15 Eylül 2007 Cumartesi

Nefislerin beyazlaşması..!!!

Dünya yeşillenirken nefisler beyazlaşması lazımdır.

6.149 yorum:

«En Eski   ‹Eski   5001 – 5200 / 6149   Yeni›   En yeni»
yuksel dedi ki...

zi'b-i mutegannim:1.ganimet peşine düşen kurt, (mec) her fırsatta kendi çıkarını gözetleyen kurnaz kimse 2..(mec.) koyun postuna bürünmüş kurt.
Tabiratli, Terkibli, Ansiklopedik
Risale-i Nur'un Büyük Lügati
sy. 1411.

yuksel dedi ki...

Virdi olmayanın varidi olmaz"atasözü, virdle meşgul olmayanın kalbine ilahi feyz gelmeyeceğini anlatır.
Tasavvuf Terimleri Deyimleri Sözlüğü
Prof.Dr.Ethem Cebecioğlu
sy.702.

yuksel dedi ki...

Önemli olanın çok söylemek, yüksek pèrdeden söylemek değil az ve öz söylemek,kalpten söylemek olduğunu yaşantısıyla ortaya koymuştur.
Mihraba Adanan Ömürler
Mehmed Zahid Kotku
sy..19

yuksel dedi ki...

Doğruluğun siyasi hayatta ölmesi bizi geri bıraktı. (H. S.) 27.
Bir Hazinenin Anahtari
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 592.

yuksel dedi ki...

Fitne gelir, kulları fırtına gibi savurur. Bunun içerisinden âlim, ancak ilmiyle kendini kurtarır.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
Sayfa: 105 / No: 7
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Birinci ve İkinci dünya savaşları düşmanlığın ne kadar fena ve tahrip edici olduğunu gosterdi. (H. S.) 57:3.kelime
Bir Hazinenin Anahtari
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi İsmail Mutlu
sy. 584.

yuksel dedi ki...

Benim bu oğlum ki (İmam-ı Hasan) Seyyiddir. Umulur ki onun sebebiyle Allah (z.c.hz.) iki ordunun arasında sulhu sağlar.
Ravi: Hz. Ebû Bekre (r.a.)
Sayfa: 111 / No: 6
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Genel Kısaltmalar
Transkripsiyon İşaretleri
Arama Kılavuzu
Duyurular
TDV İslâm Ansiklopedisi
Hakkında
Görüntü Ayarları


TDV İslâm Ansiklopedisi'nde ara...
BEZM-i ELEST
بزم الست
Allah’la yaratılışları sırasında insanlar arasında yapıldığı kabul edilen sözleşme için kullanılan bir tabir.
Bölümler İçin Önizleme
İlişkili Maddeler
MÎSÂK
Antlaşma, sözleşme anlamında bir terim.
AHİD
Çeşitli ilimlerde farklı anlamlarda kullanılan bir terim.

1/2
Müellif:
YUSUF ŞEVKİ YAVUZ
Farsça’da “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm kelimesiyle Arapça’da “ben değil miyim” mânasında çekimli bir fiil olan elestüden oluşan bezm-i elest terkibi, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” hitabının yapıldığı ve ruhların da “evet” diye cevap verdikleri meclis anlamını ifade eder. Bu tabirdeki “elest” kelimesi A‘râf sûresinin 172. âyetinden alınmıştır. Bu âyette, geçmişte Allah’ın Âdem oğullarından yani onların sırtlarından (veya sulplerinden) zürriyetlerini çıkardığı, kendilerini nefislerine şahit tuttuğu ve onlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” diye hitap ettiği, onların da “evet” dedikleri belirtilmiştir. Allah’la insanlar arasında vuku bulan bu sözleşmeye “mîsâk”, “kālû belâ”, “ahid”, “belâ ahdi”, “rûz-i elest”, “bezm-i ezel” ve “bezm-i elest” gibi çeşitli adlar verilmiştir. Bunlardan en çok kullanılanı, özellikle Osmanlı dinî-tasavvufî edebiyatında meşhur olanı “bezm-i elest” terkibidir. Kur’ân-ı Kerîm’in diğer bazı âyetlerinde de aynı konuya dair açık veya dolaylı ifadeler bulmak mümkündür. Rûm sûresinde yer alan bir âyette (30/30) “ed-dînü’l-kayyim” (süreklilik özelliği taşıyan dosdoğru din) tâbiriyle anılan Hak dinin Allah tarafından insan fıtratına tevdi edildiği ve onun bu temel özelliğinin değişmeyeceği ifade edilir. Peygamberler tarihinde tevhid inancının büyük savunucusu Hz. İbrâhim başta olmak üzere diğer peygamberler de tebliğ hayatlarında dîn-i kayyim denilen bu ilâhî-fıtrî inancı bir irşad aracı olarak kullanmışlardır (meselâ bk. el-En‘âm 6/161; Yûsuf 12/40). Yine Kur’ân-ı Kerîm’in muhtelif âyetlerinde Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Âdem’den, Âdem oğullarından, çeşitli peygamberlerin ümmetlerinden Hak yoldan sapmayacakları konusunda söz aldığı ve onlarla bir nevi antlaşma akdettiği ifade edilir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ʿahd”, “mîs̱âḳ” md.leri; ayrıca bk. MÎSÂK).

Konu ile ilgili olarak hadis diye nakledilen bazı ifadeler de mevcuttur. Bu rivayetlerde belirtildiğine göre Allah Âdem’i yaratınca kıyamete kadar gelecek olan bütün insanları onun sırtından (sağ ve sol tarafından) veya sulbünden zerreler halinde çıkarmıştır (el-Muvaṭṭaʾ, “Ḳader”, 2; Müsned, I, 272). Übey b. Kâ‘b’dan kendi görüşü olarak nakledilen bir rivayete göre Allah bu zerrelere ruh ve şekil verip onları konuşturmuş, sonra da kendilerini şahit tutarak, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” hitabında bulunmuş, kıyamet gününde bundan habersiz olduklarını ileri sürmemeleri için bütün kâinatı ve Âdem’i şahit tutmuş ve daha başka tavsiyelerde bulunmuş, onlar da bütün bunları kabul etmişlerdir (Müsned, V, 135).

yuksel dedi ki...

Bezm-i elestte yapılan sözleşmenin zamanı, yeri ve keyfiyeti konusunda İslâm âlimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunları iki grupta toplamak mümkündür.

1. Allah’ın insanlardan aldığı ahid insan türünün fiilen dünyaya gelişinden önce gerçekleşmiş, bütün insanların zürriyeti Âdem’in sırtından zerreler halinde çıkartılmış, onlara ruh ve akıl verilerek ilâhî hitapta bulunulmuş, onlar da buna sözlü olarak cevap vermişlerdir. Bu tür haberlerin mecaz ve temsil yoluyla açıklanması uygun değildir, söz konusu olayın gerçekten vuku bulduğuna inanmak gereklidir. Zira âyet ve hadislerin zâhirî mânalarını terkedip te’vil yolunu benimsemek için haklı bir gerekçe yoktur. Selefiyye, Sünnî kelâmcıların ekserisi, sûfî âlimler ve Şîa bilginlerinin çoğunluğu bu görüşü benimser. Bu âlimler sözü edilen ahdin gerçekleştiği yer konusunda kesin görüş belirtmekten çekinmişlerdir. Çünkü bazı rivayetlerde bunun Hz. Âdem’in yeryüzüne indirilmesinden önce gökte vuku bulduğu, bazılarında Mekke yakınlarındaki Na‘man’da, diğer bazı rivayetlerde ise Hindistan’ın Dehnâ adlı bir bölgesinde gerçekleştiği bildirilmektedir (İbn Ebû Âsım, I, 87, 89; Taberî, Tefsîr, XIII, 226, 242; a.mlf., Târîḫ, I, 133-136).

2. İnsanların bedenleriyle birlikte dünyaya gelmelerinden önce zerreler halindeki zürriyetlerinden (ruhlarından) topluca alınmış bir ahid yoktur. Naslarda sözü edilen sözleşme mecazi anlamda olup bedenlerin yaratılmasıyla gerçekleşmiştir. Bu temel görüşü benimseyenlerin bazılarına göre mîsâk zürriyetlerin baba sulbünde yaratılışı sırasında, bazılarına göre anne rahmine yerleşip organik teşekkülünü tamamlaması esnasında vuku bulmuştur (Elmalılı, III, 2328-2331). Sözleşmenin dünyadaki yaratılışla tahakkuk ettiğini kabul edenlerin çoğunluğuna göre ise bu olay her insanın baba sulbünden anne rahmine intikal etmesiyle başlar, burada oluşum devresini tamamlayıp dünyaya gelmesinden sonra bulûğ çağına girinceye kadar sürer. Çünkü insanın kendisini ve çevresini tanıması, bilgi sahibi olması bu devreye ulaşmasıyla mümkündür. Böylece âkıl-bâliğ olan her insan yaratılmış olduğunu ve yaratıcısına itaat etmesi gerektiğini hem kendisi hem de diğer nesne ve olaylar hakkında tefekkür ve muhakemelerde bulunarak kabul eder. Şüphe yok ki Allah zihnî ve kalbî fonksiyonu insanların psikolojik muhtevasına fıtrî bir özellik olarak yerleştirmiş, iç ve dış âlemde kendi varlığına ve birliğine kılavuzluk edecek birçok delil yaratmış, insanları kendi ulûhiyyetini kavramalarına yetecek ölçüde bilgi kapasitesiyle donatmış, böylelikle sanki onlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” diye sormuş, onlar da “evet” diyerek bunu tasdik etmişlerdir. İşte insanın Allah’ın varlığını ve birliğini

yuksel dedi ki...

Zemahşerî, I, 547). Esasen Selefiyye’nin bezm-i elestteki sözleşmeyi Allah’ın varlığı ve birliğine dair zaruri bilgilerin insan ruhunun derinliklerine yerleştirmesiyle açıklaması da dünyaya gelmelerinden önce ruhlara sözlü bir telkin yapılmasını gerektirir. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın da belirttiği gibi (Hak Dini, III, 2326-2327) bezm-i elestteki sözleşmenin keyfiyeti bilinmese bile bunun en azından bir “kelâm-ı nefsî” ile vuku bulduğunu kabul etmek gerekir.


BİBLİYOGRAFYA
Tehânevî, Keşşâf, “rûḥ” md.

M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ʿahd”, “mîs̱âḳ” md.leri.

el-Muʿcemü’ṣ-ṣûfî, s. 830-831, 1128.

el-Muvaṭṭaʾ, “Ḳader”, 2.

Müsned, I, 272; III, 127, 129; V, 135; VI, 441.

Tirmizî, “Tefsîr”, 8.

İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 28.

İbn Ebû Âsım, Kitâbü’s-Sünne (nşr. M. Nâsırüddin el-Elbânî), Beyrut 1400/1980, I, 87, 89.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (Şâkir), XIII, 222, 226, 241, 242, 244.

a.mlf., Târîḫ (Ebü’l-Fazl), I, 133-136.

Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 272b-273a.

Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ, II, 96.

Halîmî, el-Minhâc, I, 153-156.

Kuşeyrî, Leṭâʾifü’l-işârât (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1981, I, 585.

Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Uṣûlü’d-dîn (nşr. H. P. Linss), Kahire 1383/1963, s. 211-213.

Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 547; II, 128.

İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, III, 284, 286.

Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XV, 46-50.

Kurtubî, el-Câmiʿ, VII, 314.

Takıyyüddin İbn Teymiyye, Derʾü teʿârużi’l-ʿaḳl ve’n-naḳl (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1399/1979, VIII, 410-411, 414, 483-487.

İbn Kayyim el-Cevziyye, er-Rûḥ (nşr. M. Enîs İyâde – M. Fehmî es-Sercânî), Kahire, ts. (Mektebetü Nusayr), s. 252, 270-273.

İbn Ebü’l-İz, Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’ṭ-Ṭaḥâviyye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî – Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1408/1987, s. 208-211.

Şa‘rânî, el-Yevâḳīt ve’l-cevâhir, Kahire 1378/1959, I, 114-116.

İsmâil Hakkı Bursevî, Rûḥu’l-beyân, İstanbul 1389, III, 273, 275.

Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, IX, 103-104, 107-108.

Meydânî, Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’ṭ-Ṭaḥâviyye (nşr. M. Mutî‘ el-Hâfız), Dımaşk 1402/1982, s. 80.

Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, III, 389; IX, 294, 387.

Elmalılı, Hak Dini, III, 2324-2331.

Muhammedî er-Reyşehrî, Mîzânü’l-ḥikme, Kum 1982, III, 101.

Mustafa Sâminâ, “Rûz-i Elest”, Neşriyye-i Dânişgede-i Edebiyyât ve ʿUlûm-i İnsânî, sy. 103, Tebriz 1974, s. 27 vd.

yuksel dedi ki...

Peygamberleri ve diğer insanları Allah c. c. gibi değil Allah c. c. icin sevmeliyiz.
Yoldaki İşaretler Hz. Isa. a. s.
Dost T. V.

yuksel dedi ki...

Kader. Kemalpaşazâde, kader meselesinde en önemli faktör olarak göze çarpan zaman konusuna önem verir. Ona göre Allah’ın ezelî ilminin nesne ve olaylara nisbeti zaman dışı olup Allah her şeyi geçmiş ve gelecek söz konusu edilmeden “şimdi” olarak bilir, dolayısıyla O’nun için zaman kavramı geçerli değildir. Allah’ın zaman dışı oluşu mekân dışı oluşuna benzer, O’nun için uzak ile yakın gibi geçmiş ile gelecek de birdir. Müellif ilâhî ilmin ezelîliği ve zamanla mukayyet olmayışı üzerinde hassasiyetle durur; takdirin ilme, ilmin ise mâlûma tâbi olduğunu, dolayısıyla kaderin zorlayıcı bir yönünün bulunmadığını ve cüz’î iradeyi ortadan kaldırmadığını belirtir. Mutlak cebrin İbâhîlik ve zındıklığa, mutlak hürriyetin ise Mecûsîlik ve Senevîliğe yol açacağını söyleyen Kemalpaşazâde ikisi arasında bir yerde durur ve nasların çizdiği çerçevenin dışına çıkmamak şartıyla kader konusunda konuşmanın müstehap, hatta yetkili kişiler için vâcip olduğunu söyler. Kader çerçevesinde gayb meselesine de temas eder ve mutlak gayb olarak adlandırdığı “beş gayb”ın (Lokmân 31/34) Allah’a mahsus olduğunu, bunların dışında kalan gaybların izâfî statüsüne girdiğini kaydeder. Peygamberin gayba dair bilgisinin Allah’ın iznine tâbi olup her çeşit gaybı kapsamadığını da açıklamalarına ekler (Risâle fî istis̱nâʾi’llâhi teʿâlâ mimmen fi’s-semâvâti ve’l-arż ve taḥḳīḳih, I, 186-200). Ecel konusunda ise ecel-i kazâ ve ecel-i müsemmâ ayırımına gider, birincisinin muvakkat ve muallak, ikincisinin kesin olduğunu belirtir. Allah’ın insana süresi tayin edilmiş bir ecel tesbit ettiğini kabul eder, sadaka ve sıla-i rahim gibi amellerin ömrü uzattığına dair rivayetleri Allah’ın bilgisinde bir değişmeye meydan vermeyecek şekilde yorumlar (Risâle fi’l-cebr ve’l-ḳader, I, 158-185).

yuksel dedi ki...

Nübüvvet. Kemalpaşazâde, Hz. Îsâ’nın son peygamberden üstün olduğunu iddia eden Molla Kābız’a cevap vermek üzere tafdîl meselesini, zındıkları ve mehdîlik iddiasında bulunan sahte sûfîleri reddetmek üzere de mûcize konusunu ele alır. Tafdîl meselesinde Hz. Muhammed’in bütün peygamberlerden, onların da meleklerden üstün olduğunu söyler (Risâle fî tafżîli’l-enbiyâʾ ʿale’l-melâʾike, I, 117-124; Efḍaliyyetü Muḥammed ʿaleyhi’s-selâm ʿalâ sâʾiri’l-enbiyâʾ, vr. 36-43). Mûcizenin, nübüvveti inkâr edenleri acze düşürme ve mûcizeye konu olan şeyleri yapmaktan alıkoyma şeklinde iki rüknünün bulunduğunu belirtir. Bir kısım mûcizelerin peygamberden sâdır olduğunu, bazılarının ise onda zâhir olduğunu ve Kur’ân-ı Kerîm’in ikinci tür mûcize grubuna girdiğini kabul eder. Kur’an’ın, benzerini meydana getirmekten insan kudretinin özel olarak alıkonduğu (sarfe) türden bir mûcize teşkil ettiği görüşüne olumlu bakar (Risâle fî ḥaḳīḳati’l-muʿcize ve delâletihâ ʿalâ ṣıdḳı men iddeʿa’n-nübüvve, I, 137-148).

Âhiret. Kemalpaşazâde âhirette sadece mükellef olanların diriltileceğini söyler, aksini beyan eden âhâd haberlerin bu konuda delil olamayacağını savunur, cismanî haşrin aklen değil naklen vâcip olduğunu bildirir. Dirilişin cismanî olacağına ilişkin pek çok âyetin bulunduğunu hatırlatarak hak ehlinin cismanî haşrin vukuunda ittifak ettiğini, bunun, dağılan bedenin parçalarını bir araya getirmek suretiyle mi yoksa yeniden yaratma şeklinde mi olacağında ise ihtilâfa düştüğünü bildirir; bedenlerin aynıyla değil benzerleriyle diriltilebileceğini kabul eder (Risâle fî ḥaḳīḳati’l-meʿâd, vr. 42b-43b); ayrıca mîzanın “adalet” anlamına yorumlanamayacağını savunur (Risâle fî ḥaḳīḳati’l-mîzân, II, 381-383).

yuksel dedi ki...

Tasavvuf. Kemalpaşazâde bazı risâle ve fetvalarında raks, semâ, devran gibi tasavvufî ritüellere karşı çıkıp heterodoks sûfî grupları aleyhinde fetvalar verirken Muhyiddin İbnü’l-Arabî hakkındaki fetvası ve ruhla ilgili risâlelerinde tasavvufa olumlu bakar. Tasavvufun genel çizgileriyle İslâm’ın sınırları içinde olduğunu kaydeder ve bu yola giren kişinin meşrû olmayan işleri yapmaktan kaçınması gerektiğini belirtir. Raks, semâ, devran gibi ritüellere başvuran ve dinin haram kıldığı işleri öven sûfîlerin şiddetle cezalandırılmasını ister. Bu kişilerin imâmetinin sahih olmadığını, onlara selâm verilemeyeceğini, tecdîd-i imanda bulunmaları gerektiğini bildirir (Risâle fî fetva’r-raḳṣ, tür.yer.). Öte yandan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye dair fetvasında ondan kâmil bir müctehid, erdemli bir mürşid ve kendisinden olağan üstü haller zuhur eden bir sûfî olarak söz eder. Ona karşı çıkanın hata etmiş, bu tutumunda ısrar edenin ise sapıtmış olacağını söyler ve yönetimin böylesini bu inancından döndürmesini ister. İbnü’l-Arabî’nin eserlerindeki ifadelerin bir kısmını herkesin, bir kısmını ise ancak keşif ehlinin anlayabileceğini, anlayamayanların susması gerektiğini ileri sürer (Fetvâ fî ḥaḳḳı İbn ʿArabî, bk. bibl.).

yuksel dedi ki...

Edep nedir? diye sual edildiğinde :"Yemeğiniz arpa olsun, helvanız hurma olsun, katığınız tuz olsun, yağınız süt olsun, elbiseniz yün olsun, evleriniz mescidler olsun, ışığınız güneş olsun kandiliniz ay olsun lezzetiniz su olsun,
Ruhu'l Furkan Tefsiri
Hazret-i Mevlana eş şeyh Mahmud en Nakşibendi El-Muceddidi el Halidi el-Ufi
cilt 15. sy. 84.

YANITLASİL

yuksel26 Eylül 2022 04:40
güzelliğiniz temizlik olsun, ziynetiniz tedbir olsun, ameliniz rıza olsun, azığıniz takva olsun, Yemeğiniz gece olsun, uykunuz gündüz olsun, kelamınız zikir olsun suskunluğunuz ve gayeniz tefekkür olsun,bakışınız ibret olsun, sığınağıniz ve yardımcınız da Mevlaniz olsun! İşte ölünceye kadar bu hal üzere sabredin! "buyurmuştur.
Ruhu'l Furkan Tefsiri
Hazret-i Mevlana eş şeyh Mahmud en Nakşibendi El-Muceddidi el Halidi el-Ufi
cilt 15.
sy.84,85.

yuksel dedi ki...

Milletin selameti için her şey feda edilir düsturu zalimcedir.
(M.) 59:15.mektup, 3.sual.
Bir Hazinenin Anahtari
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 466.

yuksel dedi ki...

Allah c. c. a karşı sıdk içinde olana fitne zarar vermez. 14,238-39-42.
Hadis Külliyati
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi
cilt. 18.sy.71.

yuksel dedi ki...

Ali (r. a.) : "Gözler bizatihi O'nu göremez ama kalp gözleri iman hakikatı ile O'nu görür. Rabbim tektir. Ortağı ve bir ikincisi yoktur. Eşsiz dir, benzeri yoktur. Zaman ve mekandan münezzehtir. Duyu organlarıyla algilanamaz. O'nun la hiçbir şeyin mukayesesi yapilamaz."
Ruhu'l Beyan
Kur'an Meali Ve Tefsiri
cilt 20.sy.42.

yuksel dedi ki...

Kıyametin önü sıra karanlık geceler gibi fitneler vardır. O fitne devrinde adam sabah mü'min, akşam kâfir olur. Ve akşam mü'min sabah ise kâfir olur. O zaman oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Ayakta duran yürüyenden hayırlıdır, yürüyen ise koşandan hayırlıdır. O devirde okların yayını kırın, kirişlerini koparın, kılıcınızı da taşa vurun, evinize çekilin. Birinizin evine girilse ve üzerinize varılsa o zaman Adem (a.s.)'ın iki oğlundan hayırlısı gibi olun. (Yani öldürülen gibi.)
Ravi: Hz. Ebû Mûsa (r.a.)
Sayfa: 121 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Kur'an okumakla Kur'an olmaz. Nakletmekle de ilim olmaz. Kur'an hidayetle, ilim de anlayışla olur.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)
Sayfa: 362 / No: 9
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Zekat, malı ebedilestirir.
Zekat, malı temizler.
Zekat, malı çoğaltır.
Zekat, kalpteki dünya sevgisine karşı bir ilaçtır.
Zekat, fakirin kıskançlık duygusunu körletir.
İslam da Zekat Muessesesi.
Yunus Vehbi Yavuz
Fihrist

yuksel dedi ki...

Zekat, halka şefkatin anahtarıdır.
İslam da Zekat Muessesi.
Yunus Vehbi Yavuz.
Fihrist

yuksel dedi ki...

Zekat, bir nevi sosyal güvenlik ve sigortadir.
Zekat, toplumda bir orta sınıfın doğmasını öngörür.
Zekat, paranın stok edilmesini önler.
Zekat sosyal dengeyi sağlar.
Zekat, yatırıma açılan bir kapıdır.
Zekat bir kalkınma hamlesidir.
Zekat, fakiri çalışmaya teşvik eder.
İslam da Zekat Muessesesi
Yunus Vehbi Yavuz
Fihrist

yuksel dedi ki...

Murtedin tecavüzatina set çekmek için topuz lazımdır.
(L.) 107:16 Lem'a 2.Sual.
Şarkı söyleyenlere Bediuzzaman ın hiddeti. (S.) 280:13.Sua.
Bir Hazinenin Anahtari
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy 493.

yuksel dedi ki...

Baykara'nın söylediklerinden sadece Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk'ün değil, Atatürk' ün şahsında, 20.
yüzyılınTürk devrimini yapan kadronun Sultan II. Abdülhamid döneminin doğal bir sonucu olduklarini söylemek müm-
kün görünmektedir.
1880lerden itibaren, bir Osmanlı toplumu yaratmak ideali ile her vilayette pozitif ilimleri öğreten idadi liselerinin açılması, aydın Batıcı bir kuşak yetişmesini sağladı . Atatürk nesli,
i bu temelde kurulan yeni askeri mekteplerde yetişti (Inalcık 2006: 338).
sy. 177
Türk Modernleşme ve 2.Abdulhamid'in eğitim hamlesi
Ömer Faruk Yelkenci

yuksel dedi ki...

Siz öyle bir zamanda bulunuyorsunuz ki, fukahası çok, hutebası az, istiyeni az, vereni çok, işte böyle zamanda amel ilimden hayırlıdır. Size öyle bir zaman gelecektir ki, fukahası az, hatibleri çok, istiyeni çok, vereni az. O zamanda ise ilim amelden hayırlıdır.
Ravi: Hz. Abdullah İbni Said (r.a.)
Sayfa: 135 / No: 8
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Peygamberimiz dedi ki:
Derdimiz ve davamız nedir?
Derdimiz günahlarımız,
Davamız istiğfardır.
sohbet.

yuksel dedi ki...

Âli Davud'a nazil olan hikmette ibret vardır. Akıllı olan insan şu dört vakitten başka şeyle nefsini meşgul etmemelidir: Rabbine dua (ve ibadet) edeceği vakit, Nefsini muhasebe edeceği vakit, Kendisi hakkında, kardeşlerini nasihat etmesine ve ayıblarını kendisine haber vermelerine kafi gelecek bir vakit. Kendi nefsinin helal ve temiz ihtiyaçlarına ayıracağı bir vakit. Bu vakitte diğer zamanlar içinde bir yardım vardır ve kalbin istirahatı kafi miktarda varlık iledir. Sonra da akıllı kimse için, diline sahip olması, zamanını bilmesi, işine yönelmesi ve en sağlam dostuna karşı bile ihtiyatlı olması icap eder.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)
Sayfa: 127 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Şairlerin inşad ettiği :
"Saltanat süren o melikler neredeler?
Neticede ecel şerbetini sunan, ölüm kasesini onlara da içirdi.
Mallarımızı miras sahipleri için toplamaktayiz,
Evlerimizide zaman yıksın diye bina etmekteyiz.".
Ruhu'l Furkan Tefsiri
Hazret-i Mevlana eş şeyh Mahmud en Nakşibendi El-Muceddidi el Halidi el-Ufi
(Kuddisu Sirruhu)
cilt. 15.
sy.133.

yuksel dedi ki...

Bunun uzerine Hz. Hasan Efendimiz çok mutehassis olmuş ve şöyle dua etmiştir (Turklere):
"Allah c. c. size ve kavminize İslam a hizmet etmeyi nasip etsin." Hz. Hasan efendimizin bu duası mustecab olmuştur..
KALB-i Selim
Aşk Akıl Vahiy
Ömer Tuğrul İnançer
sy. 113.

yuksel dedi ki...

Bu zaman da enaniyet çok ileri gitmiş.(K. L.) 144:(S.T.) 157: (M.) (M.) 355:28.Mektup 6.Mesele 4.nukte.
Bir Hazinenin Anahtari
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi İsmail Mutlu
sy 190.

yuksel dedi ki...

Kalbin sesiyle, nefsin sesinden geleni nasıl ayırt edeceğiz?
Allah c.c. yap dediği şeyleri emrettiği ses kalbten, Allah c.c. yasakladığı şeyleri emrettiği ses nefsten gelmektedir.
Dost T. V.

yuksel dedi ki...

42. Hakkı (gerçeği) batıl ile bulayıp/örtüp de bile bile hakkı gizlemeyin (hakkın üstüne örttüğünüz batılı hak diye göstermeyin).[20]

yuksel dedi ki...

[20] İslâm’a uygun olmayan söz ve hareketler batıldır. Eğer hak olan batıla bulanır, ona karıştırılırsa, hak anlaşılmaz, batılın içinde özelliğini kaybeder ve insanlar da haktan saptırılmış olur. Diğer taraftan bu, “batılı da hakla süslemeyin, altında hak var diye batılı cazip göstermeyin” demektir (İbni Teymiyye, s. 52; Elmalılı, I, 285). Yahudiler, Tevrat’taki bazı hükümleri değiştiriyorlar ve kendi uydurdukları batıllara “hak (doğru) bu” diyorlardı.

yuksel dedi ki...

Zorluklar, mânileri ortadan kaldırır.
Kara Davud
Delail i Hayrat Şerhi
M. Bin Süleyman Cezuli
sy. 401.

yuksel dedi ki...

Dünya'nin birkaç günlük refahı hiç kimseyi aldatmamalidir. Zaman her şeyi eskitip tuketmekte, ilâhî plan şaşmadan amacına yönelik uygulanmaktadır.
Tefsirli Kur'ân-ı Kerîm Meali
Celal Yıldırım
Anadolu Yayınları
Cilt 2.sy.549.

YANITLASİL

yuksel19 Ekim 2022 00:08
Dünya'ya gelişin asıl maksat ve gayesini düşünmeyenlerin çok aldandiklari, öldükleri zaman daha iyi anlayacaklari, hele kıyamet günü bütün açıklığıyla ortaya çıkacağı kesindir. Ölmeden önce uyanıp gerçekleri anlamak, büyük bir bahtiyarliktir.
Tefsirli Kur'ân-ı Kerîm Meali
Celal Yıldırım
Anadolu Yayınları
Cilt 2.sy.549.

YANITLASİL

yuksel19 Ekim 2022 00:12
Ahir zamanda ümmetim üzerine şiddetli bir bela zuhur eder. Bundan ancak iki sınıf kurulur: Biri Allah'ın dinini tanır ve onun için lisan ve kalbi ile mücadele eder. İkinci ise dinini anlamış, dinlemiş ve tasdik etmiştir. (Yani cahil kalanlar bu belada tehlikededir)
Ravi: Hz. Ömer (r.a.)
Sayfa: 141 / No: 1
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Bir kelimeyi hiç aklınızdan çıkarmayın. Devlet.
Devletin ne kadar önemli olduğunu hepimiz idrak etmeliyiz. Devletsiz bir millet boşluğa düşer, rüzgarda savrulup gider.
Bilge Kral
Aliya İzzetbegovic

YANITLASİL

yuksel20 Ekim 2022 00:38
"İnsanlar et gibi, Ulema tuz gibidir. Tuzsuz et koktuğu gibi Ulema ve sohbetinden mahrum kalanda çürür ve kokar.
Mahmud Efendi Hazretleri

yuksel dedi ki...

Benden evvelki Peygamberlerden hiç bir Peygamber yoktur ki, arkasına yedi kişi verilmiş olmasın. Bunlar necib ve yardımcı kimselerdir. Bana ise on dört kişi verildi. Bunlar Hz. Hamza, Cafer, Ali, Hasan, Hüseyin, Ebu Bekir, Ömer, İbni Mes'ud, Ebu Zer, Mikdat, Huzeyfe, Ammar, Bilal ve Suheyb (r.anhüm)dür.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)
Sayfa: 142 / No: 6
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Milletlerin istidatlarina göre ahkam değişir.(S.) 447:27. Söz :hat.
Bir Hazinenin Anahtari
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 462.

yuksel dedi ki...

Böylece inkarın cehaletten ve duygusal davranmaktan kaynaklandığına, iman ve irfanın sağlam bilgiden ve akıldan kaynaklanıp gerçekleştiğine işaret ediliyor.
Nahl Suresi
Tefsirli Kur'ân-ı Kerîm Meali
Celal Yıldırım
Anadolu Yayınları
Cilt 1.sy.543.

yuksel dedi ki...

Ancak Ebu Davud (Rahimehullah) ın, "el-Merasil" isimli eserinde Mukatil İbni Hayyân (Rahimehullah) dan naklettigine göre :o dönem Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bayram namazlarında olduğu gibi, Cuma namazını hutbeden önce kildiriyordu, dolayısıyla sahabe - i Kiram namazı terk etmiş olmadı, ancak hutbe dinlemenin namaz gibi zorunlu olduğunu bilmediklerinden onu terk ettiler. (Ibni Kesîr)
Kur'an -i Mecid
ve Tefsîr li Meali Alisi
(Eş şeyh Mahmud en Nakşibendi El-Muceddidi el Halidi el-Ufi)
(Kuddisu Sirruhu) sy. 553.

yuksel dedi ki...

Bir kavim içinde bir alim yetişmesi kadar şeytanın belini kıran şey yoktur.
Ravi: Hz. Vasile (r.a.)
Sayfa: 383 / No: 10
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

İyi hükümdarlar bilgilerle, kötü bilginler de hükümdarlar la düşüp kalkar. Nizamulmulk
Büyüklerin Sözleri
Sözlerin Büyükleri
İsmail Özcan
sy. 23.

yuksel dedi ki...

Dün gece rüyamda acaib şeyler gördüm. Ümmetimden bir kimse gördüm ki, azab melekleri onu kuşatmışlardı da abdesti gelib, onu içinde bulunduğu bu istenmiyen halden kurtardı. Gene bir kimse gördüm ki kabir onu sıkıyordu. Namazı ona geldi ve onu kabir azabından kurtardı. Gene bir kimseye şeytanların musallat olduğunu gördüm. Zikrullahı ona geldi ve şeytanın tasallutundan onu kurtardı. (Şeytanın tasallutu yürek sıkıntısından anlaşılır) Gene ümmetimden bir kimse gördüm ki susuzluktan dili çıkmıştı. Ramazan orucu geldi onu suvardı. Yine bir recul gördüm, kendisini zulmet sarmıştı. Haccı ve umresi geldi ve onu o karanlıklardan çıkardı. Birini de gördüm. Melekül Mevt ruhunu kabz etmek için ona gelmişti. Anasına, babasına yaptığı iyilikler gelip o meleğe karşı çıktı ve geri çevirdi. Bir recul de görüm. "müslamanlarla konuşayım" diyor amma konuşturmuyorlardı. Buna da sılai rahmi gelip "Bu adam akrabasına giderdi" diyerek şefaat etti. Onlarla konuştu ve beraber oldu. Birini de gördüm, Peygamberlerin yanına gitmek istiyor, halka halka kovuyorlar onu. Onu da cünüplükten korkar olması (gusül abdesti) geldi de aldı, onu da yanıma oruttu. Bir recul de gördüm, ateşin şiddetinden eliyle korunmak istiyordu. Sadakası geldi de başı üzerinde gölge yaptı ve yüzüne perde oldu. Birini de gördüm, zebaniler kendisini almaya gelmişti. Yaptığı emri bil maruf, nehyi anil münkeri geldi de kendisini kurtardı. Bir recul de gördüm, ateşe atılmış (Allah korkusundan döktüğü) göz yaşları geldi de onu Cehennemden kurtardı. Birini de gördüm, defterini solundan veriliyor. Allah korkusu geldi, onu kurtardı ve defterini sağa aldı. Terazisi hafif gelen bir kimse gördüm. Kendinden evvel ölen çocukları gelip mizanını ağırlaştırdı. Cehennemin kenarında bir adam gördüm, onu da oradan Allah korkusu kurtardı. Birini de gördüm, hurma sazı gibi titriyordu. Allah'a hüsnü zannı geldi ve titremesi durdu. Sırat köprüsünde düşe kalka giden birini gördüm. Onu da selatı selamı gelip kurtardı ve sıratı geçene kadar doğrulttu. Biriside Cennetin kapısına kadar geldi fakat kapılar kapanıyordu. Onu da Kelimei Şehadeti gelip Cennete koydu.
Ravi: Hz. Abdurrahman (r.a.)
Sayfa: 147 / No: 8
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Hz. Ömer (r. a.) recm cezasını, deccali, havzi, kabir azabını ve müminlerin cezalarını çektikten sonra cehennemden çıkacaklarını inkar edecek, bunların olmadığını ve olmayacağını ileri sürecek birtakım insanların tureyecegini söyleyerek ta o günden müslümanları uyarmıştır.
Riyazu's Salihin Tercümesi ve Şerhi
cilt. 4.sy.528.

yuksel dedi ki...

Kıyametin yaklaşmasındandır minberlerin, hatiplerin çoğalması, ulemanın süslere meyledip haramı helal, helali haram etmeleri ve insanların istediği gibi fetva vermeleri, altın ve gümüşlerinizi helal saymayı öğütlemeleri ve Kur'an'ı ticaret metaı edinmeleri.
Ravi: Hz. Ali (r.a.)
Sayfa: 448 / No: 10
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Eylem pĺaninin ilk iki maddesi kamuoyuna yonelik faaliyetleri kapsarken, üçüncü maddesi ise
"sır" olarak muhafaza edilir.
28 Şubat
Demokrasi Ters Şeritte
Ezgi Gürses
sy.66.

yuksel dedi ki...

Bir kavim ahdi bozarsa aralarında katl zuhur eder. Bir kavimde fuhuş zahir olursa onlara ölüm musallat kılınır. Bir kavim de zekatını vermezse Allah onlardan yağmuru tutar (Bereket kalmaz).
Ravi: Hz. Abdullah İbni Büreyde (r.a.)
Sayfa: 389 / No: 4
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Bir de Ümmi "Her şeyin aslı" demektir. Ana evladın nasıl aslı ise Hak Teâlâ bütün yaratıklardan önce Nur - i Muhammedi'yi yarattı.
Kara Davud
Delail i Hayrat Şerhi
sy 435.

YANITLASİL

yuksel1 Kasım 2022 19:29
Bütün mahluklarida o nurdan yarattığından dolayı o nur bütün yaratılanların aslı, anası gibidir.
Kara Davud
Delail i Hayrat Şerhi
sy 435.
Dördüncü salavat - i şerife.

yuksel dedi ki...

Siz bu gün Rabbınızdan gelen açık beyyine (delil) üzerindesiniz. Marufu emir ve Münkerden nehy ve Allah yolunda cihad ediyorsunuz. Sonraları sizin aranızda iki sarhoşluk zuhru edecek. Cehalet sarhoşluğu ve yaşama sevgisi. Bu sebeble haliniz değişecek ve marufu emretmiyecek ve münkerden nehyetmiyecek ve Allah yolunda cihadda bulunmıyacaksınız. İşte o günde Kitap ve Sünnete tutunanlar için elli sıddık ecri vardır. Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Bizden mi yoksa onlardan mı?" Buyurdu ki, hayır, bilakis sizden.
Ravi: Hz. Muaz ve Enes (r.a.)
Sayfa: 153 / No: 6
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Şeyh sa'di şöyle demiştir :
Yarın ahirette büyük olmak istiyorsan,
Bugün küçükleri kendine düşman etme.
Çünkü bu saltanat elinden gidince
O dilenci dediğin kimse kahır ile eteğine yapışır.
Ruhu'l Beyan Kur'an Meali Ve Tefsiri
Ismail Hakkı Bursevi
cilt. 19. sy. 587.

yuksel dedi ki...

4341-Her şeyin özü vardır. İmanın özü namazdır. Namazında özü iftitah tekbiridir.
Ramuz ül Ehadis
Hadis Ansiklopedisi
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi
cilt. 2. sy. 1015.

yuksel dedi ki...

3 ŞEY SABIR KUVVETİNİ DAĞITIR
1-Evham, 2-Gaflet, 3-Fani hayatı baki zannetmek.
NUR'DAN MADDELER
MUSTAFA TOPOZ
SUEDA
sy.. 9.

yuksel dedi ki...

İhtiyar Akrabaya bakmanın 3 faydası
1-Rızıkta bereket.
2-Rahmete mazhar olmak.
3-Bela ve musibetlerden kurtulmak.
NUR'DAN MADDELER
MUSTAFA TOPOZ
SUEDA
sy. 55.

yuksel dedi ki...

Hayat, inanan ve Salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.
Bilgi ve iman anlayışı
Aliya İzzetbegovic
Özgür ve Bilge Lider
Dr. Halit Çil
sy. 17.

yuksel dedi ki...

... "modern ateistler" de, bizim ateistler (Atatürkçüler) de"çağdaş laikler "de, aynı şekilde putperesttirler.
Aydınlanma üzerine bir derkenar
Fehmi Baykan
sy.. 278.

yuksel dedi ki...

Takvadan daha üstün bir azık, susmaktan daha güzel bir erdem, cehaletten daha zararlı bir düşman, yalandan daha büyük bir hastalık yoktur.
Cafer-i Sadık (rahmetullahi aleyh)
Lale gül Dergisi
sayı 116 Ekim 2022
sy. 54.

yuksel dedi ki...

BATI MEDENİYETİNİN 5 BOZUK ESASI

1 Dayanak noktası olarak kuvveti' kabul eder. Kuvvetin özelliği ise, tecavüzdür.

2 Hedef ve maksadı, 'menfaat' olarak gösterir. Menfaatin özelli- ği ise, birbirine zahmet ve eziyet vermektir.

3 Hayat düsturu olarak mücadeleyi' gösterir. Mücadelenin özelliği ise çekişmek ve kavga etmektir.

4 Kitleler ve cemaatler arasındaki rabıtayı, ırkçılık olarak kabul

eder. Irkçılık ise, başka ırkları yutmakla beslenir.

5 Semere olarak, heva ve hevesleri kışkırtarak arzularını tatmin-

dir. O heva ise, insanın manevî olarak tahribine sebeptir.
Nurdan Maddeler 43.syf

yuksel dedi ki...

İHLASIN SIRRI
1 En mühim bir esastır.
2 En büyük bir kuvvettir.
3 En makbul bir şefaatçıdır.
4 En sağlam bir dayanak noktasıdır.
5 Hakikate ulaştıracak en kısa bir yoldur.
6 En makbul bir manevi duadır.
7 Maksatlara ulaştıran en kerametli bir vesiledir.
8 Hasletlerin en yükseğidir.
9 En safi bir kulluktur.
MADDETEN GERİ KALMAMIZA SEBEP OLAN 3 SINIF İNSAN
1 Bazı kötü idareciler ve reisler.
2 Vatanın ve milletin yüksek menfaatlerini savunma ve fedakar- lık iddiasında bulunan sahte vatanseverler.
3 Velilik dava eden ehliyetsiz ve sahte şeyhlerle sahte hocalar.
75.syf, 24.syf

YANITLASİL

yuksel19 Kasım 2022 02:53
MÜSLÜMANLARIN

FAKİRLEŞMELERİNİN 2 SEBEBİ

1 "İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır" ayet-i kerimesi ile işaret edilen 'çalışma meylinin' ve "Çalışıp kazananı Allah sever" hadis-i şerifi ile işaret edilen 'kazanma şevkinin' bazı hocaların olumsuz telkinleri ile kırılması.

2 Müslümanların, idarecilik ve memuriyeti en önemli bir geçim kaynağı olarak görmeleri.
74.syf
Nurdan Maddeler

yuksel dedi ki...

ALTINOLUK SOHBETLERI-2

Cebrail aleyhisselâm cevaben:

- Onlara Allah dostlarının isimlerini yazdım. - Acaba benim ismim de yazılı mı?

- Hayır senin ismin yazılı değil.

İbrahim Ethem hazretleri üzüldü, hüzünlendi, kırık bir kalple tekrar dedi ki:

- Fakat onları seviyorum.

Cebrail aleyhisselâm bir müddet gåip olduktan sonra tekrar göründü ve dedi ki:

Rabbimden şimdi emir aldım. Senin ismini en başa yazdım.

Yunus Emre hazretleri buyurur:

Ben gelmedim dâuâ için, Benim işim sevi için, Dostun evi gönüllerdir, Gönüller yapmaya geldim.

Yine buyurur:

Yaratılmışı severiz, Yaratandan ötürü.

Bir da şöyle der:

Hakk'ı gerçek sevenlere, Cümle âlem kardeş gelir.

Yunus Emre, bir çok şiirlerinde Rasûl-i Ekrem sallalla hu aleyhi ve sellem Efendimizi, medh ü sena etmiştir. Bu onu ifade eder ki, onun görüşleri şeriata uygun olmalıdır

YANITLASİL

yuksel21 Kasım 2022 01:12
ALTINOLUK SOHBETLERI-2

Cebrail aleyhisselâm cevaben:

- Onlara Allah dostlarının isimlerini yazdım. - Acaba benim ismim de yazılı mı?

- Hayır senin ismin yazılı değil.

İbrahim Ethem hazretleri üzüldü, hüzünlendi, kırık bir kalple tekrar dedi ki:

- Fakat onları seviyorum.

Cebrail aleyhisselâm bir müddet gåip olduktan sonra tekrar göründü ve dedi ki:

Rabbimden şimdi emir aldım. Senin ismini en başa yazdım.

Yunus Emre hazretleri buyurur:

Ben gelmedim dâuâ için, Benim işim sevi için, Dostun evi gönüllerdir, Gönüller yapmaya geldim.

Yine buyurur:

Yaratılmışı severiz, Yaratandan ötürü.

Bir da şöyle der:

Hakk'ı gerçek sevenlere, Cümle âlem kardeş gelir.

Yunus Emre, bir çok şiirlerinde Rasûl-i Ekrem sallalla hu aleyhi ve sellem Efendimizi, medh ü sena etmiştir. Bu onu ifade eder ki, onun görüşleri şeriata uygun olmalıdır

yuksel dedi ki...

AHFA : Çok gizli, pek gizli.
Osmanlıca Türkçe
Ansiklopedik
Büyük Lügat
sy. 30.

yuksel dedi ki...

Allah (z.c.hz.) fahişi de (haddini bilmiyen erkek) mutefahhişi de (haddini bilmeyen kadını) sevmez. Fuhuş ve tefahuş açık olmadan, komşular fenalaşmadan, hainler emin, eminler hain sayılmadan, akrabalık arasında soğukluk olmadan, kıyamet kopmaz.
Ravi: Hz. Ömer (r.a.)
Sayfa: 91 / No: 7
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

İyi insanı seccadelerden değil, doğru sözünden ve emanete ihanet etmemesinden tanırım.
H. Ali r. a.
Yeni Asya 2023
Takvimi
10 Şubat.
Cuma

yuksel dedi ki...

Türk milleti Kur'ân kuvvetiyle kominizme karşı durabilir.

Türk milleti uyanmalıdır. (T.H.) 141:Barla hayatı

Türk milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş. (E.L.) 2:194.

(E.L.) 1:214.

Türk unsurunda kabil-i iltiyam olmayacak bir inşikak çıkacak. (M.) 425:29. Mektup, 7. kısım, 4. işâret

yuksel dedi ki...

KULLUK/Ibadetler

Kimin niyeti ahiret ise Allah onun işlerini derleyip toplar, yardımcısı olur. Ona gönül zenginliği ihsan eder. Dünyayı iste- mese de dünya ona gelir.

Kimin niyeti de dünya ise Allah onun işlerini darmadağın eder. Onun fakirliğini iki gözü arasına koyar. Dünyadan da onun için yazılandan başkası ona gelmez."

Bize orta namaz hakkında sordu. Orta namaz, öğle na- mazıdır.(2

59

Ameller Niyetlere Göredir

• Alkame b. Vakkâs'tan (ra) rivayetle:

[Alkame] Ömer b. el-Hattab'ın (ra) insanlara hutbe îrad ederken şöyle dediğini duymuştu: [Ömer dedi ki]: "Resûlul- lah'ın (sas) ise:

'Ameller niyetlere göredir. Kişiye ancak niyetinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah'a ve Resûlü'ne ise onun hicreti Allah'a ve Resûlü'nedir. Kimin hicreti de dünyadan bir nasip almaya ya da bir kadın ile evlenmeye ise onun hicreti de bunlaradır.3 diye buyurduğunu duydum."

yuksel dedi ki...

Rakamlar çok fena! ABD çöküşe doğru gidiyor
Stratejik Düşünce Enstitüsü(SDE) Başkan Yardımcısı Alper Tan kaleme aldığı yazısında ABD'nin geldiği çöküş eşiğini, tecavüz vakalarını, dini olguların terk edilmeye başlanmasını, siyahilere uygulanan zulmü çok boyutlu değerlendirerek; "Halkı bu kadar bozulmuş ve yozlaşmış bir devletin bırakınız “en güçlü” olmayı “devlet” olarak varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir" ifadelerini kullandı.

yuksel dedi ki...

CIHAD / Mücadele Ahlakı

Şüphe yok ki Allah (cc) tüm eksikliklerden münezzehtir

Hamd yalnızca O'nadır. O'ndan gaynı ilah yoktur. Allah en bü

yük, en yücedir. Tüm bu tesbihler salih ameldir. "1551

344

Yönetici Ayrılsa Dahi Sizler Kur'ân'dan Ayrılmayın

• Mu'âz b. Cebel'den (ra) rivayetle:

Resûlullah'ı (sas) şöyle buyururken işittim:

"Size verilen hediyeleri, hediye olarak kaldıkça alın. An- cak dinde rüşvete dönüştüğünde almayın sonra onu bırakamaz- sınız. Almamanız fakirliği ve muhtaçlığı size engeller.

Dikkat edin! Muhakkak ki İslâm değirmeni Siz de Kur'ân'ın döndüğü yerden dönün (ona göre hareket edin). Biliniz ki Kur'ân ve sultanlık birbirinden aynlacaktır. Ancak siz Kur'ân'dan ayrılmayın. Dikkat edin! Muhakkak ki başınız- da, lehinize hüküm vermeyip kendi lehlerine hüküm veren yö- neticiler olacak. Şayet onlara karşı çıkarsanız sizi öldürürler, itaat ederseniz sizi saptırırlar."

Bunun üzerine ashâb: "Ey Allah'ın Resûlü! O zaman gel- diğinde bizler ne yapalım?" dediler.

Resûlullah (sas) da:

"Meryem oğlu İsa'nın ashâbının yaptığı gibi yapın. Onlar ki testereyle biçildiler, çarmıha gerildiler. Allah'a (cc) itaat üzere ölmek, Allah'a (cc) isyan üzere yaşa-

maktan daha hayırlıdır" buyurdu. [56]
Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) in Hutbeleri
Cilt. 2.sy.110.

yuksel dedi ki...

Kur'an-ı Kerim'in İlâhî hakikatleri, beşeri, ebedi saadete, h sevkeden emir ve nehiyleri, her düşünen ferd ve cemiyeti te'air altina yordu. Itikadın ve ma'şerî vicdanın sevgi ve kabulü ile benimsenen d tâbirler, öz dilleri haline geliyordu. Birbirlerine evvelce yabancı ve man iken, İslâmiyetin verdiği nur ve şu'ûr ile yekevücud olan milyonlara insan, kolayca anlaşabiliyordu. Çünkü mukaddes kitabları bir, yazan bir, ibâdet dilleri bir, gayeleri birdi; kalbleri aynı heyecan ve hislerle pıyordu. Kur'ân-ı Kerîm'den ilhâm alınarak yazılan eserler, kitab ve tablar her kavim ve kabilece seviliyor, anlaşılıyordu. Bütün dini bir anlamasalar dahi, ma'nevî feyzi onlara huzur veriyordu. Allah rizza yol na öğrenmeği ibâdet bildiklerinden Kur'ân ve îman hakikatlerini ta en sevdikleri bir iş ve herkesin en mühim vazifesi idi; bu en büyük bir mas hariyyetti.. İslâmiyet milliyeti onları bir vücûd haline getirdiği gibi, d manları karşısında dâimâ uyanık bulunduruyordu. Yabancı fikirlerin t siri altında kalmadan, Cenab-ı Hakk'ın Kelâmını O'nun ebedi saadet ve adâlet müjdesini bütün cihana duyurmayı en şerefli bir vazife biliyor- lardı...
Osmanlıca Türkçe
Yeni Lügat
İslami ilmi Edebi Felsefi
Abdullah Yeğin
1978

yuksel dedi ki...

Sayfa Sıra Hadis-i Şerif Ravi
85 1 Çoğu sekir veren şeyin azından da nehyediyorum. Hz. Amr ibni Sa'd (r.a.)
85 2 Allah (z.c.hz.) bir şeyi bir kula takdir ettiğinde, onu çevirecek hiçbir şey yoktur. Hz. Muhallet ibni Ukbe (r.a.)
85 3 Allah (z.c.hz.) kullara nikmet (musibet) murad ettiğinde, çocuklar ölür, kadınlar doğurmaz ve içlerinde rahmete şayan bir kimse yoksa başlarına belâ gelir. Hz. Huzeyfe ibni Yemani (r.a.)
85 4 Allah (z.c.hz.) bir kulu helâk etmek murad ettiğinde, önce ondan "haya" alınır. O zaman o kimse buğza lâyık olarak Allah'ın huzuruna mülâki olduğunda kendisinden "emanet" alınır. Ve hain tanınır. Böyle olunca "Rahmetten tard" olunur. O zaman lânete lâyık hale gelmiş olur. Ve o zamanda "İslâm hırkası" üzerinden alınır. Hz. İbni Ömer (r.anhüma)
85 5 Allah (z.c.hz.) bir ev halkını sevdiğinde, aralarında mülâyemet kaim olur. Hz Cabir (r.a.)
85 6 Allah (z.c.hz.) bir kavmi sevdiğinde, onlara belâ musallat eder. Sabreden mükâfata nail olur, sızlanan da cezaya. Hz. Muhammed bin Lebid (r.a.)
85 7 Allah kulunu sevdiğinde, rızkını yetecek kadar verir. Hz. Ali (r.a.)
85 8 Allah bir kulu sevdiğinde, mescide kayyum eder. Sevmezse hamama hizmetçi eder. Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
85 9 Allah, bir kula hayır murad ettiğinde, onu müptelâ eder. Ve ona meşgul olacak mal ve evlâd bırakmaz. (Kendisi ile meşgul eder.) Hz. Utbe (r.a.)
85 10 Allah (z.c.hz.) bir Peygambere bir geçimlik verdiğinde ve onu da ahirete aldığında, bu geçimlik, onun yerine geçenindir

yuksel dedi ki...

Bir hadiste şöyle buyrulur: "Rabbim" miraç gecesi "bana sordu, fakat O'na cevap veremedim. Bunun üzerine keyfiyetsiz bir şekilde elini" yâni kudret elini, çünkü Allah uzvu olmaktan münez zehtir. “iki omuzumun arasına koydu. Elinin soğukluğunu hissettim. Bu esnâda beni öncekilerin ve sonrakilerin ilmine vâris kıldı. Bana türlü ilimler öğretti. Bunlardan bazılarını gizli tutmak konusunda benden söz aldı. Çünkü böyle bilgileri benden başkasının taşıyama- yacağını biliyordu. Bir ilim de öğretti ki başkalarına öğretip öğret memem konusunda beni muhayyer bıraktı. Bir ilim de öğretti ki onu da ümmetimin avâmına ve havâssına tebliğ etmemi emir buyurdu. O'nun ümmeti ise insanlar, cinlerdir. Nitekim İnsânü'l-uyûn'da böyle geçmektedir.
Ruhu'l Beyan
Kur'an Meali Ve Tefsiri
cilt. 9.
sy.10.

yuksel dedi ki...

Rabbim bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret,
değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabır, ikisi arasındaki farkı bilmem için akıl ver.

yuksel dedi ki...



Muhakkak ki Allah (herhangi bir y seye vermiş olduğu) sözü bozmaz Shirl) buyurmaktadır.

18) Bu ism-i şerif surf kemali isimlerdend her kim bunu zikretmeyi kendine yad edimus Allah-u Teâlâ onun zâburini ve bât ve içini) güzelleştirir, onu bol mikla rukia nir ve düşmanlarını ondan defeder

BUISM-1 SE

19) Bu ism-i şerife "Bütün isimlerin manas ni toplayan isim" denir. Bu ism-i şerîfizikretmek ve faydalarını müşâhede etmek ismi Abdulah

olanlara çok uygun olur.

20) Arkadaşından beklentisi olan kişinin is misk ve safran

yuksel dedi ki...

Muhakkak ki Allah (herhangi bir kimseye vermiş olduğu) sözü bozmaz buyurmaktadır.

yuksel dedi ki...

Peygamberlik derecesine en yakın olan ehli Cihad ile ehli ilimdir. Zira cihad ehli ve ehli ilim Peygamberlerin getirdiği esas üzerine cihad eder ve insanlara yol gösterirler.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
Sayfa: 79 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Rumlara ait Konstantiniyye (Roma) tesbihle ve tekbirle müslümanlarca feth edilmedikçe kıyamet kopmaz (Yetmiş bin Şamlı bunu yapacak)
Ravi: . Hz Abr İbni Avf r.a
Sayfa: 478 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Çok kaygı çekme, mukadder olan olur ve takdir olunan rızkın da sana gelir.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)
Sayfa: 478 / No: 13
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

DAVUD EFENDI SERHI KARA

513

Rivayet olunmuştur ki bir gün firavun sarayında yalnız otu- rurken şeytan kapısını vurdu. Firavun içeriden: Kimdir o? dedi. Şeytan: dışarıda

Hem Allahlık davasında bulunursun, hem de kapıyı kim çalıyor, bilmezsin! dedi. Firavun da:

Gel! diyerek kapıyı açtı. Şeytana dedi ki:

Ya Iblis, seni Hak Sübhanehu ve Teâlâ onceleri bu kadar nimet ile aziz kıldı ve seni meleklerin zümresine katmışken O'nun fermanına itaat etmedin. Daimi ve ebedi lånetli oldun. Bana sayısı ve hesaba gelmez ni'metler ve olağanüstü şeyler ihsan etmiş iken ben Allah'a daima şükür ile, itaatle kulluk ve ibadet edecek iken kendi- mi O'na ortak koştum. Allah'hk davasında bulundum. Ama bu asırda ikimizden yaramaz, âsi kimse var mıdır? dedi.

Şeytan: Vardır! dedi.

Kimdir o?.

Bir kadın var ki ne zaman doğru bir kimseyl azdırmakta Acis olsam o kadına yalvarırım. O da sâlih kimseyi azdırırdı. O kadın fa kir bir karıdır. Komşunun sütlü bir ineği vardı. O komşu her gün ine- ğini sağınca kendi süt fazlasını o yoksul kadına verirdi. Gene bir gün bir sâlih erkeği azdırmak için o karıya rica ettim..

Onu azdır, sana da birşeyler veririm! dedim. Gitti, o adamı

azdırdı. Ben de ona vaad ettiğim şeyi kendisine götürdüm. O zaman

bana da dedi ki:

Benim de senden bir isteğim var. Sen de onu işlel

Ben:

O dileğin nedir? diye sordum. O kadın dedi ki: -Benim şu komşumun ineğinin otladığı yeri zehirle. O inek zehirli otları yeyince gebersin, helâk olsun.

Ben: Ya sen o ineğin sütüyle geçiniyorsun, sana ineğin ne zararı vardır? dedim. O kadın:

Ben, komşumu ineğini sağarken gördüğüm zaman hasedim- den ölüp diriliyorum. Sen o ineği öldür de ben açlıktan ölürsem öle- yim. Çünkü hasetle her gün ölmektense açlıkla bir kerede ölmek da- ha kolay ve iyidir! dedi. Ey Firavun, senin ve benim bu derde uğra mamızın sebebl dünya faydalarını sevip aldandığımızdan ötürüdür. O kadın ise hasedi sebebi ile ölmesini istiyor. Bu nedenle o karı sen- den ve benden daha kötü ve yaramazdır! dedi,

F. 33

yuksel dedi ki...

iyi kimisi de kötü bu tipler kim olduklarından daha zi- yade iddiaları ve duruşları ile nazara verilir. Ya iyiliğin ya da kötülüğün mihveri bu tipler insanlığın önüne kıyamete kadar konulmuş örneklerdir. İnsanlık nasıl olunması ya da olunmaması gerektiğini onlara baka- rak anlayacaktır.

Müfsid kötü örneklerden bir tanesidir. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak için çalışan bu tipin belli baş- lı üç özelliği vardır: Güzel konuşur, hitabet ve mantığıyla kendisine hay-

ran bırakır.

Ekini helâk eder. Nesli helâk eder.

Günümüzde ifsad şebekesi olarak çalışanların da birinci özelliği propaganda yolu ile kitleleri ikna kabi- liyetidir. Böylece insanları istedikleri yöne sevk eder ve bozgun üzerine kurulu düzenlerini devam ettirir- ler. İletişim araçları ellerindedir. Zalimi mazlum, maz- lumu zalim göstermekte üzerlerine yoktur. Kötü ola- nı baş tacı yapmak, iyi olanı itibarsızlaştırmak en iyi bildikleri iştir.

Müfsidlerin ikinci özelliği ekini helâk etmeleri, ya- ni ekonomiyi bir sömürü düzenine çevirmeleridir. Faiz temelli bir sistem ile paradan para kazanır, gelir dağı- limını bozar, zengin ile fakirin arasını açarlar. Ölçüsüz tüketimi teşvik eder, Allah'ın yasak ettiği her türden ticareti meşrulaştırır ve en kötüsü insanı ve ilişkileri metalaştırarak her şeyin maddi olana irca edildiği ma- teryalist bir hayat tarzını hâkim kılarlar.

Müfsidler nesli de helâk ederler. Mukaddesi olma- yan, Allahsız bir eğitimden başkasına geçit vermez, ta-iyi kimisi de kötü bu tipler kim olduklarından daha zi- yade iddiaları ve duruşları ile nazara verilir. Ya iyiliğin ya da kötülüğün mihveri bu tipler insanlığın önüne kıyamete kadar konulmuş örneklerdir. İnsanlık nasıl olunması ya da olunmaması gerektiğini onlara baka- rak anlayacaktır.

Müfsid kötü örneklerden bir tanesidir. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak için çalışan bu tipin belli baş- lı üç özelliği vardır: Güzel konuşur, hitabet ve mantığıyla kendisine hay-

ran bırakır.

Ekini helâk eder. Nesli helâk eder.

Günümüzde ifsad şebekesi olarak çalışanların da birinci özelliği propaganda yolu ile kitleleri ikna kabi- liyetidir. Böylece insanları istedikleri yöne sevk eder ve bozgun üzerine kurulu düzenlerini devam ettirir- ler. İletişim araçları ellerindedir. Zalimi mazlum, maz- lumu zalim göstermekte üzerlerine yoktur. Kötü ola- nı baş tacı yapmak, iyi olanı itibarsızlaştırmak en iyi bildikleri iştir.

Müfsidlerin ikinci özelliği ekini helâk etmeleri, ya- ni ekonomiyi bir sömürü düzenine çevirmeleridir. Faiz temelli bir sistem ile paradan para kazanır, gelir dağı- limını bozar, zengin ile fakirin arasını açarlar. Ölçüsüz tüketimi teşvik eder, Allah'ın yasak ettiği her türden ticareti meşrulaştırır ve en kötüsü insanı ve ilişkileri metalaştırarak her şeyin maddi olana irca edildiği ma- teryalist bir hayat tarzını hâkim kılarlar.

Müfsidler nesli de helâk ederler. Mukaddesi olma- yan, Allahsız bir eğitimden başkasına geçit vermez, ta-

yuksel dedi ki...

185-

SİYONİST DUSTURLARI

Emekli albay Hüsameddin Ertürk anlatıyor:

Ben Teşkilât-ı çalışırken, dünyaya hâkim olmak isteyen bu Milletlerarası Siyonist Teşkilatı'nın elimize ascen virmi iki naddleik düsturları vardır ki ne kadar mandir. Burada şöyle yazılıdır:

1. Genç nesilleri mugâyir-i ahlak telkinlerle ifsat etmeli,

2. Aile hayatını yıkmalı, 3. İnsanlara aşağı sınıflarla tahakkum etrneli.

4. Sanatı zayıflatmalı, edebiyatı müstehcen ve şehey bir hale sok- mali,

5. Mukaddesata hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilâne vakalar uydurmalı,

6. Hudutsuz bir lüks, baş döndürücü modalar icat etmeli, çılgınca

sarfiyatı teşvik eylemeli,

7. Kalabalıkların vakitleri, eğlenceler, oyunlarla oyalanmalı, herkes

düşünmekten alıkonulmalı,

8. Müfrit nazariyelerie fikirler zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar aratılmalı, içtimaî sınıflar arasına kin ve itimatsızlık sokulmalı,

9. Aristokratlara müthiş vergiler koyarak onları bunaltmalı, aralarına Kin ve itimatsızlıklar saçmalı,

yuksel dedi ki...

Ölüm Hastasına Yapılacak Vazifeler

Ölüm hastalığına yakalanan bir hastanın, yatağı, çarşahı ve amaşırları temiz olmalıdır. Sık sık değiştirilmelidir. Çünkü temiz in kalbe ve ruha büyük tesiri vardır. Ölüm zamanında ise kalbin ve uhun temiz olması başka zamanlardan daha mühimdir. Ağır has alara, iğne ve lüzumsuz serumlar yaparak eziyet etmemelidir. Sihhate kavuşmak ihtimali var ise, ancak o zaman yapmalıdır. Ağr mastaları evde tedavi etmeğe, evde ailesinin, salih kimselerin ya inda, Kur'an-ı Kerim okuyarak ve kelime-i şehadet telkin ederek can vermesine uğraşılmalıdır. Hastanın yanında iman ve itikad bl ileri çok konuşulmalıdır. Gelen ziyaretçiler böyle lüzumlu şeyleri onuşmalı, Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin bol olduğunu gösteren menkibeler söylenmeli, günahların Allahü Teâlâ'nin merhame anında hiç oldukları hatırlatılmalı. Af ve mağfiret ümidi çok olmal- dir.

Hasta, namazlarını geçirmemeğe, her zamandan daha çok dikkat etmelidir. Kalbini Allahü Teâlâ'nın sevgisi ile doldurmalı. Ke ime-i tevhidi çok söylemelidir. Dinin emirlerini yapmağa dikkat et- melidir. Vasiyetini etmeli veya yazmalıdır.

Ölüm hastası, ihlás suresini çok okumalıdır. Yatağı karşısına Kelime-i tevhid yazılı levha asılmalıdır.

Karyola ve yatak yerini ve odayı değiştirmek hastaya ferahik verir. Mümkün ise hasta abdestli bulunmalıdır. Hizmetçi, as hemşire gibi kadınlar mahrem olmadıklarından çok büyük mar zurdur. Hastaların, ihtiyarların kızı, aile yerini tutamaz. Zaruret of madıkça mahrem hizmetleri yapamazlar.

yuksel dedi ki...

Zyaretçiler, hasta yanında çok olunmamalıdır. Sevdiği insan- raba dahi. Çabuk kalkmalidir. Hasta teklif ederse biraz daha up kalkmaga teşebbüs etmeli, Ağır hastanın yanına kimseyi mamak doğru değildir. Hasta istemese de salih insanlar gidip bila okuyacak kadar oturmalıdır. Doktor kimse görüşmesin. umasin dedi diyerek, hastayı mahrum etmemelidir.

Olum hastasına helalden, mümkün olduğu kadar abdestli ve buyanık kimselerin besmele ve dua ile hazırladığı şeyleri ye- melidir

Her müslümanın ölüme hazırlanması lazımdır. Bunun için de be etmelidir. Kul hakkı altında kalmamağa dikkat etmelidir. Yani akanın sahiblerine verip helallaşmalıdır. Allahü Teala'nın hakla nda ödemek lazımdır. Bu hakların en mühimi, İslam'ın beş şart yerine getirmektir.

Namaz kılmayan kimse müslümanlığın hakkını vermemiş

Bu dünya bir konakdır. Ahirete göre bir zindandır. Bu geçic arlik bir görünüştür. Gölge gibi yavaş yavaş çekilmekde geçic tmektedir.

Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:

insanlar uykudadır. Ölünce uyanırlar." Dünya hayatı rüya gibidir, ölümle uyanınca rüya bitecek, hak hayat başlayacaktır. Müslümanların ölümü hayattır. Hem de sonsuz bir hayat.

yuksel dedi ki...

vak dar görüşlü bazı kimseler tek bu hususu quan evanne oralara veriyorlar. Boyle yeligan geogen sand imtiyaz bir zümreden olduidan, kanaaline sahib olan dükleri zaman baik seviyesine inip onlara dites ecemwana nagamıyorlar sexemiyorlar ve sevilemiyasian Hail man Gazali hazrelien bu görüşün tersine olarak gun all a başlayınca ilk sözü Allah olmalidin Bunu gocuga sus si melidir. Çocuğu süsiü elbiseler giymeye, a year algum malidir. Sonra bunlardan, aynimas Omrinu, boyaca quim sarfeder Çok yemeyi de gözünde ayib göstermet hul an sirf ekmek yedirmeli. Haltà opian terbiye bakumungan 120 guns lere alışan çocuklarla görüştürmemelidir, bayragas Prol. Dr. Ayhan Songar Beyelerdi diyor k

Imam-Halib çıkışlı kaç tane hekimin intisas, apgaisme mini yaptım ve profesorick Prilerinde bulundu Burge bir geçence buigugu bir cerani melela alm pinda haklı bir şöhrete kavuşdu.

Bugün hayatını yeniden yaşasa idim, ise tahsilli Imanes tip okulunda yapar, çocuğumu şerefie, iniharia a okula gönder dim.

Bu okullar çocuklarımıza din ağıllı genel sa tahsil vermek dedirler. Ve geçdiğimiz yıllar göstermiştir ki ondan sonra mes seçimlerinde Imam-Hatip mezunlar daima en bagan kis muşlardır. Meslek olarak imam-Hatiblik başka, boyle bir okul mek ve sonra istediği mesleğin tahsiline devam etmek başka be bir vatandaş olarak bir takım duygularımı dile getirmek ve ok cularimin bazı tereddütlerine tercüman olmak istedin. Bura lah'ın emirlerini öğrenip hayatın ona göre tanam eden korkmayı hayat felsefesi haline getiren bu insanlardan ancak talde gelir. Siz bakmayın kapanlan yaygaralara So

104

yuksel dedi ki...

614] "Tasarruf, az malı çoğaltır; israf, çok malı azaltır."

Hz. Ali (ra)

615]

"Tutumlu olan, yoksulluğa düşmez."

Hz. Ali (ra)

İSTİŞARE (DANIŞMA) ÜZERİNE

616]

"Aklın varsa bir başka akılla dost ol da işlerini danışarak yap."

Mevlana

6171

"Bir iş için seninle meşveret edene (danışana) doğruyu söyle." Imam Azam Ebu Hanife

618] "Dünyaya dalmış, ahireti unutmuş zenginlerle istişare et-

meyiniz. Zira dünyaya olan hırslarından gönülleri karar

dığı için hayır ve şerri seçemezler."

Imam Şafil

619]

620]

"İstişare eden, hakikate ulaşmaktan mahrum olmaz."

Imam Gazall

"İşinizi Allah'tan korkanlarla istişare ediniz." Hz. Ömer (ra)

621)

"Sana birisi güvenip de seninle istişare ederse sakın ona karşı hıyanette buluma, doğrusu ne ise onu tavsiye et." Muhyiddin Arabi

İşİ ZAMANINDA YAPMAK ÜZERİNE:

6221 "Hayırlı bir iş yapmak istiyorsan bugünün işini yarına birakma, çünkü yarına kadar ne olacağı belli değildir." Hz. Ali (ra)

284/Camle Kapsından Kalbe Girmek / Olçüler ve Hikmetler

yuksel dedi ki...

agak memleketlerden bir şehre yağdığını görse o şehir halkı için, urushga delalet eder. Çamur ve bataklık gibi şeyleri görmek an halkı için mala, başka memleket halkı için mihnet ve bela- delet eder. Nitekim yellenmek (gas çıkarmak) Hind halkı için jde ve arvince, diğerleri için de çirkin söz işitmeye delâlet eder. Rü- ya balik görmek bam şehirde işkence ve cefaya, ban şehirde de bir- dede kadar evlenmeye ve Yahudiler hakkında ise musibete dela- t eder.

Bilmelidir ki, insanın gördüğü rüya sadece kendisi hakkında kayip; onun çoluk-çocuğu, akrabaları veya kardeşi, babası, adaşı, maldage ya da hemşehrileri, hanımı ve kölesi gibi başkaları Için de Nitekim bu Cehil b. Hişam rüyasında Islâm Dinine girip Re- ah (S.A.V.)'s blat ettiğini gördü. Bu rüya Ebu Cehl'in oğlu hak- çıktı. Yine Ümmü'l-Fazl Resûlüllah'ın huzuruna gelip:

Ya Resûlullah! Korkunç bir rüya gördüm; deyince, Resûlullah,

Gördüğün hayırdır, buyurdular.

Ya Resûlallah, mübarek vücudunuzdan bir parça kesilip be- aim kucağıma birakılmış, şeklinde rüyasını tamamen anlattı. Peygam- ber Efendimiz tebessüm ederek,

By Ummü'l-Fazl yakında Hz. Fatıma bir çocuk doğurur da sen

amu kucağına alırsın, buyurdu. Gerçekten Hz. Fatıma (R.A.) Hz. Ha-

an (R.A.) dünyaya getirdi ve Ümmü'l-Fazl Hz. Hasan (R.A.)'ı kuca-

fina aldı. Rüyasının doğruluğunu arzu eden kimse doğru söylesin. Yalan, gybet ve koğuculuktan kaçınsın. Eğer rüyayı gören yalancı olmaz, başkasının yalan söylemesini çirkin görürse rüyası doğru çıkar. Fakat rüyayı yalancı olan kimse görür, başkalarının yalanını da çirkin gör- messe rüyası doğru çıkmaz. Rüyasının salih olmasını isteyen kimsenin abdestli olarak uyuması müstehabdır.

Iffetli olmayan kimse de rüya görür. Ancak, niyeti zayıf, günah se masiyeti çok, yalancı ve koğucu olduğundan gördüğü rüyayı tama miyle hatırlayamaz.

Rüya tabircisi için lâzım olan şeyler:

Kendisine bir rüya anlatıldığı zaman, rüyayı görene:

Gördüğün hayırdır. Hayra erişmeyi, şerden kaçınmayı arzu ederiz. bizim, şer de içindir. Hamd âlemlerin Mabbuna mahsustur.» dedikten sonra rüyanı anlata der.

yuksel dedi ki...

XVI

IBN KESIR

Müteahhiron denilen ve hadis ilminin artık kemal derecesini bu duğu dönemde eser vermiş olan müelliftere göre, hadis ile sünnet late birbirinin aynıdır. Ve her iki sözle; Rasulullah (sa) dan sudir etmiş olan sos, fill, lakrir veya sifat kandolunmuştur. Hadis kelimesi, arap çada haber vermek anlamına gelen (1) kelimesinden türen miştir. Banlar ise bu kelimenin eskinin ziddi olan yenilik manasina geldiğini belirterek Allah kelamı için Kadim, peygamber kelam letn hadis lafanın kullanıldığını belirtmişlerdir. Bu kelime Kur'an Ke rim'de (Tür 34; Zümer, 23) Ayetlerinde söz anlamına kullanılmakta dır Sünnet kelimesi ise lugatta; yol, davranış ve adet anlaminadu Binkenaleyh sünnet-i seniyye denirken; Rasulullah (sa.) in ta'kib et tiği dini yol ve tutum kastedilmiştir. Netice olarak He. Peygamberin sözleriyle işleri ve tuttuğu yol, kıymet ölçüsü, sebep ve gaye bakımla rından aynı ve birbirine uygun olduğundan hadis ve sünnet bilginle rinin çoğu tarafından eş anlamlı olarak kabul edilmiş ve kullanılm

tır.» () Hz. Peygamber'den sudûr eden sözlere sözlü sünnet anlamına «kavli sünnet» adı verilir. Onun yaptığı iş ve hareketlere ise «fiili sün net» denir. Buna mukâbil başkasından nakledildiği veya kendisi gör düğü halde tasvib etmiş olduğu fiillere de «takriri sünnet» adı verilir. İslâm literatüründe bu üç çeşit sünnetden, söz ve yazı halinde nakledi lene hadis ismi verilmiştir. Hadis kelimesiyle yakın anlamlı olarak ay rica haber kelimesi de kullanılır. İslam kaynaklarında Hz. Peygambe re, onun ashâbına veya tabiinden birine dayanan söze haber ad ve rilir. Bazen de Hz. Peygamberden nakledilen sözlere hadis, diğerlerin den nakledilene de haber denilir. Bu konuda kullanılan bir diğer et anlamlı kelime de eser'dir. Bu da haber verme ve söz iletme anlamla rına gelir. Hadis ve haberle eş anlamlı olarak kullanılan bu kelime ban bilginlerce sahåbeden gelen sözler için kullanılır. Hz. Peygamber den nakledilenlere ise özellikle haber kelimesi kullanılır.

Hadisler metin ve sened kısımlarından meydana gelir. Sözlükte sert ve yüksek toprak parçası veya hedefe varmak için yürümek gi anlamlara gelen metin kelimesi, hadis istilahında hadisin mâna ifade eden bölümü demektir. Sened ise sözlükte; dağ yamacı ve insanın da yanağı anlamlarına gelir. Hadis istilahlarında sened; metnin gells you lunu haber vermek veya haber verenlerdir. Bu arada aynı kökten gelen isnåd kelimesi ise, sözü söyleyene iletmek ve nisbet etmektir. Bir de aynı konuda rivayet terimi kullanılır ki bu kelimenin anlamı yüklen mek ve taşımaktır. Su taşıyan tuluma ve su taşıyan deveye de bu ta'bir kullanılır. Terim olarak rivayet kelimesi, genellikle bir şeyi haber ver

(1) H Karaman, Hadis Usata. 4

yuksel dedi ki...

Sayfa Sıra Hadis-i Şerif Ravi
458 1 Nefsim yed-i kudretinde Olana kasem ederim ki, ehli Cennetten bir adamın bir sabahta, yüz bakire kıza yaklaşmakta aczi olmayacaktır. Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
458 2 Muhammad (s.a.v) nefsi kudret elinde Olana yemin ederim ki, bir adam gizlide bir amel yapmaz ki Allah (z.c.hz.) ona aşikare bir elbise giydirmesin. Eğer hayırlı ise hayır şerli ise şer. Hz. Osman (r.a.)
458 3 Nefsim yed-i kudretinde Olana kasem ederim ki, bir kulun kalbi selimi olmadıkça müslüman kalamaz, ve komşusu "baikasından" emin olmıyan adam layıkile müslüman olamaz. Denildi ki "baikası nedir?" Buyurdu ki, şerri ve zulmüdür. Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)
458 4 Muhammed (s.a.v)in nefsi yed-i kudretinde Olana kasem ederim ki, kıyamet gününde bir kul gelir dağlar gibi sevabları olur ve zanneder ki bunlar sebebile Cennete gidecek. Fakat zulme uğrattığı kimselerin meydana çıkması o derece devam eder ki, bunlar erir ve hiç hasenesi kalmaz ve hatta kendisine dağlar gibi günah yüklenir de bu sebeble Cehenneme sevki emrolunur. (Meğer tevbe, meğer iltica) Hz. Câbir (r.a.)
458 5 Nefsim yed-i kudretinde Olana kasem ederim ki, bu iş (müslümanlık) başladığı gibi avdet eder ve her iman Medineye toplanır. Hatte bütün iman Medine de oluncaya kadar. Hz. Câbir (r.a.)
458 6 Nefsim yed-i kudretinde Olana kasem ederim ki, Cennete

yuksel dedi ki...

485 10 Bir adam Medine'den yüz çevirerek çıkarsa, Allah (z.c.hz.) Medine için ondan hayırlısını nasip eder. Halbuki bilselerdi Medine onlar için daha hayırlıydı. Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)

yuksel dedi ki...

42 Hakkı batilla karstinp onu bile bile gizlerne yin.

erir. 42 Hakkın batilla karıştırılması, gerçeğin tah- manaya so- -de- rif edilerek anlaşılmaz bir hale getirilmesi veya kla- on- anlaşılır olsa bile, gerçekten uzak bir özü kulmasından ibarettir. Daha açık bir ifadeyle, de- bu lil üzerinde sahtekârlık yaparak yanlış hüküm çı- Stir karılmasını sağlamaktır. İşte Yahudi din adamla- nu kat rının, İslam peygamberinin geleceğini haber ve- ren Tevrat sözleri üzerindeki tahrifleri böyledir. Kitaplarında, ortaya çıkacağı haber verilen yalan- ci peygamberlerden söz edilerek bunların sıfatla- nı açıklanmış ve bu gibilerden sakınılması emre- edi dilmiştir. Ayrıca, İsmail (as.) soyundan bir pey- gamberin geleceği kendi kitaplarında haber ve- ut rilmiştir. Bu peygamberin hak peygamber olacağı ve konusunda Yahudileri şüpheye düşürecek hiçbir husus bulunmamasına ve İsmail (as.) soyundan Hazreti Peygamber'in gönderileceği hakkında ve- rilen haber gerçekleşmiş olmasına rağmen Yahu- r.di hahamlar, hak ile batılı birbirine karıştırmış- lar ve Hazreti Peygamber'in, kitaplarında orta- ya çıkacağı bildirilen ve sıfatları açıklanan yalan- cı peygamberlerden olduğunu iddia etmişler, Ya- nhudileri de kandırmışlardır. Halbuki kitapların- da açıklanan yalancı peygamberlerin sıfatlary- la Hazreti Peygamber'in sıfatları arasında uzak- tan yakından hiçbir benzerlik yoktu. Böyle

yuksel dedi ki...

Ne mutlu o kimseye ki, islamiyete erişti, rızkı da kafi miktarda oldu ve buna da kanaat etti.
Ravi: Hz. Fudale İbni Ubeyd (r.a.)
Sayfa: 313 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Hakh para ihlas ve tesnuda netice verin (15) 67. Herşeyden önce bize lazım olan ihláser (MB.) 104. Hirs ihlası kırar. (L.) 150:19. Lem'a 7. nokte, 3. netice Ihlas baul yolda da olsa netice verir. (L.) 154, 159.20. Loma 2

6. sebep

Ihlas enaniyeti yok etmeyi gerektirir. (K.L.) 102. Ihlas ibadetin ruhudur. (1.1.) 142; K.L) 74.

Ihlası kazandıran bir sebep: Rabita-i mevt. (L.) 167:21, Loma 4. düstur

İhlası kazandıran dokuz emir. (L.) 154.20. Lem'a 2. sebep İhlası kazanmak çok mühimdir. (L.) 134:17. Lem'a 13. nota:

(M.N.) 144:Zühre 13. nota

Ihlasın da kerâmeti vardır. (B.L.) 142, 186. Ihlası kıran sebepler. (L.) 154:20. Lem'a 1. nokta, 2. sebep; (L.)

168:21. Lem'a 4. düstur İhlasın lüzumu. (L.) 163, 164:21. Lem'a Ihlas Risâlesi. (L.) 163:21. Lem'a

Ihlas, zerreyi yıldız yapar. (L.) 159:20. Lem'a, 1. nokta, 6. sebep Ihlası olmayan iman imandan sayılmaz. (1.1) 99. İhlasın târifi. (I.I.) 142. Ihlas ve tesânut hakikati ile üç adam yüz adam kadar millete

fayda verebilir. (H.Ş.) 67. İhlas külli ubudiyete sahip olmanın bir şartıdır. (S.T.) 134. fsar hasleti. (L.) 154:20. Lem'a 1. nokta, 2. si, haşiye; (L.) 166:

21. Lem'a 3. düstur

"Niçin ben yapmadım?" düşüncesi ihlası zedeler. (K.L.) 176. Nur talebelerinin ihlast. (K.L.) 190, 198.

Nur talebelerinin mesleği ihlas sırrına dayanır. (K.L.) 186; (EL) 2:57. Risale-i Nur mesleğinde ihlás tam muhafaza edildiğinden her kes içine giriyor. (E.L.) 1:207. Şefkattaki fedakarlık hakiki bir ihlastan kaynaklanır. (L.) 201

24. Lem'a, bir muhâvere, 1. nükte.

FIHRIST/290

yuksel dedi ki...

Uluslararası ilişkiler, TV'de ya da diğer medyada resimlerini gördüğünüz gü- lümseyen lider yüzlerinin el sıkışması ile değil, geri planda devam eden istihba- rat savaşları ile şekillenmektedir. Ülkeler arasında uzun bir süredir devam edegelen örtülü operasyonlar, propaganda ve psikolojik savaş yöntemlerinin vardıkları safha, bu liderlerin yaptıkları pazarlıklar, zorlayıcı ve gizli diplomasi tekniklerine temel teşkil eder. Örneğin siz bu satırları okurken,

• Irak'ın kuzeyinde uzun süredir Barzani ve YPG/PKK'nın CIA, DGSE, MI6 ve BND tarafından silahlandırılması,

İngiliz istihbaratı ile ters düşen Talabani'nin kuvvetlerinin Barzani ile çatışmaya başlaması,

ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde YPG/PKK ile sürdürdüğü proje,

yuksel dedi ki...

Berine Bedeman, berkaç mak ce a verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki par det uatarak, "Pasa, Paya! Islamiyette, mandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz en haindir, hainin hökmü merduttur der Fo Papa tarziye verir, işemez.

Tarihçe Hayat 226)

*Namazın ehemmiyeti tarikat evradından üstündür.

Bu kelaki tecaviz, çendan zahiren küçük imiş ve küçültmek isteniliyor, fakat vicdansız bir muallimin sevi ve iştirakiyle o memurun verdiği emir, co mi için namazan tesbihatinda ikan, "O misafirien

sendan

men

tulan yu

tarziye tara tarketten doby afim teme txir fille

tecavite satim

tesvit eklendime, eve

yuksel dedi ki...

The six hundred years long sovereignity of the Ottoman Em- pire, which was one of the representatives of world empire ideal, was, of course the result of certain essential institutions. Therefore researches in the Ottoman institutions will be very usefull for mo- dern world. It is very clear that if Turkey wants to be developed and strong in future, it will learn a lot from deep researches made in the Ottoman institutions. Anyhow, it would be easier more advantageous to build institutions of today on the old institutions, which had been erected on strong foundations in the past, than to construct everything anew.

The Majalla Ahkam Adliyys, which is the subject of this research, is a product of the same idea. The struggle between those who wanted to adopt the French Civil Code and those who sugges ted codifying an enterity new national Civil Code based on Sharis (high) had been won by Ahmed Jasdat Pasha, a defender of the des of lifying national civil code, and as a result The Majalla www produced.

yuksel dedi ki...

DEMANDE HUKUK TAKIMINDE MICELLE

XXIV The Majalis is devided into 16 chapters (kitaba) according to their subjects and it consists of 1851 articles. The codification of this work was entrusted to The Majutla Association (Majalle Jam'iyyati) under the presidentship of Ahmad Javdal Pusha by the direct order of Sultan Abdulasie in 1868, and the work lasted untill the year 1876 because of the interruptions that occured from time to time and also the changes that took place in the members of the said association. Each of its chapters was issued as an inde pendent Imperial act decree written down fully; that is to say. each one of the 16 chapters consists of an Imperial decree. The Majalla was put into force one by one and separately.

The Majalla, following its codification, was applied not only in the area of Today's Turkey; but also in many countries, that were under the sovereignty of the Ottoman Empire in those days and have since become indipendent. It still keeps its great influen on the judicial systems of various countries, such as Bypt, Byric, Frag, larail, etc. The movement

yuksel dedi ki...

Israil, etc.

The movement of the codification of the Majalla is to be con- sidered as a progressive one, if one places it in its historical per spective. By following the way it had opened a great deal of valir- able work has been produced later in the Islamic World. Of course it is impossible to allege that the codification act of the Majala was excellent and faultless. Every human action naturally has some defects and shortcomings.

Not only Turkey but many developed countries also have fom time to time been obliged do amend not only their ordinary lows but even their constitutions. The Majalla attempted to codify only a part of the Islamic Law. If one takes into consideration the fut of interruption in the activities of The Majalla Association, beau of the changes in the presedentship and membership, one can de by me that in those days this codification represented a very ressive legal movement.

yuksel dedi ki...

21

Merhamet etmeyene merhamet edilmez!

DIYANET TA

(Buhârî, Edeb, 18)

1 Zilkade 1444

Rûmî: 8 Mayıs 1439⚫ Hızır: 16

Ay Doğuş: 06.31 Ay Batış: 22.24 Gün/Kalan Gün: 141/2

03.52 05

03.52 05

Aslanapa

Altıntaş

¡MSAK GÜNEŞ ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATS! KIBLE

03 44 05.30 12.58 16.52 20.16 21.53 12.15

52 12 15

IMSAK GU

MAYIS PAZAR

yuksel dedi ki...

MAYIS May

21

Bayar 19501

Ve her sey bittiğinde, hatırlayacagimiz yey. düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarimizin sessizlig

olacaktır. Aliya Izzetbegovic

VAKITLER

ISTANBUL

ANKARA

TANSON

IMSAK

03.45

03.36

04.07

03.14

GUNES

05.35

05.22

05.49

05.04

OGLE

13.06

12.50

13.13

12.36

İKİNDİ

17.02

16.45

17.05

16.33

AKSAM

20.27

20.08

20.27

19.58

YATSI

22.08

21.47

22.02

21.41

85

PAZAR SUNDAY

ADE 1444-RUM & MANS 1439

HIDR: 16-GÜN: 141 KALAN: 224-GÜNÜN ZAMASI: 2 DK

OGE WIND SKSAN-YATSI

INSAR GUNES OGLE WIND

12.45 16.37 20.00 21.34 12.38 16.34

Kinkkale

03.34 05.20 12.48 16.42 106 21.44

19.58

21.39

Kaşehir

03.35

05.19 12.45 16.38 20.01-21:37:

2.14 16.11 19.36

21.18

Konya

03.49 05.29 12.52 16.43 20.04 21.38

2.47 16:43 20:07

21.47

Nevşehir 00:36 05.18 12.43 16.35 19.57 21.32

2.42 16.38 20 02 21 42

Nigde

03.39 05.20 12.43 16:34 19:56 21.29

2.24 16.18 18:41

21.19

Ordu

yuksel dedi ki...

Kıyametin önü sıra karanlık geceler gibi fitneler vardır. O fitne devrinde adam sabah mü'min, akşam kâfir olur. Ve akşam mü'min sabah ise kâfir olur. O zaman oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Ayakta duran yürüyenden hayırlıdır, yürüyen ise koşandan hayırlıdır. O devirde okların yayını kırın, kirişlerini koparın, kılıcınızı da taşa vurun, evinize çekilin. Birinizin evine girilse ve üzerinize varılsa o zaman Adem (a.s.)'ın iki oğlundan hayırlısı gibi olun. (Yani öldürülen gibi.)
Ravi: Hz. Ebû Mûsa (r.a.)
Sayfa: 121 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Cennet ehli Cennete Cehennem ehli de ateşe girdiklerinde, ölüm (bir koç şeklinde) Cennetle Cehennem arasında bir yere getirilir ve kesilir. Sonra bir münadi şöyle nida eder: "Ey ehli Cennet, ebedilik var ölüm yok. Ey ehli nar, ebedilik. Ölüm yok." Bunun üzerine Cennet ehlinin sevinç üzerine sevinçleri artar. Cehennem ehlinin ise hüzünleri üzerine hüzünleri artar.
Ravi: Hz. İbni Ömer (r.anhüma)
Sayfa: 51 / No: 9
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Kıyamet gününde, Adem evladından bir takım kavimler getirilir ki, yanlarında dağlar gibi hasenat vardır. Bunlar Cenneti görecek gibi yaklaştığında: "Sizin orada nasibiniz yok" denilir. (İtikadları dürüst ve niyetleri halis olmadıkları için)
Ravi: Hz. Salim (r.a.)
Sayfa: 505 / No: 4
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Rivayete göre; Meryem Vâlide (Aleyhesselam) İsa (Aleyhisselam) ı gençliğinde değişik işlerde çalıştırmış, sonunda da çamaşırcılık yapan ve daha sonra kendisinin havarileri olacak kişilerin yanına vermiş. Îsâ (Aleyhisselam) onlarla beraber ça- maşırcılık yaparken onlar müşterilerin isteğine göre elbiseleri değişik renklere boyarlarmış.
Bir gün çamaşırların çoğaldığı bir anda ha- varilerden birinin yolculuğa çıkması gerekince İsâ (Aleyhisselâm)a: "Sen artık bu mesleği öğren- din, benim de yola çıkmam icabetti, on güne kadar dönemem. Bu elbiseler farklı farklı renklere boyanacak. Hangi elbise ne renge boyanacaksa üzerine o renk ip dikerek belli ettim, ona göre bo- yarsın, ben dönünceye kadar bu işi bitir" demiş.Bunun üzerine Îsa (Alevhisselam) aynı renkte bir kazan boya kaynatıp bütün elbiseleri ona dol- durmuş, Allâh-u Teâlâ 'nm izniyle her elbise is- şekilde farklı renklere boyanmış.
Havârîlerden biri gelip ayrı ayrı renklere bo- yanması gereken bütün elbiselerin aynı kapta ol- duğunu görünce: "Ne yaptın sen?!" demiş.
Isâ (Aleyhisselam): "Boyama işini bitirdim" diye karşılık vermiş. O: "Hani nerede?!" de- yince, Îsâ (Aleyhisselam): "İşte kazanda" demiş. o: "Eyvah mahvettin elbiseleri" deyince Îsa (Aleyhisselam): "Kalk bak" demiş.
O havârî bir elbise çıkardığında onun kırmı- zıya boyanmış, başka birinin yeşile, bir diğeri- nin ise sarıya boyanmış olduğunu görmüş.
Bu duruma çok şaşıran o havârî bunun Al- lâh-u Teâlâ'dan gelen bir mucize olduğunu an- layıp diğer insanlara: "Gelin bakın da Allâh-u Teâlâ'nın kudretini görün" demiş.
İşte o ve arkadaşları bu mucize üzerine iman ederek Îsâ (Aleyhisselam) in havârileri olmuşlar. Sayılarının on iki olduğu rivayet edilmiştir.İşte Îsâ (Aleyhisselâm) in o zaman gösterdiği bu mûcize bu ism-i şerîfin bereketiyle olmuştur.

Dolayısıyla meslek sahipleri bu ism-i şerîfi kendilerine vird edinirlerse Allâh-u Te'âlâ'nın izniyle mesleklerinde birçok hârikulâdeliklere ve başarılara imza atarlar.
Erbai'in-i İdrisiyye Cübbeli Ahmet Hoca 174 175 176.sayfalar

yuksel dedi ki...

Kıyamet alametidir, komşuluğun kötüleşmesi, akrabanın yoklanmaması, cihadın kalkması, dünyanın dini ihlal etmesi.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
Sayfa: 448 / No: 7
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

3) "Evet görüyoruz ki, ale'l-ekser (0)

dar, fâcir (günahkâr) zâlimler, lezzetler, ni'metler içinde

pek rahat yaşıyorlar. Yine görüyoruz ki, ma'sum, müte- deyyin (dindar), fakir mazlûmlar, zahmetler, zilletler, tah-

YANITLASİL

yuksel24 Ocak 2023 03:39
kirler, tahakkümler (baskılar) altında cah veryal.nld bir şifredir. ölüm gelir, ikisini de götürür. Bu vaziyetten bir zulüm ko- yhissalatu kusu gelir. Halbuki kâinâtın şehâdetiyle, adâlet ve hikmet-i işâretler) İlâhiye zulümden pâk ve münezzehtirler (temizdirler). Öyle has'dadır ise, adâlet-i İlâhiyenin tam ma'nâsıyla tecellî etmesi (gö- imlerde- rünmesi) için, haşre (yeniden diriltilmeye) ve mahkeme-i tâifeye kübrâya (âhiretteki büyük mahkemeye) lüzum vardır ki; hisse- biri cezâsını, diğeri mükâfâtını görsün!" (İşârâtü'l-İ'câz, 53) (çeşitli Ahiret'in kat'î olarak isbâtı için bakınız; (Zülfikar, 10.

yuksel dedi ki...

Benim bu zamanımda, Zühd, altın ve gümüşten kaçmaktır. Fakat insanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, altın ve gümüşü terketmekteki zühdden, insanlardan kaçmak zühdü, kendileri için daha hayırlı olur.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
Sayfa: 212 / No: 2
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Peygamberliğin her asırda veraset noktasında naibleri vardır.(S. T.) 90.
naib:Vekil.
Bir Hazinenin Anahtarı
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 540.

yuksel dedi ki...

DÜŞMAN (Bak:adâvet)

Dahili düşmanın zararı daha tehlikelidir. (1.1.) 83 Düşman meçhul olduğunda daha tehlikelidir. (1.1.) 83.

Haricî ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında dâhilî küçük düşmanları bırakmak elzemdir. (E.L.) 1:208; (M.) 260 Mektup, 5. vecih

Sahrâ, düşmanlar arasında bir fincan, iğne deliği dostlarla ber bir meydandır. (L.) 23:3. Lem'a 3. nükte

yuksel dedi ki...

Keza müfessirler, İmam Şafi'i'den onun şöy- ki'den le dediğini nakletmişlerdir: "Eğer Kur'an-ı Ke- e Ebû rim'den Asr suresinden başka bir şey nazil olma- s.)'in saydı, yine de Asr suresi insanlara yeterdi. Zira i di- bu sure, Kur'an ilimlerinin tamamını öz olarak

se-

ihtiva etmektedir."

YANITLASİL

yuksel31 Ocak 2023 01:51
tahammül göstermesidir. Bu da iki şekilde ger- : "Si- çekleşir: Birincisi, yapılacak işin güçlüklerine ve an ve vereceği sıkıntıya sabretmek, ikincisi ise, o işi ya- (bu- parken, haramdan kurtulmak için sebep olacağı ayet lezzet ve şehvetlerden sakınmak ve bunlara karşı nın sabretmektir. Bu ayetle Asr suresi sona ermiştir. abi- Salat ve selam, Hazreti Muhammed (sas.)e, onun iya al ve ashabına olsun.

yuksel dedi ki...

asr suresi.
1.Asra yemin olsun ki.
sırlara yemin olsun ki.
Allah c.c. sadece kendisinin bildiği sırlar.
Allah.c.c. ile peygamber arasındaki sırlar.
devlet sırları.

yuksel dedi ki...

Her gün bela der ki: "Nereye gideyim?" Allah (z.c.hz.) buyurur: "Dost ve ehli taatıma git. Seninle iyilerini imtihan ederim, sabırlarını sınar, günahlarını siler ve derecelerini yükseltirim." Bolluk da her gün: " Nereye gideyim?" der. Allah (z.c.hz.) de şöyle buyurur: "Ehli masiyete git. Bununla tuğyanlarını murad ederim. Günahlarını katlarım. Seninle acele ederim, nimeti dünyada veririm ve onların gafletini artırırım.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)
Sayfa: 517 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

"Tesvif" (Yapacağı şeyi geriye atmak) şeytanın şuaıdır. Ve onu mü'minlerin kalblerine bırakır. (Bu da mü'mini oyalar.)
Ravi: Hz. Abdurrahman İbni Avf (r.a.)
Sayfa: 198 / No: 4
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

olan sıfatların üçüncüsü, birbirlerine hakkı ve- akat ya yalnız doğruyu ve gerçeği tavsiye etmeleridir. ayla Hakkın tavsiyesi söz konusu olduğunda, şunu rine hiçbir zaman unutmamak gerekir ki insan nef- si, çok defa dünyevi arzuların esiri olmuş ve bu re- da onu hak olan yoldan uzaklaştırmıştır. Bu se- ok bepledir ki ona hakkı veya doğruyu hatırlatacak ol- ve onu hak olan yola yöneltecek ve ziyana uğra- an maktan veya hüsrana düşmekten koruyacak bir re yakınının bulunmasında elbette çok büyük fay- 1-dalar vardır.

yuksel dedi ki...

Kıyamet yaklaştığında; taylasan giyilmesi çoğalır, ticaret artar, mal çoğalır, mal sahibine malı için tazim edilir, fuhuş yayılır, çocuklar amir durumuna gelir, kadınların sayısı artar, Sultan zulüm eder, eksik ölçü ve tartı yapılır, bir adamın köpek yavrusunu yetiştirmesi, kendi çocuğunu yetiştirmekten kendisine daha cazip gelir, büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmez ve gayri meşru çocuklar çoğalır, hatta yol ortasında adam kadınla yakınlaşır. İnsanlar, kalbleri kurt olduğu halde koyun postuna bürünürler, o zaman da insanların en iyi görüneni "müdahim" (kötülükleri gördüğü halde karışmayıp, kendi işine bakan) olanıdır.
Ravi: Hz. Ebû Zerr (r.a.)
Sayfa: 33 / No: 7
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

talk) tabakasma ve segril 2 jer je dizel bir hitabı hedef alması dolaymylea lile karıştarap aldatmayan, doğruyu yalania, yanitatis bulay 5, bile bile hakkı gizlemeyiniz. Bu ayein animo lime ve amele dair hususları kapsar. Bilgiçin yad na ve bozgunculuklarına, hatta ticaret ehlinin karışık işlerinden ve hakm lein haksız hükümlerine vanıncaya kadar hepsine şümülü vardi "insanian mayınız, sahtekarlık yapmayınız." mealinde bir genellemeyi ifade eder. Bununla beraber (kelamin) sevki bilhassa ilmi değeri hedef alıyor. Nice kimse- ler vardır ki, ilmi gerçekleri bozarlar, kötüye kullanırlar, onları kendi ginlerine göre evirerek çevirerek aslından çıkarırlar, bakırı yaldızlarlar. alm diye satarlar. Bu durum İsrailoğulları haberlerinde çok vardı. Bunlar, kendi yazdıkları fikirleri, te'villeri, tercemeleri, Tevrat'ın aslı ile karıştırıyorlar. eçilmez bir hale getiriyorlar ve bazan da Muhammed (s.a.v.)'e ait vasıflar hakkında yaptıkları gibi geçmiş kitaplardaki ayetleri saklıyorlardı ki, bu konuda -Yazıklar olsun o kimselere ki, kit" فويل للذين يكتبون الكتابَ بِايْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هذا من عند الله elleriyle yazıp, sonra Bu Allah katındandır.' derler." (Bakara, 2/79), * "Kelimeleri verlerinden değiştiriyorlar." (Nisa, 4/4h, Maide, 5/13) Tevrat'ın aslını korumuyorlar,
Hak Dini Kur'an Dili
Bakara Suresi 42.ayet.

yuksel dedi ki...

Bediuzzaman, bazı avâmın hatırı için hakkın hatırını kırmayacağını söylüyor. (Mn.) 96.
Bir Hazinenin Anahtarı
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 236.

yuksel dedi ki...

Yaklaşık iki haftadır Amerikan kamuoyu ülkenin hava sahasında gözetlenen Çin’in ‘casus’ balonuyla meşgul hale geldi. Halkın balonu çıplak gözle gözlemlemesiyle gündemin ilk sırasına oturan balonun Amerikan hava sahasında seyretmesi ABD’yle Çin arasında yeni bir diplomatik kriz alanı haline geldi. Dışişleri Bakanı Antony Blinken Çin’e planladığı geziyi iptal ederek tepki gösterdi. Kamuoyunda balonun neden bir an önce düşürülmediği şeklinde oluşan baskılar karşısında Beyaz Saray balonun vurulmasının sivil halka zarar vermesini istemediklerini söyledi. Balonun ülkeyi baştan başa geçtikten sonra Atlantik Okyanusu üzerinde vurularak parçalarının toplanması sonrasında bu hafta sonu 3 farklı objenin benzer biçimde savaş uçaklarıyla vurulması casus balon krizinin büyüdüğünü gösterdi. ABD’yle Çin arasındaki istihbarat savaşlarının bu şekilde yeni bir boyut kazanması iki ülke arasındaki güç mücadelesinin konvansiyonel alanlar dışında siber, uzay ve Arktik gibi ileri teknoloji gerektiren alanlara da sıçradığına işaret ediyor.

Çin bu balonun kendisine ait olduğunu kabul ederken aracın hava koşullarını takip etmek için kullanıldığını ve rotasından çıkarak Kuzey Amerika’ya yöneldiğini savunuyor. Kuzey Amerika Hava Savunma Komutanlığı Kanada ile iş birliği yaparak düşürdüğü balonun üst düzey sensörler ve antenlerle birlikte güneş enerjisi kullanan panellere sahip olmasının istihbarat donanımını ispatladığını söyledi. Amerika’nın bu olayın istisnai bir durum olmadığını ve Çin’in dünyanın farklı kıtalarında 40 civarında farklı ülkeden istihbarat toplamak için balon yöntemini kullandığını da açıkladı. Çin’in balonlarının uçakların üzerindeki irtifalarda uçabilmesi radara yakalanmalarını engelliyor ve çok düşük maliyetli araçlar olduğu için tercih edildiği belirtiliyor. Çin ABD’nin askeri operasyonla balonları düşürmesinin aşırı tepki olduğunu savunurken Başkan Biden ve Kanada Başbakanı Trudeau, Kuzey Amerika semalarını korumaya kararlı olduklarını söylediler. Kuzey Amerika’da ilk kez hava araçlarının bu şekilde vurulması da muhtemel krizlerin yeni çatışma alanları yaratacağına işaret ediyor.

Düşürülen ilk balonla ilgili Çin’in casus balonu olduğu konusunda kesin konuşan ABD’li ve Kanadalı yetkililer hafta sonu Alaska, Kanada ve Michigan eyaleti üzerinde vurulan cisimlerle ilgili net açıklama yapmadı. Daha önce ABD’nin askeri tesislerinin üzerinde gözlemlenen ve ‘açıklanamayan hava olgusu’ şeklinde isimlendirilen cisimlerle ilgili Amerikan Hava Kuvvetleri Kongre’ye bilgi vermişti. Halk arasında UFO olarak adlandırılan bu cisimlerin kaynağı konusunda birçok spekülasyon yapılırken Pentagon kesin kaynağını tespit edemediklerini açıklamıştı. Bu cisimlerin son günlerde bu şekilde vurulması Kuzey Amerika Hava Savunma Komutanlığı’nın radarlarının hassasiyetini artırdığı için daha fazla cisim tespit etmesiyle açıklanıyor. Bu cisimlerin dünya dışından olmadığını kesinlikle söyleyebilir misiniz sorusuna Hava Kuvvetleri’nin verdiği cevap ilginç: ‘şu aşamada hiçbir şeyin kesin reddetmiyoruz.’

Bu cisimlerin Çin’in casus balonu gibi istihbarat toplamak için kullandığı araçlar olduğunu kabullenmek Biden yönetimi üzerinde buna misliyle cevap verme yönünde bir baskı oluşturacaktır. Bu yüzden Amerikan ordusunun şimdilik temkinli olduğunu söylemek mümkün ancak Çin’in gerek siber gerek uzay kapasitelerini geliştirdiği ve Arktik bölgesinde hakimiyet için hem ABD hem de Rusya’yla yarıştığı biliniyor. Buna karşın ABD’nin Ukrayna savaşı üzerinden Çin’e Tayvan konusunda gözdağı verdiği biliniyor. Muhtemel bir ilhak girişiminde Çin’in ordusu ve donanması itibariyle avantajlı olduğu bir gerçek ancak ABD’nin Çin’e ağır bir bedel ödetmek isteyeceği de açık. Biden yönetiminin Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Hindistan’la ilişkilerini derinleştirerek Çin’in bölgesindeki etkisini dengelemeye ve nihai olarak kırmaya

yuksel dedi ki...

Allah Teala bir kula hayır murad ettiğinde, onun günahının cezasını dünyada acele verir. Allah bir kula da şer murad ederse, günahının cezasını kıyamette verinceye kadar geciktirir. Bu yüzden o kimse de kendi reyini beğenmiş biri (veya yaban eşekleri gibi) olur.
Ravi: Hz. Ammar (r.a.)
Sayfa: 26 / No: 12
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Halikin ná műtenahi adi var, en başı Hakk, Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak!

Hani ashâb-ı kiram "ayrılalım derken, Mutlaka Sûre-i Ve'l-Asri okurmuş, bu neden?

Çünkü meknün o büyük Sûre'de esrar-i felâh, Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salah.

Sonra hak, sonra sebat; işte kuzum insanlık! Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık...

yuksel dedi ki...

Meclisler emanettir. Sırrı ifşa edilmez. Üç meclis müstesna: Haram kan akıtılması konuşulan meclis, Haram fercin helal sayıldığı meclis ve helal olmıyan malın helal sayıldığı meclis.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)
Sayfa: 232 / No: 14
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Üstünlüğü zenginlikte aramak müşriklerin işidir. 2.344.
sy.347.
Genel Fihrist.
Toprak, cumartesi günü yaratılmıştır. 7.660.
Genel Fihrist.
sy. 340.
Riyazu's Salihin
İmam Nevevi.
cilt.. 8.
Kampanya Kitapları.

yuksel dedi ki...

(Her müslümana) ölüm ganimettir. Masiyet musibettir. Yoksulluk da rahatlıktır. (Ahiretçe hesabı yoktur, dünyada ise gailesi yok) Zenginlik ukubettir. Akıl Allah'ın hediyesi, cehalet dalalet, zulm nedamet, taat gözbebeğidir. Allah korkusundan ağlamak ateşten kurtuluştur. Gülmek bedenin helakidir, günahtan tövbe eden hiç günahsız gibidir.
Ravi: Hz. Âişe (r. anha)
Sayfa: 237 / No: 8
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Allah Teala'ya cihadın en sevimli olanı, zalim hükümdara söylenen hak sözdür.
Ravi: Hz. Ebû Ümâme (r.a.)
Sayfa: 16 / No: 17
Ramuz El-Ehadis

YANITLASİL

yuksel27 Şubat 2023 21:12
5128-Kim iki Hadis öğrenir, onunla kendi faydalanır, başkasına da faydalanması için öğretirse, bu onun için altmış yıllık ibadetten daha hayırlıdır.
Ramuz ül Ehadis
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi
Hadis Ansiklopedisi
cilt. 2. sy. 1183.

yuksel dedi ki...

صُدُورُ الْأَحْرَارِ قُبُورُ الأَسْرَارِ،

وَلِكُلِّ مَقَامٍ مَقَالٌ وَلِكُلِّ مَيْدَانٍ رِجَالٌ.

“Âhrârın sudûru, esrârın kubûrudur. Her ma- kam için makāl, her makal için de rical vardır.”

Yani Allâh-u Te'âlâ'dan gayri her şeyin kö- leliğinden hür olanların kalpleri sırların gömülü bulunduğu kabirlerdir. Her yere uygun bir söz, her söze uygun da adamlar vardır.

yuksel dedi ki...

Bilir misin, nimetin tamamı nedir? Nimetin tamamı Cennete girmek ve Cehennemden kurtulmaktır.
Ravi: Hz. Muaz (r.a.)
Sayfa: 12 / No: 11
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Allah, Hz. İbrahim (a.s.)'ı "Halil". Hz. Musa (a.s.)'ı "Neciy" ve Beni de "Habib" ittihaz etti. Sonra buyurdu ki: "İzzetim ve Celalim hakkı için Habibimi, Halilim ve Neciyyim üzerine tercih ederim."
(Halil dost, neciy sırdaş, Habîb sevgili demektir.)
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
Sayfa: 11 / No: 11
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Allah (z.c.hz)'leri Beni hidayet ve alemlere Rahmet olarak gönderdi. Ve Beni; çalgıları, eğlenceleri, cahiliyet işlerini ve putları mahvetmek için gönderdi. Rabbim, izzeti üzerine yemin etti ki, kullarından bir kul dünyada içki içerse, ona kıyamet gününde muhakkak (Cennet) şarabını haram kılacak, kullarından bir kul da içkiyi terkederse Allah da ona muhakkak (Hazire-i Kudsünde) kendi yüce makamı yanında, Cennet şarabından içirecektir.
Ravi: Hz. Enes (r.a.)
Sayfa: 245 / No: 8
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

karıştırmayın, demens Bort-Allye der ki; Mul karişhirip das yani hak ile batılı birbirine katmayın ve med (a) konusunda kullara doğru nasihat edin. Said Ibn Co Serve Rebi' Ihn Enes'den de buna benzer bir rivayet nakledilir. Kath de ise hakkı batila karıştırıp da âyetini şöyle tefsir eder: Yahadlaxie Hristiyanlığı İslâm'a karıştırmayın. Muhakkak ki Allah indinde hak din İslam'dır.» Yahudilik ve Hıristiyanlık ise Allah katından değil, bir huräfedir. (Yani mevcûd Yahudilik ve Hıristiyanlık.) Hasan el-Baart- den de böyle bir rivâyet nakledilir. Muhammed Ibn Ishak... Ibn Ab bis'dan nakleder ki: «Bile bile gerçeği gizlemeyin» âyetinin tefsiri şöy ledir: Sizin yanınızda bulunan peygamberimi ve onun getirmiş olduğu gerçeği gizlemeyin. Siz onun geleceğinin elinizdeki kitaplarda yazılı oi- duğunu bilmektesiniz. Ebu'l-Åliye'den de böyle bir rivayet nakledilir Mücahid, Suddi, Katâde, Rebi' İbn Enes «Bile bile gerçeği gizlemeyin ayetinin Muhammed (s.a.)'i kasdettiğini söylerler.
Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsiri
İbn Kesîr
Anadolu Yayınları
Cilt.. 2.sy..321.

yuksel dedi ki...

babaları Adem (A.S.), onları köşküne çağırır. Onlara ziyafetler, şölenler verir.

Pazar günü olunca ikinci babaları Nûh (A.S.), mü'minleri ken- di makamına çağırır. O da ziyafette bulunur.

Pazartesi günü olunca İbrâhim Halilullah (A.S.) onları yine ma- kamına davet eder. Ziyafet çeker.

Salı günü olunca Musâ (A.S.) makamına çağırır. Ziyafetler verir.

Çarşamba günü de olunca İsâ (A.S.) makamına dâvetle ziyafet etse gerektir.

Perşembe günü olunca Enbiyâ Sultanı, Esfiyânın Gözleri Nuru, Hüda'nın Habibi, Ceza Günü'nün şefaatçısı Hazret-i Muhammed Mustafa (S.A.V.) Hazretleri bütün makamların en alâsı olan Vesile makamına mü'minleri çağırarak türlü ikramlar ve ni'metlerle ziya- fet buyursa gerektir. Vaktâ ki o ziyafetten dönülüp herkes kendi ye- rine dönünce Vâhidi ferdi Samed ve lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehu küfüven ehad vasfı ile vasıflanan Allahü Zülcelâli vel İk- rim Celle Şanühu'dan herbirine melekler gelir, hususî bir dâvette bulunurlar ve Cuma günü olunca Hatiretül Kudüs'te toplanırlar.

YANITLASİL

yuksel10 Mart 2023 22:40
Bitin büyük resuller, nec minberler üzerinde otururlar, ashab-i kirim ve zürriyetleri da (Allah onlardan razı olsun) kürsüler üzerinde Allah velileri, şehitler ve salih kullar (Allah cümlesine rahmet ee sin) sandalyeler üzerinde otururlar. Başka Cennet ehli sedite rindedirler. Hazret-i Fahr-i Alem ve Seyyid-i Beni Adem (SAT) dimiz Hazretleri Kur'ân-1 Azim okur. Mübarek seslerinin ge den, yumuşak tathlığından ve tazeliğinden, güzelliğinden Ceme ağaçlarının yaprakları hareket eder, köşk ve saraylarının pencete s natları harekete gelerek herbirinden bir türlü lätif sesler gitata tır. Kuşların ötüşlerinden dolayı türlü türlü seslerle büyük bir zek doğacaktır. Bu ne anlatılır, ne tabir edilir, ne de beyan mümk

Sonra, nebilerin güzel söz söyleyeni, hatibi Dâvud (AS) uz okur. Böyle türlü safalar doğar. Daha sonra da ateş yüzü gömments ancak Allah'ın kudretiyle pişmiş, meydana gelmiş olan nefis ve 22- dina doyulmaz yemeklerle ziyafetler olur. Türlü türlü kap ve kise sunucu hûrilerle göze görünmeyecek şerbetler verilir. Böylece in dilinin anlatmakta aciz kaldığı, aklın idrak edemeyeceği tiria nimetler ve ikramla, çeşit çeşit izâzdan sonra mekândan minewat şekil ve azà, cisim ve cismaniyetten uzak olan Hak Celle ve Alta cemâli ile onları müşerref eder ve:
Kara Davud
Delail i Hayrat Şerhi
M. bin Süleyman Cezuli.
sy. 653,654.

yuksel dedi ki...

RÜ’YET
الرؤية
Allah’ı, Hz. Peygamber’i, melekleri, vefat etmiş velîlerin ruhlarını görme anlamında bir tasavvuf terimi.
İlişkili Maddeler
RÜ’YETULLAH
Müminlerin âhirette Allah’ı görmesi anlamında bir kelâm terimi.
MÜŞÂHEDE
Allah’ın zuhur ve tecellilerini görme anlamında tasavvuf terimi.

Müellif:
SÜLEYMAN ULUDAĞ
Sözlükte “görmek” anlamına gelen rü’yet kelimesi tasavvufta “Allah’ı dünyada ve âhirette gözle müşahede etmek” mânasında kullanılır. Likā, müşâhede, muâyene, basîret, temâşâ ve dîdâr kelimeleri de aynı anlama gelir. Genellikle mutasavvıflar Allah’ı dünyada gözle görmenin mümkün olmadığını, âhirette ise görüleceğini söylerken kelâm âlimleri gibi düşünürler (Eş‘arî, I, 344; Serrâc, s. 544; Kelâbâzî, s. 42; Kuşeyrî, s. 250, 666; Hücvîrî, s. 335).

et-Taʿarruf adlı eserinde rü’yetullah konusuna müstakil bir yer ayıran ilk sûfî müelliflerden Kelâbâzî, rü’yeti “Hakk’ın cemâlini temaşa” şeklinde tanımlar ve sûfîlerin Allah’ın âhirette sadece müminler tarafından görüleceğinde icmâ ettiğini, Allah’ı görmenin aklen câiz, naklen vâcip olduğunu söyler. Sûfîlerin ittifak ettiği bir diğer mesele Allah’ın dünyada ne gözle (basar) ne de kalple görüleceğidir. Onlara göre, kalple görmekten (basîret) maksat Allah’ı bilmek (yakīn, mârifet) ise bu mümkündür. Ancak dünya söz konusu olduğunda rü’yet sınırlılık ifade ettiğinden Hakk’ı dünyada görmek mümkün değildir. Âhirette ve cennet hayatında Hakk’ı görmek naslarla sabit olduğundan naslarla yetinmek zorunludur (Kelâbâzî, s. 42). Rü’yetin kalp gözüyle değil baş gözüyle görme anlamına tahsis edildiğini belirten Kâşânî de sûfîlerin, “Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlayarak rablerine bakacak” âyetini (el-Kıyâme, 75/22-23) ve, “Kıyamet günü rabbinizi dolunayı gördüğünüz gibi göreceksiniz” hadisini (Buhârî, “Mevâḳītü’ṣ-ṣalât”, 16; Müslim, “Îmân”, 299, 302, “Mesâcid”, 211) “baş gözüyle görme” anlamında yorumladıklarını ve onların sadece Allah’ın kalp gözüyle değil baş gözüyle görülmesini de kabul ettiklerini, bu tarz görmenin âhiret hayatında gerçekleşeceği hususunda aralarında görüş ayrılığı bulunmadığını, ancak dünya hayatında baş gözüyle görülmesi konusunda farklı görüşler olduğunu söyler (Tasavvuf Sözlüğü, s. 272-273).

yuksel dedi ki...

Tasavvufta üzerinde önemle durulan husus, Allah’ı baştaki gözle dünyada veya âhirette görmek değil “aynü’l-kalb, dîde-i cân, ayn-ı cem‘, aynü’r-rü’ye, ayne’l-yakīn” denilen kalp gözüyle dünyada görmektir. “Kalbim rabbimi gördü” gibi ifadelerde (Gazzâlî, İḥyâʾ, III, 14) görmenin kalple ilgili olduğu açıkça belirtilmiştir. “Görmediğim rabbe ibadet etmem, O’nu gördüm ve ibadet ettim” (Hakîm et-Tirmizî, s. 48); “Bir şeyi görmeden önce ve sonra mutlaka O’nu görürüm” gibi ifadeler kalp gözüyle ilgili görmeyi anlatır (Câmî, s. 704, 709). Kalp gözüyle Allah’ın zâtını görmenin mümkün olmadığı hususunda ittifak eden mutasavvıflar O’nun zât, sıfat, fiil ve isimlerinin tecellilerini çeşitli seviyelerde görmenin mümkün olduğunu söylemekle kalmaz, bunun gerekli ve faydalı olduğunu ifade eder. Ancak bu hususu dile getirirken görme fiilini mutlak olarak kullandıklarından dünyada Hakk’ın zâtını görmenin mümkün olduğuna inandıkları gibi bir izlenim hâsıl olmaktadır. Yûnus Emre’nin, “Her kim ol dost dîdârını bunda ayan görmez ise / Yarın ol ser-gerdam geze, hiç bilmeye niteliğin”; “Ben dost cemâlin görmüşem len-terânî neylerem” gibi beyit ve mısralarında dile getirdiği görme böyle bir rü’yettir.

Allah’ın sonsuz tecellileri vardır. Tecelli Hakk’ın çeşitli mertebelerde ve şekillerde kendini kullarına açmasıdır. Ancak kul ile Hak arasındaki perdeler O’nun görülmesine engel olur. Genellikle bu tecelliler zât, sıfat, fiil, isim tecellileri şeklinde sınıflandırılır. En yüksek seviyedeki tecelli zât tecellisidir. Sâlik bu tecellileri istidat ve kabiliyetine, kemal ve irfanına göre temaşa eder (Ebû Tâlib el-Mekkî, II, 139; Gazzâlî, İḥyâʾ, IV, 345). Gazzâlî’ye göre riyâzet ve nefis mücâhedesiyle bu perdeler kalkınca mülk ve melekût âleminin sûretleri kulun kalbine tecelli eder. Rü’yet ve müşahede hadisesi budur (İḥyâʾ, III, 14). Rü’yet ve müşahede açılan perdelerin sayısı ve seviyesine bağlı olarak farklılık gösterir. Büyük sûfîler Allah’ın mutlak cemâlini görmeye engel olduğu için bu perdelerden daima yakınmıştır (a.g.e., IV, 279, 302). Bir kutsî hadiste, “Ben kulumun zannı (tasavvuru) üzereyim” buyurulmuştur (Buhârî, “Tevḥîd”, 254). Âhirette kulun tasavvurundan farklı şekilde tecelli edince tanınmayan Allah kulun tasavvuruna uygun biçimde tecelli edince tanınacaktır (Buhârî, “Tevḥîd”, 24). Bu da rü’yetin kişiden kişiye değiştiği anlamına gelir.

yuksel dedi ki...

Muhyiddin İbnü’l-Arabî müşahede (rü’yet) ile mükâşefe (ilim) arasında fark görür. Hakk’ı görmek Hakk’ın zâtıyla ilgilidir. Hakk’ı bilmek ise Hakk’a nisbetler izâfe ederek veya selbederek O’nu ilâh olarak ispatlamaya dairdir. Ancak Hakk’ın varlığının zâtının aynı olması sebebiyle Hakk’ı görmek aynı zamanda Hakk’ı bilmektir (el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye, I, 46). İsmâil Hakkı Bursevî, rü’yeti “Hakk’ı müşahede ile birlikte Hakk’ın tecellî sûretlerini gereğiyle idrak etmek” şeklinde tanımlar. Buna göre rü’yet müşahede ile birlikte mükâşefedir ya da ilimdir. İlimle rü’yeti birleştirenler Hakk’ı gerçek anlamda müşahede edebilirler. Bursevî’ye göre rü’yet dört çeşittir: Hakk’ı mahlûkat olmaksızın görmek, Hak söz konusu olmaksızın mahlûkatı görmek, mahlûkatla birlikte Hakk’ı görmek, Hak ile birlikte mahlûkatı görmek. Üçüncü rü’yette kul enfüsî ve âfâkî delillerle Hakk’ı mahlûkatta müşahede eder. Dördüncüsünde mahlûkatı Hak’ta Hakk’ın isim ve sıfatlarıyla görür. Bu iki rü’yeti birleştirmek ise kemal mertebesidir. Naîm cennetinde kullar Hakk’ı mahlûkatta görür. Burada mahlûkat Hakk’a ayna mesabesindedir. Kesîb cennetinde ise mahlûkatı Hak’ta görürler. Burada Hak mahlûkata ayna olur. Kemal ve nihaî mertebede rü’yet, mahlûkatın ortadan kaldırılıp kesîb makamında Hakk’ı Hak ile müşahede etmektir (Kara, II, 297).

Tasavvufta üzerinde durulan bir başka husus Allah’ın rüyada görülmesi meselesidir (bk. RÜYA). İbrâhim b. Edhem’in rüyada gördüğü Allah’a yetmiş mesele sorduğu (Ebû Tâlib el-Mekkî, II, 133, 139), Hakîm et-Tirmizî’nin O’nu bin bir kere rüyasında gördüğü (Ferîdüddin Attâr, s. 377, 527) rivayet edilir. Gazzâlî âriflerin melekleri gördüklerinden ve seslerini işittiklerinden bahseder (el-Münḳıẕ, s. 40).

yuksel dedi ki...

Sûfîler Hz. Peygamber’i görmeye de çok önem vermiştir. Bazı sûfîler Resûl-i Ekrem’i uyanıkken gördüklerini, O’nunla görüştüklerini, öğütlerini aldıklarını söyler. Muhyiddin İbnü’l-Arabî bu rü’yetin uyku ile uyanıklık arasında gerçekleştiğini ve uyanıklık kelimesiyle kalbin uyanıklığının kastedildiğini söyler. Süyûtî Tenvîrü’l-ḥalak fî imkâni rüʾyeti’n-nebî ve’l-melek adlı eserinde (Beyrut 1997) Resûlullah’la görüştüğünü söyleyen kişilere örnek verir. Muhammed el-Me’ribî, “Hz. Peygamber’le sahâbenin görüştüğü gibi görüştüm diyen yalan söylemiş olur, fakat bu ifade, ‘Kalbim uyanıklık halinde iken görüştüm’ anlamında ise doğru olması mümkündür” der (Şa‘rânî, I, 169).

Mutasavvıfların bir kısmı, “O bir nurdur, nasıl görebilirim?” hadisine dayanarak (Müslim, “Îmân”, 291-292) Resûl-i Ekrem’in mi‘racda Allah’ı değil O’nun hiçbir kimseye nasip olmayan en mükemmel bir tecellisini gördüğünü söylerken (Gazzâlî, İḥyâʾ, IV, 304) diğer bazıları O’nu gerçekten gördüğüne kanidir. Süleyman Çelebi’nin, “Âşikâre gördü rabbü’l-izzeti / Âhirette öyle görür ümmeti” beyti bu kanaati dile getirir (ayrıca bk. RÜ’YETULLAH).

yuksel dedi ki...

Genel Kısaltmalar
Transkripsiyon İşaretleri
Arama Kılavuzu
Duyurular
TDV İslâm Ansiklopedisi
Hakkında
Görüntü Ayarları


TDV İslâm Ansiklopedisi'nde ara...
RÜ’YETULLAH
رؤية الله
Müminlerin âhirette Allah’ı görmesi anlamında bir kelâm terimi.
İlişkili Maddeler
RÜ’YET
Allah’ı, Hz. Peygamber’i, melekleri, vefat etmiş velîlerin ruhlarını görme anlamında bir tasavvuf terimi.
CENNET
Bütün dinî inanışlara göre müminlerin ölümden veya kıyametin kopmasından sonra sonsuz mutluluk içinde yaşayacakları yer.

Müellif:
TEMEL YEŞİLYURT
Sözlükte “görmek” mânasındaki rü’yet kelimesiyle “Allah” lafzından meydana gelen bir terkiptir. Kur’an’da rü’yetullah terkibi geçmemekle birlikte inkârcıların dünyada Allah’ı görme ve peygamberlerden Allah’ı kendilerine gösterme taleplerinden söz edilmiştir. Yeryüzünde azgınlık gösterip fesat çıkaran Firavun, veziri Hâmân’a Mûsâ’nın kendisinden inanmasını istediği ilâhı görebilmek için yüksek bir kule inşa etmesini emretmiştir (el-Mü’min 40/36-37). Mûsâ ve Hârûn’un uzun mücadelelerden sonra Firavun’un elinden kurtardıkları İsrâiloğulları, putlara tapınan bir kavmi görünce peygamberlerinden kendileri için o putlar gibi gözle görülen bir ilâh yapmalarını istemişler (el-A‘râf 7/138), hatta apaçık görmedikçe Allah’a inanmayacaklarını söylemişler, Hz. Mûsâ’nın rabbiyle konuşmaya gittiği sırada altın buzağıya tapınmışlardır (el-Bakara 2/55; en-Nisâ 4/153; Tâhâ 20/86-91). Mekke döneminin ortalarında ve sonlarında nâzil olan sûrelerde, tevhid inancına karşı direnen müşriklerin Allah’ı görmedikçe veya Allah ile melekler yanlarına gelmedikçe iman etmeyecekleri yolundaki beyanları yer almış (el-Furkān 25/21; el-En‘âm 6/158; el-İsrâ 17/92), onların bu anlayışına Medenî sûrelerde de temas edilmiştir (el-Bakara 2/210). Ahmed b. Hanbel, Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’den Allah’ı kendilerine göstermesini istemeleri üzerine, “Gözler O’nu göremez, O ise gözleri görür” meâlindeki âyetin (el-En‘âm 6/103) indiğini, ancak bunun dünya için söz konusu olduğunu söyler (er-Red ʿale’z-zenâdıḳa ve’l-Cehmiyye, s. 59). Âhireti tasvir eden âyetlerde o gün parıldayan yüzlerin rablerine bakacağı, kâfirlerin ise rablerinden mahrum kalacağı ifade edilir (el-Kıyâme 75/22-23; el-Mutaffifîn 83/15).

Hadislerde rü’yetullah yerine “rü’yetü rab” tabiri geçer (Buhârî, “Mevâḳīt”, 16; Müslim, “Zühd”, 16). Sahih hadislerde belirtildiğine göre müminler, bulutsuz bir günün öğle vaktinde güneşi ve bulutsuz bir gecede dolunayı gördükleri gibi Allah’ı âhirette görecektir (Müsned, III, 16; IV, 13-14; Buhârî, “Tevḥîd”, 24; Müslim, “Îmân”, 299, “Zühd”, 16). Diğer bazı rivayetlere göre hiçbir mümin ölünceye kadar Allah’ı göremeyecektir (Müslim, “Fiten”, 95). Ashap mi‘rac münasebetiyle Resûl-i Ekrem’e, “Allah’ı gördün mü?” diye sormuş, o da, “Nurdur, nasıl göreyim?” veya, “Sadece bir nur gördüm” cevabını vermiş (Müslim, “Îmân”, 291-292), Hz. Âişe ise, “Muhammed’in Allah’ı gördüğünü söyleyen kimse yalan konuşmuş olur” diyerek Resûlullah dahil kimsenin dünyada Allah’ı görmediğini ve gözlerin Allah’ı idrak etmediğini bildiren âyetin bunu açıkladığını belirtmiştir (Buhârî, “Tevḥîd”, 4). Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in Allah’ı rüyada gördüğü ve rabbini rüyada gören kimsenin cennete gireceğini müjdelediği nakledilmiştir (Dârimî, “Rüʾyâ”, 12).

yuksel dedi ki...

B) Âhirette Rü’yetullah. Allah’ın âhirette görülmesi konusunda âlimlerce benimsenen görüşler şöylece özetlenebilir: 1. Allah Teâlâ âhirette müminler tarafından görülecek, fakat kâfirler bundan mahrum kalacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “O gün rablerine bakan parlak yüzler vardır” meâlindeki âyette geçen “ilâ rabbihâ nâzırah” ifadesi (el-Kıyâme 75/22-23) bunun açık delilidir. Çünkü burada “ilâ” edatıyla kullanılan “nazara” fiili Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebini dile getiren âyette (el-A‘râf 7/143) “enzur ileyk” şeklinde geçmekte ve “baş gözünün bakması” anlamına gelmektedir. Gözlerin Allah’ı idrak edemediğini bildiren âyet ise (el-En‘âm 6/103) gözlerin Allah’ı dünyada göremeyeceği veya O’nun zâtını kuşatamayacağı mânası taşır (Taberî, XII, 13-18). Ayrıca rü’yetullah, Kur’an’da görmeyi dolaylı şekilde ifade eden ve “yüzyüze karşılaşma” mânasına gelen “likā” kelimesi ve bu kökten türeyen fiillerle de anlatılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “liḳāʾ” md.). Bu âyetler âhirette müminlerin Allah’ı çıplak gözle göreceğine işaret etmektedir. Buna karşılık kâfirlerin âhirette kör (Allah’ı görme özelliğinden yoksun) olarak haşredilecekleri ve bu sebeple Allah’ı göremeyeceklerine dair âyetler mevcuttur (Tâhâ 20/124; el-Mutaffifîn 83/15). Rü’yetle ilgili hadislerin bir kısmına yukarıda temas edilmiştir. İbn Kayyim el-Cevziyye, büyük çoğunluğu sahâbî olan yirmi altı râvi yoluyla Resûlullah’a ulaşan rü’yet hadislerini sıralamış (Ḥâdi’l-ervâḥ, s. 416-459), ardından ashap, tâbiîn ve önde gelen âlimlerin olumlu görüşlerini zikretmiştir (a.g.e., s. 459-474).

Allah’ın âhirette görülmesi aklen de mümkündür, çünkü görülme var olma şartına bağlıdır. Cenâb-ı Hakk’ın ekmel mânada varlığı kesin olduğuna göre O’nun görülmesi gerekir (İbn Teymiyye, VI, 136). Varlık ortak bir terim olmakla birlikte her mevcutta farklı anlam düzeyinde bulunur ve görme bazan ortak, bazan da farklı yargılarla ilişkilendirilir. Bu sebeple görülme teşbih ve tecsîme yol açmadığı gibi Allah’ın zâtına yeni bir anlam da eklemez (Eş‘arî, el-Lümaʿ, s. 32). Allah’ın dünyada görülmeyişi âhirette de görülemeyeceğine delil teşkil etmez. Nitekim insanın dünyada var olan pek çok şeyi görememesi bunların görülemez oluşundan değil onları görme yeteneğine sahip kılınmayışındandır (Ebü’l-Berekât en-Nesefî, vr. 33a-34a).

yuksel dedi ki...

Rü’yetullah konusunda ortaya çıkan farklı telakkilerden, ilgili âyetlerin ilmî te’vil ölçülerine ve sahih hadislere göre anlaşılması halinde Allah’ın âhirette görüleceğini kabul eden Ehl-i sünnet’e ait görüşün daha isabetli olduğu ortaya çıkar. Ehl-i sünnet âlimleri, Allah’ın âhirette müminlerce görüleceğini ve kâfirlerin bundan mahrum bırakılacağını bildiren âyet ve sahih hadislerden hareketle görüş belirlerken buna karşı olan grup, önce kendine göre bazı aklî gerekçelerden yola çıkarak Allah’ın görülemeyeceği tarzında bir anlayış ortaya koymuş, ardından bunu müteşâbih âyetlerle delillendirmek istemiş, buna mukabil O’nun âhirette görüleceğini haber veren âyetlere dil kurallarına ve Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebini konu edinen âyetteki kullanıma aykırı biçimde isabetsiz yorumlar getirmiş, ayrıca sahih hadisleri reddedip sahih hadis mecmualarında yer almayan rivayetler ileri sürmüş, rü’yetullahı inkâr ederken ontolojik açıdan âhireti dünya ile aynı statüde kabul etmiştir. Halbuki birçok nassın haber verdiğine göre âhiretin şartları dünyaya göre tamamen farklı olacaktır. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk’ın insanları, ebediyet âleminde zâtını görmelerini mümkün kılacak ve gözlerinden perdeyi kaldıracak şekilde bir yaratılışa kavuşturması mümkündür (krş. Kāf 50/22). Bu aynı zamanda Allah’ın kâfirlere karşı müminlere bahşedeceği müstesna bir lutuf olup âdil ve mün‘im oluşuna da uygundur.

yuksel dedi ki...

BİBLİYOGRAFYA
Kāmus Tercümesi, IV, 966.

Müsned, I, 368; III, 16; IV, 11,12, 13-14, 360, 365-366.

Ahmed b. Hanbel, er-Red ʿale’z-zenâdıḳa ve’l-Cehmiyye (ʿAḳāʾidü’s-selef içinde), s. 59, 66.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (Şâkir), XII, 13-21.

Eş‘arî, Maḳālât (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1990, I, 289.

a.mlf., el-Lümaʿ (nşr. R. J. McCarthy), Beyrut 1952, s. 32.

Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd (nşr. Bekir Topaloğlu – Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 120-134.

Âcurrî, et-Taṣdîḳ bi’n-naẓar ila’llāhi teʿâlâ fi’l-âḫire (nşr. Semîr b. Emîn ez-Züheyrî), Beyrut 1988, s. 39-86.

Dârekutnî, Kitâbü’r-Rüʾye (nşr. İbrâhim Muhammed el-Alî – Ahmed Fahrî er-Rifâî), Zerkā/Ürdün 1990, s. 67-79.

Kādî Abdülcebbâr, Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, s. 248-261, 264-270.

Lâlekâî, Şerḥu uṣûli iʿtiḳādi Ehli’s-sünne ve’l-cemâʿa (nşr. Ahmed Sa‘d Hamdân), Riyad, ts. (Dâru Tayyibe), III, 454-463, 512-521.

İbn Rüşd, el-Keşf ʿan menâhici’l-edille (nşr. M. Âbid el-Câbirî), Beyrut 1998, s. 153-159.

Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî uṣûli’d-dîn (nşr. Bekir Topaloğlu), Dımaşk 1399/1979, s. 41-43.

Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, III, 85; XIII, 130; XIV, 229-231; XVII, 87; XXVII, 187; XXX, 227.

a.mlf., Kitâbü’l-Erbaʿîn fî uṣûli’d-dîn (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā), Kahire 1406/1986, I, 277.

Ebü’l-Berekât en-Nesefî, el-İʿtimâd fi’l-iʿtiḳād, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3085, vr. 33a-34b.

İbn Teymiyye, Mecmûʿu fetâvâ, II, 390; V, 249-251, 489-490; VI, 136.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Ḥâdi’l-ervâḥ (nşr. Yûsuf Ali Büdeyvî – Muhyiddin Müstû), Beyrut 1411/1991, s. 197-198, 228-229, 278, 416-474.

İbn Ebü’l-İz, Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’ṭ-Ṭaḥâviyye (nşr. Abdullah et-Türkî – Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1408/1987, I, 222-224.

Teftâzânî, Şerḥu’l-Maḳāṣıd (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1409/1989, IV, 182.

Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerḥu’l-Mevâḳıf, Kahire, ts., VIII, 236.

Süyûtî, Tuḥfetü’l-cülesâʾ bi-rüʾyetillâh li’n-nisâʾ, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-Arabiyye), II, 397-401.

Ahmed b. Nâsır, Rüʾyetullāhi teʿâlâ ve taḥḳīḳu’l-kelâm fîhâ, Mekke 1411/1991, tür.yer.

M. Yûsuf Mûsâ, el-Ḳurʾân ve’l-felsefe, Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 98.

Daniel Gimaret, “Ruʾyat Allāh”, EI2 (İng.), VIII, 649.

yuksel dedi ki...

2011 yılından itibaren iktidar partisinin, gösteri ifade, basın ve internet kullanımıyla ilgili özgürlükleri kısıtladigini vurgulayarak Erdoğan ın bir 'gizli gizli gündemi' olduğunu iddia ediyordu.
sy. 433.
Recep Tayyip Erdoğan isminin Ortadogu da 'yükselen değer' haline gelmesinden çekinen.
sy. 440. Üst Akıl
Derin İktidarın Küresel Efendileri

yuksel dedi ki...

İllim taleb etmeye koşun. Sâdık bir kimseden işitilecek bir Hadisi şerif, dünya ve onun üzerindeki altın ve gümüşten daha hayırlıdır.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)
Sayfa: 295 / No: 2
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Dil söyler kulak dinler, kalp söyler kâinat dinler.
Yunus Emre

yuksel dedi ki...

Namazdan kaçmak Allah Teala nın huzurundan kaçmaktır.
Mahmud Efendi Hazretleri

yuksel dedi ki...

hadisesi) Hz. Avf İbni Malik (r.a.)
258 4 Dört fitne olacak: Kan mübah kılınacak, Kan ve mal mübah olacak, Kan, mal ve ırz mübah kılınacak ve dördüncüsü ise deccal fitnesi olacaktır. Hz. İmran İbni Husayn (r.a.)
258 5 Deccalin önü sıra hud'alı seneler olur ki; yağmur çok yağar, fakat nebat az our. Sadıkler tekzib olunur, yalancılar ise tasdik olunur. Haine itimad edilir, emin ise hain addedilir. Ve "Rüveybiza" söz sahibi olur. Denildi ki: "Ya Resulallah, Rüveybiza nedir?" Buyurdu ki, Kendisine itimad olunmayan ve kıymet verilmeyen kimselerdir. Hz. Avf İbni Malik (r.a.)

YANITLASİL

yuksel17 Mart 2023 23:46
258 7 Altı hal vardır ki onlar vaki olduğunda ölümü temenni edebilirsiniz: Sefihlerin beyliği, Hükmün para ile satılması, Kanın istihlaf edilmesi, Zaptiyenin çoğalması, Akrabalığın kesilmesi, Kur'an-ı Kerim'i eğlence yapanların çoğalması ve Onun musiki yerine dinlenilmesi. Öyle ki, adamı mihraba, nağme dinlemek için geçirirler. Halbuki o adamın fıkıhtan haberi bile yoktur. İşte bu durumlarda ölümü istemekte haklı olursunuz. Hz . Abis el Gıfari (r.a.)
258 8 İlimde, birbirinize nâsih olun ve birbirinizden bir şey gizlemeyin. Zira, ilimde hiyanet, malda hiyanetten eşeddir. Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
258 9 Lohusa kadın kırk gece bekler. Bundan önce temizlik görürse, temiz hükmü giyer. Kırk gün geçerse özürlü addedilir. Yıkanır ve namaza devam eder. Kan fazla gelirse, her namaza bir abdest alır. Hz. İbni Amr (r.anhüma)
258 10 Gökten yardım, zahmete göre, ve sabır da musibete göre iner. Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
258 11 Kadın, şu dört şeyi için nikahlanır: Malı, Asaleti, Güzelliği ve Dini. Elin toprak olası, sen din sahibine bak. Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
258 12 Olanca kuvvetinizle temizlenin. Zira Allah (z.c.hz)'leri islamiyeti nezafet üzere tesis etmiştir. Ve Cennete ancak nazif girer. Hz Ebu Hureyre (r.a.)

YANITLASİL

yuksel17 Mart 2023 23:49
Sayfa Sıra Hadis-i Şerif Ravi
293 1 Oğullarınızı ve kızlarınızı evlendirin. Kızları altın ve gümüşle süsleyin, ve elbiseleri güzel olsun. Ve kendilerine rağbet edilmesi içinde onlara güzel hediyelerle ihsanda bulunun. Hz. İbni Ömer (r.anhüma)
293 2 Zengini ziyaret eden, sâim ve kâim gibi sevab alır. Fakiri ziyaret eden kimes ise fisebilillah cihad sevabı alır. Ve bunun için atılan adımlar, Aziz ve Celil olan Allah yolundaki adımlara denk olur. Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
293 3 Kur'an-ı Kerim'i seslerinizle ziynetlendiriniz. Hz. İbni Abbas (r.anhüma)
293 4 Bayram namazlarınızı tehlil, tekbir, tahmid ve takdislerle ziynetlendiriniz. Hz. Enes (r.a.)
293 5 Meclislerinizi Bana selat ve selam getirmekle ziynetlendiriniz. Zira Bana selavat getirmeniz kıyamette size nur olur. Hz. İbni Ömer (r.anhüma)
293 6 Rabbimden "Lahinlere" (Aptal, çoluk çocuk gibi aklı az olan) azab etmemesini diledim, kabul buyurdu. Hz. Enes (r.a.)
293 7 Rabbimden, müşrik çocuklarından ölenleri Benim için bağışlamasını diledim, kabul buyurdu ve Cennete soktu. Hz. Enes (r.a.)
293 8 Rabbimden, Benden sonra, ashabımın ihtilaf edecekleri meseleler hakkında sual ettim. Bana vahyetti ki: "Ya Muhammed (s.a.s.) Senin eshabın Benim yanımda gökteki yıldızlar gibidir. Bazısı diğerinden daha parlaktır. Kim ki, onlardan birisini (içtihadlarında )takip etse, o kimse Benim nazarımda hidayet üzerindedir." Hz. Ömer (r.a.)
293 9 Ya Ali, senin hakkında Allah'dan beş şey istedim. Birini kabul etmedi, dördünü verdi: Ümmetimin senin başında toplanmasını Allah'dan

YANITLASİL

yuksel17 Mart 2023 23:50
293 9 Ya Ali, senin hakkında Allah'dan beş şey istedim. Birini kabul etmedi, dördünü verdi: Ümmetimin senin başında toplanmasını Allah'dan istedim, kabul etmedi. Senin hakkında Bana verdikleri ise şunlardır: Kıyamet gününde ilk olarak Ben ve yanımda sen kalkacağız. Önümde "Hamd" sancağını sen taşıyacaksın. Evvelkileri ve sonrakileri geçeceksin. Benden sonra mü'minlerin veliside sen olacaksın. Hz. Ali (r.a.)
293 10 Aziz ve Celil olan Allah'dan seni takdim etmesini (önce hilafete geçmeni) üç kere istedim, kabul etmedi. Ancak Ebu Bekir'i kabul etti. (Bu sözü Hz. Ali (r.a)'a buyurdu.) Hz Ali (r.a.)

yuksel dedi ki...

Rabbın rızası, babanın rızasındadır. Rabbın gazabı, babanın gazabındadır.
Ravi: Hz. İbni Amr (r.a.)
Sayfa: 292 / No: 4
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

1516- Hadislerimin bazısı bazısını nesh eder, tıpkı Kur'an da olduğu gibi.
Ramuz ül Ehadis
Hadis Ansiklopedisi
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi
cilt. 1.sy.371.

YANITLASİL

yuksel20 Mart 2023 00:23
Allah Benim hulefama rahmet eylesin. Denildi ki: "Senin halifelerin kimlerdir Ya Resulallah?" Buyurdu ki: "Benim sünnetimi ihya edenler ve onu insanlara öğretenlerdir."
Ravi: Hz. Hasan (r.a.)
Sayfa: 291 / No: 1
Ramuz El-Ehadis

yuksel dedi ki...

Bizi dünya rahatından, ecnebileri ahiret saadetinden mahrum eden İslamiyeti yanlış anlamaktır. (Mh.) 8.
Bir Hazinenin Anahtarı
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 341.

yuksel dedi ki...

Zelzele tesadüfi bir tabiat hadisesi değildir. (S.) 160:14.söz, zeyl.
Bir Hazinenin Anahtarı
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 649.


YANITLASİL

yuksel20 Mart 2023 01:00
722:Konferans

Cumhuriyet devri başlarındaki İslâm düşmanlığı. (T.H.) 137, 141, 144:Barla hayatı; (E.L.) 1:262.

Çabuk kıyamet kopmazsa, İslâmiyet hakikati insanlığı esfel-i sâfilîne düşmekten kurtaracak. (H.Ş.) 48.

Dârülfünun küfre karşı İslâmın kalesiydi. (S.) 672:Lemaat Dinsiz bir Müslüman. (M.) 38:9. Mektup, râbian.

Doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu gösterirsek, baş- ka dinden olanlar gruplar halinde Müslüman olacaklar. (Mn.) 86; (E.L.) 1:117.

Düşmanların rağmına İslâmiyet inkişaf edecek. (Mh.) 33:1. ma- kale 8. mukaddime

Efkår-1 İslâmiyedeki teşettüt. (Sn.) 50. Faiz İslâma mutlak zarardır. (S.) 671:Lemaat Gayr-i müslim bir mü'min. (M.) 38:9. Mektup, râbian.

yuksel dedi ki...

KOMITAL: (Slavca) Maksadına ulaşmak için ekseri silah kullanan, siyasî, gizli ihtilaki cemiyet. Eşkiya. KOMITACI: Siyasi bir gayeye ulaşmak

için, silahlı mücadele yapan gizli bir topluluk ler

veya teşkilatın mensubu olan kimse. KOMITE: Fr. Bir komisyon arasından seçilmiş âzası bulunan, bir iş için toplanan hey'et. Meclis şubesi. Hey'et.

KOMPARTIMAN Lab: Fr. Yolcu trenlerin- de vagonların bölümlerle ayrılmış kısımların- dan her biri.

KOMPETAN: Fr. Bir işi iyi bilen. Bir şey

hakkında yerinde kararlar alabilen kimse.

KOMPLEKS: Fr. Bir anda kavranamıya- cak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş. Basit olmayan. Mürekkep. Insanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bü- tünü.

KOMPLO: Fr. Bir kişiye karşı toplu olarak alınan karar. Tuzak. Suikast.

KOMPRIME: Fr. Toz halinde iken sıkış- tarlip ufak hap haline getirilmiş ilaç.

yuksel dedi ki...

yuksel22 Mart 2023 04:16
25. “Göklerde ve yerde gizlenen (yağmur, bitki ve diğer) şeyleri ortaya çıkaran, (nefislerinin) gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilenAllah’a secde etmeleri gerekmez mi?[4]

YANITLASİL

yuksel22 Mart 2023 04:09
[4] Veya, bir önceki âyete bağlı olarak, “Hem de bu yüzden… gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilen Allah’a secde etmiyorlar.” [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]

YANITLASİL

yuksel22 Mart 2023 04:12
206. Şüphesiz ki Rabbin katındaki (melek)ler, O’na kulluk etmek hususunda kibirlenmezler, (daima) O’nu tesbih ve yalnız O’na secde ederler.[51]


YANITLASİL

yuksel22 Mart 2023 04:13
[51] Bu âyet-i kerîme Kur’ân-ı Kerîm’deki “secde” âyetlerinin birincisidir. Kur’ân-ı Kerîm’de 14 secde âyeti vardır. Bu âyetlerin tamamını veya bir kısmını yahut sadece mealini okuyan veya dinleyen kimsenin “Tilâvet secdesi” yapması gerekir. Bu secdeler Hanefî mezhebine göre vâcip, diğer mezheblere göre sünnettir.
Neml Suresi
Araf Suresi

yuksel dedi ki...

Kur'an i indirildiği asra göre düşünmek. (S.) 112:7.Sua.
(As.M.)112 :1.huccet-i imaniye.
Kur'an herbir kelamı üç kaziyeyi içine alır.(İ. i.) 68.
Bir Hazinenin Anahtarı
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 398,399.

yuksel dedi ki...

Kur'an öyle bir zatın kelamıdır ki, o bütün zamanları ve bütün eşyayı bir anda görüyor.(S.) 242:20.Söz, 2.mak., 2.sual.
Bir Hazinenin Anahtarı
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 403.

yuksel dedi ki...

Muhakkik İMAM SÜYÛTÎ " Cem'ul-Cevami" adlı kitabında :
-"Benim ümmetim için de SILA namında bir kimse gelecektir.
Onun irşad ve şefaati ile nice nice insanlar Cennete gireceklerdir," meâlindeki sahih hadis i Şerifi nakleder.
Sofiyye ulemasi SILA namıni Ahmed Faruk i Hz. lerine atfederler.
SILA : Şeriat ile Tarikatı vasleden, birleştiren demektir.
Mektubat - i Rabbani
İmam-ı Rabbani
Abdülkadir Akcicek.
Çile Yayınları
cilt. 1.
sy. 8.

yuksel dedi ki...

Evli ve ekonomik olarak zor durumda olan gazeteci apar topar askere alınacaktı. Ancak darbecilerin unuttukları bir şey vardı. Ga zeteci, kendi yerel askerlik şubesi yerine İstanbul'daki bir başka as kerlik şubesine "bakaya olduğu gerekçesi ile" baş vuracak cuntacı- ların planını suya düşürecekti. İstanbul'daki askerlik şubesinden aldığı "Birliğe Katılım Belgesi'nde Türkiye'nin en güzel illerinden birinde askerlik hizmeti yapacağı" belirtilmişti. Genelkurmay, Ge- nelkurmay II. Başkanı Çevik Bir ve Cumhurbaşkanlığı tarafından açılan ve toplam 30 yıl civarında ceza talebi ile yargılanan bu gaze teci, birliğine teslim olacaktı. Birliğinde hizmetini kusursuz yerine getiren bu gazeteciye "Usta birlik hizmetini bu şehirde yapacağı" komutanları tarafından kendisine söylenmesine rağmen, bir anda Güneydoğu'ya sürgüne gönderilecekti. Güneydoğu'daki askerlik süreci, bu gazetecinin hayatı tamamen değiştirecekti. Askerlik gö- revi öncesinde sahip olduğu başta bedensel sağlık olmak üzere, aile- sini, mesleki kariyerini ve her şeyini kaybedecekti. Ve askerlik göre vi bittikten sonra çalıştığı gazete tarafından da yalnız
Türkiye de İstihbaratcilik ve MİT
Erdal Şimşek
Kumsaati Yayınları
sy. 434..
Nisan 2004.

yuksel dedi ki...

Bir cemaat gelir, sünneti öldürürler ve dine "telbis"i, halisliğini bozacak şeyleri sokarlar. Allah'ın, lanet edicilerin, meleklerin ve bütün halkın laneti onların üzerine olsun.
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
Sayfa: 507 / No: 5
Ramuz El-Ehadis

YANITLASİL

yuksel26 Mart 2023 23:49
Kuvvet ve zorbalık hangi devletin kan damarına girmişse o Devleti yıkmıştir.(D. H. O.) 85.
Bir Hazinenin Anahtarı
Risale-i Nur Kulliyati Fihrist Ve İndeksi
İsmail Mutlu
sy. 410.

YANITLASİL

yuksel26 Mart 2023 23:57
telbis:1.kusuru, yanlışı örtme, gizleme :hile ile kötüyü iyi, yanlışı doğru gösterip aldatma, kandırma. 2.aldaticilik,hile, kandırmaca dolandırıcılık, oyun, düzen.
Tabiratli, Terkibli, Ansiklopedik.
Risale-i Nur'un Büyük Lügati
Envar Neşriyat.
sy. 1197.

yuksel dedi ki...

ALİ ŞÜKRÜ BEY
(1884-1923)
Millî Mücadele dönemi siyaset adamı.
İlişkili Maddeler

Müellif:
VEYSEL USTA
İstanbul Kasımpaşa’da doğdu. Babası Trabzon’un Şarlı (Beşikdüzü) nahiyesinden çeşitli yerlerde liman reisliği yapmış, bahriye kolağası rütbesinde iken emekli olmuş Reisoğlu Hacı Hâfız Ahmed Efendi’dir. İlk öğrenimini tamamladıktan sonra 1898’de babası tarafından Heybeliada’daki Mekteb-i Fünûn-ı Bahriyye-i Şâhâne’ye kaydedildi. 1902’de harbiye sınıfına geçti, 1904’te teğmen rütbesiyle donanmaya katıldı. Başarılı eğitim hayatı sebebiyle kurmay sınıfına ayrıldı. Heybetnümâ okul gemisinde güverte mühendisliği eğitimi aldı, çeşitli gemilerde seyir subaylığı ve ikinci süvari olarak çalıştı. 29 Ekim 1905’te kurmay üsteğmen rütbesiyle Mesudiye zırhlısı seyir subay yardımcılığına tayin edildi. Ardından Bahriye Erkân-ı Harb Reisliği’nde görevlendirildi. 27 Nisan 1901’de yüzbaşı oldu; Sultâniye ve Orhâniye gemileri, Yarhisar torpidosu ve Nevşehir gambotunda seyir subaylığı yaptı. Daha sonra Deniz Müzesi’nde göreve başladı, bu sırada istifasını verdiyse de Balkan Harbi yüzünden bu isteği kabul edilmedi. İstifası ancak savaşın bitmesi üzerine, 13 Haziran 1914’te gerçekleşti ve binbaşı rütbesinde iken ordudan ayrıldı.

Ali Şükrü Bey, öğrencilik yıllarından itibaren Osmanlı Devleti’nin çöküş sebeplerinden biri olarak donanmanın zayıflığını görmüş ve bazı arkadaşlarıyla birlikte bu eksikliğin giderilmesi gerektiğine inanmıştı. II. Meşrutiyet döneminde donanmanın güçlendirilmesi amacıyla 19 Temmuz 1909’da kurulan Donanma-yı Osmânî Muâvenet-i Milliyye Cemiyeti’nin kuruluş çalışmalarında yer aldı. Henüz yüzbaşı rütbesinde iken, Erkân-ı Harbiyye bahriye reisi Râsim Paşa ile birlikte cemiyetin yönetim kuruluna girdi. Burada Bahriye Nâzırı Cemal Paşa ve Dâhiliye Nâzırı Talat Bey ile birlikte çalışma imkânı buldu. Cemiyetin yönetim kurulunda en aktif üyelerden biri oldu. Donanma Mecmuası’nın yayımlanmasına önemli katkısının yanı sıra ülke düzeyinde gerçekleştirilen irşad ve yardım kampanyalarında görev aldı. Toplanan yardımlarla satın alınacak gemi ve askerî mühimmat işlemlerinde donanma adına askerî uzman sıfatıyla görevlendirildi. 1911 Mayısında Reşid Paşa, Midhat Paşa ve Giresun gemilerini İngiltere’den, 1914’te Çanakkale cephesinde kullanılan mayınları Almanya’dan ve 11 Haziran 1918’de Romanya’dan gemi teslim alarak donanmaya kazandırdı. İngiltere’de bulunduğu sırada deniz hukukuna dair Zibel’den özel dersler aldı. İtalya’nın Osmanlılar aleyhindeki iddialarına Liverpool Times gazetesinde yazdığı makalelerle cevap vererek İngiliz kamuoyunu aydınlatmaya çalıştı.

yuksel dedi ki...

Genç yaşından itibaren fikir ve neşriyat hayatının içinde yer alan Ali Şükrü, İstanbul’da kendi adıyla anılan bir matbaa kurdu. İlk yayını kurmay teğmenliği sırasında 1909’da yayımladığı Pusula Hatası ve Tashihi adlı eserdir. Daha sonra İdman mecmuasını çıkardı. Bu dergide dikkat çeken en önemli yazısı “Keşşaf Yoldaşlığı” adlı izcilik hakkındaki makalesidir. 1 Nisan 1919’da ilk sayısı çıkan Gündoğdu Mecmuası doğrudan sahipliğini ve mesul müdürlüğünü onun yaptığı, Ali Şükrü Matbaası’nda basılan süreli yayın olup 29 Mayıs 1919 tarihli 9. sayısı ile yayın hayatına son verdi. Bunların dışında eğitim ve sosyoloji konularında İngilizce’den yaptığı bazı tercümeleri bulunmaktadır.

Ali Şükrü Bey, bir düşünce adamı olarak değil aynı zamanda bir eylem adamı olarak siyasetle Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra ilgilenmeye başladı. İşgallerin giderek yaygınlaşması üzerine Esad Paşa’nın önderliğinde resmî, yarı resmî, özel birçok kurum ve kuruluş temsilcilerinin katılımıyla 29 Kasım 1918’de İstanbul’da ilk toplantısı gerçekleştirilen Millî Kongre Cemiyeti’nin faaliyetlerine katıldığı gibi bu tarihten itibaren cemiyetin başlattığı işgal karşıtı çalışmaların içinde yer aldı, kurduğu matbaayı, direniş amaçlı yayınların basılmasında kullandı. Öte yandan kapatılan İttihat ve Terakkî Partisi’nin Enver ve Talat Paşa hiziplerini bir araya getiren, Kara Vâsıf Bey’in başkanlığında 5 Şubat 1919’da kurulan Karakol Cemiyeti’nin kuruluş çalışmalarıyla ilgilendiği ve kardeşi Şevket Bey’le birlikte bu cemiyetin üyeleri arasında yer aldığı da bilinmektedir.

İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgalinden sonra İstanbul’da düzenlenen Sultanahmet mitinginin hazırlanmasına katkı sağlayan Ali Şükrü Bey, bu tarihten itibaren mücadelenin artık İstanbul’dan değil Anadolu’dan yürütülmesi gerektiğine karar vererek bir grup arkadaşıyla birlikte Trabzon’a hareket etti. İkinci kongresini yaparak silâhlı mücadeleye karar veren Trabzon Muhâfaza-i Hukūk-ı Milliyye Cemiyeti’nin faaliyetlerine iştirak etti. Çok istemesine rağmen Erzurum Kongresi’ne delege olarak katılması mümkün olmadı. Bununla birlikte Erzurum Kongresi’nde alınan ulusal bağımsızlık kararının Sivas Kongresi’nde de kabul edilmesi üzerine Millî Mücadele hareketinin ısrarlı tutumu sebebiyle yapılan son Osmanlı Meclis-i Meb‘ûsanı seçimlerinde Trabzon’dan milletvekili seçildi.

yuksel dedi ki...

İstanbul’da toplanan ve Mîsâk-ı Millî kararını alan Meclis-i Meb‘ûsan’ın etkili üyelerinden biri oldu. 16 Mart 1920’de İstanbul’un İngilizler’ce resmen işgalinin ardından meclisin çalışmasını engellemek üzere giden ve Rauf Orbay’ı tutuklamaya kalkışan İngiliz askerlerine karşı direnenlerin başında yer aldı.

İstanbul’un işgalinden sonra Mustafa Kemal’in çağrısı üzerine olağan üstü yetkilerle toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılmak üzere Anadolu’ya geçen milletvekilleri arasında Ali Şükrü de bulunuyordu. Yakın arkadaşı Mehmed Âkif (Ersoy) Bey’le meclisin 1920’deki açılışına katıldı. I. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en aktif üyelerinden biri olarak dikkat çekmeye başladı. Dışişleri, İrşad, Anayasa, Millî Savunma, Millî Eğitim ve İç Tüzük komisyonlarında görev aldı. Otuz yedisi gizli oturumlarda olmak üzere toplam 183 konuşma yaptı, ayrıca altı adet soru önergesi verdi. Bunun yanı sıra birçok kanun teklifi sundu. Millî Mücadele’nin en kritik aşaması olan Eskişehir-Kütahya muharebeleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye taşınması gündeme geldiğinde Kayseri’ye gidip ulucamide Anadolu’daki mukaddes cihadla ilgili bir konuşma yaptı. Bunun metni 24 Eylül 1921 tarihli Sebîlürreşâd dergisinde yayımlandı. Bu uzun ve önemli konuşmada I. Dünya Savaşı’nın başlangıcından Mondros Mütarekesi’ne kadar gelen dünya ve Osmanlı siyasetinin genel bir değerlendirmesini yaptı. Mütarekeden sonraki süreçte İstanbul hükümetinin arz-ı teslimiyyet politikasını kabul ettiğini, müdâfaa-i hayat ve istiklâl politikasını benimseyen Türk milletinin ise asırlardan beri hür ve müstakil yaşadığını ve yine böyle yaşayacağı anlayışını benimsediğini dile getirdi. Tarihçi Mahmut Goloğlu’nun taassup derecesinde vatanperver, dindar, ahlâklı ve idealist biri olarak tanımladığı Ali Şükrü Bey’in meclisin açılışından beş gün sonra 28 Nisan 1920’de verdiği ilk kanun teklifi 14 Eylül 1920 tarihinde Men‘-i Müskirat Kanunu adıyla kabul edilerek yasalaştı. Meclis-i Meb‘ûsan’ın İngiliz kuvvetlerince basılması tecrübesinden hareketle 29 Nisan 1920 tarihinde meclis başkanlığına verdiği, meclisin güvenliğinin sağlanması için millî muhafız müfrezesi teşkili önergesi de kabul edildi, böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi Muhafız Müfrezesi kuruldu.

yuksel dedi ki...

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’nun kabul edildiği 21 Mart 1921 tarihine kadar geçen süre içinde meclis içinde önemli görüş ayrılıkları, gruplaşmalar meydana geldi. Ali Şükrü Bey, bu gruplaşmada Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını yaptığı ve birinci grup diye anılan Müdâfaa-i Hukuk Grubu’na muhalif cephede yer aldı. İkinci grup diye bilinen, başkanlığını Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Ulaş Bey’in yaptığı grubun sözcülüğünü üstlendi. Özellikle Başkumandanlık Kanunu’nun Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği bazı olağan üstü yetkilerin meclisin egemenliğine aykırılık oluşturacağı konusundaki şiddetli tartışmalar sırasında kendi grubu adına Ali Şükrü Bey sert ifadeler içeren konuşmalar yaptı. Onun muhalefet ettiği konulardan bir diğeri de İstiklâl mahkemelerinin faaliyetleriydi. 22 Eylül 1920 tarihli İstiklâl mahkemelerinin kurulması görüşmesinde bu mahkemelerin savaş suçlarına yönelik çalışmasını, bunun dışındaki konularda yargı faaliyetlerinde bulunmasının siyaset kurumunun önünü keseceği endişesini dile getirmişti.

Saltanat ve hilâfet konusundaki duyarlılığıyla tanınan Ali Şükrü Bey, değişik tarihlerde yaptığı konuşmalarda bu hassasiyetini vurguladıysa da 1 Kasım 1922 tarihli saltanatın kaldırılmasına dair kanuna olumlu oy verdi. Ankara hükümeti ile Enver Paşa arasında meydana gelen gerginliğin Trabzon üzerinde yoğunlaşması ve yaşanan gelişmelerden rahatsızlık duyulması sebebiyle 18 Nisan 1922’de arkadaşlarıyla birlikte Dahiliye Vekili Ali Fethi Bey hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir gensoru önergesi verdi, 8 Haziran 1922’de yapılan görüşmelerde birinci grup ile ikinci grup arasında sert tartışmalar yaşandı. Trabzon meselesi olarak adlandırılan önergenin reddedildiği bu görüşmeye Ali Şükrü Bey’in yürütmenin hukuka aykırı uygulamalar yaptığı iddia ve beyanları damgasını vurdu.

yuksel dedi ki...

Ali Şükrü Bey’in Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde muhalif tavrıyla öne çıktığı diğer bir tartışma konusu da Lozan’dı. Lozan Konferansı’nın 3 Şubat 1923’te kesintiye uğraması üzerine Ankara’ya dönen Türk heyeti başkanı İsmet Paşa’nın gelişmeler hakkında 26 Şubat 1923 tarihinde düzenlenen gizli celsede Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bilgi vermesi üzerine bu hususta da günlerce süren tartışmalar yapıldı. Bu tartışmaların temelini, özellikle ikinci grup temsilcilerince öngörülen Lozan’da Mîsâk-ı Millî’den tâviz verildiği iddiaları oluşturmaktaydı. Şubat ayı boyunca devam eden görüşmeler mart ayına da sarktı, en sert tartışmalar 5 Mart tarihli celsede meydana geldi. Bu görüşmede Ali Şükrü Bey, Musul meselesinin bir yıl sonraya ertelenmesinin Mısır ve Girit gibi kaybedilmesi anlamına geleceğini, Ege adalarının Yunanistan’a bırakılması halinde Anadolu’nun denizden savunulamaz duruma geleceğini vurguladıktan sonra ülkenin kaderinin İsmet Paşa liderliğindeki Lozan Heyeti’ne emanet edilemeyeceğini belirtti ve konuşmasını, “Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan bu muazzam zafer Lozan’da heba edilmiştir. Bu murahhasa heyetinin barış meseleleri üzerinde sözleri olamaz efendiler! Artık bunların vazifeleri bitmiştir” sözleriyle tamamladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Lozan görüşmeleri hakkında yaptığı konuşmalarla diğer muhalif görüşleri, 19 Ocak 1923 tarihinde İstanbul’dan Ankara’ya taşıyıp başyazarı olarak yayımlamaya başladığı Tan gazetesi aracılığıyla kamuoyuna aktaran Ali Şükrü Bey 27 Mart 1923 Salı akşamı ortadan kayboldu. Bütün aramalara rağmen nerede olduğu hakkında herhangi bir sonuç alınamadı. 29 Mart günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde söz alan ikinci grup başkanı Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Bey, Ali Şükrü Bey’in kayboluşundan duyduğu üzüntüyü dile getirdi ve yetkilileri göreve çağırdı.

yuksel dedi ki...

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hükümet aleyhine şiddetli konuşmalar yapılmaya, basında da çeşitli ithamlarda bulunulmaya başlandı. Nihayet yapılan soruşturma ve araştırmalar sonucunda Ali Şükrü Bey’in cesedine Ayrancı’daki Papazınbağı mevkiinde gömülmüş vaziyette ulaşıldı. Tanık ifadelerinden edinilen bilgilere göre Ali Şükrü Bey’in Topal Osman Ağa’nın evinde öldürüldüğü ortaya çıkınca, Mustafa Kemal Paşa tarafından muhafız alayı komutanı İsmail Hakkı Bey’e (Tekçe) verilen tâlimat üzerine 1-2 Nisan 1923 gecesi gerçekleştirilen baskın sonunda yaralı olarak ele geçirilen Topal Osman Ağa hastahaneye kaldırılırken yolda öldü. 2 Nisan tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir konuşma yaparak Ali Şükrü Bey’in bir cinayete kurban gittiğini belirten Rauf Bey (Orbay), olayın fâili olan Topal Osman Ağa’nın da gereken cezaya çarptırıldığını belirtti. Ali Şükrü Bey’in cenazesi İnebolu üzerinden Trabzon’a nakledildi. 10 Nisan 1923 Salı günü Trabzon’a ulaşıldı. İskenderpaşa Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Amerikan torpidosu komutanı mülâzım Lolberi ve Trabzon Rus konsolosunun da aralarında bulunduğu büyük bir kalabalığın katılımıyla Belediye Meydanı’nda yapılan merasimin ardından Boztepe’deki mezarlığa defnedildi. Cenaze merasiminde İstikbâl gazetesi başyazarı Faik Ahmet Bey’in (Barutçu) yaptığı konuşmada ve İstikbâl gazetesinde eski Trabzon valisi Hamit Bey’in (Kapancı) bu münasebetle yazdığı yazılarda Mustafa Kemal Paşa hedef alındı.

yuksel dedi ki...

Ali Şükrü Bey emperyalizme karşı bağımsız duruşuyla öne çıkmış, bu mücadelenin Müslümanlık dairesi içinde şekilleneceğine inanmış, millî egemenlik ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş, doğruluğuna inandığı fikirleri sonuna kadar savunmuş bir siyaset adamıydı. Katli hadisesi, Cumhuriyet tarihinin karanlıkta kalmış önemli bir siyasî meselesi olarak halen tartışılmaktadır. Ali Şükrü Bey’in gazete makaleleri yanında bazı yazıları şunlardır: “Anadolu’nun Büyük ve Mukaddes Cihadı” (Sebîlürreşâd, XIX/490, 24 Eylül 1337, s. 233-246; aynı makale, haz. Veysel Usta, Yunus Dergisi, sy. 13, Ocak-Mart 1996, Trabzon 1996, s. 31-48); “Gazi Barbaros Hayreddin’in Türbesi ve Evkafı” (Donanma Mecmuası, sy. 4, Haziran 1326, s. 290-295); “Keşşaf Yoldaşlığı” (İdman, sy. 1, 15 Mayıs 1329); “Varna Müdafaası” (Risâle-i Mevkūte-i Bahriyye, III, nr. 5, Mart 1333, s. 193-206).


BİBLİYOGRAFYA
Cumhur Odabaşıoğlu, “Ali Şükrü Bey’in Erzurum Kongresi’ne Of Temsilcisi Seçilmesi”, İkinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri (1-3 Haziran 1988), Samsun 1990, s. 111-114.

Murat Yüksel, Faik Ahmet Barutçu’nun İstikbal Gazetesi Belgelerine Göre Ali Şükrü Bey ve Topal Osman Ağa, Trabzon 1993.

Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet, İstanbul 1994, tür.yer.

a.mlf., Ali Şükrü Bey’in Tan Gazetesi, İstanbul 1996.

Fahri Çoker, Türk Parlamento Tarihi: Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919-1923, Ankara 1995, III, 923-924.

Kadir Mısıroğlu, Trabzon Mebusu Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey, İstanbul 1996.

Sadık Sarısaman, “Birinci Dönem TBMM’de Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in Faaliyetleri”, Trabzon ve Çevresi Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu Bildirileri (3-5 Mayıs 2001), Trabzon 2002, I, 733-754.

İsmail Hacıfettahoğlu, Ali Şükrü Bey, Ankara 2003.

yuksel dedi ki...

İsmail Akbal, Millî Mücadele Döneminde Trabzon’da Muhalefet, Trabzon 2008, tür.yer.

Süleyman Beyoğlu, Milli Mücadele Kahramanı Giresunlu Osman Ağa, Ankara 2009, s. 267-287.

Mahmut Goloğlu, Cumhuriyete Doğru, İstanbul 2010, tür.yer.

Osman Fikret Topallı, Müdafaa-i Hukuk ve İstiklal Harbi Tarihinde Giresun (haz. Veysel Usta), Trabzon 2011, s. 72-78, 112.

Veysel Usta, “Ali Şükrü Bir İttihatçıydı: Mehmet Altan’ın ‘Birinci Cumhuriyet Üzerine Notlar’ Adlı Kitabına Bir Eleştiri”, Virgül, sy. 51, İstanbul 2002, s. 67-70.

a.mlf., “Trabzon’da Bolşevik Bir Aydın. Kahkahacı Esat Ömer Eyyubi”, Müteferrika, sy. 41, İstanbul 2012, s. 49-106.

yuksel dedi ki...

ALJAMİA
Endülüs’te XVII. yüzyılın başlarına kadar konuşulan ve Arap harfleriyle yazılan İspanyol lehçesi.
İlişkili Maddeler
ENDÜLÜS
İslâm hâkimiyetindeki İspanya.
MÜSTA‘RİB
İslâm hâkimiyeti ve etkisi altında kalan Endülüs hıristiyanları.

Müellif:
SARGON ERDEM
Araplar, Endülüs Emevî Devleti’nin sınırları dışında kalan Kuzey İspanya’daki Galicia, Castilla, Aragon ve Catalunya gibi bölgelerde konuşulan İspanyol diyalektleri ile Portekizce’ye, genel anlamda “İspanyolca” yerine söylenmek üzere el-acemiyye (العجميّة) “acemce” (yabancı dili) adını vermişlerdir. Doğuda da özellikle Farsça için kullanılan el-acemiyye kelimesi daha sonra aljamia şeklinde İspanyolca’ya girmiş ve bu defa İspanyollar’ın dışında kalan müslümanlarla yahudilerin ve Arap kültürünü benimsemiş İspanyollar’ın konuştukları, Arap, nâdiren de İbrânî harfleriyle yazılan melez İspanyol lehçesini adlandırmak için kullanılmıştır. Bu lehçenin, Endülüs’ün müslümanlar tarafından fethedilmesinden hemen sonra oluşmaya başladığı ve siyasî tarihe bağlı kalarak da farklı kesimlerde ve uzun sürede geliştiği görülmektedir. Aljamia’nın yazı dili haline gelmesi ve bir edebiyata (Aljamiado) sahip olması, tahminen XI. yüzyılda Arap alfabesinin kullanılmaya başlamasından sonradır. İslâmiyet’in yayıldığı Türk, İran, Afgan ve Hint topraklarında olduğu gibi İspanya’da da İslam kültürü yerleşirken yazı sisteminde değişiklik meydana gelmiş ve önce, İslâm dinini kabul eden İspanyollar (Müsâlime) ile bunlarla Arap baba, İspanyol annelerden doğan müslüman nesil (Muladies < Ar. müvelledûn “yeni nesil, melezler”), sonra İslâm dinini kabul etmedikleri halde İslâm kültürünü benimsemiş olan İspanyollar (Mozarab < Ar. müsta‘rib “Araplaşmış”) ve daha sonra da bölge bölge Arap siyasî üstünlüğünün sona ermesini takip eden yıllarda, azınlık durumuna düşerek ana dilleri Arapça’yı unutan veya konuşmaları yasaklanan Araplar (Mudejar < Ar. müdeccen “uyum sağlamış, alışmış”), konuştukları Arapça karışık İspanyolca’yı Arap harfleriyle yazmaya başlamışlardır. Bunlara, İberik yarımadasına müslümanlardan önce gelmiş ve fetih sırasında onlara yardım etmiş olan Mûsevîler de eklenmişler, böylece Arapça ve çok az da İbrânîce unsurlar ihtiva eden Aljamia İspanyol lehçesi meydana gelmiştir. Bu lehçe, bazı kitaplarda yer aldığı gibi, genel bir ifadeyle Moriscos (Mağribîler, Endülüs ve Kuzey Afrika’nın Berberî Arapları) tarafından değil, yukarıda açıklandığı üzere Araplaşmış İspanyollar’la Moriskolar’ın yalnız

yuksel dedi ki...

İspanyollaşmış olanları ve İberik Yahudileri tarafından kullanılmıştır. Asıl Moriskolar siyasî hâkimiyetleri süresince sadece kendi dilleri olan Arapça’yı konuşmuş ve yazmışlardır.

Son Arap devleti Gırnata (Granada) Benî Ahmer (Nasrî) Sultanlığı’nın yıkılışından (1492) sonra tamamıyla İspanyollar’ın eline geçen Endülüs’te, daha önce güvence verilmiş olmasına rağmen, tarihte “Katolik Krallar” adıyla anılan Ferdinand d’Aragon-Isabella de Castilla çifti tarafından müslümanlarla yahudilere karşı çok sert bir politika takip edilmeye başlamıştır. Bu arada, İslâmiyet’i kabul etmiş olan İspanyollar’ı eski dinlerine çevirebilmek ve sekiz yüzyıl süren kültür kaynaşması sonucu cemiyette yer eden İslâmî gelenekleri unutturabilmek için özel çaba harcanmış, Arapça konuşmak, Doğulu gibi giyinmek, dinî törenler yapmak yasaklanmış, hatta halkın ibadet etmesini engellemek amacıyla yıkanma yasağı dahi konulmuştur. Bu şartlar altında çeşitli isyanlar baş göstermişse de şiddetle bastırılarak halk engizisyon mahkemelerinin acımasız kararlarıyla sindirilmiş ve sağ kalan müslümanlarla yahudiler göçe zorlanmışlardır. Büyük gruplar halinde ve yalnız sırtlarındaki elbiselerle ülkeyi terkeden Mağribîler’in büyük kısmı Afrika’ya gitmiş, fakat istenmedikleri için pek çoğu orada açlıktan ölmüştür. Bunların bir kısmı da II. Bayezid döneminde (1481-1512) İstanbul’a kabul edilerek Galata’da bugün Arap Camii adıyla bilinen Saint Dominicus Kilisesi’nin çevresine yerleştirilmiş, kendilerine ev, eşya ve iş verilmiştir. Türkçe’de “aç gözlü” anlamında kullanılan “mal bulmuş Mağribî gibi” deyiminin doğmasına çok yoksul ve aç durumda bulunan bu insanların sebep oldukları tahmin edilebilir. Ayrıca Türkiye yahudilerinin ana dilinin İspanyolca (Aljamia) olmasının sebebi de Endülüs’ten gelmeleridir. 1609’da, geriye kalan azınlıkların sınır dışı edilmeleri üzerine İspanya’da Aljamia’nın konuşulup yazılması tamamen son bulmuştur. Aljamia’nın müslüman ülkelere göç eden Mağribîler arasında da Arap harfleriyle yazılmamasına ve süratle unutulmasına mukabil Türkiye yahudileri, adı Yahudice’ye (İbrânîce değil) çevrilen bu dili halen ana dilleri olarak kullanmaya ve İbrânî harfleriyle yazmaya devam etmektedirler.

yuksel dedi ki...

Aljamia, tabii olarak fazla miktarda Arapça kelime ihtiva eden ve fonetiği Arapça’nınkine benzeyen bir İspanyol lehçesidir. Arap yazısının bu dile uyarlanması da Türkçe, Farsça ve Urduca’da olduğu gibi alfabeye bazı harflerin eklenmesi suretiyle gerçekleştirilmiş ve ayrıca Arapça’dan farklı olarak sesli harflerin tamamının da gösterilmesi sağlanmıştır. Aljamia edebiyatı, İspanyol edebiyatına göre daha düşük seviyede kalmıştır. Aljamia, Mozaraplar ile Mudejarlar arasında ortak kullanılmış olmakla beraber bu toplumların edebiyata katkıları birbirinden farklıdır. Mozaraplar daha çok edebiyat, felsefe ve müsbet ilim konularıyla ilgilenmişler ve genellikle Klasik Yunan ve Râzî, İbn Sînâ gibi İslâm filozof-hekimlerinin eserlerini kendi dillerine tercüme etmişlerdir. Dinlerini ve kültürlerini terketmeleri için şiddetli baskı altında bırakılan Mudejarlar ise dinî ve millî duygularını canlı tutabilmek, bu duyguları yeni nesillere aşılayabilmek ve İslâm dininin gereklerini çocuklarına öğretebilmek için daha çok iman, ibadet, hukuk ve ahlâk konularını işleyen, İslâm büyüklerinin hayatlarını anlatan kitaplar yazmışlar veya Arapça’dan tercüme etmişlerdir. Engizisyon ve Reformasyon hareketleri sırasında toplu halde yakılmaktan kurtulan kitaplar arasında, çeşitli Kur’an tefsirlerinden başka, adı bilinmeyen bir Segovia müftüsünün yazdığı fıkhî bilgiler veren Alquiteb Segoviano (Segovialı’nın kitabı), Devocionario Morisco (Arap dua kitabı), Devocionario Musulman (müslüman dua kitabı), Alhadis de José (Hz. Yûsuf hadisesi yani kıssası), Leyenda de Zülkarneyn (Zülkarneyn kıssası) ve Hz. Muhammed’in hayatını, savaşlarını, özellikle de Hz. Ali ile Hâlid b. Velîd’in kahramanlıklarını destan üslûbu içinde anlatan Leyendas Moriscas (Araplar’ın kıssaları) en önemli eserler sayılabilir.

yuksel dedi ki...

5. Mâide Sûresi

Medine döneminde nâzil olmuştur. 120 âyettir. Üçüncü âyeti Vedâ Haccı’nda Arafat’ta inmiştir. Sûre adını 112 ve 114. âyetlerde Hz. İsa’nın Allah’tan istediği bir sofra olan Mâide’den almaktadır. İçinde münâfıklara, Ehl-i Kitab’a ve bazı İslâmî hükümlere yer verilmiştir.



Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Ey iman edenler! (Allah’a iman akdinizin gereğini ve insanlarla yaptığınız) sözleşmeleri yerine getirin. İhramda iken avlanmak helal değildir. Ancak (aşağıda haram olduğu) bildirilenler dışındaki ehlî (kurbanlık) hayvanlar (deve, sığır, koyun vb.), size helal kılındı. Allah dilediğini hükmeder. [krş. 2/27]

(Sözleşme toplumda sosyal ve hukûkî bir konudur. Devletler, hükümetler ve halk birbirlerine hak ve vazifeleri bakımından bir sözleşme içindedirler. Ancak Allah’ın emrine uygun olarak bu yerine getirilmekle toplumda sosyallik, hukûkîlik ve yükselme olur. Aynı zamanda Allah’a iman etmek de O’nunla yapılan bir sözleşme (akit)tir. Buna bağlılık da O’nun emirlerine/Kur’an’ın hükümlerine bağlılıkla olur.)

2. Ey iman edenler! Allah’ın şiarlarına (dinin esaslarına, alametlerine, hac için koyduğu emir ve yasaklarına, yapılması gereken şeylere ve) haram aya,[1] gönderilen kurbana, gerdanlara/gerdanlık takılanlara ve Rablerinden bol nimet (ticaret) ve rıza isteyerek Beyt-i Haram’a yönelip gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin![2] İhramdan çıktığınız zaman isterseniz avlanabilirsiniz. (Hudeybiye’de) Mescid-i Haram’dan sizi men ettikleri için bir kavme karşı duyduğunuz kin, sizi haddi aşmaya sevketmesin. İyilik ve takvâ (Allah’ın emirlerine uygun yaşama/karşı gelmekten sakınma)da yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun! Şüphesiz Allah’ın, (emirlerini çiğneyenlere karşı) cezası çok şiddetlidir.

3. Ölü hayvan (leş), (çıkmış) kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan; henüz canı çıkmadan yetişilip (şartlarına uygun tarzda) kesilenler dışındaki boğulmuş, (taş veya sopa vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, (başka bir hayvan tarafından) boynuzlanma neticesinde (ölmüş) ve yırtıcı hayvanlarca parçalanmış; bir de dikili (putlaştırılmış) taşlar için boğazlanmış (hayvanların etlerini yemeniz) ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı.[3] İşte bunları yapmak, (Allah’a) itaatsizliktir. Bugün küfre sapanlar/inkârcılar dininiz(i ortadan kaldırıp sizi kendilerine çevirmek)ten ümidi kestiler, artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün dininizi (hükümleriyle) kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak (hayat tarzı olan) İslâm’ı beğenip seçtim.[4] (İşte dindeki bu yasaklara uymakla beraber) kim açlıktan çaresiz kalırsa, günaha meyletmeksizin/istek duymaksızın (bu sayılan haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

yuksel dedi ki...

5. “Bugün size iyi ve temiz olanlar helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin (İslâm’a uygun) yiyeceği (avladığı ve kestiği) size helal ve sizin (kestiğiniz) yiyeceğiniz de onlara helaldir.[5] Mü’minlerden namuslu/iffetli kadınlarla sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar, (siz) namuslu/iffetli, zinaya sapmamış ve (onları) gizli dost da edinmemiş olarak kendilerine mehirlerini ver(ip nikâh ed)ince (size helaldirler). Kim (ilâhî hükümlere) inanmayı kabul etmez/inkâr ederse, onun (bütün) ameli boşa gitmiştir. O âhirette de zarar ve ziyana uğrayanlardandır.”

6. Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman (abdestli olun bunun için) yüzlerinizi, dirseklere kadar (dirsekler dahil) ellerinizi yıkayın, (ellerinizi yeniden ıslatıp) başlarınızı meshedin ve her iki aşık kemiğiyle beraber ayaklarınızı yıkayın.[6] Eğer cünüp iseniz tam temizlenin (boy abdesti alın). Eğer hasta yahut yolculukta iseniz veya sizden biri abdest bozmaktan gelmişse veya kadınlarla temasta (cinsî münasebette) bulunmuşsa, bu halde su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa (niyetle) yönelin, yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün.[7] Allah size bir güçlük çıkartmayı istemez, fakat şükredesiniz diye sizi (maddî ve mânevî/bedensel ve ruhsal yönden) tertemiz yapmayı ve üzerinize (din ve dünyanıza ait) nimetini tamamlamayı ister.

(Bu tertemiz olmaya kadınların hayız ve nifastan temizlenmesi de dahildir. Çünkü Peygamberimiz (sas.) soran bir kadına: “Hayız hali bitince guslet namaz kıl.” buyurmuştur. (Buhârî, “Hac” 8/306) ve yine hayızlı ve nifaslı kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı, hacda tavaf yapamayacağı nakledilmiştir.)

7. Allah’ın üzerinizdeki gerek (İslâm) nimetini gerekse “işittik, itaat ettik” dediğiniz zaman O’na (verdiğiniz) andınızı (ki bunun sayesinde bağışlandığınızı) hatırlayın. Allah’ın emrine uygun yaşayın/itaatsizlikten sakının. Şüphesiz ki Allah gönüllerdekini hakkıyla bilendir.

(Mü’minlerin, “Elest bezminde ruhların ‘Kâlû belâ’ (evet Rabbimizsin) demeleri” ile, inanıp söylediği şehadet kelimesi ve, “Yâ Rabbi! Dinledik ve itaat ettik.” ifadeleriyle, O’nun hâkimiyetine girmeye ve İslâm’a uygun yaşamaya söz vermeleri demektir. Allahu Teâlâ bu ahdi hatırlatmaktadır.) [bk. 2/285; 7/172]

yuksel dedi ki...

8. Ey iman edenler! Allah için adaleti (hakkı) ayakta tutan (hâkimler), adalet timsâli şahitler olun.[8] Bir kavme duyduğunuz kin sizi adaletten sapmaya sevketmesin. Âdil davranın, takvâya daha yakın olan da budur. Allah’a karşı takvâlı olun (emirlerine uygun yaşayın). Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

9. Allah, iman edip sâlih amel işleyenlere, kendileri için mağfiret ve çok büyük bir mükâfat olduğunu vaadetti.

10. Küfre sapanlara ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar da alevli ateşin halkıdırlar.

11. Ey iman edenler! Allah’ın size bahşettiği (şu) nimeti hatırlayın: Hani (yahudi ve müşrik) bir topluluk size ellerini uzatmaya (sizi öldürmeye, Peygamber’e suikast yapmaya) kalkışmıştı da (Allah,) onların ellerini sizden çekmişti (sizi korumuştu). Siz, Allah’a (sığınıp) korunun/emrine uygun yaşayın. Mü’minler ancak Allah’a dayanıp güvensinler.

(Bir konaklama yerinde Resûlullah (sas.), ashaptan ayrı bir yerde, bir ağacın altında, kılıcı asmış istirahat halinde iken bunu gören müşrikler, bu hali fırsat bilerek hemen bir bedevîyi suikast için gönderdiler. Gelen şahıs Resûllulah (sas.) uyku halinde iken O’nun kılıcını alıp başına dikildi, “Söyle bakalım seni benim elimden kim kurtaracak?” dedi. Allah Resûlü de üç defa, “Allah, Allah, Allah” dedi. Bunun üzerine yâr ve yardımcı olan Allahu Teâlâ’nın yardımıyla bedevînin eli tutulup kılıç elinden düştü. Kılıcı alan Resûlullah (sas.) aynı şeyi sordu; o da, “Hiç kimse!” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü ashâbını çağırdı, durumu anlattı, fakat ona ceza vermedi, serbest bıraktı. O da müslüman olarak geldiği yere döndü (bk. Râzî, VIII, 536). Hudeybiye’de Resûlullah (sas.) ve müslümanlara yönelik 80 kişilik suikast girişimcileri de Allah Resûlü’nün haber vermesiyle yakalanmıştı (bk. 48/18-27). Âyette “size” denilmiş olması, Resûlullah’a yapılan suikast veya herhangi bir hakaretin, bütün müslümanlara yapılmış sayılmasındandır.)

yuksel dedi ki...

12. Andolsun ki Allah, İsrâiloğulları’ndan sağlam bir söz almıştı. İçlerinden de, (kavimlerinin hallerini bilen ve (Kenan’daki) düşmana karşı gelmede güvenilir) on iki kefil/müfettiş gönderm(ek için seçtirm)iştik. Allah buyurmuştu ki: “(Ey İsrâiloğulları!) Ben sizinle beraberim. Eğer namazı kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onlara yardım eder ve Allah’a güzel ödünçle bir borç verirseniz (Allah yolunda harcar ve ihtiyacı olanları Allah için gözetirseniz) mutlaka sizin kabahatlerinizi örterim ve elbette sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Sizden kim bundan (yani Allah’a karşı ‘söz veriyoruz’ dedikten) sonra küfre saparsa, muhakkak o dosdoğru (hak) yoldan sapmıştır.” [bk. 5/20-25]

13. (Verdikleri) kat‘î sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini kaskatı yaptık. Onlar (Tevrat’ta gerek Resûl-i Ekrem’e, gerek diğer ahkâma ait) kelimeleri, yerlerinden kaldırıp değiştirirler (krş. 4/46). Onlar uyarıldıkları şeylerden nasiplenmeyi de unuttular (terkettiler, hevâlarına tâbi oldular). (Resûlüm!) İçlerinden pek azı hariç, onlardan yana daima bir hainliğin farkına varıp durursun. Yine de onları affet ve aldırma! Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

(Buhtunnasr olayında (M.Ö. 586) Benî İsrâil âlimleri öldürülmüş, Mescid-i Aksâ tahrip edilmiş, tek nüsha olan Tevrat yakılmış ve kimse onu ezberlememişti. Yıllar sonra bu esaretten kurtulduktan sonra, Tevrat’ın hatırlarda kalanlarını toplayıp hevalarına uygun bir Tevrat ortaya çıkardılar. Bundan dolayıdır ki içerisinde,“Allah altı günde dünyayı yarattı, yedinci günü (yorulup) istirahat etti.” (Tekvin, Bab 2/1-3) ifadesi bile vardı.)

14. “Biz hıristiyanız.” diyenlerden de (peygamberleri aracılığı ile bildirdiklerime uymaları için) sağlam söz almıştık; onlar da uyarıldıkları şeylerden nasiplenmeyi unut(up bırak)tılar, (böylece ahitlerini ve yaşantılarını bozdular. Her iki grup da kitaplarını tahrif edip kitaplarında müjdelenen son peygamberi de reddettiler. [2/146; 6/20] Dinlerini fantazi haline getirdiler). Biz de (yaptıklarının bu dünyada karşılığı olarak gruplar arasında veya kendi) aralarına kıyamet gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve kin bırakıp saldık. (Ve Allah onların (birbirlerine ve başkalarına) “sanatkarca” yaptıklarını kendilerine[9] (âhirette) haber verecek (ve hesap soracak)tır.

yuksel dedi ki...

15. Ey Ehl-i Kitab! Size, Kitab (Tevrat)’tan gizlemekte olduğunuz şeylerin bir çoğunu (ortaya koyup) açıklayan ve bir çoğundan da (sükût ile) geçiveren Resûlümüz gelmiştir. Doğrusu size, Allah’tan bir Nur (olan İslâm veya Hz. Muhammed) ve apaçık bir de Kitab (Kur’an) gelmiştir.

16. Allah, onunla (o Kitab ile) rızasına uyanları selamet yollarına eriştirir, onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola iletir.

(Allah, Resûlü’nün rehberliğinde Kur’an’a sarılmak suretiyle kendi emrine uygun yaşayan ve rızasına uyanları, selamet yollarına eriştirir; yani her türlü fitneden, şiddet ve azaptan, mihnet ve meşakkatten, bölünüp parçalanmaktan ve kula kulluktan, şirkin, küfrün, materyalist zihniyetin, her türlü ideolojinin ve batıl sistemlerin karanlıklarından kurtarır. O halde kurtuluşa erişmek için Allah Resûlü’nün önderliğinde Kur’an’ın hükümlerine sarılmak lazımdır.) [bk. 2/2; 3/103; 6/155; 10/57; 14/1 ve dipnotu]

17. “Hiç şüphesiz Allah, o Meryem’in oğlu Mesih’tir.” diyenler andolsun ki (şirke girip) kâfir olmuşlardır. De ki: “Öyleyse Allah, Meryemoğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek isterse, O’na karşı (bunu önlemek için) kimin elinden bir şey gelir? Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin mülkiyeti/hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah her şeye kâdirdir.”

(Böylece teslis inancına sahip olan hıristiyanlar, “Allah birdir, aynı zamanda üçtür.” deyip, Hz. İsa’ya “Allah’ın oğlu” dediler ve onu ilâh saydılar. Hem müşrik hem de kâfir oldular (krş. 3/64; 4/171; 5/72-73; 9/30 ve dipnotları). Halbuki Hz. Âdem’in, hem babasız hem de annesiz yaratılmış olduğunu düşünmediler.) [bk. 3/59, 67 ve dipnotu; bu türden Ehl-i Kitab’la evlenme konusunda bk. 2/221 ve dipnot 2]

yuksel dedi ki...

18. Yahudiler ve hıristiyanlar: “Biz (İsa ve Üzeyr peygamberden dolayı) Allah’ın oğulları (durumunda)yız.” dediler. De ki: “Öyleyse niçin (Allah) günahlarınız yüzünden size azap ediyor? Bilakis siz de O’nun yarattıklarından birer beşersiniz. O, kullarından (niyet ve ameline göre) dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü (ve hükümranlığı) Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.” [krş. 5/72-73; 9/30]

19. Ey Ehl-i Kitab! Peygamberlerin arası kesildiği zaman, (önceki peygamberleri gönderdiğimiz gibi) size Resûlümüz (Hz. Muhammed) geldi. (Kıyamette:) “Bize bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye size gerçekleri açıklıyor. İşte size (son) müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye kâdirdir.

20. Bir zamanlar Musa kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü (O) içinizden peygamberler var etti ve size hâkimiyet/hürriyet verdi,[10] yine (zamanınızda) âlemlerden hiçbirine vermediğini size verdi.”

21. “Ey kavmim! Allah’ın sizin (yerleşmeniz) için yazdığı mukaddes yere[11] girin, geri dönmeyin, sonra (dünya ve âhirette) zarara uğrayıp perişan olursunuz.”

22. Onlar: “Ey Musa! Doğrusu orada zorba olan (azgın) bir topluluk var. Ve biz, onlar oradan çıkıncaya kadar oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de elbette gireriz.” dediler.

23. ‘Allah’ın emirlerine uymamaktan korkanlar’ arasından (korkmadan görevini yapan ve) Allah’ın lütufta bulunduğu iki adam (casus olarak oraya gidip gelince):[12] “Onların üzerine (şehre girilen) kapıdan girin. Eğer oradan girerseniz, şüphesiz siz galipsiniz. İnanan kimseler iseniz, yalnız Allah’a güvenip dayanın!” dedi. [bk. 5/12]

24. (İsrâiloğulları da:) “Ey Musa! Onlar orada oldukları müddetçe biz oraya asla giremeyiz. Artık sen Rabbin’le git. (O zorbalarla) ikiniz harbedin; biz burada oturacağız.” dediler.[13]

yuksel dedi ki...

25. (Musa): “Yâ Rabbi! Ben, kendimden ve kardeşimden başkasına sahip değilim (sözüm geçmiyor). Artık bizimle, bu yoldan çıkmış kavmin arasını ayır.” dedi.

26. (Allah) buyurdu ki: “(Ey Musa!) Muhakkak ki orası (o mukaddes yer) onlara kırk yıl yasak edilmiştir. Onlar o yerde (Tîh çölünde, bu müddet içinde) şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Artık bu yoldan çıkmış topluluğa üzülme.”

(Aşağıdaki âyetler, yine Allah ve peygamberlerinin emirlerine biri uyan diğeri uymayan Hz. Âdem’in oğulları Hâbil ve Kâbil ile ilgilidir. Rivayete göre neslin ilk türediği sırada Hz. Âdem, ikiz doğan kız ve erkeklerden her birine sonraki ikiz doğan kardeşleriyle evlenmesi gerektiğini bildirmişti. Fakat Kâbil, kendi ikizi olan kızı daha güzel gördüğü için onu Hâbil’e vermek istememişti. Hz. Âdem de Allah’ın emriyle, bunlara birer kurban sunmalarını, gökten inen ateş hangisini yakarsa onun haklı olacağını söylemişti. İşte aşağıdaki âyetler bu olayı anlatmaktadır.)

27. (Resûlüm!) Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek haberini oku: Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı (Hâbil koç, Kâbil ekin sunmuştu) da onlardan birinin (Hâbil’in)ki kabul olunmuş, (gökten inen ateş, onun kurbanını yakmış) diğerininki kabul olunmamıştı. O (kurbanı kabul olunmayan Kâbil, bu durumu kıskanarak kardeşine): “Seni mutlaka öldüreceğim.” demişti. (Hâbil de): “Allah, ancak kendisinin emrine uyan/ karşı gelmekten sakınanlardan (kurbanı) kabul eder.” demişti.

yuksel dedi ki...

28. “Andolsun ki beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”

29. “Doğrusu ben, dilerim ki benim günahım ile kendi günahını (birlikte) yüklenesin de cehennemliklerden olasın. İşte zalimlerin cezası budur.” (dedi).

30. Nihayet nefsi ona kardeşini öldürmeyi (ve bunun zararı olmadığını) kabullendirdi. Böylece onu öldürdü de (dünya ve âhirette) ziyana uğrayanlardan oluverdi.

31. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini kendisine göstermek için (Kâbil’e), yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Bundan ibret alan Kâbil:) “Yazıklar olsun bana! Kardeşimin cesedini gömmekte şu karga kadar olmaktan aciz mi kaldım?” dedi. Artık o (haline ve yaptığına) pişmanlık duyanlardan biri haline gelmişti.

(Bu olayda olduğu gibi nefsânî duygularına kapılan insanlar, birçok acı olaylara sebep olurlar. Böylece dünya ve âhiretlerini yıkar ve kendilerine yazık ederler. Bundan dolayı insanlığın her türlü kötü duygulardan arınması, toplumun kurtulması için İslâm’ı bütünüyle yaşaması ve neslini İslâm terbiyesi ile eğitmesi lazımdır; tek çare de budur.)

32. Bundan dolayı İsrâiloğulları’na (Tevrat’ta şöyle) yazdık: Kim bir canı, başka bir cana veya yeryüzünde fesat çıkarmasına karşılık olmaksızın (şer’an/ hukûken ölümü haketmeksizin) öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onun hayatını (meşru bir imkânla) kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur. Muhakkak ki peygamberlerimiz onlara açık deliller getirmişti. Sonra onlardan bir çoğu bunun ardından yeryüzünde (yine isyan ve cinayetle) aşırı gitmektedirler.

33. Allah ve Resûlü’(nün hükümleri)ne karşı savaş açan ve (bu hükümlerin yapılmasını istemeyerek ve aksini yaparak)[14] yeryüzünde anarşi/fesat çıkartmaya çalışanların cezası ancak (verilecek hükme göre ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çapraz kesilmesi, ya da (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük bir azap vardır.

yuksel dedi ki...

Allah ve Resûlü’ne karşı savaş açma iki türlü olur. Biri, Allah’ın emirlerini/hükümlerini hiçe sayarak onları toplumun yaşamından kaldırmak, emirlerini yasaklamak, haram kıldıklarını da serbest bırakmak ve onlara imkânlar tanımakla, diğeri de fertlerin toplum düzenini bozucu/anarşist hareketleriyle olur. İslâm, bir insanın başkasını kasten öldürmesini bir insanlık suçu sayar ve bütün insanları öldürmüş gibi kabul eder. Yol kesme, soygun ve öldürme olayları toplumun huzurunu bozduğu için devlete karşı işlenmiş bir suç kabul edilmiş ve cezalar konulmuştur. Aşağıda görüleceği şekilde bu cezaları İslâm, suç işleyecek olanın kendi âkıbetini düşünmesi ve ondan ibret alıp vazgeçmesi için koymuştur. Şöyle ki: 1. Silahlanıp dağa çıkan ve orada yol kesip adam öldürenin cezası ölümdür. 2. Hem öldürmüş hem de soygun yapmışsa hem öldürülür, hem de ibret için asılır. 3. Yol kesmiş, kimseyi öldürmemiş de sadece malları alıp kaçmışsa, normal hırsıza göre (5/38) cezası, iki misli olarak sağ el ve sol ayağı çaprazlama kesilir. 4. Yol kesip öldürmeden ve malları da almadan yalnız terör havası yaratıp insanları korkutmuşsa, sürgüne gönderilir. Cumhûrun kavli budur.)[15] [bk. 2/178-179]

34. Ancak siz, onları (yakalayıp) ele geçirmezden önce (zarar vermeden kendiliğinden teslim olup) tevbe edenler bunun dışındadır.[16] Bilin ki Allah çok bağışlayandır, merhamet edendir.

35. Ey iman edenler! Allah’ın emrine uygun yaşayın ve O’na (araya aracılar koyarak değil, ibadet, Allah’ı çok anmak ve sâlih amellerle yaklaştırıcı ve rızasını kazandırıcı) ‘sebep ve yol’(lar) arayın. O’nun yolunda (malınızla, canınızla insanları kula kulluktan kurtarmak ve İslâm’ın hayatınıza hâkim olması için) cihad edin ki kurtuluşa eresiniz. [krş. 10/18; 17/57; 18/110; 34/37; 39/3; 42/26]

36. Küfre sapanlar var ya, dünyada olan her şey ve onun yanında bir o kadarı daha onların olsa ve kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler, kendilerinden kabul edilmez. Onlar için çok acıklı bir azap vardır. [krş. 39/47]

37. Onlar ateşten çıkmak isterler, fakat çıkamazlar. Onlara sürekli bir azap vardır.

38. Hırsızlık eden erkek ve kadının, kazandıkları (günahları)na karşılık, Allah’tan (insanlara) ibret verici/caydırıcı bir ceza olarak (önce sağ) ellerini kesin. Allah mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.[17]

yuksel dedi ki...

39. Kim yaptığı haksız (hırsızlık) hareketinden sonra (cezasını çekip) tevbe eder kendini düzeltirse, hiç şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder (bir de âhirette azap etmez). Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

40. Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) Allah’ındır. O dilediğine (günaha karşılık) azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah her şeye kâdirdir.

41. Ey Resûl! Kalpleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyla “inandık” diyen (münâfık)larla (yahudilerden) küfürde/İslâm karşıtı yolda koşuşanlar seni üzmesin. O yahudilerden, durmadan (reislerinden) bol yalan dinleyen ve senin huzuruna gelmeyen diğer bir topluluğu dinleyenler vardır. Onlar, (recm hakkındaki) kelimeleri (Allah tarafından) yerlerine konulduktan sonra değiştirirler: (Muhammed’e gidin) eğer size bu (değiştirilmiş şekilde bir fetvâ) verilirse onu alın, o verilmezse (kabul etmekten) sakının.” derler. Allah, kimin (amel ve niyetine göre) fitne(sinde düştüğü sapıklığı)nda kalmasını isterse onun (kurtarılması) için Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlara dünyada hor görülme (ve rezillik), âhirette de büyük bir azap vardır.

(Hz. Peygamber, Medineli yahudilerin halini bildiren bu âyet üzerine onlara Tevrat’ı getirtti. Cebrail (as.) ona değiştirilen âyeti okudu ve yahudi âlimlerinden İbni Sûriyâ’yı hakem yapmasını söyledi. Kendisine yemin verilerek sorulan İbni Sûriyâ da her şeyi itiraf etti. Böylece oyunları bozulmuş oldu.) [bk. Râzî, IX, 73-74; Köksal, VIII, 246-247]

42. (Onlar) yalan dinlemeye çok meraklı ve haram (rüşvet) yemeye pek düşkündürler. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hükmet, istersen onlardan yüz çevir.[18] Eğer yüz çevirirsen sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında âdil şekilde hükmet. Hiç şüphesiz ki Allah adaletli olanları sever.

43. İçinde Allah’ın (zina eden evlilerin taşlanması) hükmü bulunan Tevrat onların yanında olduğu halde, nasıl oluyor da seni hakem yapıyor (hüküm istiyorlar. Senin aynı hükmü vermenden) sonra da (razı olmayarak) yüz çevirip dönebiliyorlar? Onlar, (aslında) inanan kimseler değillerdir.

yuksel dedi ki...

43. İçinde Allah’ın (zina eden evlilerin taşlanması) hükmü bulunan Tevrat onların yanında olduğu halde, nasıl oluyor da seni hakem yapıyor (hüküm istiyorlar. Senin aynı hükmü vermenden) sonra da (razı olmayarak) yüz çevirip dönebiliyorlar? Onlar, (aslında) inanan kimseler değillerdir.

44. Hiç şüphesiz, içinde doğruya rehberlik ve nur (ahkâm ve öğütler)[19] bulunan Tevrat’ı biz indirdik. Kendilerini (Allah’a) teslim etmiş (olan) peygamberler, yahudilere onunla hüküm verirlerdi. Allah’ın Kitabı’nı korumaya memur edilmeleri ve o(nun doğruluğu)na şahit olmaları itibariyle Rabbe gerçek bağlı kullar (ihlaslı bilginler) ve din âlimleri (hahamlar) da (onun gerektirdiği gibi hüküm verirlerdi). Artık siz, insanlardan korkmayın; benden korkun ve benim âyetlerimi az bir değere (rüşvet ve dünya makamına) satmayın. Kim (elinde imkân olduğu halde inkâr ederek veya beğenmeyerek) Allah’ın indirdiği/bildirdiği (hükümleri) ile (ve yeniden tekrar bildirdiği bütün hükümler)iyle (veya ona uygun olarak) hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

45. Biz, onda (Tevrat’ta) kendilerine yazdık ki, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve (bütün) yaralamalar için karşılıklı (misliyle) kısas (var)dır. Kim bu (kısas hakkı)nı hayır olarak bağışlarsa, o da kendi (günahları) için kefârettir. Kim (inkâr etmese bile) Allah’ın indirdiği/bildirdiği (hükümleri) ile (veya ona uygun olarak) hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.[20]

46. Daha sonra da (o peygamberlerin) izleri üzerine, kendinden önceki (asıl) Tevrat’ı tasdik edici olarak Meryemoğlu İsa’yı gönderdik. Ona da içinde doğruya rehberlik ve nur bulunan, kendisinden önceki Tevrat’ın tasdikçisi, takvâlı olan (Allah’ın emirlerine aykırı hareketten sakınan)lara bir yol gösterici ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik.

47. Öyleyse İncil’e inananlar Allah’ın onun içinde indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği ile (veya ona uygun olarak) hükmetmezse, işte onlar fâsıklar (yoldan çıkmışlar)dır (demiştik).

yuksel dedi ki...

51. Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları velî (sırdaş, dost ve idareci) edinmeyin. Onlar (ancak) birbirlerinin yâr ve yardakçısı (İslâm’ın da düşmanı)dırlar. Kim onları (ve aynı zihniyette olanları) velî edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz Allah (böylece kendilerine ve müslümanlara) zulmeden toplumu doğru yola eriştirmez. [bk. 9/32-33; 60/8-9]

52. Kalplerinde (şüphe, nifak ve dünyevîlikten) bir hastalık bulunanların: “(Devir aleyhimize dönüp) başımıza bir felaket/kötülük gelmesinden korkuyoruz.” diyerek (dost olmak için) o (gayrimüslim ve küfre sapa)nların aralarında koşuştuklarını (hatta onlara tâbi olmak ve dünyalık bir pay/mevki elde edebilmek için onlara velayet/başkanlık vermek istediklerini)[23] görürsün. Ama Allah, (kendisine sığınan, onlarla uzlaşmayan ve onlara yapışmayan müslümanlara) zafer nasip edecek veya kendi katından emrini (takdirinin bir tezahürünü) gerçekleştirecektir. O zaman o (koşuşa)nlar, içlerinde gizledikleri (korku veya umdukları dünyalık) şeyler yüzünden pişman olacaklardır. [krş. 2/10]

(Halbuki yüce Allah yukarıdaki âyette de geçtiği üzere, mü’minlerin kendi dışındakileri dost ve idareci edinmemelerini, edinenlerin de münâfık olduklarını bildirmektedir.) [bk. 4/138-139, 144; 5/80]

53. (Böylece kalbi hastalıklı olanların hali ortaya çıkınca) mü’minler birbirine: “(Sözde) sizinle beraber olduklarına dair, olanca kuvvetleriyle Allah’a yemin edenler onlar değil miydi?” diyecekler. (Resûlüm!) Onların bütün yaptıkları boşa gitti; böylece onlar, hüsrana uğrayan kimseler oldular.

54. Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, o zaman Allah, (sizin yerinize) kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı gayet alçak gönüllü/yumuşak, kâfirlere karşı da oldukça onurlu ve sert bir toplum getirir ki onlar (her türlü gücüyle) Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, (her şeyi) bilendir. [bk. 6/89]

(İslâm’ı küçümseyip hükümlerini beğenmeyenler ve onlara göre yaşamaktan utananlar, dinden çıkmış veya sapmış kimselerdir. Buna karşılık Allah, İslâm milletleri arasında İslâm’ı hâkim kılmada liderlik ve hâkimiyeti, İslâm’a gönül veren, ona sahip çıkan ve ona hizmet eden milletin eline geçirir ve bu şekilde Allah’ın sünneti devam eder.) [bk. 2/217]

yuksel dedi ki...

73. “Hakikaten Allah, üçün üçüncüsü (üç ilâhtan biri)dir.” diyenler (şirke girip) kesin olarak kâfir olmuştur. Halbuki (ibadete lâyık) bir tek İlâh’tan başka ilâh yoktur. Eğer (bu) dedikleri (batıl inançları)ndan vazgeçmezlerse, onlardan kâfir olanlara elbette çok acıklı bir azap dokunacaktır.

74. Hâlâ Allah’a tevbe edip af dilemiyorlar mı? Halbuki Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.

75. Meryemoğlu Mesih (İsa) bir resûlden/bir peygamberden başka bir şey değildir. Ondan önce de resûller gelip geçmiştir. Onun anası da (her haliyle) dosdoğrudur. İkisi de (diğer insanlar gibi) yer içerlerdi. Bak, âyetleri onlara nasıl açıklıyoruz. Sonra bak, (âyetlerdeki hakikatlerden) nasıl geri çevriliyorlar?[28]

76. De ki: “Allah’ı bırakıp da size ne bir fayda, ne de bir zarar vermeye gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz?” Allah, (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.

77. De ki: “Ey Ehl-i Kitab! Dininize ait hususlarda haksız yere sınırı aşmayın. Bundan önce hakikaten hem kendileri sapmış, hem bir çoğunu saptırmış ve (hâlen de) doğru yoldan sapmakta olan birtakım kimselerin arzu (ve heves)lerine uymayın.”

78. İsrâiloğulları’ndan inkâr edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa’nın diliyle lanetlendi(ler). Bu onların (Allah’a) isyan etmeleri ve sınırı aşmaları yüzündendi.

79. Onlar, işledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini alıkoymazlardı. (Bu) yapmakta oldukları şey ne kötü idi![29]

80. Onların bir çoğunun, (mü’minlere karşı) küfre sapanlarla dostluk kurduklarını görürsün. Nefislerinin kendileri(ne âhiret hayatları) için sunduğu şey ne kötüdür! Allah’ın hışmını üzerlerine çekmişlerdir ve azabın içinde devamlı kalacaklardır.

yuksel dedi ki...

Bu âyet-i kerîme ve benzerleri ile (2/177; 4/92; 5/3; 90/13) Resûlullah’ın uygulamasında ilk çağlardan beri Doğu ve Batı ülkelerinde süregelen kölelik kurumunu kaldırma öngörülmüştür. Zaten Kur’an’da köleliği mübah gören bir âyet de yoktur. “Bu ise Batı’da ancak 19. asırda karara bağlanmıştır.” (Fendoğlu, s. 25, 68; Akgündüz, s. 175) Esirlerin serbest bırakılması 47/4. âyette açıklanmıştır ki âyetteki ‘iyilikle’ ifadesinden onlara, diğer milletlerden farklı olarak insanca ve ev halkı gibi muamele etme emri verilmiştir (Bilmen, II, 428). Esirler müslüman olurlar veya takas yapılırlar düşüncesiyle bir süre köle statüsüne sokulmuştur. Kadınlar da cariye yapılmıştır (bk. 2/221). Ama esirlikten önce müslüman olmaları hariçtir. Bu asırda hâlâ bir çok ülkede düşünce, ifade ve inanca göre yaşama üzerindeki baskı ve aşağılanma da insanları köleleştirmenin diğer bir boyutudur.)

90. Ey iman edenler! Şarap/içki, kumar, (tâzim edilen) dikili taşlar,[33] şans (fal) okları (ve zarları), şeytan (ve kötü insan)a ait murdar (pis) işlerdir; artık bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.[34]

91. Şeytan, içki ve kumarla sadece aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan tamamen) vazgeçtiniz değil mi?[35]

92. Allah’a itaat edin, Resûl’e de itaat edin (ona karşı gelmekten) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz (kendinize yazık etmiş olursunuz). Bilin ki Resûlümüz’ün üzerine düşen açıkça tebliğden başka bir şey değildir.

93. İman edip sâlih amellerde bulunanlara, takvâlı oldukları (Allah’ın emrine uygun yaşadıkları/günahlardan sakındıkları) ve hakkıyla iman edip sâlih amellere devam ettikleri, yine takvâlı olup kesin inandıkları, nihayet takvâ ile beraber güzel ve hayırlı harekette bulundukları sürece, (haram olunmadan önce) yiyip içtikleri (haram) şeylerden dolayı bir günah yoktur. Allah iyilikte ve güzel harekette bulunanları sever.

yuksel dedi ki...

[31] İnsan idrakinin kendi başına anlamaktan aciz kaldığı, felsefî düşüncelerin binlerce yıldır ulaşamadığı gerçek, ancak Kur’an’ın anlaşılmasıyla ortaya çıkar.

[32] Yemin üç kısma ayrılır: a. Yemin-i lağv, kasıtsız yapılan yemindir. [krş. 2/225] b. Yemin-i mün‘akid, bir şeyi yapmak veya yapmamak için yapılan yemindir ki sorumluluk yükler, yerine getirmemenin cezası âyette geçti. c. Yemin-i gamûs, yalan yere yapılan yemindir ki cezası âhirettedir, fakat helalleşmek ve tevbe ile affolunabilir. Eğer yapılması haram ve kötü bir şeyi yapmaya yemin edilmişse onu yapmaktan vazgeçilip o yemin bozulacak ve kefâreti yerine getirilecektir. Kişinin baştaki üç şarttan birini yerine getirmeye gücü yetmezse, üç gün oruç tutar.

[33] Rabbin emirleri ve ulûhiyeti karşısında dikilen her şey, hatta putlaşan akıl ve nefs-i emmâre bile. [bk. 25/43; 45/23]

[34] Bu âyette kumar ve içki kesin olarak yasak edilmiştir (2/219; 4/43; 16/67). Başlangıçta kimin kazanacağı belli olmayan, fakat sonunda bir tarafın az çok maddî kaybına veya kazancına sebep olan her oyun kumardır. Kendimizi ve neslimizi bunlardan kurtarmak şarttır. İçkiyle ilgili üç merhaleden sonra yasağın sonuncusu olan bu âyet gelince, artık şarabın (içkinin) kesin haram olduğu ilan edildi. Bunun üzerine elinde kadehi olan onu kırdı. Ağzında yudumu olan onu attı ve ağzını yıkadı. Şarap küpleri hep kırıldı, sokaklardan şarap aktı. Herkes hep bir ağızdan, “Bıraktık yâ Rabbi!” dediler. Hz. Peygamber, “Her sarhoşluk verenin azı da çoğu da haramdır.” buyurmuştur. Bundan böyle Allah’ın ve Peygamber’in, bu yasak emri, kesin inananlarca uygulanmaktadır. Yine bu âyet-i kerîmelerle câhiliye dönemindeki her türlü put/heykel, kumar ve kumar cinsi şans oyunları, torba içinde çekilen numaralı oyunlar -isterse fakirlere yardım için olsun- hepsi yasak edilmiştir; haramdır. Bunların hepsi aklı perdeleyen, Allah’a kulluğu unutturan, şahsiyeti ve ruhu kirleten pisliktir. [bk. 22/30 ve dipnotu]

yuksel dedi ki...

[35] Şeytanın hile ve düşmanlıkları için bk. 2/10-36, 168-169, 268; 4/120; 7/16-17; 15/40-42; 17/53-64; 20/120; 22/53; 24/20; 29/38; 38/82; 47/25; 58/10,19; 59/16.

[36] Âyet-i kerîmedeki “kıyâm”, kıvâm (nizam) mânasındadır. [bk. 2/125; 3/97]

[37] Câhiliye Arapları’na göre, Bahîra, bir deve beş defa doğurur da beşincisi erkek olursa, bu anne devenin kulağının delinip salıverilmesidir ki artık kimse ondan faydalanmazdı. Sâibe, yine bir kimsenin hastalıktan kurtulunca putlara adadığı devesinin kulağını delip böyle salıvermesidir. Vasîle, bir koyun veya deve biri dişi, diğeri erkek olarak ikiz doğurursa, dişiden dolayı erkeğinin puta kurban edilmemesine denilir. Ham, on defa dölleyip nesil bırakan erkek devenin bırakılmasına denilirdi ki, kimse artık ona dokunmazdı. Bunları Allah’ın emri diye yaparlardı. İşte vahiyle onaylanmayan, fakat din gibi uygulanan bu tür câhiliye âdetleri kaldırılmıştır.

[38] İbni Kesîr (Sâbûnî), I, 555; Sâbûnî (Safve), I, 369; Sünen-i Tirmizî (Mollamehmedoğlu), “Tefsîr,” sûre: 5, hadis no: 15.

[39] Kötü şeyleri önlememekte durum böyle olursa, haram şeylere ve haram işlenen yerlere izin verilmesinin durum ve sonucundan çok korkmak lazımdır (İbni Kesîr (Çetiner), VII, 252). [bk. 8/25]

[40] “Vahiy” kelimesi şu âyetlerde “bildirdi” anlamındadır: 5/111; 8/12; 20/38; 41/12.

[41] Mucize, tabiatüstü hadise olup gerek tabiat olaylarını düzenli bir şekilde yaratan ve gerekse peygamberlerini mucizelerle destekleyen de ancak Allah’tır.

[42] Hz. İsa’ya “Allah” diyenler kâfir olmuşlardır. [bk. 5/17, 72]

[43] Âyetteki “teveffeytenî” (vefat ettirme/canını alma) kelimesine, burada “kabadtenî” (tutup alma/teslim alma) mânası verilmektedir (Mukâtil, s. 142; Keşmîrî, s. 62; Zuhaylî (Tefsîr), s. 128). [bk. 3/55; 4/158; 6/60 ve açıklamaları; 43/57-61 ve dipnotu]

yuksel dedi ki...

166-167. Ey Mü’minler! İki topluluğun (Uhud gazvesinde) karşılaştığı gün başınıza gelen (musibet) Allah’ın izniyle olmuştur. (Bu da Allah’ın gerçek) inananları ayırt etmesi ve münâfıklık yapanları meydana çıkarması içindi. (Münâfıklara): “Gelin, Allah yolunda savaşın veya (düşmana karşı) savunmada bulunun.” denildi de: “Eğer biz savaş etmeyi bilseydik, elbette arkanızdan gelirdik.” dediler. Onlar o gün, küfre, imandan daha yakındılar. Onlar, ağızlarıyla (inanıyoruz diye), kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Allah, (onların kalplerinde) gizlediklerini pek iyi bilendir. [krş. 3/152]

168. (Uhud’a savaşa gitmeyip evde) oturanlar da (savaşta ölen) kardeş (ve yakın)ları hakkında: “Eğer bize itaat ed(ip Medine’de kal)salardı ölmezlerdi.” demişlerdi. Onlara de ki: “Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden geri çevirin.”

169-170. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanırlar. (Hem de) Allah’ın kendilerine lütfettiği (şehitlik rütbesi)ne kavuşmaları sebebiyle sevinç içerisindedirler. Arkalarından henüz kendilerine (şehit olarak) katılmamış olanlara da, hiçbir korku ve üzüntü olmayacağını müjdelemek isterler. [krş. 2/154]

yuksel dedi ki...

KUŞEYRÎ, Abdülkerîm b. Hevâzin
عبد الكريم بن هوازن القشيري
Ebü’l-Kāsım Zeynülislâm Abdülkerîm b. Hevâzin b. Abdilmelik el-Kuşeyrî (ö. 465/1072)
Mutasavvıf, kelâm, tefsir ve hadis âlimi.
İlişkili Maddeler
er-RİSÂLE
Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) tasavvufa dair klasik eseri.
Şeyhi
DEKKĀK, Ebû Ali
Nîşâbur sûfîlerinden.

yuksel dedi ki...

Müellif:
SÜLEYMAN ULUDAĞ
Rebîülevvel 376’da (Temmuz 986) bugün İran’ın Türkmenistan sınırı yakınındaki Kûçan kasabasının bulunduğu Üstüvâ yöresinde doğdu. Baba tarafından Araplar’ın İran’ı istilâları sırasında Horasan’a gelip yerleşen Kuşeyr, anne tarafından Benî Süleym kabilesine mensuptur. Küçük yaşta babasını kaybedince akrabalarından Ebü’l-Kāsım el-Yemânî’nin himayesinde büyüdü, Arapça ve edebiyat bilgilerini ondan öğrendi. Biniciliğe ve silâh kullanmaya heves etti; iyi bir binici ve silâhşor oldu.

Kuşeyrî, babasından miras kalan köyüne konulan ağır verginin hafifletilmesini sağlamak ve hesap öğrenip maliye memuru (müstevfî) olmak amacıyla genç yaşta Nîşâbur’a gitti. Burada bir rastlantı sonucu dönemin tanınmış sûfîlerinden Ebû Ali ed-Dekkāk’ın sohbet meclisine katıldı ve kendisinden etkilenerek müridi olmak istedi. Dekkāk ona önce ilim tahsil etmesini söyledi. Bunun üzerine Kuşeyrî Ebû Bekir Muhammed et-Tûsî’den Şâfiî fıkhını öğrendi. Ayrıca kelâm âlimi İbn Fûrek’in, onun vefatından sonra Ebû İshak el-İsferâyînî’nin derslerine devam etti. İsferâyînî’nin kendisine derslerine devam etmesi gerekmediğini, kitaplarını okumasının yeterli olduğunu söylemesi, onun bu sıralarda kelâm ilminde oldukça ileri bir seviyeye ulaşmış olduğunu göstermektedir. Kuşeyrî bu dönemde Bâkıllânî’nin eserlerini inceleyerek Eş‘ârî kelâmını benimsedi. İlimle meşgul olduğu bu yıllarda bir yandan da mürşidi Dekkāk’ın sohbetlerine devam ederek tasavvufî alanda kendini geliştirdi. Dekkāk onu kızı Fâtıma ile evlendirdi ve medresesinde ders vermesine izin verdi. Hadis ilmiyle de uğraşan Kuşeyrî el-Müstedrek müellifi Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebü’l-Hüseyin el-Haffâf, Ebû Nuaym el-İsferâyînî, Ebû Bekir Abdûs el-Müzekkî, Ebü’l-Hasan el-Ahvâzî gibi muhaddislerin derslerine devam etti. Hatîb el-Bağdâdî başta olmak üzere birçok tanınmış muhaddis kendisinden hadis rivayet etti.

Mürşidi Dekkāk’ın vefatından (405/1015) sonra Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’ye intisap ederek tasavvufî bilgisini ve tecrübelerini arttıran Kuşeyrî’nin etrafında çok sayıda öğrenci toplandı, ayrıca halkın saygı ve güvenini kazandı. Ali b. Hasan el-Bâharzî, Kuşeyrî’nin güzel hitabeti ve etkili vaazlarından söz ederken taşa hitap etse onu bile eriteceğini, meclisine şeytan getirilip bağlansa tövbe edeceğini söyler.

İbn Hallikân’ın tefsirlerin en iyisi ve en açık

yuksel dedi ki...

İbn Hallikân’ın tefsirlerin en iyisi ve en açık olanı diye nitelendirdiği et-Tefsîrü’l-kebîr adlı eserini Sülemî’nin sağlığında 410 (1019) yılından önce yazmaya başlayan Kuşeyrî, bu dönemde Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī ve İmâmü’l-Haremeyn Ebü’l-Meâlî’nin babası Rüknülislâm el-Cüveynî’nin de aralarında bulunduğu bir grupla hacca gitti. Yolculuk esnasında Bağdat ve Hicaz’daki âlimlerden hadis dinledi.

Kuşeyrî, Selçuklu Devleti’nin kuruluşu ve Tuğrul Bey’in İran’ı zaptetmesi sırasında Horasan bölgesinin ilim ve kültür merkezi olan Nîşâbur’da idi ve bölgede büyük bir üne sahipti. Tuğrul Bey’in veziri Amîdülmülk el-Kündürî, Mu‘tezile taraftarı olduğundan Mu‘tezile ile mücadele eden Eş‘arî kelâmcılarına karşı bir tavır aldı. Kündürî’nin Eş‘ariyye’nin kurucusu Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’yi ve mensuplarını ehl-i bid‘at arasında sayması, bölgede hâkim durumda bulunan Eş‘arî ve Şâfiî ulemâsını rahatsız etti. Eş‘arîliğe gönülden bağlı olan Kuşeyrî, 436 (1044-45) yılında Eş‘arî’nin hadis ehlinden olduğuna ve Ehl-i sünnet akîdesine bağlı bulunduğuna dair bir fetva verdi. Ertesi yıl hadis dersleri vermeye ve hadis rivayet etmeye başladı. 437-438 (1045-1046) yıllarında tasavvuf literatürünün temel kitapları arasında yer alacak olan er-Risâle adlı eserini telif etti. 446’da (1054) ulemâya hitaben Şikâyetü Ehli’s-sünne adını verdiği uzunca bir mektup kaleme aldı. Muhtemelen bu mektup sebebiyle Vezir Kündürî, Tuğrul Bey’i tahrik ederek Kuşeyrî, Reîs el-Furâtî, İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî ve İbnü’l-Muvaffak diye tanınan Ebû Sehl Muhammed b. Hibetullah’ın yakalanıp hapsedilmeleri için izin aldı. Bunun üzerine Cüveynî saklandı. Reîs el-Furâtî ile Kuşeyrî yakalanıp Nîşâbur’un eski kalesine hapsedildi. Bâharz’da bulunduğu için tutuklanamayan Ebû Sehl, topladığı silâhlı bir grupla Nîşâbur’a gelip validen Kuşeyrî ve Reîs el-Furâtî’yi serbest bırakmasını istedi. Olumlu cevap alamayınca adamlarıyla kaleyi basarak onları kurtardı. Bu olayın ardından çıkan çatışmalar yüzünden Kuşeyrî ve bazı âlimlerin Horasan’ı terketmeleri kararlaştırıldı. Bir grup âlimle Bağdat’a giden Kuşeyrî’yi (448/1056) Halife Kāim-Biemrillâh iyi karşıladı. Kuşeyrî daha sonra Nîşâbur’a döndü. Sübkî onun Bağdat’tan ayrılınca hacca gittiğini, Kündürî’nin baskısı sebebiyle memleketlerini terketmek zorunda kalan 400 kadar Hanefî ve Şâfiî kadısı ile orada buluştuğunu, kadılar adına veziri kınayan bir konuşma yaptığını kaydeder. Bedîüzzaman Fürûzanfer, Kuşeyrî’nin halifenin desteğini aldıktan sonra Nîşâbur’a döndüğü şeklindeki rivayetin daha doğru olduğu görüşündedir. On yıl Amîdülmülk Kündürî’nin baskısı altında sıkıntılı bir ömür süren Kuşeyrî, 456’da (1064) vezirin Alparslan tarafından idam edilmesi ve yerine Nizâmülmülk’ün getirilmesiyle rahata kavuştu. Nîşâbur’daki medresesinde ders vermeye ve vaaz etmeye devam etti. 437’de (1045) başladığı hadis derslerini ölümüne kadar yirmi yedi yıl boyunca sürdürdü. Bu arada Tûs, Ebîverd ve Merv gibi Horasan şehirlerini ziyaret etti. Son yıllarını refah içinde geçirdikten sonra 16 Rebîülâhir 465’te (30 Aralık 1072) Nîşâbur’da vefat etti. Mürşidi ve kayınpederi Ebû Ali ed-Dekkāk’ın medresesinin hazîresine gömüldü. Kabri günümüze kadar ziyaret edilegelmiştir.

yuksel dedi ki...

Kuşeyrî’nin hanımı Fâtıma’dan her biri ilmi, zühdü ve takvâsı ile tanınmış önemli birer şahsiyet olan Ebû Sa‘d Abdullah, Ebû Saîd Abdülvâhid, Ebû Mansûr Abdurrahman, Ebû Nasr Abdürrahîm, Ebü’l-Feth Ubeydullah, Ebû Muzaffer Abdülmün‘im adlı altı oğlu, Emetürrahîm adlı bir kızı olmuştur. Emetürrahîm, es-Siyâḳ li-Târîḫi Nîsâbûr adlı eserin müellifi Abdülgāfir el-Fârisî’nin annesidir. Fürûzanfer, Kuşeyrî’nin ayrıca Ahmed b. Muhammed-i Çerhî Beledî’nin kızı ile evlendiğini, iki hanımından altı oğlu, beş kızı dünyaya geldiğini söyler.

Tasavvuf, kelâm, hadis, fıkıh, tefsir, gramer, lugat ve edebiyat gibi ilim dallarında geniş bilgisi olan Kuşeyrî daha çok mutasavvıf olarak tanınır. Tarikat silsilesi Ebû Ali ed-Dekkāk, Nasrâbâdî, Ebû Bekir eş-Şiblî, Cüneyd-i Bağdâdî, Serî es-Sakatî, Ma‘rûf-i Kerhî vasıtasıyla Dâvûd et-Tâî’ye bağlanır. Tasavvuf tarihi kaynaklarında kendisine Kuşeyriyye adıyla bir tarikat nisbet edilir. Fürûzanfer, bu tarikatın XVIII. yüzyıla kadar Hindistan’da varlığını sürdürdüğünü kaydeder. İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî ve en seçkin öğrencilerinden Ebû Ali el-Fârmedî vasıtasıyla Gazzâlî’yi etkileyen Kuşeyrî tasavvufu Sünnî bir çerçeve içine almak istemiştir. Melâmet akımının doğduğu bölgede yetişmesine rağmen er-Risâle’sinde melâmet bahsine yer vermemesi, sûfîlerin Eş‘ariyye akîdelerine aykırı gördüğü sözlerini zikretmemeye gayret etmesi, uzun süre Nîşâbur’da kalan ve burada semâ meclisleri kuran Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’dan hiç bahsetmemesi onun bu tavrıyla ilgilidir. Ebû Saîd’in menâkıbını yazan Muhammed b. Münevver, Kuşeyrî’nin başlangıçta Ebû Saîd’in aleyhinde bulunduğunu, fakat daha sonra onun kerametlerini görünce fikrini değiştirdiğini Esrârü’t-tevḥîd adlı eserinde anlatır. Diğer taraftan şathiyeleriyle ünlü Bâyezîd-i Bistâmî’yi takdir etmiş, Hallâc-ı Mansûr’dan yararlanmış, semâı savunmuş ve zâviyesinde mürid ve tâliplerle tasavvufî sohbetler düzenlemiştir.

yuksel dedi ki...

Eserleri. 1. er-Risâle. Tasavvuf tarihinin en önemli kaynaklarından sayılan eserde Kuşeyrî, tasavvufun temeli olan konuların Sünnî akîdeye tam anlamıyla uyduğunu ortaya koyarak sûfîlerin Sünnî çevrelerde uğradıkları eleştirilere cevap vermek, ayrıca onların bu çerçeve dışına çıkmalarını önlemek istemiştir (Bulak 1284; Kahire 1385; Beyrut 1419/1998).

2. et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr. Esmâ-i hüsnâyı şerhettiği bu eserinde Kuşeyrî tasavvufî görüşlere geniş yer vermiştir. Kitap bu alanda yazılan ilk tasavvufî şerh olup bu tür şerhlere örnek olması bakımından önemlidir (nşr. İbrâhim Besyûnî, Kahire 1968; nşr. Abdülvâris Muhammed Ali, Beyrut 1999).

3. Tertîbü’s-sülûk fî ṭarîḳi’llâh. Zikir âdâbına dair dokuz bölümden meydana gelen risâlenin metni Fritz Meier tarafından Almanca tercümesi ve bir inceleme ile birlikte yayımlanmıştır (Oriens, XVI [1963], s. 1-39). Risâle, Pîr Muhammed Hasan’ın neşrettiği er-Resâʾilü’l-Ḳuşeyriyye içinde (Karaçi 1964) Urduca tercümesiyle beraber yer almaktadır (s. 66-80).

4. et-Tefsîrü’l-kebîr (et-Teysîr fî ʿilmi’t-tefsîr). Kuşeyrî’nin torunu Abdülgāfir ile İbn Hallikân’ın kaydettiği bu eserin Kuşeyrî’nin oğlu Ebû Nasr Abdürrahîm’e ait olduğu da rivayet edilmektedir. Hellmut Ritter de bu görüştedir (Oriens, III [1950], s. 46).

5. Leṭâʾifü’l-işârât. Kuşeyrî, 434’te (1042-43) yazmaya başladığını söylediği bu eserinde Sülemî’nin Ḥaḳāʾiḳu’t-tefsîr’ini örnek almıştır. Ancak kitap Sülemî’nin tefsirinden daha düzenli ve kapsamlıdır. İşârî tefsir yazan müellifler Leṭâʾif’ten yararlanmıştır (nşr. İbrâhim Besyûnî, I-IV, Kahire 1967-1970).

6. Naḥvü’l-ḳulûb. Gramer terimleri ve kurallarının tasavvufî tarzda yorumlandığı ilginç bir eserdir (nşr. İbrâhim Besyûnî, Kahire 1964; Alemüddin el-Cündî, Tunus 1977).

7. Şikâyetü Ehli’s-sünne bi-ḥikâyeti mâ nâlehüm mine’l-miḥne. Kuşeyrî, Tuğrul Bey döneminde Eş‘arîler’e karşı Vezir Kündürî’nin başlattığı hareket üzerine kaleme aldığı bu uzunca mektupta Eş‘arî’nin düşüncelerini savunmaktadır. Tek nüshası Kastamonu İl Halk Kütüphanesi’nde (nr. 2713/9) bulunan mektubu Sübkî, Eş‘arî aleyhtarları tarafından yok edileceğinden korktuğunu söyleyerek Ṭabaḳātü’ş-Şâfiʿiyyeti’l-kübrâ’sına almıştır.

yuksel dedi ki...

8. el-Lümaʿ fi’l-iʿtiḳād. Eş‘arî akaidinin güzel bir özetini ihtiva eden risâle İngilizce tercümesiyle birlikte Richard M. Frank tarafından yayımlanmıştır (MIDEO, XV [1982], s. 53-74).

9. el-Fuṣûl fi’l-uṣûl. Her biri bir iki satırlık seksen beş fasıldan meydana gelen risâle önceki eser gibi Eş‘arî itikadına dair olup o risâleyi neşreden araştırmacı tarafından yayımlanmıştır (MIDEO, XVI [1983], s. 59-94).

10. Kitâbü’l-Miʿrâc. Mi‘rac hakkında genel bilgiler ihtiva eden eserin yedinci bölümünde sûfîlerin bu konudaki görüşlerine yer verilmiştir (nşr. Ali Hasan Abdülkādir, Kahire 1964).

Kuşeyrî’nin bazı risâleleri çeşitli araştırmacılar tarafından bir araya getirilerek neşredilmiştir: er-Resâʾilü’l-Ḳuşeyriyye (Şikâyetü Ehli’s-sünne, Kitâbü’s-Semâʿ, Tertîbü’s-sülûk, nşr. Pîr Muhammed Hasan, Karaçi 1964); Erbaʿa resâʾil fi’t-taṣavvuf (Muḫtaṣar fi’t-tevbe, İbârâtü’ṣ-ṣûfiyye ve meʿânîhâ, Mens̱ûrü’l-ḫiṭâb fî meşhûdi’l-ebvâb, el-Ḳaṣîdetü’ṣ-ṣûfiyye, nşr. Kāsım es-Sâmerrâî, Bağdad 1969); S̱elâs̱e resâʾil li’l-Ḳuşeyrî (el-Lümaʿ fi’l-iʿtiḳād, el-Fuṣûl fi’l-uṣûl, Bulġati’l-maḳāṣıd; nşr. Mahmûd Sa‘d et-Tablâvî, Kahire 1988).


BİBLİYOGRAFYA
Kuşeyrî, Leṭâʾifü’l-işârât (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1390/1970, neşredenin girişi, I, 3-37.

Tercüme-i Risâle-i Ḳuşeyriyye (trc. Ali Hasan b. Ahmed el-Osmânî, nşr. Bedîüzzaman Fürûzanfer), Tahran 1345 hş., neşredenin girişi, s. 1-48.

Hatîb, Târîḫu Baġdâd, XI, 83.

Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb (Uludağ), s. 272.

Ali b. Hasan el-Bâharzî, Dümyetü’l-ḳaṣr (nşr. Sâmî Mekkî el-Ânî), Küveyt 1405/1985, II, 246-248.

Abdülgāfir el-Fârisî, es-Siyâḳ li-Târîḫi Nîsâbûr (nşr. R. N. Frye), London 1965, vr. 49a-51a.

Sem‘ânî, el-Ensâb, X, 156.

Muhammed b. Münevver, Esrârü’t-tevḥîd (nşr. Zebîhullah Safâ), Tahran 1332 hş., s. 106-200.

İbnü’l-Kıftî, İnbâhü’r-ruvât, II, 193.

İbn Hallikân, Vefeyât, III, 205.

yuksel dedi ki...

KUL HAKKI
İlişkili Maddeler
HAK
İslâm literatüründe çeşitli anlamlarda kullanılan bir terim.
İNSAN HAKLARI

yuksel dedi ki...

Müellif:
MUSTAFA ÇAĞRICI
İslâmî kaynaklarda, insanların gereğini yerine getirmekle yükümlü oldukları haklar “Allah’ın hakları” (hukūkullah) ve “kulların hakları” (hukūk-ı ibâd) şeklinde başlıca iki kısma ayrılmış, bazı kaynaklarda bunlara bir de hem Allah hakkı hem kul hakkı sayılan haklar eklenmiştir. Hukūkullaha riayet “Allah’ın emrine saygı” (et-ta‘zîm li-emrillâh), hukūk-ı ibâda riayet ise “Allah’ın yarattıklarına şefkat” (eş-şefekatü alâ halkıllâh) deyimleriyle ifade edilir. Allah’ın emrine saygı, O’nun varlığına ve birliğine iman edip hükümlerine uygun şekilde yaşamakla gerçekleşir. Kul hakları ise genellikle insanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, mânevî şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklarından oluşmakta ve bunlara yönelik olarak yapılan kötülükler, verilen zararlar kul haklarına tecavüz sayılmakta, bu tecavüz de “mazlime” ve bunun çoğulu olan “mezâlim” kelimeleriyle ifade edilmektedir. Belli bir kişiye verilen zararlar yanında zimmet, irtikâp, karaborsacılık, fitne, idarî baskı ve zulüm gibi ammenin maddî ve mânevî haklarına ve menfaatlerine, huzur, güvenlik ve refahına zarar verme sonucunu doğuran her türlü faaliyet de çeşitli âyet ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda kul hakkına tecavüz sayılıp yasaklanmıştır. Öte yandan kul haklarına dair hükümler aynı zamanda Allah’ın koyduğu hükümler olduğundan bunlar da geniş anlamda hukūkullah içinde görülmüş ve bu hakların gözetilmesi Allah’ın emrine saygı olarak değerlendirilmiştir (meselâ bk. İbnü’l-Arabî, I, 148; Şâtıbî, II, 315 vd.).

Kur’ân-ı Kerîm’de hukūkullah tabiri geçmemekle birlikte birçok âyette hak (meselâ bk. el-İsrâ 17/26; er-Rûm 30/38; ez-Zâriyât 51/19), adalet (el-Bakara 2/282; en-Nisâ 4/58; el-En‘âm 6/152), kıst (en-Nisâ 4/127, 135; el-Mâide 5/8, 42; Hûd 11/85) ve zulüm (el-Bakara 2/279; en-Nisâ 4/10, 30; el-Hac 22/39) gibi kavramlar kul haklarıyla ilgili olarak da kullanılmıştır. Ayrıca birçok âyette insanların haklarına saygı gösterilmesi istenmiş, bu haklara saldırı mahiyetindeki tutum ve davranışlar yasaklanmıştır.

yuksel dedi ki...

İlgili âyetleri dikkate alarak Kur’ân-ı Kerîm’de kul haklarını biri insanların sahip olduğu maddî ve mânevî haklara tecavüz etmek, zarar vermek, diğeri dinî, ahlâkî ve hukukî hükümlerin onlara verilmesini gerekli kıldığı şeyleri vermemek şeklinde iki kısma ayırmak mümkündür. Bir kimsenin, her ne şekilde olursa olsun kendisine ait olmayan bir şeyi haksız yoldan elde etmeye kalkışması kul hakkına tecavüzdür. Nitekim insanların hırsızlık, ölçü ve tartıda hile yapma, emanete hıyanet, kumar, tefecilik, zimmet, irtikâp vb. gayri meşrû yollarla birbirlerinin mallarını yemeleri (meselâ bk. el-Bakara 2/188; Âl-i İmrân 3/161; en-Nisâ 4/29-30, 161; et-Tevbe 9/34; el-İsrâ 17/34-35); canlarına kıymaları (el-Bakara 2/84-85; en-Nisâ 4/92-93; el-Mâide 5/32); iftira, alay, arkadan çekiştirme, kötü lakap takma, suizan, kusur arama, gıybet gibi tutum ve davranışlarla başkalarının mânevî şahsiyetlerine zarar vermeleri (en-Nisâ 4/112; el-Hucurât 49/11-12; el-Kalem 68/11; el-Hümeze 104/1); inançları, dinî tercih ve yaşayışları üzerinde baskı kurmaları (el-Bakara 2/114, 174; el-A‘râf 7/86); onları yurtlarından yuvalarından uzaklaştırmaları (el-Bakara 2/84-85) Kur’an’ın yasakladığı ilk kısma giren kul hakları ihlâlinin örnekleridir. Bunun yanında Kur’an zenginlerin mallarında yoksulların da haklarının bulunduğunu belirtmekte (ez-Zâriyât 51/19; el-Meâric 70/24-25), pek çok âyette zekât ve zekât dışındaki malî yardımlaşma emredilmekte (meselâ bk. et-Tevbe 9/34-35; el-Fecr 89/17-20; el-Mâûn 107/2-3, 7), cimrilik eleştirilmektedir (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/180; en-Nisâ 4/37; el-Leyl 92/8). Kul haklarıyla ilgili bu genel buyruk ve yasaklar yanında birçok âyette özellikle kadınlar, akrabalar, komşular, çocuklar, ana babalar, yetimler, yolcular, sakatlar ve umumiyetle haklarını korumaktan âciz olanların hakları üzerinde de durulmuştur (meselâ bk. el-Bakara 2/83, 231-232, 241; en-Nisâ 4/2, 4, 6, 10, 19-21, 24-25, 34, 36; el-A‘râf 7/141; el-İsrâ 17/23-27, 34; Abese 80/1-10; et-Tekvîr 81/8-9).

yuksel dedi ki...

Kur’an’daki hak, adalet, kıst, zulüm gibi kavramlar hadislerde de sıkça geçmektedir. Ayrıca hadislerde mazlime ve mezâlim kelimeleri de kullanılmış, son kelime hadis, ahlâk ve hukuk literatüründe bir terim haline gelmiştir. Kul haklarını ihlâl mahiyetindeki tutum ve davranışları hem toplu olarak hem tek tek veya grup halinde zikrederek yanlışlığını, kötülüğünü, dünya ve âhirette doğuracağı zararları anlatan pek çok hadis vardır. Hadis mecmualarının hemen her bölümünde kul haklarıyla ilgili rivayetler yer almakla birlikte özellikle “mezâlim, ahkâm, hudûd, edeb veya âdâb, isti’zân, et‘ime, imâre, birr, büyû‘, ticârât, tevbe, hüsnü’l-hulk, husûmât, diyât, rikāk, zekât, zühd, fiten, nikâh” gibi başlıklar taşıyan bölümlerde kul haklarına ilişkin hadisler geniş yer tutmaktadır. Bunlardan kul hakları açısından ilke mahiyetinde olan bazı hadislere göre müslüman müslümanın kardeşidir; ona yalan söylemez, ihanet etmez, kötülük yapmaz, onu aşağılamaz, kötülük edebilecek birinin eline bırakmaz (Buhârî, “Meẓâlim”, 3; Müslim, “Birr”, 32, 58; Tirmizî, “Birr”, 18). Hiç kimse kendisi için beğenip istediğini din kardeşi, komşusu için de istemedikçe, komşusu onun kötülüğünden emin olmadıkça olgun bir mümin olamaz (Buhârî, “Îmân”, 7; “Edeb”, 29; Müslim, “Îmân”, 71-73). Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse komşusuna eziyet edemez (Buhârî, “Edeb”, 31, 85; Müslim, “Îmân”, 74, 75). İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâʾil”, 66). Müslümanların kanları, malları, namusları ve şerefleri kendi aralarında kutsal Mekke kadar, hac ayları ve günleri kadar saygındır, dokunulmazdır (Buhârî, “Ḥac”, 132; Müslim, “Ḳasâme”, 29). Müslüman, elinden ve dilinden başka müslümanların zarar görmediği kimsedir (Buhârî, “Îmân”, 4-5; Müslim, “Îmân”, 64-65). Kul haklarını ihlâl eden kimseyi “müflis” olarak niteleyen Hz. Peygamber bunu şöyle açıklamıştır: Bu kişi âhirette namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmış, dolayısıyla müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır (Müslim, “Birr”, 59; ayrıca bk. Buhârî, “Meẓâlim”, 10).

yuksel dedi ki...

İslâm âlimlerinin çeşitli âyet ve hadislere dayanarak tesbit ettikleri büyük günahların (kebâir) çoğu kul haklarıyla ilgilidir. Bunlar arasında adam öldürme, hırsızlık, hıyanet, zimmet ve irtikâp, ana babaya kötülük etme, akrabalık ilişkilerini kesme, yalancı şahitlik, haklıyı haksız, haksızı haklı gösterme amacıyla yalan yere yemin etme, mâsum insanlara iftira etme, yetim malı yeme, tefecilik yapma, halk üzerinde zulüm ve baskı kurma, eziyet ve işkence etme gibi hak ihlâlleri de bulunmaktadır (Zehebî, s. 40-181).

Bir hadiste Allah’ın huzurunda hesabı sorulacak olan günahlar affedilebilecek olanlar, affedilemeyecek olanlar ve affedilmesi şarta bağlı olanlar şeklinde üçe ayrılmıştır. Birincisinin kulun Allah’a karşı işlemiş olduğu günahlar, ikincisinin inkârcılık, üçüncüsünün de kul haklarından doğan günahlar olduğu bildirilmiş (Müsned, VI, 240), başka bir hadiste de üzerinde kul hakkı bulunan kimsenin hiçbir maddî bedelin geçerli olmayacağı kıyamet gününden önce hak sahibiyle helâlleşmesi istenmiştir (Buhârî, “Meẓâlim”, 10; “Riḳāḳ”, 48). İslâm âlimleri, bu tür hadislere dayanarak Allah katında kul haklarıyla ilgili tövbelerin kabul edilip günahların bağışlanabilmesi için bu hakların sahiplerine ödenmesi veya onların rızalarının alınması gerektiğini bildirmişlerdir (bk. TÖVBE).

Ahlâk kitaplarının genel olarak fazilet ve rezîletlere, özellikle de adalet ve zulüm, dostluk ve düşmanlık, cömertlik ve cimrilik, hilim ve gazap, dürüstlük ve yalancılık, emanet ve hıyanet, ahde vefa, tevazu ve kibir gibi beşerî ilişkilere dair bölümleri geniş ölçüde kul haklarıyla ilgili konuları da içermektedir. Bunların içinde, kul haklarının gerek tasnifi gerekse mahiyet ve muhtevalarını ortaya koyması bakımından Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn adlı eserinin “Çeşitli insan grupları arasında ülfet, kardeşlik, dostluk ve muaşeretin âdâbı” başlığını taşıyan bölümünün (II, 157-221) özel bir yeri vardır (ayrıca bk. HAK; İNSAN HAKLARI).

yuksel dedi ki...

Kulu İflasa Götüren Kul Hakkı
Altınoluk Dergisi, 2010 – Aralık, Sayı: 298, Sayfa: 011
Yüce dînimizin temel hedefi, insanların hem Allah ve insanlar ile, hem de diğer canlı-cansız varlıklar ve eşyâ ile ilişkisini “adl” üzere düzenlemektir. Kur’an’daki adl emriyle, her şeyi yerli yerine koymak, hak sâhibine hakkını vermek ve orta yolu izlemek kasdedilmektedir.1 Temel vasfı kulluk olan insanın diğer varlıklara karşı belli esâslar çerçevesinde davranması ve insanlara ezâ verecek şeyleri ortadan kaldırması îmânın gereği sayılmaktadır. Nitekim bir hadîste şöyle buyrulmuştur: “Îmân, yetmiş şu kadar şûbedir. Bunun en yukarı derecesi Allah’tan başka ilâh yoktur demek; en aşağı derecesi ise yolda insanlara ve diğer varlıklara engel olan, eziyet veren şeyi ortadan kaldırmaktır.”2

İnsanoğlunun en büyük zaafı, kendi nefsânî arzularına göre kural tanımadan yaşama temâyülüdür. Çünkü insanın temel içgüdüsünde na’linci keseri gibi sürekli kendine doğru yontan ciddî bir zaaf vardır. Allah Teâlâ beşerî münâsebetlerin en somut biçimde yaşandığı ticârî konularda vaz’ettiği temel esâslarla bütün sosyal ve insânî münâsebetleri düzenleyecek kurallar koymuştur. Nitekim bu konudaki âyetlerde şöyle buyrulur: “Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terâzi ile tartın. Bu hem daha iyidir, hem de sonucu bakımından daha güzeldir.”3 “Ölçü ve tartıyı adâletle yerine getirin.”4

yuksel dedi ki...

İlk âyette hükmün ölçtüğünüz zaman ifâdesi ile kayıtlanması, eksik ölçmenin bir şey satma; yâni menfaat ilişkisi sırasında oluşundandır. Satın alma sırasında bunu belirtmeye ihtiyaç yoktur. Nitekim bir âyet-i kerîmede: “Yazıklar olsun ölçü ve tartıya hile karıştıranlara! Onlar insanlardan bir şey aldıklarında tastamam ölçerek alırlar. Satarken ise eksik ölçüp tartarlar. Onlar büyük bir günde hesap vermek için diriltileceklerini hiç mi akıllarına getirmezler? O öyle bir gündür ki insanlar, âlemlerin Rabbının katında dîvan duracaklardır.”5

Aslında dünyâ hayâtındaki sosyal münasebetlerin hepsi ticârete benzer. Nasıl ki insanlar ticârette alırken ve satarken kazanmak hırsıyla birtakım yanlışlara kapılıp hak ve adâlet terâzisini tam olarak kullanmakta zorlanırlarsa, aynı şekilde beşerî münâsebetlerde de çıkarlarına âid husûslarda kendilerini sürekli haklı görüp baskı kurarak karşısındakinin hukukunu görmezden gelmek gibi yanlışlar yapmaktadır.

Adâlet ve terâzi emrinden, insanlara rızâlarının olmadığı durum ve konumlarda zulm ve gadretmenin Allah’a karşı bir isyân ve sonuçta insanın kendi kendine yazık etmesi, anlaşılmaktadır. Allah Teâlâ’nın önümüze ticârî ilişkilerde ve beşerî münâsebetlerde terâziyi ya da hak ve adâlet ölçüsünü dengeli kullanma gereğini bir âhiret meselesi olarak koyması çok câlib-i dikkattir. Bu dünyâda gadr ve zulm ile başkalarının hakkını gasbedenin, hesap gününde çok ağır bedeller ödeyeceği hem Kur’an âyetlerinin, hem de Hz. Peygamber’in hadîslerinin sıklıkla vurguladığı konulardır.

yuksel dedi ki...

Şu hadîs, bu konudaki en çarpıcı örneklerden biridir. Allah Rasûlü ashâbına: “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb-ı kirâmdan bâzıları: “Bizim aramızda müflis, parasını ve malını kaybeden kimsedir” dediler. Bunu üzerine Rasûlüllah (s.a.) buyurdu ki: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât sevaplarıyla gelir. Fakat ona buna sövmüş, kimilerine zinâ iftirâsı yapmıştır. Bâzı kimselerin malını yiyip bâzılarının kanını dökmüştür. Kimilerini de darbetmiştir. Böyle birinin iyiliklerinin sevapları hak sâhiplerine verilince üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biter. Bu sefer hak sâhiplerinin günahları kendisine yükletilerek cehenneme atılır. İşte müflis budur.”6

Böyle bir müflis kendisinden kul haklarının tahsil edildiği dehşetli kıyâmet gününde amel defterine baktığında kazandığı ve kurtuluşu için ümid beslediği sevaplarının silindiğini görecek ve paralarını başkalarına kaptıran müflis tüccârın “servetim ve paralarım” demesi gibi “amellerim ve sevaplarım” diyerek üstünü başını parçalayacaktır. Bunların temelinde gaflet, dikkatsizlik ve âhiret endişesinden uzak yaşayarak hak hukuk tanımazlık vardır.

Kıyâmet günündeki hesaplaşmanın dehşetini anlatan Allah Rasûlü’nün yukarıdaki hadîsinden başka boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı hadîsi de câlib-i dikkattir.7 Sâdece insanlar birbirlerine yaptıkları zulüm ve haksızlıklardan değil, diğer varlıklar da kendi içlerinde ve insanlarla hakları açısından hesâba çekileceklerdir. O dehşet gününde hayvanların birbirinden ve insanlardan haklarını aldıktan sonra tekrar toprak olmalarına yönelik ilâhî emrin tecellîsi ardından rabbânî hakîkatlere kapalı gözlerin ve küfürle mâlûl kalblerin sâhiplerinin tahassürle uyanıp içlerinin burkulacağını Kur’an şöyle haber vermektedir: “İnkârcı kâfir diyecek ki keşke toprak olsaydım.”8

yuksel dedi ki...

İnsanların amel defterlerinde günahlarının üç nev’î olarak tasnif edildiği anlaşılmaktadır:

İlk sırada küfür ve şirk gibi günahlar yer alır ki bunlar asla affedilmez.

İkinci sırada Allah Teâlâ’ya karşı küfür ve şirk dışında işlenen günahlar vardır ki bunlar affedilebilir.

Üçüncü sırada ise kul haklarına karşı işlenmiş günahlar yer alır. Bunlar asla karşılıksız bırakılmaz. Hak sâhipleri haklarını almadıkça hesap işlemi tamamlanmaz.

Bu konulardaki âyet ve hadîsler Müslümanların din kardeşleriyle olan ilişkilerinde hak mefhumu konusunda duyarlıklarını arttırmakta, ticârî ilişkilerden komşuluğa, borç alışverişinden yolda yürüyüşe kadar hassâsiyet kesbetmesini gerekli kılmaktadır. Çünkü takvâ ehli bir Müslüman, din kardeşinin haklarına saygı göstermedikçe kendisini beşerî münâsebetler terâzisine hile katmış sayar. Çünkü söz konusu âyetlerin doğru tartıp ölçmesini istediği terâzi, sâdece kantar, gram ve metre değil, aynı zamanda adâlet ve insâf terâzisidir.

Tevbe ve istiğfarda kul hakkına taalluk eden günahın mutlaka hak sâhibiyle helâlleşmek sûretiyle gerçekleşeceği kaydı, kul hakkının tevbe ve istiğfar ile giderilemeyeceği gerçeğini ve önemini anlatmaktadır. Burada şu ilkeyi göz önünde bulundurmak gerekir: “Affetmek büyüklük, başkasının hakkını zâyi etmek ise zulümdür.” Allah Teâlâ azamet ve kibriyâsına yakışır bir biçimde kulunun kendisine taalluk eden haklarını bağışlar, ama huzûruna bir başkasının hakkıyla gelen kimseyi ise -hak sâhibinin hakkını zâyi etmemek için- bağışlamaz. Kur’an-ı Kerîm’deki: “Kim zerre miktarı şer işlerse onun karşılığını görür”9 âyeti kul hakkına taalluk eden günahları kapsamaktadır.

Kul hakkının kapsamının genişliği sebebiyle Peygamberimiz bu konuda duyarlılık göstermiş ve vefât hastalığı sırasında mescide çıkıp minberden nasîhatler ettikten sonra halka hitâben: “Kimin ben de bir hakkı varsa, altın ve gümüşün bir işe yaramadığı günde, benden isteyeceğine şimdi çıkıp istesin”10 buyurmuştur.

yuksel dedi ki...

Ayrıca Allah Rasûlü cenâze namazları sırasında ölenin borcunun olup olmadığını sorardı. Varsa borcun mîrâstan ödenmesini talep ederdi.11 Bugün cenâzelerdeki helâllik geleneği asr-ı saâdetteki bu uygulamaların bir devamı olsa gerektir. Ancak helâllik almada sâdece ritüel olarak helâllik almak yerine fiilen de borcun ödenmesi gerekir.

Kul hakkından sakınıp bu konuda duyarlılık sâhibi olabilmenin en önemli etkenlerinden birisi kulun zulüm ve haramla rızkının artmayacağına; sayısal olarak artsa bile bu tür bir artışın genellikle musîbet ve felâketlerle elden çıkacağına ve kul hakkının asla bereket getirmeyeceğine inanmakla olur. Bir başkasının âhının olduğu maldan nasıl bereket ve huzûr beklenebilir ki?

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de hem kendisine küfür ve inkârda bulunanlara, hem de kul hakkını ihlâl edenlere zâlim adını vererek lânetlemiştir: “O gün bir melek herkesin duyacağı bir sesle bağırıp haberiniz olsun ki Allah’ın laneti zâlimler üzerinedir.”12

Kul hakkı konusundaki duyarlılıklar dünyevî hayâttaki huzûru sağladığı gibi âhiret mutluluğunun da teminatıdır. Nitekim eliyle, diliyle, gözüyle ve sözüyle başkalarını incitmenin kul hakkına taalluk ettiğini bilen; eline, diline, gözüne ve gönlüne sâhip olur. Toplum hayâtında her türlü imkânı başkalarını rahatsız etmeden kullanabilme becerisi bu duyarlılığı kazanmaya bağlıdır. Çünkü başkalarını rahatsız etme endişesi taşımayan; yaptıklarının başkalarını inciteceğini düşünmeyen kimse, kolaylıkla kul hakkına giriverir. Başkasının apartmanın ve evinin önüne rızâsı olmadan arabasını park ediverir. Trafikte kuralların kendisine vermediği hakları uyanıklıkla gasbetmeye çalışır, önüne geçtiği ya da sıkıştırdığı insanların haklarını ihlâl ettiğini düşünmez. Evinin saçağından ya da balkonundan akan suyun başkasının bahçesine ya da arabasına zarar vermesini önemsemez.

Bizde kul hakkı denilince genellikle doğrudan başkasının malına ve canına taalluk eden haklar ile onlara verilecek zarar hatıra gelmektedir. Oysa ki kul hakkının içine insanları incitebilecek her türlü davranış girmekte; sözden, bakış ve sû-i zanna kadar hepsi bu kapsam içinde yer almaktadır. Hattâ çevreyi, ekolojik dengeyi korumaya riâyet etmeyen; suya, havaya ve toprağa iyi davranmayan insanları bile aslında bu kapsam içinde görmek gerekir.

yuksel dedi ki...

Bir başka hikayede ise, bir ineği olan ve onun sütüne her gün su katıp satan adamın durumu anlatılır. Adamcağız bir gün gelen selle ineğini kaybetmiş ve şu dikkat çekici sözleri söylemiştir: “Ben bunu kendi kendime yaptım; yâni kendim ettim, kendim buldum. Her gün süte kattığım sular sel oldu ve bu sel de gelip ineğimi aldı.”

yuksel dedi ki...

BÂTIL
الباطل
Gerçeğe uymayan inanç, hüküm ve düşünceleri ifade eden terim, hakkın karşıtı.
İlişkili Maddeler
HAK
İslâm literatüründe çeşitli anlamlarda kullanılan bir terim.
HURAFE
Mantıkî temeli olmayan telakki ve uygulamaları, din adına ileri sürülüp benimsenen bâtıl inanç ve davranışları ifade eden bir terim.

yuksel dedi ki...

Müellif:
FAHRETTİN OLGUNER
“Boşa gitmek, temelsiz ve devamsız olmak” anlamındaki butlân kökünden türeyen bâtıl, türevleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de otuz altı defa geçmektedir. Söz konusu yerlerde “yalan” (el-Mü’min 40/78; Fussılet 41/42), “boşa çıkan amel” (el-Bakara 2/264), “çirkin, faydasız ve gayesiz iş” (Âl-i İmrân 3/191), “Allah’ın dışında ilâh diye tapınılan put” (Lokmân 31/30), “hakkı örten perde” (Âl-i İmrân 3/71), “hakkın zıddı” (eş-Şûrâ 42/24), “gerçek bilgiye dayanmayan delil” (el-Mü’min 40/5) gibi birbirinden farklı anlamlarda kullanılmıştır. İlgili âyetlerde sellerin veya ateşte eritilen nesnelerin üzerindeki köpüğe benzetilen (er-Ra‘d 13/17) bâtılın hak karşısında varlığını sürdüremeyeceği ve kısa zamanda yok olup gideceği bildirilmiş (el-İsrâ 17/81), Ehl-i kitabın bile bile hakkı bâtıla karıştırıp gerçeği gizlediği açıklanmış ve onlar böyle davranmamaları için uyarılmışlardır (Âl-i İmrân 3/71; el-Bakara 2/42). Yine bu âyetlerde Kur’an’a bâtılın hiçbir şekilde yaklaşamayacağı, Allah’ın ona karışacak bâtılı yok edip hakkı devam ettireceği belirtilmiş (Fussılet 41/42; eş-Şûrâ 42/24), meşruiyet sınırları dışına çıkarak birbirlerine ait malları bâtıl yollarla yememeleri için insanlar uyarılmış (en-Nisâ 4/29), göklerin, yerin ve aralarındaki varlıkların bâtıl olarak (boşu boşuna) yaratılmadığına işaret edilmiştir (Sâd 38/27). İlgili âyetlerde ayrıca bâtılın (ilâh diye tapınılan varlıklar) hiçbir şeyi ilk defa yaratamayacağı gibi yok oluşundan sonra da onu tekrar diriltemeyeceğine dikkat çekilmiş (Sebe’ 34/49), kendilerine gökten ve yerden rızık veren Allah’ı bırakıp da bu nevi işlerin hiçbirine gücü yetmeyen putlara tapan bâtıl inanç sahipleri kınanmış (en-Nahl 16/72-73) ve neticede bunların hüsranda kalacakları haber verilmiştir (el-Ankebût 29/25).

yuksel dedi ki...

Bâtıl, hadislerde de Kur’an’dakine yakın anlamlarda kullanılmıştır. İlgili hadislerde Allah’tan başka her şeyin bâtıl olduğu (Buhârî, “Riḳāḳ”, 29), Allah’ın ehl-i hakkı ehl-i bâtıla mağlûp olmaktan koruduğu (Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1), müslümanların hakkı, gayri müslimlerin ise bâtılı temsil ettiği (Buhârî, “Şürûṭ”, 15) ve dinî konularda bilgi almak için Ehl-i kitap âlimlerine başvurulması halinde bâtıl olan bir akîdeyi tasdik etme veya bir gerçeği yalanlama ihtimali bulunduğu (Müsned, III, 338) bildirilerek bâtıla genellikle hakkın zıddı bir anlam verilmiştir. Hz. Peygamber ayrıca bazı hadislerinde şiirleri bâtıl diye nitelendirmiştir. Hadis yorumcuları bundan şiir sanatının övgü veya yergi vesilesi olamayacağı sonucunu çıkarmışlardır (İbnü’l-Esîr, “bṭl” md.).

Âyet ve hadislerdeki anlamlarından hareketle İslâmî kaynaklarda bâtıl şu şekillerde tarif edilmiştir: Şeriatın yasakladığı her şey, gerçekliği bulunmayan her şey, yalan ve yanlış olmasa bile planlanan hedefe ulaştırmayan her türlü faydasız iş, söz ve davranış, genellikle kabul edilmiş inançlara uygun olmayan hükümler. Bazan da “hükmün gerçeğe, düşüncenin de kendi reel konusuna aykırı bulunması” diye tanımlanarak bâtılın sadece inanç ve hükümleri değil tasavvurları da içine alan bir terim olduğu kabul edilmiştir (Cemîl Salîbâ, I, 193). Buna göre bir hüküm veya tasavvurun gerçeğe aykırı oluşunu ifade ettiği için bâtılın kesin hiçbir delile dayanması mümkün değildir. Bununla birlikte konusunu daha çok duyu verilerinin dışında kalan inanç ve düşünce problemleri oluşturduğu veya bâtılın hak suretinde görünme, hakkın da bâtılla karıştırılma imkânı bulunduğu yahut da toplumda bâtılın lehinde, hakkın ise aleyhinde bir dayanışma içine girildiği için insanlar çok defa bâtılı hak, hakkı da bâtıl telakki edebilmişlerdir.

yuksel dedi ki...

işlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.
sy. 537.
Hadis i Şerif İndeksi
Bediuzzaman Said Nursi
Terimli, Lügatli, kaynaklı, İndeksli.
Tarihçe i Hayatı
Söz Basım Yayın.
sy. 1275.

«En Eski ‹Eski   5001 – 5200 / 6149   Yeni› En yeni»