buyurdu.)
Ramuz-el Ehadis cilt 1.sy.293.p.10.

yuksel dedi ki...


Arapça 40 Hadis ve Anlamı

(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.
Müslim, İmân, 95.
2
اَلإِسْلاَمُ حُسْنُ الْخُلُقِ

İslâm, güzel ahlâktır.
Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.
3

مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ


İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.
Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.
4

يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا


Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.
Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.
5

إنَّ مِمَّا أدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ:


إذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ

yuksel dedi ki...


İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de:“Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.
Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.
6
اَلدَّالُّ عَلىَ الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ


Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.
Tirmizî, İlm, 14.
7

لاَ يُلْدَغُ اْلمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ


Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)
Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.
8

اِتَّقِ اللَّهَ حَـيْثُمَا كُنْتَ وَأتْبِـعِ السَّـيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا


وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ


Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.
Tirmizî, Birr, 55.
9

إنَّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ

yuksel dedi ki...


Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.
Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.
10

اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ


İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.
Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.
11

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ


Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.
12

عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَعَيْنٌ


بَاتَتْ تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ


İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.
Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.
13
لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ

yuksel dedi ki...



İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.
Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.
13
لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ

Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.
İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.
14

لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ


Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.
Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.
15

اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.
Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.
16

لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا


İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.
Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.

yuksel dedi ki...

ا حَتَّى تَحَابُّوا


İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.
Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.
17

اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ


Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.
Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.
18

لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إخْوَانًا


وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أنْ يَهْجُرَ أخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِةِ اَيَّامٍ


Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.
Buhârî, Edeb, 57, 58.
19

إنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إلَى الْبِرِّ وَ إنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إلَى الْجَنَّةِ وَإنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقًا وَ إنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إلَى الْفُجُورِ وَ إنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إلَى النَّارِ وَ إنَّ الرَّجُلَ لَيَـكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا

Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.
Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.
20

yuksel dedi ki...


لاَ تُمَارِ أخَاكَ وَلاَ تُمَازِحْهُ وَلاَ تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ


(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.
Tirmizî, Birr, 58.
21

تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ وَأمْرُكَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهْيُكَ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ وَإِرْشَادُكَ الرَّجُلَ فِي أرْضِ الضَّلاَلِ لَكَ صَدَقَةٌ وَإِمَاطَتُكَ الْحَجَرَ وَالشَّوْكَ وَالْعَظْمَ عَنِ الطَّرِيقِ لَكَ صَدَقَةٌ


(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.
Tirmizî, Birr, 36.
22

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ


Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;
Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.
23

رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ


Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır.


Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.
Tirmizî, Birr, 3.

yuksel dedi ki...


ثَلاَثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لاَ شَكَّ فِيهِنَّ:


دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ ، وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ


Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir:


Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.
İbn Mâce, Dua, 11.
25

مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ


Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir


hediye veremez.
Tirmizî, Birr, 33.
26

خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ


Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.
Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50

yuksel dedi ki...



Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.
Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50.
27

لَيْس مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا


Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı


göstermeyen bizden değildir.
Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.
28

كَافِلُ الْيَتِيمِ لَهُ أوْ لِغَيْرِهِ أنَا وَ هُوَ كَهَاتَيْنِ فيِ الْجَنَّةِ وَأشَارَ بِالسَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى


Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yanyanayız” buyurmuştur.
Buhârî, Talâk, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42.
29

اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ للهِ وَمَا هُنَّ قَالَ: اَلشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَ قَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إلاَّ بِالْحَقِّ وَأكْلُ الرِّبَا وَأكْلُ مَالِ اْليَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ

(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.
Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144

yuksel dedi ki...

29

اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ للهِ وَمَا هُنَّ قَالَ: اَلشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَ قَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إلاَّ بِالْحَقِّ وَأكْلُ الرِّبَا وَأكْلُ مَالِ اْليَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ

(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.
Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144.
30

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلاَ يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أوْ لِيَصْمُتْ


Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.
Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.
31

مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ


Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki;


ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.
Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.
32

اَلسَّاعِي عَلَى الأرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ


أوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ

yuksel dedi ki...

32

اَلسَّاعِي عَلَى الأرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ


أوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ

Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden
veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle
geçiren kimse gibidir.
Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41; baktabul
Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78.
33

كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ


Her insan hata eder.


Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.
34

عَجَبًا لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْس ذَاكَ لأحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَـكَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ


Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.
Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.
35

yuksel dedi ki...


مَنْ غَشَّـنَا فَلَيْس مِنَّا


Bizi aldatan bizden değildir.
Müslim, Îmân, 164.
36

لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَمَّامٌ


Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe)


cennete giremezler.
Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.
37

أعْطُوا الأجِيرَ أجْرَهُ قَبْلَ أنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ


İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.
İbn Mâce, Ruhûn, 4.
38
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُ مِنْهُ


طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ


Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.
Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.

yuksel dedi ki...

38
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُ مِنْهُ


طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ


Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.
Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.
39

إِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ


وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ألاَ وَهِيَ الْقَلْبُ


İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.
Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.
40

اِتَّقُوا اللَّهَ رَبَّـكُمْ وَصَلُّوا خَمْسَـكُمْ وَصُومُوا شَهْرَكُمْ وَأدُّوا زَكَاةَ أمْوَالِكُمْ وَأطِيعُوا ذَاأمْرِكُمْ تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّـكُمْ


Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekatını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz.
Tirmizî, Cum’a, 80

yuksel dedi ki...

Nitekim: Rabbimin acıdığı müstesna! Şüphesiz ki nefis, kötülüğü çokca emredicidir..
Bundan dolayı Resulullah s.a.v.( Ebu Bekre r.a.dan rivayet edilen ) duasında:
Ey Allah c.c. ım! Rahmetini umarım, göz açıp kapayacak kadar bile (az bir zaman) beni nefsime bırakma! varid olmuştur.
Ruhu'l Furkan Tefsiri. cilt 12.sy.631.

yuksel dedi ki...

Allah-u Tealâ bizi ve sizi, dini bozan ihtilaftan ve yakinin temelini sarsan çekişmelerden korusun.Ve bizleri doğruya muvaffak olanlardan eylesin. Şüphesiz ki O, kerim'dir, Müfiz'dir,Vehhab ( cömertçe feyizler yağdıran ve bolca karşılıksız hibelerde bulunan bir Zat) tır.
Âlusi:
Hiçbir yüklenici diğerinin yükünü yüklenmez.Çünkü melekler, günahın sahibinden başkasına soru yöneltmez.
Ruhu'l Furkan Tefsiri cilt 12.sy.633.

yuksel dedi ki...

Kayaya tos vuran, acısını kendi çeker.
Damıtılmış Sözler sy.21.
Doğruluktan eslem bir tarikat yoktur.
Doğruluk sonsuzluğun güneşidir Nasıl olsa doğar.
Damıtılmış sözler.sy.170.

yuksel dedi ki...

Güzel düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma ,
Ne varsa doğrudadır,doğruluk şaşar sanma.

Doğruluk çok büyük bir kuvvettir.
Doğru kimseye mağlup olmaz. Saadet doğruların bahçesinde yetişir.
Damıtılmış sözler sy.170.

yuksel dedi ki...

Danışmayı bırakarak doğruya erişilmez.Hz.Ali r.a.
Tartışırken, doğruluk hep kaybolur.
Doğru olan, haklı olandır.
Doğru kendini şiddete dayanmadan ortaya koymalıdır.
Doğrunun yardımcısı Allah c.c. dur.
Damıtılmış Sözler.sy.170.

yuksel dedi ki...

İnandığını yaşamazsan, yaşadığın gibi inanırsın.
Katre Dost TV.

yuksel dedi ki...

Bütün Kemalat vahiydendir.
Katre.dost tv.
Hz. Muhammed s.a.v.tanımayan diğer peygamberleride, Allah c.c. tanıyamaz.
Aklın kemali Hakkı tefekkür etmesidir.
Katre dost tv.

yuksel dedi ki...

Peygamberimizin yolundan ayrılmak insani düşüşe geçmektir.
Dost T.V. Katre.

yuksel dedi ki...

İncinin binlerce düşmanı olur.
İnci ele geçtikten sonra denize ne hacet.
Damıtılmış sözler sy.281.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Ol dost için ağuları,
Şeker gibi yutmak gerek!..

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Ol dost için ağuları,
Şeker gibi yutmak demek!..

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Ol dost için ağuları
Şeker gibi yutmak gerek
İmandan ihsana tasavvuf sy.291.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Ol dost için ağuları
Şeker gibi yutmak gerek
Tasavvuf sy.291.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Ay geceden ürkmediği
Karanlıklardan kaçmadığı içindirki nurlandı ışık saçmaya başladı.
Tasavvuf sy.291.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Gül de o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı.
İmandan ihsana tasavvuf sy.291.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Okullarda risale i Nur
Ramuz el ehadis okutulması lazım

Unknown dedi ki...

Toplumların dillerini okuyarak hayata bakış felsefelerinu kavrayabiliriz.
Bir milletin dili ruhudur, ruhu da dilidir.
Türk dili yazılı ve sözlü anlatım sayfa 6

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

İlim bütün iyiliklerin anahtarıdır
Hz Ali (ra)

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Okullarda Ruhu l Furkan da okutulmalıdır.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Bir anlamda, tek bir kişinin yöneylem araştırmasının tüm konularında veya ele alınan problemlerin çözümünün tümünde uzman olması beklenmemelidir. Bu nedenle ele alınan yine bir problemin yöneylem araştırması çalışması genellikle takım yaklaşımını gerekli kılar.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Bir örgütte takım ruhu geliştirilmez ve takım çalısmasına önem verilmez ise, o örgütün başarılı olması düşünülmemelidir.
Prof. Ahmet ÖZTÜRK
Yöneylem araştırmasına giriş sayfa 5

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Çünkü yanlış tanımlanmış problemden doğru yanıtın elde edilmesi zordur.
Yöneylem araştırmasına giriş.sy.6.7.8.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Yöneylem araştırması,
Yönetim bilimidir,
Bir karar analizidir,
Sorun çözme bilimidir.
Yöneylem araştırmasına giriş.sy.6.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Bir örgütün gelecekte sürekli başarılı olabilmesi için üç önemli esas vardır. Bunlar:
.olayları önceden tahmin etme
.yenilikçilik
.mükemmelliyetçilik
Yöneylem ataştımasına giriş sy.6.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Ölçüt ölçümler hakkında bir karara varırken kullanılan kriterlerdir.
Öğretimi planlama değerlendirme.sy.196.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Değerlendirme. Ölçümlerin ölçüt ve ölçütlerle kıyaslanarak bir karara varma işidir.
Öğretimi planlama ve değerlendirme.sy

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Batıni farzlar olan merhamet,şefkat,tevazu,ihlas,sabır,haya,adalet,tefekkür vb.
Şebnem.sy.21.nisan .2018

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Veya kumar,içki,zina,hırsızlık gibizahiri haramlardan kaçındığımız kadar.
Şebnem.nisan 2018.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

..gurur kibir,haset,riya,cimrilik,israf,tecessüs,gıybet,yalan vb.batıni haramlardanda ictinab edebiliyormuyuz?

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Gençlikte gaflet,yaşlılıkta acziyet içindesin,peki ne zaman Allah c.c.a kulluk edeceksin?
Şebnem nisan 2018

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Padişah soylu isen himmetin yüce olsun,tsç ve kemer verdi diye padişahın nimet ve yakınlığına doyma.
Şebnem.nisan.2018.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Gerçeği,insanların ölçüleri ile değil;insanları gerçeğin ölçüsü ile tanı.
Hz.Ali r.a.
Genç dergisi tarih gastesi

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Altın bıçak elma kesmez.
Atasözleri sözlüğü
Mehmet Hengirmen.sy.112.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Altın ateşte,insan mihnette belli olur.Atasözleri sözlüğü.sy.111.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.
Atasözleri sözlüğü.sy.111.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Allah uçamayan kuşa alçacık dal verir.
Atasözleri sözlüğü.sy.110.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Amelsiz alim yağmursuz bulut gibidir.
Atasözleri sözlüğü. sy.114.

Bisllahirrahmanirrahim dedi ki...

Ana hakkı Tanrı hakkı.
Atasözleri sözlüğü.sy.115.

yuksel dedi ki...

Bu kitap,"gerçek zorlukları halının altına süpürme" pahasına, olabildiğince kolay okunacak biçimde düzenlenmiştir.
Kalkülüs eksiksiz bir ders

yuksel dedi ki...

Bilim bir diferansiyel denklemdir.....
Kalkülüs sy.937.

yuksel dedi ki...

...karşımda keşfedilmemiş muhteşem bir okyonus dolusu gerçek var.
Kalkülüs cilt 2.sy.743.

yuksel dedi ki...

Firaset, perdelerin ardındakileri, yâni ötelerin sırlarını müşâhede edebilmektir. Zira sedefin içine bakabilenler, incilerin farkına varırlar.
İmandan ihsâna Tasavvuf sy.369.

yuksel dedi ki...

-Yahu Hüseyin Bey, dedi. Sizin üstad çok yalan söylüyor.
-Hangisi? Dedim.
-Paşa mıymış, neymiş.. İşte o, dedi.
-Söylemez, dedim.
-Allah aşkına, dedi. Şuna inanılır mı? Güya Müslümanlar kendisini o kadar severlermiş ki hapishaneye düşünce çocuklarına kırk kamyon oyuncak getirmişler. Kırk kamyon oyuncak Japonya’da bulunmaz yahu…
-Niye bulunmasın? O kırk kamyon dolusu oyuncak dememiş ki, kırk oyuncak kamyon demiş.
-Buna da inanmak zor ya… Haydi olabilir diyelim…
Birgün bir arkadaşımız sordu:
-Üstad, dedi. Yahudiler bu kadar dünyayı idare ediyorlar, milletleri köle yapıyorlar, insanları birbirine kıydırıyorlar, savaşlar çıkartıyorlar, kan döküyorlar, insanlığın kaderini çiziyorlar da seni nasıl öldürmediler!..
-Öldüremezler kardaşım… Ben Allah’ın koruması altındayım ve ecel de Allah’ın elinde…
-Amenna ve saddakna!..
Birgün ben de sormuştum:
-Üstad sana rüşvette mi teklif etmediler?
-Nasıl etmediler kardaşım? Ben Birinci Cihan Harbi’nde Umum Arabistan Cepheleri Başkumandanıyken, yüz on bir Yahudi bana on bir çuval pırlanta getirdiler. ( Hep küsurlu söylüyordu ki inandırıcı olsun ) Filistin’de karargâhımın kapısına yığdılar.
-Bize burada bir yurt ver… dediler. Ben ayağa kalktım ve:
-Vatan toprağı parayla satılmaz, defolun! Dedim. Çuvallara bir tekme vurdum. Pırlantalar, elmaslar haşşşş diye yerlere döküldü. Onların parıltısından ortalık aydınlandı. Herkes gece vakti güneş doğdu sandı.

yuksel dedi ki...

İttihad-ı İslam projesi:Medresetüzzehra.
...
Bu birlikteliğin reisi Fahr-i Alemdir(a.s.m.).
Köprü kış 2018.sayı.141.

yuksel dedi ki...

Nursi 'nin daha önce bahsi olunan toptancılığı reddetmek prensibi etkindir;bu prensibe binaen, yanlış bir fikir yüzünden ofikrin sahibinin doğru olması muhtemel diğer tüm fikirlerinin reddedilmesi, müsbet harekete zıddır.
Köprü.sayı.141.sy.126.

yuksel dedi ki...

Medresetüzzehra olarak isimlendirilen, din ilimleri ile fen ilimlerini buluşturma fikri Bediüzzaman tarafından geliştirilen ve kendi ifadesiyle elli beş sene bir gaye-i hayalim ve hayatının bir neticesi dediği bir projedir.
Köprü dergisi.sayı.141.sy.10.

yuksel dedi ki...

Bu millet âlim değildir, ama âriftir.Bu irfanı sayesinde pek çok şeyi okumuşlardan daha iyi sezer , fark eder ve bilir.
Köprü.sayı 141.sy 11.

yuksel dedi ki...

Akıllı insan, Allah c.c. ın verdiğine vereceğine şükreder.Allah vermezse de râzı olur, şikayet etmez. Akıllı insan;" Ben kazandım!" diye muvaffakiyetleri kendisine izafe etmez, mütevazı olur. Aklını çok beğenmez. Her işte başkaları ile istişare eder, başkalarının da aklından istifade eder.
Yüzakı dergisi.hayat notları.

yuksel dedi ki...

Allah-u Tealâ sizin bazınızı bazınızdan farklı derecelere yükseltti ki size, imtihan edenin muamelesini yaparak, şükürden ve küfürden neler yapacağıza bakacaktır.
Ruhul'l Furkan cilt 12.sy.657.

yuksel dedi ki...

Naklolunduğuna göre ; Cüneyd (kuddise Sırruhu) çocukluğunda sabilerle oynarken (dayısı ve şeyhi olan) Sırri Sakati (kuddise Sırruhu) ona: Ey çocuk! Şükür hakkında ne dersin? deyince o:
- "Şükür; O'nun nimetlerinden istifade edip, O'na karşı masiyetlere yardım almamandır" diye cevab verdi.
Ruhu'l Furkan cilt 12.sy.657.

yuksel dedi ki...

Her insanın kıymeti, güzel becerdiği işe göredir.
İmam-ı Ali r.a.
Demek ki , işini güzel yapan insan, varlık aleminde umduğunu bulmuş kişidir.
Ruhu'l Furkan cilt 12.sy.642.

yuksel dedi ki...

Dünyaya değer verilirse müslümanların islam'dan kaynaklanan heybeti kaybolur.
Lalegül tv.

yuksel dedi ki...

BeğenAntolojimYorumlarPaylaşTweetlePaylaş
Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi,
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?

Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?...
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...

Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!...

Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?.

yuksel dedi ki...

Ayasofya
BeğenAntolojimYorumlarPaylaşTweetlePaylaş
Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi,
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?

Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?...
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...

Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!...

Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?...

Ayasofya! Ayasofya!...Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...

Hani nerede?
Gönüllerden kubbelere,
Kubbelerden gönüllere
Gürül gürül akan Kur'an sesleri?...
Kur'an sesleri dindirilmiş,
Müslümanlar sindirilmiş!...
Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin
İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!...

Fethin, Fatih'in mabedinden kitab-ı mübini,
Bu ulu dini kaldıran kim?
Dinimize, imanımıza saldıran kim?
Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,
Kimin elidir?!...
Söyle Ayasofya, söyle.
Seni puthane yapan hangi delidir?!...

yuksel dedi ki...

lleri kurusun, dilleri kurusun!
Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...

Ayasofya,
Ey muhteşem mabet;
Gel etme,
Bizi terketme!...
Bizler, Fatih'in torunları, yakında putları devirip,
Yine seni camiye çevireceğiz...

Dindaşlarımızla,
Kanlı göz yaşlarımızla,
Abdest alarak secdelere kapanacağız,
Tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden dolduracak
İkinci bir fetih olacak,
Ezanlar bu fethin ilanını,
Ozanlar destanını yazacaklar...

yuksel dedi ki...

utperest Roma'ya yeni bir mezar kazacaklar, sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek! Şerefelerin yine Allah'ın ve O'nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed'in aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!...

Bu olacak Ayasofya,
Bu muhakkak olacak...
İkinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt...
Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
Ayasofya, belki yarından da yakın!...

yuksel dedi ki...

Osman Yüksel Sedengeçti.

yuksel dedi ki...

Osman Yüksel Serdengeçti.

yuksel dedi ki...

İslam dünyasındaki devletler hangi alanda güçlü olduklarını tespit edip organize olurlarsa batı dünyasını geçebilir islam birliği oluşturabilirler.

yuksel dedi ki...

Dünyada en uğursuz mezarcı, hakikatı gömendir.
Mezar, sonsuzluğun kapısıdır.
.sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.
.yemekle dolu bir midede hikmet durmaz.
.mide ve edep yerinin iffetini korumak kadar, faziletli ibadet yoktur.
Damıtılmış Sözler sy.356,357.

yuksel dedi ki...

Hz.Peygamber (s.a.v.)buyurmuştur ki:
Yüce Allah c.c.Musa bin İmran'a (a.s.) Tevtat'ta vahyetmiştir ki:
Ana hatalar üç tanedir.
-Kibir
-Haset
-Hırs.
Altın Öğütler.
İbn Hacer el-Askalani.sy.130.

yuksel dedi ki...

Bunlardan altı hata daha meydana gelir.Böylece dokuz olurlar:
-Tokluk
-Uyku
-Rahatlık
-Mal sevgisi
-övülme ve taktir edilme sevgisi
-Baş olma (liderlik) sevdası.
Altın Öğütler
İbn Hacer El-Askalani.sy.130.

yuksel dedi ki...

Hak ile meşgul olduğun müddetçe halkda senin işlerinle meşgul olsun.
Hikmetli sözler.Akra fm.

yuksel dedi ki...

Hz. Osman (r.a.) demiştir ki:
Kim beş vakit namazı vaktinde kılmaya devam ederse, Allah c.c. ona dokuz nimet ikram eder:
Allah c.c. onu sever,
Bedeni sağlıklı olur,
Melekler onu korur,
Evine bereket iner,
Altın öğütler İbn Hacer el-Askalani.sy.133,134.

yuksel dedi ki...

Siması (yüzü, çehresi) sâlih bir kul olduğunu gösterir,
Allah kalbini yumuşatır,
Sırat'tan şimşek gibi geçer,
Allah onu Cehennemden kurtarır,
Allah c.c. onu (Cennet'te) " Korkmayacak ve üzülmeyecek olanlar'ın (Yunus Suresi 10/62) yanına yerleştirir."
Altın Öğütler
İbn Hacer el-Askalani sy.134.

yuksel dedi ki...

Sevgilinin kızdığı şeyleri sevmek sevginin alameti değildir.Mevlâmız dünyayı yerdi, bizler ise methettik.O buğzetti, biz ise sevdik.İbrahim b. Ethem (k.s.)

yuksel dedi ki...

Düşünmek ışıktır.
Kadife eldiven içinde demirden el!
Elin yaptığı her şeyi bir başka el yıkabilir.
Edepsizlikle şeref birleşmez.
Edepsiz, yalnız kendine kötülük etmez, bütün çevreye ateş salar.
Damıtılmış sözler 190,191.

yuksel dedi ki...

Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyunamadın olacak,
Kimbilir nerde,nasıl kaçyaşında?
Damıtılmış Sözler sy.385.

yuksel dedi ki...

Ölüm Allah c.c.a giden yolun tek kapısıdır.
Ahireti düşünen insan dünyanın musibetlerine katlanır.Akra fm.hadisler deryası.
Mevtin acılığını sevdiklerimizin ölümünde tadarız.
Açmamak olmaz ölüm kapıyı çalınca.
Ölümün ilk işareti doğumdur.
Damıtılmış Sözler.sy.386,387.

yuksel dedi ki...

İnsan var, ökesiyle hıncından ölür;
İnsan var, yılların basıncından ölür...
Bir gün bakamaz kızarmadan çevresine:
Ey gökyüzü, insan var...utancından ölür.
Damıtılmış Sözler sy.387.

yuksel dedi ki...

Devletin en büyük ihtiyacı cesur bir baştır.
Damıtılmış Sözler sy.162.

yuksel dedi ki...

Dualar kabul olacak, hemen dua ediniz dense, ben duamı kendim için değil, devlet büyükleri için yapardım.
Özlü sözler sy.36.
İsmail Özcan

yuksel dedi ki...

Çünkü benim iyiliğimle halk pek bir şey kazanmaz. Ama idare edenlerin iyi olmaları ile Müslümanlar çok şey kazanır.
Özlü Sözler sy.36.
İsmail Özcan

yuksel dedi ki...

Yedi şeyde hayır yoktur: Huşu olmayan namazda, lüzumsuz şeylerden kaçınılmadan tutulan oruçta, düzgün telaffuz etmeden, acele ile Kur'an okumakta, günahlara engel olmayan ibadette, cömertlik bulunmayan malda, samimiyet bulunmayan dostlukta, ihlas olmayan duada.
Özlü Sözler sy.35,36.

yuksel dedi ki...

Altın bıçak elma kesmez.
Altın değerli bir madendir ama çelik ondan çok daha sert ve keskindir. Aynı şekilde her insanın toplumda ayrı bir yeri ve değeri vardır.
Atasözleri sözlüğü sy.112.
Mehmet Hengirmen

yuksel dedi ki...

Çok değerli ve bilgili bazı insanlar, bir işçinin yaptığı ağır işleri yapamaz.Ancak işçi de bilgin ve sanatçıların yaptığı işten anlamaz.
Atasözleri Sözlüğü sy.112.
Mehmet Hengirmen.

yuksel dedi ki...

Hikem(-i Ataiyye)de zikredildiği üzere
-iki şeyin hangisini yapacağına karar veremediğin zaman,bak onların hangisi nefse daha ağırsa onun peşine düş, çünkü mizanda ancak hak olan şey ağır gelir!
Ruhu'l Furkan cilt 13.sy.105.

yuksel dedi ki...

Vallahi! Bir kulun mizanı ancak hakka uymasıyla ağırlaşır, nefsin arzusuna uymasıyla da hafifleşir!
"Kutu'l Kulub" da zikredilen bu bilgi,nefsi mutmeinne sahibi olmayanlar hakkındadır.
Ruhu'l Furkan cilt 13. sy.105.

yuksel dedi ki...

Müminin kalbi Allah c.c.ın Arş'ıdır.
Hadis-i Şerif
Ruhu'l Furkan cilt 13. sy.18.

yuksel dedi ki...

Dil düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılamazsa, adetler ve kültür bozulur.
Türk Dili sy.7.

yuksel dedi ki...

Mustafa Kemal
'SABETAY SEVİ'nin soyudan geliyorum kendisine hayranım.
Keşke bu dünyadaki bütün Yahudiler onun mesihligi altında birleşse..'
Sırr-ı inna A'tayna
Rumuzat-i Semaniye
Mâidet-ül-Kur'an sy 83

yuksel dedi ki...

Mustafa Kemal
'SABETAY SEVİ'nin soyundan geliyorum kendisine hayranım.
Keşke bu dünyadaki bütün Yahudiler onun mesihligi altında birleşse..'
Sırr-ı inna A'tayna
Rumuzat-i Semaniye
Mâidet-ül-Kur'an sy 83

YANITLASİL

yuksel31 Temmuz 2022 15:53
Mustafa Kemal Atatürk ün vasiyetnamesinin açıklanmasıyla açığa çıkmasını umuyorum ki Allah her yüzyılın başında kendi dinini tecdid edecek birisini gönderir"buyurmaktadir

yuksel dedi ki...

Mustafa Kemal Atatürk ün vasiyetnamesinin açıklanmasıyla açığa çıkmasını umuyorum ki
Mustafa Kemal ile Muhammed Said Nursi.arasındaki sırrın Mustafa Kemal Atatürk ün vasiyetnamesinin açıklanmasıyla açığa çıkmasını umuyorum ki
Osmanlı Devleti
Aliyy'ül geri dönün.

yuksel dedi ki...

yuksel dedi ki...
unutulmasın ki, yokuşlar meşakkatsiz çıkılmaz. çilesiz insaan olgunlaşamaz dert, insanı hamken pişirir. demir kızgın ateşte yumuşatılıp dövüldükçe kuvvet kazanır. kader ve kaza dahilinde bela ve musibetlere uğrayanlar, sabır ve rîza gösterdikleri taktirde, bu çilelerle yoğrularak salih ve kamil halr gelirler..
Altınoluk dergi ağustos 2022

yuksel dedi ki...

Peygamberler, baba bir ana ayrı kardeşlerdir. Dinleri de birdir. Meryem oğlu İsa (a.s) da Benim kardeşimdir. Ve aramızda başka Peygamber yoktur. O, tekrar yeryüzüne gelecektir. Onu gördüğünüzde tanırsınız. Orta boylu, kırmızı-beyaz renkli bir zattır. Üzerinde Mısır kumaşından iki parçalı elbise vardır. Su isabet etmediği halde başında damlalar görülür. (Geldiğinde) putu kırar, domuzu öldürür, cizyeyi kaldırır ve milletleri islama davet eder. İslamdan başka din kalmaz. Arslanlar develerle, kaplanlar sığırlarla, kurtlar koyunlarla beraber dolaşıp otlarlar. Ve çocuklar yılanlarla oynar ve hiç biride diğerine zarar vermezler. O kırk sene yaşayacak ve ölecektir. Cenazesini müslümanlar kaldıracaktır.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
Sayfa: 191 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

LOZAN
Ismet İnönü ve Lozan Anlaşması. (EL) 2:31.
Lozan'da dinin öldürllmesi karan alındı. (E.L) 2:31.
Lozan'da Türkleri Protestan yapma karan alındı. (EL) 2:53
Lozan'in iç yüzü. (E.L.) 2:31.
Mustafa Kemal ve Lozan Anlaşması. (EL.) 2:31.
Sefin Lozan Anlaşmasında verdiği dehşetli fikir. (EL) 2:43

yuksel dedi ki...

uğrar. Muharrem'de gökten şöyle nida olur: "Dikkat ediniz. Filan kimse Allah'ın halkının hayırlarındandır. Onu dinleyiniz ve ona uyunuz." Hz. Şehr İbni Havşeb (r.a.)
518 6 Ahir zamanda zalim umera, fasık vüzera, hain hakimler ve yalancı ulema gelir. Her kim onlara yetişirse sakın onların yardımcıları, vergi memuru, haznedarı ve onların emniyet memurları olmasın. Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
518 7 Ahir zamanda bir kavim sultanın huzuruna varır. Sultanlar Allah'ın emriyle hareket etmezler, onlar da nehyetmezler. Allah'ın laneti işte bunların üzerine olsun.

YANITLASİL

yuksel14 Ağustos 2022 02:06
Peygamberler, baba bir ana ayrı kardeşlerdir. Dinleri de birdir. Meryem oğlu İsa (a.s) da Benim kardeşimdir. Ve aramızda başka Peygamber yoktur. O, tekrar yeryüzüne gelecektir. Onu gördüğünüzde tanırsınız. Orta boylu, kırmızı-beyaz renkli bir zattır. Üzerinde Mısır kumaşından iki parçalı elbise vardır. Su isabet etmediği halde başında damlalar görülür. (Geldiğinde) putu kırar, domuzu öldürür, cizyeyi kaldırır ve milletleri islama davet eder. İslamdan başka din kalmaz. Arslanlar develerle, kaplanlar sığırlarla, kurtlar koyunlarla beraber dolaşıp otlarlar. Ve çocuklar yılanlarla oynar ve hiç biride diğerine zarar vermezler. O kırk sene yaşayacak ve ölecektir. Cenazesini müslümanlar kaldıracaktır.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
Sayfa: 191 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

YANITLASİL

yuksel13 Ağustos 2022 08:23
Ümmetimden iki sınıf salih olursa, ümmette salih olur. Umera ve Ulema.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
Sayfa: 308 / No: 10
Ramuz El-Ehadis

YANITLASİL

yuksel13 Ağustos 2022 08:29
Ümmetimden iki sınıf salih olursa, ümmette salih olur. Umera ve Ulema.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
Sayfa: 308 / No: 10
Ramuz El-Ehadis

YANITLASİL

yuksel13 Ağustos 2022 09:42
LOZAN
Ismet İnönü ve Lozan Anlaşması. (EL) 2:31.
Lozan'da dinin öldürllmesi karan alındı. (E.L) 2:31.
Lozan'da Türkleri Protestan yapma karan alındı. (EL) 2:53
Lozan'in iç yüzü. (E.L.) 2:31.
Mustafa Kemal ve Lozan Anlaşması. (EL.) 2:31.
Sefin Lozan Anlaşmasında verdiği dehşetli fikir. (EL) 2:43

YANITLASİL

yuksel13 Ağustos 2022 09:49
LOZAN
Ismet İnönü ve Lozan Anlaşması. (EL) 2:31.
Lozan'da dinin öldürllmesi karan alındı. (E.L) 2:31.
Lozan'da Türkleri Protestan yapma karan alındı. (EL) 2:53
Lozan'in iç yüzü. (E.L.) 2:31.
Mustafa Kemal ve Lozan Anlaşması. (EL.) 2:31.
Sefin Lozan Anlaşmasında verdiği dehşetli fikir. (EL) 2:43

YANITLASİL

yuksel14 Ağustos 2022 01:19
Mufessirler, bu âyette ki güzel söz ü kelime-i tevhid, iman veya müminin kendisi diye yorumlamislardir. Çoğunluğun kabul ettiği birinci yoruma göre güzel ağacın kökü müminin kalbi, gövdesi imanın kendisi, dallari da müminin gerçekleştirdiği iyi amellerdir.
Kemalat-i Tayyibe
Risale-i Nur'un Tariflerine göre
Istilahlar ve Anahtar kelimeler
sy. 237,238.

YANITLASİL

yuksel14 Ağustos 2022 01:44
İngiliz Meclis - i Meb'usaninda Mustemlekat Nazırı, elinde Kur'ân-ı Kerîm'i göstererek söylediği bir nutukta:
Bu Kur'an, İslamlarin elinde bulundukca biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur'an 'i onların elinden kaldırmaliyiz yahut müslümanları Kur'an' dan sogutmaliyiz.
diye hitabede bulunmuş.
Esasat-i Nuriye
Risale i Nur Mesleği Hizmet

yuksel dedi ki...

Elini ağrıyan yerine koy. Üç defa şunu söyle geçer: "Bismillah Allahümme ezhib annî şerre mâ ecidü bi da'veti nebiyyikettayyibil mübârekil mekîni indeke bismillah."
Ravi: Hz. Esma binti Ebubekir (r.anha)
Sayfa: 311 / No: 7
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Kadınlara itaat nedamettir.
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)
Sayfa: 312 / No: 1
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Ümmetimin tabakaları beş dönemden geçer. Onlardan her bir tabaka kırk senedir. Benim ve ashabımın dönemi, ilim ve iman ehli dönemidir. Onları takiben seksene kadar gelenler, iyilik ve takva ehlidir. Onları takiben yüz yirmiye kadar gelenler, merhamet ve sıla ehlidir. Onları takiben yüzaltmışa kadar gelenler, sıla-ı rahimden kesilme ve birbirlerine yüz çevirme ehlidir. Onları takiben ikiyüze kadar gelenler ise, harpler ve karışıklıklar ehlidir.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)
Sayfa: 312 / No: 6
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Fitne zamanında irtidat artar.13, 459-60.
Fitne zamanında silah edinmemek.13,392-93.
Fitne zamanında yalan artar. 13,452.
Hadis Külliyati
Kutub-i Sitte.
Tercüme ve Şerhi
cilt. 18.sy.71.

yuksel dedi ki...

Fatih Sultan Mehmed Istanbul fethedilmeden önce esnafın hilesiz ve güzel ahlaklı olduğunu görünce bu güzel ahlaklı halkla İstanbul değil dünyayı feth ederim demiştir.
İstanbul rum halkı burada kardinal külahı görmektense müslüman sarığı görmeği yeğleriz demişlerdir.
Akra fm.
günün sohbeti
Mahmud Esad Coşan

yuksel dedi ki...

Bundar Şirazi - Kuddisu Sirruh-
Tasavvuf ahde vefadir buyurmuşdur.
Tasavvuf ve Marifetullah
Musa Topbaş

YANITLASİL

yuksel19 Ağustos 2022 10:59
Ebu Said Arabi - Kuddisu Sirruh-
Tasavvuf ahde vefa etmektir.
Yani ahde vefa, Allah için işlemek üzere gönlümüzden her geçeni yapmaktır.
Tasavvufun yekunu luzumsuzu terketmekdir, marifetin yekunuda bilgisizligini anlamak.
Tasavvuf ve Marifetullah
Musa Topbaş
sy. 18.

yuksel dedi ki...

Tan
Stratejik Düşünce Enstitüsü
QOSHE'nin özellik ve deneyimlerinden faydalanabilmeniz için çerez kullanıyoruz.

Daha fazla bilgi . Kapat
Yunanistan, ABD ve Avrupa'nın Tuzağına Düşerse
ABD ve Avrupa'nın önde gelen devletleri sözde ortak ve müttefik olarak gösterdikleri fakat esasta hasım olarak gördükleri Türkiye'yi,...

Stratejik Düşünce Enstitüsü
40
12.06.2022
Korku, Öfke ve Yozlaşma Sarmalında Avrupa
Rönesans, Reform, Coğrafi Keşifler ve nihayetinde Sanayi Devrimi ile birlikte kendi kalkınmasını mazlum milletler üzerinden sağlayan Avrupa;...

yuksel dedi ki...

Yalan küfrün esası, nifakın alameti, Allah c.c.a bir iftiradır.
(İ.İ.) 93.
Bir Hazinenin Anahtarı
Risale-i Nur Külliyatı Fihrist Ve İndeksi.
İsmail Mutlu.
sy.678.

yuksel dedi ki...

Cahilin sohbeti can incitir, Alimin sohbeti inci mercan gibi incidir.
Akra fm.
Hadisler Deryası
Mahmud Es'ad Coşan

yuksel dedi ki...

"Tamamı elde edilmeyen şeyin tamamı terk edilmez" hadisi yeisin belini kırar. (H. S.) 50:2.kelime.
Bir Hazinenin Anahtari
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy 680.

YANITLASİL

yuksel25 Ağustos 2022 06:13
Kâinat esir maddesinden yaratılmıştır.(İ.i.) 238.
Bir Hazinenin Anahtari
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy 371.

yuksel dedi ki...

19. Allah, gizlediğiniz şeyleri de açıkladığınız şeyleri de bilir.
Nahl Suresi ayet. 19.

yuksel dedi ki...

Allah (z.c.hz.) Adem'in Hamurunu kırk gün, kırk gece yoğurdu. Aldı, ikiye kesti. Sağ tarafa iyiler, sol tarafa habisler ayrıldı. Sonra tekrar yoğurdu. Onun içindir ki iyilerden kötü, kötülerden iyiler çıkabilir.
Ravi: Hz. İbni Me'sud (r.a.)
Sayfa: 88 / No: 7
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

1222-..."Mümin den kafir" İbrahim (a. s.) 'in Azer' den ve Ken'an'in Nuh (a. s.) dan çıkması gibi.
Ramuz ül Ehadis Şerhi.
Levamiul ukul
Zeka Parıltıları
Hadis-i Şerif ler ve açıklamaları
cilt. 3.sy.193.

yuksel dedi ki...

Sayfa Sıra Hadis-i Şerif Ravi
173 1 Bakmaktan, sonra tekrar bakmaktan sakın. Zira birincisi senin için ihtiyarının dışında olmuştur. İkincisi aleyhinedir.(Yabancı bir kadına bakmak meselesi) Hz. Büreyde (r.a.)
173 2 Tövbeyi ihmal etmekten sakın. Bir de Allah'ın sana karşı hilmine aldanmaktan sakın. Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
173 3 Kötü arkadaştan sakın. Zira o, ateşten bir parçadır ki, ne onun sevgisi sana fayda verir ve ne de sana olan ahdini yerine getirir. Hz. Enes (r.a.)
173 4 Hiyanetten sakınınız. Zira o, çok kötü bir haslettir. Zulümden de sakınınız. Zira o, kıyamet gününde zulümattır (karanlıklardır) Cimrilikten de sakınınız. Zira, sizden evvelkileri helak eden ancak cimrilik olmuştur. Bu sebeble onlar kanlarını döktüler ve akrabalık bağlarını kestiler. Hz. Hirmas İbni Ziyad (r.a.)
173 5 Kibirden sakınınız. Hiç şüphe yok ki kibir, şeytanı Adem (a.s)'a secde etmemeye sevketmiştir. Hırstan da sakınınız. Zira hırs, Adem (a.s)'ı malum ağaçtan yemeğe sevketmiştir. Hasedden de sakınınız. Zira Adem (a.s)'ın iki oğlundan biri, kardeşini ancak hased sebebiyle öldürmüştür. İşte bunlar, her hatanın aslıdır. Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)
173 6 İnsanları acizlik içinde bırakmaktan sakının, Sizden birisi Emir veya Amil olur da kendisine dul kadın, yetim veya fakir bir kimse işi için gelir. Ona "Sen otur, işine bakılacaktır" denir. Böylece onlar acizlik içinde terkedilirler. İhtiyaçları görülmez ve onlar için bir emir de verilmez. Onlar da dağılıp giderler. Halbuki, zengin eşraftan biri gelince, Emir onu yanına oturtur. Sonra da "İşiniz nedir" der. Adam da "İşim şöyle şöyledir" der. Bunun üzerine Emir "Bunun ihtiyacını yerine getirin ve acelede edin" der. Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

yuksel dedi ki...

173 7 Benden, çok hadis nakletmekten sakının, Hek kim benden bir şey naklederse, hak veya doğru söylesin. Kim, Benim söylemediğim şeyi, Bana söyledi diye isnad ederse, ateşten oturacağı yeri hazırlasın. Hz. Ebû Katade (r.a.)
173 8 Kafir dahi olsa, mazlumun duasından sakınınız. Zira mazlumun duası ile Aziz ve Celil olan Allah arasında perde yoktur. Hz. Enes (r.a.)
173 9 Günahların küçük görünenlerinden sakınınız. Zira küçük görünen günahların misali, bir vadiye inen kavmin şu işi gibidir; Onlardan biri bir odun getirdi. Öbürü bir odun getirdi. Derken, kendi ekmeklerini pişirecek şeyi taşımış oldular. Şüphe yoktur ki, küçük görünen günahlar sebebile sahibi muahaze edildiği zaman bunlar onu helak ederler. Hz. Sehl İbni Saad (r.a.)

yuksel dedi ki...

Allah (z.c.hz.) buyuruyor: "Benim mahlukum gibi birşey yapmaya kalkandan daha zalim kim vardır? Yaratsınlar bir tane, Yaratsınlar bir zerre veya yaratsınlar bir arpa."
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
Sayfa: 327 / No: 12
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Zikrin insanın varoluşa katilmasindaki incelik kısaca şu şekilde gerçekleşir : Kişi çok zikrettigini sever, sevdiğini tanır, tanıdığına teslim olur, teslim olduguna da dost olur, kul olur.
Tasavvuf Terimleri Deyimleri Sözlüğü. Prof. Dr. Ethem Cebecioglu. sy.729.

yuksel dedi ki...

Evet, nefsim Yed-i kudretinde Olana yemin ederim ki, şüphesiz Allah Teala Cennette bir ağaca şöyle buyurur: "Dünyada Bana ibadetle ve benim zikrimle meşgul olup da kendilerini eğlencelerden ve çalgılardan uzak tutan kullarıma sesini duyur." Bunun üzerine Rabbı Tesbih ve Takdis eden öyle bir ses yükselir ki, mahlukatı onun benzerini o ana kadar duymamıştır.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
Sayfa: 171 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Şüphesiz ki Allah her yüzyılın başında kendi dinini tecdid edecek birisini gönderir"buyurmaktadir. İslam alimleri, İslama hizmet edecek olan bu muceddidlerin manaviyat alanında ve ilim sahasında olduğu kadar, siyaset alaninda da olabileceğini ifade etmektedirler.
Örnek Yavuz Sultan Selim Han
Bilinmeyen Osmanlı
Prof. Dr. Ahmed Akgunduz.
Doçent. Dr. Said Ozturk.
sy. 137.

yuksel dedi ki...

Kâfirlerin medeniyetiyle mü’minlerin medeniyeti arasındaki fark:
Birincisi, medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri parlıyor, bâtını
da yakıyor. Dışı süs, içi pis; sureti me’nus, sîreti mâkûs bir şeytandır. İkincisi,
bâtını nur, zahiri rahmet; içi muhabbet, dışı uhuvvet; sureti muâvenet, sîreti şefkat,
câzibedar bir melektir.”[1]

yuksel dedi ki...

Aziz ve Celil olan Allah buyurur: " Kulumun Benim üzerimde ahdi vardır; namazlarını vaktinde dosdoğru eda ederse, ona azab etmiyeceğim ve onu Cennete hesapsız sokacağım."
Ravi: Hz. Âişe (r.anha)
Sayfa: 329 / No: 12
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Dosdoğru olmak
Islamiyet'in en mühim ahlaki temellerinden birisi, belki de birincisi "sıdk" yani doğruluktur.
Bediuzzaman Said Nursi ve Hayru'l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak
ilk defa yayınlanan Orijinal Mektuplar Işığında
cilt. 3.sy.1239.

yuksel dedi ki...

İhtilaller zulmü artırır.
Emirdağ L.-1 sh. 40 son prg. v. d.
Risale-i Nur Kulliyati
Fihristi
sy. 45.

yuksel dedi ki...

Dinde olanı yok, olmayanı var gösterme hatası.
Muhakemat. sh. 42'de Hatime
Risale-i Nur Kulliyati Fihristi
r n k. sy. 120.

yuksel dedi ki...

Lisan-i hal ile verilen ders, lisan-i kalden daha kuvvetlidir.
13.Sua.sh.310 alttaki mektup.
Risale-i Nur Kulliyati Fihristi
r n k. sy. 166.

yuksel dedi ki...

"Erbakan hocamızın hükumetini devirmek için bir askeri darbe düşünülüyor, bu gerçekleştiğinde bütün İslami cemaatlerin ileri gelenlerinden yediser kişi toplanarak Gölcük 'e götürülecek ve infaz edilecek.
Emraz-i Sâriye
Bulaşıcı hastalıklar ve Korunma yolları
cilt. 2.sy.78.

yuksel dedi ki...

Yalanı söküp atmadan hakikatı, doğruyu dikmeye çalışma tutmaz.

YANITLASİL

yuksel4 Eylül 2022 04:29
Karanlık aydınlıktan, yalan doğrudan kaçar. Güneş yalnız da olsa etrafına ışık saçar.Üzülme doğruların kaderidir yalnızlık .Kargalar sürü ile kartallar yalnız uçar.
(Ömer Hayyam)

YANITLASİL

yuksel4 Eylül 2022 04:34
Kurtuluş ilim iledir, fakat insanların bundan haberi yoktur.Can boğaza geldiği zaman , ilim sebebiyle, azaptan kurtuluş ümit edilir ( Zernuci)

YANITLASİL

yuksel4 Eylül 2022 04:44
Hakkın hatırı Alidir(Yücedir) hiçbir hatıra feda edilmez, kimin hatırı kırılırsa kırılsın yalnız hak sağ olsun.( Divanı Harbi Örfi)
Kur'an-ı Kerim Muhtasar Meali sy.99.

yuksel dedi ki...

Şahsi menfaat girmeyen iş kıyamete kadar sürer.
Ömer Tuğrul İnançer

yuksel dedi ki...

Benim, ashabımın ve Benden önceki Peygamberlerin haleflerini size bildireyim mi? onlar, Benden ve ashabımdan, Allah yolunda ve Allah için, Kur'anı ve Hadisleri hıfzedenlerdir.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)
Sayfa: 166 / No: 8
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Kur'an-ı Kerim'de yedi rakamı , yirmi yerde yirmi dört defa geçmektedir.
Tasavvuf Terimleri Deyimleri Sözlüğü
Prof.Dr.Ethem Cebecioğlu.
sy.711.

yuksel dedi ki...

YEDİ: Yedi rakamına ait geliştirilmiş bir inanç vardır ki, muhtemelen bunun köke ni, Kur'ân-ı Kerîm'de "Yedi semâ" (Bakara/29), "Yedi deniz" (Lokman/27), "Yedi başak" (Bakara/261, Yusuf/46), "Yedi çift" (Hicr/87), "Yedi kapı" (Hicr/44), "Yedi gün" (Bakara/196), "Yedi gece" (Hakka/7), "Yedi yol” (Mü'mi nin/17), "Yedi kıtlık yılı" (Yûsuf/43), "Yedi sene" (Yûsuf/47), "Yedi zayıf inek, yedi şişman inek" (Yûsuf/46) âyetlerine dayanmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de yedi rakamı, yirmi yerde yirmi dört defa geçmektedir. Bir haftanın yedi gün oluşu Allah'a en yakın olma anı olan secdenin yedi uzuv üzere yapılışı gibi tevafuklar
da ilgi çekicidir. Ancak, varlığın bütün sırrını, espirisini yediye bağlamanın doğru ol madığını da vurgulamak gerek. Yediler denilen rical-i gayb grubunun manevi alanda, kendine göre manevî bir fonksiyon icra ettiği hususu, tasavvufi literatürde önemli bir yer işgal eder. Konuyla ilgili bir atasözü: Yedi kat binadan düş, ev
liyanın gözünden düşme: Bu, Allah'ın veli kullarını sevmenin önemini vurgulayan bir atasözüdür. Bir veliyi, a) Allah'ı seviyor diye severiz b) Allah rızası için severiz.

Eğer kul olasın sermâye yiter Zihi rif'at yidi kat gökten üter
Yunus Emre
Tasavvuf Terimleri Deyimleri Sözlüğü
711/722syf
Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu

yuksel dedi ki...

Yalanla iman Bir arada olmaz : Bu atasözü bir hadise istinad eder. Bkz.
Kunuzu'l-Hakayik,c.2.s.133.
Yalanın imana aykırılığı, bu sözle açık seçik vurgulanir. Tasavvuf ta sıdk önemlidir. Yalana mübtela olan salik, manen yol alamaz.
Sakın ha yanılıp yalan söyleme
açlıktan ölsen de haram yeme
Zeynel Baba
Tasavvuf Terimleri Deyimleri Sözlüğü
Prof. Dr. Ethem Cebecioglu
sy. 708,709.

«En Eski ‹Eski   4801 – 5000 / 6150   Yeni› En yeni»